64- KİTABU'L-MAĞAZI 4

1- Uşeyre Yâhud Useyre Gazvesi Babı 4

2- Peygamber{S)'İn (Bedir Harbinden Önce) Bedir'de Öldürülecek Olan Kimseleri Zikredip Söylemesi Babı 5

3- Bedir Gazvesi Kıssası Babı 6

4- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 7

5- Bâb. 7

6- Bedir Harbi'ne Katılan Sahâbîlerin Sayısı Babı 8

7- Peygamber(S)'İn Kureyş Kâfirlerinden Şeybe İbn Rabîa, Utbe Ve Ebû Cehl İbn Hişâm Aleyhine Beddua Etmesi Ve Bunların Helak Olmaları Babı 8

8- Ebû Cehlin Öldürülmesi Babı 8

9- Bedir Harbinde Hazır Bulunanların Üstünlüğü Babı 12

10- Bâb. 13

11- Meleklerin Bedir'de (Müslümanların Beraberinde Onlara Nusrat Ve Müşriklere Karşı Bir Yardım Olmak Üzere) Hazır Bulunmaları Babı 16

12- Bab 16

13- İmâm Ebû Abdillah El-Buhârî'nin Ortaya Koyduğu Bu El-Câmi'u's-Sahîh... Kitabında Bedir Ehlinden Oldukları Zikredilen Kimselerin Harf Sırasına Göre İsimlerinin Verilmesi Babı 22

14- Nadîr Oğulları Hadîsi Ve Rasûlullah'ın (Âmir Oğulları'ndan Yanlışlıkla Öldürülen) İki Kişinin Diyetini Vermek İçin Nadîr Oğulları'ndan Yardım İstemek Üzere Onların Yanına Çıkışı. Onların Da Rasûlullah'a Sûikasd Yapmak İstemeleri Babı 24

15- (Yahûdî Şâiri) Ka'b İbnu'l-Eşrefin Öldürülmesi Babı 26

16- Ebû Râfi' Abdullah İbnu Ebı'l-Hukayk'ın Öldürülmesi Babı 27

17- Uhud Gazvesi Babı 29

18- Bâb: 32

19- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 34

20- Bâb: 35

21- Bâb: 35

22- Bâb: 35

24- Hamza İbn Abdilmuttalib(R)'İn Öldürülmesi Babı 36

25- Uhud Günü Peygamber(S)'E İsabet Eden Yaralar Babı 37

26-Bâb. 37

28- Uhud Günü Müslümanlardan Öldürülen Kimseler Babı: 38

29- Bâb: 39

30- Racî' Gazvesi, Rtl Ve Zekvân Kabileleri Gazvesi, Maûne Kuyusu Gazvesi İle Adal Ve El-Kaare Kabileleri Hadîsi, Âsim İbn Sabit Hadîsi, Hubeyb Ve Arkadaşları Hadîsi Babı 39

31 - El-Hendek Gazvesi -Ki Bu El-Ahzâb Harbidir- Babı 43

32- Peygamberdin Ahzâb Harbindeki Ordugâhından (Medine'deki Evine) Dönmesi, Oradan Da Kurayza Oğulları Yurduna Gidip Onları Muhasara Etmesi Babı 48

33- Zâtu'r-Rıka Gazvesi Babı 50

34- Huzâa Kabilesinden Bir Soy Olan Musta'lık Oğulları Gazvesi Babı 53

35- Enmâr Gazvesi Babı 54

36- Ifk Hadîsi Babı 54

37- Hudeybiye Gazvesi Babı 59

38- Ukl Ve Ureyne (Kabileleri) Kıssası Babı 67

39- Zâtul-Kared Gazvesi Babı 68

40- Hayber Gazvesi Babı 68

41- Peygamberdin (Fetihten Sonra Meyveleri Geliştirip Taksimi İçin) Hayber Ahâlîsi Üzerine Bir Kişi '   Ta'yîn Etmesi Babı 78

42- Peygamber(S)'İn Hayber Ahâlîsiyle Arazîde Çalışmaları Anlaşması Yapması Babı 78

43- Hayber'de Bulunduğu Sırada Peygamber İçin İçine Zehir Katılmış Olan Koyun(Un Hâli) Babı 79

44- Zeyd İbn Harise Gazvesi Babı 79

45- Hudeybiye Andlaşması Hükmü İle Yapılan Umre Babı 79

46- Şâm Toprağından Olan Mûte Gazvesi Babı 81

47- Peygamberdin Zeyd'ın Oğlu Usâme'yi Çuheyne Kabilesinden Hurakalar'a Göndermesi Babı 82

48- Mekke'nin Fethi Ve Hâtıb İbn Ebî Beltaa'nın Peygamber'in Bu Gazvesini Mekkeliler'e Haber Vermek İçin Gönderdiği Mektûb Gazvesi 83

49- Mekke Fethi Gazvesi Ramazânda Oldu Babı 84

50-Bâb: Peygamber (S) Fetih Günü Bayrağı Nereye Dikti?. 85

51- Peygamber(S)'İn -Fetih Günü- Mekke'ye En Yüksek Tarafından Girmesi Babı 87

52- Mekke Fethi Günü Peygamber(S)'İn Konakladığı Yerin Beyânı Babı 87

53- Bâb. 87

54- Peygamber{S)'İn Fetih Zamanı Mekke'de İkaameti Babı 88

55- Bab 89

56- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı : 91

57- Evtâs Gazvesi Babı 94

58- Tâif Gazvesi Babı 95

59- Necd Yönüne Gönderilen Seriyye Babı 99

60- Peygamber(S)'İn Hâlid İbnu'l-Velîdi Cezîme Oğulları'na Göndermesi Babı 99

61- Ensâr Seriyyesi De Denilen Abdullah İbnu Huzâfe Es-Sehmî Ve Alkame İbnu Mucezziz El-Mudlicî Seriyyesi Babı 100

62- Ebû Mûsâ El-Eş'arî İle Muâz İbn Cebelin Veda Haccı'ndan Önce Yemen'e Gönderilmeleri (Babı) 100

63- Alî İbn Ebî Tâlib Aleyhi's-Selâm'ın Ve Hâlid İbnu'l-Velîd{R)'İn Veda Haccrndan Önce Yemen'e Gönderilmeleri Babı 102

64- Zu'l-Halasa Gazvesi 103

65- Zâtu's-Selâsil Gazvesi (Babı) 104

66- Cerîr İbn Abdillah El-Becelî'nîn Yemen'e Gitmesi Babı 105

67- Sîfu'l-Bahr (Yânî Deniz Sahili) Gazvesi Babı 105

68- Hicretin Dokuzuncu Yılında Ebû Bekrin İnsanlara Hacc Ettirmesi Babı 106

69- Temîm Oğulları Hey'eti 107

70- Bab. 107

71- Abdu'l-Kays Hey'eti Babı 108

72- Benû Hanîfe Hey'eti(Nin Medine'ye Gelmesi) Ve Sumâme İbn Usâl/İn Hadîsi Babı 109

73- El-Esvedu'l-Ansî Kıssası 110

74- Necrân Ehlinin Kıssası Babı 111

75- Umman Ve El-Bahreyn Kıssası 111

76- Esprilerin Ve Yemen Ahalisi Hey'etının Gelişleri Babı 112

77- Devs Ve Et-Tufeyl İbn Amr Ed-Devsî Kıssaları 114

78- Tayy Kabilesi Hey'eti Kıssası Ve Adiyy İbn Hatim Hadîsi Babı 115

79- Vedâ Haccı Babı 115

80- Gazvetu'l-Usre(= Zorluk Gazvesi) Olan Tebûk Gazvesi Babı 120

81- Ka'b İbn Mâlik Hadîsi İle Azîz Ve Celîl Olan Allah'ın: '(Savaştan) geri bırakılan üç kişinin tevbelerini de kabul etti" (et-Tevbe: 118) Kavli Hakkında (Bâb) 121

82- Peygamber(S)'İn Şemûd Kavminin Yurdu Olan El-Hıcr Vadisine İnmesi Babı 125

83-Bâb 126

84- Peygamber(S)'İn Kisrâ İle Kayser'e Gönderdiği Mektûb Babı 126

85- Peygamber(S)'İn Hastalığı Ve Ölümü İle Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 127

86- Peygamber(S)'İn Söylediği Son Sözü Babı 133

87- Peygamber(S)'İn Vefatı Babı 134

88- Bâb. 135

89- Peygamber(S)'İn Vefat Ettiği Hastalığı İçinde Usâme İbn Zeyd(R)'İ Bir Ordunun Başında Göndermesi Babı 135

90- Bâb. 135

91- Bâb: Peygamber (S) Kaç Gazveye Gitti?. 135


Rahman ve Rahîm olan Allah 'm ismiyle

64- KİTABU'L-MAĞAZI

(Peygamber'in Gazveleri Kitabı) [1]

 

1- Uşeyre Yâhud Useyre Gazvesi Babı [2]

 

Muhammed ibn İshâk: Peygamber(S)'in ilk gazası Ebvâ, sonra Buvât, sonra Uşeyre'dir, demiştir [3].

 

1-.......Ebû İshâk Amr ibn. Abdillah es-Subey'î şöyle demiştir:

Ben Zeyd ibn Erkam'm yanında idim. Kendisine:

— Peygamber (S) gazalardan kaçında bizzat bulunup harbetti? diye soruldu.

Zeyd ibn Erkanı:

  Ondukuz gazada, diye cevâb verdi. Sonra Zeyd'e:

— Sen kaç gazada Peygamber'in beraberinde gaza ettin? denil­di.

O da:

  Onyedi, dedi. Ben:

  Bunların hangisi ilk gaza idi? dedim. Zeyd ibn Erkam:

  Useyre yâhud Uşeyre gazası, dedi.

Râvî Şu'be: Ben Katâde'ye bu ismi zikrettim de, o "Uşeyr" şek­linde söyledi, demiştir [4].

 

2- Peygamber{S)'İn (Bedir Harbinden Önce) Bedir'de Öldürülecek Olan Kimseleri Zikredip Söylemesi Babı [5]

 

2-.......Ebû İshâk şöyle demiştir: Bana Amr ibn Meymûn tahdîs etti ki, kendisi Abdullah ibn Mes'ûd(R)'dan işitmiştir. O da Sa'd ibn Muâz el-Ensârî'den şöyle tahdîs etmiştir: Sa'd ibn Muâz, Mekkeli Umeyye ibn Halefin samîmî dostu idi. Umeyye ticâret için Şam'a giderken Medine'ye uğradığında, Sa'd ibn Muâz'a misafir olur, Sa'd da Mekke'ye uğradığında Umeyye ibn Halefin konağına iner, ona misafir olurdu. Rasûlullah Medine'ye hicret edip gelince Sa'd ibn Muâz, umre yapmak için Mekke'ye gitti ve Mekke'de Umeyye'ye inip ona misafir oldu da, ona hitaben:

— Benim için Harem'in tenhâ bir saatini gözetle de ben Ka'be'-yi rahatça tavaf edeyim, dedi.

Bu istek üzerine Umeyye, Sa'd'ı, gündüzün yansına yakın olan kuşluk vaktinde Ka'be'ye çıkardı. Umeyye, Sa'd'la beraber bulun­duğu bu sırada onlara Ebû Cehl kavuştu ve:

— Yâ Ebâ Safvân! Beraberinde bulunan bu adam kimdir? diye sordu.

Oda:

  Bu Sa'd ibn Muâz'dır, dedi.

Bunun üzerine Ebû Cehl, Sa'd'a hitaben:

— Dikkat et, ben seni görüyorum kî, sen Mekke'de emniyet içinde Ka'be'yi tavaf ediyorsun. Hâlbuki siz (Medîneliler), o dînlerini de­ğiştirenleri (yânî Muhammed ile sahâbîlerini) sığındırdınız ve onlara nusrat ve yardım etmekte olduğunuzu söylüyorsunuz. Şunu iyi bil ki vallahi sen eğer Ebû Safvân Umeyye ibn Halefin beraberinde bu-lunmayaydın salimen ailene dönemezdin, dedi.

Sa'd ibn Muâz da Ebû Cehİ'e karşı sesini yükselterek: —* Dikkat et, vallahi eğer sen beni bu tavaftan men' edersen, ben de sana. karşı bundan daha şiddetlisini yapar, senin Medîne üzerin­den geçen ticâret yolunu keser ve seni ondan elbette men* ederim, dedi.

Bunun üzerine Umeyye, Sa'd'a hitaben:

— Yâ Sa'd! Bu Mekke vâdîsi-ahâlîsinin seyyidi olan Ebu'l-Ha-kem'e (yânî Ebû Cehİ'e) karşı sesini yükseltme! dedi.

Sa'd bunun üzerine Umeyye'ye:

— Yâ Umeyye! Sen de (Ebû Cehl'i koruyarak) beni tutma, bı­rak. Vallahi ben Rasûlullah'tan işittim ki, kendilerinin seni öldüre­ceklerini söylüyordu, dedi.

Umeyye:

  Onlar beni Mekke'de mi öldürecekler? dedi. Sa'd:

  Bilmiyorum, dedi.

Umeyye bu sözden dolayı şiddetli bir şekilde korktu. Umeyye bu korku ile ailesinin yanma dönünce karısına hitaben:

— Yâ Ümme Safvân! Medîneli dostum Sa'd'ın bana ne dediği­ni bildin mi? dedi.

Karısı:

 O sana ne dedi? diye sordu. Umeyye:

— Sa'd, Muhammed'in sahâbîlerine, kendilerinin beni öldürecek­lerini haber verdiğini söyledi. Ben de ona: Mekke'de mi öldürecek? dedim. Sa'd: Bunu bilmiyorum dedi.

Ve Umeyye konuşmasını şöyle sürdürdü:

  Vallahi ben Mekke'den dışarı çıkmam, dedi.

Bir müddet sonra Bedir günü olduğu (yânî olacağı) zaman Ebû Cehl, insanların bu sefere çıkmalarım istedi ve:

— Muâviye'nin maiyyetinde gelmekte olan kervanınıza yetişin, dedi.

Umeyye, Mekke'den Bedir'e çıkmak istemedi. Ebû Cehl, Umey­ye'ye geldi de:

— Yâ Ebâ Safvân! Sen Mekke vâdîsi halkının seyyidi olduğun hâlde insanlar senin harbden geri kaldığını görünce seninle beraber geri kalırlar, dedi ve Ebû Cehl bu sözleri söylemekte devam ve ısrar etti.

Bunun sonunda Umeyye:

— Sana gelince, sen benim Mekke'den çıkmam hususunda ısra­rınla bana galebe ettin. (Bir tehlike hissettiğim zaman bin:p kaçmak için) vallahi ben Mekke'nin en hızlı koşan devesini bu sefer için mu­hakkak satın alacağım, dedi.

Sonra Umeyye (deveyi satın almasının ardından) karısına:

  Yâ Ümme Safvân, benim sefer hazırlığımı yap! dedi. Karısı da ona:

— Yâ Ebâ Safvân! Sen Yesribli kardeşin Sa'd'ın sana vaktiyle söylediği sözü unutmuş hâldesin dedi.

O:

— Hayır (ben o sözü unutmuş değilim, lâkin) ben onların bera­berinde ancak yakın bir yere kadar yürümek istiyorum, dedi.

Ebû Safvân Umeyye ibn Halef, Bedir'e doğru yola çıkınca artık konakladığı herbir konak yerinde muhakkak devesini yanında bağ-

layıp hazır bulundurmaya başladı. Ve yolculuğunu bu suretle devam ettirdi. Nihayet Azîz ve Celîl olan Allah, onu Bedir'de Öldürdü [6].

 

3- Bedir Gazvesi Kıssası Babı [7]

 

Ve Yüce Allah'ın şu kavli:

"And olsun siz zaîf ve dûn iken, Allah size Bedir'de kat'î bir zafer verdi. Allah'tan sakının, tâ ki şükretmiş olasınız. O vakit sen mü 'minlere: İndirilen üçbin melekle Rabb Hnizin imdâd etmesi yetişmez mi size? diyordun. Evet, siz sabreder, (itaatsizlikten) sakınırsanız, bunlar (yânî düşmanlar) da ansızın üstünüze gelecek

olurlarsa, Rabb 'iniz size nişanlı beşbin melekle imdâd edecektir. Allah bu imdadı size, başka değil, sırf (zaferin) bir müjdesi olsun, kalbleriniz onunla yatışsın diye yaptı.

