YUNUS HÜDAYİ
ÜMMETİN İZZETİ
Hadis-i şerifte, İslamî halkalar çözülecektir. İlk çözülen
halka idare, sonuncusu da namazdır. buyruluyor. Demek ki idare
çözüldüğü zaman diğerleri peşi sıra geliyor. Şu halde bazı ilim
erbabının laik sistemde müslümanın, dininin %95ini yaşayabileceğini,
devlete ait hükümlerin %5 kadar olduğunu söyleyerek sistemle bütünleşmiş
bir hayatı normalleştirmeye çalışmalarının açık bir hata olduğunu
görüyoruz. Zira imanın getirdiği adalet duygusu ve ahlak anlayışına göre
yapılmayan kanunlar, ne kadar adil olmaya çalışsa da sonuçta insan
kaynaklı olarak dinin hedeflediği ulvî maksatların önünde engel olmaya
devam edecektir. Şeri hükümlerin korumayı hedeflediği 5 temel esas olan
din, akıl, can, mal ve nesil emniyeti Allah ve ahiret gününe imandan
mahrum bir anlayışın ürünü olan sistemlerde asla sadra şifa verecek bir
şekilde temin edilemeyecektir.
İslamî sistemde yaşamayan bir müslümanın İslamı
tehlikededir ve zillete müpteladır.
Batıl üzere inşa edilen sistemlerde, helal haram kavramına
sahip olunmadığından zühd ve takvanın kaynağı olan helal kazancın çok
zor ve riskli bir yol haline geldiğini görüyor ve yaşıyoruz. Sistemdeki
eğitim çarkından geçen nesillerin nasıl edep, ahlak ve hayâdan uzak bir
hayatın cenderesine sürüklendiğini, insanlar arasındaki itimat ve
dayanışmanın nasıl maddeci anlayışlara kurban gittiğini her gün müşahede
ediyoruz.
İyiliğin hâkim olması ve kötülüğün engellenmesi; insanın
varlık sebebi olan Hak Teâlâya halife olma hikmeti; ahlakı tamamlamak
için gönderilen Nebiy-i Ekremin vazettiği sosyal ahlakın yerleşmesi;
Allahın adının yüceltilip, fitne kalmayıncaya kadar cihadın îfâsı;
kısacası dînî hayatın, aklın, malın, canın, neslin Hak Teâlânın
muradına muvafık bir surette emniyet altına alınabilmesi; evet, tüm
bunların hepsi inananların iktidara gelmesine bağlıdır. Hatta Kuran'ın
beyanıyla namaz ve zekât gibi ibadetlerin dahi ikamesi iktidarla
bağlantılı kılınarak buyruluyor ki:
Biz onlara yeryüzünde bir iktidar verirsek onlar namazı ve
zekâtı ikame ederler (ibadetleri sosyal hayatın merkezine yerleştirecek
tedbirleri alırlar). İyiliği emredip kötülükten vazgeçirirler. (İslamî
hayatın önündeki engelleri kaldırırken, öte yandan huzurun kaynağı
iyilikleri vicdanların görünmeyen sahalarına hapsetmez, bizzat zahir
olması için gerekli kanun ve nizamları düzenlerler.) İşlerin sonu
Allaha aittir.(Hac 41)
%5lik gibi gösterilen devlete ait hükümlerin dînî hayatın
büyük kesitini nasıl etkilediğini görmek için biraz muhasebe yetecektir.
Zira eğitimden iş hayatına kadar yönetimlerin çıkardığı kanunlar ve
düzenlemeler hayatın %5ini ilgilendiriyor, geri kalan hayatımız tamamen
bağımsızdır demeye hangi akl-ı selim inanır. Demek ki İslamın bir bütün
olarak algılanması gerekiyor. Onun iktidar nizamına dair genel
prensipleri teferruatta dînî hayatı bütünüyle ilgilendiriyor ve kendini
olmazsa olmaz kılıyor.
Bugün için yeryüzünde müslüman olmayan muktedir güçlerin en
çok çekindikleri hususun İslam hâkimiyeti üzere kurulmuş bir muktedir
oluşum olduğunu görüyoruz. Soğuk savaş döneminde pasta paylaşımında
çıkan hır gürlere ve düşmancılık oyunlarına kanıp asıl yok etmeyi
hedefledikleri gücün İslam gücü olduğunu görememek için artık bir sebep
kalmamış, bunun için delil toplama zahmetinden kurtulmuş bulunuyoruz.
