İBADETLER VE BİZ
MEHMET ILDIRAR
İbadetteki halimiz ufacık çocukların oyununa benziyor. Hani evcilik
oynarlar, ceviz kabuğu kadar oyuncağa tencere derler, kibrit kutusu
kadar bir oyuncağa taksi derler, yalandan, ufacık bir oyuncağa da baba
derler, anne derler, oyun oynarken kavga ederler, oyunu dağıtıverirler.
İki dakika evcilik oynarlar, biri anne olur, biri baba olur, bir dakika
sonra oyun bozulur.
Bizim halimiz üç-beş yaşındaki çocukların hali gibidir. Namazımızın
içinde oyun oynarız, ibadetimizin içinde hesap yaparız. Allah'a itaatkâr
olmak yerine, Allah'ın nimetlerine hamd ü sena yerine, Allah'a karşı
türlü türlü isyanlar ederiz. Gaflet diyarında gezeriz.
Döneriz de estağfirullah deriz. Yine Rabbimiz'e niyaz ederiz. O
alemlerin ezeli sahibi olan, Aziz ve Kerim Allahu Azimüşşan , elli
senelik isyankâra, zatının kadrini bilmeyen yetmiş senelik günahkâra
merhamet-i sübhaniyesinden mağfiret eder.
İbadetin kemalâtı için, ibadetimizin yevm -i kıyamette ve Şeriat-ı
Muhammediye'de hükmü nerededir, bilmek lazımdır. Hangi pazardan alınır
satılır, önce onu bir tayin edelim. Sonra ona paha biçelim.
Bir
gün Muhammed b. Vasi, Malik b. Dinar ve Beyazıt-ı Bistami Hazretleri
(Allah hepsine rahmet eylesin) aralarında şöyle konuşurlar:
Malik b. Dinar Hazretleri buyurur ki:
-
Allah'a itaat etmeyen, ibadeti olmayan kişi cehennem ateşinden
kurtulamaz.
Bunun üzerine Muhammed b. Vasi Hazretleri şöyle cevap verir:
-
Allah'ın af ve merhametine nail olmayan kişi cehennem ateşinden
kurtulamaz.
Beyazıt-ı Bistami Hazretleri ise şöyle der:
-
Otuz yıl ibadetle meşgul oldum, otuz sene hayatımı Allah'a adadım. Ama
bir gün gayb aleminden bana şöyle bir nida oldu. Allah'ın hazinesinde
ibadet pek çoktur. Siz ibadetinizin çokluğu ile Allah'a yaklaşacağınızı
zannetmeyin. Siz Allah'a ne ile yakın olursunuz? Zillet ile, hakirlik
ile, gönlünü aşağı tutmak ile, kendisini garip bir yolcu hissetmekle,
alçak gönüllükle Allah'a yakın olursunuz.
Bu
üç büyüğümüzün sözü birbirini tamamlayan, hakikatin birer vechesini
açıklayan sözlerdir. Hepsi doğrudur. İbadetsiz olmaz, Allah'ın affı
olmadan olmaz, kişi aczini bilmeden olmaz. Mümin ibadetine devam edecek
fakat Alemlerin Rabbi karşısında ne kadar aciz, kusurlu olduğunu bilecek;
O'nun affını, merhametini talep edecek.
Ebu
Fadıl Hazretleri bir gün şöyle buyurmuştur:
-
Ben ibadet ve taatlarımın kabul olmadığını biliyorum.
Bu
sözü üzerine soruldu:
-
Ey Ebu Fadıl, nasıl olur da sen ibadet ve taatlarının kabul olmadığını
bilirsin?
Cevaben buyurdu ki:
-
Çünkü amel ve ibadetlerin şartlarını biliyorum. Allah'ın bir kuldan
nasıl bir ibadet istediğinden haberim var. Ben bildiğim ilim ile Allah'a
ibadet edemiyorum. Bundan dolayı biliyorum ki benim ibadetim kabul olmaz.
Çünkü amel ve ibadet şartlarından birisi şudur ki, nefsimi itaate
alıştıramadım, nefsim yolsuzluğundan vazgeçmedi. Cenab -ı Hakk'a karşı
uğursuzluğunu yenemedim, huzurla ve kusursuz taat yapamadım ki, ibadetim
kabule şayandır diyeyim .
Başımızın tacı olan alimlerimiz , kendilerini böyle kusurlu görüp bu
sözleri söylerken, bizim ibadetlerimizin kemalinden söz etmemiz nasıl
mümkün olacak? İmanımızın mahalli olan nuranî kalbimiz, zikirle
Allah'tan gayriyi unutacak bir hal almamış, nuranî, ruhanî bir zevke
ulaşmamışken nerede kaldı ki ibadetlerimizin kemalâtından söz açılsın?
Nasıl açılsın? Ne hal ile açılsın?
Şu
halde otuz senelik ibadetimiz de olsa, insan Allah karşısında
zelilliğini düşünerek, itaattaki noksanlığını, nefsinin taate
alışamadığını, dolayısıyla mükafat aramak yerine mağfiret olmayı
düşünmesi lazım gelir. Cennet aramak yerine cehennem azabından kurtuluş
için niyaz etmek lazım gelir. Rabbim bana cennet ve Cemâl ver demek
elbette hakkıdır, ama hakkı önce cehennemden kurtulmaktır. Çünkü kulun
ibadeti Allah'a vasıl olacak bir kemalde değildir.
Kaynak: http://www.semerkanddergisi.com/7510.htm
|