Yoksa nusrat (ve zafer) ancak yegâne gâlib ve yegâne hüküm ve hikmet sahibi olan Allah cânibindendir. (Bir de Allah bu imdadı) küfredenlerden ileri gelenleri kessin yâhud onları tepesi aşağı getirsin de (geri kalanlar da) emellerine kavuşamayanlar olarak dönüp gitsinler.(diye yaptı)'1 (Âlu îmrân: 123-127).

Ve Vahşî ibn Harb el-Habeşî: Hamza ibnu Abdilmuîtalib, Bedir gününde Tueyme ibn Adiyy ibni'l- Hıyâr'ı öldürdü, demiştir. Ve Yüce Allah'ın şu kavli:

"Hani Allah size iki taifeden birinin muhakkak siz olduğunuzu va 'dediyordu, siz ise kuvveti ve silâhı bulunmayanın kendinizin olmasını arzu ediyordunuz* Allah da emirleriyle hakkı açığa çıkarmayı, kâfirleri arkasını kesmeyi irâde buyuruyordu" (ei-Enfâi: 7).

Ebû Abdillah el-Buhârî: "eş-Şevke", keskinlik ve silâhtır, demiştir [8].

 

3-.......Abdullah ibn Ka'b şöyle demiştir: Ben babam Ka'b ibn Mâlik(R)'ten işittim, şöyle diyordu: Ben Tebûk gazasından başka Ra-sûlullah'ın yaptığı gazalardan hiçbirinde Rasûlullah'tan geri kalma^ dım, Şu kadar var ki, ben Bedir gazvesinde geri kalıp ona katılmadım. Fakat Bedir'den geri kalıp ona katılmayanlar itâb edilmedi. Çünkü Rasûlullah bu sefere ancak Kureyş kervanını karşılamak isteğiyle çık­mıştı. Nihayet Allah, müslümânlarla onların düşmanlarını, umma­dıkları bir zamanda harbetmek üzere bir yere getirdi [9].

 

4- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

"Hani siz Rabb'inizden imdâd istiyordunuz da O da: Muhakkak ki ben size meleklerden birbiri ardınca bin ile imdâd eyleyeceğim, diyerek duanızı kabul buyurmuştu. Allah bunu ancak bir müjde (olsun), kalbleriniz o sayede oturaklaşsın diye yapmıştı. (Yoksa) Allah'ın katından başkasından hiçbir yardım yoktur. Şübhesiz ki Allah mutlak gâlib, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir. O size o vakit kendisinden bir emînlik olmak üzere hafif bir uyku buruyordu. Sizi tertemiz yapmak, sizden şeytânın murdarlığını gidermek, kaîblerinize rabıta vermek, ayaklarınızı pekiştirmek için de gökten üstünüze bir su indiriyordu. Hani Rabb Hn meleklere: Şübhesiz ki ben sizinle beraberim. Haydi îmân edenlere sebat ilham edin! diye vahyediyordu. Ben kâfirlerin yüreklerine korku salacağım. (Ey mü'minler!) Hemen vurun boyunlarının üstüne, vurun onların herbir parmağına (diyordu). Bunun sebebi şudur: Çünkü onlar Allah'a ve Rasûlü'ne karşı geldiler. Kim Allah'a ve Rasûlü'ne karşı gelirse, Allah'ın cezası cidden çetindir" (ei-Enfâi: 9-13) [10].

 

4-.......Târik ibn Şihâb (el-Becelî el-Ahmesî) şöyle demiştir: Ben İbn Mes'ûd(R)'dan işittim, o şöyle diyordu: Ben Mıkdâd ibnu'l-Esved'in ağzından gayet kesin bir söz söylediğine şâhid oldum ki, o sözün sahibi olmak bana, ona kıyâs olunabilen her kıymetli sözden daha sevimlidir. Mıkdâd, müşrikler üzerine hareket etmeye çağırıyor ve Peygamber'in huzuruna gelerek:

— Biz Mûsâ kavminin (Mûsâ Peygamber'e karşı) "Artık sen Rabb 'inle beraber git! Bu suretle ikiniz harb edin! Biz mutlakaa bura­da oturumlarız" (ei-Mâide:24) dedikleri gibi söylemeyiz. Lâkin biz se­nin sağında, solunda, önünde, arkanda düşmanla çarpışırız! dedi.

îbn Mes?ûd (R): Mıkdâd'ın bu (ateşli) sözü üzerine Peygam-ber(S)'in yüzünün parladığını ve Mıkdâd'm sözünün O'nu sevindir­diğini gördüm, demiştir [11].

 

5-.......İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Bedir gü­nü:

"Yâ Allah bize olan yardım ahdini ve zafer va'dini (bunların ger­çekleşmesini) istiyorum. Yâ Allah, eğer (bu İslâm cemiyetinin helâ-kmı) istersen yeryüzünde artık ibâdet edilmeyecek" diye duâ etti.

Ebû Bekr, Peygamber'in elini tuttu da:

  Yâ Rasûlallah, bu duâ sana yeter, dedi. Akabinde Rasûlullah:

  "Yakında o cemiyet bozulacak, onlar arkalarını dönüp kaça­caklardır" (ei-Kamer: 45) âyetini okuyarak çadırdan dışarı çıktı [12].

 

5- Bâb

(Bu, geçen bâbdan bir fasıl gibidir.)

 

6........ İbn Cureyc haber verip şöyle demiştir: Bana Abdu'lKerîm ibn Mâlik el-Hazrecî haber verdi. O da Abdullah ibni'l-Hâris'in âzâdlısı olan Mıksem'den işitmiştir. O da İbn Abbâs'tari tahdîs edi­yor, İbn Abbâs'tan şöyle derken işittiğini söylüyordu: Mü'minlerden (özürsüz) Bedir harbine çıkmayıp oturanlarla, Bedir harbine çıkan­lar müsâvî olmazlar [13].

 

6- Bedir Harbi'ne Katılan Sahâbîlerin Sayısı Babı

 

7.......Bize Şu'be, Ebû İshâk'tan tahdîs etti ki, el-Berâibn Âzib (R): (Bedir harbi zamanında) ben ve İbn Umer küçük sayıldık, de­miştir.

Ve bana Mahmûd ibn Gaylân tahdîs etti: Bize Vehb ibn Cerîr, Ebû İshâk'tan tahdîs etti ki, el-Berâ ibn Âzib (R): Bedir harbi günü ben küçük sayıldım, İbn Umer de küçük sayıldı. Bedir günü Muha­cirler altmış küsur kişi, Ensâr da ikiyüzkırk küsur kişi idiler, demiş­tir.

 

8-.......Ebû İshâk dedi ki: Ben eI-Berâ(R)'dan işittim, şöyle di­yordu: Bana Bedir'de hazır bulunanlardan olan Muhammed'in sa-hâbîleri tahdîs ettiler ki, onlar, Tâlût'un Ürdün Nehri'ni kendisiyle beraber geçen sahâbîlerinin sayısı kadar, yânî üçyüzon küsur kışı ımişler.  

el-Berâ (devamla): Hayır vallahi Tâlût ile beraber nehri yalnız mü'min olan geçti, demiştir.

 

9-.......el-Berâ (R) şöyle demiştir: Biz Muhammed'in sahâbîleri, Bedir sahâbîlerinin sayısı, Tâlût'Ia beraber Filistin Nehri'ni ge­çen Tâlût'un sahâbîlerinin sayısı üzeredir. Tâlût'Ia beraber o nehri ancak mü'min olan üçyüzon küsur kişi geçmiştir, diye konuşur idik.

 

10-....... el-Berâ (R) şöyle demiştir: Biz, Bedir sahâbîleri, Tâ­lût'Ia beraber nehri geçen Tâlût'un sahâbîleri sayısında olarak üçyü­zon küsur kişidir. Tâlût'un beraberinde ancak mü'min olan geçmiştir, diye konuşur idik [14].

 

7- Peygamber(S)'İn Kureyş Kâfirlerinden Şeybe İbn Rabîa, Utbe Ve Ebû Cehl İbn Hişâm Aleyhine Beddua Etmesi Ve Bunların Helak Olmaları Babı

 

11-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Ka'be'ye doğru yöneldi de Kureyş'ten şu birkaç kişi aleyhine: Şeybe ibn Rabîa, Utbe ibn Rabîa, el-Velîd ibn Utbe ve Ebû Cehl ibn Hişâm aleyhine beddua etti.

İbn Mes'ûd: Ben Allah'a şehâdet ederim ki, bu kimselerin dör­dünü de Bedir sahasında yere serilmiş gördüm; o gün havası sıcak bir gün olduğundan, güneş onların renklerini siyaha değiştirmişti, de­miştir [15].

 

8- Ebû Cehlin Öldürülmesi Babı [16]

 

12-.......Kays ibn Ebî Hazım, Abdullah ibn Mes*ûd(R)'dan ha­ber verdi ki, o, Bedir günü kendisinde az bir hayât eseri kalmış hâl­deyken Ebû Cehl'in yanına gelmiş. (Ebû Cehl'i tanıyıp: Allah seni zelîl eylesin ey Allah'ın düşmanı, demiş.) Bunun üzerine Ebû Cehl:

— (Beni niye horluyorsun?) Sizin öldürdüğünüz kişiden daha şe­reflisi olur mu? demiştir.

 

13-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S):

  "Ebû Cehl ne yaptı (ne oldu)? Kim bakar anlar?" buyurdu, îbn Mes'ûd: (Ben bakar anlarım, diyerek) gitti. Ve Ebû Cehl'i,

Afra kadının iki oğlu (Muâz ve Muavviz) vurmuşlar da nihayet onu ölüm hâlinde buldu. İbn Mes'ûd:

— Â sen misin Ebû Cehl? (Vuruldun mu?) dedi.

Enes dedi ki Sonra İbn Mes'ûd, Ebû Cehl'in sakalından yakala­dı. Ebû Cehl:

  Sizin öldürdüğünüz kişinin fevkinde bir kimse var mıdır? Yâhud:

— Kendi kavminin öldürdüğü kişinin üstünde bir kimse var mı~ ' Râvî Ahmed ibn Yûnus: Sen Ebû Cehl misin? şeklinde söylemiş-

 

14.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Be­dir harbi gününde:

  "Ebû Cehl ne yaptı?" diye sordu.

İbn Mes'ûd hemen gitti ve Ebû Cehl'i, Afra kadının iki oğlu vur­muş da nihayet onu ölüm hâlinde bulmuş, ve sakalından tutmuş da:

  Sen misin yâ Ebâ Cehl? demiş. Ebû Cehl de:

— Kendi kavminin öldürdüğü kişinin fevkinde bir kimse var mı­dır?

Yâhud da:                                                                  

— Sizin öldürdüğünüz kişinin üstünde bir kimse var mıdır.' de­miştir [17].

 

15- Bana İbnu'l-Müsennâ tahdîs etti: Bize Muâz ibnu Muâz haber verdi: Bize Süleyman et-Teymî tahdîs etti: Bize Enes ibn Mâlik (R) geçen hadîsin benzerini haber verdi.

 

16- Bize Alî ibnu Abdillah el-Medînî tahdîs edip şöyle dedi: Ben Yûsuf ibnu'l-Mâcişûn'dan yazdım; o da Salih ibn İbrahim'den; o da babası İbrahim'den; o da Salih'in dedesi Abdurrahmân ibn Avf'tan; Bedir kıssası hakkında, yânı Afra kadının iki oğlu (Muâz ve Muavviz) hadîsini almıştır [18].

 

17-.......Bize Ebû Miclez, Kays ibn Ubâd'dan tahdîs etti ki, Alî ibn Ebî Tâlib:

— Ben kıyamet gününde Rahmân'ın huzurunda müşriklerle mu­hakeme olmak üzere duruşmak için ilk diz çöken kimse olacağım, demiştir.

Ve bu hadîsin râvîsi Kays ibn Ubâd: "Bu iki (sınıf, yânı imân edenlerle etmeyenler) Rabblerihakkında birbiriyle da'vâlaşan hasım iki zümredir..." <ei-Hacc:i9) âyeti, ilk İslâm harbinin şu ilk mubârizle-ri hakkında inmiştir, demiş ve şöyle ilâve etmiştir: Onlar Bedir günü iki saff arasında tek başına kıtal için ortaya çıkan kimselerdir: Ham-za,.A]î, Ubeyde yâhud Ebû Ubeyde ibnu'l-Hâris; (diğer tarafta:) Şeybe ibn Rabîa, Utbe ibnu Rabîa, el-Velîd ibn Utbe [19].

 

18-.......Buradaki senedde Ebû Zerr (R): "Bu iki sınıf, Rabb­leri hakkında birbirleriyle da'vâlaşan hasım iki zümredir..." (ei-Hacc:i9) âyeti, Kureyş'ten şu altı kişi hakkında: Alî, Hamza, Ubeyde ibnu'l-Hâris, Şeybe ibn Rabîa, Utbe ibn Rabîa ve el-Velîd ibn Utbe hakkında indi, demiştir.

 

19-.......Bize Süleyman et-Teymî, Ebû Miclez'den tahdîs etti ki, Kays ibn Ubâd şöyle demiştir: Alî (R):

— Şu "İki sınıf, Rabbleri(nin dîni) hakkında birbirleriyle da'­vâlaşan hasım iki zümredir..." <d-Hacc:i9) âyeti bizim hakkımızda in; di, demiştir.

 

20-.......Kays ibn Ubâd şöyle demiştir: Ben Ebû Zerr el-Gıfârî(R)'den işittim; o yemîn ederek: Şu âyetler (yânî ei-Hacc: 19-22) elbette Bedir günü birbirleriyle cenkleşen bu altı kişi hakkında indi, demiş ve yukarıda geçen hadîsteki gibi o altı ismi saymıştır [20].

 

21-.......Kays (ibn Ubâd) şöyle demiştir: Ben Ebû Zerr(R)'den işittim, o kuvvetli bir yemîn ederek: Şübhesiz "Bu iki sınıf, Rabbleri hakkında birbirleriyle da'vâlaşan hasım iki zümredir..." (ei-Hacc:i9) âyeti, Bedir harbi günü birbirleriyle cenk etmek için ortaya çıkan kirriseler hakkında inmiştir. Bunlar: Hamza, Alî, Ubeyde ibnu'I-Hâris, Rabîa'nın iki oğlu Utbe ve Şeybe, el-Velîd ibn Utbe'dir.

 

22-.......Ebû İshâk şöyle demiştir: Bir adam el-Berâ ibn Âzib'e:

— Alî Bedir'de hazır bulundu mu? diye sordu; ben de işitiyor­dum.

el-Berâ (R):

— Evet Alî Bedir'de üstüste iki zırh giyerek düşman ile cenkleş­mek için ortaya çıktı (ve düşmanını yendi), dedi.

 

23-.......Abdurrahmân ibn Avf (R) şöyle demiştir: (Mekke'de­ki malımı ve ailemi muhafaza etmesi için) ben Umeyye ibn Halefe bir mektûb yazıp (onunla karşılıklı) ahidleştim. Nihayet Bedir günü olunca...

Râvî Abdurrahmân ibn Avf, hadîsin burasına ulaşınca Umey-ye'nin ve oğlunun oradaki öldürülüşünü zikretmiştir. Bu öldürme ön­cesinde Bilâl (Umeyye'yi kaçıyor görünce: Bu Umeyye ibn Haleftir, yakalayınız!) eğer Umeyye bu defa kurtulursa, ben kurtulmam, de­miştir [21].

 

24-.......Abdullah ibn Mes'ûd(R)'dan (o şöyle demiştir): Pey­gamber (S) -Mekke'de iken- Ve'n-Necmi Sûresi'ni okudu da, bu sû­renin sonunda secdeye vardı. Beraberinde bulunanlar da (mü'min müşrik) hep secdeye vardılar, yalnız bir ihtiyar vardı ki, o bir avuç toprak alıp onu alnına yükseltti ve:

  Bu kadarı bana yeter, dedi.

Abdullah: Yemîn olsun o kimseyi ben, sonra Bedir'de kâfir ola­rak öldürülmüş gördüm, demiştir.

