4- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı:
5- Yüce Allah'ın: "Es-Selâmu'l-Mu*Minu..."
(Ei-Haşr: 23) Kavli Babı
6- Yüce Allah'ın: 'Meliki'n-Nâsi... = İnsanların
Meliki... " (En-Nâs: 2) Kavli Babı
7- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı:
10- Yüce Allah'ın: 'Kul: Huvel-Kaadiru = De Ki; O
Kaadir'dir..." (El-En'âm: 65) Kavli Babı
12- "Allah'ın Yüzden Bir Eksik Olarak Doksandokuz
İsmi Vardır1' Babı
13- Yüce Allah'ın İsimleriyle İstemek Ve Bunlarla Allah'a
Sığınmak Babı
14- Zât, Sıfatlar Ve Allah'ın İsimleri Hakkında
Zikredilen Şeyler Babı
15- Yüce Allah'ın Şu: "Allah Sizi Kendinden
Sakındırıp Korkutur" (Âlu Tmrân: 27, 30); Kavli Babı
18- Yüce Allah'ın: "Huve'llâhu
Hâhku'l-Bâriu'l-Musavviru" (El-Haşr: 24) Kavxi Babı
20- Peygamber(S)'İn: "Allah'tan Daha Kıskanç Hiçbir
Şahıs Yoktur" Kavli Babı
27- Göklerin, Yerin Ve Bunlardan Başka Mahlûkların
Yaratılmaları Hakkında Gelen Şeyler Babı
30- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı:
31- Bâb: Meşîe Ve İrâde Hakkındadır :
32- "Allah Size Kolaylık Diler, Size Güçlük Dilemez
(El-Bakara: 185) Babı
34- Yüce Rabb'in Cibril İle Kelâmı Ve Allah'ın Meleklere
Nidası Babı
36- Yüce Allah'ın: "Onlar Allah'ın Kelâmım
Değiştirmelerini İsterler..." (El-Feth: 15) Kavli Babı
37- Azîz Ve Celîl Olan Rabb'in Kıyamet Gününde
Peygamberlerle Ve Diğerleriyle Kelâm Etmesi Babı
38- Yüce Allah'ın: Allah, Musa'ya Hitâb İle Konuştu"
(En-Nisâ: 164) Kavli Babı
39- Azız Ve Celîl Olan Rabb'in Cennet Ehli İle Kelâmı
Babı
42- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
43- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı:
54- Yüce Allah'ın: “ Artık Kur'ân 'dan kolay geleni
okuyun " (el-Muzzemmil: 20) Kavli Babı
(el-Kamer: 17, 22, 32, 40) Kavli Babı
57- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı:
58- Fâcir Ve Münafık Kişilerin Kur'ân Okumaları (Hâlini
Beyân) Babı
59- Yüce Allah’ın: "Biz kıyamet gününe mahsûs adalet
terâzleri koyacağız.
"Hitâmuhu misk" Olması Niyâzıyle
"Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi"nin Sonu
Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle
(Tevhîd,
yâni: Allah'ı Birleme Kitabı) [1]
1-.......Bize
İsmîl ibn Umeyye, Yahya ibn Abdülah ibn Muhammed ibn Safî tahdîs etti. O da tbn
Abbâs'ın kölesi Ebû Ma'bed'-den işitti. O da der ki: Ben İbn Abbâs(R)'tan
işittim, şöyle diyordu: Peygamber (S), Muâz ibn Cebel'i Yemen'in bir tarafına
vâlî gönderdi ve ona şöyle ta'lîmât verdi:
— "(Ey Muâz!)
Şimdi sen kitâb ehli olan bir kavim üzerine vâH gidiyorsun. Oraya vardığında
tik vazifen Yemenlileri Yüce Allah'ı birleyip tevhîd etmelerine çağırmak olsun.
Allah'ın birliğini tanıdıkları zaman onlara A ilah 'in kendilerine gece ve
gündüzleri içinde üzerlerine beş vakit namaz farz kılmış olduğunu haber ver.
Namaz kılmaya başladıklarında da Allah'ın kendilerine mallarının zekâtını farz
kılmış olduğunu ve bu zekâtlarının zenginlerinden alınıp fakirlerine verileceğini
haber ver. Yemenliler bunu da ikrar ve kabul edince, onlardan zekât al, fakat
insanların mallarının en iyilerini almaktan sakın!" [2]
2-.......Bize
ŞıTbe, Ebû Husayn ile el-Eş*as ibn Suleym'dentahdîs etti. Bu ikisi de el-Esved
ibn HilâTden işitmişlerdir ki, Muâz ibn Cebel şöyle demiştir: Peygamber (S):
— "YâMuâz! Allah'ın kulları üzerindeki
hakkı nedir, bilir misin?*' diye sordu.
Muâz:
— Allah ve Rasûlü en
bilendir, dedi. Peygamber:
— "Kulların Allah'a ibâdet etmeleri ve
O*na hiçbirşeyi ortak kılmamalarıdır" buyurdu.
Sonra da:
— "Kulların Allah üzerindeki hakları
nedir, bilir misin?" diye sordu.
Muâz da:
— Allah ve Rasûlü en
bilendir, dedi. Peygamber:
— "(Büyük günâhlardan çekinen ve emirleri
yerine getiren) kullarını azâb etmemesidir" buyurdu [3].
3-.......Ebû
Saîd el-Hudrî(R)'den (o şöyle demiştir): Sahâbîlerden birisi diğer birinin
geceleyin **Kul huvellohu ohod" Sûresi'ni oku makta olduğunu, hiç durmadan
bu sûreyi tekrarlamakta olduğum işitti. Sabah olunca Peygamber(S)*e geldi ve
bunu kendisine zikretti, Sûreyi okuyan zât, okumasını azımsayarak sanki hâlâ bu
sûreyi tekrarlıyordu. Bunun üzerine Rasûlullah (S):
— "Nefsim elinde
bulunan Allah'ayemîn ederim ki, bu sûre muhakkak Kur'ân'ın üçte birine denk olur"
buyurdu [4].
İsmâîl ibn Ca'fer, Mâlik'ten;
o da Abdurrahmân'dan; o da babası Abdullah ibn Abdirrahmân ibn Ebî Sa'saa'dan;
o da Ebû Sa-îd'den şunu ziyâde etti: Ebû Saîd: Bana annemin erkek kardeşi olan
Katâde ibnu'n-Nu'mân, Peygamberden haber verdi, demiştir.
4-.......Ebu'r-Ricâl
Muhammed ibn Abdirrahmân, annesi Amr bintu Abdirrahmân'dan; o da Âişe(R)'den
tahdîs etti. Annesi Peygamberin zevcesi Âişe'nin terbiyesinde bulunmuştu. Âişe
şöyle demiştir: Peygamber (S) sahâbîlerinden bir zâtı bir askerî birliğe
kumandan yapıp gazaya göndermişti. Bu zât maiyyetindeki arkadaşlarına
kıldırdığı namazlarda Kur'ân okur ve kıraatini her zaman "Kul huvellâhu
ahad" Sûresi ile bitirirdi. Bu sefer hey'eti gazadan döndüklerinde
kumandanın bu âdetini Peygamber'e zikrettiler. Peygamber de onlara:
—'Niçin böyle yapmakta
olduğunu kendisine sorunuz"buyurdu. Onlar da gidip bunu kendisine
sordular. Kumandan da:
— "Kul huvellâhu ahad" Sûresi,
Rahmân'ın vasıf ve ta'rîfidir (Allah'ın bütün isimleri ve sıfatları bu
sûrededir). Onun için ben bu sûreyi okumayı severim, diye cevâb verdi.
Gelip bu cevâbı haber
verdiklerinde Peygamber:
— "Siz de kumandana, Allah'ın da onu
muhakkak sevmekte olduğunu haber veriniz!" buyurmuştur [5].
5-.......Cerîr
ibn Abdillah (R): Rasûlullah (S): "Allah insanlara merhamet etmeyene merhamet
etmez" buyurdu, demiştir [7].
6-.......
Usâme ibn Zeyd (R) şöyle demiştir: Bizler Peygamber(S)'in yanında bulunuyorduk.
O'na kızlarından birinin elçisi geldi de kendisini ölmek üzere olan bir
çocuğuna gelmesi için çağırıyordu. Peygamber, elçiye:
— "Kızıma dön ve
ona Allah'ın almak ve vermek istediği her-şey kendisine âiddir. Ve herşeyin
ilâhî ilimde ta'yîn edilmiş bir ömrü var olduğunu ona haber ver ve kendisine:
Sabret ve bu sabrın Allah yanında bir ecir ve sevabı olduğunu da hatırla! diye
emret" buyurdu.
Elçi gidip tekrar
döndü de:
— Kızınız herhalde
kendisine geliniz diye yemîn etti, dedi. Bunun üzerine Peygamber, beraberinde
Sa'd ibn Ubâde, Muâz
ibn Cebel olduğu hâlde
kalkıp gitti. Hasta çocuk Peygamber'in kucağına verildi. Çocuğun nefesi gidip
gelmekte idi. Nefsi, canı sanki eski bir kırba içinde gibi idi. Peygamber'in
iki gözü yaş döktü. Sa'd ibn Ubâde bu yaşlan görünce:
— Yâ Rasûlallah! Bu yaş, bu ağlama nedir? dedi.
Rasûlullah:
— "Bu gözyaşı»
Allah'ın kullarının kalblerine koyduğu bir rahmettir. Allah Taâlâ ancak
kullarından merhametli ve şefkatli olanlara merhamet eyler" buyurdu [8].
7-.......Ebû
Mûsâ el-Eş'arî (R), Peygamber (S) şöyle buyurdu, demiştir: "Hiçbir kimse
(kendisi hakkında) duyduğu ezâ(verici is-nâd ve iftiraca Allah'tan çok sabırlı
değildir. Kâfirler ve müşrikler Allah 'a oğul isnâd ederler de sonra Allah yine
onları illetler ve afatlardan selâmette kılar ve onları türlü nimetlerle
nzıklandırıp yaşatır" [10].
"O, bütün gaybı
bilendir. Öyle ki, gaybına kimseyi mutt
“O saatin ilmi
şübhesiz ki, Allah'ın nezdindedir..." (Lukmân: 34; ez-Zuhmf: 85);
"Bununla beraber,
Allah sana indirdiği (Kur'ân) ile şâhidük eder ki, O bunu kendi ilmiyle
indirmiştir.
Melekler de şâhidük
ederler. Hakîkî şâhid olmak bakımındansa Allah yeter** (en-Nisâ: 166);
"... Onun ilmi
olmaksızın hiçbir dişi olamaz, doğuramOZ da" (Fâtır: İl; Fussilet: 47);
"O saatin ümi
ancak O'na döndürülür. O'nun ilmi olmaksızın meyvelerden hiçbiri
tomurcuklarından çıkmaz, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz..* ** (Fussilet:
47) [11].
Yahya ibn Ziyâd
el-Ferra Maâni'l-Kur'ân 'ında: Herşey üzerinde ilmen zahir, herşey üzerinde
ilmen bâtındır,
demiştir [12].
8-.......Abdullah
ibn Dînâr, İbn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Gaybm anahtarları beştir ki, onları A ilah 'tan başkası bilemez.
Rahimlerin ne artırıp ne eksilttiğini A ilah '-tan başkası bilemez. Yarın ne
olacağını A ilah 'tan başka hiçbir kimse bilemez. Yağmurun ne zaman geleceğini
de Allah'tan başka kimse bilemez. Hiçbir ne/s hangi yerde öleceğini bilemez.
Allah'tan başka hiçbir kimse kıya
9-.......Bize
Sufyân es-Sevrî, İsmail'den; o da eş-Şa'bî'den; o da Mesrûk'tan tahdîs etti ki,
Âişe (R)Mesrûk'a:
— Her kim sana
"Muhammed (Mîrâc gecesinde) Rabb'ini gördü" diye tahdîs ederse, yalan
söylemiştir. Çünkü Allah: "O'na gözler erişemez* O ise bütün gözleri
ihata eder..." (ei-En'âm: 103) buyurur. Yine sana Muhammed'in gaybı bilir
olduğunu kim tahdîs ederse, muhakkak o da yalan söylemiştir. Çünkü Yüce Allah:
"De ki: Göklerde ve yerde gaybı Allah 'tan başka kimse bilmez..."
(en-Nemi: 65) buyuruyor, demiştir [14].
10-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Bizler Peygamber(S)'in arkasında namaz kılardık
da teşehhüdde "es-Selâmu ala İlâhi min ibâdihî (= Allah'a kullarından
selâm olsun)" der idik. Peygamber (S): "Selâm, Allah'ın kendisidir.
Lâkin şöyle deyiniz:
et-Tahıyyâtu liHâhi
ve's-saktvâtu veJt-tayyibâtu. es-Selâmu aleyhe eyyühe'n-nebiyyu ve
rahmetu'ülâhi ve berekâtuhu. es-Selâmu aley-nâ ve ala ibâdVllâhVs-sâühîn.
Eşhedu en la ilahe Üle*llâh ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve rasûluhû.
( = Tahıyyât Allah'a
dönücü ve O'na mahsûstur. Salavât Allah içindir. Tayyîbât da O'na mahsûstur. Ey
Nebî, Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketleri senin üzerine olsun. Bize ve
Allah'ın sâlih kullarına selâm olsun. Şehâdet ederim ki, Allah'tan başka hakk
ma'bûd yoktur. Yine şehâdet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve rasûlü-dür)"
buyurdu [16].
Bu "Melik"
ismi hakkında İbn Umer'in Peygamber(S)'den rivayet ettiği bir hadîs vardır [17].
11-.......Bize
Yûnus, îbn Şihâb'dan; o da Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den; o da Ebû Hureyre(R)'den
haber verdi ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Allah kıyamet günü bütün
yer tabakalarım kudret kab-zasıyle tutar, gökleri de sağ eli içine dürer, büker
de sonra (mahşer halkına):
— İşte (kâinatta
hakîkî) Melik benim! Hani yeryüzünün melikleri nerede? diye hitâb eder" [18].
Şuayb, ez-Zubeydî,
İbnu Musâfir, İshâk ibnu Yahya; yânî bu dördü ez-Zuhrî'den; o da Ebû Seleme'den
bu hadîsin benzerini söylemişlerdir [19].
"Ve
huve'l-AztzuH-Hakîm-O mutlak gâlibdir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir** (el-Haşr:
24);
"Subhâne Rabbike
RabbVl-izzeti amma yasıfûn – Galebe sahibi Rabb *in onların isnâd etmekte
oldukları vasıflardan yücedir, münezzehtir*' (es-Sâffât: 180);
"Ve
lillâhVUizzetu ve H-rasûlihi... = Hâlbuki izzet (şeref, kuvvet, g
Ve "Allah'ın
izzeti" ve sıfatlanyle yemîn eden kimse. Ve Enes ibn Mâlik şöyle dedi:
Peygamber (S):
"Cehennem:
İzzetine yemîn ederim ki, yeter, yeter! diyecek" buyurdu [20].
Ve Ebû Hureyre de
Peygamber(S)'den şöyle buyurduğunu söyledi:
Cennette cehennem
arasında bir adam kalır. O, cehennem ehlinden cennete en son girecek olan kimsedir.
O kimse: Yâ Rabb! Yüzümü şu ateşten döndür! Sen'in izzetine yemîn ederim ki>
Sen'den bundan başkasını istemem! der*' (Hadîsi Ebû Hureyre'den rivayet
edenlerden biri olan Atâ ibnYezîd el-Leysî şöyle dedi: Ebû Hureyre bunu rivayet
ederken Ebû Saîd de orada oturuyordu. Ebû Hureyre'nin dediklerinden hiçbirini
değiştirmeye lüzum görmedi.
Tâ "Bunların
hepsi ve bir o kadar dahası hep senindir" sözüne gelince) Ebû Saîd Hudrî
(R) Ebû Hureyre'ye: Rasûlullah (S):
"Aziz ve Celîl
olan Allah: Bunların hepsi ve daha on misli senindir! buyuracaktır" demişti,
dedi [21]...
Eyyûb Peygamber (S) de
(mu'cizeli suda yıkandığı sırada önüne altından düzülmüş bir sürü çekirge düşmüştü
de Eyyûb bunları hemen toplayıp elbisesin doldurmaya başlamıştı. Bunun üzerine
Allah: Ey Eyyûb! Ben seni, malını geri vermek suretiyle zengin kılmadım mı?
buyuranca, Eyyûb: Evet Tanrım, beni o suretle zengin kıldın!) Fakat izzetine
yemîn ederim ki, Sen'in hayır ve bereketlerinden benim için müstağni olmak
ihtimâli yoktur! Dedi [22].
12-.......Bize
Hüseyin el-Muallim tahdîs etti. Bana Abdullah ibnu Bureyde, Yahya ibn
Ya'mer'den; o da Ibn Abbâs(R)'tan tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle duâ
ederdi:
“Eûzu bi-izzetike
llezî lâ ilahe illâ ente lâyemûtu ve fl-cinnu ve 7-insu yemûtûne{ - Allah'ım,
Sen'in izzetine sığınırım, Sen o kudret sahibisin ki, Sen'den başka ibâdet
edilecek ma'bûd yoktur, yalnız Sen varsın! Ve Sen ebedî hayât sahibisin.
Hâlbuki cinn ve ins -görülen ve görülmeyen bütün varlıklar- ölürler)" [23].
13-.......Bize
Şu'be, Katâde'den; o da Enes(R)'ten tahdîs etti Ki, Peygamber (S) şöyle
buyurmuştur: "Cehennemin içine kâfirler devamlı atılır durur".
Buharı şöyle dedi:
Bana Halîfe ibn Hayyât söyledi: Bana Yezîd ibn Zuray' tahdîs etti: Bana Saîd
ibn Ebî Arûbe, Katâde'den; o da Enes(R)'ten ve (yine bana Yezîd ibn Zuray' ile)
Mu'temir ibn Süleyman'dan; o, şöyle demiştir: Ben babam
14-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) geceleyin şöyle duû eder idi:
"AMhumme
lekel-hamdu. Ente Rabbu's-Semâvâti ve'UArdu Leke'l-hamdu. Ente
kayyımu's-semâvâti veH-Ardu Kavluke'l-hakku ve va'duke'l-hakku ve likaauke
hakkun. Ve'l-cennetu hakkun ve'n-nâru hakkun ve's-sâatu hakkun.
AMhumme leke eslemtu
ve bike âmentu ve aleyke tevekkeltu. Ve ileyke enebtu ve bike hûsemtu ve ileyke
hâkemtu. FeğfîrUmâ kad-demtu ve mâ ahhartu ye esrartu ve alentu. Ente ilâhî lâ
ilahe U ğayruke!
(= Yâ Allah! Hamd
ancak Sana mahsûstur. Sen göklerin ve Yer*-in Rabbisin. Hamd ancak Sana
mahsûstur. Gökleri ve Yer'i tedbîr edip ayakta tutan Sen'sin. Sen'in sözün
haktır, va'din haktır. Sana kavuşmak haktır. Cennet haktır, cehennem haktır.
Kıya
Yâ Allah! Yalnız Sana
teslîm oldum, yalnız Sana îmân ettim. Yalnız Sana güvenip dayandım. Yalnız Sana
döndüm. Yalnız Sen'in burhanına dayanarak mücâdele ettim. Aramızda yalnız Sen'i
hakem kıldım. Evvelden yaptığım, sonradan yapacağım, gizlediğim ve açığa
vurduğum bütün günâhlarımı mağfiret eyle! Sen benim ilâhımsın. Sen'den başka ibâdete
lâyık tanrı yoktur!)" [26].
15- Bize
Sabit ibn Muhammed tahdîs etti. Bize Sufyân es-Sevrî, bu sened ve
el-A'meş de Temîm ibn
Seleme'den; o da Urve ibnu'z-Zubeyr'den söyledi ki, Âişe (R): İşitmesi bütün
sesleri ihata eden Allah'a hamd olsun! Yüce Allah, Peygamberi üzerine "Zevci
hakkında seninle direşip duran, Allah'a da şikâyet etmekte olan kadının sözünü
Allah dinlemiştir.
Allah sizin
konuşmanızı zâten işitiyordu. Çünkü Allah hakkıyle işitici, kemâliyle
görücüdür" (el-Mücâdile: 1) âyetini indirdi, demiştir [29].
16-.......Ebû
Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle demiştir: Bizler Peygamber'in maiyyetinde bir seferde
bulunduğumuzda yüksek bir yere çıktığımız zaman yüksek sesle tekbir
getirirdik. Bunun üzerine Peygamber (S): "Nefislerinize acıyınız (yavaş
tekbîr getiriniz). Çünkü sizler ne bir sağırı çağırıyorsunuz, ne de bir gaibe
sesleniyorsunuz. Muhakkak ki sizler iyi işiten, mükemmel gören ve size çok
yakın olan Allah'a dua ediyorsunuz" buyurdu.
Ebû Mûsâ dedi ki:
Sonra Peygamber, benim üzerime geldi. O sırada ben gönlümden "Lâ havle
velâ kuvvete illâ billâhi( = Her çâre ve kuvvet ancak Allah ile olur)"
diyordum.
Peygamber bana:
— "Yâ A bdallah!
Lâ havle velâ kuvvete illâ billahi sözünü söyle, çünkü o, cennet
hazînelerinden bir hazînedir*' buyurdu.
Yâhud:
— "Ben sana cennet hazînelerinden birine
delâlet edeyim mi?" buyurdu [30].
17-.......Bana
Amr ibnu'l-Hâris, Yezîd ibn Ebî Habîb'den haber verdi ki, Ebû'1-Hayr Mersed
ibn Abdillah, Abdullah ibn Amr(R)'den işitti. Ebû Bekr (R) Peygamberce:
— Yâ Rasûlallah, bana
bir duâ öğret de onunla nam âzı m (in sonun )da duâ edeyim, dedi.
Rasûlullah (S) da ona:
— "Allâhumme innîzalemtu nefsîzulmen
kesîran velâ yağfiru 'z-zunûbeillâente. Feğfir lîmin indikemağfîraten.
Innekeente'l-ğafûru*r-rahîm(= Yâ Allah, şübhesiz ben kendime çok zulmettim. Günâhları
mağfiret eden de ancak Sen'sin. Öyle ise kendi rahîmiyet ma-kaamından gelen bir
mağfiret ile bana mağfiret ve rahmet eyle. Şübhesiz Gafur, Rahîm Sen'sin)/
de!" buyurdu [31].
18-......ez-Zuhrî'den
(şöyle demiştir): Bana Urve tahdîs etti; ona da Âişe (R) tahdîs edip şöyle
demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "(Ben Tâif ten,eli boş dönüşümde
Karnu Seâlib mevkiinde semâya baktım, bir bulut beni gölgelendirmekte idi,
buluta baktım, içinde Cibrîl bulunduğunu gördüm.) Cibril bana nida edip şöyle
dedi:
— Allah, kavminin Sen
'in hakkında dediklerini muhakkak işitti. Ve onların Sen 'in da'vetini
reddetmelerini ve İslâm 'ı kabul etmemelerini de işitti... (Allah Sana şu
Dağlar Meleği'ni gönderdi...)" [32].
19........
Câbir ibn Abdillah es-Selemî (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) sahâbîlerine
işlerin hepsinde Kur'ân'dan bir sûre öğretir gibi istihare duasını öğretir,
şöyle buyururdu: "Sizin herbiriniz bir işe kos-dettiği zaman- o kimse farz
olmaksızın (nafile olarak) iki rek'at namaz kılsın. Sonra şu duayı söylesin:
AUâhumme, innî
estehîruke bi-ilmike ve estekdiruke bi-kudretike ve es 'elüke min fadlike,
fe-inneke takdim velâ akdini ve ta *lemu velâ aHemu. Ve ente Allâmu'l-Ğuyûb.
Allâhumme fe-in kunte
ta 'tonu haza 1-emre summe yusemmîhi bi-aynihi hayran ti fi âcili emrî ve
âcilihi -ev kaale-fî dînî ve maaşı ve akıbeti emrî fakdurhu lî ve yessirhu lî.
Summe bârik ti fîhi.
Allâhumme, ve kunte ta
'lemu ennehu şerrun lîfî dînî ve maâşî ve akıbeti emrî -ev kaale- fî âcili emrî
ve ecilihi fasrifnî anhu vakdur Kye'l-hayra haysu kâne summe raddinî bihî.
[ = Yâ Allah, bildiğin
için ben Sen'den hayırlısını isterim. Ve gücün yetiştiğinden beni
kudretlendirmeni isterim. Bunu Sen'in fadlın-dan istiyorum. Çünkü Sen takdîr
edersin, ben takdîr edemem; Sen bilirsin, ben bilemem. Şübhesiz Sen
Allâmu'I-Guyûb'sun( = Şuurumuzdan uzak olan bütün gaybleri pek yakından
bilicisin)!
Yâ Allah, şu işin
benim için dünyâ işimde ve âhiret işimde yâ-hud dînim, yaşayışım ve işimin
akıbeti hakkında hayırlı olduğunu bilmekte isen, onu benim için takdîr et ve
onu bana kolaylaştır. Sonra bu işte bana bereket ihsan eyle!
Yâ Allah, bu işin
benim için, dînim, yaşayışım ve işimin akıbeti hususunda -yâhud şöyle der:-
dünyâ işimde ve âhiret işimde bir şerr olduğunu bilmekte isen beni ondan çevir
ve bana her nerede ise hayrı takdîr et. Sonra beni o hayırda razı kıl!] [34].
20-.......Abdullah
ibn Umer (R): Peygamber (S) çok defa "Gönülleri çevirip döndüren Allah'a
and ederim ki, yapmam!" diye ye-mîn ederdi, demiştir [36].
İbn Abbâs:
"Zu'l-Cetâr,
"Zu'1-Azame"; "eUBerru'% Mel-LatîfuM demektir, demiştir [37].
21-.......Bize
Ebu'z-Zinâd, el~A*rec'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasfllullah
(S): "Allah'a hâss, yüzden bir eksik olarak doksandokuz isim vardır. Bu
isimleri her kim sayarsa cennete girer" buyurmuştur.
Buhârî:
"Ahsaynâhu", "Hafıznâhu" (yânî "Onu hıfzettik")
ma'nâsmadır, dedi [38].
22-.......Bana
Mâlik, Saîd ibn Ebî Saîd el-Makburî'den; o da Ebû Hureyre(R)*den tahdîs etti
ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Biriniz yatağına geldiği zaman,
elbisesinin kenârıyle üç kerre yatağım silkelesin. Sonra şöyle duâ etsin;
Bismike Rabbi vada'tu
cenbîve bike erfauhu. tn emsekte nefsi feğfîr UM ve in erseltehâfehfazhâ bimâ
tahfazu büü ibâdeke's-sâlihto!
(= Rabb'im, ancak
Sen'in isminle yan tarafımı yatağıma koydum. Sen'in isminle de kaldırırım.
Rabb'im eğer nefsimi tutacak olursan (yânî canımı alacak olursan) ona mağfiret
eyle! Eğer tekrar hayâta salıverecek olursan, hayâtımı sâlih kullarını muhafaza
etmekte olduğun korunmanla koru!)" [40].
Râvî Abdulaaz
el-Uveysî'ye Mâlik'ten rivayetinde Yahya ibn Saîd el-Kattân ile Bişr
ibnu'l-Mufaddal da Ubeydullah'tan; o da Saîd ibn Ebî Saîd'den; o da Ebû
Hureyre'den; o da Peygamber'den olmak üzere mutâbaat etmişlerdir.
Ve Zuheyr, Ebû Demre,
tsmâîl ibn Zekeriyyâ üçlüsü de Ubeydullah'tan; o da Saîd ibn Ebî Saîd'den; o
da babası Ebû Saîd Key-sân'dan; o da Ebû Hureyre'den; o da Peygamber'den
rivayette bir râvî ziyâde etmişlerdir.
Bu hadîsi İbn Aclân da
Saîd ibn Ebî Saîd'den; o da Ebû Hureyre'den; o da Peygamber'den rivayet etti.
Muhammed ibn Aclân'a Mu-hammed ibnu Abdirrahmân, ed-Derâverdî ve Usâme ibnu
Hafs üçlüsü
mutâbaat etmişlerdir [41].
23-.......
Huzeyfe (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) yatağına girdiği zaman "AMhumme
bismike ohyâ ve emûtu (= Allah'ım, Sen'-in isminle dirilir ve ölürüm -uyanır ve
uyurum-)" der, sabaha girdiği zaman da "el-Hamdu üüâhi'üeziahyânâ
ba'demâemûtenâ veileyhi'n-nuşûr ( = Hamd bizleri öldükten sonra dirilten ve
öldükten sonra -ba's için- dirilmemiz de -böylece- O'na âid olan Allah'a
mahsûstur)" diye hamdederdi.
24-.......Ebû
Zerr (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) geceleyin yatağım alıp girdiği zaman:
"Sen 'in isminle ölür ve yaşarız" der, uykusundan uyandığı zaman da:
"Hamd, bizleri öldürdükten sonra dirilten ve son diriliş de ancak
kendisine âid olan Allah 'a mahsûstur" der idi [42]..
25-........
İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûhıllah (S) şöyle buyurdu: "Eğer sizden
biriniz (cinsî münâsebet için) eşine gelmek istediği zaman 'Bismillâhi.
Allâhumme cennibnâ 'ş-şeytâne vecennibVş-şeytâne mâ razaktena( = Bismillah,
Allah'ım, beni şeytândan uzaklaştır, şeytânı da bize ihsan ettiğin çocuktan
uzak kıl)' derse, sonra onların bu münâsebetinden bir çocuk takdir olunursa, o
çocuğa ebeden şeytân zarar veremez" [43].
26-.......Adiyy
ibn Hatim (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'e sorup:
— Öğretilmiş
köpeklerimi avın üzerine salıveriyorum, dedim. Peygamber:
— "Sen av öğretilmiş olan köpeklerini
Allah'ın ismini zikredip de av üzerine saldığında onlar avı senin için
tutmuşlarsa, sen o av etini ye. Sen mi'râd denilen demirli okunu ava attığında
avı yarala-mışsa, onu da ye!" buyurdu [44].
27-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Sahâbîler:
— Yâ Rasûlallah, şu
mıntıkada müşriklik zamanlan yakın bulunan birtakım kavimler var, onlar
bizlere etler getiriyorlar. Bizler onların bu hayvanları keserlerken üzerlerine
Allah'ın ismini zikrediyorlar mı yâhud etmiyorlar mı bilmiyoruz? dediler.
Rasûlullah (S) onlara:
— "Sizler kendiniz o etler üzerine
Allah'ın ismini zikredin de onları yiyin!" buyurdu.
Hadîsin râvîlerinden
Ebû Hâlid el-Ahmer'e Muhammed ibn Ab-dirrahmân, ed-Derâverdî ve Usâme ibn Hafs
üçlüsü mutâbaat etmişlerdir [45].
28-.......Enes
ibn Mâlik (R): Peygamber (S) kurban bayramında Allah'ın ismini söyleyerek ve
tekbîr getirerek iki koç kurbanı kesti, demiştir [46].
29-.......Bize
Şu*be, el-Esved ibn Kays'tan tahdîs etti ki, Cundeb (R): Bir kurban bayramı
gününde Peygamber(S)'in yanında hazır bulunduğunu, Peygamberdin evvelâ bayram
namazı kıldırdığım, bundan sonra hutbe yapıp şöyle buyurduğunu haber vermiştir:
"Her kim namaz kılmadan evvel kurban kestiyse, onun yerine bir daha kessin.
Her kim de kesmemişse Allah 'in ismiyle teberrük ederek kessin!"
30-.......Bize
Verkaa, Abdullah ibn Dinar'dan tahdîs etti ki, İbn Umer (R) şöyle demiştir:
Peygamber (S): "Babalarınız isimleriyle yemin etmeyiniz. Her kim yemin
etmek zorunda kalırsa, Allah ismiyle yemin etsin" buyurdu [47].
Hubeyb ibn Adiyy
el-Ensârî: "Ve zâlik fî zâti'l-ilâhî..." demiş de, Zâtı Yüce Allah'ın
ismine yapışarak zikretmiştir. (Yâhud Zât lafzıyle Allah'ın hakikatini
zikretmiştir) [48].
31-.......ez-Zuhrî'den
(şöyle demiştir): Bana Zuhre oğullan'nın yeminli dostu olan Amr ibnu Ebî Sufyân
ibn Esîd ibn Câriye es-Sakafî haber verdi. Bu zât Ebû Hureyre'nin
arkadaşlarından idi. Ebû Hu-reyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) (Uhud'dan
sonra Adal ve el-Kâre kabilelerinden bir topluluk: Yâ Rasûlallah, bizde İslâm
var, bizimle beraber sahâbîlerinden bizlere dîni öğretecek kimseler gönder,
demeleri üzerine) on kişi gönderdi. Bu gönderilenlerden biri Hubeyb el-Ensârî
idi [49]
ez-Zuhrî dedi ki: Bana
Ubeydullah ibn Iyâd haber verdi ki, ona da el-Hâris*in kızı Ze>neb şöyle
haber vermiştir: Okabîleler zulmedip Hubeyb'i Öldürmeye ittifak ettiklerinde
Hubeyb, avret yerlerinin kıllarını temizlemek için bu kızdan bir ustura emânet
alıp kullanmıştır. Onlar Hubeyb'i öldürmek üzere Harem'den çıkardıkları zaman,
Hubeyb şu beyitleri söylemiştir:
Ve lestu ubâlî hîne
uktelu müslimen
Ala eyyi şıkkın kâne
lillâhi masra'î
Ve zâlike fî
Zâti'l-İlâhî ve in yese'
Yubârik alâ evsâli
şılvın mumezza'i
(= Ben müslümân olarak
öldürülürken Allah için düşüşümün arzın hangi şıkkında olmasına aldırmam!
Çünkü bu öldürülmem Allah'ın 2âti (yânî O'na tâat ve p'nun rızâsını isteme)
yolundadır. Eğer O isterse» parçalanmış cesedin her bir eklemi ve kemikleri
üzerine bereketler ihsan eder!)
Akabinde Hubeyb (iki
rek'at namaz kılmış) sonra onu Ukbe ibnu'l-Hâris Ten'îm mevkiinde öldürmüş ve
asmıştır. Peygamber, Hubeyb ve arkadaşlarının musibete uğradıkları gün
sahâbîlerine onların haberini bildirmiştir [50].
Ve zikri ulu olan
Allah'ın şu kavli:
"... Benim içimde
olan her şeyi Sen bilirsin. Ben ise Sen *in zâtında olanı bilmem. Şübhesiz ki,
gaybları hahkıyle bilen Sen'sin Sen!** (ei-Mâide: ııe) [51].
32-.......
Bize el-A'meş, Şakîk'ten; o da Abdullah ibn Mes'ûd(R)*dan tahdîs etti ki,
Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Mtf'-m inleri A Hah'tan ziyâde
fenalıklardan koruyan bir kimse yoktur. Mü'mirilerin en büyük himaye edicisi
olduğu içindir ki, Allah bütün fenalıkları haram kılmıştır. Bir de Allah
Taâlâ'dan ziyâde medhedil-meyi seven kimse de yoktur (Bunun için Allah
kendisini Kur*ân*da birçok sıfatlarla övmüştür)" [52].
33-.......Ebû
Hureyre(R)'den (o şöyle demiştir): Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Allah
Taâlâ mahlûkları yarattığı (ve onların mukadderatım ta'yîn buyurduğu) zaman
kendi utûhiyetine âid olmak üzere de bir kitabım yazdı. (Zâtına âid ahd ve
mîsâkı içine alan) bu mektubu da kendi Arş'ına koydu. (Bunda şu vardır:) Benim
rahmetim gazabıma galebe eder" [53].
34-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Yüce Allah şöyle
buyurur: Ben kulumun beni zannı yanındayım (irâdem kulumun beni anlayışına
göre ilgilenir). Kulum beni andığı zaman ben muhakkak onunla beraber bulunurum.
O beni gönlünde gizlice zikrederse, ben de onu bu suretle nefsimde (yânî Zâtımda)
zikrederim. Eğer o beni bir cemâat içinde zikrederse, ben de onu bu cemâat
ferdlerinden daha hayırlı bir cemiyet içinde anarım. Kulum bana bir karış
yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım. Kulum bana bir arşın yaklaşırsa, ben
ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak
gelirim!" [54].
35-.......Câbir
ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: "Allah size üstünüzden bir azâb
göndermeye kaadirdir" (ei-En'âm: 65) âyeti inince, Peygamber (S):
"Rabb'im, Sen'in zâtına sığınırım" dedi. Yâhud "Ayaklarınızın
altından bir azâb göndermeye kaadirdir" cümlesinin ardından:
"Rabb'im, Sen'in zâtına sığınırım" Ğedi, Yâhud "Fırkalarınızı
birbirine katıp bâzınızın hıncını bâzınıza tattırmaya kaadirdir"
cümlesinden sonra da Peygamber: "Bu daha kolaydır" buyurdu [56]
"Li-tusnaa",
"Gıdâlandırılman için" demektir.
Ve zikri ulu olan
Allah'ın şu kavli: "Ki (o gemi, hakkında) nankörlük edilmiş bulunulan o
zâta bir mükâfat olmak üzere, bizim gözlerimiz önünde gidiyordu"
(el-Kamer: 14) [57].
36-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'in yanında Deccâl zikrolundu. Bunun
üzerine Peygamber: "Şübhesiz Allah sizin üzerinize gizli olmaz. Çünkü
Allah sakat gözlü değildir" buyurdu ve eliyle kendi gözüne işaret etti.
"Mesih Deccâl ise, sağ gözü sakattır. Sanki onun gözü, salkımındaki ems
37-.......Bize
Katâde haber verip şöyle dedi: Ben Enes(R)'ten işittim, Peygamber (S) şöyle
buyurmuştur: "Allah Taâtâ'nın gönderdiği herbir peygamber kendi kavmini
muhakkak o pek yalancı şaşı Deccâl'den haber verip sakmdırmıştır. Çünkü sakat
gözlüdür. Rabbiniz ise sakat gözlü değildir (yânî doğru yolu irşâd eyler).
Yalana Dec-câl'in iki gözü arasında 'Kâfir*yazılmıştır" [59].
38-.......Bize
Mûsâ ibn Ukbe tahdîs etti. Bana Muhammed ibn Yahya ibn Habbân, tbnu
Muhayrîz'den tahdîs etti ki, Ebû Saîd el-Hudrî (R) Musta'lık oğullan gazvesinde
kâfirlerden pekçok esîr cariyeler elde ettiklerim ve bu kadınlardan cima
yapmak suretiyle, fakat gebe kalmaksızın faydalanmalarını istediklerini,
Peygamber'e azl'in hükmünü (yânı cima sırasında inzalden önce zekeri çekerek
me-nîyi fercden dışarı akıtmanın hükmünü) sorduklarını haber verdi. Bunun
üzerine Peygamber (S):
— "Bunuyapmamanızda bir be'syoktur. (Azl
yapmamanız vâ-cib kılınmamıştır.) Fakat A ilah kıyamet gününe kadar yaratacak
olduğu kimseleri muhakkak yazmıştır*' buyurdu.
Mucâhid ibn Cebr: Râvî
Kazaa'dan söyledi ki, o: Ben Ebû Sa-îd'den azl hakkında işittim, o: Peygamber
(S):
— "Yaratılması takdir edilmiş olan hiçbir
nefis hâriç olmamak üzere muhakkak Allah onların hepsini yaratacaktır"
buyurdu, dedi [61].
39-.......Bize
Hişâm ed-Destevâî, Katâde'den; o da Enes(R)'ten tahdîs etti ki, Peygamber (S)
şöyle buyurmuştur: "Allah kıyamet gününde mü'minleri böylece toplar.
—İçinde bulunduğumuz
şu durumumuzdan bizleri kurtarması için Rabb'imize şefaat istesek, derler.
Ardından Âdem
Peygambere gelirler ve:
— Yâ Âdem! İnsanların sıkıntıda olduklarını
görmüyor musun? Allah seni kendi eliyle yarattı, meleklerini sana secde
ettirdi... ve her-şeyin isimlerini sana Öğretti. Bulunduğumuz şu durumdan
bizleri kur-turması için Rabb'inden bizlere şefaat et! derler.
Âdem:
— Ben buna ehil
değilim, der ve onlara, işlemiş olduğu o ağaçtan yeme hatîesini zikrederek:
Lâkin sizler Nuh'a gidin. Çünkü o, Allah 'in bütün yeryüzü ahâlîsine göndermiş
olduğu ilk rasûldür! der.
İnsanlar Nûh 'a
gelirler, ondan şefaat isterler. O da:
— Ben buna ehil
değilim, der ve vaktiyle işlediği, kavmi aleyhine duâ etmesi hatîesini
zikrederek: Fakat siz Halîlu'r-Rahmân olan İbrâhîm 'e gidin, der.
İnsanlar İbrahim'e
gidip ondan şefaat isterler. O da:
— Ben buna ehil
değilim, der ve onlara, vaktiyle işlediği hatâlarını ("Ben hastayım,
putları onların büyükleri kırdı*' ve zevcesi için "O benim
kızkardeşimdir" demesini) zikrederek: Lâkin sizler, Allah 'in kendisine
Tevrat vermiş ve kendisiyle konuşmuş olduğu bir kul olan Musa'ya gidin, der.
Onlar Musa'ya
giderler. O da:
— Ben buna ehil
değilim, der ve onlara, vaktiyle işlediği (nefis öldürme) hatâsını zikreder:
Fakat sizler Allah'ın kulu, rasûlü, kelimesi ve ruhu olan isa'ya gidin, der.
Onlar İsa'ya gelip
(ondan şefaat isterler), fsâ da onlara:
— Ben buna ehil
değilim. Fakat siz geçmiş ve geri kalmış günâhları mağfiret olunmuş bir kul
olan Muhammed(S)'e gidin, der.
Bunun üzerine insanlar
bana gelirler. Ben de akabinde gider Rabb'imin huzuruna izin isterim. Bana
huzura girmem için izin verilir. Ben Rabb'imi görünce hemen O'nun için secdeye
kapanırım. Allah beni bu vaziyette bırakmak istediği kadar bırakır. Sonra
Allah tarafından bana:
— Başını kaldır,
Muhammedi Söyle, sözün dinlenir; iste, Sana verilir; şefaat et, şefaatin kabul
olunur! denilir.
Ben, bana öğrettiği
birçok hamdlerle Rabb'ime hamdederim. Sonra şefaat ederim. Benim için bir sınır
(yânı belli bir kavim) ta'yîn edilir. Ben onları cennete girdiririm. Sonra
tekrar dönerim. Rabb'imi görünce secdeye kapanırım. O beni bu vaziyette
bırakmak istediği kadar bırakır. Sonra Allah tarafından:
— Başını kaldır,
Muhammedi Söyle; sözün işitilir; iste, sana verilir; şefaat et, şefaatin kabul
olunur! denilir.
Ben yine Rabb'imin
bana öğretmiş olduğu birçok hamdlerle Rabb 'ime hamdederim. Sonra şefaat
ederim. Bana yine bir sınır ta*-yîn edilir. Ben onları da cennete koyarım.
Bundan sonra yine döner, Rabb'imi görünce secdeye kapanırım. Rabb'im beni o
vaziyette bırakmak istediği kadar bırakır. Sonra:
— Kalk yâ Muhammedi
Söyle, sözün işitilir; iste, sana verilir; şefaat et, şefaatin kabul olunur!
denilir.
Ben yine Rabb'imin
bana öğretmiş olduğu birçok hamdlerle Rabb'ime hamdederim. Sonra şefaat ederim.
Benim için yine bir sınır konulur. Ben o sınır içindekileri de alır, cennete
korum. Sonra döner ve Rabb'ime:
— Yâ Rabbî! Ateşte Kur'ân'ın habsettiklerinden
ve kendisine hulûd vâcib olanlardan başka kimse kalmadı, derim".
Enes ibn Mâlik dedi
ki:Peygamber (S):
— "Lâ ilahe ille Ulah diyen ve kalbinde
bir arpa ağırlığınca hayır (yânî îmân) bulunan kimseler ateşten çıkar. Bundan
sonra Lâ ilahe ille İlah diyen ve kalbinde bir buğday tanesi ağırlığı kadar
hayır bulunan kimseler ateşten çıkar. Daha sonra Lâ ilahe illeyilah diyen ve
kalbinde bir tek zerre ağırlığı kadar hayır olan kimseler ateşten çıkar"
buyurdu [63].
40-.......
Bize Ebu'z-Zinâd, el-A'rec'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki,
Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Allah'ın eli dopdoludur, harcamak onu
eksiltmez, O gece ve gündüz dâima cömerttir, akar durur".
Yine Rasûlullah (S)
şöyle buyurdu: "Allah'ın gökleri ve Yer'i yarattığı günden beri in/âk ve
in 'âm ettiği 'metlerin mâhiyetini bana
bildirebilir misiniz? Şübhesiz bunca harcama O'nun elindeki ni'-metlerden
hiçbirşey eksiltmemiştir".
Yine Rasûlullah:
"Çünkü O'nun tahtı su (hudûdsuz ni'met deryası) üzerine kurutmuştur (Hüd:
7). O'nun diğer elinde adalet terazisi vardır ki, onun gözü alçalır, yükselir
(bu suretle insanların kimine çok. kimine az verir)" buyurdu [64]
41-.......
Bana amcam el-Kaasim ibn Yahya, Ubeydullah'tan; o da Nâfi'den; o da îbn
Umer(R)*den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle demiştir: "Şübhesiz Allah
kıyamet gününde bütün Arz'ı ovucuna alır, gökler de O'nun sağ elinde olur.
Sonra:
— Melik ancak benim!
buyurur".
Bu hadîsi Saîd ibn
Dâvûd da imâm Mâlik'ten rivayet etmiştir. Umer ibnu Hamza da: Ben Sâlim'den
işittim, demiştir. S
Ebû'l-Yemân da şöyle
dedi: Bize Şuâyb, ez-Zuhrfden haber verdi: Bana Ebû Seleme haber verdi ki, Ebû
Hureyre: Rasûlullah (S): "Allah Taâlâ bütün Yer tabakalarım ovucuna alıp
dürer" buyurdu, demiştir [65].
42-.......Sufyân
es-Sevrî'den (şöyle demiştir): Bana Mansûr ve
— Yâ Muhammed, Allah
gökleri bir parmağında, Yer tabakalarını bir parmağında, dağlan bir
parmağında, bütün ağaçlan bir parmağında, öbür mahlûkları da (beşinci) bir
parmağında tutar, sonra: Melik ancak benim (bütün kâinatın hükümdarı ancak
benim)! der, dedi.
Bu haber üzerine
Rasûlullah (S) ağzının sonundaki dişleri görü-lünceye kadar güldü. Sonra da:
"Allah'ın kadrini O'na lâyık olacak bir SÛrette hükkiyle takdir
edemediler... " [el-En'âm: 91; el-Hacc: 74; (ez-Zumer: 67>] âyetini
okudu.
Yahya ibn Saîd
el-Kattân bu hadîsi söyledi de bunda şunu ziyâde etti: Fudayl ibnu Iyâd,
Mansür'dan; o da
43-.......Abdullah
ibnu Mes'ûd (R) şöyle dedi: Kitâb ehlinden bir adam Peygamber(S)'e geldi ve:
— Yâ Ebâ'l-Kaasım!
Şübhesiz Allah gökleri bir parmağında, Yer tabakalarını bir parmağında, bütün
ağaçlan bir parmağında, sulan ve toprakları bir parmağında, Öbür mahlûkları da
(beşinci) parmağında tutar, sonra: Melik ancak benim, Melik ancak benim! buyurur,
dedi.