Farzların farzı diye bir kavram olsaydı, ki İmam Şafii bir
ifadesinde buna yakın bir şekilde farz-ı kifayeyi tarif ederken, bunun
ifası çok daha ehemmiyetli olduğundan herkese şahsen yüklenmemiş, yani
ihmaline fırsat verilmemek için topluma yüklenmiştir diyor. İşte
Şeriatın revacı ve ikamesi en başta gelen bir farzdır. Hem ikamesi artık
seferberlik gibi hepimize ayni olarak tahakkuk etmiş bulunmaktadır.
Çünkü toplum anlamında buna sahip çıkan bir nizam ve iktidar olmadığı
için her müslümanın bunu birinci önceliği haline getirmesi kaçınılmaz
bir vazife olmuştur. İmam Rabbanî ta 17. asırda zamanında en önemli
vazifenin şeriatı terviç olduğunu şöyle ifade eder:
Bilmiş olasın ki bu âleme nispetle sultan, âdemoğlunun
bedenine nispetle kalp hükmündedir. Bu manaya göre: Bir kalp yaralı
olursa beden de yaralı olur; fasit olunca beden de fasit olur. Bunun
gibi sultanın salahı da, âlemin salahı sayılır; fesadı dahi âlemin
fesadıdır
Şu zamanda ki ümmet zelil düşmüş kıymeti yok sayılır
olmuştur. Küfür ehli ise son derece itibar ve izzet görmüştür.
Müslümanlar yaralı kalpleri ile İslamın taziyesine otururken; kâfirler,
onlarla alay ve eğlence ederek musallat olmuşlar, onların yaralarına tuz
ekmişlerdir
Şu halde her kim yardıma(ama ne çeşit yardım olursa olsun)
gücü yettiği halde, imdada koşmazsa, bu sebeple de ehl-i İslamın
işlerine sekte verirse, kendisi itaba uğrar.
Bu mânâ icabı olarak, bu fakir istiyor ki, kendisini İslam
devletine yardım meydanına atsın; imkân nispetinde orada cihad etsin.
İmdadın en geçerlisi şeri meseleleri beyan etmektir; akaidi, kitap ve
sünnetin ahkâmını, ümmetin icmaını izhar etmektir. Öyle kuvvetli
açıklanmalı ki araya, dalaletçi, bidatçi ve sapık ulemanın yol kesen
tesirleri girmesin; sonra yollar kapanır; işi fesada çekerler. Geçen
asırda zuhur eden her bela, dünya ehli kötü âlimlerin uğursuzluğu
sebebiyle gelmiştir. Yetmiş iki fırkadan (necat ehli dışındaki) hiçbiri
yoktur ki, dalalet yolunu seçmekte, uydukları bu bozuk âlimler sınıfının
dahli olmasın. Onlar ki yöneticileri hak yoldan saptırmışlardır
Peygamberler(aleyhimussalatu vesselam), kâinatın en
faziletlileri olarak, insanları ancak şeri işlere davet etmişlerdir.
Kurtuluşun esasını onda bulmuşlardır. Bu büyüklerin gönderilmesinden
maksat şudur: Şeri emirlerin tebliği.
Bu mânâdan anlaşılıyor ki, hayırların en büyüğü şeriatın
tervici(yürürlüğü)ne çalışmak, onun hükümlerinden her birini ihya etmeye
gayret etmektir. Bilhassa şu zamanda ki, İslamın esasları yıkılmaya
terkedilmiştir. Kişi nefsin elinde esirken bile yaratılmışların necatına
sebep olursa nefsini dizginleyip şahsını kurtarandan daha faziletlidir.