Bana İbrâhîm ibn Mûsâ haber verdi. Bize Hişâm ibnu Yûsuf, Ma'mer ibn Râşid'den; o da Hişâm'dan tahdîs etti ki, babası Urve ibnu'z-Zubeyr şöyle demiştir: Zubeyr'de üç kılıç darbesi vardı. Bun­lardan biri omuz kökünde idi.

Urve dedi ki: Ben -çocuk iken- bu kılıç darbelerinin çukurluğu içine parmaklarımı sokar, oynardım.

Urve dedi ki: Bu yaraların ikisi Bedir gününde vurulmuş, birisi de Yermûk günü vurulmuştu.

Urve dedi ki: Kardeşim Abdullah ibnu'z-Zubeyr şehîd edildiği zaman Abdulmelik ibn Mervân bana:

  Yâ Urve! Zubeyr'in kılıcını tanıyor musun? dedi. Ben:

  Evet tanıyorum, dedim. Abdulmelik:

  O kılıçta ne vardı? dedi. Ben:

— O kılıcın ağzında bir kırık vardı ki, bu, Bedir günü kırılmıştı, dedim.

Abdulmelik;

  Sen doğru söyledin, dedi de Nâbiğâ'mn şu beytim okudu:

(Lâ aybe fîhim gayre enne suyûfehum) Bihinne fulûlun min kırâ'ı'î-ketâibi

Sonra Abdulmelik o kılıcı Urve'ye geri verdi.

Hişâm: Biz o kılıca aramızda üçbin (dirhem) kıymet takdir et­tik. Onu vârislerimizden biri aldı. Ben onu kendim almış olmamı çok arzu ederdim, demiştir [22].

 

25- Bize Ferve, Alî ibn Mushir'den; o da Hişâm'dan tahdîs etti ki, babası Urve: Zubeyr'in kılıcı gümüşle süslenmiş idi, demiştir. Hişâm da: Babam Urve'nin kılıcı gümüşle süslenmiş idi, demiştir.

 

26-.......Hişâm ibn Urve, babası Urve'den şöyle haber vermiş­tir: Yermûk harbinde Rasûlullah'ın sahâbîleri Zubeyr'e;

— Haydi, Rûmlar'a şiddetli bir saldırışla saldır da, biz de senin­le beraber şiddetle saldıralım, dediler.

Zubeyr:

— Eğer ben saldırırsam, sizler yalan çıkar, arkaya dönersiniz, dedi.

Bunun üzerine mücâhid sahâbîler:

  Hayır yalan çıkmaz, geriye dönmeyiz, dediler.

Bu söz akabinde Zubeyr, Rumlar üzerine bir hücum yaptı. Ni­hayet onların harb şaftlarını yarıp onlardan öteye geçti. Zubeyr bu yarmayı, yanında hiçbir kimse bulunmadığı hâlde yapmıştı. Sonra Zubeyr arkadaşlarına doğru yönelerek dönüp geldi. Rumlar onun atının dizginini yakalamışlar da ona, boynu ile kürek kemiği arasından iki darbe vurmuşlar. Bu iki darbenin arasında Bedir gününde vuru­lan üçüncü darbe izi vardı.

Urve: Ben çocuk iken bu darbelerin çukurlukları içine parmak­larımı sokar, oynardım,'demiştir.

Yine Urve: Zubeyr'in beraberinde o gün (yânı Yermûk vak'ası günü) Abdullah ibnu'z-Zubeyr de vardı. Abdullah ibnu'z-Zubeyr on yaşında idi. (İbn Hacer: Küsuru söylemedi, oniki yaşında idi, demiş­tir.) Babası onu bir ata bindirdi de, gözetip koruması için ona bir ada­mı vekîl ta'yîn etti [23].

 

27-.......Katâde şöyle demiştir: Bize Enes ibn Mâlik (R), Ebû Talha'dan şöyle zikretti: Peygamber (S) Bedir günü harb sonunda Ku-reyş şeriflerinden yirmidört kişinin cesedlerinin bir araya toplanma­sını emretti de, bunlar Bedir kuyularından pis ve pis şeyleri içine alan bir kuyuya atıldılar. Peygamber düşman bir kavme gâlib olunca, onun açık bir sahasında üç gece kalmak âdetinde idi. Bedir harbinin üçün­cü günü olunca da Peygamber, devesinin getirilmesini emretti. Yol ağırlığı deveye yüklenip bağlandı. Sonra Peygamber yürüdü, sahâbî­leri de kendisinin ardı sıra yürüdüler. Sahâbîler birbirlerine:

— Herhalde Peygamber bâzı ihtiyâcı için gitmektedir sanıyoruz, dediler.

Nihayet Peygamber, öldürülen Kureyş ileri gelenlerinin atıldık­ları kuyunun bir tarafında durdu da onları kendi adlanyle ve baba­larının adlarıyla şöyle çağırmaya başladı:

  "Yâ Fulân oğlu Fulân, yâ Fulân oğlu Fulânt Siz Allah'a ve Rasûlü 'ne itaat etmiş olsaydınız, itaatiniz sizleri sevindirir miydi? (Ey öldürülenler!) Biz, Rabb'imizin bize va'dettiği nusrat ve zaferi mu­hakkak surette gerçek bulduk. Siz de (bâtıl) rabbinizin va'dettiği nusrat ve zaferi gerçek buldunuz mu?" buyurdu.

Râvî Ebû Talha dedi ki: Umer:

— Yâ Rasûlallah! Kendilerinde ruhları bulunmayan şu cesedle-re ne söylüyorsun? dedi.

Bunun üzerine Rasûlullah (S):

  "Muhammed'in nefsi elinde olan Allah'a yemîn ederim ki, benim söylemekte olduğum sözleri sizler onlardan daha iyi işitir değilsiniz" buyurdu.

Katâde: Allah onları ayıplamak, küçültmek, azâb etmek ve ka­çırdıkları fırsatlara yanmaları, yaptıkları zulümlere pişmanlık duy­maları için, Bedir kuyusundaki cesedlere Peygamber'in hitabesini işittirecek derecede hayât vermiştir, demiştir [24].

 

28-.......Bize Amr ibn Dînâr, Atâ ibn Ebî Rebâh'tan tahdîs etti ki, İbn Abbâs (R) "Allahhn nVmetine bedel küfrü (ve nankörlüğü) seçenleri, (bununla beraber) kavimlerim de helak yurduna, cehenne­me sokanları görmedin mi? Onlar oraya girecekler. O, ne kötü bir karargâhtır!" (îbrâhîm: 28-29) kavlinin tefsiri hakkında:

— O ni'meti küfre değiştirenler vallâhî Kureyş kâfirleridirler, de­miştir.

Amr ibn Dînâr da:

— Onlar Kureyş'tir, Muhammed (S) ise Allah'ın ni'metidir. Ku­reyş kendilerine tâbi' olan kavimlerini Bedir günü helak yurduna, yânî cehenneme sokmuşlardır, demiştir [25].

 

29-.......Urve şöyle demiştir: Âişe(R)'nin yanında, İbn Umer'in "Şübhesiz ölü, kabrinde kendi ailesinin ona ağlamasından dolayı azâb edilir" sözünü Peygamber'e yükselttiği zikrolundu. Bunun üzerine Âişe:

— İbn Umer yanılmıştır; Allah ona rahmet etsin. Rasûlullah an­cak: "Şu muhakkak ki, ölü kendi hatîesi ve günâhı sebebiyle azâb olunmaktadır; hâlbuki şimdi ehli onun üzerine ağlamaktadır" buyur­muştur, dedi.

Âişe devamla dedi ki:

— Bu İbn Umer'in naklettiği "Rasûlullah, içinde müşriklerden Bedir'de öldürülenler bulunan kuyunun üzerinde dikeldi de o cesed­lere hitaben söylediğini söyledi. O cesedler benim söylemekte oldu­ğum sözleri muhakkak işitmektedirler" sözlerinin benzeridir. Rasûlul­lah ancak: "Onlar şimdi benim kendilerine söylemekte olduğum söz­lerin hakk olduğunu bilmektedirler" buyurmuştur, dedi.

Sonra Âişe (kendi te'vîlinin doğruluğuna delîl getirerek): "Şüb-hesiz ki sen ölülere duyuramazsın " (en Nemi: 80); "Sen kabirlerde olan­lara da işittirecek değilsin" (Fânr: 22) âyetlerini okudu.

Âişe:

— Onlar cehennemden oturacakları yerlerini aldıkları zaman... diyordu [26].

 

30-.......Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber (S), Bedir kuyusu üzerinde durdu da, içindeki ölülere hitaben:

  "Siz, Rabb'inizin va'dettiği ikaabı hakk buldunuz mu?" bu­yurdu.

Sonra da:

  "Şübhesiz şimdi onlar benim kendilerine söylemekte olduğum şeyi işitmektedirler" diye ekledi.

îbn Umer'in bu hadîsi Âişe'ye zikrolununca, Âişe:

— Peygamber (S) ancak "Onlar şimdi benim kendilerine öteden-beri söylemekte olduğum (tevhîd, îmân ve bunların gayrı) şeylerin hakk olduğunu bilmektedirler" buyurmuştur, dedi.

Sonra: "Şübhesiz ki sen ölülere işittiremezsin. Arkalarına dön­müş kaçarlarken sağırlara da da 'yetini işittiremezsin " («ı-Nemi: 80) âye­tini ve: "Sen kabirlerde olanlara da işittirecek değilsin'* (Fâtır: 22) âye­tini okudu [27].

 

9- Bedir Harbinde Hazır Bulunanların Üstünlüğü Babı

 

31-.......Humeyd et-Tavîl şöyle demiştir: Ben Enes ibn Mâlik(R)'ten işittim, şöyle diyordu: Harise ibn Surâka el-Ensârî, Bedir günü çocuk olduğu hâlde (havuzdan su içerken İbnu'İ-Araka tarafından bir ok atılarak) vuruldu. Akabinde annesi (ki, Enes'in halasıdır) onu Peygamber'e getirdi de:

  Yâ Rasûlallah! Hârise'nin benim yanımdaki derecesini bil­mektesin. Eğer oğlum Harise cennette ise ölümüne sabreder ve seva­bımı Allah'tan beklerim. Şayet onun menzili diğerinde (yânı cehen­nemde) olursa, yapacağım işi görürsün, dedi.

Bunun üzerine Peygamber (S):

  "Yazık sana, sen aklım mı kaçırdın? Bîr tek cennet mi var? Şübhesiz birçok cennetler vardır. Ve şübhesiz senin oğlun Harise, Fir-devs cennetindedir" buyurdu [28].

 

32-.......Alî (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) beni, Ebû Mirsed'i ve ez-Zubeyr'i gönderdi. Hepimiz süvârî idik. Rasûlullah:

  "Gidiniz, tâ Hâh bustântna kadar ilerleyiniz. Orada müşrik­lerden bir kadın vardır. Kadının yanında Hâîıb ibn Ebî Beltea'dan Mekke müşriklerine yazılmış bir mektûb vardır. (Onu bana getiriniz)" buyurdu.

Nihayet biz o kadına Rasûlullah'ın dediği yerde, kendisine âid bir deve üzerinde giderken yetiştik. Kadına:

— Mektubu çıkar, dedik. Kadın:

  Bizim yanımızda hiçbir mektûb yoktur, diye inkâr etti. Biz; o bindiği deveyi çöktürdük ve mektubu aradık. Fakat hiç­bir mektûb. göremedik. Biz kadına:

— Rasûlullah yalan söylememiştir. Çaresiz sen ya mektubu çıka­racaksın, yâhud da biz senin elbiselerini soyup bulacağız, dedik.

Kadın bizdeki ciddîliği görünce, elini izârının bağına uzattı, mek­tûb kadmın beli üzerindeki bir beze bağlanmış hâldeydi. Kadın onu çıkardı. Akabinde biz o yazılı sahîfeyi Rasûlullah'a getirdik...

Umer:

— Yâ Rasûlallah! Bu zât Allah'a, RasûhVne ve mü'minlere ha­inlik yapmıştır; onun için beni bırak da boynunu vurayım, dedi.

Peygamber (S), Hâtıb'a hitaben:

  "Seni yaptığın bu işe sevkeden nedir?" buyurdu. Hâtıb:

— Vallahi bende Allah'a ve Rasûlü'ne mü'min olmamak yok­tur. Ben sâdece Mekkeliler yanında Allah'ın bununla ailemi ve malı­mı himaye edeceği bir el (bir minnetdârlık) olmasını istedim. Senin yanındaki Muhacir sahâbîlerden herbirinin Mekke'de ailesini ve ma­lını koruyacak hısımları vardır; (benim ise kimsem yoktur, ben on­larla sâdece anlaşmalı bir kimseyim; Kureyş'ten değilim), dedi.

Hâtıb'ın bu savunması üzerine Peygamber:

  "Hâtıb doğru savunma yaptı, ona hayırdan başka birşey söy­lemeyin!" buyurdu.

Fakat (bir türlü öfkesi geçmeyen) Umer:

— Muhakkak o Allah'a, Rasûlü'ne ve mü'minlere hainlik yap­mıştır. Beni serbest bırak da onun boynunu vurayım, dedi.

Bunun üzerine Peygamber:

  "Hâtıb Bedir ehlinden değil mi?" buyurdu da şöyle devam etti: "Belki Allah, Bedir ehline (yânî onların o günkü yüksek cihâd-larına) muttali' olmuştur da: İstediğinizi yapın, cennet sizlere vâcib olmuştur: yâhud da: Ben sizlere mağfiret etmişimdir, buyurmuştur"

dedi.

Bunun üzerine Umer'in iki gözü yaş akıttı da:

  Allah ve Rasûlü en bilendir, dedi [29].

 

10- Bâb

(Bu, geçen bâbdan bir fasıl gibidir.)

 

33-.......Bize Abdurrahmân ibnu'l-Gasîl, Hamza ibnu Ebî Useyd ile ez-Zubeyr ibnu'l-Munzir ibn Ebî Useyd'den tahdîs etti ki, Ebû Useyd Mâlik ibnu'r-Rabîa şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Bedir günü

 

34-.......Ebû Useyd (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Bedir günü bize: ''Düşmanlar size yaklaştıkları, yânı size kalabalık geldikleri za­man onlara ok atınız da (uzaktalarken atmayıp) oklarınızı kendi yan­larınızda alıkoyunuz'1 buyurdu [30].

 

35-.......Ebû İshâk şöyle demiştir: Ben el-Berâ ibn Âzib(R)'den işittim, şöyle dedi: Peygamber (S) UhuÜ günü okçuların başına Ab­dullah ibn Cubeyr'i kumandan yaptı. Müşrikler bizden yetmiş kişiye isabet kaydettiler. Peygamber ve sahâbîleri ise Bedir günü müşrik­lerden yüzkırk kişiye musîbet getirdiler ki, onlardan yetmiş kişiyi esîr aldılar, yetmiş kişiyi de öldürdüler.

Ebû Sufyân Sahr ibn Harb:

— Bu, Bedir gününe karşılık olan bir gündür, harb nevbet iledir (yânî kâh onlar bize, kâh biz onlara galebe ederiz), demiştir [31].

 

36-.......Ebû Mûsâ(R)'dan (o şöyle demiştir): Zannediyorum ki Peygamber (S): "O takdirde hayır, Uhud gününden sonra Allah'­ın getirdiği hayırdan ve keza Bedir gününden sonra Allah 'in bize ver­diği doğruluğun sevabıdır" buyurdu [32].

 

37-.......Abdurrahmân ibn Avf (R) şöyle demiştir: Ben Bedir (harbi) günü harb saffında idim. Dönüp baktım ki, sağımda ve so­lumda yaşları küçük iki genç duruyor. Ben onların durumlarından emîn olmamış gibiydim. Derken onlardan biri kendi arkadaşının ha­beri olmadan bana gizlice:

— Ey amca! Bana Ebû Cehl'i göster, dedi.

Ben de ona:

— Ey kardeşim oğlu, sen Ebû Cehl'i ne yapacaksın? dedim.

Oda:

— Ben Allah'a ahd verdim: Eğer onu görürsem öldüreceğim yâ-

hud da onun önünde öleceğim, dedi.

Diğer genç de, yine arkadaşından gizli olarak, bana birincisinin

söylediği gibi söyledi.