(İbn Mes'ûd dedi ki:)
Bu söz üzerine ben Peygamber'i gördüm ki, O son dişleri görülünceye kadar
güldü, sonra: "Allah *m kadrini, O'na lâyık olacak bir surette hakkıyle
takdir etmediler... ** ( 9i) âyetini okudu [66].
44-.......Bize
Abdulmelik ibn Umeyr, el-Mugîre'nin kâtibi olan Verrâd'dan tahdîs etti ki,
el-Mugîre (R) şöyle demiştir: Ensâr'dan Haz-rec'in seyyidi Sa'd ibn Ubâde:
— Eğer ben kanmın
yanında (yabancı) bir erkek görsem, onu kılıcımın geniş yüzü ile değil, keskin
tarafı ile vurur öldürürdüm, dedi.
Onun bu sözü
Rasûlullah'a ulaştı da Rasûlullah (S):
— "Sa'd ibn Ubâde'nin bu gayret ve
hamiyyetinden hayret mi ediyorsunuz? (Hayret etmeyiniz!) Vallahi ben elbette
Sa'd'den daha kıskancım. Allah da benden daha kıskançtır. İşte Allah'ın bu
gayretinden dolayıdır ki, Allah açık, kapalı bütün çirkin işleri haram kılmıştır.
Allah'tan daha çok hücceti seven hiçbir kimse de yoktur. îşte bundan dolayıdır
ki, Allah birçok mübeşşirler ve munzirler göndermiştir. Bir de Allah Taâlâ'dan
fazla medh ve senayı seven kimse de yoktur. İşte bundan dolayıdır ki, kendisine
itaat edenlere cenneti va'd etmiştir" buyurdu [67].
"De ki: Şâhid
olmak bakımından hangi şey daha büyük? De ki: Benimle sizin aranızda Allah,
hakkıyle Şâhidd " (el-En'âm:
19)
Bu âyette Allah
kendisini "Şey" diye isimlendirmiştir [68].
Hâlbuki Kur'ân Yüce
Allah'ın zatî sıfatlarındandır (Her sıfat, "O mevcûddur" ma'nâsına
olarak "Şey" diye isimlendirilir).
"Kullu şey'in
hâlikun illâ vechehu = O'nun zâtından başka herşey helak olucudur"
(ei-Kasas: 88) (âyeti de Allah'a "Şey denilmesine delildir).
45-.......Bize
Mâlik, Ebû Hâzım'dan haber verdi ki, Sehl ibn Sa'd es-Sâidî (R) şöyle demiştir:
Peygamber (S- bir kadınla evlenmek isteyen) bir erkeğe:
— "Kur'an'dan
ezberinde birşey var mı?'* diye sordu. O zât:
— Evet, ezberimde şu
sûre, şu süre vardır, diye birtakım sûrelerin isimlerini saydı [69].
EbÛ'l-Âlİye: "htevâ İle'S-Semâİ" (el-Bakara:
29; Fussilet: 11) kelâmının ma'nâsı "İrtefaa = Yükseldi"; "Fe SeVVâhUTine"
(el-Bakara: 29),
"Halakahunne =
Onları yarattı" demektir, dedi. Mucâhid ibn Cebr de:
ale'l-Arş" (el-A'râf: 53; Yûnus: 3;
er-Ra'd: 2; el-Furkaan: 59; ese: 4; ei-Hadîd: 4) "Allah Arş'ın üzerine
yükseldi" ma'nâsınadır, dedi.
İbn Abbâs:
Zu'l-Arşt'l-Mecîd"
(ibrihhnMS), "Kerîm" yânî "Keremde nihayeti olmayan";
"el-ĞafûruH-Vedûd" (ibrâhîm: 14),
"Habîb" yânî
"Çok seven" ma'nâsınadır, demiştir. "Hamîdun Mecîdun"
denilir. Bu "Faîlun" vezninden gibidir. "Mâcidun"dan
alınmıştır. "Mahmûd" da "Hamîd"den alınmıştır.
46-.......İmrân
ibnu Husayn (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'in yanında idim. O sırada
Temîm oğullan'ndan bir topluluk geldi. Peygamber onlara:
— "Müjdeyi kabul edin ey Temîm
oğulları!" buyurdu. Onlar:
— Sen bizi müjdeledin.
Şimdi bize (Beytu'I-mâl'den dünyalık da) ver! dediler.
Bu sırada Yemen
halkından birtakım insanlar içeriye girdiler. Peygamber bu sefer onlara:
— "Ey Yemenliler! Temîm oğullan m
Yemenliler:
— Kabul ettik (yâ
Rasûlallah)! Esasen bizler Sen'in yanına dîn hususunda iyi anlayışlar kazanalım
ve Sen'den bu işin (yânî yaratılışın) evvelinde neler olduğunu soralım diye
geldik! dediler.
Peygamber:
— "(Ezelde) Allah vardı ve Allah'tan başka
birşey yoktu. Ve Allah Un Arşı su üzerinde bulunuyordu. Sonra Allah gökleri ve
Yer'i yarattı. Sonra Allah (levhde) kâinatın tamâmım takdir ve tesbît edip
yazdı..." buyurdu.
Sonra tam bu sırada
bana bir adam geldi de:
— Yâ İmrân! Yetiş, deven kaçıp gitti! dedi.
Ben hemen deveyi
aramak üzere gittim. Bu sırada benimle de vem arasım serâb kesiyordu. Allah'a
yemîn ederim ki, keski devem gitmiş olsaydı da ben yerimden kalkmasaydım (ve
Peygamber'in sözlerini dinleseydim) diye arzu ettim! [71]
47-.......Bize
Ma'mer, Hemmâm'dan haber verdi: Bize Ebû Hureyre (R) tahdîs etti ki, Peygamber
(S) şöyle buyurmuştur: "Şübhe-siz Allah'ın sağ eli dopdoludur, harcamak
onu eksiltmez. O, gece gündüz dâima çok cömert olup devamlı verir durur. Allah
'in gökleri ve Yer'i yarattığı günden beri in/âk ve in'âm eylediği nimetlerinin
mâhiyetini bana bildirebilir misiniz? Şu muhakkak ki, O'nun sağ elindeki
ni'metler hiç eksilmez. O'nun Arşı su üzerindedir (hudûdsuz ni*-met deryası
üzerine kurulmuştur). O'nun diğer elinde defeyzyâhud
kabz (yânî tutma) vardır ki, (bir kısım
kavimleri) yükseltir, (diğer bâzılarını da) alçaltır" [72].
48-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Zeyd ibn Harise geldi, zevcesi Zeyneb bintu
Cahş'tan şikâyet ediyordu. Peygamber (S) de Zeyd, zevcesini boşamak istedikçe
ona:
— "Yâ Zeyd! Allah'tan kork, zevcem
üzerinde tut (boşama)/" diyordu.
Âişe: Eğer
Rasûlullalı(S) Allah'ın Kitabından birşey gizlese idi, şu "Sen zevcem
uhdende tut. Allah 'tan kork! diyordun da, Allah 'm açığa çıkana olduğu şeyi
içinde gizliyor, insanlardan korkuyordun. Hâlbuki Allah kendisinden korkmana
daha çok lâyıktı'* (ei-Ahzâb: 37) âyetini gizlerdi, demiştir.
Enes şöyle dedi:
Zeyneb bintu Cahş, Peygamber'in diğer kadınlarına karşı Öğünür, iftihar eder:
— Sizleri Peygamber
ile kendi ahâlîleriniz, hısımlarınız evlendirdi. Hâlbuki beni O'nunla yedi kat
göklerin üstünden Yüce Allah evlendirdi! der idi.
Râvî Sabit
el-Bunânî'den gelen rivayette: "Allah'ın açığa çıkarıcısı olduğu şeyi
içinde gizliyor, insanlardan korkuyordun.,." âyeti Zeyneb ile Zeyd ibn
Hârise'nin işi hakkında indi, ziyâdesi gelmiştir [73].
49-.......Bize
îsâ ibnu Tahmân tahdîs edip şöyle dedi: Ben Enes ibn Mâlik(R)*ten işittim,
şöyle diyordu: Hicâb âyeti (ei-Ahzâb: 53) Zeyneb bintu Cahş'ın evlenmesinde
indi. Peygamber (S) o gün Zeyneb'-in düğün yemeği olarak insanlara et ve ekmek
yedirdi. Zeyneb de Peygamber'in diğer kadınlarına karsı öğünüp iftihar ederdi
ve:
— Şübhesiz Allah Taâlâ
beni Peygamber ile göklerde nikâh etti. (Çünkü itZevvecnâkehâ=Biz seni Zeyneb
fle evlendirdik'9 -ei-Ahzâb: 37-buyurdu) derdi [74].
50-.......
Bize Ebu'z-Zinâd, el-A'rec'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki,
Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah bütün mahlûkları yaratmayı
hükmettiği zaman, Arş'mtn üstünde, yanında buluna/t bir kitâbda tesbît edip
şunu yazdı: Şübhesiz benim rahmetim gadabımı geçmiştir" [75].
51-.......Bana
Atâ ibn Yesâr, Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle
buyurmuştur:
— "Her kim Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne îmân
eder de namaz kılar ve ramazânda oruç tutarsa, onu cennete koymak (sâdık olan
va'di gereğince) Allah üzerine bir hakk olur. O kimse ister Allah yolunda
muhacir olsun, isterse içinde doğduğu toprağında otursun".
Bunun üzerine
sahâbîler:
— Yâ Rasûlallah! Bu
müjdeyi insanlara haber vermeyelim mi? dediler.
Rasûlullah:
— "Şübhesiz cennette yüz derece vardır.
Allah onları kendi yolunda cihâdeden mücâhidler için hazırladı. Her iki
derecenin arasındaki mesafe, gökle Yer arasındaki mesafe gibidir. Sizler
Allah'tan (cennet) istediğiniz zaman, O'ndan Firdevs'i isteyin. Çünkü o, cennetin
en üstünü ve en yüksek olanıdır. Firdevs'in üstünde Rahmân'-ın Arş'ıyardır.
Cennetin ırmakları Firdevs'ten fıskırıp akarlar" buyurdu [76].
52-.......Ebû
Zerr (R) şöyle demiştir: Ben mescide girdim, Rasûlullah (S) oturmaktaydı.
Güneş batınca bana:
— "Yâ Ebâ Zerr! Bu Güneş nereye gider
bilir misin?" diye sordu. Ebû Zerr dedi ki: Ben:
— Allah ve Rasûlü en
bilendir, dedim. Rasûlullah:
— "Güneş gider, secde hâlinde izin ister
de kendisine izin verilir. Sanki ona 'Nereden geldin ise oraya dön!' denilir.
O da battığı taraftan doğar" buyurdu.
Bundan sonra
Rasûlullah "ZâÜke mustakarrun lehâ( = Bu onun karar yeridir)" âyetini
okudu. Bu okuyuş, Abdullah ibn Mes'ûd'un okuyuşunda böyledir [77].
53-.......Zeyd
ibn Sabit (R) tahdîs edip şöyle demiştir: Ebû Bekr bana haber gönderip çağırttı
ve bana Kur'ân'ın cem*i için ardına düşüp gereği gibi araştırmamı emretti.
Artık ben Kur'ân'ı gereği gibi araştırdım. Nihayet et-Tevbe Sûresi'nin sonunu
Ebû Huzeyme el-Ensârî'nin beraberinde (yazılı) buldum, bu âyetten ondan başka
kimsenin yamnda yazılı olarak bulmadım: "And olsun, size kendinizden öyle
bir rasül gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır ve güç gelir.
Üstünüze çok düşkündür. Mü 'mirilere çok re 'fetli, çok merhametlidir..."
Berâe'nin sonuna kadar (128-129. âyetler) [78].
54- Bize
Yahya ibn Bukeyr tahdîs etti. Bize el-Leys, Yûnus'tan bu hadîsi tahdîs etti;
bunda "Ebû Huzeyme el-Ensârî'nin beraberinde buldum*' demiştir [79].
55-.......tbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) keder ve şiddet zamanında şu duayı
söylerdi:
"Lâ ilahe
illellâhu el-Azîmu'l-Halîm.
Lâ ilahe iUe'llâhu
Rabbu'l-Arşı'l-Azîm.
Lâ ilahe ille'Uâhu
Rabbu's-semâyâti ve Rabbu'l-Ardı
Ve Rabbu >l-Arşı
H-Kerîm.
(= İbâdete lâyık
hiçbir tanrı yoktur, ancak azamet ve vakaar sahibi Allah vardır. İbâdete lâyık
hiçbir tanrı yoktur, ancak büyük Arş'ın sahibi Allah vardır. İbâdete lâyık
hiçbir tanrı yoktur, ancak göklerin Rabb'i, Yer'in Rabb'i ve kerîm Arş'ın
Rabb'i olan Allah vardır.)' [80].
56-.......Bize
Sufyân es-Sevrî, Amr ibn Yahya'dan; o da babası Yahya ibn Umâre'den; o da Ebû
Saîd el-Hudrî(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet gününde insanlar (o günün şiddetinden) bayılıp düşecekler. O anda
ben kendimi Mû-sâ'yayakın bulacağım. Mûsâ Arş'ın direklerinden birisine
tutunmuş bulunacak*'.
Ve el-Mâcişûn da
Abdullah ibnu'l-Mugaffel'den; o da Ebû Se-leme'den; o da Ebû Hureyre'den
söyledi ki, Peygamber (S): "(Onlarla beraber ben de bayılacağım.) Ben ilk
ayıltılan olurum. O anda ben Musa'yı Arş'a yapışmış bulurum" demiştir [81].
Ve zikri ulu olan
Allah'ın şu kavli:
"Kim ululanmak
hevesine düşerse (bilsin ki) bütün ululuk Allah'ındır. Güzel kelimeler ancak
O'na yükselir. Onu da iyi amel yükseltir" (Fâtır: 10) [82].
Ebû Cemre, İbn Ab bâ
s'tan söyledi: Ebû Zerr'e Peygamber'in gönderilmesi haberi ulaştığında, kardeşi
Uneys'e: Benim için şu kendisine semâdan haber gelmekte olduğunu söyleyen
adamın ilmini öğren! Dedi [83].
Mucâhid:
S
57-.......Bana
Mâlik, Ebu'z-ZinâcTdan; o da el-A'rec*den; o da Ebû Hureyre(R)'den şöyle tahdîs
etti: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "(Her gün) birtakım melekler
geceleyin, diğer birtakım melekler de gündüzleyin birbirlerini müteâkib size
gelirler. Bunlar sabah ile ikindi namazlarında buluştuktan sonra içinizde
kalmış olanlar semâya yükselirler. Rabb'leri (namaz kılmış kullarının)
hâllerini en iyi bilir iken, yine o meleklere:
— Kullarımı ne hâlde
bıraktınız? diye sorur. Onlar da:
— Onları namaz kılarlarken bıraktık, nitekim
namaz kılarlarken bulmuştuk, cevâbım verirler [85].
Ve Hâlid ibnu Mahled
şöyle dedi: Bize
Bu hadîsi Verkaa da
Abdullah ibn Dinar'dan; o da Saîd ibn Ye-sâr'dan; o da Ebû Hureyre'den; o da
Peygamber(S)'den: "Allah'a ancak halâl olan yükselir" lafzıyle rivayet
etmiştir [87].
58-.......Bize
Saîd ibn Arûbe, Katâde'den; o da Ebû'l-ÂIiye'den; İbn Abbâs(R)'tan şöyle tahdîs etti: Allah'ın
Peygamberi (S) keder ında şu kelimelerle duâ
dedi o da sırasında şu kelimelerle duâ ederdi:
"Lâ ilahe
üle'Mhu'l-Azfrnu'l-HaRm.
Lâ ilahe iiumhu
Rabbu'l-Ar&'l-Az&n.
Lâ ilahe ille 'llâhu
Rabbu 's-semâvâti
Ve Rabbu H-Arşı
1-Kerîm! [88]
59- Bize
Kabîsa tahcüs etti. Bize Sufyân es-Sevrî, babası Saîd ibn Mesrûk'tan; o da Ebû
Nuaym'dan yâhud Ebû Nu'm'dan -râvî Kabîsa şekk etmiştir- tahdîs etti. Ebû Saîd
el-Hudrî (R): Peygamber(S)*e bir parça altın gönderildi de, kendisi bu altım
dört kimse arasında taksîm etti, demiştir [89].
60-.......Ebû
Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Alî ibn Ebî Tâlib (R) Yemen'de bulunduğu
sırada Peygamber(S)'e toprağı içinde altın ma'deni göndermişti. Peygamber bu
altını el-Akra* ibnu Habis el-Hanzalî, sonra Mucâşi' oğullarından biri ve
Uyeyne ibn Bedr el-Fezârî ile Alkame ibnu Ulâse el-Âmirî arasında, sonra Kilâb
oğulla-rı'ndan biri ile Zeyd el-Hayl et-Tâî arasında, sonra Nebhân
oğulla-n'ndan biri arasında taksîm etti. Bu taksîm sebebiyle Kureyş ile Ensâr
öfkelendiler ve:
— Rasûlullah bizleri
terkediyor da Nech ahâlîsinin seyyidlerine veriyor! dediler.
Rasûlullah:
— "Ben ancak (İslâm'da sebat etmeleri
için) onları alıştırıyorum!" buyurdu.
Bu sırada iki gözü
çökük, alnı yüksek, sakalının kılları bol, elmacık kemikleri çıkık, başı
tıraşlı bir kişi geldi de:
— Yâ Muhammed, Allah'tan kork! dedi. Bunun
üzerine Peygamber:
— "Ben Allah'a âsî olduğum takdirde, O'na
kim itaat eder? O beni Yer halkı üzerine emîn kılıyor, sizler beni emîn
saymıyor musunuz?" buyurdu.
O topluluktan bir adam
Peygamberce i'tirâz edeni öldürmek istedi. Zannederim ki, o öldürmek isteyen kişi
Hâlid ibnu'l-Velîd idi. Peygamber onu bundan men' etti. Sonra o Peygamber'e
i'tirâz eden adam arkasına dönüp gittiği zaman, Peygamber şöyle buyurdu:
— "Şunun soyundan öyle bir kavim
türeyecektir ki, onlar Kur'-ân okuyacaklar, fakat Kur'ân onların boğazlarından
öteye geçmiye-cek. Onlar -ok avı delip çıktığı gibi- islâm'dan çıkacaklar;
onlar İslâm ahâlîyi öldürecekler de putlar ehlini bırakacaklardır. Eğer ben
onların zamanına erişmiş olsaydım, muhakkak onları Âd kavminin öldürülüşü gibi
öldürürdüm!" [90]
61-.......Ebû
Zerr (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber'e "Güneş de kendi karargâhında
cereyan etmektedir..." (Yâsîn: 37) âyetini sordum.
Peygamber (S):
— "Onun mustakam
Arş'ın altındadır" buyurdu [91].
62-.......Cerîr
ibn Abdillah el-Becelî (R) şöyle demiştir: Bir gece Peygamber'in yanında
oturuyorduk. Ayın ondördüncü gecesi idi. Peygamber (S) kamere baktı da şöyle
buyurdu:
— "Şu Ay'ı
görmekte nasıl birbirinize gösterebilmek için sıkışıp üstüste yığılmanıza
hacet kalmaksızın hepiniz zahmetsizce görü-yorsanız, Rabb'inizi de öylece
göreceksiniz. Artık Güneş'in doğumundan da, batışından da evvelki namazların
hiçbirinden alıkonmamak elinizden gelirse, ona çalışınız" [93].
63-... Cerîr
ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Peygamber (S): 'Şübhesiz sizler Rabb'inizi göz
görüşü ile göreceksiniz" buyurdu.
64-.......Cerîr
ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) ayın ondördüncü gecesi bizim
yanımıza çıktı da şöyle buyurdu: "Şübhesiz sizler şu Ay'ı görmekte nasıl
sıkışıp üstüste yığılmanıza hacet kalmaksızın hepiniz zahmetsizce görüyorsanız,
kiyâmet gününde Rabb'inizi de öylece göreceksiniz [94].
65-.......Bize
îbrâhîm ibn Sa'd, îbn Şihâb'dan; o da Atâ ibn Yezîd el-Leysî'den; o da Ebû
Hureyre(R)'den şöyle tahdîs etti: İnsanlar:
— Yâ Rasûlallah,
bizler kıyamet gününde Rabb'imizi görecek miyiz? diye sordular.
Bunun üzerine
Rasûlullah (S):
— "Ayın
ondördüncü gecesi Ay'ı görmek için itişip kakışmaya, birbirinize zahmet vermeye
hacet görür müsünüz?" diye sordu. Sahâbîlen
— Hayır yâ Rasûlallah! dediklerinde, tekrar:
— "Ya Güneş'in önünde hiçbir bulut yokken
görmek için itişip kakışmaya, birbirinize zahmet vermeye hacet görür
müsünüz?" diye sordu.
Sahâbîler yine;
— Hayır yâ Rasûlallah! deyince, Rasûlullah
şöyle buyurdu:
— "Şübhesiz sizler O'nu işte böyle açık
göreceksiniz. Allah, kıyamet gününde insanları toplayacak da:
— Her kim her neye
tapıyor idiyse, onun ardına düşsün! buyuracak.
Artık Güneş'e tapmakta
olan Güneş'in ardına; Ay'a tapmakta olan Ay'ın ardına; tâgûtlara tapmakta
olanlar da tâgûtların arkalarına düşüp gidecek. Ve yalnız bu ümmet, içlerinde
şefaatçileri -yâhud: münafıkları- da olduğu hâlde yerinde durup kalacak -Râvî
İbrâhîm bu iki kelimede şekk etti-; Allah onlara (evvelce tanıdıklarından
baş"-ka bir surette) gelip:
— Ben sizin
Rabb'inizim! buyuracak. Onlar (Rabb'Ierini o tecellî ile tanıyamadıkları için:
—Senden Allah'a sığınırız), Rabb'imiz bize gelinceye kadar bizim yerimiz
burasıdır (yerimizden ayrılmayız)/ Rabb 'imiz bize geldiğinde biz O'nu
tanırız! diyecekler.
Allah Taâlâ onlara bu
defa tanımakta oldukları suret üzere gelecek de:
— Ben sizin
Rabb'inizim! buyuracak. Onlar da:
— (Hakikat) Sen bizim
Rabb 'imizsin! diyecekler ve (Allah'ın da'-vet etmesi üzerine) O'na tâbi*
olacaklar.
Cehennemin de ortasına
sırat (yânî köprü) kurulur. Ben ümmetimi onun üstünden geçirecek ilk kimse
olacağım. O gün rasûllerden başka hiçbir kimse (korku ve dehşetten dolayı)
tekellüm edemez. Ra-stillerin de o günkü duası:
— "Allâhumme settim selttm{~ Allah'ım,
selâmet ver, selâmet ver)!'olacaktır. Cehennemden sa'dân dikenlerine benzer
çengel/er vardır. Sa'dân dikenlerini hiç görmüşlüğünüz var mı?"
Sahâbîler:
— Evet yâ Rasûlallah, dediler. Rasûlullah şöyle
devam etti:
— "İşte bu çengeller sa'dân dikenlerine
benzer. Ancak şu var ki, ne kadar büyük olduklarını yalnız Allah Taâlâ bilir.
İşte bunlar insanları (kötü) amellerinden dolayı kapıp alırlar. Artık
insanlardan kimisi helak olur, kötü ameliyle kalır -yâhud: Köt&ameli
dolayısiyle helak olur-, kimisi de hardal gibi ezim ezim ezildikten sonra yâhud
cezasını gördükten yâhud buna benzer bir hâlde kurtulur. Nihayet Allah Taâlâ
kulları hakkında hüküm ve kaza adlini icra ve tamam edip de sırf ilâhi rahmeti
olarak cehennem ehlinden dilediklerini cehennemden çıkarmak istediğinde
meleklere ilâhi rahmete nâiliyetleri murâd olanlardan Allah'a birşeyi ortak
edinmemişleri, *Lâ ilahe ille'llâh' diye şehâdet etmişleri cehennemden
çıkarsınlar diye emre-decektir. Melekler bunları cehennemde üzerlerindeki sucûd
izlerinden tanıyacaklardır. Ateş Âdem oğlunun bütününü yer de yalnız sucûd
eserini yiyemez. Allah Taâlâ sucûd eserini yemeyi cehennem ateşine haram
kılmıştır. Bunlar ateşten kavrulup kapkara olarak çıkarılacaklar. Üzerlerine
hayât suyu dökülecek de onun altında seyl uğrağında biten yabani reyhan
tohumları nasıl çabuk biterse, yeniden öylece bitecekler.
Sonra Allah Taâlâ
kulları arasında hüküm ve kazayı sona erdirir. Ancak cennet ile cehennem
arasında yüzü ateşe dönük bir kimse kalır ki, o cennete girecek cehennem
ehlinin sonuncusu olacaktır. O
kimse:
— Yâ Rabb! Yüzümü şu
ateşten döndür. Çünkü kokusu beni zehirleyip duruyor, alevi beni yakıp
duruyor, diyecek.
O adam mütemadiyen
Allah'a, Allah'ın dilemesi kadar duâ ve niyazda bulunacak. Sonunda Allah ona:
— Bu senin dediğin
sana verilecek olsa, acaba başka şey daha
istemiyecek misin?
buyuracak.
O ise:
— İzzetineyemîn olsun
ki, hayır; bundan başka Sen'den birşey daha istemem! diyecek ve Rabb'ine,
ilâhîma'siyeti taalluk eden birçok ahidler ve misâklar verecek.
Ondan sonra Allah
Taâlâ onun yüzünü cehennem cihetinden (cennet tarafına) çevirecek. Yüzünü
cennete doğru döndürünce cennetin güzelliğini görecek. (Lâkin hemen istekten
utanıp) Allah'ın dilediği kadar bir müddet sükût ettikten sonra:
— Yâ Rabb! Beni cennetin kapısına yanaştır,
diyecek.
Allah da ona:
Atlatı ûa ona:
— Evvelce istediğinden
başka ebediyyen hiçbirşey istemiyeceği-ne ahidlerini ve mîsâklarını vermiş
değil miydin? Allah lâyıkını versin be hey Âdem oğlu! Sen ne kadar sözünde
durmaz kimsesin!
buyuracak. Oda:
— Ey Rabb'im! der ve
Allah'a devamlı duâ eder.
Nihayet Allah:
— Bu sana verilirse,
bundan başka birşey istemiyecek misin? diyecek.
O da:
— İzzetine yemîn
ederim ki, hayır; bundan başka birşey istemem! diyecek ve yine Rabb 'inin
dilediği bir çok ahidler ve mîsâklar verecek.
Bunun ardından Rabb'i
onu cennetin kapısına yanaştıracak. O kimse cennet kapısına varıp dikildiği ve
cennet ona açılıp genişlediği, o da cennetin içindeki güzel ve bol ni'metleri,
sevinci görünce (yine utanıp) Allah'ın dilediği kadar bir müddet sükût edecek.
Sonra:
— Yâ Rabb! Beni cennetin içine sok! diyecek.
Allah da ona:
— İstediğin sana
verildiği takdirde, ondan başka hiçbirşey iste-miyeceğine ahidlerini ve
mîsâklanm vermiş değil miydin? der ve: Sana veyl olsun ey Âdem oğlu! Sen ne
kadar sözünde durmaz kimsesin! buyurur.
Bunun üzerine o kimse:
— Ey Rabb 'im!
Mahlûklarının en bedbahtı ben olmayayım, diyecek, durmadan dua ve niyaza devam
edecek.
Nihayet Allah Taâlâ
ona gülecek. Ona gülünce de:'
— Cennete gir! buyuracak.
O kul cennete girince
Allah ona:
— Temenni et! buyuracak.
O da Rabb'inden ister
ve temenni eder. Nihayet Allah ona:
— Şunu da, bunu da
iste! diye buyurarak, istenecek şeyleri onun aklına getirecek.
Nihayet bu dileklerinin
hepsi kesilince, yine Allah ona:
— Bunların hepsi ve
bir o kadar dahası hep senindir! buyuracak."
Hadîsi Ebû Hureyre'den
rivayet edenlerden biri olan Atâ ibn Ye-zîd şöyle dedi: Ebû Hureyre bunu
rivayet ederken Ebû Saîd el-Hudrî de oturuyor ve Ebû Hureyre'nin dediklerinden
hiçbirşeyi değiştirmeğe lüzum görmüyordu. Tâ: "Bunların hepsi ve bir o
kadar dahası hep senindir" sözüne gelince, Ebû Saîd Hudrî (R), Ebû
Hureyre'ye:
— Rasûlullah:
"Allah, bunların hepsi ve daha on misli senindir, buyuracaktır", demişti,
yâ Ebâ Hureyre! dedi.
Ebû Hureyre de:
— Ben şehâdet ederim
ki, Rasûlullah'tan yalnız "Bu ve bunun on misli senindir" ezberledim,
dedi.
Ebû Saîd Hudrî de:
— Ben de şehâdet
ederim ki, ben Rasûlullah'tân, O'nun "Bunun hepsi ve on misli de
senindir" buyurduğunu ezberledim, dedi.
Ebû Hureyre:
— işte bu adam, cennet
ehlinin cennete en son girecek olanıdır, demiştir [95].
66-.......Bize
el-Leys, Hâlid ibn Yezîd*den; o da Saîd ibn Ebî HiIâTden; o da Zeyd ibn
Eslem'den; o da Atâ ibn Yesâr'dan tahdîs etti. Ebû Saîd el-Hudrî (R) şöyle
demiştir: Biz:
— Yâ Rasûlallah,
kıyamet gününde bizler Rabb'imizi görecek miyiz? diye sorduk.
Rasûlullah:
— "Sizler
gökyüzünde bulut olmadığı zaman Güneş'i ve Ay'ı görmek için birbirinizle
sıkışıp darlığa düşer misiniz?" buyurdu.
Biz:
— Hayır sıkışmayız,
dedik. Rasûlullah:
— "Şübhesiz sîzler Güneş ile Ay'ı görmekte
birbirinizle sıkışıp darlığa düşmediğiniz gibi, o gün Rabb'inizi görmekte de
hiç birbirinizle sıkışıp darlığa düşmeyeceksiniz" buyurdu.
Sonra şöyle devam
etti:
— "Herbir kavmin dünyâda ibâdet edegeldiği
şeye gitmesi için bir nidâcı nida eder. Bunun üzerine satîb sahihleri, yânı s
— Sizler kime
tapardınız? diye sorulacak. Onlar:
— Biz Allah'ın oğlu
Uzeyr'e tapardık, diyecekler. Bunun üzerine onlara:
— Siz yalan
söylüyorsunuz. Allah Taâlâ hiçbir eş, hiçbir oğul edinmiş değildir. Şimdi
söyleyiniz, istediğiniz nedir? denilecek.
O Yehûd taifesi de:
— Yâ Rabb! Bize su içirmeni istiyoruz,
diyecekler. Onlara:
— Haydi içiniz!
denilecek de onlar birbiri ardınca cehennemin içine dökülecekler.
Sonra Hrıstiyanlar'a
hitaben:
— Sizler kime
tapıyordunuz? diye sorulacak. Onlar da:
— Biz Allah'ın oğlu
Mesih'e tapardık, diyecekler. Bunun üzerine onlara:
— Siz yalan
söylüyorsunuz. Allah Taâlâ hiçbir eş, hiçbir oğul edinmiş değildir. Şimdi
söyleyiniz: Ne istiyorsunuz? denilecek.
Onlar da:
— Bize su içirmeni
istiyoruz, diyecekler. Onlara da:
— Haydin su içiniz!
denilecek de birbiri ardınca cehennemin içine dökülecekler.
Nihayet iyi olsun,
fâcir olsun, Allah 'a ibâdet etmekte olanlar kalır.
Onlara da:
— İnsanlar hep
gittikleri hâlde sizleri habseden nedir? denilecek. Onlar:
— Biz şimdikinden
ziyâde kendilerine muhtâc iken onlardan dünyâda ayrılmıştık. (Şimdi nasıl olur
da onların arkasına-takılırız?) Biz bir münâdînin: Her kavim vaktiyle ibâdet
ettiği ne idiyse ona kavuşsun! diye nida ettiğini işittik. Ondan dolayı bizler
Rabb'imizi bekleyip duruyoruz! diyecekler".
Dedi ki:
"Meydanda kalan mü'minlere Cebbar olan Allah, onlara ilk defa gördükleri
tanıdıkları suretten başka bir surette gelecek de:
— Ben sizin
Rabb'inizim! buyuracak. Onlar da:
— Sen bizim
Rabb'imizsin! diyecekler.
Artık O'nunlapeygamberlerden
başkası kelâm edemez. Allah Taâlâ:
— Rabbinizi
tanıyabilmek için aranızda bir alâmet var mıdır? diye suâl edecek.
Onlar:
— Evet, sâk'tır!
demeleri üzerine Rabb Taâlâ, sâk'ını keşfedip açacak [96].
Bunun üzerine her
mü'min Allah'a secde eder. Allah'a riya ve şöhret için secde eden kimseler
kalır. Onlar da secde etmeye davranırlar. Fakat onun sırtı tek bir tahta gibi
kaskatı bir tabakaya döner. Sonra köprü getirilir de cehennemin ortasına
kurulur".
Biz:
— Yâ Rasûlallah! Köprü
nedir? dedik. Şöyle buyurdu:
— "Ayakların kayacağı bir yerdir ki,
üzerinde başları eğri demirden çengeller, dikenler; sert, keskin enli şeyler
vardır. Bunların Necd'de olan ve sa'dân denilen dikenler gibi uçları kıvrık,
eğri dikenleri vardır. Müminlerin kimi onun üzerinden göz kırpacak kadar
zaman içinde, kimi şimşek gibi, kimi rüzgâr gibi, kimi iyi cins yürük at ve
develer gibi sür'atle geçerler. Bunların kimi sapsağlam, olduğu gibi kurtulur.
Kimi tırmıklar içinde perişan olmuş olarak salıverilir. Kimi de cehennem ateşi
içine sapır sapır düşerler. Nihayet sonuncuları sürüklene sürüklene geçer,
kurtulur. Bugünkü günde apâ-şîkâre olmuş hakkını kurtarmak için hiçbirinizin
yalvarıp yakarması, o dehşetli günde âsî mü 'min kardeşleri arasından çıkıp
necat bulan mü 'mirilerin kalanlar için Cebbar Zu 'l-Celâl hazretlerine
yalvarıp yakarmasına benzemez. Diyeceklerdir ki:
— Ey bizim Rabb'imiz,
bu kalanlar bizim kardeşlerimizdir. Onlar bizimle beraber namaz kılar, oruç
tutar, her türlü iyi işlerde bulunurlardı.
Allah Taâlâ:
— Haydin gidin,
kalbinde bir dinar ağırlığınca İmân ve yakin olan her kimi bulursanız,
çıkarınız! buyuracak.
Allah Taâlâ onların
suretlerini yakmayı ateşe haram edecektir. Artık bu şefaatçiler -yâhud
kurtarılacak olanlar- kimi ayağının üstüne, kimi de yarı inciğine kadar ateşe
gömülerek içeriye dalmış bulunacaklar. Tanıdıklarını çıkarıp dönecekler.
Yine Allah Taâlâ:
— Haydin bir daha
gidin, kalbinde zerre ağırlığınca imân ve yave yakın olan her kimi bulursanız,
onları da çıkarınız! buyuracak.
Yine böyle olanlardan
tanıdıklarını çıkarıp dönecekler. Yine Allah Taâlâ:
— Haydin bir daha
gidin, kalbinde zerre aırlığınca îmân ve yakın olan her kimi bulursanız,
çıkarınız! buyuracak.
Yine böyle olanlardan
tanıdıklarını çıkaracaklar".
Ebû Saîd (R) der ki:
Eğer bu dediğime inanmıyorsanız, "Şüb-hesiz ki, Allah zerre kadar
haksızlık etmez. (Zerre mikdârı) bir iyilik olursa, onu kat kat artırır. Kendi
canibinden (başkaca da) pek büyük bir mükâfat verir'* (en-Nisâ: 40) âyetini
okuyunuz.
"Hâsılı
peygamberler, melekler, mü 'minler şefaat etmiş bulunacaklar. Derken Cebbar
Muteâl Hazretleri:
— Artık sıra benim
şefaatime geldi! buyuracak da ateşten bir kabza tutacak, yânı bir kısım insanı
toplayacak da simsiyah yanmış olan birtakım kavimleri dışarı çıkaracak,
akabinde bunlar cennetin yolları üzerinde olup "Hayat Nehri' denilen bir
nehrin içine atılacaklardır. Onlar o nehrin iki tarafında seyl uğrağında biten
yabanî reyhân tohumlarının çabucak bittiği gibi biteceklerdir. Sizler o yabanî
reyhan tohumlarını taşın yanında, ağacın yanında görmüşsiinüzdür. Onlardan
güneşte olanları yeşildir, gölgede olanları da beyazdır. Sonra onlar 'Hayat
Nehri'nden beyaz, parlak inciler gibi çıkacaklar, boyunlarına kendileriyle
tanınacakları altın, gümüş nev'inden hâtemler takılır ve cennete girerler.
Cennet ahâlîsi:
— İşlenmiş hiçbir
amelleri, geçmiş hiçbir hayır ve haseneleri olmadığı hâlde A ilah 'in cennete
girdirdiği âzâdlıkları işte bunlardır! diyeceklerdir.
Sonra onlara:
— Gözünüzün
görebildiği sizindir, bir o kadarı daha sizindir! denilecektir" [97].
(Buhârî geçen senedle
şöyle dedi:) Ve bize Haccâc ibnu Minhâl şöyle dedi: Bize Hemmâm ibn Yahya
tahdîş etti. Bize Katâde, Enes(R)'ten tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle
buyurmuştur: "Müzminler kıyamet gününde habsolunacaklar ve nihayet bu
habsolunma sebebiyle kederlenecekler. Derken:
— İçinde bulunduğumuz
şu durumdan bizleri kurtarıp rahatlatması için Rabb'imize şefaat istesek,
diyecekler.
Akabinde Âdem
Peygamber'e gelecekler ve:
— Sen insanların
babası olan Âdem'sin, Allah seni kendi eliyle yarattı, seni cennetine
yerleştirdi, meleklerini sana secde ettirdi, ve herbir şeyin isimlerini sana
öğretti. Bulunduğumuz şu durumdan bizleri kurtarması için Rabb'in katında
bizlere şefaat etmeni istiyoruz, diyecekler".
Dedi ki: "Âdem
vaktiyle işlemiş olduğu o yasaklanmış ağaçtan
yeme günâhını
zikrederek:
— Ben buna ehil
değilim, lâkin sizler Allah Taâlâ'mn bütün Yer halkına göndermiş olduğu ilk
peygamber olan Nûh *a gidiniz, diyecek.
Sonra onlar Nûh 'a
gelecekler. O da evvelce işlemiş olduğu ilim-siz olarak Rabb'inden isteme
günâhını (Nûh: 26) zikrederek:
— Ben buna ehil
değilim. Lâkin sizler Halîlu'r-Rahmân olan İb-râhîm Peygamber'e gidiniz,
diyecek."
Dedi ki:
"Akabinde insanlar İbrahim'e gelecekler. O da vaktiyle yalan şeklinde
söylemiş olduğu üç sözünü zikrederek:
— Ben buna ehil
değilim. Lâkin sizler A ilah 'in kendisine Tevrat verdiği, kelâm ettiği ve
fısıldaşarak konuşmak için kendisine yaklaştırdığı bir kul olan Musa'ya gidin,
diyecek."
Dedi İd:
"Akabinde insanlar Musa'ya gelecekler. Oda vaktiyle işlemiş olduğu insan
öldürme günâhım zikrederek:
— Ben buna ehil
değilim. Lâkin sizler Allah'ın Kulu, Rasû/ü, Allah'ın Ruhu ve Kelimesi olan
fsâ'ya gidin, diyecek".
Dedi ki: "Bunun
üzerine insanlar fsâ'ya gelecekler, O da:
— Ben bunun ehli
değilim, fakat sizler, Allah'ın geçmiş ve geri kalmış günâhlarını mağfiret
etmiş olduğu bir kul olan MuhammedfS) 'e gidin, diyecek.
Bunun üzerine insanlar
bana gelecekler. Ben gider, O'nun cenneti içinde Rabb'imin huzuruna girme izni
isterim. Bana izin verilir. Rabb 'imigördüğüm zaman O'nun için secdeye
kapanırım. Allah beni bırakmak istediği kadar bu vaziyette bırakır. Sonra:
— Başını kaldır yâ
Muhammedi Söyle, sözün dinlenir; şefaat et, şefaatin kabul edilir; iste, sana
verilir! buyurur".
Rasûlullah şöyle dedi:
"Ben secdeden başımı kaldırırım da Rabb'imin bana öğreteceği sena ve
tahmîd ile Rabb 'ime sena ve hamd ederim. Sonra şefaat ederim. Benim için bir
sınır koyar. Ben O'nun darından (yânî cennetindeki buluşma yerinden) dışarı
çıkarım da o insanları cennete sokarım".
Katâde şöyle dedi: Ben
yine Enes'ten işittim, şöyle diyordu: "Ben (darından) çıkarım da artık o
insanları ateşten çıkarır ve cennete girdiririm. Sonra döner, O'nun cenneti
içinde Rabb'imin huzuruna izin isterim. Bana izin verilir. Ben Rabb 'imi gördüğüm
zaman secdeye kapanırım. Allah beni o vaziyette bırakmak istediği kadar
bırakır. Sonra:
— Kalk, Muhammed!
Söyle, sözün dinlenir; şefâet et, şefaatin kabul edilir; iste, sana verilir!
buyurur".
Rasûlullah dedi ki:
"Ben başımı kaldırır, Rabb'imin bana öğreteceği sena ve tahmîd ile
Rabb'ime sena eder, hamdeylerim".
Dedi ki: "Sonra
şefaat ederim. Benim için bir sınır ta'yîn buyurur. Akabinde ben çıkarım da o
insanları cennete koyarım".
Katâde şöyle dedi: Ben
Enes'ten şöyle derken işittim: "Ben çıkarım. Akabinde o insanları ateşten
çıkarır, cennete girdiririm. Sonra üçüncü defa dönerim de cennetinde Rabb'imin
huzuruna izin isterim. Bana izin verilir. Ben Rabb'imi görünce secdeye
kapanırım. Allah beni o vaziyette bırakmak istediği kadar bırakır. Sonra:
— Kalk, Muhammed!
Söyle, sözün işitilir. Şefaat et, şefaatin kabul olunur, iste, isteğin
verilir! buyurur".
Rasûlullah dedi ki:
"Bunun üzerine ben başımı secdeden kaldırır, Rabb'imin bana öğreteceği
sena ve tahmîd ite Rabb'ime sena ve hamdederim. Sonra şefaat ederim. Bana bir
sınır ta 'yîn buyurur. Akabinde çıkar, o sinir içindeki insanları cennete
girdiririm".
Katâde şöyle dedi: Ben
Enes'ten işittim, şöyle diyordu: "Akabinde ben çıkarım da o insanları
ateşten çıkarır, cennete girdiririm. Nihayet ateşte Kur'ân 'in habsettiği, yânî
kendilerine hulûd (devamlı azâb) vâcib olan kimselerden başkası kalmaz".
Dedi ki: Sonra şu
âyeti okudu: "... Ümîd edebilirsin, Rabb İn seni bir Makaamı Mahmûd'a
gönderecektir" (ei-lsrâ: 79).
Enes:
— İşte, Peygamberinize
va'd edilmiş olan "el-Makaamu*l-Mah-mûd" budur! [98].
67-.......İbn
Şihâb şöyle dedi: Bana Enes ibn Mâlik (R) şöyle tahdîs etti: Rasûlullah (S)
-Hevâzin ganimetlerini taksim ettiği zamân-Ensâr'a haber gönderip, onları
yuvarlak bir Arab çadırı içinde topladı. (Konuşmasının sonunda) onlara:
— "Sizler Allah'a
ve Rasûlü'ne kavuşuncaya kadar sabrediniz. Şübhesiz ben havz başında
olacağım" buyurdu " [99].
68-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) gecenin bir kısmında teheccüd namazı
kıldığında şu duayı söylerdi.
"Yâ Allah! Hamd
Sana mahsûstur. Gökleri, yerleri görüp gözetmekten hiç gafil olmayan yalnız
Sen 'sin. Hamd Sana mahsûstur. Göklerin, yerlerin ve içlerinde olanların Rabb'i
yalnız Sen'sin. Hamd Sana mahsustur. Göklerin yerlerin ve bunların içinde olanların
nuru Sen'sin. Hakk Sen'sin. Hakk olan sözündür. Hakk olan va'dindir. Sana
kavuşmak haktır. Cennet haktır. Cehennem haktır. Kıyamet gününün geleceği
haktır!
Yâ Allah! Emir ve
nehyini kabul edip kendimi yalnız Sana verdim. Yalnız Sana imân ettim. Yalnız
Sana güvendim, tevekkül ettim. Yalnız Sana inâbe ve rucû' ettim. Hasma karşı
hüccet getirme kuvvetimi Sen'den aldım. Hakkı inkâr eden ile kendimin arasına
Sen'i hakem ettim. Evvelden yaptığım, sonradan yapacağım, gizlediğim, açığa
vurduğum ve Sen'in benden daha iyi bilmekte olduğun bütün günâhlarımı Sen
mağfiret et. Sen 'den başka hiçbir ilâh yoktur!" [100].
Ebû Abdillah el-Buhârî
şöyle dedi: Kays ibn Sa'd ile Ebu'z-Zubeyr, Tâvûs'tan "Kayyımu"
yerine "Kayyâmu"diye söylediler,
Mucâhid de:
"el-Kayyûm", herşey üzerine kaaim olandır, dedi.
Umer ibnu'I-Hattâb:
"Lâ ilahe illâ huve'l-Hayyu 1-Kayyfon "da "el-Kayyâm "
şeklinde okudu. Bunların ikisi de (yânî "Kayyûm " ve
"Kayyâm") medhdir.
69-.......Adiyy
ibn Hatim (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S): "Sizden herbir kimseye Rabb'i
arada bir tercüman ve Şabbini görmekten perdeleyen bir hicâb olmaksızın,
muhakkak kelam edecektir" buyurdu [101].
70-.......Abdullah
ibn Kays(R)'tan (şöyle demiştir): Peygamber
(S) şöyle buyurdu:
"İki cennet vardır ki, bunların kapları ve içlerinde bulunan eşyaları
gümüştendir. Diğer iki cennet daha vardır ki, bunların kapları ve içlerinde
bulunan şeyler de altındandır. Adn cennetin-deki cennetliklerle bunların Rabb
lerine bakmaları arasında Allah'ın vechi üzerinde bulunan kibriyâ ve azametperdesinden
başka birşey bulunmayacaktır" [102].
71-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Her kim
yalan biryemîn ile müslümân bir kimsenin malım koparıp alırsa, o, Allah'a
kendisine karşı öfkeli olduğu hâlde
kavuşacaktır".
Abdullah ibn Mes'ûd
dedi ki: Sonra Rasûlullah, zikri ulu olan Allah'ın Kitâbı'ndan bu hadîsin
doğrulayıcısını okudu: "Hakikat, Allah’a olan ahidlerine ve~yemînlerine
bedel az bir bahâyı satın alanlar; işte onlar; Onlar için âhirette hiçbir
nasîb yoktur. Allah kıyamet gününde onlarla konuşmaz» onlara bakmaz» onları
temize çıkarmaz. Onlar için pek acıklı bir azâb vardır'* (Aiu îmrân: 77).
