deprem... devlet... biz...

07.jpg (25956 Byte)  erdbeben.jpg (21193 Byte)

Agustos’u 17 Agustos’a baglayan gece saat 03:02’de Marmara Bölgesinde yasayan milyonlarca insan, önce kulaklari sagir eden bir gürültü duydular, sonra Türkiye’nin batisini harabeye çeviren bir depremi yasadilar. Deprem aninda ve depremden sonra yasananlar, akillardan uzun süre çikmayacak ibretlerle doluydu. Depremin sebep oldugu can kaybi ve yol açtigi ekonomik hasar hala tam olarak tesbit edilebilmis degil. Ana depremin ardindan gelen ardçi depremlerle insanlar günlerce evlerine giremediler ve ölümle komsu olup sokaklarda yattilar. Ölüm belki de hiç bu kadar siradanlasmamisti. Hersey önemini yitirdi; ev, mal, makam, gelecek... Ugrunda bir ömür çalisip aldiklari/yaptirdiklari evlerin ve mallarin altinda can verdi insanlar. Yeryüzü hiç bu kadar dar gelmemisti çogumuza... Nefes alabilecegimiz bir bosluk kadar önemli degildi hiç bir sey. Yeryüzüne diktikleri herseyden kaçip bir bosluk aradi insanlar... Yasamak için bir bosluk... Gerisi bir bosluk kadar bile önemli degildi.

Kisacasi kirk bes yilda biriktirdigimiz hersey; hirsla ve doyumsuz bir arzuyla biriktirdigimiz hersey, kirk bes saniyede bizi de beraberinde alip toz olup, toprak olup gitti; geriye sadece amellerimiz kaldi.

Iskenceleri, yargisiz infazlari, yakilan köyleri, takipleri, baskinlari, basörtüsüne ve Kur’an’a uzanan elleri-dilleri, Beyazit’ta, Ulucami’de ”Direnis var yilginlik yok” diye ince bileklerini havaya kaldirip, ciliz sesleriyle feryad eden bir avuç ögrenciyi, idamla yargilanan IHL’li kizlari, yüregi acidan ve yalnizliktan kavrulmus mazlumlari da gördük biz... Gördük de, her gördügümüzde basimizi önümüze egip, evlerimize sokulduk sessizce. Çekimiz, senedimiz, isimiz, umudumuz, borsadaki paramiz, evdeki esimiz, on yil sonrasina ait planlarimiz ve basimizi sessizce soktugumuz evlerimizden gecenin bir yarisinda, feryad edip döküldük sokaklara. Nefes alabilecegimiz bir bosluk kadar önemi kalmadi hiçbir seyin... Gerisi bir bosluk kadar bile önemli degildi.

Bunu bir gece yarisi anladik biz.

Bunca acinin, terin, kanin, gayretin, namusun ve mazlumiyetin üstüne degil,

Serrinden korktuklarimizin acizligini gördügümüzde,

Pasalarin cesetlerinin nasil koktugunu gördügümüzde,

Devletin ve 28 Subatçilarin çaresizligini/ihanetini gördügümüzde anladik biz bunu.

Bir bosluk kadar önemli degildi hiçbirisi...

Deprem sonrasi bütün Türkiye, ‘Devlet denen o büyülü gücün(!), enkazin altindan gelen feryatlara nasil da kulaklarini tikadigina, halkini nasil da yanginin orta yerinde birakip sivistigina, kendi insanina, ölülerini bile teslim edemeyip nasil da grayderlerle toplu mezarlara gömdügüne sahit oldu.

Kendini halkiyla çatismaya, mücadele etmeye

adamis/ayarlamis bir devletin, böylesine bir felakette

halkinin yardimina kosmasi kendisiyle çelismesi olurdu zaten. Nitekim devlet ve devlet yetkilileri kendisinden bekleneni yapti ve arada bir basin toplantisi yapip ölenlerin sayisin bildirmekten baska bir islev görmedi, ki bunu bile dogru dürüst yapmadi. Depremin merkez üssü olan Izmit ve Gölcük’e depremden 24 saat sonrasina kadar hiçbir devlet yardimi ulasamadi. Insanini fislemek, 20-30 yillik kasetleri bulup çikarmak, müslüman kebapçilarin günde kaç lira ciro yaptigini ve hangi Islami dergilere reklam verdigini rapor etmek konusunda pek mahir olan devletin, yurt disindan gelen yardimlari bile dagitamadigini, küçük bir sivil kurulusun bile yapabilecegi bir organizeyi gerçeklestiremedigini gördük.

Geçtigimiz günlerde Iran’la yasanan gerginlik sirasinda bir savas durumunda neler olabilecegini konusan kimi yazar-çizerler (Aytunç Altindal ve Taha Akyol gibi...) Türkiye’nin su kadar bürokrata, su kadar teknotrata, su kadar mühendise ve su kadar teknolojik güce sahip oldugunu, bir savas çikmasi durumunda Iran’in böylesine büyük bir güç karsisinda tutunamayacagi degerlendirmelerini yapmislardi. Devletin, teknotratlarini, mühendislerini, bürokratlarini ve kisacasi gücünü deprem sirasi ve sonrasinda hepimiz gördük. Elbette ki koltuklarina kurulup çagdas ve güçlü Türkiye nutuklari atan bu insanlar, aslinda teknolojik güç ve imkanlarinin degil, halkinin kani ve cani üzerine hesap yaptiklari için bu kadar rahat ve pervasiz konusabiliyorlar. Zira yasadigimiz depremde gördük ki, devlet, gücü ve teknolojisiyle degil, rahat ve duyarsiz tavriyla zuhur etti.

Deprem sonrasi gelen yardimlar ise, medya tarafindan politik bir yönlendirmeyle sunuldu. Medya Israil’den gelen yardim ekibinin ne büyük isler yaptigini ballandira ballandira anlatip dururken, Islam ülkelerinden gelen yardimlara ve edilen yardim tekliflerine kulaklarini tikadi. ”Bakin, gördünüz mü, en zor durumumuzda bile Bati ve Israil yardimimiza kostu. Islam ülkelerinden ise hiç ses yok!” mesajini içeren bir dizaynla sunuldu gelen yardim haberleri. Anlasilan oydu ki, halkini felaketle basbasa birakan devlet, kendini Israil’e ve bati’li dostlarina yarandirma duyarliligindan her sart ve durumda hiç bir sey yitirmiyordu.

Kisacasi, bugüne kadar oldugu gibi bundan sonra da hiç bir sey degismeyecek. Devlet yine insanini fisleyecek, yine vakiflari kapatmaya devam edecek, yine basörtülü kizlarimizi idamla yargilamaya, düsünen insana yüzlerce yil ceza vermeye devam edecek. Çagdas ve güçlü Türkiye nutuklari atmaya devam edecek. Ve yine bütün güç ve imkanlarini halkina yardim için degil, halkina karsi teyakkuz durumunda tutacak.

Bununla birlikte, kusaticiligi bütün mevcudati kapsayan Yüce Rabbimiz’in gücünün ve azametinin idrakinden uzak bir yaklasimla, hala devletin gücünün ve fani menfaatlerini hesap ederek tutum belirleyenler yanilmaya devam edecekler. Cenab-i Allah’dan yasadiklarimizi rahmete dönüstürebilecek bir idrak ve bilinç niyaz ediyoruz.

Kaynak: Evrensel Mesaj Aylik Dergi Sayi:8 Eylül 1999

Hazirlayan: Musa Dogan

 backswir.gif (6166 Byte)