Abdurrahmân dedi ki: Böyle (tecrübesiz) iki genç kişi arasında bulunmam, yânî onların durumları beni sevindirmedi. Ben o iki gence Ebû Cehl'i işaret edip gösterdim. Onlar derhâl iki doğan kuşu gibi Ebû Cehl'in üzerine hücum ettiler, nihayet onu kılıçlarıyle vurup öl­dürdüler. Bu iki genç, Afra kadının oğuîlan Muâz ve Muavviz idi­ler [33].

 

38-.......Bize İbn Şihâb haber verip şöyle dedi: Bana Zuhre oğulları'nınyemînli dostu olan Umer ibnu Useyd ibn Câriye es-Sakafî ha­ber verdi. Bu zât aynı zamanda Ebû Hureyre'nin arkadaşlarından idi. Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) on kişilik bir keşif birliği hazırladı da bunların başına Umer ibnu'l-Hattâb'ın oğlu Âsım'ın (ana tarafından) dedesi olan Âsim ibn Sabit el-Ensârî'yi kumandan yaparak gönderdi [34]. Bu birlik, Mekke ile Usfân arasında Hedee mev­kiine vardıkları zaman bunlar, Huzeyl kabilesinden Lıhyân oğullan denilen bir obaya zikrolunup haber verildiler. O kabile halkı yüze yakın atıcı kişi ile bunları yakalamak için yürüdüler. Onların ayak izleri ar­dına düştüler. Nihayet keşif birliğinin konaklayıp da hurma yemiş oldukları yerİerini buldular. Ve:

  İşte bu Yesrib hurmasıdır, dediler.

Yine keşif birliğinin izleri ardından gittiler. Keşif kumandanı Âsim ve arkadaşları onların geldiğini hissedince bir yere girip sığındılar. Ta'-kîbçi Lıhyân oğulları onları çepçevre kuşattılar da onlara:

— Aşağıya inin, ellerinizi bize verin (yânı bize boyun eğin); siz­den hiçbir kimseyi öldürmeyeceğimize dâir size ahd ve mîsâk veriyo­ruz! dediler.    .

Âsim kendi arkadaşlarına hitaben:

— Ey arkadaşlar! Bana gelince ben kâfirin zimmetine (yânî ah­dine) inmem! dedikten sonra:

  Yâ Allah! Peygamberine bizden haber ver! dedi.

Bu esnada kâfirler müslümânlara ok attılar ve Âsım'ı şehîd etti­ler. Arkadaşlarımdan üç kişi: Hubeyb ibn Adiyy, Zeyd ibnu'd-Desine ve başka bir adam, onların, verdiği ahd ve mîsâk üzerine inip teslîm oldular. Düşmanlar onları yakalayınca yaylarının kirişlerini çözdüler de bunlarla onları bağladılar.

Keşif birliğinden olan üçüncü adam:

— Bu ilk zulümdür. Vallahi ben sizlerle yolculuk etmem. Benim için şu öldürülen şehîdlere uymak vardır! deyip gitmemekte diretti.

Onlar onu sürüklediler ve Mekke'ye götürmek için çabalayıp dür­tüştüler. O da onlarla beraber olmamakta diretti (onu da öldürdü­ler).

Hubeyb ile Zeyd ibnu'd-Desine Mekke'ye götürüldüler ve niha­yet Bedir vak'asından sonra onlan sattılar. Hubeyb'i el-Hâris ibn Âmir ibn Nevfel oğulları satın aldı. Hubeyb Bedir günü el-Hâris ibn Âmir'i öldürmüş idi. Hubeyb onların yanında esîr olarak (haram ayları ge­çinceye kadar) bir süre kaldı. Nihayet onu öldürmeye karar verip bir­leştiklerinde Hubeyb, etek ve koltuk altı kıllarını gidermek için el-Hâris'in kızlarının birinden bir ustura ariyet istedi. Kadın ona us­turayı ariyet verdi. Bu arada kadın farkında değilken, onun bir oğlu Hubeyb'in yanına gitti. Kadın oğlunu, Hubeyb'in elinde ustura ol­duğu hâlde, Hubeyb'in kucağında oturmuş vaziyette buldu. Kadın:

— Hubeyb onu ustura ile öldürecek diye çok korktum, demiş­tir.

Hubeyb kadının bu hâlini anladı da:

  Çocuğu öldüreceğimden mi korkuyorsun? Ben bunu yapa­cak değilim, dedi.

Kadın:

— Vallahi ben asla Hubeyb'den daha hayırlı bir esîr görmedim. Vallahi bir gün ben onu, kendisi demirle bağlı olduğu hâlde elinde bir üzüm salkımı tutarak yerken görmüşümdür. O zaman Mekke'de bu meyveden hiç yoktu, demiştir.

Kadın:

— Bu muhakkak Allah'ın Hubeyb'e ihsan ettiği bir nzıktır, der

idi.

Nihayet Hubeyb'i HılPde öldürmek için Harem'den çıkardıklarında, Hubeyb onlara:

  Beni bırakın da iki rek'at namaz kılayım, dedi.

Onlar kendisini serbest bıraktılar. O da (Ten'îm mescidinin ye­rinde) iki rek'at namaz kıldı. Akabinde:

— Vallahi eğer bende ölümden bir korku olduğunu sanmasay-dıniz, elbette daha uzun namaz kılardım, demiştir.

Bundan sonra Hubeyb:

Allâhumme ahsihim adeden

Vaktu'I-hum bededen

Ve lâ tubkı minhum ahaden

(= Yâ Allah, onların hepsini say, Onları dağınık dağınık öldür, Onlardan hiçbirini diri bırakma) diye dua etti. Bundan sonra da şu beyitleri söyleyerek inşâd etti:

Fe îesîu ubâlî hîne uktelu müsîimen Ala eyyi cenbin kâne Hllâhi masra'î Ve zâlike fî Zâti'l-İlâhi ve in yese' Yubârik ala evsâîi şıîvm mumezzai

(= Ben müslümân olarak öldürülürken buna aldırmam. Çünkü ölümüm hangi yerde olsa Allah içindir. Bu ölüm Allah'ın Zâtı (O'nun rızâsını arama) yolundadır. Eğer o isterse parça parça edilmiş cesedin eklemleri üzerine be­reketler ihsan eder!) [35].

 

Bundan sonra Ebû Sırvaa Ukbe ibnu'I-Hâris, Hubeyb'e doğru kalktı ve onu öldürdü. İşte böylece Hubeyb, habsedilerek öldürüle­cek her müslümân için iki rek'at namaz kılma sünnetini ilk koyan kimse oldu [36].

Bu on kişilik keşif birliği bu musîbete uğradıkları gün onların haberini Peygamber (S) kendi sahâbîlerine haber vermiştir.

Kureyş'ten birtakım insanlar, birlik kumandanı Âsım'm öldü­rüldüğü konuşulduğu zaman, ondan tanımaya yarayacak birşey ge­tirmeleri için Âsım'm cesedinin yanma insan gönderdiler. Âsim, Bedir günü onların büyüklerinden birini (Ukbe ibn Ebî Muayt'i) öldürmüştü. Allah Âsim'ı korumak için bal ansı veya eşek arısından gölgeleyici bulut gibi bir sürü gönderdi de, Kureyş'in elçilerinden onu korudu ve onlar Âsım'dan birşey kesip almaya muktedir olamadılar.

Ve Ka'b ibn Mâlik (yakında Tebûk gazvesi hakkında gelecek olan uzun hadîsinde) bana Murâre ibnu'r-Rabî' el-Umerî ile Hilâl ibn Umeyye el-Vâkıfî'nin Bedir harbinde hazır bulunmuş iki iyi adam ol­duklarını söylediler, demiştir [37].

 

39-.......Bize Leys, Yahya ibn Saîd'den; o da Nâfi'den tahdîs etti ki, îbn Umer(R)'e (cennetle müjdeli on kişiden biri olan) Saîd ibn Zeyd ibn Amr ibn Nufeyl(in bir cumua günü hasta olduğu) zik­redildi. Bu Saîd (başka bir vazifede olduğu için Bedir'de hazır bulu­namamış, fakat Bedir'de bulunanlarla beraber pay alıp) Bedri olmuş idi. Saîd, bir cumua günü hastalandı, ibn Umer, gündüz yükselip cu­mua saati yaklaştıktan sonra hemen bineğine binip Saîd'in yanma has­ta ziyaretine gitmiş ve cumuayı terketmiştir [38].

Ve İmâm el-Leys ibn Sa'd şöyle dedi: Bana Yûnus ibn Yezîd tah-dîs etti ki, îbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibn Abdülah ibn Mes'ûd tahdîs etti ki, Ubeydullah'ın babası Abdullah ibn Utbe, Umer ibn Abdillah ibn Erkam ez-Zuhrî'ye şöyle bir mektûb yazıp, ona Subey'a bintu'l-Hâris el-Eslemiyye'nin yanına gitmesini, kendi­sinden hadîsini ve gebeliği hakkında fetva istediği vakit Rasûlullah'-ın ona söylemiş olduğu sözü sormasını emretti. Bunun üzerine Umer ibn Abdillah, Subey'a'nın yanma varıp sorduktan sonra, Abdullah ibn Utbe'ye cevâb haberi olarak şöyle yazdı:

"Subey'a ona Rasûlullah'm Bedir'de hazır bulunmuş sahâbîle-rinden Sa'd ibn Havle'nin nikâhı altında bulunduğunu, bu zâtın Âmir ibn Lueyy oğulları soyundan olduğunu, kendisi gebe iken kocasının Veda Haccı'nda vefat ettiğini, kocasının vefatından dört ay geçme­den evvel doğurduğunu ve nifâsından kalktığında isteyenleri için (is­teyenlerine görünmek için) süslendiğini, bu sırada Abdu'd-Dâr oğul-ları'ndan bir zât olan Ebu's-Senâbil ibnu Ba'kek'in, Subey'a'nın yanma gelip kendisini süslenmiş görerek: Ne o? Seni isteyenler için süslenmiş görüyorum. Zannederim ki nikâh arzu ediyorsun. Hiç şübhesiz sen vallahi üzerinden dört ay on gün geçmedikçe evlenemezsin! dediğini" haber verdikten sonra, dedi ki:

— "Ebu's-Senâbil bunları bana söyleyince, o akşam elbisemi gi­yinip Rasûlullah'a gittim ve durumumu kendisinden sordum. Rasûl-lah (S) çocuğumu doğurduğum zaman evlenmeye halâl olduğuma bana fetva verdi ve bana istersem evlenebileceğimi emretti" [39].

(el-Buhârî'nin şeyhi) Esbağ ibnu'I-Ferec el-Mısrî, Abdullah ibn Vehb'den; o da Yûnus ibn Yezîd'den senediyle bu hadîsi rivayet et­mekte el-Leys'e mutâbaat etmiştir.

Ve el-Leys şöyle dedi: Bana Yûnus ibn Yezîd, İbn Şihâb'dan tah­dîs etti. İbn Şihâb: Biz ona sorduk, dedikten sonra şöyle söylemiştir: Bana Âmir ibn Lueyy oğulları'mn âzâdlısı olan Muhammed ibn Ab-dirrahmân ibn Sevbân haber verdi ki, Muhammed ibn Iyâs ibni'l-Bukeyr, babası Iyâs'ın Bedir'de hazır bulunduğunu ona haber ver­miştir [40].

 

11- Meleklerin Bedir'de (Müslümanların Beraberinde Onlara Nusrat Ve Müşriklere Karşı Bir Yardım Olmak Üzere) Hazır Bulunmaları Babı

 

40-.......Bize Cerîr ibnu Abdilhamîd, Yahya ibn Saîd'den; o da Muâz ibn Rifâa'dan; o da Bedir ehlinden olan babası Rifâa ibn Râfi' ez-Zurakî(R)'den haber yerdi ki, o şöyle demiştir: Bedir harbi sırasın­da bir ara Cibrîl aleyhi^-selam, Peygamber(S)'e geldi de:

— "İçinizdeki Bedir mücâhidlerini ne mertebe sayarsınız?" di­ye sordu.

Peygamber:

  "Biz onları müslümâniarın en faziletli olanlarından sayarız!" dedi, yâhud buna benzer bir söz söyledi.

Cibrîl:

— "Biz de meleklerden Bedir'de hazır bulunanları böylece me­leklerin hayırlısı sayarız" dedi.

 

41-.......Bize Hammâd, Yahya'dan; o da Muâz ibn Rifâa ibn Râfi'den tahdîs etti. Rifâa, Bedir'de hazır bulunanlardan idi. Onun babası Râfi' ise Akabe bey'atlannda hazır bulunanlardan idi. Oğlu Rifâa'ya:

— Benim Akabe bey'atlarında hazır bulunmam yerine Bedir'de hazır bulunmuş olmaklığım beni sevindirmez, der idi.

Rafı': Cibril, Peygamberce bunu (yânı yukarıdaki Cerîr hadîsinde geçen suâli) sordu, demiştir [41].

 

42-.......Yahya ibn Saîd el-Ensârî, Muâz ibn Rifâa'dan: Bir me­lek, Peygamber(S)'e sordu., deyip yukarıda geçen hadîsin benzerini söylediğini işitmiştir.

Ve yine Yahya, kendisine Yezîd ibnu'l-Hâd'm haber verdiğini, bu hadîsi Muâz'ın ona tahdîs ettiği gün onun beraberinde bulundu­ğunu söylemiştir. Yezîd ibnu'1-Hâd şöyle dedi: Muâz:

— Geçen hadîste mübhem olan sorucu melek Cibril aleyhi's-selâmdır, demiştir [42].

 

43-.......Hâlid el-Hazzâ', îkrime'den; o da îbn Abbâs(R)'tan, Peygamber(S)'in Bedir günü: "İşte şu Cibril'dir. Atının başım tut­muş, harb silâhı üzerindedir" buyurduğunu tahdîs etmiştir [43].

 

12- Bab [44]

 

44-.......Enes ibn Mâlik (R): Ebû Zeyd (Kays ib*n Seken) hiçbir çocuk ve torun bırakmadan öldü; o, Bedri idi, demiştir.

 

45-.......Yahya ibn Saîd, Âsim ibn Muhammed'den; o da Ab­dullah ibn Habbâb'dan tahdîs etti ki, Ebû Saîd ibn Mâlik el-Hudrî (R) bir seferden geldi. Ailesi kendisine kurbânların etlerinden et tak-dîm ettiler. Bunun üzerine Saîd ibn Mâlik:

— Ben bunun hükmünü sormadıkça bundan yemeyeceğim, de­di.

Akabinde Bedir'de hazır bulunmuş olan ana-bir kardeşine, yânı Katâde ibnu'n-Nu'mân'a gitti ve ona bu mes'eleyi (yânî kurbân etle­rinin üç günden sonra yenilip yenilmeyeceğini) sordu. O da:

— Senin gidişin ardından sahâbîlerin üç günden sonra kurbâr etlerinden nehyolunageldikleri hükmünü bozucu bir emir meydans geldi, demiştir [45].

 

46-.......Urve şöyle demiştir: ez-Zubeyr ibnu'l-Avvâm (R) şöy­le dedi: Bedir günü ben, Ubeyde ibn Saîd ibn Âs'a kavuştum. O baş­tan ayağa kadar zırhlanmış ve silâhlanmıştı. Onun yalnız iki gözü görünüyordu.,Ona Ebû Zâti'l-Keriş künyesi verilirdi. O bana:

— Ben Ebû Zâti'l-Keriş'im! diye meydan okudu.

Ben de nemen harbemle ona saldırdım ve harbemi onun gözü­nün içine soktum, Ubeyde hemen öldü.

Hişâm ibn Urve dedi ki: Bana ez-Zubeyr'in şöyle dediği haber verildi: Yemîn olsun ben ayağımı onun -üstüne koydum. Sonra har­bemi olanca kuvvetimle çekip çıkardım. Fakat harbemin iki tarafı eğ-rilmişti.

Urve ibnu'z-Zubeyr dedi ki: (Bu harbe kıymetli bir harb hâtıra­sı olduğu için) sonra onu Rasûlullah (S) ez-Zubeyr'den ariyet olarak istedi; Zubeyr de O'na verdi. Rasûlullah vefat ettiğinde, Zubeyr onu geri aldı. Sonra o harbeyi Ebû Bekr istedi, Zubeyr ona da verdi. Ebû Bekr vefat edince Zubeyr onu tekrar geri aldı. Bu defa o harbeyi Umer istedi, Zubeyr ona da verdi. Umer vefat edince, onu yine kendisi al­dı. Sonra o harbeyi Usmân istedi; Zubeyr ona da verdi. Usmân şehîd edilence harbe, Alî'ye ve sonra oğullarına geçti. Abdullah ibnu'z-Zubeyr onu Alî'nin çocuklarından isteyip aldı ve Abdullah ibnu'z-Zubeyr öldürülünceye kadar onun yanında bulunmuştur [46].