72-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne, Amr ibn Dinar'dan; o da Ebû S
73-.......Bize
Eyyûb, Muhammed ibn SîrînMen; o da İbn Ebî Bekre'den; o da Ebû Bekre(R)*den
tahdîs etti ki, Peygamber (S- Veda Haccı'ndaki hutbesinde) şöyle buyurmuştur:
— "Zaman, Allah'ın gökleri ve yerleri
yarattığı günkü (ilk) vaziyetine dönmüştür. Bir yıl, (ay ölçüsüyle) oniki
aydır. Bunlardan dördü haram (yasak) aylardır ki, üçü arka arkaya zu'l-ka'de,
zu'l-hicce, muharrem'dir. (Dördüncüsü) Mudar'ın ayı olan recebedir. O,
cumâ-da'l-âhir ile şaban arasındadır".
Bundan sonra
Rasûlullah:
— "Bu ay hangi aydır?" diye sordu.
Biz:
— Allah ve Rasâlü en bilendir! dedik.
Rasûlullah sükût etti.
Biz Rasûlullah bu aya eski adından başka bir ad verecek sandık. Sonra:
— "Zu'l-hicce ayı değil midir?"
buyurdu.
Biz:
— Evet zu'l-hicce*dir! dedik.
Rasûlullah:
— "Bu içinde bulunduğunuz hangi
beldedir?" buyurdu.
Biz:
— Allah ve Rasûlü en
bilendir! dedik.
Rasûlullah sustu.
Hattâ biz Rasûlullah'ı Mekke'ye eski isminden başka bir isim verecek sandık.
Sonra Rasûlullah:
— "Mekke beldesi değil midir?"
buyurdu. Biz:
— Evet Mekke'dir! dedik. Rasûlullah:
— "Bu gün hangi gündür?*' diye sordu. Biz:
— Allah ve Rasûlü en bilendir! dedik.
Rasûlullah yine sükût
etti. Hattâ biz, eski adından başka bir ad verecek sandık. Rasûlullah:
— "Nahr günü (kurban kesim günü) değil
midir?" buyurdu. Biz:
— Evet, Nahr günüdür!
dedik.
(Bu mukaddimelerden)
sonra Rasûlullah:
— "Şu hâlde, iyi biliniz ki, kanlarınız ve
mallarınız -Muhammed ibn Şîrîn: Ebû Bekre şunu da söyledi sanıyorum, demiştir:-
ve ırzlarınız birbirinize bu ayınızda, bu beldenizde, bu gününüzün haram oluşu
gibi haramdır (Her türlü saldırıdan korunmuştur). Muhakkak ki, siz Rabb'inize
kavuşacaksınız. Rabb'iniz sizlere istediğiniz amellerinizden soracaktır. (Ey
insanlar!) Aklınızı başınıza toplayınız da, benden sonra birbirinizin boynunu
vuracak surette sapıklara dönmeyiniz! (Ey insanlar!) Dikkat edin: Bu sözlerimi
burada hazır bulunanlar, hazır bulunmayan müstakbel nesillere tebliğ edip
ulaştırırsın! Olabilir ki, kendisine tebliğ ulaşan bâzı kimse, burada bulunup
işiten bir kısım kimseden daha iyi anlayıp bellemiş olur!"
Muhammed ibn Şîrîn bu
hadîsi zikrettiği zaman: Peygamber (S) doğru söyledi, der idi (çünkü
dinleyenlerden çoğu, üstâdlarından daha iyi anlayıp belleyicidirler). Bundan
sonra Rasûlullah:
—"Dikkat edin:
Teblfğ ettim mi? Dikkat edin: Tebliğ ettim mi?" diye iki kerre sordu [103].
74-.......Usâme
ibn Zeyd (R) şöyle demiştir: Peygamber'in kızlarından birinin bir oğlan çocuğu
ölmek üzere hasta idi. Peygamber'in kızı, Peygambere, yanına gelmesi için haber
gönderdi. Peygamber (S) de kızma:
— "Allah'ın almak
ve Allah'ın vermek istediği herşey, kendisine âiddir. Ve herşeyin ilâhî ilimde
ta'yîn edilip isimlendirilmiş bir eceli vardır. Kızım sabretsin ve bu sabrın
Allah yanında sevabı olduğunu hatırlasın!" diyerek cevâb yolladı.
Bu sefer kızı (Zeyneb)
tekrar haber gönderip, Peygamber'in muhakkak gelmesi için yemîn etti. Bu haber
üzerine Rasûlullah kalktı. O'nun beraberinde ben de kalktım. Muâz ibn Cebel,
Ubeyy ibn Ka'b ve Ubâdetu'bnu's-Sâmit de kalktılar. Kızının evine girdiğimiz
zaman, çocuğu Rasûlullah'a uzatıp verdiler. Çocuğun nefesi göğsünde gidip geliyordu.
Râvî dedi ki:
Zannediyorum o "Çocuk eski kırbaya dönmüştü" dedi.
Bunun üzerine
Rasûlullah ağladı. Sa'd ibnu Ubâde:
— (Yâ Rasûlallah!) Ağlıyor musun? dedi.
Rasûlullah:
— "Allah Taâlâ, kullarından ancak
merhametli olanlara merhamet eyler" buyurdu [104].
75-.......Bize
babam îbrâhîm, S
— Yâ Rabb! Bana ne oldu ki, bana insanların
yalnız zaîfları ve (halkın gözünde) düşük olanları girer! dedi.
Cehennem de:
— Ben büyüklenen
kimselere tercih, yânî tahsis olundum! dedi. Yüce Allah, cennete:
— Sen benim
rahmetimsin, buyurdu. Cehennem 'e de:
— Sen benim azabımsın,
kullarımdan azâb etmek istediklerimi seninle azâb ederim. İkinizden
herbirinizin dolmak hakkı vardır, buyurur".
Dedi ki: "Cennete
gelince (o da dolar.) Şübhesiz Allah, halkından hiçbir kimseye zulmetmez.
Allah cehennem için (boşluklarını doldurmak üzere) yeniden dileyeceği kimseler
yaratır da bunlar oraya atılırlar. Cehennem üç kerre:
— Daha ziyâde var mı?
der.
Nihayet Allah ona
ayağını basar ve cehennem dolar. Cehennemin bâzısı bâzısına reddolunup
toplanır da:
— Yetişir, yetişir, yetişir! der" [105].
76-.......Bize
Hişâm ed-Destevâî, Katâde'den; o da Enes(R)ten tahdîs etti ki, Peygamber (S)
şöyle buyurmuştur: "(Âsîlerden) birtakım kavimlere işlemiş oldukları
günâhlar sebebiyle onlara bir ukubet olmak üzere bir siyahlık isabet edecektir.
Sonra Allah Taâlâ onları rah
Hemmâm ibn Yahya da:
Bize Katâde tahdîs etti. Bize Enes, Pey-gamber(S)*den tahdîs etti, demiştir [106].
77-.......Abdullah
ibn Mes*ûd (R) şöyle demiştir: Rasûlullah'a Yahûdî âlimlerinden biri geldi de:
— Yâ Muhammed!
Şübhesiz Allah (kıyamet günü) göğü bir parmağı üzerine, yeri bir parmağı
üzerine, dağları bir parmağı üzerine, ağaçlan ve nehirleri bir parmağı üzerine
ve diğer mahlûkları da bir parmağı üzerine kor. Sonra eliyle: Melik ancak
benim! buyurur, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (S) güldü ve: "Onlar A ilah
Un kadrini, O'na lâyık olacak bir surette hakkıyle takdir edemediler.,"
(ei- En'âm: 91, el-Hacc: 74, ez-Zumer: 67) âyetini SÖyledİ [108].
Ve bu yaratma, Yüce
Rabb'in fiili ve emridir. Rabb, sıfatları, fiili, emri ve kelâmiyle yaratıcıdır,
mükevvindir; mahlûk değildir. O'nun fiili, emri, yaratması ve tekvini ile olan
şeyler ise mef ûldür, mahlûktur, mükevvendir [109].
78-.......tbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Ben bir gece teyzem Meymûne'nin yanında geceledim.
Peygamber (S) de o gece teyzemin yanında idi. Maksadım Rasûlullah'ın geceleyin
kıldığı namazın nasıl olduğunu görmek istiyordum. Rasûlullah bir müddet eşi
Meymûne ile konuştu, sonra uyudu. Gecenin son üçte biri yâhud yansı olduğu
zaman, Rasûlullah oturdu ve semâya doğru baktı da şu âyeti okudu:
"Hakikat, göklerin ve YerHn yaratılışında gece ile gündüzün birbiri
ardınca gelişinde temiz akıl sahihleri için ibret verici demler vardır" (Âlu
İmrân: 190).
Bundan sonra kalktı,
dişlerini misvaklıyarak abdest aldı. Sonra onbir rek'at namaz kıldı. Sonra
Bilâl sabah namazı için ezan okudu. Rasûlullah iki rek'at daha namaz kıldı.
Bundan sonra mescide çıkıp insanlara sabah namazını kıldırdı [110].
"And olsun ki,
gönderilen kullarımız geçmiş bir sözümüz vardır*9 hakkında bizim (es-Sâffât:
171) [111].
79-.......Bize
Mâlik, EbıTz-Zinâd'dan; o da el-A'rec'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti
ki, Rasûlullah (S): "Allah mahlûkaa-tı yaratmayı hükmettiği (yânî
tamamladığı) zaman, Arş'mm üstünde, yanında bulunan bir kitâbda tesbît edip:
Şübhesiz benim rahmetim, gadabımın önüne geçmiştir, diye yazdı"
buyurmuştur [112].
80-.......Zeyd
ibn Vehb şöyle demiştir: Ben Abdullah ibn Mes'ûd'(R)'dan işittim: Bize kendisi
doğru söyleyici, kendisine de doğru bildirilen Rasûlullah (S) şöyle tahdîs
etti: "Sizden herbirinizin yaratılışı, ana ve baba maddeleri anasının
karnında kırk gün ve kırk gece toplanır. Sonra o maddeler o kadar zaman içinde
katı bir kan pıhtısı hâlini alır. Sonra yine o kadar zaman içinde mudğâya, yânî
bir çiğnem ete dönüşür. Sonra ona bir melek gönderilir de, ona dört kelâmı
yazmasına izin verilir. Melek de (ezelde takdîr olunan mukadder hükümlerden),
onun rızkını, ecelini, işini, şakî ve satd olduğunu yazar. Sonra ona ruh
üfler. Sizden herhangibiriniz kendisi ile cennet arasında ancak bir zira' mesafe
oluncaya kadar cennet ehlinin ameli ile amel eder. Sonunda (meleğin ana
karnında yazdığı) yazı onun önüne geçer de bunun üzerine o kişi cehennem
ehlinin ameliyle iş yapar ve cehenneme girer. Yine sizden biriniz kendisiyle
cehennem arasında bir zira' mesafe oluncaya kadar hep cehennem ehlinin işini
işler, sonunda (meleğin ana karnında yazdığı) yazısı onun önüne geçer de artık
cennet ehlinin işini yapar ve cennete girer" [113].
81-.......Bize
Amr ibnu Zerr tahdîs etti: Ben babam (Zerr ibn Abdillah ibn Zurâre
el-Hemedânî)'den işittim, o Saîd ibn Cubeyr'den; o da tbn Abbâs(R)'tan olmak
üzere şöyle tahdîs ediyordu: Peygamber (S):
— "Yâ Cibril!
Senin bizi şu ziyaretinden daha çok ziyaret etmene ne mâni' oluyor?" diye
sormuştu.
Bunun üzerine şu âyet
indi: "Biz (elçiler) senin RabbHnin emri olmadıkça inmeyiz* Önümüzde,
ardımızda ve ikisinin arasında ne varsa hepsi O'nundur. Senin Rabb*in unutkan
değildir" (Meryem: 64).
tbn Abbâs: İşte bu
kelâm, Muhammed(S)*e cevâb oldu, demiştir [114].
82-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) §öyle demiştir: Ben (bir gün) Rasûlullah'la beraber Medine'deki
tarlalar içinde yürüyordum. Ra-sûlullah (S) hurma dalından bir deyneğe
dayanıyordu. Derken Yahû-dîler'den bir topluluğa uğradı. Onların birtakımı
diğer takımına:
— O'na ruhtan sorun, dedi. Bir takımı da:
— O'na ruhtan
sormayın, dediler.
Netîcede Rasûlullah'a
ruhtan sordular. Rasûlullah deyneği üzerine dayanarak dikeldi. Ben arkasında
bulunuyordum. Ve ben Kendisine vahy indirilmekte olduğunu düşündüm. Sonunda
Rasûlullah "Sana ruhu sorarlar. De ki: Rûh, RabbHmin ermindendir. Size az
bir ilimden başkası verilmemiştir** (ei-tsrâ: 85) âyetini söyledi.
Bunun üzerine onların
bâzısı, diğerlerine:
— Biz size, O'na birşey sormayınız! demiştik,
dediler [115].
83-.......Bize
Mâlik, Ebu'z-Zinâd'dan; o da el-A*rec'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti
ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Azız ve Celîl olan Allah, ancak
kendi yolunda cihâd etmek düşüncesi ve (Kur'ân'da gelen) kelimelerinin tasdiki
niyeti kendisini cihâda çıkarıp da kendi yolunda cihâd eden mücâhide ya
(şehîdlik suretiyle) onu cennete girdirmeyi veya sevâb ve ganimetle beraber
içinden çıktığı meskenine s
84-.......Ebû
Mûsâ (R) şöyle demiştir: Bir adam Peygamber(S)'e geldi de:
— Kimi adam hanüyyet
için (yânî şerefini korumak için) mukaatele eder, kimisi yiğitlik derecesi için
mukaatele eder, kimisi de gösteriş için mukaatele eder. Şu hâlde bunların
hangisinin mukaatelesi Allah yolundadır? diye sordu.
Rasûlullah (S):
— "Her kim
Allah'ın kelimesi (yânî Tevhîd kelimesi) daha yüce olsun diye kıtal ederse,
işte onunkisi Allah yolundadır" buyurdu [117].
85-.......el-Mugîre
ibn Şu'be (R) şöyle demiştir; Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle buyuruyordu:
"Ümmetimden bir kavim, Allah 'in emri kendilerine gelinceye (kıyamet
kopuncaya) kadar dâima insanlar üzerine gâlib ve yüksek olmakta devam
edecektir" [119].
86-.......Muâviye
(R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle buyuruyordu:
"Ümmetimden, dâima Allah'ın emrini yerine getirmekte sabit, kendilerini
yalanlayanların ve muh
Mâlik ibn Yuhâmir: Ben
Muâz ibn Cebel'den işittim. "Onlar (yâ-nî Allah'ın emrini ayakta tutan
ümmet) Şam'dadır" diyordu, dedi.
Bunun üzerine Muâviye
ibn Ebî Sufyân: Bu Mâlik ibnu Yuhâmir, Muâz ibn Cebel'den: "Bunlar
Şam'dadırlar" derken işittiğim söylemektedir, demiştir [120].
87-.......Bize
Nâfi' ibnu Cubeyr tahdîs etti ki, tbn Abbâs (R) şöyle demiştir:
(Museylimetu'l-Kezzâb Medine'ye geldiğinde:
— Eğer Muhammed,
kendisinden sonra beni halef kılarsa, kendisine uyarım! dedi.
Museylime, kavmi olan
Benû Hanîfe kabîlesinden kalabalık bir hey'etle gelmişti. Peygamber (S)
Museylime'nin yanına hatîbi Sabit ibn Şemmâs ile beraber gitmişti.
Rasûlullah'ın elinde hurma dalından bir deynek bulunuyordu.) Peygamber, kavmi
içinde oturan Museylime'nin tam karşısında durdu (onunla İslâm hakkında
konuştu. Museylime, peygamberlikten bir hisse verilmesini istedi). RasûhıHah:
— "(Değil
peygamberlikten bir pay;) şayet sen benden elimdeki şu deynek parçasını
istesen, onu bile sana vermem! Sen de Allah 'm senin hakkındaki hüküm ve
takdirini tecâvüz edemezsin, (O hüküm yalancı, maktul ve cehennemlik olmandır.)
Eğersen bana ve Hakk'a arka dönüp muhalefet edersen, Allah seni muhakkak helak
edecek-tir..." buyurdu [121].
88-.......Abdullah
ibn Mesûd (R) şöyle demiştir: Ben bir kerresinde Peygamber'le beraber
Medine'nin bâzı tarlaları içinde yürüyorduk. Peygamber (S) yanında bulunan
hurma dalından bir deyneğine dayanıyordu. Derken biz Yahudiler'den bir topluluk
üzerine tesadüf ettik. Onlardan birtakımı diğer takımına:
— O*na ruhtan sorun,
dedi. Bir takımı da:
— O'na birşey
sormayın. Belki bunun hakkında hoşlanmayacağınız bir cevâb getirir, dedi.
Bâzıları ise:
— Biz O'na muhakkak soracağız, dediler. Bunun
üzerine onlardan biri ayağa kalktı da:
— Yâ Ebâ'l-Kaasım, rüh nedir? diye sordu.
Peygamber (S) sükût
etti. Ben kendisine vahy verilmekte olduğunu bildim. Sonunda:
— "Sana ruhu sorarlar. De ki: Rûh,
Rabb'imin ermindendir. Onlara az bir ilimden başkası verilmemiştir'* (ei-tsrâ:
85) âyetini söyledi.
Râvî el-A'meş: Bizim
kıraatimizde böyle " Ve mâ ûtû( = Onlara verilmedi)" şeklindedir,
dedi [122].
"De ki: Rabb'imin
sözleri için denizler mürekkeb olsa ve bir o kadar daha yardımcı olarak ilâve
etsek, Rabb'imin
sözleri tükenmeden, o
denizler tükenir" (el-Kehf: 109);
"Eğer
yeryüzündeki (herbir) ağaç kalemler; deniz de arkasından yedi deniz daha
kendisine yardım ederek (mürekkeb) olsa, yine Allah'ın kelimeleri
tükenmez" (Lukmân: 27) [123];
Şübhesiz ki,
Rdbb'iniz* gökleri ve Yer*i altı günde yaratan, sonra (emri) Arş üzerinde
hükümrân olan Allah'tır. Kendisini durmayıp kovalayan gündüze geceyi, O bürüyüp
örter. Güneş'i, Ay'ı, yıldızlan -hepsi de emrine ram olarak- yaratan O. Haberin
olsun ki, yaratmak da, emretmek de O'na mahsûstur. Âlemlerin Rabbi olan
Allah'ın sânı ne kadar yücedir!" (el-A'râf: 54).
"Sahhara",
"ZeDele" (yânî "Alçaltıp itaat ettirdi") demektir [124].
89-.......Bize
Mâlik, Ebu'z-Zinâd'dan; o da el-A*rec*den; oda Ebû Hureyre(R)*den haber verdi
ki» Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Allah, ancak evinden kendi yolunda
cihâd etmek ve (Kur*ân'-da gelen) kelimelerini tasdik etmek niyeti çıkarıp da
kendi yolunda cihâd eden mücâhid için, şehîdlik suretiyle onu cennete
girdirmeyi yâhud nail olduğu sevâb ve ganimetle beraber evine s
"Allah
dilemeyince siz dilemezsiniz” (el-lnsân:
30, et-Tekvîr: 29).
"De ki: Ey mülkün
sahibi Allah, Sen mülkü kime dilersen ona verirsin, mülkü kimden dilersen ondan
alırsın. Kimi dilersen onun kadrini yükseltir, kimi dilersen onu alçaltının.
Hayır yalnız Senin elindedir. Şübhesiz Sen her şeye kaadirsin" (Âlu Imrân:
26).
"Hiçbirşey
hakkında 'Ben bunu herhalde yann yapayım' deme. Meğer ki (sözünü) Allah'ın
dilemesifne bağlamış olasın)" (el-Kehf: 23-24).
"Hakikat sen her
sevdiğini hidâyete erdiremezsin. Fakat Allah 'tır ki, kimi dilerse ona hidâyet
verir ve O, hidâyete erecekleri daha iyi bilendir" (el-Kasas: 56) [127].
Saîd ibnu'l-Müseyyeb,
babası el-Müseyyeb ibn Hazn el-Kureşî el-Mahzûmî(R)'den bu âyetin Ebû Tâlib hakkında
indiğini söylemiştir [128].
"... Allah size
kolaylık diler, size güçlük istemez* (el-Bakara:185).
90-.......Enes
ibn Mâlik (R), Rasûlullah (S) şöyle buyurdu, demiştir: "Sizler Allah 'a
dua ettiğiniz zaman, duada istemeyi kesin yapın. Sakın herhangibiriniz:
Allah'ım, dilersen bana ver! diye söylemesin. (Azimle, kesinlikle istesin.)
Çünkü Allah 'ı icbar edecek hiçbir kuvvet yoktur!" [130].
91-.......Alî
ibn EbîTâlib (R) haber verdi ki, Rasûlullah (S) bir gece kendisine ve
Rasûlullah'ın kızı Fâtima'ya gece ziyareti yapıp, onlara hitaben:
— "Sizler gece
namazı kılmaz mısınız?" buyurmuştur. AK şöyle dedi: Ben:
— Yâ Rasûlallah!
Nefislerimiz Allah'ın elindedir. Bizi uyandırmak dilerse uyandırır, dedim.
Ben Rasûlullah'a böyle
cevâb verince, bana hiçbir cevâb vermeyerek, hemen geri döndü. Sonra ben
yüzünü bizden çevirirken, O*-nun elini dizine vurarak: "... İnsan ne kadar
da çok cidalcidir" (ei-Kehf: 54) buyurduğunu işittim [131].
92-.......Bize
Hilâl ibn AK, Atâ ibn Yesâr'dan; o da Ebü Hureyre(R)'den tahdîs etti ki,
Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Mü'-min kişinin benzeri, bir sap
üzerinde biten taze ekin gibidir. Rüzgâr ona hangi taraftan gelirse onu eğer de
yaprağı diğer tarafa döner meyleder (fakat o yıkılmaz). Rüzgâr sakinleştiğinde
yine doğrulur. İşte mü'min kişi de böyledir. O da belâ sebebiyle eğilir (fakat
yıkılmaz). Haktan yüz çeviren kâfir kişinin benzeri ise sert ve dümdüz duran
çam ve dağ servisi gibidir. Nihayet Allah onu dilediği zaman (bir se^ ferde)
kırar devirir" [132].
93-.......ez-Zuhrî*den
(şöyle demiştir): Bana S
— Ey Rabb'imiz! Bunlar
bizden daha az çalıştılar, ve bizden daha çok ücret aldılar! dediler.
Allah Taâlâ:
— Ben sizin
ücretlerinizden herhangi birşey eksik verip size zulmettim mi? buyurur.
Onlar:
— Hayır
(gündeliğimizden eksik vermedin), derler. Allah da:
— İşte bu benim
fadlımdır ki, ben onu dileyeceğim kimselere veririm! buyurur" [133].
94-.......Ubâde
ibnu's-Sâmit (R) şöyle demiştir: Ben (Akabe gecesinde bey'at eden) nakîbler topluluğu
içinde Rasûlullah ile bey*at ettim. Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Ben
sizlerle şu şartlar üzerine bey'at ediyorum: Allah'a (ibâdette) hiçbirşeyi
ortak etmemek, hırsızlık yapmamak, zina eylememek, çocuklarınızı öldürmemek,
kendiliğinizden uyduracağınız hiçbir yalanla kimseye iftira etmemek, hiçbir
ma'rûfişte bana isyan etmemek üzere. İçinizden verdiği bu ahd ve sözünde kim
durursa, onun mükâfatı Allah 'in zimmet ve fadlı üzerinedir. Bu dediklerimden
birini yapıp da ondan dolayı dünyâda yakalanıp cezalanırsa, bu ikaab ona bir
keffârettir ve bir günâh temizleyicidir. Bunlardan birini yapıp da yaptığı
fiili Allah Taâlâgiz-lerse, onun bu işi Allah'a kalır. Allah isterse ona azâb
eder, isterse onu mağfiret eyler" [134].
95-.......Bize
Vuheyb, Eyyüb'dan; o da Muhammed ibn Sîrîn'den; o da Ebû Hureyre(R)'den şöyle
tahdîs etti: Allah'ın Peygamberi
— "Eğer
96-.......Bize
Hâlid el-Hazzâ, îkrime'den; o da tbn Abbâs(R)'tan şöyle tahdîs etti: Rasûlullah
(S) bir A'râbî'nin yanına, ona hasta ziyareti yapmak üzere girdi ve:
— "Hastalığın
zararsız geçmiş olsun, günâhlarını temizleyici bir keffârettir inşâallah'"
duasında bulundu.
İbn Abbâs dedi ki:
A'râbî:
— Günâhları
temizleyici bir keffârettir. Fakat bu öyle geçici bir hastalık değildir. Bu
yaşlı bir ihtiyar hasta üzerinde harareti kaynayan ve onu kabirleri ziyaret
ettirecek olan humma hastalığıdır! dedi. Peygamber (S) de: — "Şu hâlde
peki (öyle olsun)/" buyurdu [136].
97-.......Bize
Huşeym ibn Buşeyr, Husayn ibn Abdirrahmân'dan; o da Abdullah ibn Ebî
Katâde'den; o da babası Ebû Katâ-de(R)'den şöyle haber verdi: Bir seferde
sahâbîler sabah namazını kılmaktan güneş çıkıncaya kadar uyuyakaldıktan zaman,
Peygamber (S): "Şübhesiz Allah Taâlâ istediği zamanda sizin ruhlarınızı
kab-zetti, yine istediği zamanda onları geri çevirdi" buyurdu.
Akabinde sahâbîler
hacetlerini yerine getirdiler ve abdestlerini aldılar. Güneş doğup bembeyaz
olduğu (yânî yükseldiği) zaman Peygamber kalktı ve sahâbîlere (cemâatle o
geçen) namazını kıldırdı [137].
98-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Müslümanlardan bir adamla Yahûdîler'den bir adam
birbiriyle sövüştü. Müslüman:
— Muhammed'i âlemler
üzerine seçip tercih eden Allah'a yemîn ederim ki, dedi.
Bunu, yapmakta olduğu
bir yeminde söyledi. Yahûdî olan kimse de:
— Musa'yı âlemler
üzerine seçip tercîh eden Allah'a yemîn ederim ki, dedi.
Müslüman bu sırada
elini kaldırıp Yahudi'nin yüzüne bir tokat vurdu. Bunun üzerine Yahûdî,
Rasûlullah'a gitti. Kendisinin ve müs-lümân zâtın işinden olup biten şeyleri
Rasûlullah'a haber verdi. Bunun üzerine Peygamber (S):
— "Beni Mûsâ üzerine hayrlıdır demeyiniz.
Çünkü insanlar kıyamet gününde hep düşüp bayılacaklar. (Ben de bayılacağım.)
Fakat ilk ayılan ben olacağım. O anda ben Musa'yı Arş'ın bir tarafına sıkıca
tutunmuş bulacağım. Bilmiyorum, Mûsâ da bayılanların içinde idi de benden
evvel mi ay ildi, yâhud baygınlıktan Allah'ın istisna ettiği kimselerden mi
oldu?" buyurdu [138].
99-.......Bize
Şu'be, Katâde'den haber verdi ki, Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Rasûluüah
(S) şöyle buyurdu: "Medine'ye Dec-câl gelecek, fakat meleklerin onu
bekleyip korumakta olduklarını bulacak. Artık inşâaüah Medine'ye Deccâlde, tâûn
da yaklaşmayacaktir" [139].
100-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Her peygamberin
(kabul edilecek) bir duası vardır. Ben duamı inşâattan kıyamet günü ümmetime
şefaat etmek için saklamak istiyorum" [140].
101-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Ben uyurken
kendimi bir kuyu başında gördüm. Onun suyundan Allah'ın çekmemi istediği kadar
su çektim. Sonra kovayı benden Ebû Kuhâfe'nin oğlu Ebû Bekr aldı. O da kuyudan
bir yâ-hud iki kova su çekti. Onun çekişinde bir zayıflık ve güçlük vardı.
Allah Ebû Bekr'i mağfiret eylesin. Sonra kovayı Umer aldı. Ve alınca bu kova
Umer'in elinde büyük bir kovaya dönüştü. Ben, halk içinde Umer'in gördüğü işi
görebilecek kuvvette ve mükemmellikte kâmil bir kişi göremedim. En sonu
insanlar o meydanı develerin sulak ve eylek yeri edindiler" [141].
102-.......Ebû
Mûsâ (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) kendisine birşey isteyen geldiği zaman
-Ebû Mûsâ bazen de şöyle demiştir: Kendisine birşey isteyen yâhud da bir hacet
sahibi geldiği zaman- etrafında bulunan sahâbîlerine:
— "(Bu kimsenin
ihtiyâcının görülmesi hususunda) şefaat ediniz (bana delâlet ediniz), böylece
sizlere de ücret ve sevâb verilin Bununla beraber Allah Taâlâ, Rasûlü'nün dili
ile (yânî O'nun duâ ve istirhamı üzerine) dilediği şeyi yerine getirip infaz
eder" buyururdu [142].
103-.......Hemmâm
ibn Münebbih, Ebû Hureyre(R)'den işitti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Sizin herhangibiriniz duasında: 'Allah'ım, dilersen beni mağfiret eyle!
Dilersen bana merhamet eyle! Dilersen bana rızık ver!* demesin. Azim ve
kesinlikle (Yâ Rabb, beni mağfiret et, bana merhamet eyle! diye) duâ etsin.
Çünkü Allah, dileyeceği herşeyi yapar, O'nu zorlayacak hiçbir kuvvet yoktur"
[143].
104-.......Bize
el-Evzâî tahdîs etti. Bana İbn Şihâb, Ubeydullah ibn Abdillah ibn Utbe ibn
Mes'ûd'dan; o da tbn Abbâs'tan tahdîs etti. îbn Abbâs (R) ile Hurr ibnu Kays
ibn Hısn el-Fezârî, Mûsâ*nnı sahibi hakkında: "O, Hıdır mıdır?" diye
mücâdele ettiler.
Bu sırada onların
yanından Ubeyy ibn Ka'b el-Ensârî geçti. îbn Abbâs, Ka'b'ı çağırdı da:
— Ben ve şu arkadaşım,
Mûsâ Peygamber'in buluşmak için yolunu sorup istemiş olduğu sahibi hakkında
münâkaşa ettik. Sen Ra-sûlullah(S)'tan onun hâlini zikrederken birşey işittin
mi? dedi.
Ubeyy ibn Ka'b:
— Ben
Rasûlullah(S)'tan işittim, şöyle buyuruyordu: "Mûsâ Peygamber İsrail
oğullarından bir topluluk içinde bulunduğu sırada ona
bir adam geldi de:
— Senden daha âlim bir
kimse bitiyor musun? diye sordu.
Mûsâ da:
— Hayır bilmiyorum,
dedi. Bu cevâbı üzerine Musa'ya:
— Evet, benim kulum
Hadır (Hızır) vardır (o senden bâzı hususlarda daha âlimdir), diye vahy
verildi.
Bunun üzerine Mûsâ
Peygamber o daha âlim olan kul ile buluşma yolunu istedi. Allah da ona
(Hızır'ın mekânı ve buluşma yerine alâmet olmak üzere) balığı bir âyet, bir
nişan kıldı. Ve Musa'ya:
— Yâ Mûsâ, balığı kaybettiğin zaman hemen geri
dön. Çünkü sen o kula orada kavuşacaksın! denildi.
Artık Mûsâ balığın
kaybolduğu denizin içinde balığın izini ta'-kîb edecek idi. Yola devam ettiler.
Bir yerde Musa'nın hizmetçisi olan genç, Musa'ya:
— Ne dersin? Kayanın
yanında barındığımız zaman (balığın denize düşüp hareket ettiğini görmüştüm;)
ben balığı unuttum. Onu zikretmemi bana unutturan ancak şeytândır, dedi.
Mûsâ:
— Zâten istediğimiz bu
idi, dedi.
Bunun üzerine kendi
izlerine baka baka geriye döndüler. Sonunda taşın yanında Hadır'ı buldular.
Hadır'la Musa'nın işinden Allah'ın el-Kehf Sûresi'nde hikâye ettiği şeyler oldu
[144].
105-.......Bize
Yûnus, îbn Şihâb'dan; o da Ebû Seleme ibn Abdirrahmân'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den
haber verdi ki, Rasûlullah (S) -Veda Haccı'nda Minâ'dan Mekke'ye inmek
istediğinde-: "Yârın inşâattan Kinâne oğulları yurduna ineriz ki, orada
Kureyş ile Kinâne oğulları küfr üzerine ahid yapmışlardı" buyurmuştur.
Rasûlullah, Kinâne
oğulları hayfı demekle, Muhassab mevkiini kasdediyordu [145].
106-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Tâif ehlini muhasara etti de onları
fethedemeyince:
— "înşâaltah yarın Medîne'ye döneceğiz*'
buyurdu. Müslümanlar:
— Onların kalelerini
fethetmeden nasıl döneriz?! dediler. (Bu i'tirâz üzerine) Peygamber:
— "Öyle ise yarın harbe hazır olun!"
buyurdu.
Ertesi gün harbe
giriştiler. (Düşmanın çetin müdâfaa harbi yapmasından) sahâbîlere çok yaralar
isabet etti. Bunun üzerine Peygamber:
— "İnşâattah yarın döneceğiz!"
buyurdu.
Bu defa bu dönme
kararı sahâbîleri sevindirmiş gibi oldu. Rasûlullah da sahâbîlerin bu
sevinmelerinden gülümsedi [146].
Burada "Rabb'iniz
ne yarattı?" demedi (de "Rabb'iniz ne buyurdu?" dedi [147].
Ve zikri ulu Allah
şöyle buyurdu:
"O'nun izni
olmadıkça nezdinde şefaat edecek kim?" (el-Bakara: 255).
Mesrûk, İbn Mes'ûd'dan
şöyle söyledi:
Allah vahy ile kelâm
ettiği zaman gökler ahâlîsi birşey işitirler. Meleklerin kalblerinden korku
giderildiği ve ses
sakin olduğunda, onlar
bu sesin Rabb'leri tarafından olan hakk olduğunu tanırlar. Ve birbirlerine:
"Rabb'iniz ne buyurdu?" diye nida ederler. Onlar da:
"Hakkı
buyurdu" derler [148].
Ve Câbir ibn
Abdilİah'tan zikrolunuyor ki, Abdullah ibn Uneys el-Ensârî şöyle demişti*: Ben
Peygamber(S)'den işittim, şöyle Duyuruyordu:
"Allah kıyamet
gününde kulları toplar da onlara uzak olanın yakın olan kimsenin işitmesi gibi
işiteceği bir ses
ile nida eder: Melik
ancak benim! Deyyân (yânî karşılık verici) ancak benim! buyurur'*.
107- Bize
Alî ibn Abdillah tahdîs etti. Bize Sufyân ibn Uyeyne, Amr ibn Dinar'dan; o da
îkrime'den tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R) bu hadîsi Peygamber'e ulaştırır:
Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Allah Taâlâ semâdaki meleklere bir emrin
infaz olunmasını hükmettiği zaman düz bir taş üstünde hareket ettirilen zincir
sesi gibi heybetli olan bu ilâhî hükme, melekler tamâmiyle boyun eğerek (korku
ile) kanatlarını birbirine vururlar. Gönüllerinden bu korku gidince melekler,
Cebrail ve Mîkâîl gibi Mukarreb Meleklerde:
— Rabb'iniz ne
söyledi? diye sorarlar. Mukarreb Melekler de:
— Allah ancak hakkı
buyurdu. Allah yücedir. Allah büyüktür!
derler".
Alî ibn Medînî ve
Sufyân ibn UyeyneMen başkası "Fâ"mn fet-hasıyle "Safavânin"
diye söylemişlerdir.
AB ibnu'l-Medînî şöyle
dedi: Ve bize Sufyân tahdîs etti. Bize Amr, Îkrime'den; o da Ebû Hureyre'den bu
hadîsi tahdîs etti.
Sufyân şöyle dedi: Amr
şöyle dedi: Ben îkrime'den işittim: Bize Ebû Hureyre tahdîs etti.
Alî ibn Medînî şöyle
dedi: Ben Sufyân'a söyledim. O:
— Ben İkrime'den
işittim, dedi; o da: Ben Ebû Hureyre'den işittim dedi, dedim.
Oda:
— Evet (hadîs böyle de
geldi), dedi. Alî dedi ki: Ben Sufyân'a:
'
— Bir insan Amr'dan; o
da îkrime'den; o da Ebû Hureyre'den rivayet etti ki, o bunu Peygamber'e
yükseltiyordu. Peygamber "Fuzzia" şeklinde okumuştur, dedim.
Sufyân:
— Amr da böyle okudu.
O bunu îkrime'den böyle mi işitti, yâ-hud kendisi nefsinden böyle mi okudu,
bilmiyorum? dedi.
Sufyân:
— Bu, bizim kirâatimizdir, dedi [149].
108-.......Ibn
Şihâb'dan (şöyle demiştir): Bana Ebû Seleme ibn Abdirrahmân haber verdi ki, Ebû
Hureyre (R) şöyle der idi: Rasû-lullah (S) şöyle buyurdu: "Allah Kur'ânU
tegannf etmekte olan bir peygamberi dinlediği kadar hiçbir şeyi
dinlemedi".
Ebû Hureyre'nin bir
arkadaşı: "Tegannt" ile "Kur'ân'ı aşikâre okumakta olan"
demeyi kasdeder, dedi [150].
109-.......Ebû
Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Azîz,
Celîl Allah kıyamet günü:
— Yâ Âdem! diye nida eder. Âdem de:
— Lebbeyke ve sa
*deyke (= Yâ Rabb, emrine tekrar tekrar icabet ve emrini yerine getirmeye
dâima hazırım)/ diyecek.
Allah, Âdem'e bir ses
ile:
— Allah sana
zürriyetinden cehenneme gidecek bir topluluğu çıkarmanı emrediyor! diye nida
edecek" [151].
110-.......Âişe
(R): Ben, Peygambef(S)*in kadınlarından hiçbirisi hakkında Hadîce'ye karşı
kıskançlığım derecesinde kıskanç değildim. Yemîn olsun, Rabb'i Peygamber'e,
HadîcVye cennette bir ev ile müjde vermesini emretmiştir, dedi [152].
Ebû Ubeyde Ma'm er
ibnu'l-Müsennâ:
"înneke
le-tulakkâ'l-Kur*âne... ^Şübhesiz bu Kur'ân sana Haktm, Alîm tarafından
veriliyor" (en-Neml: 6)
"Bu Kur'ân sana
ilkaa olunuyor, sen de onu telâkki ediyorsun, yânî sen onu meleklerden alıyorsun
demektir.
"Ve telakkaa
Âdemu min Rabbihi kettmâtin = Derken Âdem Rabb'inden kelimeler belleyip
aldı..." (el-Bakara: 37) kavli de bunun benzeridir, demiştir.
111-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Allah Tebâreke ve
Taâlâ bir kulu sevdiği zaman Cibril'e:
— Allah fulân kulu
sevmiştir, onu sen de sev! diye nida eder. Cibril de o kulu sever. Sonra Cibril
gök halkına:
— Allah fulân kulu
sevmiştir, sizler de onu sevin! diye nida eder. Gök ahâlîsi de o kulu severler.
Ve Yer ahâlîsi arasında da o kimse için (gönüllerine) bir kabul konulur" [154].
112- Bize
Kuteybe ibn Saîd, Mâlik'ten; o da Ebu'z-Zinâd'dan; o da el- Vrec'den; o da Ebû
Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "(Her
gün) birtakım melekler geceleyin, diğer birtakım melekler de gündüzleyin
birbirinin akabinde size gelirler. Bunlar ikindi ile sabah namazlarında bir
yere gelip birleşirler. Sonra (evvelce) içinizde kalmış olanlar semâya
çıkarlar. Rabb'leri kullarının hâllerini en iyi bilirken (yine) o meleklere:
— Kullarımı ne hâlde
bıraktınız? diye sorar.
Onlar da:
— Onları namaz
kılarlarken bıraktık, nitekim namaz kılarlarken
bulmuştuk, cevâbını
verirler" [155].
113-.......Bize
Şu'be, Vâsü el-Ahdeb'den tahdîs etti ki, el-Ma'rûr şöyle demiştir: Ben Ebû Zerr
(Cundeb ibn Zurâre -R)*den işittim, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Cibrtl bana geldi ve bana:
— Allah'a hiçbirşeyi
ortak kılmayarak Ölen her kişi cennete girer! diye müjdeledi.
Ben:
— Yâ Cibril, bu kimse hırsızlık yapsa, zina
etse de mi? diye sordum.
Cibril:
— (Evet.) Hırsızlık
yapmış ve zina etmiş olsa da (cennete girer)/ diye cevâb verdi" [156].
Müfessir Mucâhid ibn
Cebr: "(Allah, yedi göğü ve yerden de onların mislini yaratmış olandır.)
Emr bütün bunların arasında durmadan iner durur..." (et-Talâk: 12) kavli
hakkında: "Emr91, yedinci semâ ile yedinci Arz arasında iner durur,
demiştir [158].
114-.......el-Berâ
ibn Âzib (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Yâ fulan!
Yatağına girdiğinde şu duayı şöyle:
Allah'ım! Kendimi Sana
tesltm ettim. Yüzümü Sana çevirdim, işimi Sana ısmarladım, sırtımı Sana
dayadım. Seni dilerim ve Sen'-den korkarım. Sen'den başka sığınacak, Sen'den
başka kurtaracak yoktur. Kurtulma ve koruma ancak Sana âiddir. Ben Sen'in
indirdiğin Kitâb'na inandım ve gönderdiğin Peygamber'ine îmân ettim!
Eğer sen o gecende
ölecek olursan, fıtrat (yânî îslâm Dîni) üzere ölürsün, eğer sabaha çıkarsan, sevaba
isabet etmiş olursun" [159].
115-.......Abdullah
ibn Ebî Evfa (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Ahzâb gününde (müşrikler
aleyhine) şöyle duâ etti: "Yâ Allah! Ey Kitâb'ı indiren, ey hesabı çabuk
olan Allah'ım! Şu toplanıp gelmiş düşman kabilelerini dağıt, onların
topluluklarım kır, irâdelerini sars!"
el-Humeydî şunu ziyâde
etti: Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs etti. Bize İbnu Ebî Hâlid tahdîs etti. Ben
Abdullah ibn Ebî Evfâ'dan işittim; ben Peygamber(S)'den işittim [160].
116- Bize
Müsedded, Huşeym'den; o da Ebû Bişr'den; o da Şa-îd ibn Cubeyr'den; o da Ibn
Abbâs(R)'tan tahdîs etti. O: "...Namazında pek bağırma, sesini o kadar
kısma da. ikisinin arası bir yol tut *' (ei-lsrâ: no) âyeti, Rasûlullah (S)
Mekke'de gizli yaşamakta iken indirildi. Fakat Rasûlullah, sahâbîleriyle namaz
kıldığı zaman Kur'ân okurken sesini yükseltir, müşrikler ise O'nun sesini
işitirler de hem Kur'ân'a, hem Kur'ân'ı indirene, hem de Kur'ân kendisine
gelmiş olana söverlerdi. Yüce Allah: "Namazında pek bağırma, sesini o
kadar kısma da", yânî, "Namazında kıraatini çok açıklama, sonra müşrikler
işitirler. Ve sesini sahâbîlerinden gizli de yapma. Sonra onlara
işit-tiremezsin. Bunun ikisi arası bir yol tut, pek bağırmayarak onlara işittir
ki, onlar Kur'ân'ı Sen'den alabilsinler" buyurdu [161].
"Hakîkaten o,
hakk ile bâtılı katı ay ir deden bir sözdür": Haktır; **O bir şaka
değildir" (et-Tânk: 13): **O oyun ve eğlence değildir" [162].
117-.......ez-Zuhrîbize
Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir
Peygamber (S) şöyle dedi: "Yüce Allah: Âdem oğlu dehre söverek beni
ezalarıdır ir. Hâlbuki ben dehr*-im (yânî dehrin yaratanıyım). Her emr benim
elimdedir. Geceyi gündüzü ben arka arkaya getiririm! buyurdu" [163].
118-.......
Bize el-A'meş, Ebû S
119-.......Bize
Ma'mer ibn Râşid, Hemmâm ibn Münebbih'ten; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi
ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Eyyûb Peygamber çıplak olarak
yıkandığı sırada üzerine altından birçok çekirgeler düştü. Eyyûb da avuç avuç
alıp elbisesinin içine atmağa başladı. Rabb'i ona:
— Yâ Eyyûb! Ben seni şu görmekte olduğun
şeylerden zengin kılmamış mı idim? diye nida edince:
— Evet yâ Rabb (beni
zengin kılmıştın). Lâkin Sen'in bereketinden müstağni kalacağım yok! cevâbını
verdi [165].
120-.......Bana
Mâlik, îbn Şihâb'.dan; o da Ebû Abdillah el-Egarr'dan; o da Ebû Hureyre(R)*den
tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle demiştir: "Rabb'imiz Tebâreke ve
Taâlâ her gece, gecenin son üçte biri kaldığında dünyâ semâsına iner de: Bana
kim duâ eder ki, onun duasına icabet edeyim! Benden kim hacet ister ki,
dileğini vereyim! Benden kim mağfiret ister ki, onu mağfiret edeyim!
buyurur" [166].
121-.......Bize
Ebu'z-Zinâd tahdîs etti. Ona da el-A'rec tahdîs etmiştir. O da Ebû
Hureyre(R)'den işitmiştir. O da Rasûlullah(S)'tan: "Bizler (dünyâda) en
sonra gelenleriz, kıyamet gününde ise en başa geçecek olanlarız*' buyururken
işitmiştir.
Bu "Bize
Ebû'l-Yemân tahdîs etti" isnâdıyle gelen hadîsin sonunda: Allah: "Ey
kulum, sen in/âk et, ben de sana infak edeyim" buyurdu, demiştir [167].
122-.......Bize
îbnu Fudayl, Umâre'den; o da Ebû ZurVdan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti:
(Cibril, Pegamber'e geldi ve:) "İşte şu Hadtce'dir. Sana içinde bir
yiyecek bulunan bir kap yâhud içinde bir içecek şey bulunan bir kap getirdi.
Ona Rabb'i tarafından selâm söyle ve kendisini, cennette gürültü ve yorulmak
bulunmayan inciden yapılmış bir beytle müjdele! dedi" [168].
123-.......Bize
Ma'mer ibn Râşid, Hemmâm ibn Münebbih'ten; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi
ki, Peygamber (S) şöyle demiştir: "Allah Taâlâ: Ben iyi kullarım için
hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir beşer kalbine
gelmeyen birtakım ni'metler hazırladım, buyurdu" [169].
124-.......Bize
"Allah'ım, her
hamd Sen'in içindir. Sen göklerin ve Yer'in nurusun. Hamd Sana mahsûstur. Sen
göklerin ve Yer'in daimî tedbîr edicisisin. Hamd Sana mahsûstur. Sen göklerin,
Yer'in ve bunlardaki herşeyin Rabb'isin. Sen Hakk'sın. Va'din de haktır.
