TOPLUMSAL SORUNLAR DARAGACINDA ÇÖZÜLEMEZ

Abdullah Öcalan'a verilen idam cezasi egemenler açisindan hem sikinti hem de firsat olarak degerlendirilmekte. SIkIntI olusturuyor. Çünkü düzen yaklasik son on bes yildir yasanan her türlü olumsuzlugu bir kisiye fatura etti. Ekonomik geri kalmisligin, baskici siyasal isleyisin, dis iliskilerde ortaya çikan basarisizliklarin ve tüm bunlarin ötesinde binlerce canin yitirilmesine ve onbinlercesinin magduriyetlerine sebep olan ortamin biricik sorumlusu olarak Abdullah Öcalan öne çikartildi, suçlandi. Siddetle yayginlastirilan ve soven unsurlarla desteklenen bu akildisi kampanya kamuoyunun önemli bir kesimini etkiledi. Öyle ki düzenin propagandalariyla sartlandirilmis ve intikam duygulariyla kiskirtilmis bu genis kesim bütün kötülüklerin kaynaginin Abdullah Öcalan olduguna inandirilmis halde. Ve kaynagin kurutulmasini, hem de kabartilan intikam hislerinin karsilanmasini bekliyor. Ama düzen bu isin öyle propaganda yapmak kadar kolay gerçeklestirilebilecek bir is olmadigini görüyor ve bu yüzden de sikinti çekiyor.

Diger taraftan idam kararinin düzen açisindan bir firsat olarak degerlendirildigine dair görüntüler de giderek belirginlik kazaniyor. Boynuna kement geçirilmis bir Apo basta Avrupa ile olmak üzere dis iliskilerde adeta koz olarak, santaj malzemesi olarak ele aliniyor. "Idam edersek bizi Avrupa Birligi'ne almazlar" yaklasimi giderek "bizi alacaginiza söz verin, biz de idam etmeyelim" pazarligina dönüstürülüyor. Aslinda bu yaklasimla bir kere daha Türkiye'de hukukun hiçbir evrensel ilke ve tutarliliga dayanmayan, egemenlerin çikarlarini azami düzeye vardirmak için tesis edilmis elverisli bir araç oldugu gerçegi netlik kazaniyor.

Egemenler Nezdinde Halkin Degeri:
Yanginda Terkedilecek Ilk Varlik

Idam tartismalarinin altini çizdigi hususlardan biri de düzenin miyoplugu oldu. Kendini bütünüyle disariya, Batili efendilerine göre konumlandirmis düzenin tavir belirlerken, sorunun asil muhataplari olan, sorunu bire bir yasayan insanlarin durumdan nasil etkineceklerini yok sayan tutumu yine belirginlik kazandi. Alinacak tavrin Avrupa'da yansimasi ne olur, Amerika'da ne olur diye inceden inceye hesap yapanlarin acaba idamin infazinin halka yansimasi ne olur, bu is kitlelere uzanan yeni ve yaygin bir siddet dalgasini kiskirtmaz mi diye sorduklari hiç görülmüyor. Görülmüyor, çünkü onlarin gözünde insanlarin degeri yok. Halktan birileri kimi taleplerde bulunup sisteme karsi çiktiginda, düzenin tek formülü yine halkin içinden birilerini

silahlandirip üzerlerine yollamak oluyor. Karsi çikanlarin payina kursun, bu iste kullanilanlara

madalya düsüyor ama statüko hiçbir sey olmamiscasina kaldigi yerden devam ettirilmeye çalisiliyor.

Abdullah Öcalan hakkindaki karar konusunda da düzen ayni piskinligi sergilemekte. Sorunun özünde Kürt sorununun yattigi; yasanan acilarin temelde resmi ideolojinin irkçi, imhaci siyasetinden kaynaklandigi; PKK ya da Apo sorununun bir neden degil, sonuç oldugu gerçegi inkar ediliyor. Kazandigi zaferin sarhosluguyla, sorunu Abdullah Öcalan'in sahsina indirgeyerek konuyu asil mecrasindan uzaklastirmak ve kendini sorgulatmamak düzenin sabitlik kazanan siyaseti. Abdullah Öcalan'a layik görülen sifatlardan biri 'otuz bin kisinin katili' sifati. Sürekli tekrarlanarak adeta zihinlere kaziniyor. Sürekli tekrarlanmasi üzerinde hiç durulmamasinin, düsünülmemesinin de bir yöntemi ayni zamanda. Kim bu otuz bin kisi? Bu insanlarin yakinlari kim? Sokaklarda, mahkeme salonlarinda hinçla, öfkeyle haykiran aileler tüm bu otuz bin kisiyi temsil etme hakkini nereden almislar, devletten mi? Yoksa bu otuz bin kisinin kahir ekseriyetini olusturan insanlarin yakinlari konuya devletin bakis açisinin tam tersinden mi bakiyorlar? Pek çogunun bir mezari bile bulunmayan bu insanlarin yakinlarinin ne düsündüklerini açikça ortaya koyabilmeleri mümkün degil. 'Ora'da karartma siyaseti olanca koyuluguyla devam etmekte.