 

47-.......ez-Zuhrî şöyle dedi: Bana Ebû İdrîs Âizu'llah ibnu Abdillah şöyle haber verdi: Bedir'de hazır bulunmuş olan Ubâdetu'bnu's-Sâmit: Rasûlullah (S) Akabe'de bize: "(...şartları üzerine) bana bey'at ediniz" buyurdu, demiştir [47].

 

48-.......Bana Urvetu'bnu'z-Zubeyr, Peygamber'in zeycesi Âİşe(R)'den haber verdi ki (o şöyle demiştir): Ebû Huzeyfe -ki bu hbu Huzeyfe Rasûlullah ile beraber Bedir gazvesinde hazır bulunan Kim­selerden idi- Salim ibn Ma'kıl'ı oğul edinmiş ve aynı zamanda ba-lim'e, kardeşi Velîd ibn Utbe ibn Rabîa'mn kızı Hind'i nikah etmişti. Hâlbuki Salim, Ensâr'dan Subeyte kadının kölesi idi. Nitekim Rasulullah da Zeyd ibn Hârise'yi oğul edinmişti. Câhiliyet zamanında bir kimse birisini evlâd edinirse, insanlar o evlâdlık edinilen kimseyi, ev-lâdlık alanın adiyle çağırır ve o evlâdlık, o kimsenin mirasına da vâ­ris olurdu. Bu töre Yüce Allah: "... Evlâdlıklarınızı da öz oğullarınız gibi tanımadı. Bu sizin ağızlarınızdaki lâfınızdır. Allah hakkı söyler ve O doğru yolu gösterir. Onları babalarına nisbetle çağırın. Bu, Al­lah indinde daha doğrudur. Eğer babalarını bilmiyorsanız, o hâlde dînde kardeşleriniz olmakla beraber dostlarınızdırlar. Hatâ ettikleri­nizde ise üstünüze vebal yoktur. Fakat kalblerinizin kasdettiğinde vebal vardır. Allah çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir" (ei-Ahzâb: 4-5) âyetlerini indirinceye kadar devam etti.-

Bunun üzerine Kureyşli, sonra Âmirî olan Süheyl ibn Amr'ın kızı Sehle (ki Ebû Huzeyfe'nin öbür karısı ve Subeyte'nin de ortağıdır) Peygamber'e geldi... Ve hadîsi bu suretle zikretti [48].

 

49-.......Muavviz kızı Rubeyyı' (R) şöyle demiştir: Ben gelin ol­duğum günün kuşluk vaktinde Peygamber (S) benim evlenme töre­nime geldi de, senin benim yanıma oturuşun gibi benim döşeğimin üzerine oturdu. O sırada birtakım kızcağızlar deff çalıyorlar ve ba­balarımızdan Bedir gazasında şehîd olanların güzel vasıflarım zikre­diyorlardı. Nihayet bu kızlardan birisi:

— İçimizde bir Peygamber vardır ki, O, yarın ne olacağını bilir! dedi.

Bunun üzerine Peygamber (S):

  "Kızım böyle söyleme; evvelce söylemekte olduğun sözleri söy­le!" buyurdu [49].

 

50-.......İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Bana Rasülullah'ın sa­hibi olan Ebû Talha (R) haber verdi -ki, bu Ebû Talha, Rasülullah'­ın beraberinde Bedir'de hazır bulunmuştur- Rasûlullah (S): "İçinde köpek ve suret bulunan hiçbir eve melekler girmez" buyurmuştur.

İbn Abbâs: Rasûlullah, içlerinde ruhlar bulunan canlı timsâlle­rini, heykellerini kasdediyor, demiştir [50].

 

51- Bize Abdan tahdîs etti: Bize Abdullah ibnu'l-Mubârek haber verdi: Bize Yûnus ibn Yezîd haber verdi [51].

H ve yine bize Ahmed ibn Salih tahdîs etti: Bize Anbese ibn Hâlid tahdîs etti: Bize amcam Yûnus ibn Yezîd, ez-Zuhrî'den tahdîs etti ki, ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bize Alî ibnu'l-Hüseyin haber verdi; ona da babası Hüseyin ibn Alî aleyhimu's-selâm şöyle haber vermiştir: Ba­bası Alî ibn Ebî Tâlib şöyle demiştir: Bedir günündeki ganîmetten

benim nasîbim olarak yaşı kemâle ermiş bir devem vardı. Peygam­ber (S) de o gün Allah'ın kendisine fey' olarak verdiği ganimetlerden olan "Beşte bir"den, bana başka bir deve daha vermişti. Ben Pey-gamber'in kızı Fâtıma aleyha's-selâm ile evlenmek istediğim zaman Kaynukaa oğulları'ndan kuyumcu bir adamla, benimle beraber gel­mesi ve ızhır otu getirmemiz üzerine va'dleştim. Ben o ızhır otunu kuyumculara satmak ve bedeli ile düğün aşı hususunda yardım sağ­lamamızı istedim. Ben yaşları kemâle ermiş iki devem için deve se­merleri, büyük çuvallar ve ipler topladığım sırada, bu iki devem de Ensâr'dan bir adamın odası yanında ıhtırılmışlar/di. Nihayet ben top­ladığım şeyleri topladım. Tam bu sırada develerimle karşılaştım ki, hörgüçleri kesilmiş, böğürleri yarılıp ciğerlerinden alınmış! Bu man­zarayı gördüğüm zaman gözlerime mâlik olamadım (ağladım).

  Bu işi kim yaptı? dedim. Oradakiler şöyle dediler:

— Bu işi Hamza ibnu Abdilmuttalib yaptı, kendisi şu evin için­de, Ensâr'dan içki içmekte olan bir topluluktadır, yanında şarkıcı bir kadın ve arkadaşları vardır. O şarkıcı kadm, şarkısında "Elâ yâ Uamzu li'ş-şurufi'n-nivâi [52](= Ey Hamza, semiz develere bak!)" deyince Hamza hemen kılıca sıçradı, iki devenin hörgüçlerini kesti, böğürle­rini yarıp ciğerlerinden birer parça aldı (gitti).

Alî devamla dedi ki: Bunun üzerine ben gittim, nihayet Peygam-ber'in huzuruna girdim. Yanında Zeyd ibn Harise vardı. Peygamber benim karşılaştığım şeyi bildi de:

—"Neyin var?" diye sordu.

Ben de:

— Yâ Rasûlallah, bu gün gibi (çirkin ve kötü gün) görmedim: Hamza benim iki dişi deveme düşmanlık (yânî zulm) etti: İkisinin de hörgüçlerini kesti, böğürlerini yardı. İşte o şimdi şu evin içindedir, beraberinde şarâb içmekte olan bir topluluk vardır, dedim.

Peygamber hemen ridâsını (üst elbisesini) isteyip giyindi. Sonra yürüyüp gitti. Ben, Zeyd ibn Harise ile beraber kendisinin ardından gittim. Nihayet Hamza'nın içinde bulunduğu eve geldi. Yanına gir­meye izin istedi, kendisine izin verildi. Yanına girince Peygamber, yap­tığı iş hakkında Hamza'yı kınamaya başladı. Bir gördü ki, Hamza iki yüzü kıpkırmızı bir sarhoş! Hamza, Peygamber'e baktı. Sonra ba­kışım yükseltti. Akabinde dizleririe baktı. Sonra bakışını yükseltti ve yüzüne baktı. Sonra Hamza:

— Siz babam(Abdulmuttalib)ın köleleri değil misiniz? dedi.

Peygamber onun sarhoş olduğunu bildi. Rasûhıllah (onun şuur­suzluğundan sakınarak) iki topuğu üzerinde arka arkaya çekildi, oda­dan dışarı çıktı, bk de O'nunla beraber dışarı çıktık [53].

 

52-....... Bize Sufyân ibn Uyeyne haber verip şöyle dedi: Bu ha­dîsi Abdurrahmân ibnu'I-Isbahânî bizim için rivayetinin sonuna ulaş­tırdı -yâhud ma'nâ şöyledir: Bu hadîsi bize Abdurrahmân ibnu'1-Isba-hânî yazılı olarak gönderdi-. Kendisi bunu Abdullah ibnu Ma'kıl el-Muzenî'den işitmiştir: Alî ibn Ebî Tâlib (R), Sehl ibn Huneyf in cenaze namazını (beş tekbîrle) kıldırdı da:

— Çünkü bu zât Bedir'de hazır bulundu, dedi [54].

 

53-.......ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Abdullah'ın oğlu Salim haber verdi ki, kendisi, babası Abdullah ibn Umer(R)'den şöyle tah-dîs ederken işitmiştir: Umer ibnu'l-Hattâb, kızı Hafsa, Huneys ibn Huzâfe es-Sehmî'den dul kaldığı zaman -ki bu Huneys, Rasûlullah'-ın sahâbîlerinden idi; Bedir'de hazır bulunmuş ve (yaralanıp) Medî-ne'de vefat etmiş idi- şöyle dedi: Ben Usmân ibn Affân'a kavuştum da ona Hafsa'yı (almasını) teklîf ettim ve:

— Ey Usmân! İstersen Umer'in kızı Hafsa'yı sana nikâh ede­yim, dedim.

Oda:

  Bu işimi bir düşüneyim, dedi.

Birkaç geceler bekledim. Sonra kavuştuğumda Usmân bana:

  Bana şu günümde evlenmemek fikri belirdi, dedi. Umer dedi ki: Sonra Ebû Bekr'e kavuştum. Ona da:

  İstersen Umer'in kızı Hafsa'yı sana nikâh edeyim, dedim. Ebû Bekr sustu ve bana hiçbir cevâb vermedi. Ben de ona, Usmân'a

öfkelendiğimden daha şiddetli bir öfkeyle öfkelendim. (Usmân bir cevâb vermiş ve özür beyân etmişti.) Birkaç geceler bekledim. Sonra Hafsa'yı Rasûlullah (S) istedi. Ben de Hafsa'yı Rasûhıllah'a nikâh ettim. Bu arada Ebû Bekr bana kavuştu da şöyle deyip Özür beyân etti:

— (Ey Umer!) Sen Hafsa'yı bana teklîf edip de sana bir cevâb vermediğim zaman belki sen bana darılmışsındır?

Ben de:

  Evet, sana öfkelendim, dedim.

Bunun üzerine Ebû Bekr şöyle dedi:

'— Şu muhakkak ki, senin teklîfine cevâb vermekten beni birşey men' etmedi. Ancak şu var ki, ben Rasûlullah'ın Hafsa'yı almak İs­tediğini bana söylediğini iyi biliyordum da Rasûlullah'ın sırrım açık-

layıp duyurmak istemiyordum. Şayet Rasûlullah, Hafsa hakkındaki düşüncesini bıraksaydı, onu muhakkak ben kabul ederdim [55].

 

54-.......Bize Şu'be ibnu'l-Haccâc, Adiyy ibn Ebân'dan; o da Abdullah ibn Yezîd'den tahdîs etti. O da Ebû Mes'ûd el-Bedrî'den işitti ki, Peygamber (S): "Kişinin kendi ailesi ferdieri üzerine yaptığı harcaması (kendisi lehine) bir sadakadır" buyurmuştur [56].

 

55-.......(Zuhrî şöyle demiştir:) Ben Urvetu'bnu'z-Zubeyr'den işittim; o, Umer ibn Abdilazîz'e emirliği zamanında şöyle tahdîs edi­yordu: el-Mugîre ibn Şu'be, Muâviye tarafından Küfe emîri iken ikindi namazını geri bırakmış, yanına Bedir'de hazır bulunmuş olup Zeyd ibn Hasen(ibn Alî ibn Ebî Tâlib)'in dedesi olan Ebû Mes'ûd Ukbe-tu'bnu Amr el-Ensârî girmiş ve ona hitaben şunları söylemiştir [57]:

— (Yâ Mugîre!) Kesin olarak bilmişsindir ki, Cibril inip namazı kıldı, Rasûlullah (S) da (ardında sırayla) beş vakit namazı kıldı. Son­ra Cibril: "İşte bunlarla emrolundun" dedi.

Urve dedi ki: Beşîr ibnu Ebî Mes'ûd, babası Ebû Mes'ûd Uk-be'den işte böyle tahdîs ederdi [58].

 

56-.......Ebû Mes'ûd el-Bedrî (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S): "el-Bakara Sûresi'nin sonundan iki âyet vardır kis onları her kim bir gecede okursa, bu iki âyet ona yetişir" buyurdu.

Râvîlerden Abdurrahmân şöyle demiştir: Ben Ebû Mes'ûd'a, ken­disi Beyt'i tavaf ederken kavuştum da bu hadîsi ona sordum. Kendi­si bana bu hadîsi (Alkame'nin bana tahdîs ettiği gibi) tahdîs etti [59].

 

57-.......İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Mahmûd ibnu'r-Rabî' haber verdi ki, Peygamber'in sahâbîlerinden ve Ensâr'ın Bedir'de hazır bulunanlarından olan Itbân ibn Mâlik, RasûIullah(S)'a geldi [60].

 

58-.......İbn Şihâb şöyle demiştir: Sonra ben Husayn ibnu Muhammed'e -ki bu zât Salim oğulları'ndan biri ve onların hayırlıların-dandir- Mahmûd ibnu'r-Rabî'in Itbân ibn Mâlik'ten rivayet ettiği ha­dîsi sordum da, o hadîsi böylece doğruladı  [61].

 

59-.......ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Abdullah ibnu Âmir ibn Rabîa -ki bu zât Adiyy oğulları'nın en büyüğü idi ve babası Âmir, Bedir'de Peygamber'in beraberinde hazır bulunmuştu- şöyle haber ver­di: Umer ibnu'l-Hattâb (Usmân ibn Maz'ûn'un kardeşi olan) Kudâ-me ibn Maz'ûn'u Bahreyn üzerine vâlî olarak ta'yîn etmiştir. Bu Kudâme de Bedir'de hazır bulunmuştu. Kudâme, Abdullah ibn Umer ile kızkardeşi Hafsa'nın -Allah onlardan razı olsun- dayılarıdır [62].

 

60-.......Zuhrî'ye de Salim ibn Abdillah haber verip şöyle de­miştir: Râfi' ibnu Hadîc, Abdullah ibn Umer'e, iki amcasının (Zu-heyr ile Muzahhir'in) Bedir'de hazır bulunduklarını haber vermiştir. Bu ikisi (yânî Zuheyr ile Muzahhir), Râfi' ibn Hadîc'e: Rasûlullah (S) tarlaları kiraya vermekten nehyetti, diye haber vermişlerdir.

ez-Zuhrî şöyle dedi: Ben Sâlim'e:

  Sen tarlaları kiraya veriyor musun? diye sordum. O da:

— Evet veriyorum. Şübhesiz Râfi' kendi aleyhine sözü çoğalt­mıştır, dedi [63].

 

61-.......Husayn ibn Abdirrahmân şöyle demiştir: Ben Abdul­lah ibn Şeddâd ibni'1-Hâdi el-Leysî'den işittim. O şöyle dedi: Ben Ri-fâatu'bnu Râfi' el-Ensârî'yi gördüm, o Bedir'de hazır bulunmuş­tur [64].

 

62-.......el-Mısver ibnu Mahrame şöyle haber vermiştir: Ensâr'dan Amr ibnu Avf -ki bu zât Âmir ibn Lueyy oğullarının yemînli dostu idi ve Bedir'de hazır bulunmuştu- şöyle demiştir: Rasûlullah (S) harb etmeksizin Bahreyn ahâlîsiyle bir barış anlaşması yapmış ve Bahreynliler üzerine el-Alâ ibnu'l-Hadramî'yi emîr ta'yîn eylemişti. Tahsil olunan cizye mallarım getirmek üzere de bilâhare Rasûlullah, Ebû Ubeyde ibnu'l-Cerrâh'ı Bahreyn'e gönderdi. Ebû Ubeyde, cizye mallarım alarak Bahreyn'den Medine'ye geldiğinde Ensâr, Ebû Ubey-de'nin gelişini işittiler. Sahâbîler bu sırada Peygamber'in beraberin­de sabah namazı kılıyorlardı. Peygamber namazı bitirince sahâbîler hemen Ebû Ubeyde'ye karşı çıktılar. Rasûlullah, sahâbîleri bu hâlde görünce gülümsedi de, sonra onlara:

  "Öyle sanıyorum ki, siz, Ebû Ubeyde'nin bir haylîşeyler ge­tirdiğini duydunuz?" buyurdu.