Sen'insözün de ancak haktır. Sana kavuşmak haktır. Cennet haktır. Cehennem de
haktır. Peygamberler de haktır. Kıya
125-.......Bize
Yûnus ibn Yezîd el-Eylî tahdîs edip şöyle dedi; Ben ez-Zuhrî'den işittim, şöyle
dedi: Ben Urve ibnu'z-Zubeyr'den, Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den, Alkame ibn
Vakkaas'tan ve Ubeydullah ibn Abdillah'tan, iftira ehlinin Peygamberin zevcesi
Âişe hakkında dediklerini dedikleri ve Allah'ın da iftiracıların dediklerinden
onu temize çıkardığı zamanki hadîsini işittim. Bunlardan herbiri bana Âişe'den
tahdîs ettiği hadîsten bir taifeyi tahdîs etti. Âişe (R) hadîsinin sonunda
şöyle demiştir:
— Allah'a yemîn ederim
ki, Allah'ın benim berâetim hakkında tilâvet edilecek bir vahy indireceğini hiç
zannetmezdim. Ve elbette benim sânım, benim nefsimde Allah'ın benim hakkımda tilâvet
edilecek bir emirle tekellüm etmesinden çok hakîr idi. Fakat ben Rasûlullah'ın
uykuda bir ru'yâ görmesini ve Allah'ın beni o ru'yâ ile temize çıkaracağını
ümîd ediyordum. Nihayet Yüce Allah şu on âyeti indirdi: "O uydurma haberi
getirenler içinizden bir zümredir. Onu sizin için bir serr sanmayın. BiVakis o,
sizin için bir hayırdır. Onlardan herkese kazandığı günâh vardır. Onlardan
büyüğünü üzerine olan adam: en büyük azâb onundur.,," (en-Nün 11-21) [171].
126-.......Bize
el-Mugîre ibnu Abdirrahmân, Ebu*z-Zinâd*dan; o da el-A'rec'den; o da Ebû
Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlul-lah (S) şöyle demiştir: "Yüce Allah
(kullarının hasene ve seyyielerini yazmağa me'mûr olan meleklerine) her zaman
şöyle buyurur: Kulum fena bir iş yapmak istediğinde hemen bu irâdesini
defterine yazmayınız, tâ bu irâdesini gerçekleştirip o fiili yapıncaya kadar
bekleyiniz. Eğer o fenalığı yaparsa, o yaptığı fenalığın bir mislini yazınız.
Eğer benden çekinerek yapmaz, bırakırsa, bu defa onun hesabına bir hasene
yazınız- Bir de kulum bir güzel iş yapmak ister de (herhangibir sebeble)
yapamazsa, ona bu güzel niyetine mükâfat olarak bir hasene yazınız. Eğer
yaparsa, yaptığı o işin mükâfatını on mislinden ye-diyüz katına kadar
yazınız" [172].
127-.......Bana
— Ne dersin? buyurdu.
Rahim:
— Yâ Rabb! Bu kıyam ve ilticam, hısımlığı
kesmekten Sana sığınmak makaamıdır (Sana sığınıyorum), dedi.
Yüce Allah:
— Ey rahim, sen razı
olmuyor musun? Seni ekleyip hakkını veren kimseye ben de ihsanımı ekleyip
mükâfatını vereyim, seninle ilgiyi kesip hakkını tanımayanı ben de ilgiyi
azaltıp cezalandırayım! buyurdu.
Rahim de:
~ Evet razıyım, dedi.
Allah Taâlâ da:
— İşte rahimin hakkını
gözetenlerle gözetmeyenlerin hâli böyle
olacaktır!
buyurdu".
Bundan sonra Ebû
Hureyre: "Demek, idareyi ve hâkimiyeti ele alırsanız» hemen yeryüzünde
fesâd çıkaracak, akrabalık münâsebetlerinizi bile parçalayıp keseceksiniz,
öyle mi?" (Muhammed: 22) [173].
128-.......Zeyd
ibn Hâlid (R) şöyle demiştir: Peygamber'in duâsıyle yağmura kavuştuk. Peygamber
(S) dedi ki: "Allah Taâlâ: Kullarımdan kimi bana kâfir, kimi de bana
mü'min olarak sabahı etti... buyurdu" [174].
129-.......Bana
Mâlik, Ebu'z-Zinâd'dan; o da el-A'recfden; o da Ebû Hureyre(R)*den tahdîs etti
ki, Rasûlullah (S) şöyle demiştir: "Allah Taâlâ: Kulum bana kavuşmayı arzu
ettiği zaman, ben de ona kavuşmayı arzu ederim. Kulum bana kavuşmayı istemediği
zaman ben de ona kavuşmayı istemem! buyurdu" [175].
130-.......Bize
Ebu'z-Zinâd, el-A'rec'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah
(S): "Allah Taâlâ: Ben kulumun beni zannı yanındayım, buyurdu'* demiştir [176].
131-.......Bize
Mâlik, Ebu'z-Zinâd'dan; o da el-A'rec'den; o Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti.
Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Asla hiçbir hayır yapmamış olan bir
adam (kendi ailesine hitaben: Bu vücûd) Öldüğü zaman siz onu yakın. Sonra
külünün yarısını kara tarafına (rüzgârla) tozutup uçurun, yarısını da deniz
içine doğru tozutun. Allah 'a yemîn ederim ki, eğer Allah onu ele geçirmeğe
kaadir olursa, onu muhakkak âlemlerden hiçbir kimseye tatbik etmediği bir
azabla azablandırocaktır, dedi.
(Bu kimse Öldüğü zaman
emrettiği işleri yaptılar.) Neticede Allah denize emretti, deniz kendisinde
bulunan kul zerrelerini topladı. Allah karaya emretti, o da hemen kendisinde
bulunan zerreleri topladı. Sonra Allah o kimseye;
— Bunu niçin yaptın?
diye sordu. O zât:
— Sen'den korktuğumdan
dolayı yâ Rabb! Hâlbuki Sen en iyi
bilensin! dedi.
Bunun üzerine Allah o
kimseyi mağfiret eyledi" [177].
132-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle buyurdu:
"Bir kula (bilmeyerek) bir günâh isabet edip veya bilerek bir günâh
işleyip de [178]:
— Yâ Rabb, ben (bilerek) bir günâh işledim,
yâhud (bilmeyerek) ben bir günâha uğramış oldum, kusurumu af\ ve mağfiret
eyle! diye (günâhını i'tirâf ve) niyaz ederse, o kulun Rabb'i:
— Demek ki kulum
(dilerse) günâhını affedecek, (dilerse) cezalandıracak muhakkak bir Rabb 7
olduğunu bildi. Şu hâlde ben de kulumu mağfiret ettim! buyurur.
Sonra bu kul Allah'ın
dilediği kadar bir zaman (günahsız) yaşar. Sonra bir günâh daha isabet edip
veya bir günâh işleyip de;
— Yâ Rabb! Ben (bilerek) bir günâh işledim,
yâhud (bilmeyerek) bir günâha uğradım. Kusurumu afv ve mağfiret eyle! diye
niyaz ederse, o kulun Rabb'i:
— Demek ki, kulum
günâhını affedecek veya cezalandıracak bir Rabb'i bulunduğunu gereği gibi
bildi. Şu hâlde ben de bu kulumu mağfiret ettim! buyurur.
Sonra bu kul Allah 'in
dilediği kadar bir zaman günahsız yaşar. Sonra bir günâha isabet edip veya
günâh işleyip de:
— Yâ Rabb! Ben bir günâh işledim veya bir
günâha uğradım, kusurumu afv ve mağfiret eyle! diye niyaz ederse, o kulun
Rabb'i:
— Demek ki, kulum
günâhını affedecek veya cezalandıracak bir Rabb'i bulunduğunu gereği gibi
bildi. Şu hâlde ben de bu kulumu mağfiret ettim! buyurur.
Sonra bu kul Allah 'in
dilediği kadar bir zaman günahsız yaşar. Sonra bir günâha isabet edip veya
günâh işleyip de:
— Yâ Rabb! Ben bir günâh işledim veya bir
günâha uğradım, kusurumu afv ve mağfiret eyle! diye Allah'a yalvanrsa, o kulun
Rabb'i:
— Demek ki, kulum
günâhını affedecek veya cezalandıracak bir Rabb'i olduğunu bildi, ben de üç
defa kendisini afv ve mağfiret ettim. Artık (günâh işlediğinde tevbe etmesini
bilen) bu kulum dilediği işi işlesin! buyurur" [179].
181
133-.......Bize
Katâde, Ukbe ibnu Abdilgâfır'den; o da Ebû Saîd el-Hudrî(R)*den tahdîs etti.
Peygamber (S) geçmiş insanlar içinde yâhud sizden evvelki milletler içinde bir
adamı zikretti de bir kelime söyledi. Yânı "Allah o adama mal ve evlâd
verdi. Nihayet ona vefat zamanı yaklaştığında, oğullarına hitaben:
— Ben size nasıl bir
baba oldum? diye sordu.
Oğullan:
— Sen bize hayırlı bir baba oldun, dediler.
Adam:
— Şu muhakkak ki, bu
baba A ilah yanında önden bir hayır göndermedi yâhud bir hayır biriktirmedi.
Şübhesiz Allah (tevhîdden başka hiçbir hayrı olmayan) bu zâtı ele geçirdiğinde,
ona dzâb edecektir. Şimdi bakınız! Ben öldüğüm zaman sizler beni kömür oluncaya
kadar yakınız. Sonra beni ezip öğütünüz -yâhud: beni toz yapınız, dedi-. Sonra
rüzgârı şiddetli esen bir gün olunca, benim tozlarımı bu şiddetli rüzgârın
içinde uçurup dağıtın! dedi".
Allah'ın Peygamberi
şöyle dedi: "O adam, Rabb 'ime yemin olsun, bu dediklerimi muhakkak
yapacaksınız diye, oğullarından mî-sâklarını, yânf taahhüdlerini aldı. Onlar da
babalan öldükten sonra onun vasiyet ettiği işleri yaptılar. Sonra onun tozlarını
rüzgârı şiddetli esen bir günde uçurup dağıttılar. Azız ve Celîl olan A Hah o
tozlara 'Ol!'emrini verdi. Derhâl o tozlar ayakta dikilen bir adam oluverdi.
Allah:
— Ey kulum! Sen 'in bu
yaptığın işleri yapmana seni sevkeden nedir? diye sordu.
O zât:
— Sen'in korkun, yâhud
Sen'den korkmaktır, dedi. Allah:
— Kusuru, elden kaçan
fırsatı Allah'ın merhamet etmesi telâfi eder -yâhud diğer bir kerre de: Kusuru,
elden kaçan fırsatı Allah korkusundan başkası telâfi edemez-, buyurdu".
Râvî
134- Bize
Müsâ tahdîs etti. Bize Mu'temir tahdîs edip "Lem yebteir-Hayır
göndermedi" dedi.
Râvî Halîfe de şöyle
dedi: Bize Mu'temir tahdîs etti de "Ve lem yebteiz" kelimesini
söyledi. Katâde bunu "Biriktirmedi" diye tefsîr etti [181].
135-.......Bize
Ebû Bekr ibnu Ayyaş tahdîs etti ki, Humeyd et-Tavîl şöyle demiştir: Ben
Enes(ibn Mâlik- R)*ten işittim, şöyle dedi: Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle
buyuruyordu: "Kıyamet günü olduğunda (Allah tarafından) umûmî şefaate ben
me'mûr edilirim.
Ben:
— Yâ Rabbi, kalbinde hardal tanesi kadar îmânı
olanları cennete koy! diye niyaz ederim.
Bunlar cennete
girerler. Sonra ben:
— Yâ Rabbi, kalbinde
hardal tanesinden daha az îmânı olanları da cennete koy! diye şefaat
ederim".
Enes ibn Mâlik:
{"Az bir şey" dediği sırada) ben Rasûlullah'ın parmaklarına bakar
gibi idim (O, parmaklarım birbirine yumarak azlığa işaret ediyordu), demiştir [183].
136-.......Bize
Ma'bed ibnu Hilâl el-Anezî tahdîs edip şöyle dedi: Biz Basra ahâlîsinden birkaç
kişi bir araya toplandık da Enes ibn Mâ-lık'ı ziyarete gittik. Bizimle beraber
Sabit ei-Bunânî de gitmişti. Sâbit bize Eneslen "Büyük Şefaat
Hadîsi"ni sorduracaktı. Enes Basra'ya iki fersah mesafede bulunan Zaviye mevkiindeki
kasrında ikaamet ediyordu. Ziyaretimiz Enes'in Duhâ namazı kıldığı bir zamana
tesadüf etmişti. Biz içeri girmeye izin istedik. Bize izin verdi. Verilen izin
üzerine biz Enes ibn Mâlik'in huzuruna girdik.
Enes bir minder
üzerinde oturuyordu. Girerken biz Sâbit'e, Şefaat Hadîsi'nden önce hiçbirşey
sormamasını tenbîh etmiştik. O da:
— Yâ Ebâ Hamza! Bu
Basralı kardeşlerimiz size Şefaat Hadî-si'ni sormaya geldiler, dedi.
Bunun üzerine Enes:
— Bize Muhammed (S) tahdîs edip şöyle buyurdu:
"Kıyamet günü
olduğu zaman insanlar birbiri üzerine dalgalanıp çalkalanırlar. Nihayet Âdem'e
gelirler de:
— Rabb 'in huzurunda
bize şefaat et! derler. O da:
— Ben buna ehil
değilim. Fakat sizler İbrahim'e gidin. Çünkü o, Hatîlullah'tır der".
Dedi ki: "Sonra
İbrahim'e gelirler. O da:
— Ben buna ehil
değilim. Fakat siz Mûsâ 'ya gidin. Çünkü o Ke-lîmullah'tır (yânı Allah'ın kelâm
ettiği peygamberdir), der.
Akabinde insanlar
Musa'ya gelirler. O da:
— Ben buna ehil
değilim. Lâkin sizler isa'ya gidin. Çünkü o Allah'ın Ruhu ve Kelimesi'dir,
der.
fsâ'ya gelirler. O da:
~ Ben buna ehil
değilim. Lâkin siz Muhammed(S)'e gidin, der.
İnsanlar bana
gelirler. Ben de:
— Ben onun
için{yaidX\\m\ş)imdir, derim.
Hemen gider, Rabb'imin
huzuruna izin isterim. Bana izin verilir. Bana şimdi hatırlayamadığım,
Kendisine yapacağım birtakım hamdler ilham eder. Ben bu hamdlerle hamdederim ve
Kendisine secdeye kapanırım. Bana:
— Yâ Muhammed! Başını kaldır, söyle, sözün
dinlenir; iste, isteğin sana verilir; şefaat et, şefaatin kabul edilir!
buyurulur.
Bunun üzerine ben:
— Yâ Rabb! Ümmetimi, ümmetimi! diye şefaat
dilerim. Bana:
— Git, kalbinde bir
arpa ağırlığı kadar îmân bulunan kimseleri oradan çıkar! denilir.
Ben de gider bunu
yaparım.
Sonra yine Rabb'ime
döner, bu hamdlerle hamdederim. Sonra Rabb'ime secdeye kapanırım. Bana:
— Yâ Muhammedi Başım
kaldır, söyle, sözün dinlenir; iste, sana verilir; şefaat et, şefaatin kabul
olunur! denilir.
Bunun üzerine ben:
— Yâ Rabbi! Ümmetimi, ümmetimi! diye şefaat
dilerim. Bana:
— Git, kalbinde bir
zerre ağırlığınca yâhud hardal tanesi kadar îmân bulunanları oradan çıkar!
denilir.
Ben gider, bunu
yaparım. Sonra döner yine bu hamdler ile Rabb'-ime hamd ederim. Sonra O*na
secdeye kapanırım. Bana:
— Yâ Muhammedi Başını
kaldır, söyle, sözün dinlenir; işte, isteğin sana verilir, şefaat et, şefaatin
kabul edilir! buyurulur.
Bunun üzerine ben:
— Yâ Rabbi! Ümmetimi, ümmetimi! diye şefaat
dilerim. Bana:
— Git, kalbinde bir
hardal tanesi ağırlığından daha az, daha az, daha az îmân bulunan kim varsa,
onları da ateşten çıkar! buyurur.
Ben hemen gider bunu
yaparım*'.
Ma'bed şöyle dedi:
Akabinde biz Enes'in yanından çıktığımızda ben arkadaşlarımızdan bâzısına:
— Biz Hasen
el-Basrî'nin yanına uğrasak. O, Ebû Halîfe et-Tâî'nin evinde (Haccâc'ın
zulmünden) gizlenmiş bir hâlde bulunmaktadır, dedim.
Enes ibn Mâlik'in bize
tahdîs ettiği hadîsle Hasen'in yanına vardık. Ona selâm verdik. Bize izin
verdi. Biz ona:
— Yâ Ebâ Saîd! Biz
kardeşin Enes ibn Mâlik'in yanından geldik. Şefaat hakkında bize tahdîs ettiği
hadîsin benzerini hiç duymamıştık, dedik.
O:
— Devam edin, hadîsi söyleyin! dedi.
Biz de ona bu hadîsi
tahdîs ettik. Hadîs bu son noktaya ulaşınca Hasen bize:
— Devam edin, daha söyleyin! dedi. Biz de ona:
— Enes bize daha fazla
artırmadı, dedik. O da bize şunları söyledi:
— Yemîn olsun o bunu
bana yirmi sene önce tahdîs etmişti. Kendisi o günlerde bütün hafızasını ve
kuvvetini toplamış hâldeydi. Şimdi ise bir kısım şeyi terketmiştir. O bunu
unuttu mu yoksa güvenip dayanırsınız diye sizlere tahdîs etmeyi kerîh mi gördü,
bilmiyorum, dedi.
Biz de ona:
— Yâ Ebâ Saîd! Bize
sen tahdîs et, dedik. Bunun üzerine güldü ve:
— "tnsan aceleden yaratılmıştır"
(ei-isrâ: ıi; ei-Enbiyâ: 37). Bunu size sâdece o hadîsi tahdîs etmeyi
isteyerek zikrettim, dedi ve şöyle devam etti:
— Enes bana bu hadîsi
size tahdîs ettiği gibi tahdîs etti. Bundan sonra Rasûlullah (S) şöyle
demiştir: "Sonra ben dördüncü defa yine Rabb'ime döner, bu hamdler ileO'na
tekrar hamdederim. Sonra Ö'na secde ederek kapanırım. Bunun üzerine bana:
— Yâ Muhammed, başını kaldır ve söyle; sözün
dinlenir; iste, sana verilir; şefaat et, şefaatin kabul edilir! buyurulur.
Ben de:
— YâRabb, bana izin ver de 'Lâ ilahe
ille'ilah'diyen bütün Tev-hıd Ehli hakkında şefaat edeyim! diye niyaz ederim.
Bunun üzerine Yüce
Allah:
— izzetim, Celâlim,
Kibriyâm, Azametim hakkı için ben Lâ tiâ-he HleHlah diyen Tevhtd Ehli'nin
hepsini muhakkak surette cehennemden çıkaracağım! buyuracaktır" [184].
137-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Cehennem
ehlinin cehennemden en son çıkacak ve cennet ehlinin cennete en son girecek
olan kimse, Öyle bir adamdır ki, cehennemden emekleye emekleye çıkar. Rabb'i
ona:
— Git, cennete gir! buyurur.
Oda:
— Rabb'im, cennet
dopdoludur, der.
Rabb'i ona bunu üç
kene söyler. Her defasında kul Allah'a, 'Cennet doludur' diye tekrar eder.
Bunun üzerine Yüce Allah:
— Sana dünyânın
benzeri on misli kadar yer vardır! buyurur" [185].
138-.......Adiyy
ibn Hatim (R) şöyle demiştir: Rasûlıülah (S) şöyle buyurdu: ''Sizden hiçbir
kimse müstesna olmamak üzere, muhakkak Rabb'i kendisiyle arasında bir tercüman
olmaksızın kelâm edecektir. O kimse sağına bakar önden gönderdiği amelinden
başka birşey göremez. Soluna bakar, önden gönderdiğinden başka birşey göremez.
Önüne bakar, yüzünün karşısında ateşten başka birşey göremez. Onun için sizler
şimdiden bir tek hurmanın yarısı ile olsun ateşten korunun!"
el-A*meş şöyle dedi:
Bana Amr ibnu Murre, Heyseme'den bunun benzerini tahdîs etti. Bunda
"(Bunu da bulamazsa) velev ki güzel bir kelime ile olsun ateşten korunsun!'*
fıkrasını ziyâde etti [186].
139-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Yahûdîlerden bir âlim geldi ve şöyle dedi:
— Şu muhakkak ki,
kıyamet günü olduğu zaman Allah gökleri bir parmak üzerine, yerleri bir parmak
üzerine, suları ve topraklan bir parmak üzerine, diğer bütün mahlûkları da bir
parmak üzerine kor. Sonra bunların hepsini hareket ettirir. Sonra: Melik ancak
benim, Melik ancak benim! buyurur.
tbn Mes'ûd dedi ki:
Ben Peygamber (S) *i bu sözlerden hoşlanarak ve Yüce Allah'ın şu kavlini
tasdîk olarak yan dişleri meydana çıkıncaya kadar gülerken gördüm. Sonra
Peygamber: "Allah'ı hakk olduğu veçhile takdir etmediler. Hâlbuki kıyamet
günü Arz toptan O'nun bir kabzasıdır. Gökler de O'nun sağ eliyle toplanıp
dürülmüş-lerdir. O, müşriklerin katmakta devam ettikleri ortaklardan münezzehtir,
çok yücedir" (ez-zumer: 67) âyetini sonuna kadar okudu [187].
140-.......Bize
Ebû Avâne, Katâde'den; o da Safvân ibn Muhriz'den şöyle tahdîs etti: Bir adam
îbn Umer'e:
— Allah'ın mü'min kulu
ile gizli konuşması hakkında Rasûlul-lah(S)'tan nasıl buyururken işittin? diye
sordu.
îbn Umer dedi ki:
— Rasûlullah şöyle
buyurdu: "Herhangibiriniz Rabb'ine yaklaşır da Rabb'i onun üzerine
perdesini kor ve:
— Fulân ve fulân
günâhları işledin mi? diye sorar.
Mü'min de:
— Evet Rabb'im
işledim! der. Rabb'i yine ona:
— Fulön vefulân
günâhları da işledin! buyurur, Mü'min de:
— Evet, diyerek tasdik
eder.
Böylece Rabb 7 ona
işlediği günâhlarım ikrar ve i'tirâf ettirir. Sonra Yüce Allah:
— Ben senin bu
günâhlarını dünyâda iken (halktan) gizledim. Bu gün de onları senin lehine
mağfiret ediyorum! buyurur*'.
Âdem ibn Ebî Iyâs
şöyle dedi: Bize Şeybân tahdîs etti. Bize Ka-tâde tahdîs etti. Bize Safvân ibn
Muhriz tahdîs etti ki, İbn Umer: Ben Peygamber(S)*den işittim, demiştir [188].
141-.......Bize
Humeyd ibn Abdirrahmân, Ebû Hureyre(R)Men tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle
buyurmuştur: "Âdem ile Mûsâ birbirlerine karşı hüccet getirip çekiştiler.
Mûsâ Peygamber, Âdem'e:
— (Yâ Âdem!) Sen
zürriyetini cennetten çıkarmış olan Âdemsin! dedi.
Âdem de Musa'ya:
— Allah 'in seni
elçilikleri ve kelâmı ile seçip tercih eylediği Musa'sın. Sonra sen beni,
benim yaratılmamdan önce üzerime takdir olunan bir işten dolayı azarlayıp
kınıyorsun! dedi."
Bunu ta'kîben
Peygamber: "Böylece Âdem, Musa'ya (delîl ve burhanla) gâlib geldi"
buyurdu [190].
142-.......Bize
Katâde tahdîs etti ki, Enes (R) şöyle demiştir:
Rasûlullah (S) şöyle
buyurdu: "Kıyamet gününde mü'minler toplanırlar ve:
— İçinde bulunduğumuz
şu sıkıntılı durumdan bizleri kurtarıp rahat ettirmesi için Rabb'imizden şefaat
istesek! derler.
Akabinde Âdem'e
gelirler ve ona:
— Sen beşerin babası
Âdem 'sin. Allah seni kendi eliyle yarattı; melekleri senin için secde ettirdi
ve sana herşeyin isimlerini öğretti. Bulunduğumuz şu durumdan bizleri
kurtarması için Rabb'imiz yanında bizlere şefaat et! derler.
Âdem de:
— Ben buna ehil
değilim, der ve onlara vaktiyle işlemiş olduğu hatîesini zikreder" [191].
143-.......Şerîk
ibnu Abdillah şöyle demiştir: Ben Enes ibn Mâlik(R)'ten işittim, o,
Rasûlullah(S)*ın Ka'be mescidinden geceleyin yürütüldüğü geceyi şöyle
söylüyordu: Kendisine o hususta vahy edilmeden evvel Rasûlullah
el-Mescidu'1-Harâm'da uyurken yanına üç nefer melek geldi. Onların birincisi:
— (Yatmakta olan üç
kişinin) hangisi O'dur (yânî Muhammed'-dir)? diye sordu [192].
Diğeri:
— Onların ortasındakidir, O onların
hayırlısıdır, dedi. O üç neferin sonuncusu da:
— (Semâya çıkarılmak için) üç kişinin
hayırlısını alın! dedi. Vâki' olan bu kıssa bu gecede oldu (bu gecede başka şey
vâki'
olmadı). Peygamber o
üç kişiyi bundan sonra görmedi. Nihayet onlar diğer bir gecede Peygamberdin
gözü uyur ve kalbi görür hâlde iken, O'nun yanına geldiler. Peygamber'in kalbi
uyumuyordu. Bütün peygamberlerde böyledir; onların gözleri uyur da kalbleri
uyumaz. Bu gelen üç kişi Peygamber'le kelâm etmediler, nihayet O'nu taşıdılar
ve Zemzem Kuyusu'nun yanma koydular. O üç kişiden Muhammed'in işini Cibrîl
üzerine aldı. Cibril, O'nun göğsü ile gerdanı arasını yardı. Nihayet göğsünü
ve içini yarmayı bitirince, Cibrîl kendi eliyle Zemzem Suyu'ndan alıp orayı
yıkadı ve içini tertemiz yaptı. Sonra Peygamber'in yanına altından bir leğen
getirildi, onun içinde de yine altından yapılmış su İçecek bir kap daha vardı.
Bu leğenin içi îmân ve hikmetle doldurulmuştu. Cibrîl bununla Peygamber'in
göğsünü ve boğazının içindeki etleri, yânî boğazındaki damarları doldurdu.
Sonra göğsünü kapattı. Sonra O'nu dünyâ semâsına çıkardı. Onun kapılarından bir
kapıya vurdu. Semâ ahâlîsi ona:
— Kimdir o? dediler.
— Ben Cibril'im, dedi. Semâ ehli:
— Beraberindeki kimdir? dediler. Cibrîl:
— Berâberimdeki Muhammed'dir, dedi. İçerideki
sorucu:
— O'na da'vet gönderilmiş midir? dedi. Cibrîl:
— Evet gönderilmiştir,
dedi. İçeridekiler:
— O'na merhaba ve
ehlen! dediler, akabinde semâ ehli Muham-med'i bu da'vetinden dolayı
müjdeliyorlardı.
Semâ ehli Allah'ın
O'nunla Yer hakkında ne yapmak istediğini Cibrîl diliyle onlara bildirinceye
kadar bilmiyorlardı.
Dünyâ semâsında Âdem'i
buldu. Cibrîl, Peygamberce:
— Bu, baban Âdem'dir, ona selâm ver, dedi.
Peygamber, Âdem'e selâm verdi, Âdem de selâmını alıp mukaa-
bele etti ve:
— Merhaba ve ehlen benim oğlum, Sen ne iyi
oğulsun! dedi. Bir de Peygamber dünyâ semâsında devamlı akmakta olan iki
nehirle karşılaştı da:
— Bu iki nehir nedir
yâ Cibrîl? dedi. Cibrîl:
— Bu ikisi Nîl ile Furat'ın asıllarıdırlar,
dedi.
Sonra Peygamberi dünyâ
semâsında yürüttü. Bu arada Peygamber diğer bir nehirle karşılaştı ki, onun
üzerinde inciden ve zeberced-den yapılmış bir saray vardı. Eliyle nehrin suyuna
vurdu, bir de gördü ki, o, en iyi cins misktir. Cibril'e:
— Bu nedir yâ Cibrîl?
diye sordu. Cibrîl:
— Bu, Rabb'inin Sen'in
için hazırlamış olduğu Kevser'dir, dedi. Bundan sonra Cibrîl O'nu ikinci semâya
yükseltti. Orada da melekler ona, birinci semâdaki meleklerin sordukları gibi:
— Bu kimdir? dediler. Cibrîl:
— Ben Cibril'im! dedi.
— Beraberindeki kimdir? dediler.
— Muhammed'dir, dedi.
— O'na da'vet gönderilmiş midir? dediler.
— Evet gönderilmiştir,
dedi.
— O'na merhaba ve ehlen! dediler.
Bundan sonra Cibrîl,
O'nu üçüncü semâya yükseltti. Oradakiler de ona birinci ve ikinci semâdaki
meleklerin söyledikleri gibi sorup, ceyâb aldılar. Bundan sonra Cibrîl, O'nu
dördüncü semâya yükseltti. Oradaki melekler de ona önceki semâlardaki
meleklerin sordukları gibi sorup cevâb aldılar. Bundan sonra Cibrîl O'nu
beşinci semâya yükseltti. Oradaki melekler de ona, önceki semâlardaki meleklerin
sordukları gibi sorup cevâb aldılar. Bundan sonra Cibrîl, O'nu altıncı semâya
yükseltti. Oradaki melekler de ona daha öncekilerin dedikleri sözler gibi
söylediler. Bundan sonra Cibrîl O'nu yedinci serıâya yükseltti. Oradaki
melekler de ona daha evvelkilerin sözleri gi-t i söylediler. Herbir semâda
isimlerini söylediği peygamberler vardı. Ben onlardan ikinci semâda İdrîs'i,
dördüncü semâda Harun'u, beşinci semâda ismini ezberleyemediğim bir diğerini,
altıncı semâda îb-râhîm'i, yedinci semâda da Musa'yı, Allah'ın onu kelâmıyle
tafdîl etmesi sebebiyle ezberledim [193].
Mûsâ:
— Ey Rabb'im! Benim
üzerime yükseltilen (yânı Sen'in benim üzerime yükselttiğin herhangi) kimsenin
varlığını zannetmemiştim, dedi [194].
Sonra Cibril,
Muhammed'i, ancak Allah'ın bilmekte olduğu şeylerle bu katın üstüne çıkardı.
Nihayet Sidretu'l-Müntehâ'ya geldi. Rabbu'l-îzzet olan Cebbar da yaklaştı ve
tedellîettV (daha çok yaklaşmak istedi) de nihayet (bu suretle O, Peygamber'e)
Hkiyay kadar yâhud daha yakın oldu da' Allah, kuluna vahyettiğini etti'
(en-Necm: 8-9). Allah O'na vahyettiği şeyler içinde, üm
— Yâ Muhammedi Rabb'in
Sana neyi ahdetti (yânı Sana neyi emr ve tavsiye etti)? diye sordu.
— Rabb'im bana her gün ve gecede elli namaz
emretti, dedi. Mûsâ:
— Sen'in üm
Bunun üzerine
Peygamber, Cibril'e yöneldi de, sanki bu konuda Cibril'le istişare etmek
istiyor gibiydi. Cibril kendisine:
— Evet, istersen bunu
iste! diye işaret etti.
Akabinde Cibril O'nu
Cebbâr'ın huzuruna doğru yükseltti. Peygamber dedi ki: "Cebbar olan Allah,
evvelki durduğu ma-kaammda idi:
— Ey Rabb'im!
Hafiflet, çünkü ümmetim buna (bu elli vakit namaza) güç yetiremez! dedi".
Yüce Allah elliden on
namazı indirdi. Sonra Peygamber, Mû-sâ'mn yanına döndü. Mûsâ O'nu alıkoymakta
ve O'nu Rabb'ine geri döndürmekte devam etti. Nihayet elli namaz beş namaz
oldu. Sonra Mûsâ O'nu bu beş namazın yanında da durdurup:
— Yâ Muhammedi Vallahi
ben kavmim İsrâîl oğulları'na bundan daha azı ile döndüm de onlar zaîf olup
bunu da terkettiler. Sen'in üm
Peygamber, onun
kendisine işaret etmesi için Cibril'e yöneldi. Cibril bunu kerîh görmüyordu.
Cibril O'nu beşinci defa sırasında da yükseltti. Peygamber:
— Ey Rabb'im! Şübhesiz
benim ümmetim cesedleri, kalbleri, işitmeleri, bedenleri zaîf kimselerdir. Bizlerden
daha da hafiflet! Diye niyaz etti.
Bunun üzerine Cebbar
olan Allah:
— Yâ Muhammed! diye nida etti. Peygamber:
— Lebbeyke ve sa'deyke yâ Rabb! diye icabet
etti.
Allah:
— Şu bir hakikat ki,
Ben'im nezdimde söz (hüküm ve kaza) teb-dîl olunmaz! [195]Bu, senin
ve üm
Ve yine:
— Her bir hasene on
misliyle karşılanır. Bu, Ümmü'l-Kitâb'da elli vakittir ve bu senin ve üm
Peygamber, Musa'nın
yanına döndü. Mûsâ O'na:
— Nasıl yaptın? dedi.
Peygamber ona:
— Allah bizden
hafifletti. Bize herbir haseneye on misli ile karşılık verdi, dedi.
Mûsâ:
— Ben İsrâîl
oğulları'nı bundan daha azı dönüp tecrübe ettim, onlar bunu da terkettiler. Sen
yine Rabb'ine dön de Sen'den yine hafifletsin! dedi.
Rasûlullah:
— Yâ Müsâ! Ben vallahi
Rabb'ime çok gidip gelmemden dolayı
utandım, dedi.
Cibril de O'na:
— Allah'ın ismiyle in!
dedi.
Râvî: Peygamber,
Mescidu'l-Harâm içinde uykusunda iken uyandı, demiştir [196].
144-.......Ebû
Saîd el-Hudrî(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle dedi: "Yüce Allah
cennet ehline:
— Ey cennet ehli! diye
hitâb eder. Onlar da:
— Lebbeyke Rabbena ve
sa *deyke( = Emrine tekrar tekrar hazırız ve ubudiyette devamlıyız, hayır
ancak Sen'in ellerindedir)/ derler.
Yüce Allah:
— Şu hâlinizden razı
mısınız? buyurur. Cennette/çiler:
— Ey Rabb 'imiz, nasıl
razı olmayalım. Sen bize, halkından hiçbir kimseye vermediğin bunca ni'metleri
ihsan buyurdun! derler.
— Dikkat edin! Ben
size bunlardan daha yüksek bir nVmet vereceğim! buyurur.
Cennetlikler:
— Ey Rabb'imiz! Bu
ni'metlerden daha kıymetli nasıl bir ni'-met olabilir ki? derler.
Rabb'leri:
— Sizden razı ve
hoşnûdluğumu size halâl kılar ve bundan sonra ebeden sizlere darılmam!
buyurur*' [198].
145-.......Bize
Hilâl, Atâ ibn Yesâr'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S)
birgün huzurunda çöl halkından bir kimse bulunduğu hâlde sahâbîlerine şöyle
tahdîs ediyordu: "Cennet ehlinden bir kimse (cennette) zirâat etmek üzere
Rabb'inden izin istedi de, Rabb 'i ona:
— (Ey kulum!) Sen arzu
ettiğin hâl içinde değil misin? diye sordu.
O kimse:
— Evet Rabb'im. Fakat
ben zirâat etmeyi seviyorum! dedi. (Ona izin verdi.) O kul çabuk davrandı,
tohum ekti, tohumu hemen meydana çıkmağa, bitkisi gözünü kırpıncaya kadar kısa
zamanda büyümeğe, doğrulmağa, biçilmek devrine erişmeğe ve toplanmağa ulaştı.
(Zirâatin bu tavırları sür'atle geçti.) Dağlar misâli mahsûl oldu. Bunun
üzerine Yüce Allah ona:
— Ey Âdem oğlu! Al
işte! Muhakkak ki seni hiçbirşey doyurmaz! buyurur."
Bunun üzerine
huzurunda bulunan bedevî Arab:
— Yâ Rasûlallah! Bu
zirâatçiyi ya Kureyşli yâhud Ensârî bir kimse bulursun. Çünkü Kureyş ile Ensâr,
zirâat sahihleridirler. Bizlere gelince, biz (çöl halkı) zirâat sahihleri
değiliz, dedi.
Rasûlullah (bedevinin
bu sözüne) güldü [199].
Çünkü Yüce Allah'ın şu
kavli vardır:
"Öyle ise siz
beni anın, ben de sizi anayım. Bir de bana şükredin, bana nankörlük
etmeyin" (el-Bakara: 152) [200];
vc Yüce Allah'ın su
kavli:
"Onlara Nuh'un
kıssasını oku. Bani o, kavmine: 'Ey kavmim \ demişti; 'Eğer benim (aranızda)
duruşum, Allah 'in âyetleriyle öğüt verişim size ağır geliyorsa (ne diyeyim),
ben ancak Allah *a dayanıp güvenmişimdir. Siz ve ortaklarınız da artık toplanıp
ne yapacağınızı kararlaştırırı. Bilâhare bu işiniz size hiçbir tasa olmasın.
Sonra hükmünüzü bana
icra edin. Eğer (benim öğütlerimden) yüz çeviriyorsanız, ben sizden (bu hususta
zâten) hiçbir mükâfat istemedim. Benim mükâfatım Allah'tan başkasına âid
değildir. Ben müslümânlardan olmamla emrolundum" (Yûnus: 71-72) [201].
"Ğumme",
"Hernm ve darlık" demektir.
Mucâhid:
"Nefislerinizdekini bana hükmedip yerine getiriniz":
"İstediğiniz işi bana hükmedin" demektir, dedi.
Mucâhid'den başkaları
tarafından: "Ufruk", "Akdi" ma'nâsınadır, deniliyor. Yine
Mucâhid:
"Eğer
(kendilerine taarruz edilmesi emrolunan) müşriklerden biri sana emân dilerse,
ona emân ver. Tâ ki Allah'ın Kelâmını dinlesin. Sonra onu emîn olduğu yere kadar
(selâmetle) ulaştır. Çünkü onlar hakikati bilmeyen
bir kavimdir** (et-Tevbe:
6) kavli hakkında şöyle tefsir etmiştir: İnsan, yânî müşrik sana, senin
söyleyeceğin şeyleri ve üzerine indirilen âyetleri dinlemek üzere gelirse o,
gelip Allah'ın Kelâmını işitinceye ve işittikten sonra (kabul etmese de)
geldiği yere, emîn olduğu yurduna ulaşıncaya kadar emindir (her türlü
saldırıdan korunacaktır).
Yine Mucâhid şöyle
dedi:
"en-Nebe'u'l-Azîm"
(en-Nebe-: d, "Kur'ân^dır.
"O gün rûh ve
melekler saf J hâlinde ayakta duracaklar. Rahmanın kendilerine izin verdiğinden
başkaları konuşamazlar. Onlar da doğruyu söylemişlerdir9* (en-Nebe': 38):
Yânî, dünyâda hakk
söylediği gibi âhirette de izin verilince doğruyu söyler ve onunla amel edilir [202].
Ve zikri ulu Allah'ın
şu kavli:
"De ki: Gerçek
siz mi o Arz'ı iki günde yaratana küfrediyor, Oyna ortaklar katıyorsunuz? O,
Âlemlerin RabbVdir" (Fuuüet: 9); ve şu kavli: "Onlar ki, Allah'ın
yanına başka bir tann daha (katıp) tapmazlar... " (el-Furkaan: 68);
"And olsun ki,
sana da, senden evvelkilere de şu vahyolunmuştur: Eğer ortak tanırsan, celâlim
hakla için bütün amellerin boşa gider ve muhakkak hüsrana düşenlerden olursun.
Hayır. İşte onun için ancak Allah'a kulluk et. Şükredenlerden ol" (ez-Zumer:
65-66).
İkrime: Onların çoğu
Allah'a ortak kılıcılar olarak Allah'a îmân ettiler, dedi.
"And olsun ki,
kendilerini kimin yarattığını onlara sorsan, elbette Allah derler. O hâlde
nasıl olup da çevriliyorsunuz?" (ez-zuhrüf: 87);
"And olsun
onlara: *O gökleri, ö Yer'i kim yarattı?' diye sorarsan, muhakkak 'Allah
yarattı' diyecekler..." (ez-Zumer: 38).
İşte bu söz, onlann
Allah'a îmânlarıdır. Hâlbuki kendileri Allah'tan başka şeylere ibâdet etmektedirler
[203].
Ve kulların
fiillerinin yaratılması ve kesbleri konusunda zikredilen şeyler babı.
Çünkü Yüce Allah'ın şu
kavli vardır:
"O Allah ki,
göklerin ve Yer'in mülkü O'nundur. O, hiçbir evlâd edinmemiştir. Mülkünde O'nun
bir ortağı da yoktur. O, herşeyi yaratıp ona bir nizâm vermiş, onun
mukadderatını ta*yîn etmiştir. (Böyle iken O'nu bırakıp da birtakım tanrılar
edindiler ki, bunlar hiçbirşey yaratamazlar. BiVakis kendileri yaratılıp durmaktadırlar.
Onlar nefisleri için bile ne bir zarar, ne de bir fâideye muktedir olamazlar.
Öldürmeye, diriltmeye, ölenleri yeniden diriltip kabirden çıkarmaya ise hiç
güçleri yetmez)" (el-Furkaan: 2-3)
Mucâhid şöyle dedi:
Melekler ancak hakk ile, risâlet ve azâb ile inerler, demiştir: "Tâ ki,
Allah, o sâdıklara sadâkatlerini sorsun..." (ei-Ahz£b:8y. Yânî,
rasûllerden risâleti yerine getirici, teblîğ edici olan peygamberlere tebliğlerinden
sorsun. "Çünkü onun için bizim yanımızda muhafızlar vardır" (el-Hıcr:
9).
"Sıdkı getiren ve
onu tasdik edenlere gelince..."
(ez-zumer: 33)
âyetinde "Sıdk", Kur'ârTdır; onu tasdik eden de mu'min'dir. O,
kıyamet gününde: Bu bana verdiğin, benim de içindekilerle amel ettiğim Kitâb'dır,
der [204].
146-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Ben Peygamberce: Allah indinde hangi günâh en
büyüktür? diye sordum.
— "Allah seni yarattığı hâlde Allah'a benzer
bireş uydurmandır** buyurdu.
Ben:
— Hakîkaten bu elbette büyük günâhtır, dedim.
— Sonra hangi günâh (büyüktür)? diye sordum.
Rasûlullah:
— "Seninle beraber yemek yemesinden
korkarak çocuğunu
öldürmendir"
buyurdu.
— Bundan sonra
hangisidir? diye sordum. Rasûlullah:
— "Komşunun halîlesiyle
zinâlaşmandır" buyurdu [205].
"Siz ne
kulaklarınız, ne gözleriniz, ne de derileriniz kendi aleyhinize şâhidlik eder
diye düşünüp sakınmadınız* BiVakis Allah yapmakta olduklarınızın birçoğunu
bilmez sandınız!" (Fussilet: 23).
147-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Beyt'in yanında Sakîf kabilesine mensûb iki
kişi ile bir Kureyşli yâhud iki Ku-reyşli ile bir Sakîfli birleştiler. Bunlar
karınlarının yağı çok, kalblerinin anlayışı az olan kimselerdi. Bunlardan biri
diğerlerine:
— Allah'ın bizim
söyleyeceğimiz herşeyi işitir olduğunu düşünür, zanneder misiniz? diye sordu.
Diğer biri:
— Eğer açıktan
söylersek işitir, gizlersek işitmez, dedi. Diğeri de:
— Eğer açıktan
söylediğimizde işitiyor idiyse, o takdîrde O gizlediğimiz zaman da işitir,
dedi.
Bunun üzerine Yüce
Allah şu "Siz ne kulaklarınız, ne gözleriniz, ne de derileriniz kendi
aleyhinize şâhidlik eder diye düşünüp sakınır mısınız?*." âyetini indirdi
[206].
"Göklerde ve
Yerfde kim varsa, hepsi O'ndan ister. O, her gün bir iştedir" (er-Rahmân:
29);
"İnsanların
hesâbları yaklaştı. Böyle iken onlar hâlâ gaflet içindedirler, (bunu
tefekkürden) yüz çeviriciler. Rabb Herinden kendilerine yeni bir ihtar
gelmeyedursun, onlar bunu ille alay ederek ve kalbleri oyuna dalarak dinlemişlerdir..,"
(el-Enbiyâ: 1-3)*,
"... Bilmezsin,
olur ki Allah bunun arkasından bir iş peyda ediverir" (et-Taiâk: d; O'nun
meydana çıkarıverdiği iş, mahlûkların meydana çıkardıkları işe benzemez.
Çünkü Yüce Allah'ın:
"O'nun benzeri
gibi yoktur. O hakkıyle işiten, kemâliyle görendir" (eş-şûrâ: ıi) (kavli
vardır) [207].
Abdullah ibn Mes'ûd
(R), Peygamber(S)'den söyledi ki, O: "Şübhesiz Allah dileyeceği
herhangibir işi meydana
çıkarır ve O'nun
meydana çıkardığı işlerden birisi namazda kelâm etmemenizdir" buyurmuştur [208]
148-.......Ibn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Sizler kitâb ehli olanlara onların kitâblarından
nasıl suâl sorarsınız? Hâlbuki sizin yanınızda tahrîf ve tebdîlden hâlî ve
kendisine başka birşey karışmamış olarak okumakta olduğunuz semavî kitâbların
Allah'a zamanca en yakın bulunan Allah Kitabı vardır [209].
149-.......ez-Zuhrî*den
(o şöyle demiştir): Bana Ubeydullah ibnu Abdillah haber verdi ki, Abdullah ibnu
Abbâs (R) şöyle demiştir:
— Ey müslümânlar
topluluğu! Sizler kitâb ehli olanlardan herhangi birşeyi nasıl sorarsınız?
Hâlbuki Allah'ın, Peygamberiniz (S) üzerine indirmiş olduğu, Allah'a lâfız,
nuzûl ve Allah'tan haberlerin hâlisi olarak en yenisi ve başka şeyle karışmamış
olanı, sizin Kitâb'ı-nızdır. Hâlbuki Allah sizlere Kur'ân'ında ve Rasûlü'nün
diliyle, Kitâb ehli olanların Allah'ın kitâblarını tebdil etmiş ve tağyîr edip
başkalaştırmış olduklarını ve onların bu kitâblan kendi elleriyle yazıp, onlar
sebebiyle az b\i bahâyı satın almaları için: "Bu Allah'ın
kalındandır" dediklerini tahdîs edip bildirmiştir. Size gelmiş olan ilim,
sizleri onlara sormaktan nehyetmiyor mu? Hayır vallahi, bizler onlardan hiçbir
kimsenin, Allah'ın sizlere indirmiş olduğu Kitâb'dan birşey soranım
görmemişizdir! [210].
Ebû Hureyre söyledi
ki, Peygamber (S):
"Yüce Allah:
Kulum beni zikrettiği ve iki dudağını benim ismimle hareket ettirdiği zaman,
ben kulumun berâberindeyimdir, buyurdu"demiştir [211].
150-.......Bize
Ebû Avâne, Mûsâ ibn Ebî Âişe'den; o da Saîd ibn Cubeyr'den tahdîs etti ki, ibn
Abbâs (R): Yüce Allah'ın "Onunla dilini hareket ettirme" kavli
hakkında şöyle demiştir:
— Peygamber (S)
indirilen âyetlerin zabtı yüzünden güçlük çeker, bundan dolayı çok kerreler
dudaklarını kımildatırdı.
Râvî Saîd ibn Cubeyr
dedi ki: Bunu söylerken İbn Abbâs bana:
— tşte bak, Rasûlullah
(S) dudaklarını nasıl kımıldatıyor idiyse, ben de sana öylece kımıldatıyorum,
dedi.