Zira yalnız kendini kurtarana nispetle, başkalarının ve büyük bir
topluluğun necatı kendisi aracılığıyla olanın pek faziletli olduğu
müsellemdir (akıl erbabının karara vardığı bir hükümdür.) Bu Allahın
fazlıdır; dilediğine verir: Allah büyük fazlın sahibidir.(64/2) (İmam
Rabbanî, Mektubat, c.1, 47-48. Mektup)
Buna göre bizlerin şu iki şey arasını çok iyi ayırmamız
gerektiğini düşünüyorum. Herhangi birimiz bir âlimden veya fazıl bir
şahsiyetten faydalanıyor, onun taht-ı terbiyesi altında yetişiyor
olabiliriz. Hatta olmalıyız. Böyle bir ilişkiden uzak kalmak
mahrumluktur. Ancak bu durum yukarda bahsettiğimiz vazifenin önceliğini
göz ardı etmemize asla bir gerekçe olarak kullanılmamalıdır.Yani ben
nasıl olsa necatıma sebep bir yer buldum o zaman dünya yıkılsa umurumda
değil gibi bir anlayış yahut benim gurubum fırka-ı naciyedir, gerisi
laf-ü güzaftır diye bir önkabul ile sığ bir bakış açısına sahip olmak
ancak düşmanın ekmeğine yağ sürecek, bu farzın îfâsına takoz olacaktır.
Amerika ve yandaşlarının İslam coğrafyasındaki çeşitli grupları
birbirine düşürecek ve fitne yarasını kaşıyacak plan ve proje hazırlama
çabaları neyi hedeflediklerini açıkça gösteriyor. Başsız, himmeti
darmadağınık ümmetin toparlanmasına asla tahammül edemeyecekleri
gerçeğini gösteriyor. Şu halde Cenab-ı Hakkın rahmetini celbedecek olan
hususun dostlarına dostluk, sevdiklerini sevme ve düşmanlarına
düşmanlık, buğzettiklerine buğzetmek olduğunu bildiğimize göre, onları
ğayz ve kinleri içerisine gömmenin, izzet kılıcını yeniden kuşanmanın
zamanıdır diyoruz. Ehl-i küfrü, hoşlanmadıkları, tahammül edemedikleri
bu gerçeğe sahip çıkarak kahır ve zillete duçar bırakmak, böylece Hakkın
hoşnutluğunu celbederek, İzzet Allahın, Rasulünün ve inananlarındır
hükmünce izzet şerbetini yudum yudum içmek anıdır.
Müslüman cemaatle beraber olmak, Hakla beraber olmaktır.
Müslüman cemaatten ayrılmak Haktan ayrılmaktır. Cemaat, Allahı
tanıyan, emirlerini bilen onlarla amel eden ve onlara çağıran
Rabbanîlerdir.
Ümmetimden daima hak üzere olanlar bulunacaktır. Ta
kıyamete dek hak üzere olanlar bulunacaktır.
Fakihler hilafeti, Peygamber Efendimize niyabeten din ve
dünya işlerinin bütününe başkanlık etmektir, şeklinde tarif etmişlerdir.
Yani dini ayakta tutma ve şeriat hükümlerini koruma noktasında Allah
Rasulü'ne vekâlet etmektir. (Said Havva, İslam c. 1, s. 308)
"Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz.
İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız. (Çünkü) Allah'a
inanıyorsunuz..." (Âl-i İmran 110)
İslâm, faziletli kamuoyunun doğması için: "Kötülüklerden
nehyedip, iyilikle emretmeyi" teşvik etmiştir. Buna dayanarak kötülerin,
sapıklıklarına son vermeleri; iyilerin de doğru yollarında yürümelerine
devam etmeleri için umumî irşadı gerekli kılmıştır. Bu esasa göre
İslâm'da faziletli bir cemiyetin ilk işareti, kötülükleri terk edip
hayra yönelmiş faziletli bir kamuoyunun mevcut olmasıdır. Çünkü cemiyet,
umumî durumu itibariyle sulhçu bir birliktir. Bu birliğin gölgesinde
fazilet büyüyüp gelişirken, nuruyla da kötülükler yok olur.
Bu durumun ümmet çapında gerçekleşebilmesi için de ümmetin
işini deruhte edecek lidere muhtacız.
Müslümanların ilk önceliği şu olmalıdır diye kanaat
ediyorum: Herkesten ve her şeyden önce müslümanların, İslâmın evrensel
ve ahirete kadar geçerli olan bir sistem olduğuna inanmaları gerekir.