Onlar da:

— Evet yâ Rasûlallah! dediler. Bunun üzerine Rasûlullah:

  "Sevininiz ve sizi sevindirecek ni'tnetleri (bundan böyle her zaman) umunuz! Vallahi (bundan sonra) sizin üzerinize fakirlik ve ihtiyâçtan korkmam. Fakat ben sizin üzerinize, sizden önceki ümmet­lerin önüne dünyâ ni'metlerinin yayıldığı gibi, sizin önünüze de ya­yılması, onların o ni'metlerde birbirlerine hasedleşipnefsâniy et yarışına giriştikleri gibi sizin de birbirinizle nefsâniyeî yarışına düşmeniz ve bu nefsâniyet yarışının da onları helak ettiği gibi sizleri de helak et­mesinden korkarım" buyurdu [65].

 

63-.......Nâfi'den (o, şöyle demiştir): Abdullah ibnu Umer (R) bütün yılanları öldürür idi. Nihayet Ebû Lubâbe el-Bedrî, kendisine: Peygamber (S) evlerdeki (beyaz yâhud ince yâhud küçük ve zehirsiz) yılanları öldürmekten nehyetti hadîsini söyleyince, onları öldürmek­ten kendini tuttu [66].

 

64-.......İbnu Şihâb şöyle demiştir: Bize Enes ibn Mâlik şöyle tahdîs etti: Ensâr'dan birtakım adamlar Rasûlullah'tan izin istediler de:

— Bize izin ver de kızkardeşimizin oğlu Abbâs için, onun fidye­sini terkedelim, dediler.

Rasûlullah (S):

  "Onun fidyesinden bir dirhemi dahî terketmeyiniz" buyur­du [67].

 

65-.......Kindeli Mıkdâd ibn Amr, Zuhre oğulları'nın andlaşmış dostu ve Bedir'de Rasülullah'ın beraberinde hazır bulunmuş bir zâttır. İşte bu Mıkdâd, Rasûlullah'a hitaben:

— Şöyle bir mes'ele hakkında ne dersin: Ben kâfirlerden bir kişi ile karşılaşıp vuruşsam da o benim iki elimden birisini kılıcıyla vurup koparsa, sonra benden kaçıp bir ağaca sığmsa da: Ben Allah için müs-lümân oldum (La ilahe illellâh) dese, ben onu tevhîd kelimesini söy­ledikten sonra öldürebilir miyim yâ Rasûlallah? dedi.

Rasûlullah da:

  "Hayır onu öldürme" buyurdu. Bunun üzerine Mıkdâd:

— Yâ Rasûlallah! O benim iki elimden birisini kesti, kopardı da, tevhîd kelimesini elimi kopardıktan sonra söyledi, dedi.

Bunun üzerine Rasûlullah (S):

— "Sakın onu öldürme! Eğer öldürürsen, o senin onu öldür­mezden evvelki vaziyelindedir. Sen de onun söylediği tevhîd kelime­sini söylemesinden evvelki vaziyetindesin (çünkü kanın kısas ile mübâh olmuştur)" buyurdu [68].

 

66-.......Bize Enes (R) tahdîs edip şöyle dedi: Rasûlullah (S) Bedir günü:

  "Ebû Cehl ne yaptı? Kim bakıp anlar?" buyurdu. Bunun üzerine İbnu Mes'ûd gitti ve Ebû Cehl'i, Afra kadının

iki oğlu (Muâz ve Muavviz) onu vurmuşlar da nihayet soğumuş (yâ-nî ölmek üzere iken) buldu. İbn Mes'ûd:

  Sen misin yâ Ebâ Cehl! dedi.

Râvî İbnu Uleyye dedi ki: Süleyman ibn Tarhân: Enes o sözü işte böyle söyledi, dedi İbn Mes'ûd:

  Sen misin yâ Ebâ Cehl (vuruldun mu)? dedi. Ebû Cehl, İbn Mes'ûd'a:

— Sizin öldürdüğünüz kişinin fevkinde bir kimse var mıdır? dedi. Râvî Süleyman ibn Tarhân geçen senedle: Yâhud Ebû Cehl:

— Kendi kavminin öldürdüğü kişinin fevkinde bir kimse var mı­dır? dedi.

Râvî dedi ki: Ebû Mıclez de şöyle dedi: Ebû Cehl, İbn Mes'ûd'a

hitaben:

- Keşke beni zirâatçilerden başkası öldürseydi, dedi [69].

 

67-.......Ubeydullah ibn Abdillah'tan (o, şöyle demiştir): Bana İbnu Abbâs, Umer(R)'den şöyle tahdîs etti: Peygamber (S) vefat et­tiği zaman ben Ebû Bekr'e (Ebû Ubeyde'yi kasdederek):

  Bizimle Ensâr kardeşlerimizin yanına yürü! dedim.

Akabinde Ensâr'dan Bedir'de hazır bulunmuş olan iki sâlih kim­seye kavuştuk. Ben bu kavuşmayı Urvetu'bnu'z-Zubeyr'e tahdîs et­tim. O:

  Bu iki kişi Uveym ibnu Sâide ile Ma'n ibnu Adiyy'dir, de­di [70].

 

68- Bize İshâk ibn İbrâhîm tahdîs etti. O, Muhammed ibn Fu-dayl'den; o da İsmâîl ibn Ebî Hâlid'den; o da Kays ibn Ebî Hâzım'-dan (şöyle dediğini) işitmiştir: "Bedir'de hazır bulunanların (her birine verilen) mal atiyyesi (yıllık) beşbin beşbin idi"..

Umer (halifeliği zamanında):

— Ben Bedir'de hazır bulunanlara elbette onlardan sonra gelen­ler üzerinde fazla atıyye vereceğim, demiştir [71].

 

69-.......Bize Ma'mer, ez-Zuhrî'den; o da Muhammed ibn Cubeyr ibn Mut'ım'den haber verdi ki, babası Mut'ım ibn Adiyy:

— Ben bir akşam namazında Peygamber'in Tûr Sûresi'ni oku­duğunu işittim. İşte bu, îmânın kalbimde sabit oluşunun evvelidir, demiştir.

Yine ez-Zuhrî'den; o da Muhammed ibn Cubeyr'den; o da ba­bası Mut'ım'den: Peygamber (S) Bedir esirleri hakkında:

  "Eğer Mut Um ibn Adiyy sağ olsaydı, sonra şu kokmuş cife­ler hususunda şefaat edip benimle konuşsaydı, hiç şübhesiz ben bun­ları Mut'ım'e (diri diri ve kurtuluş fidyesi olmaksızın) bağışlardım" buyurmuştur [72].

Ve yine el-Leys ibn Sa'd da Yahya ibn Saîd'den; o da Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den söyledi ki, o (Usmân'm Öldürülmesini kasdederek):

— Birinci fitne vukû'a geldi de Bedir sahâbîlerinden kimseyi bı­rakmadı. Sonra ikinci fitne, yânı Harre vukû'a geldi. Hudeybiye sa­hâbîlerinden kimseyi bırakmadı. Sonra üçüncü fitne vukû'a geldi, o da insanlarda akıl ve kuvvet bırakmadı, demiştir [73].

 

70-....... Yûnus ibn Yezîd tahdîs edip şöyle demiştir: Ben ez-Zuhrî'den işittim, şöyle dedi: Ben Urvetu'bnu'z-Zubeyr'den, Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den, Alkame ibn Vakkaas'tan, Ubeydullah ibn Abdillah'tan, Peygamber'in zevcesi Âişe(R)'ye iftira edilmesi hadîsini işittim. Bunların hepsi bana o hadîsten bir parça tahdîs ettiler. Âişe Söyle demiştir: Ben, Ebû Ruhm'un kızı ve Mıstah'm anası (Selmâ) ile haceti yerine getirme mahalline yönelip giderken, onun ayağı çar­şafına takılıp düştü. Bunun üzerine Selmâ kadın:

  Mıstah helak olsun! diye oğluna beddua etti.

Ben:

— Ne fena söyledin, Bedir'de hazır bulunan bir kişiye sövüyor

musun? dedim...

Âişe iftira hadîsinin tamâmını zikretti [74].

 

71-.......Bize Muhammed ibnu Fulayh ibn Süleyman, Mûsâ ibn Ukbe'den tahdîs etti ki, İbn Şihâb (Rasûlullah'ın gazvelerim zikret­tikten sonra): İşte bunlar Rasûlullah'ın gazveleridir, demiş, akabin­de Bedir'de öldürülenler hakkında Rasûlullah'ın söylediği sözü şöyle zikretmiştir: Rasûlullah (S) onların cesedlerini kuyuya atarken, on­lara hitaben:

  "Sizler Rabbinizin va'detiiği şeyi gerçek buldunuz mu?" bu­yurdu.

Mûsâ ibn Ukbe (geçen senedle) şöyle dedi: İbn Umer'in mevlâsı Nâfi' şöyle dedi: Abdullah ibn Umer şöyle dedi: Rasûlullah'ın sahâ-bîlerinden bâzı insanlar:

— Yâ Rasûlallah! Ölmüş olan insanlara mı nida ediyorsun? de­diler.

Rasûlullah da:

  "Sizler benim söylediğim sözleri onlardan daha iyi işitir de­ğilsiniz" buyurdu [75].

Ebû Abdillah el-Buhârî şöyle dedi: Kendisi için pay ayrılan Ku-reyşliler'den Bedir'de hazır bulunan kimselerin toplamı seksenbir ki­şidir. Urvetu'bnu'z-Zubeyr şöyle der idi: ez-Zubeyr: (Bedir'de hissen ve hükmen hazır bulunanların) payları taksim edilip ayrıldı. Bunlar Kureyş'ten yüz kişi idiler, dedi ve Allah en bilendir [76].

 

72-.......Buradaki senedle ez-Zubeyr ibnu'l-Avvâm (R): Bedir günü Muhacirler için yüz pay ayrıldı, demiştir [77].

 

13- İmâm Ebû Abdillah El-Buhârî'nin Ortaya Koyduğu Bu El-Câmi'u's-Sahîh... Kitabında Bedir Ehlinden Oldukları Zikredilen Kimselerin Harf Sırasına Göre İsimlerinin Verilmesi Babı [78]

 

1. Peygamber (S) Muhammed ibn Abdillah el-Hâşimî.

2. Ebû Bekr es-Sıddîk Abdullah ibn Usmân el-Kuraşî. Sonra:

3. Umer ibnu'l-Hattâb el-Adevî. Sonra:

4. Usmân ibn Affân. Peygamber onu hasta bulunan kızı Ru-kayye'nin başında geri bıraktı, fakat onun için Bedir ganimetinden payını ayırdı. Sonra:

5. Alî ibmı Ebî Tâlib el-Hâşimî -Allah onlardan razı olsun- [79]. Bundan sonrakiler harf sırasıyla şunlardır [80]:

6. Iyâs ibnu Bukeyr.

7. Ebû Bekr'in himayesinde bulunan Bilâl ibnu Rabâh el-Kuraşî.

8. Hamza ibnu Abdilmuttalib el-Hâşimî.

9. Kureyş'in yeminli dostu Hâtıb ibnu Ebî Beltea.

10. Ebû Huzeyfe ibnu Utbe ibn Rabîa el-Kuraşî.

11. Harise ibnu'r-Rabf el-Ensârî. Bedir günü öldürüldü. Bu­nun adı Harise ibnu Surâka'dır. Bu harb için çıkanlardan değildi, kü­çük olduğu için gözcülerden idi.

12. Hubeyb ibnu Adiyy el-Ensârî.

13. Huneys ibnu Huzâfe es-Sehmî.

14. Rifâa ibnu Râfî* el-Ensârî.

15. Rifâa ibnu Abdilmunzir.

16.  Ebû Lubâbe el-Ensârî.

17.  ez-Zubeyr ibnu'l-Avvâm el-Kuraşî.

18.  Zeyd ibnu Sehl.

19.  Ebû Talha el-Ensârî.

20.  Ebû Zeydin el-Ensârî.

21. Sa'd ibnu Mâlikin ez-Zuhrî.

22. Sa'd ibnu Havle el-Kuraşî

23. Saîd ibnu Zeyd ibn Amr ibn Nufeylin el-Kuraşî

24. Sehl ibnu Huneyfin el-Ensârî.

25.  Zuheyr ibnu Râfi'in el-Ensârî, ve kardeşi:

26. Muzahhir ibnu RâfiMn el-Ensârî.

(-) Abdullah ibnu Usmân ibni Ebî Kuhâfe el-Kuraşî [81].

27. Abdullah ibnu Mes'ûd el-Huzelî.

28. Utbe ibnu Mes'ûd el-Huzelî.

29. Abdurrahmân ibn Avfin ez-Zuhrî.

30. Ubeyde ibnu'l-Hâris el-Kuraşî

31. Ubâdet ibnu's-Sâmit el-Ensârî.

(-) Umer ibnu'l-Hattâb el-Adevî.

(-) Usmân ibnu Affân el-Kuraşî. Peygamber (S) onu, hasta bu­lunan kızının yanında geri bıraktı, fakat onun için Bedir ganimetin­den payım ayırdı.

(-) Alî ibnu Ebû Talibin el-Hâşimî.

32. Amr ibnu Avfin; Âmir ibn Lueyyin oğuÜan'nın yeminli dostu

33. Ukbe ibnu Amr el-Ensârî.

34. Âmir ibnu Rabîa el-Anezî.

35. Âsim ibnu Sabitin el-Ensârî.

36. Uveym ibnu Sâide el-Ensârî.

37. Itbân ibnu Mâlikin el-Ensârî.

38. Kudâme ibnu. Maz'ûn.

39. Katâde ibnu'n-Nu'mân el-Ensârî.

40. Muâz ibnu Amr ibni'l-Cemûh.

41. Muavviz ibnu Afra, ve kardeşi:

42. Muâz ibnu Afra.

43. Mâlik ibnu Rabîa Ebû Useydin el-Ensârî.

44. Murâre ibnu'r-Rabî' el-Ensârî.

45. Ma'n ibnu Adiyy el-Ensârî.

46. Mıstah ibnu Usâse ibn Abbâd ibni'l-Muttalib ibni Abdi Me­nâfin.

47. Mıkdâd ibnu Amr el-Kindî, Zuhre oğulları'mn yeminli dostu.       

48. Hilâl ibnu Umeyye el-Ensârî -Allah onlardan razı olsun [82].

 

14- Nadîr Oğulları Hadîsi Ve Rasûlullah'ın (Âmir Oğulları'ndan Yanlışlıkla Öldürülen) İki Kişinin Diyetini Vermek İçin Nadîr Oğulları'ndan Yardım İstemek Üzere Onların Yanına Çıkışı. Onların Da Rasûlullah'a Sûikasd Yapmak İstemeleri Babı [83]

 

ez-Zuhrî, Urve ibnu'z-Zubeyr'den olmak üzere:

Nadîr oğulları gazvesi, Bedir vak'asından sonra, altıncı ayın başında ve Uhud harbinden önce oldu, demiştir.

Ve Yüce Allah'ın şu kavli: "O, ehli kitâbdan küfredenleri ilk sürgünde yurdlanndan çıkarandır. Siz çıkacaklarım

sanmamıştınız. Onlar da kalelerinin (Allah'ın azabına) hakîkaten mâni* olacağım zannetmişlerdi. İşte onlara

hesaba katmadıkları cihetten Allahftn azabı) geliverdi.

O, bunların yüreklerine korku düşürdü. Öyle ki, evlerini hem kendi elleriyle, hem mü yminlerin elleriyle harâb ediyorlardı. İşte ey akıl ve basiret sahihleri, siz (bundan) İbret alin" (el-kaşr: 2).

Ve İbnu İshâk, bu Nadîr oğulları işini Maûne Kuyusu vak'asıyle Uhud harbinden sonraya koymuştur.