Saîd ibn Cubeyr de:
Ben de sana İbn Abbâs'ın dudaklarını nasıl kımıldatıyor idiyse, dudaklarımı
Öylece kımıldatıyorum, dedi ve dudaklarını hareket ettirdi, dedi.
— Bunun üzerine Azîz
ve Celîl olan Allah O'na "Onu acele etmen için dilini onunla depretme.
Onu (göğsünde) toplamak, onu (dilinde akıtıp)
okutmak şübhesiz bize âiddir.
Öyleyse biz onu okuduğumuz vakit, sen onun kıraatine uy. Sonra onu
açıklamak da hakikat bize âiddir** (ei-Kıyâme: 16-19) âyetlerini indirdi.
tbn Abbâs
"Cemuhu"y\\: "Onu senin göğsünde toplamak bize âiddir. Sonra sen
onu okursun. Biz onu Cibril'in diliyle okuduğumuz vakit sen onun okuyuşuna
tâbi' ol" demektir, dedi.
Yine İbn Abbâs:
"Sen onu dinle ve sus. Sonra onu sana okutmak da bize âiddir"
buyurdu, dedi.
— İşte artık bundan
sonra Cibril aleyhi's-selâm kendisine geldiği zaman susup onu dinler, Cibril
gidince, getirmiş olduğu âyetleri nasıl okutmuşsa, Peygamber de öylece okurdu [212].
"Yetehâfetûn":
("Aralarında gizli gizli konuşacaklar, on geceden fazla eğlenmediniz
diye" (Tâhâ: 103))
"Aralarında gizli
gizli konuşacaklar** manasınadır.
151-.......Bize
Ebû Bişr, Saîd ibn Cubeyr'den haber verdi ki, İbn Abbâs (R): "...Namazında
pek bağırma, sesini o kadar kısma da, ikisi arası bir yol tut" (ei-isrâ:
no) kavli hakkında şöyle demiştir:
— Bu âyet indiği
sırada Rasûlullah Mekke'de gizli yaşıyordu. Fakat sahâbîlerine namaz kıldırdığı
zaman Kur'ân okurken sesini yükseltiyordu. Müşrikler ise Kur'ân'ı duyunca hem
Kur'ân'a, hem onu indirene, hem de Kur'ân kendisine gelene küfrediyorlardı.
Bunun üzerine Yüce Allah, Peygamberi'ne: "Namazında kıraatini çok açıktan
yapma! Sonra müşrikler işitirler de Kur'ân'a söverler. Kıraatini
sa-hâbîlerinden pek de gizleme. Sonra onlara işittiremezsin. Bunun ikisi arası
bir yol tercîh et!" buyurdu [214].
152-.......Bize
Ebû Usâme, Hişâm'dan; o da babası Urve ibnu'z-Zubeyr'den tahdîs etti ki, Âişe
(R): Bu "Namazında pek bağırma, sesini o kadar kısma da, ikisi arası bir
yol tut" (ei-lsrâ: no) âyeti, duâ hakkında indi, demiştir [215].
153-.......Bize
İbnu Şihâb,Ebû Seleme'den haber verdi ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir:
Rasûlullah (S):
— "Kur'ân'Ia
tegannîetmeyen (yânî Kur'ân okurken sesini gü-zelleştirmeyen) bizden
değildir" buyurdu.
Ebû Hureyre'den
başkası "Kur'ân'ı açıktan okur" fıkrasını ziyâde etti [216].
Buhârî: Allah Taâlâ o
kimsenin Kitâb'la kaaim olmasının onun fiili olduğunu beyân etti de şöyle buyurdu:
"O gökleri, o
Yer'i yaratması, dillerinizin ve renklerinizin birbirine uymaması da O'nun âyetlerindendir.
Hakikat bunlarda âlimler için elbette ibretler vardır" (er-Rûm: 22).
Ve yine zikri ulu
Allah:
"Ey îmân edenler,
rükû' edin, sucûd edin. Rabblnize ibâdet edin, hayır işleyin. Tâ ki umduğunuza
nail olasınız " (ei-Hacc: 77) buyurdu.
154-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Hasedleşmek
ancak şu iki kimse hakkında olur:
a. O kimseye hased (yânî gıbta) olunur ki, Allah
ona Kur'ân (ilmi) vermiştir, o da gecenin saatlerinde, gündüzün (muayyen)
zaman-larında Kur 'ân okur. Onu kıskanan kimse de: Keski şu adama verilen
Kur'ân ni'meti gibi bana da verilmiş olsaydı ve onun yapmakta olduğu gibi ben
amel etseydim, der.
b. Şu kimseye de gıbta olunur ki, Allah ona da
mal vermiştir, o da malım hakk yolda harcamaktadır. Onu kıskanan kimse de:
Keski şuna verilen mal gibi bana da verilse idi de, ben de o malda onun
yapmakta olduğu gibi hakk yolda harcama yapsaydım! der" [218].
155-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne tahdîs etti ki, ez-Zuhrî, Sâlim'den; o da babası Abdullah ibn
Umer(R)'den söyledi ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Hased ancak iki
kimse hakkında caiz olur: Biri, Allah 'in kendisine Kur'ân (ilmi) verdiği; o da
gece saatlerinde ve gündüz zamanlarında Kur 'ân 'ı okur. Diğeri de, A Hah 'in
kendisine mal verdiği; o da gece saatlerinde ve gündüz saatlerinde o malı
(hakk yolunda) harcar".
Râvî Alî ibn Abdillah:
Ben Sufyân'dan bu hadîsi birçok kerre-ler işittim, fakat onun "Bize haber
verdi" ta'bîrini zikrederken işitmedim, demiştir. Bununla beraber bu da
onun sahîh hadîsindendir [219].
Muhammed ibn Müslim
ez-Zuhrî şöyle demiştir:
Azîz ve Celîl olan
Allah tarafından risâlet, Rasûlullah (S) üzerine tebliğ etmek vazifesi, bizim
üzerimize de teslim olmak yânı kabul etmek vazifesi vardır. Allah Taâlâ:
"Tâ ki Rabb Herinin gönderdiklerini hakkıyle tebliğ
ettiklerini
bilsinler..." (ei-cînn: 28) buyurdu. Yine Yüce Allah: "Ben size,
Rabb'imln vahyettiklerini teblîğ ediyorum..." (ei-A-râf: 62,68) buyurdu.
Ka'b ibn Mâlik de
Tebûk Seferfnde Peygamberce gitmekten geri kaldığı zaman:
"(De ki: Yapın!)
Çünkü hareketinizi Allah da, Rasûlü de, müzminler de görecektir... '*
(et-Tevbe: ıos) âyetini
söyledi.
Âişe (R) de: Bir
kimsenin amelinin güzelliği senin hoşuna gittiği zaman (hemen övmeye gitme):
"De ki; Yapınız! Çünkü hareketlerinizi Allah da, Rasûlü de, müzminler de
görecektir... " <et-Tevbe: 105) âyetini söyledi
ve: Sakın seni hiçbir
kimse "hafifliğe götürmesin' (er-Rûm: 6o> öğüdünü ilâve etti.
Ebû Ubeyde M a'm er
ibn Müsennâ şöyle dedi: "Zâlike'l-Kitâbu*, "Haza'l-Kur'ânu( = Bu
Kur'ân)"; "Hüden lit-muttakîn{ = Muttakîlere hidâyettir)", "Muttakîlere
bir beyân ve delâlettir" ma'nâsınadır. Bu da Yüce Allah'ın şu kavli gibidir:
"Zâtikum hÜkmu'llâhV* (el-Mumtehme: 10), "Hazâ hukmu'llâhi( = Bu,
Allah'ın hükmüdür)" ma'nâsınadır (yânî "Zâlik", "Hazâ"
ma'nâsınadır). "Lâ reybefîhî", "Lâ şekke fflıi" (= Onda
hiçbir şübhe yoktur)" (ei-Bakara: i) ma'nâsınadır. "Tilke
âyâtu'üâhi", yânî bunlar Kur'ân'm alemleri, nişanları demektir (yânî uzak
için olan "Tilke" bu yerde yakın için kullanıldı). Şu âyet de
kullanmakta bunun benzeridir:
"Hattâ izâ kuntum
fVUfülki ve cereyne bihim " (Yûnus: 22), yânî buradaki "Bihim",
"Bikum" yerine kullanılmıştır. Enes ibn Mâlik de şöyle demiştir: Peygamber
(Ş) Enes'in dayısı Haram ibn Milhân'ı, kendi kavmi Amir oğulları'na elçi
gönderdi. Haram onlara hitaben:
Sizler, Rasûlullah'ın
elçiliğini teblîğ etmemde beni emîn bir kişi sayıyor, kabul ediyor musunuz?
dedi. Onlar kendisini emîn kabû! edince, o da onlara Peygamber'den tahdîs edip
söylemeğe başladı [221].
156-.......Bize
Bekr ibnu Abdillah el-Muzenî ile Ziyâd ibnu Cubeyr ibn Hayye, Cubeyr ibnu
Hayye'den tahdîs etti ki, el-Mugîre ibn Şu'be (R) -Kisrâ'nın âmili Bundâr'ın
tercümanına-:
— Bize Peygamber'imiz,
Rabb'imizin elçiliğinden olarak: "Bizden cihâdda öldürülen cennete
gider" buyurdu, demiştir [222].
157-.......Bize
Sufyân es-Sevrî, İsmail'den; o da eş-Şa'bî*den; o da Mesrûk'tan tahdîs etti ki,
Âişe (R): Sana her kim "Muhammed birşeyi gizledi'* diye tahdîs ederse...,
demiştir.
Ve bize Muhammed (ibn
Yûsuf veya başkası) şöyle dedi: Bana Ebû Âmir el-Akadî tahdîs etti. Bize Şu'be,
Ismâîl ibn Ebî Hâlid'den; o da eş-Şa*bî*den; o da Mesrûk'tan tahdîs etti ki,
Âişe (R) şöyle demiştir:
— Her kim sana
"Peygamber (S) vahyden herhangi birşey gizledi" diye tahdîs edip
söylerse, sen onu tasdîk etme. Çünkü Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Ey
Peygamber, RabbHnden sana indirileni teblîğ et. Eğer yapmazsan, Allah*ın
elçiliğim teblîğ etmiş olmazsın* (el-Mâide: 67) [223].
— Yâ Rasülallah! Yüce Allah katında günâhın
hangisi en büyüktür? diye sordu.
Rasûlullah (S):
— "Allah seni yarattığı hâlde Allah'a bir
ortak uydurup dua etmendir" buyurdu.
O zât:
—Sonra hangi (günâh en
büyüktür)? diye sordu. Rasûlullah:
— "Seninle beraber yemek yemesinden
korkarak çocuğunu öldürmendir" buyurdu.
O kimse:
— Bundan sonra
hangisi? dedi. Rasûlullah:
— "Komşunun halîlesi olan zevcesiyle zina
edişmendir" buyurdu.
Râvî dedi ki: Yüce
Allah bunların tasdîki olan şu âyetleri indirdi : * 'Onlar ki A ilah *ın
yanına başka bir tanrı daha katıp tapmazlar. Allah 'in haram kıldığı cana
haksız yere kıymazlar, zina etmezler. Kim bunları yaparsa, cezaya çarpar.
Kıyamet günü de azabı katmerleşir ve o azabın içinde hor ve hakir ebedî bırakılır"
(d-Furkaan: 68-69) [224].
"Tevrat ehline
Tevrat verildi de onunla amel ettiler. încîl ehline de Incîl verildi, onlar da
İncil'le amel ettiler. Size de Kur'ân verildi, sizler de onunla amel edipçalıştınız"
[226].
Ebû Razîn (tabiî âlimi
Mes'ûd ibn Mâlik), Yüce Allah'ın "Yetlunehû hakka tilâveühî{ = Onu
hakkıyle tilâvet ederler)" (ei-Bakara: i2i) kavli hakkında:
"Ona tâbi'
olurlar ve onunla hakkıyle amel ederler" demiştir.
"Sana
indirdiğimiz o Kitâb karşılarında tilâvet edilip duruyor" (ciAnkebût:
sn'deki "Yutlâ", "Yukrau" ma'nâsınadır, deniliyor.
"Hüsnü't-tilâvet"
Kur*ân-ı Kerîm'i güzel okumadır. i4Lâ yemessehû illeH-mutahharûn{ = Ona tam bir
surette temizlenmiş olanlardan başkası el süremez)" (ei-vakıa: 79)
kavlindeki "Lâ
yemessuhû( = Ona dokunamaz)", "Onun tadını ve yararını ancak Kur'ân'a
îmân eden kimse bulur, onu hakkıyle kesin îmân edenden başkası taşımaz"
demektir. Çünkü Yüce Allah'ın şu kavli vardır:
"Kendilerine
Tevrat yükletilip de sonra onu taşıyamayanların hâli, koca kitâblar taşıyan
eşeğin hâli gibidir. Allah hn âyetlerini yalan sayan kavmin vasfı ne kötüdür.
Allah zâlimler güruhunu muvaffak etmez" (el-Cumua: 5).
Peygamber (S) İslâm'a
ve îmâna (bir rivayette namaza) "Amel" ismini verdi.
Ebû Hu rey re şöyle
dedi:
Peygamber (S) BilâPe:
"İslâm içinde işlediğin en umutlu amelini bana haber ver" dedi.
Bilâl: Benim indimde, her temizlendiğimde muhakkak namaz kılmamdan daha umutlu
bir amel işlemiş değilim, dedi [227].
Peygamberce: Hangi
amel en faziletlidir? diye soruldu. Peygamber (S): "Allah'a ve Rasûlü'ne
îmân etmek, bundan sonra cihâd etmek, sonra kabul edilmiş hacc'dır" buyurdu
[228].
159-.......Bize
S
— Bunların amelleri bizden daha az, ücretleri
daha çoktur, dediler.
Allah Ta âlâ;
— Ben sizin
hakkınızdan birşeyi eksik verip size zulmettim mi? diye sordu.
Onlar:
— Hayır (bir haksızlık
etmedin), dediler. Allah;
— İşte bu benim
fadtımdır ki, ben onu dileyeceğim kimselere veririm ! buyurdu " [229].
160-.......Bize
Abbâd ibnu'I-Avvâm, eş-Şeybânî'den; o da el-Velîd ibnu'l-Ayzâr'dan; o da Ebû
Amr eş-Şeybânfden; o da îbnu Mes'-ûd(R)'dan şöyle haber verdi: Bir adam
Peygamberce:
— Amellerin en
faziletlisi hangisidir? diye sordu. Peygamber (S):
— "Vakti içinde kılınan namazdır ve
ana-babaya itaattir. Sonra Allah yolunda cihâd etmektir'1 buyurdu [231].
"Helûan",
"Dacûran( = Çok bunalan)" ma'nâsınadır.
161-.......Bize
Amr ibnu Tağlib (R) tahdîs edip şöyle dedi: Peygamber(S)'e bir mal geldi de
ondan birtakım kimselere verdi de, diğer bâzılarına vermedi. Sonra haber aldı
ki, atıyyesiz bıraktığı kimseler kendisine serzeniş etmişler. Bunun üzerine
Rasûlullah (bir hutbe yapıp) şöyle buyurdu: "Ben bir kimseye atıyye
veriyor, bir kimseye de atıyye vermiyorum. Atıyye vermeyip terketmekte olduğum
kimse bana atıyye vermekte olduğum kimseden daha sevimlidir. Ben birtakım kimselere
kalblerinde sabırsızlık ile hırs ve tama* olduğu için kendilerine mal veririm.
Bâzı kimseleri de Allah Taâlâ'nm, kalblerinde yarattığı gönül zenginliği ve
cibilli hayra havale ederim (de mal vermem). Amr ibn Tağlib de bunlardan
biridir" [233].
Râvî Amr ibn Tağlib:
Rasûlullah'ın bu (taltîfkârâne) sözüne bedel benim kırmızı develerim olmasını
arzu etmem, demiştir [234].
162-.......Bize
Şu'be, Katâde'den; o da Enes(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) Rabb'inden
şöyle rivayet ediyordu: Rabb'i şöyle buyurmuştur: "Kul bana bir karış
yaklaştığı zaman, ben de ona bir arşın yaklaşırım. Kulum bana bir arşın
yaklaştığı zaman, ben ona bir kulaç yaklaşırım. O banayürüyerek geldiği zaman,
ben ona koşarak varırım ".
163- Bize
Müsedded Yahya ibn Saîd el-Kattân'dan; o da et-Teymî'den; o da Enes ibn
Mâlik(R)'ten tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R), Peygamber(S)'i zikretti de şöyle
buyurdu, dedi: "(Yüce Allah şöyle buyurdu:) Kul bana bir karış yaklaştığı
zaman, ben ona bir arşın yaklaşırım. Kul bana bir arşın yaklaştığı zaman ben
ona bir kulaç yaklaşırım" [236].
Mu'temir şöyle dedi:
Ben babam
164-.......Bize
Muhammed ibn Ziyâd tahdîs edip şöyle dedi: Ben Ebû Hureyre(R)*den işittim, o da
Peygamber'den ki, Peygamber (S) Rabb'inizden şöyle rivayet ediyordu:
"Rabb'iniz şöyle buyurdu: "(Ma' siy etler den) herbir amel için (onun
örtülmesi ve mağfiret edilmesini gerektiren) bir keffâret vardır. Oruç
doğrudan doğruya benim için yapılan bir ibâdettir (onunla benden başkasına
ibâdet edilmez). Onun ecrini de doğrudan doğruya ben veririm. Yemîn ederim ki,
oruçlu kimsenin ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha temizdir"[237].
165-.......BizeYezîdibnuZuray',
Saîd ibn Arûbe'den; oda Katâde*den; o da Ebû*l-Âliye'den; o da Ibn
Abbâs(R)'tan; o da Pey-gamber'den olmak üzere tahdîs etti ki, Peygamber (S),
Rabb'inden rivayet etmekte olduğu hadîsinde: "Hiçbir kul için: Ben
muhakkak Yûnus ibn Mettâ'dan hayırlıyım, demek muvafık olmaz*' buyurmuş ve
Yûnus'u, babası Mettâ'ya nisbet etmiştir [238].
166-.......Bize
Şu'be, Muâviye ibn Kurre'den tahdîs etti ki, Abdullah ibn Mugaffel el-Muzenî
(R) şöyle demiştir: Ben fetih günü Ra-sûlullah(S)'ı dişi devesi üzerinde
el-Fetih Sûresi'ni yâhud el-Fetih Sûresi'nden okurken gördüm.
Râvî Abdullah ibn
Mugaffel: Rasûluİlah bu okuyuşunda tercT yapıyordu, yânî sesini işittirecek
şekilde yükseltiyor, dalgalandırıyordu, demiştir.
Şube dedi ki: Sonra
Muâviye ibn Kurre, İbn Mugaffel'in okuyuşunu hikâye ederek okudu ve:
— Eğer insanların
üzerinize toplanmaları düşüncesi olmasaydı, Abdullah ibn Mugaffel'in
Rasûlullah'ın okuyuşunu hikâye ederken sesini yükselttiği gibi ben de muhakkak
tercî' yaparak, sesimi yükseltirdim, dedi.
Şu'be: Ben Muâviye ibn
Kurre'ye:
— Onun tercî' yapması
nasıl olurdu? diye sordum. O: Üç kerre:
— ÂÂÂ, dedi [239].
Çünkü Yüce Allah'ın:
"De ki: Eğer
doğru söyleyidler iseniz, Tevrat'i getirin de onu okuyun " (Aiu imrân: 93)
kavli vardır [240].
İbn Abbâs da şöyle
dedi:
Bana Ebû Sufyân İbnu
Harb haber verdi ki, Bizans Kayseri Hırakliyus kendi tercümanını çağırmış,
sonra Peygamber(S)'in mektubunu istemiş ve onu okutmuştur. İçinde şu varmış: '
'Bismillâhi 'r-rahmâni >-rahim.
Allah'ın Kulu ve
Rasûlü Muhammed'den Hırakliyus'a: Ey kitûb ehli hepiniz bizimle sizin aranızda
müsavi (ve
âdil) bir kelimeye
gelin: Allah'tan başkasına tapmayalım. O'na hiçbirşeyi eş tutmayalım. Allah'ı
bırakıp da kimimiz kimimizi Rabb Her tanımayalım. Eğer yüz çevirirlerse: Şâhid
olun, biz muhakkak müslümânlarız! deyin" (ÂJu İmrân: 64) [241]
167-.......Bize
Alî ibnu*l-Mubârek, Yahya ibn Kesîr'den; o da Ebû SelemeMen haber verdi ki, Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir; Ehli Kitâb (olan Yahudiler) Tevrat'ı tbrânîce
(metni) ile okurlar ve onu müslüm^nlara Arab Dili'yle tefsîr ederlerdi.
Rasûlullah (S) bu hususta mü si tim ânlar a:
— "Sizler kitâb
ehlini tasdik de etmeyin, tekztb de etmeyin. Ancak şunu söyleyin: Deyin ki:
Biz Allah % bize indirilene, İbrahim 'e, İstnM % İshâk % Ya 'kûb 'a ve
torunlarına indirilenlere; Mûsâ 'ya, îsâ '-ya verilenlere ve bütün
peygamberlere Rabb Heri katından verilenlere îmân ettik. Onlardan hiçbirini
diğerinden ayırdetmeyiz. Biz Allah'a testim olmuş müslümânlarız1* (ei-Bak ara:
13 6) [242].
168-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Peygambere Yahûdîler'den birbiriyle zina etmiş bir
erkekle bir kadın getirildi. Peygamber (S) Yahûdîler'e:
— "Sizler zina edenlere ne
yapıyorsunuz?" diye sordu. Onlar:
— Bizler onların
yüzlerini kömür sürüp karartıyor ve onları (bir merkeb üzerine ters olarak
bindirip sokaklarda dolaştırmak suretiyle) hakaaret ediyoruz, dediler.
Peygamber:
— "Eğer doğru söyleyiciler iseniz, Tevrat'ı getirin de onu okuyun" (Âiu
imrân: 93) kavlini söyledi.
Yahudiler Tevrat'ı
getirdiler ve kendisinden razı bulunduktan bir adama (ki o, Abdullah ibn Sûriyâ
el-A'ver el-Yahûdî'dir):
— Yâ A'ver, oku!
dediler.
O da Tevrat'tan recm
âyetine kadar okudu da oranın üstüne elini koydu.
(Abdullah ibn Selâm
ona:)
— Elini onun üstünden
kaldır! dedi.
O da elini kaldırdı.
Bir de baktık ki, orada recm âyeti parlayıp durmaktadır. Bunun üzerine Abdullah
ibn Selâm:
— Yâ Muhammed,
şübhesiz bunlar üzerine taşlamak cezası vardır. Lâkin bizler recm âyetini
aramızda gizliyorduk, dedi.
Akabinde Peygamber
zina edenlerin taşlanmalarını emretti. İbn Umer: Ben onların taşlanmalarını
gördüm, erkek, kadım taşlardan korumak için üzerine meylediyordu, demiştir [243].
169-.......Bana
İbnu Ebî Hazım, Yezîd ibn Abdillah'tan; o da Muhmmed ibn İbrahim'den; o da Ebû
Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, o da Peygamber(S)'den şöyle buyururken
işitmiştir: "Allah Taâlâ hiç-birşeyi, bir peygamberin Kur'ân 'ı açıktan,
güzel sesiyle okumasını dinlediği kadar dinlemedi" [245].
170-.......İbn
Şihâb şöyle demiştir: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr, Saîd ibnu'l-Müseyyeb, Alkame ibn
Vakkaas ve Ubeydullah ibnu Ab-dillah, iftira ehlinin Âişe aleyhine
söylediklerini söyledikleri zamanki hadîsini haber verdiler. Bunlardan herbiri
hadîsten bir parçayı bana tahdîs ettiler. Bu hadîsin sonunda Âişe (R) şöyle
demiştir:
— Ben Ya'kûb'un sözünü
söyledikten sonra yatağımın üzerine yan yattım. Ben o zaman kendimin berî*
olduğumu ve Allah'ın da benim berî' olduğumu ortaya çıkaracağını bilmekte idim.
Fakat ben Allah'a yemîn ederim ki, Allah'ın benim işim hakkında tilâvet edilecek
bir vahy indireceğini zannetmiyordum. Ve elbette benim şanım, benim nefsim de
bana âid bir mes'elede Allah'ın Kur'ân'la tilâvet olunacak bir kelâm söylemesinden
çok hakîr idi. Ve Azîz ve Celîl Allah: ' *O uydurma haberi getirenler içinizden
bir zümredir. Onu sizin için bir şerr sanmayın. BiVakis o, sizin için bir
hayırdır... " (en-Nün 11-21) on âyetin tamâmını indirdi [246].
171-.......Bize
Mıs'ar, Adiyy ibn Sâbit'ten, zannederim o da el-Berâ(R)*dan tahdîs etti ki, o:
Ben Peygamber(S)'den yatsı namâzı(nın bir rek'ati)*nda "Ve*t-tîni
ve'z-zeytûni" Sûresi'ni okurken işittim, ondan güzel sesli yâhud ondan
güzel kirâatli hiçbir kimseyi dinlemiş değilim, demiştir [247].
172-.......tbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Mekke'de iken (İslâm'ın evvelinde)
gizlenerek yaşardı. Namaz kıldırırken sesini yükseltirdi. Müşrikler Kur'ân
işittikleri zaman hem Kur'ân'a, hem onu getirene söverlerdi. Bunun üzerine Azîz
ve Celîl olan Allah, kendi Peygamber'ine: "Namazında pek bağırma, sesini o
kadar tasma da. İkisi arası bir yol tut" (el-Isrâ: 110) buyurdu [248].
173-.......Abdurrahmân
ibn Ebî Sa'saa el-Ensârî el-Mâzinî, oğlu Abdullah'a şöyle haber vermiştir: Ebû
Saîd el-Hudrî (R) kendisine:
— Seni görüyorum ki,
sen koyun beslemeyi ve bâdiyede oturmayı seviyorsun. Davarların başında yâhud
bâdiyende iken namaz için ezan okuyacak olduğun vakit yüksek sesle nida et.
Çünkü müezzin sesinin yetiştiği yere kadar ins, cinn, hattâ hiçbirşey yoktur
ki, ezam duymuş olsun da kıyamet gününde müezzin için güzel şehâdette bulunmasın,
demiştir.
Ebû Saîd: Ben bu
hadîsi Rasûlullah(S)'tan işittim, demiştir [249]
174-.......Âişe
(R): Ben hayızh iken Peygamber (S), başı benim kucağımda olduğu hâlde Kur'ân
okur idi, demiştir [250].
175-.......ibn
Şihâb şöyle demiştir: Bana Urve tahdîs etti. Ona da Misver ibn Mahrame ile
Abdurrahmân ibnu Abd el-Kaarî tahdîs etmişlerdir. Bu ikisi de Umer
ibnu*l-Hattâb(R)*dan şöyle derken zşit-mişlerdir: Ben Rasûlullah'ın hayâtında
bir kerre Hişâm ibn Hakîm'i namazda el-Furkaan Sûresİ'ni okurken işittim. Onun
kıraatini dinledim. Hişâm, Rasûlullah'ın bana okutup Öğretmediği birçok Arab
lügati şîvesiyle okuyordu. Az kaldı namazı bozacaktım. Fakat selâm verinceye
kadar güçlükle sabrettim. Ve selâm verir vermez hemen ri-dâsının yakasına
sarılıp çektim ve:
— Bu sûreyi, okuduğunu
işittiğim şekilde sana kim okuttu? diye sordum.
Oda:
— Bunu bana Rasûlullah (S) okuttu! diye cevâb
verdi. Ben derhâl:
— Yalan söyledin!
Çünkü Rasûlullah bu sûreyi bana, senin okuduğun lügatten başka bir lehçe ile
okutup öğretti, dedim.
Ve onu sürükleyerek
Rasûlullah'ın huzuruna götürdüm ve:
— Yâ Rasûlallah! Ben bu adamın el-Furkaan
Sûresİ'ni, Sen'in bana Öğrettiğin lügatten başka lügatlerle okuduğunu işittim!
diye şikâyet ettim.
Rasûlullah:
— "Yâ Umer, hele onun yakasını bırak!'*
buyurdu. Ve Hişâm'a:
— "Yâ Hişâm, oku bakayım!" diye
emretti.
O da Rasûlullah'a
karşı, benim kendisinden işittiğim okuyuşla okudu.
Rasûlullah bunun
üzerine:
— "Bu sûre böyle indirildi!" dedi.
Sonra bana:
— "Yâ Umer, sen de oku bakayım!"
buyurdu.
Ben de, Kendisinin
bana okutmuş olduğu okuyuşla okudum. Rasûlullah bana da:
— "Bu sûre böyle indirildi!" diye,
okuyuşumu doğru buldu ve:
— "Şübhesiz bu Kur'ân yedi lügat üzerine
indirilmiştir. Bunlardan kolayınıza gelen lügati okuyunuz!*' buyurdu [252].
Ve Peygamber (S):
"Herkes ve herşey niçin yaratıldıysa, ona kolaylaştırılıp
hazırlanmıştır" buyurdu. "Muyesserun " "Muheyyeun( =
Hazırlanmıştır)" denilir.
Müfessir Mucâhid: Biz
Kur'ân'ı şenin lisânınla kolaylaştırdık, yânı onun okunmasını sana hazırladık,
demiştir.
Matar el-Verrâk ibn
Tahmân el-Horâsânî de:
"And olsun ki,
biz Kur'ân'ı düşünmek için kolaylaştırmışızdır.
O hâlde bir düşünen
var mı?" âyetini söyledi de:
"Bir ilim t
176-.......Bana
Mutarnf ibnu Abdillah tahdîs etti ki, îırırân ibn Husayn (R) şöyle demiştir:
Ben:
— Yâ Rasûlallah!
(Cennetlik, cehennemlik ezelde belli olunca) çalışanlar neye çalışıyorlar?
diye sordum.
Rasûlullah (S):
— "Herkes niçin yaratıldıysa, ona
kolaylaştırılıp hazırlanmıştır" buyurdu [255].
177-.......Bize
Şu'be, Mansûr'dan ve el-A'meş'ten tahdîs etti.
O ikisi de Sa'd ibnu
Ubeyde'den; o da Ebû Abdirrahmân'dan; o da Alî ibn Ebî Tâlib(R)'den
işitmişlerdir ki, Peygamber (S) bir cenazede bulundu. Orada eline bir deynek
aldı da (düşünceli bir hâlde başını eğerek) onunla yere dürtüp vurmaya başladı.
Ve:
— "Sizden hiçbir kimse müstesna olmamak
üzere muhakkak cennetteki yeri de, cehennemdeki oturacağı yeri de takdir
edilip yazılmıştır!" buyurdu.
Sahâbîler:
— Öyleyse (ameli
terkedip) bu takdîr ve yazıya dayanamaz mıyız? dediler.
Peygamber:
— "Sizler çalışınız! Çünkü herkes
yaratılmış olduğu şeye kolaylaştırılıp hazırlanmıştır!'* buyurdu ve şu
âyetleri okudu:
"Bundan sonra kim
verir ve sakınırsa ve o en güzeli de tasdik ederse, biz de onu en kolaya
hazırlarız. Amma kim cimrilik eder, kendini müstağni görür ve o en güzeli yalan
sayarsa, biz de ona o en güç otom " (el-Leyt: 5-10) [256].
Katâde şöyle dedi:
"Mestûrin = Satır
satır yazılmış", yânî "Melekler onu satır satır dizerler,
yazarlar" demektir.
"Ft
ÜmmVl-Kitâb" - Şübhesiz o nezdimizdeki Ana Kitâb'dadır (sabittir)..."
(ez-zuhrüf: 4): Kitâb'ın cümlesi içinde, yânî aslı içinde sabittir, demektir.
"(Hatırla ki,
insanın hem sağında hem solunda oturan, onun amellerini tesbît etmekte olan iki
de melek vardır.)
O, bir söz
etmeyedursun, mutlak yanında hazır bir gözcü vardır" (Kaaf: 17-ıs); yânî,
o herhangi birşey konuşursa, muhakkak o konuştuğu kelime, üzerine yazılır.
İbn Abbâs da şöyle
demiştir:
"O bir söz
atmayadursun..." kavli hakkında: Hayır ve şerr onun üzerine yazılır,
ma'nâsınadır, "Yuharrifûne{ = Onu tahrîf ederler)" (en-Nisâ: 45,
el-Mâide: 14, 41),
"İzâle
ederler" demektir. Hâlbuki
Azîz ve Cetil Allah'ın
kitâblarından bir kitabın lafzını giderebilecek hiçbir kimse yoktur. Fakat
onlar "Kitâb 'ı tahrîf ederler", yânî onu te'vîlinden başka olan
te'vîl ile te'vîl ederler, demektir [257].
"... Ve in kunnâ
an dirâsetihim le gaf iline = Bizden evvel
kitâb yalnız iki
taifeye indirildi, biz ise onların okuduklarından kesin olarak gafillerdik dememeniz
için" (ei-En'âm: ıs6)*. Buradaki
"Dirâsetihim",
"Onların okumaları" ma'nâsınadır.
"Onu sizin için
bir Öğüt ve ibret yapalım, onu belleyen kulaklar da bellesin diye"
(ei-mkkaa: 12) âyetindeki "Vâiye", "Hafıza" yânî
"Ezberleyici , onu belleyip
muhafaza edici
kulaklar** ma'nâsınadır. "... Şu Kur'ân bana, sizi de sizden sonra
erişenleri de inzâr etmekliğim için vahyolundu..." (ei-En'âm: 19).
Yânî "Bu Kur'ân
bana hem siz Mekke ehlini, hem de sizden sonra Kur'ân kendilerine ulaşacak
herkesi inzâr etmekliğim için vahyolundu". Demek ki, Peygamber kıyamete
kadar gelecek herkes için bir nezîr olmuştur.
(Buhârî şöyle dedi:)
Bana Halîfe ibn Hayyât
(müzâkere yoluyla) şöyle dedi:
Bize Mu'temir tahdîs
etti. Ben babam
178-.......Bize
Mu'temir tahdîs edip şöyle dedi: Ben babam Süleyman ibn Tarhân'dan işittim,
şöyle diyordu: Bize Katâde tahdîs etti; ona da Ebû Rafı' tahdîs etmiştir. Ebû
Rafı' de Ebû Hureyre(R)*den işitmiştir: Ebû Hureyre şöyle diyordu: Ben
Rasûlullah(S)'tan işittim, şöyle buyuruyordu: "Muhakkak ki, Yüce Allah
mahlûktan yaratmadan önce bir kitâb yazmış (ve onda): Benim rahmetim gadabımın
önüne geçmiştir! diye yazmıştır. O kitâb, Arş Un üstünde Yüce Allah'ın yanında
yazılmış bir kitâbdır"' [259],
"Hâlbuki sizi de,
yapageldiğiniz şeyleri de Allah yaratmıştır" (es-Sâffât: 96) [260];
"Şübhesiz ki, biz
herşeyi bir takdir ile yarattık" (el-Kamer: 49).
Suret yapıcı
musavvirlere: Yaptığınız suretlere hayât verin! denilir.
"Şübhesiz ki,
RabbHniz gökleri ve Yer*i altı günde yaratan, sonra (emri) Arş üzerinde
hükümrân olan Allah'tır.
Kendisini durmayıp
kovalayan gündüze, geceyi O bürüyüp örter. Güneş'i, Ay\ yıldızları -hepsi de
emrine ram olarak- yaratan O. Haberin olsun ki, yaratmak da, emretmek de O'na
mahsûstur. Âlemlerin Rabbi olan
Allah'ın sânı ne kadar
yücedir" (el-A'râf: 54).
Sufyân ibn Uyeyne
şöyle dedi: Allah, aYaratma"nın
"Emr"den
ayrı olduğunu beyân etti. Yânî geçen "Yaratmak da, emr de O'na
mahsûstur" kavliyle bunların arasını ayırdı [261].
Peygamber (S) de îmâna
"Amel" ismi verdi.
Ebû Zerr ile Ebû
Hureyre şöyle dediler: Peygamberce:
Amellerin hangisi en
faziletlidir? diye soruldu.
Peygamber (S):
"Allah'a îmân ve
Allah yolunda cihâd etmektir" buyurdu [262].
Yüce Allah da:
"Artık onlar için yapmakta olduklarına bir mükâfat Olarak... "
(es-Secde: 17, el-Ahkaaf: 14, el-Vâkıa: 24) buyurmuştur [263].
Abdu'1-Kays hey'eti de
Peygambere: Bizlere (tafsîlden müstağni kılacak) Özetlenmiş külli işlerden
birtakım şeyler emret de bizler onları yaptığımızda cennete girelim, dediler.
Peygamber de onlara:
îmân etmeyi, Allah'ın
varlığı ve birliğine şehâdet etmeyi, farz namazları kılmayı, farz zekâtı
vermeyi emretti de bunların hepsini amel kıldı [264].
179-.......Bize
Eyyûb, Ebû Kjlâbe'den ve el-Kaasım et-Teymî'den tahdîs etti ki, Zehdem şöyle
demiştir: Bu Cerm kabilesi ile Eş'arîler arasında bir sevgi ve bir kardeşlik
vardı. Cerm kabilesinden olan bizler Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nin yanında
bulunuyorduk, O sırada ona içinde tavuk eti olan bir yemek yaklaştırıldı. Ebû
Musa'nın yanında Teymullah oğulları'ndan, Arab'dan başka milletlerden gibi olan
bir zât vardı. Ebû Mûsâ onu yemeğe çağırdı. O da:
— Ben tavuğu bir kerre
tiksindiğim pis bir şeyi yerken gördüm de, onun etini yememeğe yemin ettim,
dedi.
Ebû Mûsâ ona şöyle
dedi:
— Gel de ben sana bu
konuda bir hadîs tahdîs edeyim: Ben Eş'a-rîler'den bir topluluk içinde
Peygamberin yanma gitmiş, kendisinden bizlere cihâda gitmek üzere binek ve yük
taşıma hayvanları vermesini istiyorduk. Peygamber: "Vallahi ben sizleri
develereyükleyemem, benim yanımda sizleri yükleyeceğim develer yoktur"
diye yemîn etti. Bu arada Peygamber'e bir mikdâr ganimet develeri getirildi.
Bunun üzerine Peygamber bizleri sorup: "O Eş'arîler topluluğu
nerede?" dedi. Bizlere hörgüçleri beyaz birkaç tane deve verilmesini
emretti. Bundan sonra gittik ve kendi aramızda: Biz ne yaptık? RasûluIIah
bizleri develere yüklemeyeceğine ve yanında bizi yükleyecek develer olmadığına
yemin etti, sonra da bizleri develere yükledi. Bizler Rasûlullah*a yeminini
unutturduk. Vallahi biz ebeden felah bulmayız! dedik. Ve akabinde
Rasûlullah'ın yanma döndük de O'na bu yeminini söyledik. Bunun üzerine O:
"Sizleri develere yükleyen ben değilim. Lâkin sizleri Allah yüklemiştir.
Bir de ben vallahi tirşeye yemîn eder de sonra ye-mîn ettiğim şeyin zıddını
daha hayırlı görürsem, muhakkak o hayırlı olan işi yaparım da yeminimden
keffâretle çıkarım" buyurdu [265].
180-.......Bize
Ebû Cemre Nasr ibn îmrân ed-Dube'îtahdîs etti. Ben îbn Abbâs'a (Abdu'1-Kays
hey'eti kıssasını) sordum, o da şöyle dedi, demiştir: Abdu'1-Kays hey'eti
Rasûlullah'ın huzuruna geldiler ve:
— Yâ Rasûlallah!
Sen'inle bizim aramızda şu Mudar kabilelerinden olan müşrikler vardır. Bizler
Sana ancak haram aylar içinde ulaşabiliyoruz. O hâlde Sen bizlere öyle
kestirme birtakım işler emret de bizler onları işleyip yapmakla cennete girelim
ve arkamızda kalanlarımızı da bu işleri yapmaya da'vet edelim! dediler.
Rasûlullah (S) onları
şöyle buyurdu:
— "Ben sizlere dört şeyi işlemeyi
emrediyor ve dört şeyi de işlemeyi nehyediyorum: Ben sizlere Allah'a îmân
etmeyi emrediyorum: Sizler Allah'a îmân etmek nedir, bilir misiniz? Allah'tan
başka ilâh olmadığına (ve Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna) şehâdet etmek;
namazı devamlı kılmak; zekâtı vermek; (ramazân orucunu tutmak), ganimetten
beşte birini vermektir. Ben sizleri dört şeyden de nehyediyorum: Dubba ve nakîr
denilen kaplarda, ziftlenmiş kaplarda ve hanîeme denilen kapta (hurma yâhud
üzüm şırası) içmeyiniz [266]
181-.......Bize
el-Leys, Nâfî'den; o da el-Kaasım ibn Muhammed'den; o da Âişe(R)'den tahdîs
etti ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Şu suretlerin sâhibleri
kıyamet gününde azâb olunacaklar ve kendilerine: Haydi, yaptığınız suretlere
can veriniz! denilecektir" [267]
182-.......Bize
Hammâd ibn Zeyd, Eyyûb'dan; o da Nâfi'den; o da Abdullah ibn Umer(R)'den tahdîs
etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Muhakkak ki, şu suretlerin
sâhibleri kıyamet gününde azâb olunacaklar ve kendilerine: Haydin, uydurup
düzdüğünüz bu suretlere can veriniz! denilecektir" [268].
183-.......Bize
Muhammed ibn Fudayl, Umâre'den; o da Ebû ZurVdan tahdîs etti ki, o da Ebû
Hureyre'den işitmİştir. Ebû Hu-reyre (R) de: Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle
buyuruyordu, demiştir: "Azız ve Ceiîi olan Allah: Benim yarattığım gibi
yaratmaya kasdedip savaşan kimseden daha zâlim kim vardır? Haydi onlar bir
zerre yaratsınlar yâhud (lezzeti ve gıda Özelliği yerinde) bir tanecik yâhud
bir tek arpa dânesi yaratsınlar! buyurur" [269].
Onların sesleri ve
tilâvetleri, kendi boğazlarından öteye geçmez.
184-.......Bize
Enes ibn Mâlik, Ebû Mûsâ eI-Eş'ârî(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle
buyurmuştur: "Kur'ân'ı okumakta olan mü'min kişinin meseli portakal
meyvesi gibidir ki, onun tadı güzel, kokusu da güzeldir. Kur'ân 'ı okumayan
mü'minin benzeri hurma gibidir ki, onun tadı güzeldir, fakat kokusu yoktur.
Kur'ân'ı okumakta olan fâcir kişinin benzeri ise reyhâne otunun meseli gibidir
ki, onun kokusu güzel, tadı acıdır. Kur'ân'ı okumayan fâcir kişinin meseli de
tadı acı ve güzel kokusu olmayan Ebû Cehil karpuzunun meseli gibidir" [271].
185-.......tbn
Şihâb (şöyle demiştir): Bana Yahya ibnu Urve ibnu'z-Zubeyr haber verdi ki, o,
babası Urve ibnu1 z-Zubeyr*den şöyle derken işitmiştir: Âişe (R) şöyle dedi:
Birtakım insanlar Pcygamber(S)*e kâhinlerden sordular. Bunun üzerine O:
— "Kâhinler (yânî
onların sözleri) hiçbirşey değildirler!" buyurdu.
Bu sefer soranlar:
— Yâ Rasûlallah!
Kâhinler bazen birşey söylüyorlar da bu söyledikleri şey doğru oluyor,
dediler.
Râvî dedi ki:
Peygamber şöyle buyurdu:
— ''Doğru olan bu kelime Hakk'tandır ki, onu
bir cinnî, meleklerden kapar da sonra onu dostu olan kâhinin kulağı içine,
tavuğun tekrar tekrar seslenmesi gibi tekrar tekrar söyler, kâhinler de o bir
hakk sözün içine yüzden fazla yalan katıp karıştırırlar" [272].
186-.......Bize
Mehdî ibn Meymûn tahdîs etti. Ben Muhammed ibn Sîrîn'den işittim; o, Ma'bed ibn
Sîrîn'den; o da Ebû Saîd el-Hud-rî(R)*den tahdîs ediyordu. Peygamber (S) şöyle
buyurmuştur:
— "Güneş'in doğduğu taraftan birtakım
insanlar çıkacak, onlar Kur'ân okuyacaklar. Fakat Kur'ân onların hançereleri
ile köprücük kemikleri ötesine geçmeyecek. Onlar, okun av hayvanını delip
çıktığı gibi dînden çıkacaklar; onlar, okun bir daha atıldığı kirişine dönmez
olduğu gibi artık bir daha dîne dönmeyeceklerdir" buyurdu.
—Onların alâmetleri
nedir? diye soruldu. Peygamber:
— "Onların alâmetleri saçlarını
kazıtmaktır -yâhud: Saçlarını dibinden kökleyip gidermektir-" buyurdu [273].
Müfessir Mucâhid
"Doğru terazi ile tartın9* (ei-isrâ: 35, eşşuârâ: 182) kavlinin tefsirinde
şöyle elemiştir:
"el-Kustâs",
Rûm ahâlîsi dilinde "AdPdir.
"el-Kıst",
"Âdil" demek olan MMuksıt"ın masdandır denilir. Amma
"el-Kaasıt" lafzına gelince, o "Cevr edici" yânî
"Zâlim" ma'nâsınadır.
187- Bize
Ahmed ibn İşkâb tahdîs etti. Bize Muhammed ibn Fu-dayl, Umâre
ibnu'l-Ka'kaa'dan; o da Ebû Zur'a'dan tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R) şöyle
demiştir: Peygamber (S):
— "Subhânallâhi
ve bi-hamdihi, SubhânaMhM-Azîm;Rahmân'a sevgili, dile hafif, mizanda ağır olan
iki kelimedir" buyurdu [275].
Hadîs ilminin en büyük
âlimi olan tmâm Buhâit, bu hadîsle Sahihini sona erdirmiş bulunuyor. Niyet
Hadfsf-yle başladığı bu ölümsüz kitabını, Tesbîh ve Tahmîd Hadf-si'yle
bitirmesi ne güzel Fatiha, ne yüksek Hâtime'dhi
Sahihin en güzel
sarihlerinden biri olan Aynî, Umde-fu7-Kaari*nln sonunda şerhine başladığı
yeri, tarihi ve dld cild bitiriş tarihlerini topluca vermiştir. Özetle: 820
yılı re-ceb ayının sonunda başlayıp 847 yılı cumâdal-ûl&'mn 15. cumartesi
gecesi bitirmiştir.
Kastallânî de şerhini
916 rebîu's-sanfnin 17. cumartesi günü bitirmiştir.
Ben nâçiz Mehmed
Sofuoglu da 1970 yılından i'tibâ-reh takriben 14 yıldan beri devam eden bu
terceme ve hâ-ştyelendinneyi Allah'ın muvaffak kılmasıyle 11 eylül 1984/ 15
zul-hicce 1404 salı günü öğleden önce bitirmiş bulunuyorum. KastaU&nf nin
de dediği gibi, Allah'tan bu çalışmamı rızâsına ve cennete vesile kılmasını ve
benimle ateş arasında en sağlam kalkanlanyle perde kılmasını nlyâz ederim.