Aynı zamanda toplumu yönetmeye elverişli, çağın ihtiyaçlarına cevap
veren ve asrın sorunlarına çözüm getiren yegâne sistem olduğuna kesin
şekilde inanmaları, bu konuda herhangi bir tereddüde düşmemeleri icap
eder.
Müslümanların İslâmın ebedî ve çağın gerisinde kalmayan,
çağlar üstü bir nizam olduğuna ilişkin inançlarında meydana gelebilecek
şüphelerden daha tehlikeli bir yıkım olamaz. Bu kuşku müslümanların
kendilerine olan güvenlerini sarsar. Çünkü zamanın gerisinde kalmış,
tökezleyerek ilerlemeye çalışan bir din tüm çağları kuşatıcı ebedî bir
din olamayacağı gibi, toplumun ihtiyaçlarına da cevap veremez. Onun için
genelde bütün müslümanların ve özelde ise topluma öncülük edecek olan
davetçilerin İslâmın üstünlüğüne ve toplumun maslahatlarına en uygun
sistem olduğuna dair inançlarını tazelemeleri gerekir. Bu ilk adımdır.
Diğer adımlar bundan sonra gelecektir.
Şunu çok iyi bilmelidirler ki, İslâm sadece bir ibadet dîni
değil, aynı zamanda hayatın tümünü kuşatan bir hayat nizamıdır. Bu
konuda insanların zihinlerinde oluşturulan tereddütler, İslâm hayat
nizamında eksiklik olmasından değil insanların bu yüce nizamı eksik
bilmelerinden ileri gelmektedir. Dolayısıyla bu konudaki bilgilerini
artırmaları, İslâmı bir bütün olarak tanımaları halinde birtakım dış
güçlerin olumsuz propagandalarından dolayı zihinlerinde oluşan bazı
tereddütler de kaybolup gidecektir.
"Kim itaatten çıkar, cemaatten ayrılır (ve bu halde ölürse)
cahiliye ölümü ile ölmüş olur. Kim de körü körüne çekilmiş (ummiyye) bir
bayrak altında savaşır, asabiyet (ırkçılık) için gadaplanır veya
asabiyete çağırır veya asabiyete yardım eder, bu esnada da öldürülürse
bu ölüm de cahiliye ölümüdür. Kim ümmetimin üzerine gelip iyi olana da,
kötü olana da ayırım yapmadan vurur, mü'min olanlarına hürmet tanımaz,
ahid sahibine verdiği sözü de yerine getirmezse o benden değildir, ben
de ondan değilim."(Müslim, İmaret 53; Nesâî, Tahrim 28; İbn Mâce, Fiten
7)
Eğer Allah (cc.)onların keyiflerine tabi olsaydı, gökler
yer ve bunlar arasında bulunanlar muhakkak fesada uğrardı.
İnsanlık yaşanan pratik hayatta, doğruluğunu görmediği,
fiilen müşahede etmediği, mücerret inanç sistemlerine kulak
asmamaktadır. Dünya baş döndürücü teknik gelişmeye rağmen korkunç bir
cahiliye bataklığına gömülmüş durumdadır. Artık sihrini yitiren
teknoloji, insanın insan yapma kabiliyetine tek başına sahip olamadığını
göstermiştir. En medenî gösterilen Amerikanın, insanlığı tiksindiren
vahşetleri yapabilecek nesilleri yetiştirdiğini dünya görmüş durumdadır.
Gerçekte cahiliye doğrudan doğruya Allahın hâkimiyetini tanımama ve
Ona diklenme esasına dayanıyor. Allahın nizamını hayattan
uzaklaştırarak, Onun müsaade etmediği konularda kendisine hak iddia
etme küstahlığı temeline dayanıyor.
İslam ümmeti olarak dünyanın malik olamadığı, çok mükemmel
bir şeye malik bulunuyoruz. Yalnız Allaha kulluk ederek insanı gerçek
hürriyete kavuşturacak nizama sahibiz. Ama bunun bütün semeresini
dünyaya fiilen gösterebilmek için yeniden diriliş hamlesi gerekmektedir.
Yeniden toparlanış ve izzet bayrağını dalgalandırış hareketi
Kaynak: Ilkadim
dergisi, 02/2005
|