 

73-.......Bize İbn Cureyc, Mûsâ ibn Ukbe'den; o da Nâfi'den haber verdi ki, İbn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah'a karşı (ön­ce) Nadîr oğulları, (sonra) Kurayza oğulları harb açtılar. Bunun üze­rine Rasûlullah Nadîr oğullan'nı yerlerinden sürüp çıkardı. Kurayza oğullan'nı ise yerlerinde bıraktı. Ve onlara (birşey almamak suretiy­le) lütfetti. Nihayet Kurayza da (ahdini bozarak) harb etti. Rasûlul-. lah da onların erkeklerini öldürdü; kadınlarım, çocuklarını, mallarını da müslümânlar arasında bölüştürdü. Ancak onlardan bâzıları Pey-gamber'e katıldılar, Peygamber de bu katılanlara emân verdi. Onlar da müslümân oldular. Bu suretle Rasûlullah, Medîne Yahûdîleri'nin hepsini -ki bunlar Abdullah ibn Selâm'ın kabilesi olan Kaynukaa oğullarındır- ve Benû Harise Yahûdîleri'ni; (hulâsa) Medîne Yahûdî-leri'nin hepsini Medine'den sürgün etti [84].

 

74-.......Bize Ebû Avâne, Ebû Bişr'den haber verdi ki, Saîd ibn Cubeyr şöyle demiştir: Ben îbn Abbâs'a Sûretu'1-Haşr diye söyledim, o: Sûretu'n-Nadîr de! dedi.

Bu hadîsi Ebû Bişr'den rivayet etmekte Ebû Avâne'ye Huseym ibn Beşîr el-Vâsıtî mutabakaat etmiştir [85].

 

75-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Ensâr'dan olan kimse kendi hurmalığından bâzı hurma ağaçlarını Peygamber'e hediye ola­rak ayırır, verirdi. Bu Peygamber'e hurma ağacı ayırma işi, Kuray-za'yı ve Nadîr'i fethetmesine kadar sürdü. Bunların fethinden sonra Peygamber, Ensâr'm hurma ağaçlarını kendilerine geriye verir oldu [86].

 

76-.......İbn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) –muhasara sırasında- Nadîr oğulları'nın hurma ağaçlarını (harb gereği olarak) yaktırdı ve kestirdi. Bu harb mıntakası, Nadîr oğulları'nın hurmalığı olan Buveyre mevkiidir. Bunun üzerine şu âyet indi: "Herhangibir hurma ağacını kestiniz yâhud kökleri üstünde dikili bıraktınızsa hep Allah'ın izniyledir. (Bu izin de) j'âşıkları rüsvây edeceği içindir" (el-Haşr: 5) [87]

 

77-....... Bize Cuveyriye ibn Esma, Nâfi'den; o da îbn Umer(R)'den; Peygamber'in Nadîr oğullan hurmalığını yaktırdığını haber verdi,

İbn Umer dedi ki: Bu hurmalık hakkında Hassan ibn Sabit şun­ları söylüyordu:

Ve hâne alâ serâii Benî Lueyyin Harıkun bi'î-Buveyreti mustetîru

(= Buveyre hurmalığında yayılan yangın Lueyy oğulları'nın efen­dileri aleyhine kolay oldu.)

Yine İbn Umer dedi ki: Peygamber'in amcasının oğlu Ebû Suf-yân ibnu'l-Hâris, Hassân'a şöyle cevâb verdi:

Edâme'llâhu zelike min senîin Ve harraka fînevâhîha's-sa'iyru

Se-îa'lemu eyyunâ minhâ bi-nüzhın Ve ta'îemu eyye ardayna tediyru

(= Allah bu yakmayı bir yapıcıdan devam ettirsin, Ve Medîne etrafını da alevli bir ateş yaksın. Yakında bileceksin ki Buveyre'ye hangimiz uzakta olacak! Ve yine bileceksin ki Mekke ve Medîne arazîlerimizden hangisi bununla zarar görecek!) [88].

 

78-.......ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Mâlik ibn Evs ibn el-Hadesân en-Nasrî haber verdi ki, kendisini Umer ibnu'l-Hattâb çağırmış. Umer'in yanında otururken, Umer'in kapıcısı Yerfâ geldi ve Umer'e:

— Usmân ibn Affân, Abdurrahmân ibn Avf, ez-Zubeyr ibnu'l-Avvâm, Sa'd ibn Ebî Vakkaas'm senin yanına girmelerine rağbet ve iznin var mı? Bunlar geldiler, senin yanına girmeye izin isterler, de­di.

Bunun üzerine Umer:

— Evet, onları içeriye girdir, dedi.

Biraz eylendi. -Humus'da şu ziyâde var: Akabinde içeri girdi­ler, selâm verip oturdular. Sonra Yerfâ biraz oturdu.- Sonra Yerfâ yine geldi ve:

— Abbâs ve Alî'nin içeriye girmesi hususunda iznin var mı? Bun­lar da senin yanına girmeğe izin isterler, dedi.

Umer:

  Evet izin vardır, dedi.

Onlar içeri girip selâm verince, Abbâs şöyle hitâb etti:

— Ey Mü'minlerin Emîri! Benimle (Alî'yi işaret ederek) şunun arasında hükmet, dedi.

Abbâs ile Alî, Allah'ın fey' [89] olarak Rasûlü'ne tahsîs buyurduğu Nadîr oğulları hurmalığından dolayı çekişiyorlardı. Alî ile Abbâs bir­birlerine dil uzatmışlardı. O mecliste bulunanlar (Usmân ve arkadaş­ları):

— Ey Mü'minlerin Emîri, bunların arasında hükmet de bunla­rın birini diğerinden huzur ve rahata kavuştur, dediler.

Bunun üzerine Umer:

— Yavaş olunuz, acele etmeyiniz! Gök ve yer, izni ve iradesiyle ayakta duran Allah hakkı için size sorarım: Sizler Rasûlullah'm: "Biz peygamberler camiasının terîkesi vâris olunmaz. Bizim bıraktığımız her mal sadakadır, vakıftır" buyurduğunu ve bu sözü ile kendisini kasdettiğini bilir misiniz? dedi.

Topluluk:

  Evet, Rasûlullah böyle buyurdu, diye tasdik ettiler.

Bunun üzerine Umer, Alî ile Abbâs'a dönüp:

— Allah hakkı için size de sorarım: Rasûlullah'm kendisini kas-dederek böyle buyurduğunu sizler de biliyor musunuz? dedi.

Alî ile Abbâs:

  Evet, diye tasdîk ettiler. Bunun üzerine Umer:

— Şimdi ben size bu malın hukukî vaziyetim anlatayım, diye şöyle îzâh etti:

— Münezzeh olan Allah bu fey'de tasarrufu Rasûlü'ne tahsîs etti,

O'ndan başka kimseye bu hakkı vermedi. Zikri yüce Allah Kur'ân'-da: "Allah'ın onlardan Peygamberine verdiği fey'e gelince, siz bu­nun üzerine ne ata, ne deveye binip koşmadınız. Fakat Allah pey­gamberlerini dileyeceği kimselere musallat eder. Allah herşeye hak-kıyle kaadirdir" (ei-Haşn 6) buyurmuştur. Binâenaleyh bu malda tasar­ruf, yalnız Rasûlullah'm hakkı idi. Sonra vallahi bu mala sizden başka kimse iştirak etmedi. Ve sizin zararınıza kimse tasarruf da iddia ey­lemedi. Bu fey1 malının nemasını size verdi ve aranızda taksim etti. Nihayet fey'den o malın aslı mahfuz kaldı. Rasûlullah bu maldan ai­lesinin bir senelik nafakasını ayırır, onları infâk ederdi. Sonra bun­dan artakalanı alırdı. Onu Allah'ın malı yerine (vakıf) kılardı. -Cihâd ve hayır yollarına harcardı.- Bu malı Rasûlullah sağlığında böyle kul­landı. Sonra Peygamber vefat edince Ebû Bekr:

— Ben Rasûlullah'm velîsiyim! diye-el koydu ve Rasûlullah'm kullandığı gibi kullandı.

Sonra Ümer, Alî ile Abbâs'a dönerek:

— Ebû Bekr'in bu suretle muamele ettiğini sizler de hatırlarsı­nız! Nitekim söylüyorsunuz, dedi (ve devam edip): Allah bilir ki, Ebû Bekr bu hareketinde doğru idi; lûtufkârdı, akıl ve zekâ sahibi idi, hak­ka uymuştu. Sonra Allah Ebû Bekr'in vefatını diledi. Ben de: Rasû­lullah'm ve Ebû Bekr'in velîsiyim! dedim. Ve emîrliğimin ilk iki yılında bu mala el koydum. Ve Rasûlullah ile Ebû Bekr'in kullandığı gibi idare ettim. Allah bilir ki, ben bu hareketimde doğruyum, lütufkâ-rım; akıl ve şuurumla hareket ettim, hakka uydum. Sonra her ikiniz müştereken bana geldiniz. İkinizin sözü bir ve işiniz cem'iyyetli idi. Ey Abbâs! Sen bana geldin (Humus'ta şu ziyâde vardır: Benden kar­deşinin oğlundan isabet eden hisseni istiyordun. -Alî'yi kasdederek:-Bu da eşinin babasından nasibine düşen hissesini istiyordu.) Bunun üzerine ben sizlere Rasûlullah'm: "Biz peygamberler vâris olunma­yız, bizim bıraktığımız mal sadakadır" buyurduğu cevâbını verdim.

Müteakiben bu malı size vermeyi ve sizin elinizle idare etmeyi hatırladım. Ve:

— İsterseniz bu hurmalıkları size vereyim. Allah'ın ahdi ve andı boynunuzda olmak üzere siz bu malı Rasûlullah'm, Ebû Bekr'in ve

velî kılındığım zamanımda benim idare ettiğimiz gibi idare ediniz; şayet kabul etmezseniz artık bana birşey söylemeyiniz, dedim. Bu teklifim üzerine siz de:

  Bu şartla bize ver! dediniz.

Ben de ikinize teslim ettim. (Aranızda çıkan ihtilâf üzerine) şim­di benden bunun hâricinde bir hüküm mü istiyorsunuz? Gök ve yer izniyle ve iradesiyle ayakta duran Allah'a yemîn ederim ki, ben kıya­met kopuncaya kadar bunun dışında bir hükümle hükmetmem. Eğer siz onun idaresinden âciz olduysanız, onu bana geriye verin. Ben onu sizin hesabınıza kifayetle idare ederim, dedi.

ez-Zuhrî dedi ki: Ben Mâlik ibn Evs'in rivayet ettiği bu uzun Umer hadîsini, Urve'ye tahdîs ettim. Urve; Mâlik ibn Evs doğru söylemiş­tir, diye tasdîk etti. Sonra şöyle dedi: Ben Peygamber'in zevcesi Âi-şe'den işittim, o şöyle diyordu: Peygamber'in kadınları Usmân'ı Ebû Bekr'e gönderip, Allah'ın kendi Rasûlü'ne tahsîs ettiği hurmalıklar­dan sümün( = sekizde bir) hisselerini istiyorlardı. Ben de onları kar­şılayarak kendilerine:

— Allah'tan sakınmaz mısınız? Peygamber (S): "Biz vâris olun­mayız- Bizim bıraktığımız her mal sadakadır (mülkiyeti Beytu'1-mâle âid vakıftır)" derdi. Bu sözle Rasûlullah kendisini kasdederek: "An­cak Muhammed'in ailesi bu mal{m gt\\x'm)dan istifâde edebilir" bu­yurdu,  dedim.  Ve Peygamber'in  kadınlarının müracaatı, benim kendilerine vâki' olan bu haber vermem üzerine sona erdi.

Urve dedi ki: Bu sadaka olan hurmalık Alî'nin eline geçti. Ab-bâs'ı müdâhaleden men' edip ona galebe etti. Sonra sırasıyle Hasen ibn Alî, sonra Hüseyin ibn Alî, sonra Alî ibn Hüseyin ve Hasen ibn Hasen'in ellerine geçti. Alî ibn Hasen ile Hasen ibn Hasen ona nev-betle tasarruf ediyorlardı. Sonra Zeyd ibn Hasen'in eline, yânı ida­resine geçti. Hakîkaten bu mal Rasûlullah'ın sadakası olarak idare olundu [90].

 

79-.......Âişe(R)'den (o, şöyle demiştir): Fâtıma aleyhi's-selâm ile Abbâs, Ebû Bekr'e gelip Fedek arazîsinden miraslarını ve Hay-ber'den payını istiyorlardı. Ebû Bekr şöyle dedi:

— Ben Peygamber'den işittim: "Bizler mîrâs olunmayız. Bizim bıraktığımız herşey sadakadır. Ancak bu maldan Muhammed'in ai­lesi yerler" buyuruyordu. Allah'a yemîn ederim ki, elbette Rasûlul­lah'ın hısımları bana kendi hısımlarımla ilgilenmekten daha sevimli­dir [91].

 

15- (Yahûdî Şâiri) Ka'b İbnu'l-Eşrefin Öldürülmesi Babı [92]

 

80- Ben Câbir ibn Abdillah(R)'-tan işittim, şöyle diyordu: Rasûlullah (S) sahâbîlerine:

  "Ka'b ibnu'l-Eşref(i öldürmek) için kim hazırdır? Çünkü o, Allah'a ve Rasûlü'ne ezâ etmiştir" buyurdu.

Muhammed ibn Mesleme ayağa kalktı ve:

  Yâ Rasûlallah, onu benim öldürmemi ister misin? dedi. Rasûlullah:

  "Evet (bunu isterim)" buyurdu. Muhammed ibn Mesleme:

— Öyle ise Ka'b'ı sevindirecek birşey söylememe izin ver! dedi. Rasûlullah:

— "Ne istersen söyle!" buyurdu [93].

Bunun üzerine Muhammed ibn Mesleme, Ka'b'a vardı da:

— Şu kişi (yânı Rasûlullah) bizden sadaka istedi. Ve bize güç ver­gi teklif edip, bizi yordu. Ben de ödünç birşey almak için sana gel­dim, dedi.

Ka'b da İbn Mesleme'nin dediği gibi söylendi de:

— Muhakkak o, sizin usancınızı daha artıracaktır, sözünü de ek­ledi.

Muhammed ibn Mesieme:

— Bizler bir kerre O'na uymuş bulunduk. O'nü hemen terket-mek istemiyoruz. Onun işi nereye varacak bakacağız; işi sona erince­ye kadar bekleyeceğiz. Biz şimdi senden bize bir deve yükü yâhud iki deve yükü ödünç vermeni istemekteyiz, dedi.

Ve bize Amr ibnu Dînâr bu hadîsi birkaç kerreler tahdîs etti. Fa­kat "Veskan ev veskayn" sözlerini zikretmedi. Ben kendisine bu ha­dîste 'Veskan ev veskayn" sözlerini söyledim. Bunun üzerine Amr: Zannederim ki bu hadîste "Veskan ev veskayn" sözleri vardır, dedi [94].

Muhammed ibn Mesleme'nin sözü üzerine Ka'b:

— Evet siz bana rehin verin, dedi. Muhammed ibn Mesleme ve arkadaşları:

— Neyi rehin istersin? diye sordular.

Ka'b:

  Kadınlarınızı bana rehin veriniz, dedi. Onlar:

— Sen Arab'ın en güzeli iken biz kadınlarımızı sana nasıl rehin edebiliriz? dediler.

Ka'b:

  Öyle ise oğullarınızı bana rehin verin, dedi. Onlar:

— Oğullarımızı sana nasıl rehnederiz? Sonra bunların biri hak­kında "Bir yâhud iki deve yükü hurmaya rehin olundu" diye sövü­lür. Bu da bize ebedî bir ardır. Lâkin biz sana silâhlarımızı rehin bırakalım, dediler.

Sufyân: "Le'me" sözü ile silâhı kasdediyor, dedi.

Ka'b bunu kabul ederek kendisine gelmesi için Muhammed ibn Mesleme'ye zaman ta'yîn etti. Muhammed ibn Mesleme bir gece Ka'-b'a geldi (Kale dışından seslendi). Yanında Ka'b'ın süt kardeşi Ebû Naile vardı. Ka'b bunları kale içine da'vet etti ve misafirleri karşıla­mak için onların yanına indi. Ka'b'm karısı, kocasına:

  Bu saatte nereye çıkıyorsun? diye i'tirâz etti. Fakat Ka'b:

— Bu seslenen Muhammed ibn Mesleme ile kardeşim Ebû Nai­le'dir, diye karşıladı.