11 eylül 1984/15
zul-hicce 1404 Üsküdar-Bağlarbaşı
Yüce Allah'ın nâçiz
bir kulu olan ben Mehnied Sofuoğlu, 1970/1390 târihinden i'tibâren takriben
ondört yıldan beri derin bir aşk ve mahabbetle devam eden Sahîk-i Buhârî ve
Tercemesi çalışmalarımı bitirmiş bulunuyorum. Buna başlayıp tamamlamaya
tev-fîk ve hidâyet bahşeden Cenâb-ı Allah'a hadsiz hamd ve senalar, bütün
peygamberlerine ve hassaten tercüme edilen sözlerin sahibi Hz. Muhammed'e
sayısız salât ve selâmlar olsun!
Hz. Muhammed'in bu
ölümsüz sözlerini en sağlam ilmî usûl ve araştırmalar sonunda toplayıp çeşitli
"Kitâb"Iar ve "Bâb"Iar altında te'Iîf etmek suretiyle
İslâm'ı anlayıp kavramakta bizlere rehberlik eden imâm Buhârî'ye, onun bütün
râvîleri ve sarihlerine de bol bol rahmetler olsun!
Bu tercemenin kendim,
milletim ve bütün Türkçe konuşan dîn kardeşlerim hakkında en güzel hayâta, en
mutlu akıbete vesile olmasını niyaz eylerim. Bu eser, bir defa. okunduktan
sonra bir yana atılacak bir kitâb değildir. Bu, iyice tedkîk edilmeye, birçok
kısımları aynen veya meâlen bellenmeye, içinde bulunan düşündürücü, ilerletici
ve ölümsüz fikirler ve işler çok iyi anlaşılıp tatbîk edilmeye lâyıktır. Çünkü
bu kitabın muhtevası, Allah'ın ve Peygamberi'nin hiç eskimemek üzere insanlığa
öğrettiği ebedî bilgiler'den ibarettir.
Kitâbu't-Tevhîd/7439
"Kim Allah 'a ve
Rasûtü 'ne itaat ederse, işte onlar Allah 'in, kendilerine nVmetier verdiği
peygamberlerle, sıddîklarla, şehîdlerle, iyi kimselerle beraberdirler. Onlar ne
iyi arkadaştır!" (en-Nisâ: 69)
AMhumme sallı alâ
Muhammedin ve alâ âli Muhammedin Kemâ salleyte alâ îbrâhîme ve alâ âli
İbrâhime. İnneke Hamî-dun Mecîd.
Allâhumme bârik alâ
Muhammedin ve alâ âli Muhammedin Kemâ bârekte alâ İbrâhtme ve alâ âli îbrâhîme
inneke Hamî-dun Mecîd.
Va'hşurnâ maalleztne
en'amte aleyhim ğayri'l-mağdûbu aleyhim vela'd-dâllîn.
Âmîn.
"Bizi hidâyetiyte
buna muvaffak küm Allah 'a hamdolsun. Eğer Allah bizi hidâyet etmeseydi, biz
kendiliğimizden bunun yolunu bulmuş olmazdık. And olsun ki, Rabb'imizin
peygamberleri gerçeği getirmişlerdir" (ei-A'râf: 43).
"£y Rabb'imiz,
bizi doğru yola ilettikten sonra kalblerimizi haktan saptırma. Bize kendi
canibinden bir rahmet ver. Şübhesiz bağışı en çok olan Sen'in Sen! Ey
Rabb'imiz, muhakkak ki Sen, vukuunda hiçbir şübhe olmayan bir günde insanim
toplayacak olansın. Şübhesiz ki, Allah sözünden caymaz" (Âiu İmrân: 8-9).
(147 : ö\j** JÎ)
"Ey Rabb'imiz,
bizim günâhlarımızı ve işimizdeki israfımızı mağfiret eyle, ayaklarımızı sabit
kıl ve kâfirler güruhuna karşı bizlere yardim et" (Âlu İmrân: 147).
(74 : d "Ey Rabb 'imiz! Bizlere
eşlerimizden ve zürriyetlerimizden göz-
7440/Sahîh-i Bahârî ve
Tercemesi
ler bebeği olacak (iyi
insanlar) ihsan eti Bizi takva sahihlerine rehber kil!" (el-Furkaan: 74),
(10 : ^SJ-I) /fadfr 7/mz/ Zfce ve fmân //e rfaAa o/ıden
bizi geçmiş olan (dîn) kardeşlerimize mağfiret buyur ve îmân etmiş olanlar için
kalb-lerimizde bir km tutturma. Ey Rabb 'imiz! Şübhesiz ki, Sen çok mağfiret
edicisin, çok merhamet eyleyicisin'1 (ei-Haşr: ıo).
(201 : 5jâJ') "Ey
Rabb 'imiz! Bize dünyâda da bir güzellik ver, âhirette de bir güzellik ver ve
bizi o ateş azabından koru'* (ei-Bakara: 20i).
(41 : £»^1) ^\~*Ü ?j% fjı J&'yÜj JOJljJj J
jâtl Wj "Ey Rabb'imiz! Hesâb ayağa kalkacağı gün bana, ana-babama ve bütün
îmân edenlere mağfiret eyle" (ibrânîm: 4i).
4jı 4.J
(82-84 : ftlj*iJ>)
^#)l Şâp »jj > Jîiıpij "Ey Rabb 'im! Bana bir hüküm ihsan et ve beni
sâtihler zümresine kat Sonrakiler içinde bana bir sadâkat dili -Zikr-i Cemil-
tah-sîseyle. BeniNaîm Cennetinin vârislerinden kıl" (eş-şuarâ: 83-85).
(180-182 :
"Galebe sahibi
Rabb'in, onların isnâd etmekte oldukları vasıflardan yücedir, münezzehtir.
Gönderilen bütün peygamberlere selâm ve Alemlerin Rabb'i olan Allah'a hamd
olsun!
180-181).
(Kendi İfadesiyle Hal
Tercemesi)
Kâtib Çelebî'nin de
ifâde ettiği gibiı bir kuluna, Allah'ın kendisine vermiş olduğu ni'metleri
zikretmesi, o ni'metlerin şükrü cümlesinden olduğu için ben de Rabbimin bana
ihsan etmiş olduğu ni'metleri tahdîsen burada hâl tercememi yazıyorum 2:
1 SuUemu'l'Vusûlilâ Tabakaati%FuhGI(Şehîd Ali
Paşa Kütüp. rakk: 1877) birinci kısmın sonunda.
2 Yüce Allah Kur'ân-ı Kerîm'de: "Ey
insanlar, Attah 'm üzerinizdeki iıın-cant'
es-Suyûtî (911/1505),
Husnu'I-Muhâdara, I., 155'de şöyle demiştir: "Bu kitabda gelmiş geçmiş
muhaddislere tâbi* olarak kendi hayâtımı da yazdım. Onlar içinde târih kitabı
te'M edip de kendi hâl tercemesine yer vermeyenler azdır:
Abdulgafûr el-Fârisî
(529/1135) NisSbûr Târîhi'ndt, Yâküt el-Hamavî (626/1229) Mu'cemu'l-Udebâ'te,
Lisânuddm ibnu'tHatîb (776/1374) TS-rthu Gırnatö'fa, el-Hâfız Takıyyudduı
d-Fâsî (832/1429) TSrthu Mekke'de, el-Hâfız ibn Hacer el-Askalânî (852/1449)
Kudâtu Mısır'da ve Ebü Şâme (665/1267) ez-Zeyl ate'r-Ravtateyn., 'de bu işi
yapanlardandır. Bu sonuncusu (yân! Ebû Şâme) onlar içinde ibâdete en düşkün
olanı ve takvada en üstün derecede bulunanıdır...".
Kâtib Çelebî de
(1068/1657) Sullemu'l-VusÛl ilâ Tabakaati'l-FuhÛl ve Mîzânu'l-Hakk adlı
eserlerinde kendi hâl tercemesini yazmıştır.
Şâir Mehmed Âkİf Ersoy
da (1355/1936) ölümünden beş ay kadar evvel 10 Ağustos 1936'da Beyoglu'nda
Mısır Apartmanındaki hasta döşeğinde bizzat kendi hâl tercemesini yazmıştır.
Bunu Eşref Edîb, Millet, 6 Aralık 1962, Sayı: l'de neşretmiştir.
Büyük Türk Müfessiri
Elraalılı Muhammed Hamdî Yazır (1358/1942) da Hakk Dîni Kur'ân Dili adlı
tefsirinin başında (1,7-8) künyesini ve şeceresini; s.l7-18'de de öğrenim
hayâtını yazmıştır.
7442/Sahîh-i Buharı ve
Tercemesi
Ben Mehmed Sofuoğlu
Aydın vilâyetinin Nazilli kazasında 1923 yılında Ali Molla ile Esmâ'dan
doğmuşum. Dört-beş yaşlarından i'tibâren Aydoğdu mahallesindeki dededen kalma
evimizde babamdan Kur'ân dersleri aldım. İlk ve Ortaokulu orada bitirdim.
Ortao-kuPda iken 1940'da babam vefat edince üçüncü annemden diğer beş
kardeşimle yetîm kaldık. Bizleri annem bir çok sıkıntılar içinde yetiştirmeye
çalıştı. 1947 yılında Afyon Lisesi'nden me'zûn olunca özel olarak Kur'ân ve
Arapça dersleri almaya devam ettim. Kur'ân hocam Nazilli imamlarından Hafız
Osman Efendi'dir. Yine Nazilli hocalarından Arif Efendi'den Emsik, vâız
Tavaslı Tâhir Efendi'den Avâmilve İzhâr'ı okudum. 1948 Şubat'ında askere
gittim. Sivas'ın Zara ilçesinde bulunan 36. Piyade Alayı 'nda yedek subaylık
yaparken Ankara Üniversitesi'nde İlahiyat Fakültesi açılmasına karar alındı.
Terhisten sonra 1949'da bu fakülteye kaydoldum. 1953'de burayı pekiyi derece
ile bitirerek, İstanbul Îmam-Hatip Okulu'na meslek dersleri öğretmeni tayın
edildim. İstanbul'da Hasan Basri Çantay'-dan Arap Edebiyatı ve terceme dersleri
okudum.
1956-1958*" rasma
göre Irak'
ve'1-Ulûm'daki___,.,«
uulUvnut, aym zamanem özel olarak el-
Medresetü'l-Mercâniyye
ile Seyyid Sultan Ali Medreselerinde Mu-hammed Fuâd el-Âlûsî'nin derslerine
devam ederek Sahîh-i Müslim'i huzurunda okudum, bu arada diğer hadîs
külliyâtını da inceledim.
1958 sonunda yine
İstanbul İmam-Hatip Ok ulu'ndaki görevime döndüm.
1961 'de İstanbul
Yüksek İslâm Enstitüsü Tefsir Dersi Öğretim Üyeliği'ne ta'yîn edildim. 15 Ocak
1966 gün ve 222-1-140 sayılı kararname ile Enstitü Müdür Yardımcılığı'na
ta'yîn olundum. Bu ikinci görev ilmî çalışma ve araştırmalarımı azalttığı için
2 Kasım 1970 târihinde bu görevden istîfa edip, 1 Ocak 1971 'de fiilen
ayrıldım.
1961'den 1977-1978
Öğretim yılına kadar Enstitü Tefsir dersleri
1978-1979 Öğretim
yılında yeni Enstitü yönetmeliğine göre teşkil edilen bölümlerden Tefsîr-Hadîs
Bölümü şefliğine getirildim. 1981 yılında şefliğin bir nevi' idarecilik şekline
dönüştürülmesi üzerine
Bunların hepsini
rahmetle anar, işbu hâl tercememi de rahmetle anılmaya vesîle kılmasını Yüce
Allah'dan niyaz eylerim (Mehmed Sofuoglu).
Mehmed SofuoğIu/7443
bu şeflik görevinden
ayrıldım. Nihayet 31 Temmuz 1983 tarihinde kendi isteğimle emekli oldum 3.
10 Şubat 1952'de
Nazilli Cumhuriyet Mahallesinden Yusuf kızı Mürşide (1927) ile evlendik. Biri
doktor, ikisi öğretmen olmuş, Seher (1954), Kevser (1957) ve Selmâ (1959)
adlarında üç kızımız vardır.
"Ey Rabbim! Bana
ve ana-babama lütfettiğin nV
*" 19).
Basılmış Olan
Kitablanm:
\-Tefsîr Dersleri V,
VI, VII, Imam-Hatib Okulları ders kitab-ları olup, M.E.B.'nca bir çok kereler
basıldı (1961-1980).
2-Sahîh- Müslim ve
Tercemesi, 8 dld olup, 1967-1969, 1974-1980 yıllarında İrfan Yayınevi
tarafından basılıp dağıtıldı.
3'Kur'ân'ın
Faziletleri, İst. 1978, îbn Kesîr'in aym isimli eserinin tercemesi.
4-el-Fevzu'l-KebtrJt
Usûli't-Tefsîr, İst. 1980, Şâh Veliyyullah ed-Dihlevî'nin aynı isimli eserinin
terceme, tahkik ve hâşiyelendi-rilmesi.
5-Tefsîre Giriş, İst.
1981, Enstitü dersleri için yardımcı kitâb.
3 Resmî görevdeki bâzı
safhalar ve târihleri:
* İstanbul Îmam-Hatip Okulu'nda göreve
başladım: 30 Temmuz 1953.
* Teftîş raporu
sonunda Maârif Vekâleti'nden teşekkür yazısı aldım: 30 Kasım 1956.
* Irak'taki
çalışmalarım hakkında Maârif Vekâleti'ne 35 sahîfelik rapor sundum: 6.12.1958.
* Ta'lîm sicilimden
dolayı M.E.B.'ndan teşekkür yazısı aldım: 16 Şubat 1961.
* Yüksek islâm
Enstitüsü'nde göreve başladım: 25 Ocak 1961.
* Enstitü Müdür Yardımcılığına ta'yîn olundum:
15 Ocak 1966 gün ve 222-1-140 Sayılı kararname.
* Müdür Yardımcılığı görevine başladım: 22 Ocak
1966.
* Müdür Yardımcılığı
görevinden istifa ettim: 2 Kasım 1970.
* Müdür Yardımcılığı
görevinden fiilen ayrıldım: 1 Ocak 1971.
* Tefsîr-Hadîs Bölümü
Şefliği'ne getirildim: 1978.
* Tefsîr-Hadîs Bölümü
Şeflik görevinden ayrıldım: 1981.
7444/Sahîh-i Buhâıi ve
Tercemesi
6-Tefstr Özeti,
Abdurrahman es-Sa'dî'nin Arapça eserinin terceme, tahkik ve
hâşiyelendirilmesi.
Araştırma Makaleleri
l-"Bid'atlar ve
Korunma Yollan", M.E.B. Yüksek İslâm Enstitüsü Dergisi, 1964.
2-"tslâm Sadelik
ve Kolaylıklar Dînidir", 1965.
3-"Musîbetler ve
Acılara Karşı Kur'ân'dan ve Peygamberin Sözlerinden Sabr ve Metanet
Reçeteleri", Diyanet Dergisi, Ocak-Şubat 1973; Tohum Dergisi 1972, sayı
69.
4-"Hicretin 1400.
Yılına Girerken Hz. Muhammed'in insanlığa Getirdikleri".
5-1970 yılından beri
ondört senedir devam eden Sahîh-iBuhâ-rtve Tercemesi çalışması Allahın muvaffak
kılmasıyla tamamlandı.
Emekli Oluşum Üzerine
Bir Kaç Söz
...iîll üa* ji Sjl
<$*$_ t£tfj IÎÜ Uj* drJJ» aii
"Bizi hidayetiyle
buna muvaffak kılan Aüaha hamd olsun. Eğer Allah bizi hidâyet etmeseydi, biz
kendiliğimizden bunun yolunu bulmuş Olmazdık" (el-A'raf: 43).
Bu, cennetliklerin
cennete ulaştıkları zaman söyliyecekleri bir hamd ve bir ni'met tahdîsidir.
Ni'metlem i'tirâf edilmesi emredilmiştir:
"Rabb'inin ni'
Dünyâya gelişin
başlangıcı olan ana rahmine düşüşten i'tibâ-ren Yüce Allah'ın takdir eylediği
mukadderat plânına göre kulun hayât safhaları sürer gider: (ei-Hacc: 5-6-7;
ei-Mü'minûn: 12-16).
Bu safhaların hepsinde
sayısız ilâhî ni'metler kuldan hiçbir an ayrılmaz. Yine O ilâhî plâna göre kula
bâzı sıkıntılar, dertler, mu-sîbetler gelip çatsa bile bunlar dahî bir terbiye,
bir arınma, günâhlara keffâret veya derecelerin yükselmesi için birer
imtihandır. Bunlar da bu neticeleri i'tibâriyle kul için birer ni'met
olmaktadırlar. Bu sebeple her ni'mete şükr, her hâle de hamd etmek gereklidir.
28 Şubat 1948'de
askerliğe girişimle fiilen devlet ve millet hiz-
Mehmed SofuoğIu/7445
Emeklilik, resmî
görevden ayrılmadır. Sağlıklı oldukça âhıret yolculuğu için hazırlık devam
edecektir. Zâten bütün hayât bir bakıma bu yolculuk için bir hazırlık ve
hazırlanma devresinden ibarettir: Rasûlullah (S) Abdullah ibn Umer'in şahsında
bütün ferdlere şu eskimez hayât düstûrunu vermiştir.
"Sen bu dünyâda
sanki bir yabancı yâhud bir yolcu gibi ol" (Buhârî, er-Rikaak).
Yabancı ve yolcu,
ikisi de gelip geçici olduğu için uğradıkları yerlerde devamlı kalmazlar, sabit
yatırım ve te'sîsler kurmazlar, onlar yanlarına yolculuklarında
yararlanacakları kadar malzeme alırlar. Fakat asıl son durak için hazırlık
yapmaya ehemmiyet verirler.
Rasûlullah dünyâdan
âhiret için kesilmeden devam edecek gelirleri de şöyle özetlemiştir:
"İnsan öldüğü
zaman ondan bütün amel gelirleri kesilir. Ancak şu üç şeyden kesilmez: Devam
eden sadakadan, yâhud faydalanılan bir ilimden, yâhud dua edecek hayırlı bir
evlâddan " (Müslim, el-Vasıyye, Ebû Hureyre'den "1631").
Şimdiye kadar iyi
niyetlerle yaptığımız amellerin kabule karîn olması dileğiyle beraber 30 yıllık
tedris ve terceme hizmetlerimizin de bu hadîsteki ikinci maddeden sayılıp
kesiksiz bir âhıret azığı kılınmasını niyaz ederim.
Ölüm için Hakk emrinin
ne zaman olacağı bilinmemekle beraber ömrümün kalan kısmında da sıhhat ve
afiyetle biraz daha bu hazırlığa imkân ve fırsat bahşetmesini Yüce Allah'tan
dilerim. Aslında
7446/Sahîh-i Buhârî ve
Tercemesi
J
J j
"Ey Rabbim, bana
ve ana-babama lütfettiğin ni'
SOk" (en-Neml:
19, el-Ahkaaf: 15).
Hz. Muhammed de diğer
bütün peygamberler gibi aynı zamanda en yüksek ve en başarılı öğretmen idi.
Kendisi bir hadîsinde bunu şöyle ifâde etmiştir:
"Şübhesiz Allah
beni sıkıntı ve zahmet verici, ne de bunu arzu
edici olarak
göndermedi, lâkin Allah beni bir MUALLİM ve bir
kolaylaştırıcı olarak
gönderdi" (Müslim, Talâk; Câbir ibn Abdil-
lah'dan "1478").
Muâviyetu'bnu'l-Hakem
es-Sulemî (R) de Peygamber'in bir öğretim meclisinde bulunduktan sonra
Peygamber'de müşâhade ettiği yüksek öğretmenlik vasfını şöyle ifâde etmiştir:
j
"Rasûlullah
namazı kılınca, babam anam ona feda olsun. Ne
ondan evvel ve ne de
sonra Peygamber kadar güzel öğretim yapan
hiç bir MUALLİM
görmedim..." (Müslim, Mesâcid, Tahrîmu'l-
kelâm fı's-salât,
"537").
Peygamber ilim
öğreticisini gıbta edilecek iki kişiden biri sayıp şöyle buyurmuştur:
1 .^Uj 4> «Ul J* JJI JU : Jtf şy^> J 4)1
#> 'J-SUİÎ «İli İüî jsrjj JsÜi J *&i> Ji. i»Li Sü illi »UT jej : ^#31
J
"Şu iki haslet
sahibinden başkasına gıbta edilmez: Biri Allah'ın mal verip de bu malı hakk
yolunda tüketmeğe muktedir kılman, diğeri de Allah 'm hikmet verip de kendisi
onunla hükmeden ve onu başkalarına öğretendir" (Buhârî, İlim ve Tevhîd;
Müslim Salâtu'l-Musâfırîn, Abdullah ibn Mes'ûd'dan).
Rasûlullah mucâhid bir
öğretmen olan Hz, Alî'nin şahsında öğ-■etmenliğin yüceliğini şöyle ifâde
etmiştir:
Mehmed Sofuoğlu/7447
1f
"Yemtn olsun
senin vâsıtanla bir tek kişinin hidâyete erdirilmesi senin için bir çok kırmm
develerin olmasından daha hayırlıdır" (Buhârî, Cihâd, Müslim, tmâre).
Öğreticiler arasında
lafzı ve manâsıyla Kur'ân öğreticiliği ise hepsinden yücedir. Çünkü Peygamber:
"Sizin en
hayırlınız Kur'ân 'ı öğrenen ve onu öğretendir" buyurmuştur (Buhârî,
Fadâihı'l-Kurân, Usmân'dan).
Fakültemizde okutulan
ilimlerin hepsi de az çok Kur'ân'la ilgilidir. Kimisi doğrudan doğruya tenzîlî
kitâb olan Kur'ân'la, kimisi de tekvînî kitâb olan kâinat kitabiyle ilgilidir.
Bu iki kitâb da Yaratan'ın tekliğine, ilmine, kudretine., ve diğer ilâhî
sıfatlarla mut-tasıf olduğuna delâlet etmekte bulunduklarından birbirleriyle
ilgilidirler. Bu bakımdan bütün öğretim üyelerimizin şartlan hâiz bulundukları
takdirde Peygamber'in bu medhine dâhil bulunabilecekleri söylenebilir.
Bu nâçiz Mehmed
Sofuoğlu kulu da bunca zorluklara ve imkânsızlıklara rağmen Allah'ın koruması
ve tevfîkıyle hiçbir arızaya uğramadan 30 yıl KELİMETULLAH'I EN YÜKSEK KILMA YOLUNDA
çalışıp didinmiştir. Bu çalışmaların ihlâslı ve ilâhî rızâya muvafık olup
kabule karîn kılınmasını ve böylece "Ticâreten ten tebur" (Fâtır: 29)
sırrına mazhariyyeti niyaz eder.
Şimdi 31 Temmuz 1983
tarihinden i'tibâren resmî görevden ayrılıp Allah'ın lutfu ile emekli
oluyorum. Yerime benden daha iyi dolduracak hayru'l-halef bir nesil bırakarak
ayrılmakta olduğumu düşünüyor, onlara da sağlık ve afiyetle KELİMETULLAHI EN
YÜKSEK KILMA YOLUNDA (Buhârî, İlim; Müslim, İmâre, 42. bâb, Ebû Musa'dan)
başarılı uzun hizmet yılları diliyorum.
UÎj
(İbrâhîm: 41) jUi Q
(el-Bakara:
201)w»U-*Jl
(e)-Ha5r: 10) j^j Jjj
£Ü\ UÎj
7448/SahÜı-i Buhârİ ve
Tercemesi
* *Ey Rabb 'imiz! Bize
ve imân ile daha Önden bizi geçmiş olan din kardeşlerimize mağfiret buyur ve
îmân etmiş olanlar için kalb-
lerimizde bir kin
tutturma!
Ey Rabb timiz!
Şüphesiz ki, Sen çok mağfiret edicisin, çok merhamet eyleyicisin"
(el-Haşr: 10).
tfEy Rabb'imiz. Bize
dünyâda da bir güzellik ver, âhirettede bir güzellik ver ve bizi o ateş
azabından koru"
(ei-Bakara: 201).
"Ey Rabb 'imiz!
Hesâb ayağa kalkacağı gün bana, ana ve babama ve bütün imân edenlere mağfiret
eyle"
(İbrâhîm: 41).
Mehmed Sofuoğlu
6 Ağustos 1983/26
Şevval 1403
[1] Yalnız el-Mustemlî rivayetinde bu başlık "Tevhîd
İle Cehmiyye ve onlardan başka bid'at fırkalannı redd kitabı" şeklinde
gelmiştir.
Tevhîd, tef'îl vezninde
bir nesneyi bir kılmak ma'nâsınadır. Allah'ı tevhîd de Allah Taâlâ'nın hakîkî
bir olduğuna, ortak ve benzerden münezzeh bulunduğuna îmân eylemekten
ibarettir... (Kaamûs Tercemesi'nde bu maddenin güzel açıklaması vardır).
Allah'ı birlemek, İslâm
Dîni'nin assu'l-esâsi olan îmân umdesidir. Bu se-beble Buhârî, Tevhîd Kitabı'm
et-Câmi'u's-Sahîh ine hüsnü hatime, yânî güzel bir sonuç yapmıştır. Bu Tevhîd
Kitabı ile Sahîh-i Buhârî artık sona ermiş bulunuyor.
[2] Baslığa uygunluğu "Onları Yüce Allah'ı
birlemelerine çağırman..." kavlinde-dir. Buhârî bu hadîsi burada iki
yoldan getirmiştir. Bu hadîs de "tik vâcib, bilmektir" diyenler için
bir delîldir...
Allah'ı tevhîd edip
birlemek, Allah'ın bir olduğuna şehâdet etmektir.
Muâz, Yemen'in bir
mıntıkasına gönderilmişti, öbür mıntıkasına da Ebû Mûsâ el-Eş'arî
gönderilmişti. Hadîsteki kitâb ehli ile maksad, Yahudiler ve Hns-tiyanlar'dır.
Yahudiler Yemen'e Tubba' Es'ud zamanında gelmişlerdi. Habeş-liler'in gâlib
gelmeleri Üzerine Yemen'e Hnstiyanlar da girmişti. Bunlar Nec-rân'da
bulunuyorlardı.
Bu hadîsin bir rivayeti
Zekât Kitâbı'nın evvelinde de geçmişti.
[3] Başlığa uygunluğu "Allah'a ibâdet etmeleri"
sözündedir. Çünkü bunun ma'-nâsı Allah'ı birlemeleridir. Bunun içindir ki,
tefsir edici "Vav" harfiyle onun üzerine atıf yapılmıştır... Bunun
bir rivayeti Rikaak'ta ve başka yerlerde de geçti. Müslim de bunu îmân'da
getirmiştir.
[4] Başlığa uygunluğu, Allah'ın-vasfından
"Ehadiyet"\ açıkça bildirmiş olması bakımındandır. Çünkü Kur'ân, üç
kısım üzerinedir: kıssalar, hükümler ve Allah'ın sıfatlarıdır. "Kul
huve'llâhu ahad" Sûresi, Tevhîd'i ve Allah'ın sıfatlarım içine almaktadır.
Onun için bu sûre, Kur'ân'in Üçte biridir. Bu hadîste Tevhîd ilminin şerefine bir
deKl vardır. Bunun bir rivayeti Kur*ân'ın Faziletleri, "Kul huve'llâhu
ahad"ın fazileti bâbı'nda da geçti.
[5] Bu hadîs en yüksek tevhîd delilidir. Bu sûreyi okumağa
devam eden kumandanın Allah tarafından sevilmesi, Allah'ın bütün isim ve
sıfatlarında birliğini bildiren bu sûreyi sevmesi eseridir. Bu küçük sûrenin
dört âyetinde bütün tevhîd delilleri özetlendiği için bu "Tevhîd
Sûresi", İslâm Dîni'nin i'tikaad hulûsası olan tevhîd umdesini en saf ve
hâlis bir suretle ifâde etmesi sebebiyle "thlâs Sûresi" diye de
isimlendirilmiştir. "Kut huve'ltöhu ahad" Sûresi, Kursî Âyeti ve
el-Haşr Sûresi'nin son âyetlerindeki tafsilât derecesinde esaslı olarak Allah
Taâlâ'yı ulûhiyet vasıflarıyle hiçbir dînde ve hiçbir semavî kitâbda tafsil ve
ta'-rîf olunmamıştır. Bu bakımdan buna "Esâs Sûresi" adı da
verilmiştir.
Bu sûre hakîkaten çok
câmialı bir tevhîd vecîzesidir. Müellif Buhârî de Tevhîd Kitâbı'nın baş
taraflarında bu hadîsi tekrar getirmekle yüksek bir tevhîd irfanı
göstermiştir. Bu hadîsin bir rivayeti Namaz Kitabı, "Bir rek'atte iki sûre
arasını birleştirmek bâbı"nda da geçmişti. Kâmil Mîrâs merhumun da dediği
gibi: Göklerin ve yerin nuru olan Yüce Allah bu satırları yazan ve okuyan kullarının
gönüllerini dâima tevhîd nuru içinde yaşatsın! Âmin!
[6] En güzel isimler hep O'nundur, o '^4/uuf'Zât'ındır...
Yânî Allah'ın birçok isimleri vardır ki, en güzel isimlerdir. En yüksek Cemâl,
Celâl ve ikram ifâde eden Güzel İsimler hep O'nundur. Bunların herhangisi ile
olursa olsun duâ caizdir. Çünkü ismin taaddüdünden, müsemmânın taaddüdü lâzım
gelmez. Bütün güzel isimlerle duâ, hiç ortağı olmayan o Ahad Zât'a duadır
(HakkDîni, IV, 314).
[7] Başlığa uygunluğu açıktır. Bunun bir rivayeti Edeb'de
geçmişti.
[8] Bunun da bir rivayeti Cenazeler Kitabı,
"Peygamberin 'ölü, ailesinin bir nevi' ağlamasından dolayı azâb olunur'
buyurması bâbı"nda da geçmişti. Hadîsin tesellî edici yeri "Allah 'in
almak ve vermek istediği herşey kendisinindir..." fıkrasıdır.
[9] Bundan önceki iki âyet şöyledir: "Ben cinnteri
de, İnsanları da ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. Ben onlardan bir
rızık istemiyorum. Bana yemek yedirmelerini de istemiyorum" (ez-Zâriyât:
56-57).
Bâzıları bu 56.
âyetteki "Bana ibâdet etsinler" kavlini, "Beni tanısınlar,
bilsinler" diye tefsir etmişlerdir. Allah onları yaratmamış olsaydı, O'nun
varlığı ve birliği bilinemezdi (Hâzin).
Bu baslıktaki 54. âyette
Allah'ın sıfatlarından "Razzâk = Her mahlûku besleyip yaşatan",
"Zu'f-kuvve = Kudret Sahibi",
Fek çetin" sıfatları zik-rolunmuştur.
[10] Hadîste Allah'a oğul isnâd ettikleri bildirilenler
YahÛdüer'le Hnstiyanlar'dır: "YânudOer: Uzeyr Allah'ın oğludur, dediler.
Hnstiyanlar da: Mesih (îsâ) Allah 'm oğludur, dediler. Bu onlann ağızlanyle
(câhilce) sözleridir -ki bununla daha evvel küfredenlerin sözlerini takUd
ediyorlar... *' (et-Tevbe: 30). Müşrikler de Allah'a kızlar uydurmuşlardı:
en-Nahl: 57. Bu hadîsin bir rivayeti Edeb'de de geçmişti.
[11] Burada zikredilen beş âyet Yüce Allah'ın ilim
sıfatının isbâtına delâlet etmekte olan en kat'î hüccetlerdendir...
[12] Bu el-Hadîd: 3. âyetindeki iki sıfatın tefsiridir.
Ondan başkaları, ez-Zâhir: Vücûdu bahir âyetleriyle yerde ve gökte
açıktır.iel-Bâtın: Zâtının künhü aklın nazarında gizlenendir... demiştir.
[13] Hadîsin ilâhî ilme delâleti açıktır. Bunun bir
rivayeti Yağmur duası Kitâbı'nm sonunda geçmişti.
[14] Bunun biraz genişçe bir rivayeti en-Necm: 18. âyetinin
tefsirinde geçmişti. Hakk Dîni, VI, 4583-4559, tafsîlât için okunmağa değer.
[15] tbn Battal: Buhârî'nin bununla maksadı, Allah'ın
İsimlerini isbât etmektir. Bu kadarla el-Haşr Sûresi'nin sonundaki üç âyette
bulunan isimlere işaret etmek istemiştir, dedi. Hakîkaten bu üç âyette
"Allah'ın en güzel isimleri"nden mühim bir kısmı sayılmıştır.
[16] Başlığa uygunluğu meydandadır. Bu hadîsin daha bütün
bir rivayeti Namaz Kitabı, "Son oturuşta teşehhüd bâbı"nda geçmiş ve
bâzı açıklamalar orada verilmişti.
[17] İbn Umer'in bu hadîsi Sâd: 75. âyetinin başlık
yapıldığı 19. bâbda gelecektir.
[18] Hadîste Yemîn'in Allah'ın zât sıfatlarından bir sıfatı
olduğunun isbâtı vardır. Bunun birer rivayeti "Kıyamet günü bütün yer,
Aüah'm ovucunda bir tutamdır" (ez-Zumer: 67) âyeti tefsirinde ve Rikaak'ta
da geçmişti.
[19] Bu yoldan gelen hadîs de geçen hadîsin benzeridir.
Yüce Allah'ın
"Melik " ismi, daha başka âyetlerde de geçmektedir: Tâhâ: 114;
el-Mu'minûn: 117.
[20] Enes'in bu hadîsi Kaaf: 30. âyetin tefsirinde geçti.
[21] Ebû Hureyre'nin bu hadîsinin bir rivayeti Rikaak'ın
sonlarında da geçmişti.
[22] Eyyûb Peygamber'in bu kıssası Gusl'de ve
Peygamberler'de geçmişti.
[23] Bu gâib sîgâsıyle "Lâyemûtu = ölmez"
lafzıyledir. Bir rivayette: "Allah'ım, ben Sen'in saptırmandan Sen'in
izzetine sığınıyorum. Sen'den başka ilâh yoktur. Sert Ölmeyecek olan dirisin!
Hâlbuki cinnler ve insanlar ölürler" şeklindedir. Bunu Müslim, Duâ'da
getirmiştir.
[24] Buhârî bu hadîsi burada Katâde'den ayrı ayrı üç yoldan
getirmiştir. Şu'be'nin lafzı Kaaf Sûresi tefsirinde geçti. Burada ise hadîsi
Halîfe'nin lafzı ile şevketti. Bu hadîsten Allah'ın izzetiyle yemîn edildiği
gibi Allah'ın keremiyle de yemîn edilmesinin meşrû'luğu hükmü alınır
(Kastallânî).
[25] Bu ilâhî kelâm burada sayılan âyetlerde birçok defa
geçmiştir. Yânî O, gökleri ve yeri hakk kelimesi ile, yânî "Kurt = OV*
emri ile yaratandır. Yâhud: "Hakk sebeble; bâtıl ile değil!" de
denilmiştir.
[26] Başlığa uygunluğu "Göklerin ve yerin Rabb'i Sen
'sin" sözünden alınır. Çünkü bunun ma'nâsı: "Sen göklerin ve yerin
mâlik ve yaratıcmsın" demektir. Bu hadîsin birer rivayeti Gece Namazı ve
Duâlar'da da seçmişti.
[27] Bu, ileride "Vucûhun yevmeizin kaadira...
bâbı"nda gelecektir.
[28] Dînden zarurî olan bilinmiş ve Kitâb ile Sünnet'ten
inkârı ve te'vîli mümkin olmayacak surette sabit olmuştur ki, Bârî Taâlâ
diridir, semi'dir, basîr'dir...
[29] Buhârî bunu kısaca verdi. Bunun tamâmı Ahmed ibn
Hanbel'de daha geniştir...
[30] Başlığa uygunluğu "Sizişiten ve gören Allah'a duâ
ediyorsunuz" kavlinden alınıi. Bunun bir rivayeti Dualar Kitabı,
"Yükseğe çıkıldığında duâ bâbı"nda geçmişti
[31] Başlığa uygunluğu, günâhların bâzısı işitilir, bâzısı
görülür nevi'den olup bunların mağfireti ancak işitilme ve görülmeden sonra
vâki' olmasıdır... (Aynî).
Ibnu Battâl'ın işaret
ettiği gibi hadîsin başlığa münâsebeti şöyledir: Ebû Bekr'in, Peygamber'in
kendisine öğrettiği sözlerle duâ etmesinin, Allah'ın onun duasını işitir ve bu
duaya karşılık ona mükâfat vereceğini gerektirir olmasıdır. Bu hadîsin birer
rivayeti Namaz Kitabı, "Selâm'dan evvel duâ babı" ile Dualar
Kitâbı'nda da geçmişti (Kastallânî)
[32] Bu hadîsin bundan daha bütün bir rivayeti
Bed'u'1-Halk, "Dağlar Meleği bâbı"n-da geçmişti. Hadîste Peygamber'in
Cibril'i gördüğü yer olarak haber verilen Karnu Seâlib mevkii, Nevevî'ye göre
Necdliler'in mîkaatı ve ihrama girdikleri Karnu'1-Menâzü'dir. Ve Mekke'ye iki
konak mesafededir. "Kam" lügatte, büyük dağdan ayrılmış küçük
dağdır.
[33] el'Kaadİr. Allah'ın zât sıfatlarındandır. Kudret ve
kuvvet hir ma’nayadır..
[34] Bunun birer rivayeti Teheccüd Namazı, "Tatavvu'da
namazlar ikişer rek'at ikişer rek'attir hakkında gelen şeyler babı" ile
Dualar Kitâbı'nda geçmiştir.
[35] Âyetin tamâmı şöyledir: "Onlar, evvelce
indirilenlere îmân etmedikleri gibi. Biz onların gönüllerim ve gözlerini
çevirmiş, kendilerini azgınlıkları, taşkınlıkları içinde serseri ve şaşırmış
oldukları hâlde terketmiş bulunuyoruz".
[36] "Kalbleri çevirici" ta'bîri, gönüllerdeki
temayülleri çevirici demektir. Bedenle-rimizdeki organların fiil ve hareketleri,
Allah'ın kudreti eseri olduğu gibi, gönüllerdeki hayır ve şerr temayülleri,
arzular, hâtıralar da Allah'ın yaratması eseridir.
Buma'nâyaşu âyet de
açıkça delildir: "... Bilin ki, Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz
hakîkaten yalnız O'na dönüp toplanacaksınız*' (el-Enfâl: 24). Bu âyette
Allah'ın kişi ile kalbi arasına girip perde olması, Allah'ın kişinin kalbine
ondan daha yakın olup, her türlü temayüllerine vâkıf olması demektir.
Bu hadîsin birer
rivayeti Kader ve Yemînler'de de geçmişti.
[37] İbn Kesîr
Tefsîri'nde İbn Abbâs: "Zu'1-Celâl ve*I-tkrâm, Zu'1-Azeme
ve'l-Kibriyâ" demiştir.
[38] Buhârî bunun bir rivayetini bu metin ve isnâd ile
Şartlar Kitâbi'nda da getirmiştir: "Allah'ın doksandokuz ismi
vardır" kavli daha çok olmasını nefyetmez.
ilai y^1 (ûç 'im, Sana
isimlerinin hepsiyle niyaz ederim. O isimler ki. Sen kendini onlardan herbiri
ile anmışsındır. Yâhud kitâblartnda indirmişindir, yâ-hud halkından bir
peygambere öğretmişindir. Yâhud ezelî gayb ilminde Kendin için
seçmişsindir". Âişe (R):
Allah'ım, ben Sen'in
isimlerinden bildiğimiz, bilmediğimiz her ismin ile İsterim. Ve Sen'in
azimlerin en azametlisi, büyüklerin en büyüğü olan isminle isterim. Her kim
Sana bu isimle duâ ederse icabet edersin" diye duâ etmiştir.
Âişe: Rasûlullah:
— "İsabet ettin,
isabet ettin!" diye beni tasdik etti, demiştir. (Aynî, Şartlar
Kitâbı'ndan).
Allah'ın doksandokuz
ismini, Tirmizî, İbn Hıbbân, Hâkim ve Beyhakî Ebû
Hureyre'den rivayet
etmişlerdir.
[39] İbn Battal ile Tavzih sahibi şöyle dediler: Buhârî'nin
bu başlıkta muradı ismin, Allah hakkında müsemmâdan ibaret olduğunu tesbît
etmektir. Sünnet ehli de bu görüşe gitmişlerdir.
Buhârî burada dokuz
hadîs zikretti. Bunların hepsi Azîz ve Ceffl Allah'ın ismiyle teberrük etmek,
O'nunla istemek ve istiâze etmek hakkındadır... (Aynî).
[40] Başlığı uygunluğu "Rabb'im, ancak Sen'in isminle
yanımı yatağa koydum ve . Sen'in isminle de kaldırırım" sözündedir.
[41] Buhârî hadîsin
birçok geliş yollarını da göstermiştir. Bunun bir rivayeti Duâ-lar'da da
geçmiştir.
[42] Bunların başlığa uygunlukları meydandadır. Bunların
birer rivayeti Duâlar'da da geçmişti.
[43] Bunun birer rivayeti Abdest Alma Kitabı, "Her hâl
üzerine ve cinsî münâsebet sırasında da Bismillah demek bâbı"nda, bir de
Nikâh'ta geçmişti.
[44] Bunun birkaç rivayeti Sayd Kitâbı'nda geçti ve
açıklamalar orada verüdi.
[45] Bunun da bir rivayeti Zebîhalar Kitâbı'nda geçti.
[46] Bu hadîsi Ebû Dâvûd da rivayet etmiştir.
[47] Cundeb hadîsinin bir rivayeti Iydeyn Kitâbı'nda, îbn
Umer'in hadîsinin bir rivayeti de Yeminler Kitâbı'nda geçti.
İsm, asıl lügatte
birseyi zihne yükselten alâmet ve dâl demektir, örfte yalnız başına anlaşılır
bir ma'nâya delâlet eden kelime diye ta'rîf olunur ki, o ma'-nâya veya onun
hâriçte veya zihinde tahakkuk ettiği mâsadakına "Müsemmâ" denilir.
Muhtar olan mezhebe göre aslı "Sumuvv" maddesidir, "Vesm
"den olması da mümkİndir. Fakat cem'i "Esma" veya
"Esâmî" gelir ve bunlar tamâ-miyle lisânımıza mal olmuş kelimelerdir.
Sıfatlar da esasen ismin kısımlarından-dırlar. Bunun için isimler hass isim
veya alem, cins isim veya âmm diye taksîm olunduğu gibi, zât ismi veya sıfat
ismi diye de tefrîk olunur. Allah Taâlâ'nın güzel isimlerinde bu farkın
ehemmiyeti vardır, isim esâs i'tibâriyle "Ad" ve "Nâm"
mürâdifi olmakla beraber, lisânımızda biz bunları ince farklarla kullanırız:
"Ben bu işi fulân nâmına yapıyorum" yerinde "Fulânın adına veya
ismine yapıyorum" demeyiz. Kezâlik "İnsan bir isimdir" deriz de
"Bir addır, bir nâmdır" demeyiz, öyle zaman olur ki, "O adamın adı"
yerine "O zâtın ismi" demeyi tercîh ederiz.
Allah, hakk ma'bûdun
hass ismidir. Daha doğrusu zât ismidir, alem ismidir, yânî Kur'ân bize bu Zât,
ecellu âlâyı, kemâl sıfatlan ve güzel isimleriyle tanıtacak, bizim ve bütün
âlemin O'na olan nisbet ve alâkamızı bildirecektir... {Hakk Dîni, I, 18-26).
[48] Kaadı Iyâd: Bir şeyin zâtı, onun kendisi ve
hakikatidir, demiştir.
[49] Bu vak'aya Recî' Vak'ası da denir. Recî', Huzeyl
kabilesi yurdunda bir suyun adıdır. Bu şehîd edilme hâdisesi burada olduğu için
bu isimle anılmıştır. Hâdise şöyledir: Adal ve el-Kaare kabilelerinden bâzı
kimseler Rasûlullah'ın huzuruna gelerek, kabilelerine dîn ve Kur'ân öğretmek
için bâzı muallimler göndermesini istemişlerdi. Rasûlullah bunlara Meşhed, Âsim
İbn Sabit, Hubeyb ibn Adiyy gibi Suffa sahâbîlerinden ve okuyucu âlimlerden
bâzılarını göndermişti. Recî' mevkiine geldiklerinde, bu kabile halkı bu Kur'ân
âlimlerini burada gadrederek şehîd edip, Hubeyb ile Zeyd'i Mekke'ye
götürmüşler. Bunları burada ismi zikredilen kızın babasının obasına satmışlar.
Onlar da bunları Harem dışına Ten'-im mevkiine çıkarıp îdâm etmişlerdi.
el-Bakara: 204 âyetinin
inme sebeblerinden birinin bu hâdise olduğu rivayet edilmiştir. İbn Abbâs'tan
rivayette Recî' seriyyesinde bulunup şehîd edilen Hubeyb ve arkadaşlarını bâzı
münafıklar kötülemişlerdi. Bunun üzerine bu âyet münafıkları kötüleme, Hubeyb
ve arkadaşlarını medh için inmiştir, denilmiştir.
[50] Buhârî bu hadîsle Hubeyb'in "Ve zâüke fî
Zâti'l-llâhî..." sözünü açıklamıştır. Bu hadisin bir rivayeti Cihâd'da,
mutlak olarak "Bir adam kendisinin esîr edilmesini ister mi? Esir
edilmesini istemeyen ve öldürülmeden önce iki rek'at namaz kılan kimse
bâbı"nda (Buhârî, c. VI, s. 2836-2840,169. Bâb, 245 numaralı hadîs)
geçmişti.
Hubeyb'in hâl tercümesi
tsiâm Ansiklopedisi, c. VI, s. 574-575'de; Meh-med zihnî, el-Hakaaık, s.?2-24'de
ise hâl tercemesi ile şiirlerinin tahlili vardır.
[51] Âyetin baş tarafı şöyledir: "Allah; 'Ey Meryem
oğiufsâ, insanlara Allah'ı bırakıp da beni ve anamı iki tann ediniz diyen sen
misin?** dediği zaman, o şöyle dedi: 'Seni tenzih ederim, hakkım olmadık bir
sözü söylemekliğim bana yakışmaz. Eğer onu söyledimse elbette bunu
bümişsindir!..". Sen benim nefsimde-kini, yânı zâtımdakini bilirsin, ben
ise Sen'in nefsindekini, yânî Zât'ındakini bilmem demektir. Buna göre birşeyin
nefsi, onun zâtı ve hüviyetidir...
[52] Hadîsin sonundaki ziyâde el-En'âm: 151, el-A'râf: 33
âyetlerinin tefsîrindeki rivayetten ahnmıştır. Bunun bir rivayeti Nikâh'ta,
"Gayret bâbı"nda da geçmişti.
[53] Rahmet, gazab Allah Taâlâ'nın iki sıfatıdır. Rahmet,
sevabın kula ulaştınlma sı; Gazab da kulun hakk kazanmasına göre Allah'ın
cezalandırması ma'nâsına-dır... Bunun bir rivayeti Bed'u'l-Halk'ın evvellerinde
geçmişti.
[54] Bu hadîste Allah'ın kuluna yakınlık derecesini ifâde
için kullanılan karış, arşın, kulaç gibi mahsûsâta âid ölçü mikyaslarının Allah
Taâlâ hakkında kullanılmaları, tamâmiyle mecazî ta'bûierdir. Bunların ve
benzerlerinin Yüce Allah üzerine kullanılmaları ancak mecaz yoluyla caiz olur.
Çünkü bunlar Allah Taâlâ hakkında muhal şeylerdir.