Eger disariya sirin görünmek kaygisiyla girisilen ucuz nevinden makyajlama gayretleri bir kenarda tutulacak olursa, degisen bir sey de yok, degistirme arzusu da. Düzen Islami muhalefetten, Kürt sorununa kadar karsilastigi tüm siyasi meseleleri ayni kisir sablonla ele almakta ve komplo yaklasimina sikistirmak suretiyle yok saymaya devam etmekte. Yaklasim bu olunca çözüm de dogal olarak daha fazla Atatürk, daha fazla onuncu yil marsi ve daha fazla 'Ne Mutlu Türk'üm Diyene!' olarak sekillenmekte. Yani sebeplerle sonuçlari birbirinden tefrik edemeyen egemen ideolojik bakisaçisi bizzat sorunun kaynagini çözüm diye dayatmayi sürdürmektedir.

Sürekli yapilageldigi üzere demogoji dayatmaya eslik ediyor. Sadece sik tekrarlanmak, biktirasiya tekrarlanmak suretiyle yalanlar gerçek gibi sunulmakta. Kavramlar, degerler içeriklerinden bosaltilarak istismar edilmekte.

Egemenlerin Timsah Gözyaslari:
'Sehid' Aileleri

Medyanin da olaganüstü katkisiyla sehid aileleri namiyla bir baski grubu olusturuldu. Normalde düzenin hiçbir biçimde deger vermedigi, kaale almadigi, herseyleriyle yoksullastirilmis toplum kesiminden gelen bu insanlar sirf gelisen olaylar sürecinde kullanislilik arzettikleri için alabildigine öne çikartildilar. Sosyal statüleri, inançlari ve kültürel-ekonomik geri biraktirilmisliklari nedeniyle okulda, iste, askerde, sokakta hep asagilanan, magdur edilen bu insanlara sahte hürmet ve yakinlik gösterilerinde bulunuldu. Devlet bu insanlara evlatlarinin kanlarinin hesabini sormalari için ayrica hedef gösterme hizmeti de verdi! Kendilerine kameralar, mikrofonlar tutulan bu insanlar evlatlarinin hesabini asil sorumlu hariç olmak kaydiyla herkesten sordular. Bir gün Avrupa, diger gün basin, baska gün bir baskasi. Is nihayet Yargitay'daki durusma günü yasandigi üzere, polis esliginde topluca Insan Haklari Dernegi'nin basilmasina kadar vardirildi.

Takip edilen politika açikça bu insanlarin acilarini siyasi hesaplasma amaciyla istismar etmektir. Toplumsal çatismalari besleyecek zeminler hazirlamaktir. Ne olayi siyasi rant amaciyla kullanan MHP, ne ahlaksiz medya, ne de bir bütün olarak düzen bu insanlarin dostu degildir. Eger öyle olsaydilar izledikleri politikalarla bu insanlarin sayisini artirmaya, her gün bu insanlara yenilerini eklemeye yönelik tutumlarini sürdürmez, 'al madalyani, ver oglunu' seklindeki zalimce alisverise son vermenin çabasi içinde olurlardi. Kimsenin süphesi olmasin ki, bu insanlar kirli savasin ardinda halk destegi bulundugunun nisanesi olarak propaganda cephesine sürüldüler. Ve yine islerinin bittigi an unutulmaya, acilariyla basbasa yasamaya terkedileceklerdir.

Sormayan sorgulamayan insanlar düzenin en güçlü sermayesi. Onlar adeta yararlanmak için, kullanilmak için, kirli hedeflere yönlendirilmek için hazir asker gibi beklemekteler. Dün bu insanlarin evlatlarinin kanlarindan yararlanan düzen, bugün de intikam hislerinden yararlanmakta. Adeta toplumsal sorunlar intikam kusatmasi altina alinip gözlerden uzaklastirilmaya çalisilmakta.

Intikam çigliklarini seslendirenler arasinda düzenin uygulamalarindan muzdarip farkli toplum kesimlerini de görmek mümkün. Ama özellikle son dönemlerde gemi aziya alan laik saldirganlik dolayisiyla dövülmüs, sövülmüs çevrelerden de intikam haykirislari duymak çok sasirtici. Ensesinde düzenin sopasini tasiyanlarin baskalarinin boynuna ayni düzen tarafindan ip geçirilmesini savunmalari insanda hayretler uyandiriyor. Ne siyasi, ne ahlaki hiçbir ilkeye sigmayan bu tavrin arkasinda ayni sorgulama yoksunu gelenegin izlerini görmek mümkün. Ama her seye ragmen basiret tutulmasi bu kadar olmamali diye düsünüyor insan. Hiç olmazsa bu idam kapisi bir kez açildiginda siradakilerin kimler olabilecegi sorusu hiç sorulmaz mi?