Bir de bu hadîste nefsin
zât üzerine kullanılmasının cevazı vardır. Bunun Kitâb ve Sünnette
kullanılması, bunun şer'î olduğunun denlidir...
[55] Vech lafzıyle zât ma'nâsı ifâde edilir. Arab'ın âdeti
cümleden ancak en şerefli olanla ta'bîr etmek üzere yürür...
[56] Buha^stede Vech lafa zât ma'n^sına kullanılmıştır.
"Sen'in vechinesığınırım" demek, "Sen'in zâtına sığınırım"
ma'nâsınadır.
Bunun birer rivayeti
el-En'âm: 65 âyeti tefsirinde ve Kİtâb ve Sünnet'e sıkı yapışma Kitâbı'nda
geçti.
[57] Buhârî bu iki âyette Yüce Allah'ın kendisinin
"Ayn" ismini verdiği bir sıfatı olduğuna işaret etmiştir. Bu sıfat,
aramızda bulunan organlar ma'nâsına değildir... (Aynî).
[58] Başlığa uygunluğu "Şübhesiz Allah şaşı
değildir" buyurdu da eliyle gözüne işaret edip gösterdi" sözünden
alınır. Çünkü bu kelâm ve işarette "Ayn = Göz" sıfatının isbâtı
vardır.
[59] Bunun da başlığa uygunluğu bundan öncekinin uygunluğu
gibidir. Bunların birer rivayeti Fitneler Kitâbı'nda da geçmişti.
[60] Bunlar Allah'ın haber verdiği sıfatlandır: "O
öyle Allah'tır ki, HâÜk'ttr, diğer leri ise mahlûktur... "Halk" fiili
iki ma'nâ ifâde eder: Birisi "Takdir etmek" yânı eşyanın bütün
tafsîlâtıyle mikdâr ve mertebelerini ta'yîn etmektir... İkincisi yok olan şeye
vücûd vermek, hiç bir asıl ve misâli yok iken îcâd ve ihtira eylemektir... O
öyle Halik'tır ki, el-Bârî—yânî öyle teiniz yaratıcı ki, halk ettiklerini temiz
ve sağlam bir nizâm üzere seçip tesviye ve tekâmül ettirerek birbirinden farklı
sıfatlar ve hususiyetler ile temyiz ettirir... el-Musavvir'dir— Mahlûkaatın
suret ve keyfiyetlerini dahî takdir edip dilediği veçhile îcâd ederek tasvir
edici ancak O'dur: "O, rahimlerde sizi dilediği keyfiyette sûr etlendir
endir'" (Âlu tm-rân: 7), "Seni yaratan, şu salim uzuvları veren, sana
şu nizâm ve i'tidâli bahşedendir O. Seni dilediği herhangibir surette terkıb
edendir O" (el-İnfitâr: 7-8) (Hakk Dîni, VI, 4775-4776).
[61] Başlığa uygunluğu "O, kıyamet gününe kadar
yaratacak olduğu kimseleri yaratacaktır" sözünden alınır. Bunun bir
rivayeti Mağâzfde de geçmişti.
[62] Âdem'e şeref bahşetmek için böyle bu vurulmuştur. Yoksa
bütün mahlûkaatı bizzat yaratan Cenabı Hakk'tır (Celâleyn). " j-u^/ti
elimle*' demekten mak-sad, ana ve baba gibi hiçbir vâsıta olmaksızın yaratmış
olduğunu beyândır (Bey-dâvî). Bâzıları "Yedeyye" sözü de
"Nefs" ve "Vech" gibi Allah'a âid birer sıfattır
demişlerdir. Bâzıları da "Yedeyye = Kudretimle" demektir demişlerdir.
[63] Başlığa uygunluğu "Allah seni bizzat eliyle
yarattı" sözündedir... (Aynî).
Bu hadîste büyük günâh
sahihlerine şefaati reddetmeleri hakkında Mu'te-zile'ye redd, Muhammed'in bütün
peygamberler üzerine üstünlüğünü beyân vardır. Peygamberlere nisbet edilen
hatâlara gelince, bunlar tevazu' bâbındandır. Yoksa bunların hepsi mutlak
olarak ma'sûmdurlar.
Bu hadîsin bir rivayeti
el-Bakara Sûresi tefsirinde geçti (Kastallânî).
[64] Başlığa uygunluğu "Göklerive Yer'iyarattığı
günden beri... "sözttndedir... "Diğer eliyle" kavliyle
muhâtablann sebebleri İki elleriyle alıp vermeleri âdetine işaret etmiştir.
Tasarruf kudretinden "İki eli" zikretmekle ta'bîr etmiştir. Bunun bir
rivayeti biraz ziyâde ile Hûd Sûresi tefsirinde de geçmişti.
[65] Bunun bir rivayeti yakında "Yüce Allah'ın
'Meliku'n-nâs* kavli bâbı"nda geçti.
[66] Başlığa uygunluğu düşünene gizli olmayacağı üzere
"Bütün mahlûkları bir parmağı üzerinde tutar" kavlinden alınır.
Bunun bir rivayeti ez-Zumer: 91 âyeti tefsirinde de geçmişti. Bu hadîsteki
parmak işi, Peygamber'in Yahudi'yi tasdik etmesi gibi görünen hâli,
Peygamber'in onun sözünden taaccüb edip gülmesi, Peygamber'in âyet okumasındaki
hikmet hususlarında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Tafsilâtı geniş
şerhlerden alınabilir. Hattâbî: Âyet, hem rızâyı, hem inkârı muhtemildir,
demiştir. Kurtubî: Peygamber'in Yahudi'nin cahilliğinden taaccüb ederek gülmüş
ve bunun için bu âyeti okumuş da: Allah'ı hakkıyle bil-mediler, O'nu hakkıyle
ta'zîm etmediler, demiştir (Aynî).
[67] Başlığa uygunluğu ma'nâsı yönünden olduğu meydandadır.
Allah'ın kıskançlığı,
ruhî infial ve teessür ma'nâsına değil, onun lâzımı olan Allah'ın kullarına
merhameti, hayır ve saadet dilemesi ma'nâsınadır. İşlenen herhangibir kötülüğe,
bir zulme karşı kullarını bunlardan koruma ve himaye etmesidir...
el-Kirmânî: Buradaki
"l/*r"den maksad, hüccettir. Çünkü Allah 'm: "Bit peygamberleri
müjdeciler ve azâb habercileri olarak gönderdik. Tâ ki, peygamberlerden sonra
insanların Allah'a karşı hüccetleri olmasın.." (en-Nisâ: 165) kavli buna
delildir, demiştir. Tavzih sahibi de, "Uzr" tevbe ve inâbedir,
demiştir.
Bunun bir rivayeti Nikâh
Kitabı, "Gayret bâbı"nda geçmişti... (Aynî).
[68] Asıl şehâdet, hakkın huzuruna yakîn ilim, şehâdeti edâ
da o ilmi ihbar ve tebliğdir. Yakîn ilminin menât ve mebdei sözde, zihinde,
vicdanda değil, zihnin vâki' ve nefsu'1-emre intibakında, yânî hakkın
Zât'ındadır. Hakk'ın kendine şehâdetidir ki, yakînin hakikatini teşkil eder...
Esyânm kendilerine şehâdeti de Allah'ın kendine ve onun zımnında onlara
şehâdetine dayanmaktadır. Bütün beyyineler, tecrübeler, istidlaller, Allah'ın
şehâdetine dönücü olmak ve birer hakk âyeti bulunmak i'tibâriyledir ki, ilim
ifade ederler... Enfüsî, âfâkî hicbirşey Allah'ın şehâdetine dayanmadan ve bir
tlâhî şehâdet olmadan kendine şehâdet edemez. Allah'ın şâhid olmadığı şehâdet
bulunamaz ve Allah şâhid tutulmadan hiçbir şehâdet yapılamaz. Hâsılı Allah'tan
büyük bir şey ve Allah'ın fevkinde hiçbir alîm ve habîr tasavvur edilmiş değildir.
Ve Allah'tan büyük şâhid de tasavvur olunamaz... {Hakk Dîni, III, 1894).
[69] Bu hadîsin bir rivayeti Nikâh Kitâbı'nda da geçmişti.
"Şey" lafzının
bir mevcudun isbâtım gerektirdiği, "Lâşey" lafzının da mevcudun
yokluğunu gerektirdiği üzerinde ittifak edilmiştir... (Kastallânî).
[70] Buhârî bu iki âyet parçasını iki fâideyi tenbîh için
zikretti:
a. "Ve O'nun Arş'ı su üstünde idi...";
Arş'm Allah'la beraber olduğunu
düşünenlere redd;
b. "O, büyük Arş'm Rabb'idir" kısmını
da Arş'ın Hâlık sânı olduğunu
düşünenleri redd...
(Aynî).
Elmalık özetle şöyle
dedi: "Âcizane anlayışıma göre *tVe kâne arşuhu ate'l-mâi" kavl-i
kerîmi "Sümme'stevâ ale't-Arşı" kavl-i celîline mukaabil olarak
teemmül ve mütâlâa olunmak iktizâ eder. İkisinde de Arş, taht-ı ma'rûf
ma'nâ-sından alınmış olarak mülk ve saltanattan kinayedir. Allah'ın Arşı, ilâhî
hükmü ve saltanatı demek olur. Binâenaleyh Arş'm su üzerine istilâsı, mekânı
ve cismânî bir ma'nâ ile değildir. Ve "Sümme'stevâ tuel-Arsı"
mukaabilinde, Arş'ı su üzerinde olması da istivaya mukaabil cereyandan
kinayedir...
Fakat bu cereyan diğer
bir surette ifâde edilmeyip de bilhassa suyun tercih olunmasından elbette su
hakîkatine husûsî bir ehemmiyet atfettirecek bir nükte ve hizmet vardır ki,
bunu teemmül etmek lâzım gelir. Biz bunda "Biz her canh şeyi sudan
yarattık " mazmununa bir işaret buluyoruz. Bâzı hadîsler ve eserlerden
anlaşıldığına göre, altıncı gün hayvanâtın halk olunduğu devirdir ki, Âdem
bunun ikindisinde, yânî âhirinde halk olunmuştur. Demek ki, o gün İlâhî saltanat
hayâtı yaratma ile cereyan ediyordu ve bu cereyanın tecelligâhı su bulunuyordu.
Bir de zamâmmızdaki tecrübî fennî bilgilere göre hidrojen gazı cisimlerin en
hafifi ve en basiti olduğu gibi, bütün unsüri maddelerin bile aslı gibi
düşünülmekte ve henüz basît sayılan diğer cisimler atomlarının hidrojen atomlarından
terekküb ettiği bahis konusu edilmektedir ki (su hidrojen ile oksijenden
meydana geldiği için) pek dikkate şayandır..." (Hakk Dîni, VI, 2758-2761).
[71] Bunun bir rivayeti rivayeti BedVİ-Halk Kitâbı'mn
başında geçti. Başlığa uygunluğu meydandadır.
[72] Başlığa uygunluğu "Arş'ı su üzerinde idi"
sözünden alınır. Bunun bir rivayeti yakında da geçmişti.
[73] Başlığa uygunluğu "Yedi kat göklerin
üstünden..." sözünden alınır. Çünkü "Yedi kat göklerin
üstünden" sözüyle murâd Arş'tır. Bunu Ebu'l-Kaasım et-Teymî'nin
Kitâbu'I-Hucce'de Dâvûd ibn Ebi'1-Hind yoluyla eş-Şa'brden rivayet ettiği
hadîs kuvvetlendirmektedir... (Aynî).
[74] Çünkü: "Zevvecnâkehâ = Biz seni Zeyneb'le
evlendirdik" (el-Ahzâb: 37) buyurdu. Ve Yüce Allah'ın Zâtı mekândan ve
cihetten münezzehtir. Zeyneb'in: "Semâda" sözüyle murâd, Zât ve
sıfatların yüceliğine işarettir. Yoksa bu Allah'ın mahallinin semâda olması
i'tibâriyle değildir. Allah bundan çok münezzehtir... Bu, Buhârî'de vâki' olan
üç râvîli hadîslerin sonuncusu, yânî yirmiüçün-cüsüdür (Aynî, Kastallânî).
[75] Kevâkib'de şöyle dedi: Eğer: Allah'ın sıfatlan
kadîmdir, kıdem ise başkası tarafından geçilmemiş olmaktır, öyle ise bu öne
geçmenin vechi nedir? dersen, ben şöyle derim: Rahmet ve Gadab fiil
sıfatlarındandır. Öne geçmek taalluk i'-tibâriyledir. Bundaki sırr, gadab
kuldan ma'siyetin çıkmasından sonra olmasıdır. Rahmetin kula ilgisi böyle
değildir. Çünkü rahmet devamlı olarak faerşey üzerine feyezan etmektedir.
Bunun bir rivayeti
yakında geçti (Kastallânî).
[76] Başlığa uygunluğu "Firdevs'in üstünde Rahmân'ın
Arş't vardır" sözundedir. Bunun bir rivayeti Cİhâd Kitabı, "Allah
yolunda mucâhde edenlerin dereceleri bâbı"nda da geçmişti.
[77] Bu âyet, Yâsîn Sûresi'nin 38. âyetinden bir parçadır:
"Güneş de kendi karargâhında cereyan etmektedir. Bu mutlak gâtib, herşeyi
bilen Allah Un takdiridir".
Bu hadîsin
Bed'u'l-Halk'taki rivayetinde burası şöyledir: "Güneşgider, Arş'-in
altında secde eder ve izin ister de ona düstûr verilir. Ve bu hâlde secde
etmeye yaklaşır. Fakat secdesi kabul olunmaz. (Doğuş yerine gitmeye) izin ister
de izin de verilmez. Ve ona: Artık nereden geldinse, oraya dön! denilir. O da
battığı taraftan doğar, tşte bu Yüce Allah'ın şu kavlidir..."
Bu âyetin okunuşu ve
tefsiri hakkında Hakk Dîni, V, 4029-4031. sahîfele-ri okunmaya değer
[78] Başlığa uygunluğu, o âyetin tamâma ermesi
cümlesindedİr. O da Berâe Sûresi'-nin sonu **Ve huve Rabbu 'I-Arşi'l-Azîm = O
büyük Arş'ın sahibidir" kavlidir. Çünkü Arş, Allah'ın en büyük mahlûkudur.
Onu semâ ehlinin tavaf yeri ve duanın kıblesi olarak yaratmıştır.
Bu hadîsin uzun bir
rivayeti Kur'ân'ın Faziletleri Kitabı, "Kur'an'ın cem'i bâbı"nda
geçmişti. Buradaki hadîs ise Tevbe Sûresi'nin tefsîri bâbı'nda geçti.
[79] Bu da hadîsin başka bir yoldan rivayetidir. Bu
konudaki geniş bilgi, daha evvel geçtiği Kur'ân'm Faziletleri Kitâbı'nda
verilmişti.
[80] Başlığa uygunluğu "Rabbu'l-Arşi'l-Az&n"
kavimdedir.
Bu hadîs, Dualar
Kitabı, "Keder ânında duâ bâbı"nda da geçti. Arş'ın azametle
vasıflanması kemmiyet yönünden, kerem yânî güzellikle vasıflanması keyfiyet
yönündendir. O zâten ve sıfâten medhedilmiştir. Bu duâ, câmialı sözlerdendir
(Aynî).
Arş, mahlükaatm en
nratbsı, en yükseğidir. O mahlûkaattan herşeyin kıvamıdır, herşeyi
kuşatmıştır, o büyüklük mekânıdır. Herşeyin oluştuğu, îcâd ve tedbîrlerin
oluştuğu, hükümler ve hikmetler onun üstünden çıkar... (Kastallâ-nî).
[81] Başlığa uygunluğu "^^"sözünde olduğu
meydandadır. Bunun bir rivayeti Peygamberler Kitâbı'nda geçmişti.
[82] Buhârî iki âyetten birincisiyle "Zı'l-Meârk"
kavlinin zahirine tutunan Muces-sime Cehmiyye fırkasını reddetmek istemiştir.
Takarrür etmiştir kî, Allah cisim değildir. İstikrar mekânına ihtiyâcı yoktur.
"Meâric"i kendisine izafesi, şereflendirme izafetidir. İkinci âyete
gelince, yine onların şübhelerini redd içindir. Çünkü kelime yükselirken
Allah'ın bir cihette olmasını gerektirmez. Çünkü Allah Taâlâ'yı hiçbir cihet
ihata edemez... (Aynî).
[83] Ebû Cemre'nin bu hadîsi, "Ebû Zerr'in İslâm'ı
bâbı"nda uzun bir metinle geçmişti
[84] Mucâhid'in bu sözünü el-Feryâbî rivayet etmiştir
[85] Başlığa uygunluğu meydandadır. Bunun bir rivayeti
Namaz Kitâbı'nın evvellerinde, ''İkindi namazının fazileti bâbı"nda
geçmişti.
[86] Başlığa uygunluğu "Allah'a halâl olandan başkası
yükselmez" kavimdedir.
Bunun bir rivayeti Zekât
Kitabı evvellerinde ' 'Halâl kazançtan sadaka vermek bâbı"nda geçmişti.
[87] Bu da hadîsin başka bir yoldan rivayetidir. el-Kirmânî
şöyle dedi: Bu iki yoldan gelen hadîs arasındaki fark, birincisinde
"et-Tayyib" kelimesi ma'rifedir, ikincisinde nekredir. İşte bu fark
üzere kısalttı ve iki şeyhin ihtilâfını zikretmedi. Verkaa'mn ta'Iîkım
el-Beyhakî rivayet etmiştir.
[88] Bunun bir rivayeti yakında da geçmişti.
[89] Buhârî bu hadîsi iki yoldan getirdi. İkincisi daha
tafsfllidir.
[90] Başlığa uygunluğu "O beni Yer halkı üzerine emin
kılıyor... " sözünden alınır.
Bu hadîsin bâzı
rivayetleri ıtVe amma Âdun fe-uhlikû... " (el-Hâkkaa: 5-6) kavli bâbi'nda;
Mağâzî'de "Alî'nin gönderilmesi bâbı"nda ve Berâe Sûresi tef-sîrinde
geçmişti.
[91] Bunun birer rivayeti Bed'u'I-Halk'ta ve Tefsîr'de
geçti. Oralarda açıklaması verilmişti.
[92] Ehli Sünnet âlimleri söyle dediler: Allah Taâlâ'yı
görmek aklen imkânsız değildir, mümkindir. Bunun âhirette vukû'u hususunda
ittifak etmişlerdir. Binâenaleyh mü'minler Cenabı Hakk'ı görecekler, kâfirler
ise et-Tatiîf: 15. âyeti gereğince bundan mahrum kalacaklardır...
[93] Zahmetsizce görmekten maksad, "Acaba görünüyor
mu, görünmüyor mu?" diye aramak zahmetine katlanmaksızın gökyüzünde Ay'ı,
Güneş'i görür gibi aşikâr görmektir. Bu, görüleni görülene değil; görmeyi
görmeye benzetmektir ki, bi'1-cümle hadîs kitâblanndaki birçok hadîslerin
lafızları hep bunu te'yîd edicidir. Kıyamet gününde mü'min kullarına
Rabb'lerinin cemâlini hicâbsız görmek ve müşâhade etmek müyesser olacağına
-Mu'tezile ile Hâridler'den başka- İslâm fırkalarından hiçbirinin şekk ve
şübhesi yoktur.
Bu hadîsin bir rivayeti
Namaz Kitabı, "İkindi namazının fadlı bâbı"nda da geçmişti.
[94] Bu iki rivayet de hadîsin başka yoldan gelişleridir.
[95] Başlığa uygunluğu meydandadır. Bunun bir rivayeti
Rikaak Kitabı,' Sırat, cehennemin köprüsüdür bâbı"nda da geçmişti.
Bu hadîsin Ezan
Kitâbı'nda ve daha başka yerlerde Ebü Hureyre den, ibn Mes'ûd'dan, Ebû Saîd
el-Hudrî'den gelen rivayetleri geçmişti. Müslim de imânda Kıyâme, Cennet ve
Nârın Sıfatı Kitâbı'nda bunun ayrı ayrı râvîlerden farklı metinlerini
getirmiştir. Tecrid Ter., II, 658-689'daki 450 rakamlı hadîsin haşiyelerinde
bunların birçoğuna işaret edilmiştir.
[96] "Sâk't keşfedip açmak" alâmeti,
müteşâbihlerdendir, ancak o korkunç yerde mü'min kullarına hakikati açılacak
beyyine hakikatlerdendir. Lugatçılar İle garîbu'l-hadîs müelliflerinin cumhuru
buradaki "Sâk"ın şiddet ma'nâsına geldiğine kaaildirler. Bu takdîrce
"Sâk açmak", şedîd ve korkunç bir hâlin o esnada zuhuru olmuş olur.
Bunu başka türlü tefsir edenler de vardır. Nitekim Kaadı Iyâz'a göre
"Sâk", o sırada alâmet olarak zuhur edecek olan büyük bir nurdur ki,
buna dâir hadîs de varmış... (Tecrftt Ter., II, 670)
[97] Başlığa uygunluğu meydandadır. Bu hadîsin bir rivayeti
en-Nisâ Sûresi tefsirinde, fakat sonunda bir kısaltma ile geçmişti.
[98] Kur'ân'ın nassıyle habsettiği kimseler: "Şübhesiz
ki, Aüah, kendisine ortak taranmasını mağfiret etmez. O'ndan başkasını,
dileyeceği kimseler için mağfiret eder..." (en-Nisâ: 48, 116) âyetinde
mağfiret edilmeyeceği bildirilenlerdir.
Buhârî burada bu uzun
şefaat hadîslerini Ebû Saîd, Ebû Hureyre ve Enes'ten olmak üzere arka arkaya
getirdi. Bunları Müslim de îmân Kitâbı'nda getirmiştir: Müslim Ter., I,
247-280, "Mü'minlerin âhirette Rabb'lerini görmelerini isbât babı" ve
"Allah'ı ru'yet yolunu tanıma babı".
[99] Başlığa uygunluğu "Allah'a kavuşuncaya
kadar" sözünden alınır. Bu hadîste "Havz"ı inkâr eden
Mu'tezile'yi de redd vardır...
[100] Başlığa uygunluğu 'Sana kavuşmak haktir"
sözündedir. Çünkü bunun ma'nâvî 'yâm"Seni8örmek bittir" demektir.
Bunun bir rivayeti Teheccüd Kıtabı'mn evvelinde de geçmişti.
[101] Bunun uygunluğu
da ma'nâsından alınır. Bunun da bir rivayeti Rikaak'ta geçmişti,
[102] Bunun bir rivayeti, er-Ranmân: 62. âyeti tefsirinde
geçti.
[103] Hadîsin bundan sonrası şöyledir:
Biz: Evet, teblîğ ettin!
dedik. Rasûlullah: "Şâhid ol Yâ Rabb!" dedi. Baslığa uygunluğu
"Rabbinize kavuşacaksınız" kavimdedir. Bunun bâzı rivayetleri İlim,
Hacc, Bed'u'1-Halk, Fiten, Magâzî, Tefsîr (el-Berâe tefsirinde) Kitâblan'nda
geçti, açıklamalar oralarda verilmiştir.
[104] Başlığa uygunluğu sorumdadır. Bunun birer rivayeti
Cenazeler, Tıbb ve Nezir-ler'de de geçmişti.
[105] Başlığa uygunluğu "Sen benim rahmetimsin"
kavimdedir.
Bunun bir rivayeti Kaaf
Sûresi tefsirinde geçmişti. Bunun birkaç rivayetini Müslim, Cennet ve
Ni'metlerinin Sıfatı... Kitabı, 13. bâb, "2846"da getirmiştir.
[106] Başlığa uygunluğu "Rahmetinin fazlı ile"
sözündedir.
Bunun bir rivayeti
Rikaak'ta geçmişti.
[107] Âyetin tamâmı: "Şübhesiz ki, Allah gökleri ve
Yer'i zeval bulmalarından (korumak için bizzat) tutmaktadır. Eğer onlar zeval
bulurlarsa, and olsun ki, ondan sonra kimse bunları tutamaz. Hakîkaten O,
ukubette aceleci değildir. Çok mağfiret edicidir".
[108] Başlığa uygunluğu "Şübhesiz Allah ayağım
koyar" sözünden alınır. Çünkü bunun ma'nâsı, hakikatte "Yumsiku =
Tutar" demektir. Çünkü "Elimle yarat-ğım şey" kavli bâbı'nda
"Yumsİku= Tutar" lafnyle de gelmiştir (Aynî).
[109] Musannif el-BvhSLd "Kullann Fiillerinin
Yaratılması Kitabı "uda şöyle dedi: İnsanlar fail ve mefûl hakkında
ihtilâf ettiler: Kaderiyye fırkası, faillerin hepsi beşerdendir, dedi. Cebriyye
fırkası, bunların hepsi Allah'tandır, dedi. Cehmiy-ye fırkası, fiil ve mefûl
birdir, dedi. Bunun-için "Kun" mahlûktur, dediler. Selef ise:
Yaratmak, Allah'ın fiilidir, bizim fiillerimiz İse mahlûktur. Allah'ın fiili,
Allah'ın sıfatıdır. Mefûl ise Allah'tan başka olup mahlûklardandır, dediler
(Kastallânî).
[110] Hadîsin başlığa uygunluğu, âyette olduğu meydandadır.
Bu hadîs bu sened ve metinle Âlu İmrân: 190. âyeti tefsirinde de geçmişti. Bunu
buradaki başlık için tekrar getirdi (Aynî).
[111] O söz şudur: "Muhakkak onlar, muhakkak onlar
yardım edilip muza/fer oh-çoklardır. Muhakkak bizim ordumuz; herhalde onlar
galebe edicidirler" (es-Sâffât: 172-173).
[112] Başlığa uygunluğu "Rahmetim öne geçmiştir" kavimdedir.
Bunlar fiil sıfatla-rındandır, zât sıfatlarından değildir. Onun için iki
fiilden birinin diğerinin önüne geçmesi caiz olmuştur...
[113] Başlığa uygunluğu "Yazı onun önüne geçer"
sözündedİr. Bu hadîste haseneler ve seyyielerden olan amellerin emarelerden
ibaret olup mûcibelerden olmadığı, akıbette işin varacağı yer, geçen hükme ve
takdirin cereyan etmesine dayanacağı hükmü vardır.
Bunun bir rivayeti
BedVl-Halk'ta da geçmişti.
[114] Başlığa uygunluğu
"/lnca*/teA&^foemnjfc"kavlinden alınır. Çünkü "Rabb*-min
emriyle" sözünden maksad, kelâmıyle demektir. Ve bu uygunluk
"Tenezzül" masdanndan da alınır. Çünkü o da ancak kelimeler, yânî
vahiy ile olur denildi... (Aynî).
[115] Bunun birer rivayeti İlim ve Tefsir Kitâbları'nda da
geçti. Aynî şöyle dedi: Ben sarihlerden kimsenin buradaki başlığa uygunluk
yönünü zikrettiğini görmedim. Benim hatınma uygunluk cihetinin "Sana
sorarlar** sözünden alınabileceği geldi. Çünkü bunda "Rabb*inin
emrinden" fıkrası vardır. Yine Allah'ın ilminde hiçbir kimsenin onu
bilemeyeceği, onun ilminin Allah indinde olduğu geçmiştir (Umdetu'l-Kaarî).
[116] Başlığa
uygunluğu "Kelimelerini tasdik" sözünden alınır. Hadîsin bir rivayeti
Cihâd ve Beşte bir'de geçti.
[117] Başlığa uygunluğu "Allah'ın kelimesi en yüksek
olsun diye" sözünden alınır. Bunun da birer rivayeti llim'de ve Cihâd'da
geçti.
[118] Buna yakın bir âyet şöyledir: "O*nun emri, bir
şeyi dilediği zaman, ancak *OW demesinden ibarettir. O da oluverir"
(Yâsîn: 82). Bu, Yüce Allah'ın "Tekvin" sıfatının ifadesidir,
"Tekvin ", "Kevn = Olmak "tan temdir ki, "Oldurmak,
var etmek" demektir. "Olan"a "Kâine, Hâdise" derlen
ki, cem'ileri "Kâinat, Hâ-disât'^ır. "Kevneyn", "Dünyâ ve
âhiret" ma'nâsına; "Mekân"dz "Olma ve hâsıl olma yeri"dir.
"Tekvin", Allah'ın ezelî sıfatlanndandır. Mâturidî*ye göre yapmak,
yaratmak, rızk vermek, diriltmek, öldürmek gibi Allah'a âid sıfatlar O'nun
zâtiyle kaaim olan "Tekvin" sıfatına varır. Ancak eserlerin ihtilâfı
yüzündendir ki, o bir tek sıfatın, yânî "Tdtvfn'ln adlan değişmiştir. O
sıfat yaratılanlara taalluk edince "Yaratmak, rızk vermek, diriltmek,
öldürmek..." denilir (Meâİ-i Kerîm, II, 758, haşiye: 85).
[119] Başlığa uygunluğu "Allah'ın emri gelinceye
kadar" sözünden alınır. Bunun bir rivayeti îtim ve l'tisâm Kitabı'nda da
geçmişti.
[120] Bunun da uygunluğu geçen hadîs gibidir. Bunun da birer
rivayeti İlim ve Nübüvvet Alâmetleri Kitâblan'nda geçmişti.
[121] Başlığa uygunluğu "Sen Allah'ın senin hakkındaki
hükmünü geçemezsin" sö-zundedir. Bunun birer rivayeti Peygamberlik
Alâmetleri ile Mağâzî'nin sonlarında geçmişti.
[122] Bunun bir rivayeti yakında 82 rakanuyle geçmişti.
[123] Çünkü "Aeöm«a*'tti/ıM, nâ-mütenâhî, denizler
mütenâhîdir. Mütenâhî'ye mü-tenâhî ilâvesinin mecmuu da mütenâhîdir.
Mütenâhî'nin nâ-mütenâhî'ye intibakı ise muhaldir, tenakuzdur... {ffakk Dîni, IV, 3296).
[124] İyi bilmeli ki, bütün halk da O'nundur, emir de.
Evvel, âhir; takdîr ve tekvin de O'nun, îcâb ve teşri' de. Binâenaleyh hacim ve
mikdân bulunan mahlûkaat da O'nun milki, onlar üzerinde cereyan eden hacimsiz,
mikdârsız emirler de. Yânî yaratma da O'nun, yürütme de O'nun; cisim ve
cismâniyyet; madde ve suret O'nun îcâd ve ihtirâ'ı; onları yürüten kuvvet ve
rûh O'nun te'sîr ve izafeti. O'ndan başkası ne ma'dûmiyete vucûd verebilir, ne
de mümkinâta vucûb. îcâd O'nun, îcâb O'nun, hârika O'nun, kaanûn O'nun, bütün
mâsivâ O'nun hükmü altında, halk ve emrinden ibaret; O ise herşeyin mucidi ve
mutlak muta-sarnfı. Hakîkatte ne O'nun îcâdına dayanmayan bir mevcûd
bulunabilir, ne de O'nun emir ve icâbına tevâfuk etmeyen emirler emr
olabilir... (Bu âyetlerin güzel bir tefsîri: Hakk Dîni, III, 2170-2193).
[125] Başlığa uygunluğu "Kelimelerim tasdtk"
sözünden alınır. Bunun bir rivayeti yakında 83 rakamıyle geçti.
[126] Râgıb el-lsfahânî: Meşîet ekserin yanında müsâvî
olarak irâde gibidir, dedi.
eş-Şey', şîtı'in fethi
ve yâ'nın sükûnuyle "Ve'l-Meşîe", hatîe vezninde, "ve'l-
Meşâe", kerâme vezninde... dilemek ma'nâsınadır.. dördüncü bâbdandır. Ve
"Şey"', her mevcuda denir ki... Türkî'de nesne ta'bîr olunur, gerek
hissi olsun cisimler gibi ve gerek hükmî olsun akvâl gibi. Cem'i
"Eşya" ve "Eşyâât", "Eşâvât", "Eşâvî"
gelir kî, vav'Iann fethi ve kesriyle de hikâye edilmiştir....
"eş-Şte", şîa
vezninde, verilen ma'nâdan isimdir, bir nesneyi dilemek ma'nâsınadu-, irâde ve
meşîet gibi. "Kullu sey'in bi-şîeti'Ilâhi taâlâ = Herşey Allah Taâlâ'nın dilemesiyledir,
yânî irâdesiyledir" denilir... "el-tşâe", hemzenin kesriyle
muzdar ve mülteci kılmak ma'nâsınadır (Kaamûs Ter.)
[127] Buradaki âyetler yüce Allah'a İrâde ve meşîet
isbâtına, kulların hiçbirseyi dile-yemeyecçkleri, ancak ona Allah'ın irâdesi
geçmiş olduğu hâlde dileyecekleri, Allah'ın tâat ve ma'siyet olarak kulların
bütün fiillerinin yaratıcısı olduğuna delâlet etmektedir (Kast ali ânı).
"Aüah dilemeyince
siz dileyemezsiniz'*- Bu âyet cebr ve kader meselesinde re'ylerin harb yeri
olmuş ise de, bunda kullara da meşîet İsbfit edilmiş olduğunda ve maamâfîh
onun mutlak olmayıp, ilâhî meşîete tevâfuk ile kayıtlı bulunduğunda şübheye
mahal yoktur. Binâenaleyh mes'üliyet abd'e, hüküm Allah'a muzâftır. Onun için
kul mukadderatını keyfine göre çizemez, ilâhî meşîet dâiresinde mes'ûldür.
Allah Taâlâ ise hiç kayıth olmayarak dilediğini yapar, yol O'nun ta'yîn ettiği,
sevâb ve ikaab O'nun hükümleridir. O dilediğim yapar (Hakk Dînî, VII, 5515,
5624-5630. sahîfelerde geniş bilgiler verilmiştir).
[128] Zeccâc'ın da dediği gibi müfessirler bu âyetin EbÛ
Tâlib hakkında indiği üzerinde ittifak etmişlerdir. Bu ta'lîkı el-Kasas: 56.
âyet sırasında senedi ile rivayet etti.
[129] Kur'ân'da irâdenin zikri tekrar tekrar gelmiştir.
Sünnet ehli bunun ancak Allah'ın irâde etmekte olduğu şeye vâki' olacağı,
Allah'ın kâinatın hepsi için irâde edici olduğu üzerinde ittifak etmiştir.
Mu'tezile bu âyete tutunarak, Allah, ma'siyeti irâde etmez, demiştir.
"...Allah irâde
etmeyince kul irâde edemez. Lâkin Allah kulun irâdesini irâde etmekle murâdını
da irâde etmiş olmak lâzım gelmez. İnsan birşey irâde eder de muradı hâsıl
olmayabilir. Niceleri doğru gitmek ister de başı döner, düşer. O vakit Allah
onun irâdesini irâde etmiş, fakat muradının husulünü irâde etmemiş demektir.
Zîrâ irâdesini irâde etmese idi, o irâde edemezdi, murâdını irâde ede idi,
murâd husule gelirdi. Demek ki Allah'ın meşîeti muradı müstehzim, lâkin kulun
meşîeti Allah'ın meşîetine iktiran etmedikçe müstelzün değildir'' (HakkDîni,
VII, 5627..)
[130] Başlığa uygunluğu "Eğer dilersen bana ver"
sözündedir. Bunun bir rivayeti Dualar Kitâbı'nda da geçmişti.
[131] Bunun da başlığa uygunluğu "Eğer Allah
dilerse..." sözündedir. AFnin bu "Nefislerimiz Allah'ın
elindedir" sözü, şu âyetten iktibas edilmiştir: "Aüah ölümü
zamanında, ölmeyenin de uykusunda ruhlarını alır. Bu surette Hakkında ölümü
hükmettiği ruhu tutar, diğerini muayyen bir vakte kadar salıverir. Şübhe yok
ki, bunda iyi düşünecek bir kavim için kat? ibretler vardır*' (ez-Zumer: 42).
Bunun bir rivayeti
l'tisâm'da da geçmişti.
[132] Başlığa uygunluğu "Dilediği zaman"
sözündedir. Hadîs şöyle açıklanmıştır: Düzgün bir sap üzerinde biten taze
ekin, esen rüzgâr ile kâh eğilir, kâh doğrulur. Bir zaman yeşil yaşar, bir
zaman sonra zamanın değiştirici te'sîrleriyle sararır. Fakat o, rüzgârların
şiddetleri ve dehrin inkılâblan karşısında eğildiği hâlde hiçbir zaman
devrilmez, yine doğrulur. Mü'min de böyledir. Hastalık, hüzün, keder, zulüm
gibi zamanın birtakım bunaltıcı hâlleri karşısında sağa sola sarsılsa da bir
türlü yıkılmaz. Allah'a kulluktan ayrılmaz. Kâfir de serviler gibi ne kadar
metin ve uzun boylu olursa olsun, Allah onu kâfirliği sebebiyle yere serer...
Bunun bir rivayeti Tıbb
Kitâbı'nda da geçmişti.
[133] Başlığa uygunluğu sonundaki "Ben onu dileyeceğim
kimselere veririm " sözün-dedir. Bunun biraz değişik bir rivayeti Namaz
Kitabı, "ikindi namazından güneş batmadan önce bir rek'ate yetişen kimse
bâbı"nda da geçmişti.
[134] Başlığa uygunluğu, hadîsin sonundaki "Allah
isterse ona azâb eder, isterse onu mağfiret eyler" fıkrasındadır. Bunun
bir rivayeti îmân Kitabı, "îmânın alâ-" metleri bâbı"nda da
geçmişti. Bu ilk Akabe gecesinde yapılan bey'attİr ki, bunda el-Mumtehme
Sûresi'ndeki "Ey Peygamber, mü'min kadınlar Allah'a hiçbirşeyi ortak
tutmamaları, hırsızlık yapmamaları... şartlan üzere sana bey'-atleşmeye
geldikleri zaman, onların bey'atterini kabul et..." (Âyet; 12)'nin
nut-kettiği bey'at şartlan ayniyle vâki1 olduğundan, "Bey'atu'n-Nisâ"
denilmiştir. Bu şartlarla mükellef olmakta erkekler ve kadınlar müsavidir...
[135] Başhğa uygunluğu "Eğer yemininde istisna
yapsaydı..." sözündedir. Çünkü bu istisnadan mur^d, lügat bakımından: Eğer
"Inşâaüah" demiş olsaydı, demektir. Bu hadîsin birer rivayeti
Cîhâd'da, "Cihâd için çocuk isteme bâbı"nda ve Peygamberler Kitabı,
"Biz Davud'a Süleyman'ı hibe ettik" (Sâd: 30) kavli bâ-bı'nda da
geçti. Kadınların sayısı hakkında ayrılıklar, aded ayrılıkları olduğundan bu
ihtilâfa i'tibâr yoktur.
[136] Başlığa uygunluğu "İnşâallah" sözündedir.
Bunda Peygamber'in "Hastalığın^ geçmiş olsun" sözünün, gaybden haber
verme yoluyla değil de, ancak tereccî yolu üzere olduğuna delîl vardır. Çünkü
hasta, ertesi gün ölmüştür.
Buharı bunun bir
rivayetini Nübüvvet Alâmetleri Kitâbı'nda da getirdi.
[137] Başlığa uygunluğu iki yerde "İstediği zaman"
sözündedir. Bu hadîsin daha geniş bir rivayeti Namaz Kitabı, "Vakit
gittikten sonra ezan okuma bâbı"nda geçmişti. Buhârî burada hadîsi kısaca
zikretmiştir.
[138] Başlığa uygunluğu "Allah'ın bayılmaktan istisna
ettiklerinden mi oldu" kavlinden alınır. Çünkü Peygamber bununla
"Sûra üfürülmüş, artık Allah'ın diledikleri müstesna olmak üzere göklerde
kim varsa, yerde kim vana hepsi düşüp ölmüştür... " (ez-Zumer: 68) kavline
işaret etmiştir. Buhârî hadîsi burada iki se-nedle getirdi. Bunun bir rivayeti
Husûmât'ta da geçmişti.
[139] Başlığa uygunluğu "İnşâaUahu = Allah
dilerse" sözündedir. Bu istisna, teber rük ve teeddüb içindir, şekk için
değildir. Bundan maksad Medîne'de fitneden korunacakları için, Medîne'de
oturmayı teşvîk etmektir. Bunun birer rivayeti Hacc'ın sonunda Medine'nin
Fazîletleri'nde ve Fitneler'de geçti.
[140] Başlığa uygunluğu yine "İnşâattan = Allah
dilerse" sözündedir. Bunun bir rivayeti Dualar Kitâbı'nda da geçmişti.
[141] Başlığa uygunluğu "Mâşâattahu= Allah'ın dilediği
kadar" sözündedir. Hadîsin bir rivayeti Fadâii'de, "Umer'in menkabeleri
bâbı"nda da geçmişti. Bu, Pey-gamber'den sonra hilâfetleri ve İnsanların
onlarla faydalanmalarında Umereyn için cereyan eden işlerin misâlidir.
Peygamber işin sahibi olup en mükemmel şekilde yerine getirdi. İslâm'ın
kaaidelerini oturttu, temellerini kurdu, asıllarını ve furû'unu açıkladı. Sonra
Ebû Bekr halef olup riddenin kökünü kesti. Sonra Uraer halîfe oldu ve İslâm çok
genişledi...
[142] Başlığa uygunluğu "Rasûlü'nün lisânı üzere
dileyeceği şeyi yerine getirir" sö-zündedir. Bunun bir rivayeti Edeb
Kitabı, "Her kim güzel bir şefaat yaparsa..." (en-Nisa: 84) kavli
bâbı'nda geçti.
[143] Başlığa uygunluğu meydandadır. Bunun bir rivayeti
yakında geçmişti.
[144] Başlığa uygunluğu Allah'ın onlann kıssalarından
anlattığı âyetin kalanında "/»-şâallah sen beni sabredki bulacaksın '* ve
"Rabb 'in irâde etti" sözlerinden alınır. Bu hadîsin birer rivayeti
İlim Kitabı, "Musa'nın denizde Hızır'a gitmesi hakkında zikredilen şeyler
bâbı"nda ve Tefsîr, "el-Kehf Sûresi: 60-82 âyetleri tefsiri
bâbı"nda da birçok izahlarla geçmişti. Hadîsi o âyetler daha güzel tamamlamaktadır.
Bu kdnu Hakk Dîni, IV, 3253-3273'ten okunup incelenmeye değer.
[145] Başlığa uygunluğu "İnşâaüah yarın Kinâne oğullan
yurduna ineceğiz..." sö-zündedir. Bu ahd ve yemînleşme Kureyş ile Kinâne
oğulları arasında Hâsimîler ve Abdulmuttalib oğullan aleyhine: "Bunlarla
kız aüp vermemek, alışveriş etmemek üzere yapılmıştı..."
Bunun tam bir rivayeti
Hacc Kitabı, "Peygamber'in Mekke'ye inmesi bâ-bı"nda geçmişti.
[146] Başlığa uygunluğu iki kerre "inşâattan yarın
döneceğiz" kavimdedir. Bu hadîsin bir rivayeti ve tafsilâtı Mağâzî,
"Tâif gazvesi bâbı"nda geçmişti.
[147] Bu, müellif Buhârî'nin kelâm mes'elesi hakkında
zikrettiği ilk bâbdır. Bu, uzun bir mes'eledir. Görüş, Yüce Allah'ın
peygamberlerle mütekellim olduğunda tevatür etmiştir. Bu konuda dînler ve
mezhebler erbabından hiçbir kimse ihtilâf etmemiştir. İhtilâf ancak kelâmın
ma'nâsı, kıdemi, hudûsu konularındadır. Hakk ehli indinde Allah'ın kelâmı,
sesler ve harfler cinsinden değildir, bu Allah'ın zâtiyle kaaim ezelî bir
sıfattır... (Kastallânî).
Buhârî'nin bu âyeti
zikirden, hattâ bu babın tamâmından garazı Allah'ın zâtiyle kaaim olan kelâmını
beyân etmektir. Delili, Yüce Allah'ın "Rabb'iniz ne buyurdu?" deyip
"Rabb'iniz ne yarattı" dememesidir. (Aynî).
[148] Mesrûk'un bu sözünü Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sıfât
Kitâbı'nda EbÛ Muâviye yolundan; o da el-A'me§'ten senediyle rivayet etmiştir
[149] Başlığa uygunluğu "İzâ fuzaa an kulûbihim =
Kalblerinden korku gidince" sö-zündedir. Buhârî burada hadîsin çeşitli
yollardan gelişini ve bâzı isnâd inceliklerini ayrı ayrı tesbît edip
bildirmiştir. Bu hadîsin bir rivayeti bu senedle el-Hıcr Sûresi tefsirinde de
geçmişti.
[150] el-Kirmânî:
Buhârî "el-lzn"den söz söylemeyi anladı, dinlemeyi değil. Bunun
delili de bu hadîsi bu baba girdirmesidir, dedi. Ben: Bu husus teemmül edilecek
yerdir. Buhârî bunu Kur'ân'ın Faziletleri Kitâbı'nda "Kur'ân'la legannî
etmeyen kimse bâbı"nda iki yoldan getirdi. Birincisinde tegannîyi,
"Aşikâre okumak"-la tefsîr etti. (kincisinde "İstiğna" ile
tefsîr etti. "el-tzn" lafzım "Dinlemek" ma'nâsıyle de
tefsîr ettiler, dedim. (aynî).
[151] Bunun daha bütün rivayetleri Peygamberlerde ve Hacc
Sûresi tefsirinde geçmişti.
[152] Bunun bir rivayeti "Hadke'nin faziletleri
bâbı"nda geçmişti
[153] Bu bâb, yine Yüce Allah'ın kelâmının isbâtı, kelâmını
Cibril'e ve meleklere işittirmesi, onların da bu anda zâtiyle kaaim olan ve
mahlûkların kelâmına benze-miyen bu kelâmı İşitir olduklarının isbâtı vardır...
(Kastallânî).
[154] Demek ki, insanların sevgisi, Allah'ın sevgisine
alâmettir. Başlığa uygunluğu meydandadır. Hadîsin birinci fıkrası: Müslümanlar
arasında sevimli olan her kişi Allah yanında da sevimlidir, suretinde umûmî bir
hükmü ihtiva etmektedir. Bunun bir rivayeti Bed'u'1-Halk Kitabı,
"Meleklerin zikri bâbı"nda, bir rivayeti de Edeb'de "Sevimsiz
olmak, nefret edilmek Allah tarafındandir babı "nda geçti.
[155] Başlığa uygunluğu "Rabb'leri kullarım meleklerden
daha iyi bilirken meleKtere kullarım hâllerini sorar" kavimdedir.
"Her iki takım
meleklerin namaz vaktinde gelmeleri, ve çıkmaları ve mtts-lümânlarla birlikte
namazda hazır olmaları Âdem oğullarının mü'minleri hakkında bif ilâhî lütuf ve
keremdir. Allah melekleri insanların en iyi hâllerine muttali' kılıp haklarında
güzel övgü ve şehâdette bulundurmuş oluyor. Hamd
ve minnet
Allah'adır"
Bunun bir rivayeti Namaz
Kitabı, "İkindi namazının fazileti bâbı"nda geçmişti.
[156] Başlığa uygunluğu Cibril'in Peygamber'e müjde
vermesinin ancak Allah'ın bunu haber vermesi ve ona bunu emretmesi suretiyle
olması yönündendir. Bu hadîsin ziyâde ve noksanlı birçok sened ve metinleri
Cenazeler, İstikraz, Istİ'zân, Rikaak Kitâblan'nda da geçti.
[157] Yânı onu, sana indirmeye ehil olduğunu ve senin onun
teblîğ edicisi olduğunu bilerek indirdi. Yâhud onu kullarının iyiliklerinden
olduğunu bilerek İndirdi. Bunda sıfatları inkâr eden Mu'tezile görüşünü redd
vardır. Çünkü bunda Allah, kendisine İlim sıfatım isbât etmiştir...
İbn Battal şöyle
demiştir: İnzal ile murâd, kullara farzların ma'nalannı anlatmaktır. O'nun
indirmesi, yaratılmış cisimlerin indirmesi gibi değildir. Zîrâ Kur'ân cisim
değil, mahlûk da değildir (Kastallânî).
[158] Mucâhid'in bu sözünü Feryâbî rivayet etmiştir.
[159] Başlığa uygunluğu "İndirmiş olduğun Kitöbı'na
inandım" sözündedir.
Bunun birer rivayeti
Abdest Alma Kİtâbı'nm sonunda ve Dualar Kitabı, "Sağ taraf üzere uyumanın
müstehâbhğı bâbı"nda da geçmişti.
[160] Başlığa uygunluğu "Yâ Allah! Ey Kitabı
indiren" sözundedir. Bunun bir rivayeti Cihâd Kitabı, "Müşrikler
aleyhine hezimetle duâ bâbı"nda geçti. Humey-dî'nin rivayetinde işitmeler
açıkça söylenmiştir.
[161] Başhğa uygunluğu "İndirildi" sözundedir.
İnzâlüe Tenzil arasında fark, tnzâl, bir defada indirmek, Tenzil ise vak'alara
ve maslahatlara göre tedrîcle indirmektir.
Bu hadîsin bir rivayeti
Tefsîr'de, el-lsrâ Sûresi'nin sonunda geçmişti.
[162] İbn Battal şöyle dedi: Buhâri'nin bu başlıkla ve
hadîsleriyle muradı, bundan evvelki bâblarda isbât etmek istediği
"Allah'ın kelâmı kendisiyle kaaim bir sıfat olduğu ve devamlı mütekellim
olduğudur
[163] Başlığa uygunluğu kelâmın Allah'a İsnadını isbât
etmesidir. Bu, kudsî hadîslerdendir. Bunun birer rivayeti el-Câsiye Sûresi
tefsirinde ve Edeb'de geçmişti.
[164] Başlığa uygunluğu meydandadır. Bunun bir rivayeti Oruç
Kitâbı'nda geçmişti.
[165] Başlığa uygunluğu "Rabb'i ona: Yâ Eyyûb! diye
nida etti" sözündedir.
Bunun bir rivayeti
Gusl'de "Çıplak yıkanma bâbı"nda geçti.
[166] Bunun birer rivayeti Teheccüd Kitabı ve Duâlar'da
geçti. Bu, müteşâbih hadîslerdendir. Allah'ın dünyâ semâsına inip yükselmesi
keyfiyeti biz kullarca bilinemez.
[167] Bu, Hûd Sûresi tefsirinde tamamı getirilen hadîsten
bir parçadır. Burada bundan murâd, Allah Taâlâ'nın "Ben de sana infâk
edeyim" kavlinin Yüce Allah'a nisbet edilmesidir.
[168] Başlığa uygunluğu "Ona Rabb'inden selâm
söyle.." sözündedir. Bunun bir rivayeti Menkabeler'de, "Peygamber'in
Hadîce ile evlenmesi ve, fadlı bâbı"nda da geçmişti. Suheylî şöyle dedi:
Peygamber insanları İslâm'a çağırdığı zaman, Hadîce çekişmesiz, yorgunluksuz
icabet etmiş, hattâ Peygamber'den her yorgunluğu giderip O'na Unsİyet etmişti.
İşte onun bu fiillerine mukaabil cennette bu sıfatla bir ev olması munâsib
olmuştur (Kastallânî).
[169] Bunun bir rivayeti Secde Sûresi'nde geçti. Başlığa
uygunluğu "Allah buyurdu" kavlindedir.
[170] Başlığa uygunluğu "Sözün haktır"
kavlindedir. Hakk'ın ma'nâsı, sabit ve lâ-nm demektir. Bu da Teheccüd'de geçti.
[171] Başlığa uygunluğu "Allah'ın benim hakkımda
tilâvet edilecek bir emirle kelâm etmesinden..." sözündedir. Bu Ifk
hadîsinden bir parçadır. Buhârîbu hadîsten bu isnâdla birçok yerlerde
zikretmiştir. Cihâd, Şehâdetler, Tefsîr. Buhârî bu hadîsin tamâmını Şehâdetler
ile en-Nûr Sûresi tefsirinde sevketmişdr.
[172] Hadîsin başlığa uygunluğu "Allah şöyle
buyurur" kavlindedir.
Bu da kudsî
hadîslerdendir. Bunun bir rivayeti Rikaak Kitabı, "Bir hasene işlemeyi
kasdeden kimse bâbı"nda İbn Abbâs hadîsinden olmak üzere geçmişti.
[173] Bunun birer rivayeti el-Kıtâl Sûresi tefsirinde ve
Edeb'de de geçmişti.
[174] Başlığa uygunluğu "Allah buyurdu..."
sözündedir. Bu, Namaz Kitâbı'nın sonunda ve Yağmur Duası Kitabı'nda geçen
uzunca hadîsin bir parçasıdır. Hadîsin bundan sonrası şöyle devam ediyor:
"Her kim Allah'ın fadlı ve rahmeti ile üzerimize yağmur yağdı dedi ise,
işte o bana îmân etmiş, yıldıza îmân etmemiş tir. Her kim de fulân ve fulân
yıldızın hareketiyle üzerimize yağmur yağdı dediyse, işte o bana îmân etmemiş,
yıldıza îmân etmiştir" buyurdu.
[175] Bunun bir rivâyçti Rikaak Kitabı, "Allah'a
kavuşmayı seven kimse bâbı"nda geçti.
[176] Bunun bir rivayeti Tevhîd Kitabı'nin evvellerinde
"Allah sizi kendisinden sa~ kındırır..." (Âlu imrân: 28, 30) bâbrnda
geti.
[177] Başlığa uygunluğu "Bunu niçin yaptın?"
sözündedİr. Bunun bîr rivayeti tsrâîl oğulları bölümünde geçti. Bunu Müslim de Tevbe'de getirdi: Müslim Ter., 8, 249
"2757".
[178] Hadîste buradan başlayarak sonuna kadar devam eden
terdîdli rivayetler, râvî-nin şübhesi eseri değildir. İşlenilen günâhın irâde
ile bilerek veyâhud hatâ eseri olarak yapılmış olması ve aynı şekilde Allah
Taâlâ'nın affetmek veya cezalandırmasının ulûhiyet gereği bulunması
itibariyledir
[179] Hadîsin başlığa uygunluğu "Rabb'i şöyle...
buyurur" sözündedir.
Bu hadîsi Müslim de Tevbe
Kitâbı'nda getirmiştir: Müslim Ter., VIII, 251 "2758".
Nevevî şöyle demiştir:
Hadîste şuna işaret vardır: Tevbekâr olan ve Allah'a yalvarmak yolunu bilen bir
kulun günâhı yüz kerre, bin kerre ve belki daha çok tekerrür etse de her
defasında tevbe etse yâhud bu mükerrer günâh yığınının topu hakkında Allah
Taâlâ'ya niyaz arzeylese, tevbesİ sahîh olur ve kabul bu-yurulur. Bu, mü'minler
için en büyük müjdedir...
Bu hadîsin son
fıkrasının ma'nâsı: Sen günâh işler, sonra da tevbe etmekte devam ettiğin
müddetçe, ben seni mağfiret eylerim, demektir.
(Bu hadîsin tercümesi az
tasarruf ile Kâmil Mîrâs'ın tercümesinden -Tecrîd Ter., XII. 457- nakledildi.)
[180] Başlığa uygunluğu "Allah; Ey kulum....
buyurdu" kavimdedir.
Bu hadîsin bir rivayeti
İsrâîl oğullan'm zîkr ve Rikaak Kitâbları'nda da geçti. Bunun birkaç rivayetini
Müslim de Tevbe'de getirmiştir: Müslim Ter., VIII, 248-250 "2757".
[181] Bu da aynı hadîsin başka yoldan bîr rivayetidir.
[182] Bu babın bütün hadîslerinde Rabb'in kullanyle kelâmı
vardır.
[183] Başlığa uygunluğu meydandadır. Çünkü siyak, şefaat
istemeye delâlet etmektedir. Hadîs kısaltılmış olmakla beraber, "Yâ
Rabb" kavli ve buna icabet açıkça bellidir (Ayni),
[184] Başlığa uygunluğu meydandadır. Çünkü bunda Peygamber
tarafından birçok defa suâller, Allah Taâlfi tarafından da cevâblar vardır. Bu
hadîsi Müslim de imân Kitâbı'nda getirmiştir: Müslim Ter., I, 272-273.
[185] Bunun birer rivayeti Cennetin Sıfatı ile Rikaak'ta da
geçti. Bunu Müslim de îmân'da, "Cehennemden son çıkacak olana dâir
bâb"da getirmiştir: Müslim Ter., I, 258-259, 308 "186".
[186] Bu hadîs,
ziyâde ve noksan ile Zekât'ın evvellerinde ve Rikaak'ta geçti.
[187] Başlığa uygunluğu "Melik ancak benim, Melik ancak
benim" sözündedir.
Bunun bir rivayeti bu
kitâbda "Elimle yarattığıma.. bâbı"nda da geçmişti.
[188] Başlığa uygunluğu iki yerde, "Rabb'i şöyle
buyurur" ifâdelerindedir Buhârî bunun biraz değişik bir rivayetini
Mezâlim Kitabı, "Dikkat edin! Allah'ın la'neti zâlimler üzerinedir
bâbı"nda da getirmişti.
en-Necvâ: Yavaşça söz
söylemeye denir ki, "Fısıldamak" ta'bîr olunur. Nitekim İbnu'1-Esîr
de en-Nihâye'dt: Necvâ, isimdir, masdar makaamına kaaim-dir. Kıyamet gününde
Allah'ın, mü'min kuluna gizlice hitabıdır, der. Buhârî sarihleri de: Necvâ;
Allah Taâlâ ile mü'min kulu arasında kıyamet günündeki gizli konuşmadır ki,
bunda kulun ma'siyetleri gizlice kendisine sayılır, bu Allah'ın fadlıdir,
demişlerdir.
[189] Buhârî bu âyeti Yüce Allah'ın mütekellim olduğuna
delîl için getirdi. Sünnet ehli de Yüce Allah'ın Mûsâ ile vasıtasız,
tercümânsız olarak konuştuğu ve ona kelâmını işittirip, kelâmının ma'nâlarını
ona anlattığı üzerinde ittifak etmiştir. Çünkü kelâm işitilmesi, sahîh olan şeylerdendir... (Aynî).
[190] Başlığa uygunluğu "Allah seni elçilikleri ve
kelâm etmesiyle seçip tercih etti" kavlindedir. Bunun bir rivayeti Kader
Kitâbı'nda geçti. Bunun bir rivayetini Müslim de Kader'de getirdi: Müslim
Ter., VIII, 126-128, 13 "2652".
[191] Bu, Rikaak'ta geçen uzun Enes hadîsinden birer
parçadır. Bunun bir rivayeti el-Bakara tefsirinde ve Tevhîd'de geçmişti. Bunun
birkaç rivayetini Müslim de îmân'da getirdi: Müslim Ter., I, 268-269, 322
"193".
[192] Peygamber'in orada amcası Hamza ve amcasının oğlu
Ca'fer ibn Ebî Tâlib'le beraber yatmakta olduğu rivayet edilmiştir.
[193] Hadîsin başlığa uygunluk noktası burasıdır.
[194] İbn Battal şöyededi: Mûsâ, Allah'ın "Ey Mûsâ, ben
seni risâletimle, kelâmımla insanlardan seçkin kıldım" (el-A'râf: 144)
kavli sebebiyle Allah'ın kendisini dünyâda başkaları üzerine kelâmıyle üstün
kıldığını bildiğinden, Allah, Muham-med'e ''Mahmûd Makaamı" vermekle
başkaları üzerine tafdfl edince, O'nun bu faziletle kendisi üzerine
yükseldiğini anladı... (Aynî)-
[195] Kaaf Sûresi'nde "Lâ" yerine "Mâ"
ile şu âyet vardır: "Benim yanımda söz değiştirilmez" (Kaaf: 29).
[196] Başlığa uygunluğu "Yedinci semâda Musa'yı Allah'
kelâmiyle tafdîli" sözünden alınır. Bunu yerinde tenbîh ettik. Buhârî bu
Isrâ hadîsinin bir rivayetini ez Zuhrî'den; o da Enes'ten; o da Ebû Zerr'den
olmak üzere Namaz Kitâbı'nın evvellerinde; bir rivayetini Katâde'den; o da
Enes'ten; o da Mâlik ibn Sa'saa'-dan olmak üzere Bed'u'l-Halk'ta; birini
Hicret'ten Evvel Bi'set'in evvellerinde; ve Peygamber'in sıfatı'nda da getirdi.
Müslim de îmân'da,
İsmâîl ibn Ebî Uveys'ten getirdi: Müslim Ter., I, 217-230, 259
"162-164-165".
[197] Bundan evvel Yüce Allah'ın peygamberler ve meleklerle
olan kelâmı geçmişti. Burada İse cennet ehli ile olan kelâmını beyân etmeye
başladı (Aynî).
[198] Başlığa uygunluğu meydandadır. Bunun bir rivayetini
Rİkaak, "Cennet ve cehennemin sıfatı bâbı"nda da getirmişti.
Lebbeyke kavli,
"Lebb = îkaamet etmek" ma'nâsından aded iradesiyle tes-niye kılınıp,
hitâb kâfına muzâf kılınmıştır. Ve bunun ma'nâsında dört görüş vardır.
Birincisi zikrolunan ikaamet ma'nâsına olmakla, "Ben senin enirine İtaat
ve icabet merkezinde tekrar tekrar sabit ve payidar olurum" demektir...
Is'âd: Bir adamı
saâdetli kılmak, meded ve iânet eylemek ma'nâsınadır. "Lebbeyke ve
sa'deyke" lafzında "Sa'deyke" de tekrar tekrar yardım etmek
ma'nâsınadır. Kezâlik "Sa'deyk" kelimesinde dahî "AATIn
fazlaları hazfo-lunmuş ve hitâb kâfına muzâf kılınmıştır. Bununla tesniye
masdar olmakla, fiillerinin hazfedilmesi gereklidir. Ve "Sa'deyke"
kelimesi ancak "Lebbeyke" kelimesine bitişik zikrolumır... Ma'nâlan
"Tâatinde mükerreren yânî devamlı mukîm ve hizmetinde devamlı olurum"
demektir... (Kaamûs Tercemesi).
[199] Başlığa uygunluğu meydandadır. Bunun bir rivayeti
Zirâat Kitabı, "Arazîyi altınla kiralamak bâbı"ndan sonra, unvansız
bir bâbda da geçmişti.
[200] Buhârî bu âyetle, kul Allah'ı itaatle zikrettiği
zaman, Allah'ın da onu rahmet ve mağfiretle anacağına delîl getirmiştir.
[201] İbn Battal şöyle dedi: Yüce Allah Nûh Peygamber'i,
emrinden ve Allah'ın âyetlerinden zikrettikleriyle andı. Bunun gibi herbir
peygamber üzerine de kitabını ve şerîatinİ teblîğ etmeyi farz kıldığına işaret
etti...
[202] Mucâhid'in bu sözlerini el-Feryâbî rivayet etmiştir.
Bu kİtâbdaki bu bâbla
maksûd Yüce Allah'ın emir ve duâ ma'nâsıyle zik-redici ve zikredilmiş olduğunu
beyândır. Bunun için buradaki âyetleri bu konuyla ilgili oldukları için
getirmiştir. Buhârî bu bfibda merfû' hadîs getirmemiştir.
[203] Buhârî'nin bu bâbdaki maksadı, fiillerin hepsinin
Allah Taâlâ'ya nisbetini is-bâttır. Bu fiiller, mahlûklar tarafından hayır
yâhud şerr olsa da müsavidir. Bun lann hepsi Allah için mahlûktur, mahlûk için
kesbdİr. Halktan hiçbirşey Allah'tan başkasına nisbet edilmez. Edilirse o bir
ortak, eş, ve fiilin O'na nisbetinde Ona müsavi olmuş olur. Yüce Allah
kullarına bu mühim iş üzerine zikredilen âyetlerle ve eşleri ve beraberinde
duâ edilmiş ilâhları açıkça nefyeden diğer âyetlerle tenbîh edip uyarmıştır...
(Aynî).
[204] Bu da, tasdik mü'mine izafe edildiği zaman kesb'dir...
[205] Bu hadîsten burada hedef, kendi fiilini yaratır
olduğunu iddia edenin Allah'a eş kılan kimse gibi olacağına işaret etmektir. Bu
konuda şiddetli tehdîd gelmiştir. Buna İ'tikaad etmek haramdır (Fethu'l-Bârt)
Buhârî bunun birer rivayetini Tefsir'de ve HudÛd'da, "Zina edenlerin
günâhı bâbı"nda getirmiştir
[206] tbn Battal şöyle demiştir: Buhârî'nin bu bâbda hedefi,
Allah'ın işitmesini ve sahîh kıyası isbât etmek, sahflı olmayan fâsid kıyası da
ibtâl eylemektir. Çünkü, açıktan söylediğimde işitir de gizli söylersek
işitmez diyenin bu kıyası, fâsid bir kıyastır. Zîrâ O, Allah'ın işitmesini,
açıktan söylendiğinde işiten, gizlendiğinde işitmeyen kullarının işitmesine
benzetmiştir.
Bu hadîsin iki rivayeti
Fussilet Sûresi tefsirinde de geçmişti... (Kastallânî).
[207] Belki Buhârî'nin muradı, Muhdis'in gayr-ı mahlûk
olduğudur. Nitekim bu el-Belhî ve tabiîlerinin görüşüdür. Takarrür etti ki,
Yüce Allah'ın sıfatlan ya sel-biyyedir, bunlar "Tenzihiyyât" diye
isimlenir; veya vucûdiyye-i hakîkiyye'dir; ilim, irâde, kudret gibi. Bunlar
muhakkak kadîme'dir. Yâhud izâfiyye'dir: Halk, rızk gibi. Bunlar hâdise'dir,
fakat bunların hudûsundan, Allah'ın zâtında ve hakîkî olan sıfatlarında bir
değişiklik olması lâzım gelmez. Bunlar hakikatte O'nun sıfatlandır. Nitekim
ilmin ve kudretin, ma'lûmâta ve makdürâta taallûkları gibi ki, bunlar
hadislerdir, ve onun bütün fiilî sıfatları da böyledir (Kastallânî).
[208] Bunu Ebû Dâvûd uzun bir metinle mevsûl olarak rivayet
etti. Müellif Buhârî'nin bunu burada sevketmesinden muradı, Yüce Allah üzerine
"O, Muhdis'tir" ta'bîrinin kullanılmasının cevazını bildirmektir.
Lâkin O'nun ihdası, mahlûkların ihdasına benzemez. Allah bundan yüce oldu
(Kastallânî).
[209] Başlığa
uygunluğu "Kitâbların en yakını" sözünden alınır.
[210] Bu da aynı hadîsin başka yoldan bir rivayetidir.
Bunların ikisi de mevkuf hadîs görünümündedir. Bunların bir rivayeti Kitâb'a
Sımsıkı Yapışma Kitabı'nın so-nunda'Peygamber(S)'in "Kitâb ehline herhangi
birşey sormayınız" kavli babı' n-da da geçmişti (Aynî).
[211] Bu, Ahmed ibn Hanbel ile BuharTnin "Halku
EPâli'1-İbâd" Kitâbı'nda rivayet ettikleri hadîsten bir parçadır. Diğerleri de böyle tafartc etmişlerdir
[212] Bu bâbdan maksûd, Peygamber'in Cibril'den Allah'ın
Kelâmını alma keyfiyetini beyân etmektir. Bu hadîsin birer rivayeti îmân ile
Bed'u'l-Halk'ta açıklanmış olarak geçmişti... (Aynî).
Bu hadîste Kur'ân
söylenip, onunla kıraat kasdedilmesi vardır. Çünkü "Kurânehu"
kavliyle Kur'ân'ııı kendisini okumak kasdedilmiştir. Kur'ânı okurken dili ve
dudakları hareket ettirmek okuyucunun amelidir, karşılığında ücret alacaktır...
(Kastallânî.)
[213] Yânî, Allah sözlerinizden gizli olanını da, açıktan
olanını da bilir, O'na bunlardan hiçbirşey gizli olmaz. İbn Battal şöyle dedi:
Buhârî'nin bu bâbdan muradı, Allah Taâlâ'ya zatî bir sıfat olarak ilmi isbât
etmektir. Çünkü onun ilmi, sözün açığında gizlisinde müsavidir. Allah bunu
"Sizden sözünü kim gizledi, kim onu açıkladı, geceleyin gizlenen,
gündüzleyin yoluna giden kimdir (O'nun ilminde) birdir" {er-Ra'd: 10)
âyetinde de beyân etmiştir.
[214] Bunun bir rivayeti yakında ve Tefsîr'de, el-îsrâ: 110.
âyeti tefsîri sırasında da geçmişti ,
[215] Bu da bu âyetin inme sebebi hakkında diğer vecihtir.
Yâhud bu, küllün cüz' üzerine ıtlâkı bâbındandir. Çünkü duâ, namazın
cüz'lerinden biridir. Bu da el-Isrâ Sûresi'nd,e geçmişti (Kastallânî).
[216] Tegannî'ye Şafiî ve âlimlerin çoğu böyle ma'nâ
vermişlerdir. Sufyân ibn Uyey-ne: İnsanlardan müstağni olur, demiştir.
"Kur'ân'ı açıktan
okur" ziyâdesi "Tegannî eder" cümlesinin tefsîridir.
[217] Buhârî'nin bu bâbdan hedefi, kulların sözleri ve
fiillerinin yine kullara mensûb olduklarıdır. Bu, geçen baba nisbetle tahsisten
sonra ta'mîm gibidir.
[218] Bu hadîste bu iki büyük ni'meti elde etmekte mübalağa
iradesiyle hased tesbît eyledi. Hasedden burada murâd, gıbta'dır. O da kişinin
kardeşinde olan ni*me-tin kendisinde de olmasını temenni etmesidir, özetle:
Hasedni'metin gitmesini, Gıbta ise ni'metin elde edilmesini istemektir.
[219] Bu da aynı hadîsin başka bir yoldan rivayetidir. Bu
hadîsin birer rivayeti lîim, Kur'ân'm Fazîletleri ve Temenni Kitâbları'nda da
geçmişti.
[220] Allah bu âyette, Peygamber'ine, beşerî sıfatlarının en
şereflisi ile nİdâ etti.
[221] Enes ibn Mâlik'İn bu hadîsini Buhârî Cihâd ve
Mağâzî'de uzunca birer metinle rivayet etti. Peygamber onu kuralar hey'etiyle
göndermişti. Haram ibn Mil-hân o kabilelere hitaben yaptığı bu konuşması
sırasında düşmanlardan bir adam onu mızrakla vurdu. O da: Ka'be'nin Rabb'ine
yemîn ederim ki, ben zafer buldum! diyerek şehîd oldu: Cihâd, 9. bâb, 17.
hadîs.
[222] Buhârî bunu
uzunca bir metinle Cizye'de rivayet etmiştir.
[223] Fethu't-Bârt'de dedi ki: Rasûl'e indirilen herşeyin
RasûPe nisbetle iki tarafı vardır: Biri Cibril'den almak tarafıdır ki, bu,
bundan önceki bâbda geçti, ötekisi de
[224] Bunun bir rivayeti yakında gemişti
[225] Bu âyetteki "Tilâvet", amel ile tefsir
edilmiştir. Amel de amel edenin fiilinden-dir.
[226] Bu, buradaki babın sonunda senedli olarak gelmiştir.
[227] Ebû Hureyre'nin bu hadîsi Teheccüd, "Gündüz ve
gecede temizliğin fadlı bâbı'*n-da senedli olarak geçti.
[228] Bu hadîs de îmân'da, "îmân ameldir diyen kimse
bâbı"nda; Hacc'da, "Meb-rûr haccın fadlı bâbf'nda geçti.
[229] Başlığa uygunluğu "Tevrat ehline Tevrat
verildi" kavlindedir. Bunun bir rivayeti Namaz Kitabı, "Kıraatin
imâma ve me'mûma vucûbu bâbı"nda ve bu Tev-hîd'de de yakında geçmişti.
[230] Bu hadîs, Namaz Kitabı. "Namazda imâma ve cemâate
kıraatin vucûbu bâbı"n-da Ubâde ibnu's-Sâmit'ten olarak geçti.
[231] Bu hadîs, bundan daha uzun olarak Namaz ve Edeb
Kitâblan'nda da geçmişti.
[232] Buhârî'nin bu bâbdan garazı, Yüce Allah'ın insanı,
üzerinde yaratmış olduğu "Hel"', "Men", "I'tâ",
"Şiddetlere sabr ve bundan sevâb bekleme" gibi birtakım huylarla
yaratmasını isbât etmektir. "Helu"' lafzını âyette Allah tefsîr
etmiştir.
[233] Başlığa uygunluğu "Ceza' ve hela'=Sabırsızlık ve
hırslıhktan" sözûndedir. Bunun birer rivayeti Cumua'da ve Beşte bir'in
farziyeti'nde geçti.
Ceza': Lügatte
sabırsızlık demektir. Hela'da sabırsızlığın son derecesidir. Sıfatlan, Cezû' ve
Hetû'dm. Helu', korkak ve tamâ'kâr diye de tefsîr edilmiş ise de en uygun olanı
Allah'ın Kitabındaki tefsirdir. Bunun tercümesini bâb başlığında yazdık.
Metindeki "Ceza"' ve "Hela"' kelimelerinin ma'nâlan
Kur'ân-ı Kerîm'in bu tefsîri sayesinde daha kolay anlaşılır.
[234] Amr ibn Tağlib'in bu "Kırmızı develerim olmasını
arzu etmem" sözü, "Benim en kıymetli dünyâ mallarımın olmasını
istemem" demektir. Arab kavmi beyaza da, nefîs olan mala da "Ahmer =
Kırmızı" dedikleri gibi malın en nefis ve en yükseğine de
"Humuru'n-nazmı = Kırmızı develer" derler.
[235] Bu bâbdaki hadîsleri, Peygamber (S) Rabb'inden rivayet
etmiştir. Bu nevi' hadîslere hadîs âlimleri arasında "Kudsîhadîs"
denilir. Bunlar ma'nâ yönüyle Allah'la, lafızları yönüyle Peygamber'Ie
ilgilidirler. Bunların ma'nâlarını Allah, Peygamber'ine ya ilham ile yâhud
ru'yâ ile bildirmiş, Peygamber de o ma'nâyı kendi ibaresiyle ümmetine teblîğ
etmiştir. Bunun için kudsî hadîs, ma'nâsı Al Iah tarafından ilham ve lafzı
Rasûlullah tarafından tertîb ve teblîğ buyurulan haberdir, diye ta'rîf olunur.
Kudsî hadîsin, Kur'ân'dan farkı şöyledir: Kur'ân'-ın hem lafa, hem ma'nâsı
Allah tarafından verilmiştir. Kudsî hadîsin yalnız ma'-nâsı,diğer Peygamber
hadîslerinin hem ma'nâsı, hem lafızları Peygamber'e âiddir.
[236] Bunların ma'nâsı: Her kim bana tâatimle yaklaşırsa,
ben de ona rahmetim, tev-fîkim ve yardım edişimle yaklaşırım. O bunları
artırırsa, ben de artırırım, demektir. Murâd kulun mükâfatı, tâatle yaklaşma
derecesine göre dâima kat kat olur demektir. Hulâsa, bu hadîslerde Allah'ın
kuluna yakınlık derecesini ifâde için kullanılan karış, arşın,
kulaç gibi uzunluk ölçüleri,
Allah hakkında tamâmiyle mecazî ma'nâda ta'bîrlerdir. Allah hakkında
"Koşmak" ta'bîri de "Çabuk icâbet"i ifâde etmektedir.
[237] Başlığa uygunluğu meydandadır. Bunun bir rivayeti Oruç
Kitâbı'nda geçmişti. Son cümle ile Allah Taâlâ'mn oruçludan rızâsı ifâde
edilmiş oluyor. Bu cümlede orucun şerefi, oruçlunun ma'nevî derecesi en belîğ
bir uslûb ile bildirilmiştir.
[238] Başlığa uygunluğu "Rabb'inden rivayet etmekte
olduğu hadîsinde" kavlinde-dir. Buhârî hadîsi burada iki tarîk ile
getirmiştir. Hadîsteki "Ben Yûnus'tan hayırlıyım"'hükmü, iki ihtimâle
müsâiddİr: Biri, kişi kendi nefsini tercîh etmek, öbürüsü mütekellim sıgâsıyle
Rasûluİlah kasdolunarak: Muhammed, Yûnus'tan hayırlıdır, demek. İkinci
ihtimâle göre: Peygamber bunu tevazu' ederek söylemiştir, demektir. Çünkü
şefaatle ilgili sahih bir hadîsinde: "Ben Âdem oğullarının seyyidiyim ve
en hayırlısıyım " buyurmuş olduğu İçin, Yûnus'tan ve bütün
peygamberlerden üstün olduğunu bildirmiştir. Bunu da Allah'ın kendisine ihsan
buyurduğu ni'metlerini anmak için söylemiş, övünmek için değil. Bunun bâzı
rivayetleri Peygamberler Kitabı ile en-Nisâ ve el-En'âm Sûreleri tefsirinde de
geçmişti.
[239] Bu hadîsin bâbla ilgisi, Rabb'den olan rivayetin
Kur'ân olmak yâhud başkası olmak, vâsıta ile veya vasıtasız olmaktan daha umûmî
olması yönündendir... Muhelleb şöyle dedi: Bu babın ma'nâsı, Peygamber Kur'ân'ı
Rabb'inden rivayet ettiği gibi, sünneti de Rabb'inden rivayet ettiğidir. Bu
İbn Mugaffel hadîsinin bu baba girmesinde, Kur'ân'ın da yinç Rabb'inden
rivâyeten olduğuna ten-bîh vardır. Ve yine: Peygamber'in "Allah
buyurdu" sözü ve "Rabb'inden rivayet etti" denilmesi müsavidir,
denilmiştir.
Bu hadîsin birer
rivayeti Mağâzî'de ve Kur'ân'ın Faziletleri Kitâbı'nda da geçmişti... (Aynî)
îbn Kesîr bu hadîsin
şerhinde şöyle dedi: Tercî'e gelince, bu, savtta götürüp getirme yapmaktır.
Nitekim yine Buhârî'de Peygamber'in "Â Â Â" demeğe başladığı hadîsi
vardır. Muhtemel ki, bu ses götürüp getirmesi, altındaki hayvanın hareketinden
meydana gelmiştir. Bu hadîs, sesi böyle ırlamaya var-dırsa da hayvan üzerinde
ve tercî' ile tilâvetin cevazına delâlet etmiştir. Ve bu, harflerde ziyâde
yapmak babından da olmaz... Kur'ân'ın Fazîletleri Kitabı, "Tercî'
babı".
[240] Bu âyetin başlığa delâlet ciheti şöyledir: Tevrat,
fbrânîce'dir. Böyle olduğu hâlde Allah, Tevrat'ın Arablar'a karşı okunmasını
emretmiştir. Arablar ise Ibrâ-nîce'yi bilmiyorlardı. Bunda Tevrat'tan Arabca
ile ta'bîr etmeye izin vardır (Kas-tallânî).
[241] Bu âyetin başlığa delâlet yönü de şöyledir: Peygamber
(S) Hırakliyus'a Arab dili'yle mektûb yazdı, hâlbuki HırakJiyus'un dili rumca
idi. Bunda Peygamber'in mektubundaki şeyleri tebjîğ etmesinde ona anlatması
için gönderdiği zâtın diline tercüme edecek kimseye i'timâd ettiğine iş'âr
vardır. Zikredilen mütercim de tercümandır. Bu hadîs, el-Câmi'u's-Sahîh'în
başında "Vahy'in başlaması bâ-bı"nda uzun bir metinle geçmişti.
[242] el-Beyhakî şöyle dedi: Bunda kitâb ehli kendi
kitâblarından Arabca ile tefsîr ettiklerinde doğru söylerlerse, bu kendilerine
indirilenden ta'bîr yoluyla bildirme olur. Allah'ın Kelâmı birdir, dillerin
değişmesiyle ihtilâf etmez. Hangi lisânla okunursa, o, Allah'ın kelâmıdır,
dedi. Sonra Mucâhid'in "Bu Kur'ân bana, size de ve sizden sonra erişen
kimselere de imâr etmeküğim için vahyolundu..." (el-En'âm: 19) kavli
hakkında: Yânî Arab olmayanlardan ve diğerlerinden islâm olanlara dediğini,
senedle rivayet etti. Yine Beyhakî: Bazen o kimse Arabça'yı bilmez. Onun kendi
diliyle ma'nâsını tebliğ ettiği zaman, o kimseye nezir olmuştur, dedi (Kastallânî).
[243] Başlığa uygunluğu "Onlara taşlama cezası
vardır" sözlerinden alınır. Çünkü onu okuyan kimse Arabça'ya, onların
üzerine taslama cezası olduğunu Arabça ile tercüme ve tefsîr etmişti. Bunun
birer rivayeti Peygamberlik Alâmetleri ve İslâm'a Karşı Muharebe Edenler
Kitâbı'nda da geçti.
[244] Buhâri'nin bu başlıktan muradı, tilâvetin kulun fiili
olduğunu isbâttır. Şübhesiz bunun içine tertîl, tahsîn ve tatrîb de
girmektedir.
Bu iki ta'lîkı Ebû Oâvûd
ile başkaları rivayet etmiştir. Buharı bunları Kulların Fiillerinin
Yaratılması Kitâbı'nda mevsûlen rivayet etmiştir.
[245] Başlığa uygunluğu ma'nâsından alınır. Bunun bir
rivayeti daha Önce de geçmişti.
[246] Başlığa uygunluğu "Benimle ilgili bir işte
(mihrâblarda, toplantılarda) tilâvet edilecek bir vahy..." sözünden alınır
(Aynî). Buhârî bunu, Kulların Fiillerinin Yaratılması Kitâbı'nda başka bir
yolla getirdi de sonra: Âİşe, inzal Allah tara-fındandır, insanlar da onu
tilâvet etmektedirler diye beyân etti, demiştir (Kastallânî).
[247] Buhârî'nin bunu burada getirmekten maksadı, nağme
yönünden kıraatte seslerin ayrı ayrı oluşlarını beyân etmektir. Bunun bir
rivayeti Namaz Kitabı, "Yatsı namazında kıraat bâbı"nda da geçti.
[248] Başlığa uygunluğu açıktan ve gizli okumakla sesin
değişik olacağını beyân etmesi bakımındandır. Bunun birer rivayeti Subhân
Sûresi tefsirinde ve başka yerlerde geçmişti.
[249] Fethu'l-Bârî'de şöyle dedi: Müellifin bundan muradı
yükseltmek ve alçaltmakla seslerin ihtilâf etmelerini beyândır. el-Kevâkib'de
de şöyle dedi: Başlığa münâsebeti Kur'ân'la sesleri yükseltmek şehâdet
edilmeğe daha haklı ve evlâdır. Bunun bir rivayeti Namaz, "Ezân'da sesi
yükseltmek bâbı"nda da geçti.
[250] Bunun bir rivayeti Hayız Kitâbı'nda da geçmişti.
[251] el-MuheUeb: Lügat ve i'râbdan lisân Üzerine
ezberlemesini kolaylaştırdık demeyi kasdedivor, demiştir.
[252] Başlığa uygunluğu hadîsin sonundaki kavildedir. Yânî
okuyucuya kolay gelen Kur'ân'ın indirilmiş olduğu Arab kabilelerinin
lugatleriyle okuyunuz demektir. el-Muzzemmil: 20 âyetindekİ kemmiyet içindir,
hadîsteki ise keyfiyet içindir. Fethu'l-Bârî'de şöyle dedi: Başlığın ve
hadîsinin geçen bftblara uygunluğu, keyfiyetteki farklılık yönünden ve
okuyucuya nisbetle kıraatin cevazı yönünden-dir.
Bu hadîsin birer
rivayeti Husûmetler'de ve Kur'ân'in Fazîletleri'nde de geçmişti (Kastallânî).
[253] Yânî biz onu düşünmek ve öğüt almak için
kolaylaştırdık yâhud onu ezberlemek için kolaylaştırdık ve onu ezberlemek
isteyene yardım ettik...
[254] Buhârî Peygamberin sözünü burada; Matar el-Verrâk'in
tefsirini de el-Feryâbî rivayet etmiştir.
[255] Bunun biraz tafsîlli bir rivayeti Kader Kitâbı'nda da
geçmişti.
[256] Yânî "Sizler amelde devam edin. Çünkü herkes
niçin yaratıldıysa o, kendisine kolaylaştırılmıştır" buyurdu. Başlığa
uygunluğu bundan evvelki gibi meydandadır. Bunun daha tafsîlli bir rivayeti
Cenazeler Kitabı, "Muhaddîsin kabir yanında mev'iza etmesi bâbı"nda
geçmişti. Âyetlerin tefsiri de Tefsîr'de verilmişti.
[257] Bu sözün Buhârî'nin olması ve ibn Abbâs'ın sözünün
bakıyyesi olması ihtimâli de vardır. Buhârî'nin olması ihtimâline göre bu söz,
İbn Abbâs'ın tefsiri üzerine zeyl yapılmıştır.
[258] Başlığa uygunluğu, bu hadîsle
"eI-Levhu'l-Mahfûz"un Arş'm üstünde olduğunu işaret etmekte olması
yönündendir. Bunun bir rivayeti Tevhîd'de, "Andolsun ki, gönderilen
kullarımız hakkında bizim geçmiş bir sözümüz vardır..." (es-Sâffât:
171-173) bâbı'nda geçti.
[259] Geçen hadîste "Allah mahlûkları yarattığı
zaman..." ifâdesi vardır. Buna göre, yazma, yaratmamdan sonradır. Burada
ise "Mahlûkları yaratmadan önce" buyurdu. Birinciden murâd, halka
taallûktur. Bu, hadis'tir. Bundan dolayı yaratmadan sonra olması caiz
olmuştur, ikinciye gelince, bundan murâd ise, hükmün kendisidir. Bu ise
ezelîdir; zarurî olarak halk'tan önce olacaktır. Bu hadîs birçok kerreler geçti
(Kastallânî).
[260] el-Muhelleb: Buharı'nin bu başlıktan maksadı, kulların
fiilleri ve sözlerinin Allah'ın mahlûku olduğunu isbât etmektir, demiştir
(Aynî)
[261] Çünkü bunlardan birini diğeri üzerine atfetti. Halk,
mahlûklardan ibarettir. Emr ise kelâm'dır. Birincisi hâdis'tir, ikincisi
kadîm'dir. Bunda Yüce Allah'tan başkası için yaratma olmadığı hükmü vardır.
Çünkü Allah, Zât*ı üzerine hasredip haber'i mübtedâ'dan önce getirdi
(Kastallânî)
[262] Ebû Zerr'in hadîsi Itk Kitâbı'nda, Ebû Hureyre'nin
hadîsi îmân ve Hacc Ki-tâbları'nda geçti.
[263] Yânî îmândan ve başka tâatlerden olan amellerinize
mükâfat olarak, Allah îmân'a amel ismi verdi. Çünkü îmân'ı da diğer ameller
topluluğu İçine girdirdi (Kastallânî).
[264] Bu, îmân Kitâbı'nda, "îmân da ameldir diyen kimse
bâbı"nda geçmiş ve orada bâzı açıklamalar verilmişti.
Bu hey'et Rabîa kabilelerinden
Abdu'1-Kays tarafından Hudeybiye'den sonra ve Mekke fethinden biraz önce
Peygamber'in huzuruna Munzir ibn Âiz el* Asarî'nin başkanlığı altında bir nevi'
sefirlikle gönderilmişti..
[265] Başlığa uygunluğu "Lâkin sizleri yükleyen
Allah'tır" sözünden alınır. Çünkü yüklemeyi Allah'a nisbet etti. Eymân
ve'n-Nuzûr'da "Ben gayrisini yemîn eniğim şeyden daha hayırlı görürsem,
muhakkak yeminimden keffâret veririm de o hayırlı olan işi yaparım"
şeklindedir. Bunda keffâret vermeyi o işi yapmaktan önce zikretti. Şu hâlde
bunda her ikisine de cevaza delâlet vardır. Çünkü "Vav" harfi,
tertîbi gerektirmez. Bunun tafsili Yemîn Kitâbı'nda geçmişti.
Bu hadîsin bâzı
rivayetleri, Mağâzî, Zebîhalar, Nezîrler Kitâbları'nda da geçmişti.
[266] Bunun bir rivayeti bâb başında geçti. Hadîsin aslı
îmân Kitâbı'nda "Ganimetten beşte bir vermk îmândandır bâbı"nda ve
diğer yerlerde de geçmişti. îmân'-da açıklandığı üzere bu kaplar o diyarda
içlerinde nebîz ve hamr yâni şıra ile şarâb kurmak âdet edilen dört nevi' testi
adıdır ki, içlerinde şıra kolayca mayalanıp sarhoşluk verici kıvama gelirmiş...
[267] Başlığa uygunluğu, kendi fiilini yaratır olduğunu
iddia eden kimse bakımındandır. Eğer onun bu da'vâsı sahîh olmuş olaydı, bu
suret yapan musavvirlere inkâr vâki' olmazdı. el-Kirmânî şöyle dedi: Yaratma
fiili, açıkça musavvirlere nisbet olundu, bu ise başlığın hîlâfınadır, fakat
murâd onların kesbidir. Halk lafzı istihza olarak söylendi yâhud onların
iddiasına göre söylendi (Aynî).
[268] Bu "Hayât veriniz" emri, âciz kılma emridir.
Tasvir yapanların hayât hususundaki aczlerini belâgatle ortaya koymak ve beyân
eylemekten ibarettir.
[269] Bu hadîslerin birer rivayetini Buhârî ile Müslim Libâs
Kitâbı'nda da getirmişlerdir. Bu hadîslerle kulların fiillerinin Allah'ın
mahlûku olduğuna istidlal edildi. Buradaki ^7/a/ıt"ta'bîrİ, kendini
Hâlık'a benzeten kişiye tehdîd ulaşması içindir... (Kastallânî).
[270] Fâcir ve münafık burada tefsîr atfıdır. Çünkü burada
fâcir ile murâd, münafıktır...
[271] İbn Battal şöyle demiştir: Fâcir ve münâfıkın Kur'ân
okuması Allah'a yüksel-mez, onlar Allah yanında temiz olmazlar, Allah katında
ancak Allah'ın rızâsını kasdedip isteyenler temizlenip artarlar. Bu hadîsin bir
rivayeti Kur'ân'ın Faziletleri Kitâbı'nda da geçmişti.
[272] Başlığa uygunluğu, kâhinin münâfıka benzemesi yönündendİr.
Çünkü yalanın galebesi ve hâlinin bozukluğu sebebiyle, doğru olan kelime kâhine
fayda vermediği gibi, akidesinin bozukluğu ve habisliğinin eklenmesinden
dolayı münafık da kırâatiyle faydalanamaz. Buhârî bunu burada iki senedle
getirdi. Bunun bir rivayeti Tıbb Kitâbı'nın sonlarında "Kehânet bâbı'nda
geçmişti (Aynî).
[273] Başlığa uygunluğu "Onlar Kur 'ân 'ı okurlar,
fakat Kur'ân onların köprücük kemiklerinden öteye geçmez" kavlinden
alınır.
Sahâbîler asrında
insanlar saçlarını kesmezlerdi, ancak hacc ibâdeti veya bir ihtiyâç sebebiyle
başlarının saçlarını keserler veya kısaltırlardı. Amma bu hadîste zikredilenler
saç kazıtmayı devamlı şiârlen yapmışlardır. Buna yakın bir rivayet Fiten'de de
geçmişti... (Aynî).
Bu hadîs, saçlarını
devamlı kazıtan Budistler'i hatırlatmaktadır
[274] Felah bulanla ziyan edeni meydana çıkaracak olan
işlerin sonuncusu, mîzânı-nın ağır basması ve hafif gelmesi olunca, Buhârî,
Kitâbı'na "Niyet Hadîsi" ile başlayıp "Kıyamette amellerin
tartılması bâbı"nı sonuncu yaptı. Böylece niyetin dünyâda olup .amellerin
ancak Allah için hâlis niyetle olanlarının kabul edileceğine işaret etmiş oldu
(Kastallânî).
Yüce Allah şöyle
buyurdu: "(Herkesin dünyâda yapıp ettiğini) tartmak da o gün haktır. Artık
kimlerin terazileri ağır basarsa, işte onlar murada erenlerin tâ kendileridir.
Kimlerin tartılan hafif gelirse, bunlar da âyetlerimize zulmeder oldukları için
kendilerine çok yazık etmiş kimselerdir** (el-A'râf: 8-9);
' 'İşte o gün kimin
tartılan ağır gelirse, arak o, hoşnûd bir yaşayıştadır. Amma kimin de tartılan
hafif gelirse, artık onun anası Hâviye'dir** (el-Kaaria: 6-9).
Hesâb ve Sırat gibi
mîzânın, veznin subûtuna delîl geldiği için bize bunlara i'tikaad etmek vâdb
olmuştur. Akıllarımız bunların bâzısını idrâkten âciz otursa da biz bunun ilmini
Allah'a havale eder ve bunun keyfiyetini araştırmakla meşgul obnayız. Hakk
ehli indinde bunların isbâtında umde, bunların nefsinde müm-kin olduğudur...
(Kastallânî).
Bu konunun tafsilâtı
kelâm kitâblanndadır. Hakk Dîni, VIII, 6030-6036'da güzel bir özetleme
verilmiştir
[275] Buhârî, Sahihine, onunla amel etmek için "Niyet
Hadîsi" ile başladığı gibi, "Tesbîh ve Tahmîd Hadîsi" ile de
bitirmiştir.
Buhârî bu hadîsi Dualar
Kitâbı'nda, Zubeyr ibn Harb'den; Yeminler ve Ne-zîrler'de Kuteybe'den; burada
da Ahmed ibn Işkâb'dan getirmiştir... (Aynî). Hadîsteki "İki kelime",
iki kelâm, iki cümle demektir. Nitekim "Şehâdet Kelimesi" ta'bîri de
böyledir. Bunların Yüce Allah'a sevimli olmaları ile mu-râd, bunları okuyarak
Allah'ı tesbîh ve tahmîd eden Tevhîd ehli sevimlidir demektir. Tesbîh,
"Subhânallah" demektir. Allah Taâlâ'yi eksik sıfatlardan tenzih eder,
ıraklarım ma'nâsınadır. Hamd de Yüce Allah'ı kemâl sıfatlanyle övmektir.
Şübhesiz ki Allah'ı bütün noksan sıfatlardan tenzih ve kemâl sıfatlanyle tavsîf
etmek en yüksek ubudiyet şiarıdır. Bu sebeble Allah indinde en sevimli ve en
ziyâde Allah'ın rızâsını mûcib bulunuyor. Yine bunun için kıyamet günü
hase-neler ve seyyieler tartildığı ve hesâb görüldüğü sırada, bu İki mübarek
cümle, ifâdesi dile hafif olmakla beraber terazinin haseneler tarafında ağır
basıyor.