Hele bir de idam-kisas karsilastirmalari yapanlar var ki, o daha da içler acisi bir hal. Bu garip tutumun sahiplerinde adeta idama karsi çikmanin Allah'in bir hükmüne karsi çikmak gibi algilandigini görüyorsunuz. Bir bütün olarak düzenin ve düzenin yargi kurumlarinin mesruiyetinin ne oldugunu gözardi ederek ortaya konulan her yaklasim batildir. Ortada ne Islami hükümler var, ne de insanlarin adil ve fitratlarina uygun bir tarzda yasayabilecekleri özgür ortam. Dolayisiyla Islami ölçülerle degerlendirildiginde, bu sartlarda verilen her hüküm adaletsiz, idam cezalari ise düpedüz cinayet olacaktir.

Bu arada Abdullah Öcalan'a verilen idam cezasinin ardindan yogunlasan, Türk Ceza Kanunu'ndan idam cezasinin kaldirilmasina yönelik tartismalarda ortaya çikan bir sinsilige de isaret etmekte yarar var. Türkiye'de meri ceza kanununda bir çok suçun karsiligi idam cezasi. Öyle ki orman suçu bile idamlik bir suç. Siyasi suçlarla ilgili olarak ise durum zaten ürkütücü boyutlarda. Bu mevzuat altyapisina, bir de ülkenin sik sik yasadigi 'içinden geçilen olaganüstü dönemler' kosullari da eklenince hakimler bol bol kalem kiriyorlar.

Türkiye simdilerde her zaman oldugu gibi yine dis dayatmalarla adim atmaya zorlaniyor. Avrupa Toplulugu'na dahil olma çabalari dolayisiyla TCK'dan idam cezalarinin kaldirilmasi gündemde. Abdullah Öcalan ile ilgili karara iliskin batidan yükselen talepler de gündemi isindiriyor. Bu konuyla ilgili olarak kimi yetkili zevat ve köse yazari idam cezasinin kaldirilmasi gerektigi görüsünü seslendiriyorlar. Bunu yaparken de konuya çagdasliktan, insan haklarindan gerekçeler getirmeyi de unutmuyorlar. Ama tabiki insanliktan ne anladiklari idam yerine önerdikleri cezadan gayet iyi anlasiliyor. Örnegin Mümtaz Soysal idam yerine agirlastirilmis müebbet hapis önerirken, bu önerisini "insanlari neredeyse asilmadiklarina hayiflandiracak bir ceza" olarak tanimliyor. Bu da laik Kemalist aydinlarin insan haklari konusunda ne kadar duyarli olduklarinin bir göstergesi olsa gerek!

Düzenin Gücü:
Muhaliflerinin Tutarsizligi

Idam meselesinin tartisilma biçimi Türkiye'de hakim düsünce yapilarinin ilkesizligi ve firsatçiligini ortaya koyuyor. Belki bunlar kadar önemli bir husus da sorunlara yaklasim biçiminde tasinan yüzeysellik. Aslinda resmi ideolojinin kaliplari ile sorunlara yaklasmak bastan çözümsüzlügü beraberinde getiriyor. Belki daha ötesi, sorunu tanimlama noktasinda bir kaosa yol açiyor. Kürt sorununu israrla dar anlamda bir terör sorununa indirgemek, ya da kisisellestirerek Apo sorununa indirgemek düzen açisindan müthis bir kolaycilik ve tabi ayni ölçüde de çözümsüzlük tasimakta. Bu tavir sorunun kapsamli ideolojik-siyasi arkaplanini ve boyutlarini yok saymaktadir.

Ne var ki, burada dikkat çeken sey bunun sadece düzenin bir yaklasimi olmamasi. Devletin eline geçtigi andan itibaren Abdullah Öcalan da sorunu daraltmis, basit bir dil meselesine indirgemistir. Son tahlilde Abdullah Öcalan'in yaptigi seyi de siyasi bir meseleyi bir takim hukuki reformlar esliginde bir kültürel kimlik sorununa indirgemek olarak tanimlamak yanlis olmaz. Hangi saiklerle takinildigi gayet malum olan bu indirgemeci tavir neticede egemenlerin soruna çarpik bakislarini daha gür sesle ve kendilerinden daha emin bir tonla savunmalari sonucunu doguruyor. Bu ülkede muhalif olma iddiasindaki hareketlerin sergiledigi tutarsizlik ise son kertede tükenmenin esigine gelmis mevcut düzenin en güçlü yanini olusturuyor.

Haksöz Dergisi sayi: 105 Aralik 99

Hazirlayan: Musa Dogan

backswir.gif (6166 Byte)