Sufyân şöyle dedi: Amr'dan başka râvîler şöyle dedi: Kadın:

— Ben bir ses işitiyorum ki, sanki ondan kan damlıyor (şerr se­ziliyor)! dedi.

Ka'b:

— O benim kardeşim Muhammed ibn Mesleme ile süt kardeşim Ebû Nâile'dir. Hem şübhesiz kerîm olan insan geceleyin kılıç darbe­sine çağırılsa bile o çağrıya muhakkak icabet eder, dedi.

Râvî: Muhammed ibn Mesleme beraberinde içeriye iki kişi daha soktu, dedi. Sufyân'a: Amr ibn Dînâr onların isimlerini söyledi mi? diye soruldu. Bâzısının ismini söyledi, dedi. Amr: Beraberinde iki kişi getirdi, dedi. Amr'dan başka râvîler ise: Ebû Abs ibn Cebr, el-Hâris ibnu Evs, Abbâd ibnu Bişr, diye isimledi. Amr dedi ki: İbn Mesleme beraberinde iki kişi getirdi de, onlara:

— Ka'b gelince, ben onun saçını tutup koklarım. Siz benim Ka'­b'ın başını sıkıca yakaladığımı gördüğünüz zaman hemen kılıçlarını­zı çekip Ka'b'ı vurunuz! diye söyledi

Hadîsin râvîsi Amr ibn Dînâr bir kerre de İbn Mesleme'nin ar­kadaşlarına:

— Ka'b'm başını size de koklatırım, dediğini rivayet etmiştir.

Şimdi Ka'b ibnu'I-Eşref güzei giyimli ve silâhlarını kuşanmış ol­duğu hâlde etrafına hoş koku saçarak misafirlerin yanına indi. Bu­nun üzerine îbnu Mesleme:

— Ben (ömrümde) bu günkü gibi güzel koku duymadım, diye yaklaştı.

Ka'b:

— Arab'ın en güzel kokulu ve en asîl kadınları benim yanımda yaşıyor, dedi.

Amr dedi ki: Muhammed ibn Mesleme:

  Başını saçını koklamama izin verir misin? dedi. Ka'b:

  Evet (izin veririm), dedi.

İbnu Mesleme kendisi kokladı, sonra arkadaşlarına da koklattı. Sonra:

  Bana bir daha koklamaya izin verir misin? dedi. Ka'b:

  Evet, dedi.

Bu defa İbnu Mesleme, Ka'b ibnu'l-Eşref'in başını sımsıkı ya­kaladı ve arkadaşlarına:

  Haydi kılıç darbesine tutup onu vurunuz! dedi.

Bu suretle Îbnu'l-Eşref'i öldürdüler. Sonra Peygamber'e gelip haber verdiler [95].

 

16- Ebû Râfi' Abdullah İbnu Ebı'l-Hukayk'ın Öldürülmesi Babı

 

Ona Sellâm ibnu Ebi'l-Hukayk da denilir. Yahûdî olan Ebû Râfi\ Hayber'de ikaamet ederdi. Onun Hicaz arazîsinde (yânî Hayber'de) kendisine âid kuvvetli bir kale içinde oturduğu söylenir. ez-Zuhrî: Ebû Râfi'in öldürülmesi, Ka'b ibnu'l-Eşrefin öldürülmesinden sonra oldu, demiştir.

 

81-.......el-Berâ ibnu Âzib (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) kü­çük bir topluluğu Ebû Râfi'e gönderdi. Abdullah ibnu Atık, geceleyin Ebû Râfi' uyumakta iken onun evine girip yanına sokuldu ve onu öldürdü.

 

82-.......el-Berâ ibnu Âzib (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Ensâr'dan birtakım kimseleri Yahûdî Ebû Râfi'e (onu öldürmeleri için) gönderdi. Bunlar üzerine Abdullah ibnu Atîk'i bey yaptı [96]. Ebû Râ­fi', Rasûlullah'a ezâ eder ve O'nun aleyhinde(ki hareketlere malca) yardım ederdi [97]. Bu (zengin Yahûdî) Hicaz toprağında kendisine âid (kuvvetlendirilmiş) bir kalede otururdu. Abdullah ibnu Atîk ile-ar-kadaşları kaleye yaklaştıklarında güneş batmıştı. Oranın insanları (de­ve, sığır, koyun gibi) yaylım hayyanlanyle mer'adan dönmüşlerdi. Bu durum üzerine Abdullah ibnu Atîk arkadaşlarına:

— Siz yerinizde oturunuz da ben (Ebû Râfi'in kalesine) gideyim. Ve kale kapıcılarına nezaketli bulunayım. Bu suretle kaleye girebile­ceğimi sanırım, dedi.

Kale kapısına doğru yürüdü. Nihayet kapıya yaklaştı. Sonra (ken­disini saklamak üzere) maşlahına büründü. Sanki bir ihtiyâcım gide-riyordu. Artık insanlar tamâmiyle kaleye girmişti. Bu sırada kale kapıcısı:

— Ey Allah'ın kulu, kaleye girmek istersen hemen gir! Zîrâ ben kapıyı kapamak istiyorum, dedi.

Ben de hemen girdim. Ve (merkeb ahırına) gizlendim. İnsanla­rın kaleye girmesi üzerine kapıcı kapıyı kilitledi ve anahtarları bir di­reğe astı.

İbnu Atîk dedi ki: Ben hemen anahtarlara doğru kalktım, onla­rı alıp kapıyı açtım. Ebû Râfi'in yanında akşamdan sonra gece soh­beti yapılırdı ve bu sohbet kalenin üst katlarında yapılırdı. Bu gece sohbeti sona erip, dostları Ebû Râfi'in yanından dağılınca, ben he­men yanına çıktım. Ve her kapıyı açtıkça iç tarafından sürmeliyor-dum. Düşündüm ki, eğer Ebû Râfi'in adamları beni anlarlarsa onu öldürünceye kadar bu iyi fırsatı bana bırakmazlar. Bu suretle Ebû Râfi'in yattığı odaya kadar vardım. O, karanlık bir oda içinde, aile­sinin arasında (yatmış) idi. Odanın neresinde olduğunu kestiremedim. Anlamak için:

  Yâ Ebâ Râfi'! diye seslendim.

  Kim o? diye cevâb verdi.

Ben hemen sesin tarafına yaklaştım ve kılıcımla ilk darbeyi vur­dum. Fakat dehşet içinde idim, bir iş göremedim. Ebû Râfi' haykır­dı. Ben hemen odadan dışarı çıktım ve kısa bir zaman eğlenip sonra odaya (tekrar) daldım da (sesimi değiştirerek) [98]:

  Bu feryâd nedir yâ Ebâ Râfi'? dedim.

— Anan cehenneme! Sen seslenmeden önce birisi beni oda için­de kılıçla vurdu, dedi.

Abdullah ibnu Atîk dedi ki: Ben ona bir darbe daha vurdum, iyice yaraladım. Fakat yine öldüremedim. Sonra kılıcın keskin ucu­nu onun karnına bastım. Nihayet Ebû Râfi' arkasına devrildi. Bu defa onu öldürdüğümü anladım ve hemen kapıları birer birer açmağa baş­ladım. (Bu suretle savuşup) kale merdiveninin tâ son basamağına var­mıştım. Burada yere ulaştığımı sanarak ayağımı yere attım. (Meğer daha sona gelmemiş olduğumdan) mehtâblı bir gecede merdivenden aşağıya düştüm. Baldırım kırıldı. Hemen bir sargı ile bu kırığı sar­dım, sonra kapının önüne oturdum. Ve kendi kendime:

— Onu öldürüp öldürmediğimi iyice öğreninceye kadar bu gece kaleden çıkmam, dedim.

Horoz Ötmeye başlayınca ölü i'lâncısı kale sûrunun üstünde di­keldi ve:

— Hicaz ahâlîsinin taciri Ebû Râfi'nin Ölümünü bildiririm! di­ye i'lân etti.

Bunun üzerine ben artık arkadaşlarımın yanma gittim. Onlara:

  Artık kurtuluş, Allah Ebü Râfi'i öldürdü, dedim. Nihayet Peygamber'in huzuruna vardım, işi O'na anlattım. (Aya­ğımın kırıldığını duyunca) bana:

  "Ayağını uzat" buyurdu.

Ben de ayağımı uzattım. Rasûlullah ayağımı eliyle sıvazladı. Sanki ayağımdan hiç ağrı duymamışa döndüm.

 

83-.......Ebû Ishâk şöyle demiştir: Ben el-Berâ ibnu Azib(R) den işittim, o şöyle dedi: Rasûlullah (S), Abdullah ibnu Atîk'i ve Abdul­lah ibnu Utbe'yi, beraberindeki birtakım insanlar içinde Yahûdî Ebû Râfi'e (yânî onu öldürmeye) gönderdi. Bu topluluk gittiler, nihayet kaleye yaklaştıklarında, başkanları Abdullah ibnu Atîk, arkadaşla­rına:

— Sizler yerinizde durunuz da ben kaleye gidip duruma baka­yım, dedi.

Abdullah ibn Atîk şöyle dedi: Ben gittim ve kaleye girmek için nâzik hareket ettim. Kale halkı kendilerine âid bir eşek kaybetmiş­ler.

Abdullah ibn Atîk dedi ki: Kaledekiler alaca karanlıkta dışarı çıktılar da o eşeği arıyorlardı.

Abdullah dedi ki: Ben tanınmaktan endîşe ettim.

Yine Abdullah dedi ki: Ben (kendimi saklamak üzere) maşlahımla başımı ve ayaklarımı örttüm. Sanki ben bir hacetimi yerine getiriyor-dum. Sonra kapının sahibi:

— Ben kapıyı kapamadan Önce içeri girmek isteyen girsin! diye nida etti.

Ben de hemen içeriye girdim ve kale kapısının yanındaki eşek ahırının içinde saklandım. Adamları Ebû Râfi'in yanında akşam ye­meği yediler ve yanında oturup konuştular. Nihayet geceden bir müd­det geçti. Sonra adamları kale içindeki kendi evlerine döndüler. Sesler kesilip de hiçbir hareket işitmez olunca, ben (gizlendiğim yerden) dı­şarı çıktım.

Abdullah dedi ki: Ben kapının sahibinin kalenin anahtarını bir oyuk içine koyduğu yeri görmüştüm. Anahtarı oradan aldım ve ka­lenin kapısını açtım.

Abdullah dedi ki: Kendi kendime; Kale halkı beni bilirlerse, di­ye düşündüm de yavaşça yürüdüm. Sonra kale içindeki evlerinin ka­pılarına varıp onları, içlerindekilerin üzerlerine dıştan kilitledim. Sonra bir merdiven içinde üst kata, Ebû Râfi'in yanma çıktım. Bir de gör­düm ki, ev karanlıktır, evin kandili sönmüştür. Adamın nerede ol­duğunu bilemedim. Bu durumda;

Yâ Ebâ-RâfH dedim.

— Kimdir o? dedi.

Abdullah dedi ki: Ben hemen ses tarafına gittim ve ona vuru­yordum. O bağırdı. Fakat vurmam bir iş görmedi.

Abdullah dedi ki: Sonra sanki ona yardım ediyorum gibi geldim de sesimi değiştirerek:

  Neyin var .yâ Ebâ Râfi'? dedim. Ebû Râfi':

— Dikkat et, sana hayret ediyorum, anana veyl olsun! Yanıma bir adam girip beni kılıçla vurdu, dedi.

Abdullah dedi ki: Ben yine ona gidip diğer bir kerre daha vur­dum, fakat vuruşum yine bir iş görmedi. Ebû Râfi' bağırdı ve ev hal­kı ayağa kalktı.

Abdullah dedi ki: Sonra ben sesimi değiştirerek yardım isteyici şeklinde geldim. Onu sırtı üzerine yatmış gördüm. Hemen kılıcı kar­nının içine soktum, sonra üzerinde tersine çevirdim, nihayet kemiğin sesini işittim. Sonra dehşetle dışarı çıktım, nihayet merdivene geldim.

Aşağıya inmek istiyordum ki, merdivenden düştüm, ayağım eklem yerinden çıktı. Hemen ayağımı bir sargı ile sardım. Sonra ben bir ayak üzerinde sekerek arkadaşlarıma geldim ve onlara:

  Sizler gidiniz ve Rasûlullah'a sevinçli haberi bildiriniz. Ben (onun ölümünü haber veren) ölüm i'Iâncısını işitinceye kadar bura­dan ayrılmayacağım, dedim.

Sabahın cihetinde aydınlık olunca ölü i'lâncısı yukarıya çıktı da:

  Ebû Râfi'in ölümünü bildiririm! diye i'lân etti.

Abdullah ibn Atîk dedi ki: Müteakiben ben, bende ayak cihe­tinden hiçbir iztırab olmaksızın kalkıp yürüdüm. Arkadaşlarımın Pey-gamber'e gelmelerinden önce onlara yetiştim, ve Peygamber'e o sevinçli haberi (yânî Ebû Râfi'in öldürüldüğü haberini) verdim " [99].

 

17- Uhud Gazvesi Babı [100]

 

Ve Yüce Allah'ın şu kavli:

"Hani sen, müzminleri muharebeye elverişli yerlerde ta'biye etmek üzere erkenden ailenden (Medine'den) ayrılmıştın, Allah hakkiyle işitendi, kemâliyle bilendi" <Âlu İmrân: 121) [101].

Ve zikri ulu olan Allah'ın şu kavli: "(Ey mü'minler) gevşemeyin, mahzun olmayın. Siz eğer (gerçekten) mü 'min iseniz (düşmanlarınızdan) çok üstünsünüzdür. Eğer size (Uhud'da) bir yara değmiş bulunuyorsa (Bedir'de) o kavme de o kadar yara değmiştir. O günler (öyle günlerdir ki) biz onları insanlar arasında (nevbetleşe nevbetleşe) döndürür dururuz. (Bu da) Allah'ın (ezeldeki) ilmini imân edenlere açıklaması, içinizden şehîdler edinmesi, mü 'minleri tertemiz yapıp kâfirleri helak etmesi içindir. Allah zâlimleri sevmez. Yoksa siz, Allah içinizden savaşanları belli etmeden, sebat edenleri belli etmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? And olsun ki, siz ölümle karşılaşmadan önce onu arzûlamıştınız. İşte onu gerçekten gördünüz de. Şimdi siz ona bakıp

duruyorsunuz" (Âlu İmrân: 139-143) [102].

Ve Allah'ın şu kavli:

"Andolsun ki, Allah'ın size olan va'di -O'nun izni ile onları öldüregeldiğiniz, hattâ sevmekte olduğunuz zaferi de size gösterdiği zamana kadar- yerine gelmişti. (Sonra) siz yılgınlık gösterdiniz, isyan ettiniz, verilen emir hakkında çekiştiniz. İçinizden kimi dünyâyı istiyor, yine içinizden kimi âhir eti diliyordu. Sonra Allah size ibtilâ vermek için sizi onlardan geri çevirdi. (Bununla beraber) sizi muhakkak bağışladı da. Zâten Allah müzminlere bol lütuf ve inayet Sahibidir'^ (Âlu İmrân: 152).

Ve Yüce Allah'ın şu kavli:

"Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. BiVakis onlar Rabbleri katında diridirler. (Allah'ın) lûtfu inayetinden, kendilerine verdiği (şehîdlik mertebesi) ile hepsi de şâd olarak (cennet ni'metleriyle) rızıklanırlar.

Arkalarından henüz onlara katılamayanlar hakkında da: Onlara hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir diye müjde vermek isterler" (Âlu İmrân: 169-170) [103].

 

84-.......Abdullah ibn Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Uhud gününde: "İşte şu atının başını tutmuş (harekete hazır) bulu­nan Cibril'dir, üstünde de harb cihazı vardır" buyurdu [104].

 

85-.......Ukbetu'bnu Âmir (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Uhud şehîdleri üzerine sekiz yıl sonra cenaze namazı kıldı. (Rasûlul­lah ölümünden biraz önce) dirilere ve ölülere veda edici gibiydi. Son­ra (Medine'ye gelip) minbere çıktı da şöyle buyurdu:

— "Ben sizin kevser havuzuna ilk erişeniniz olacağım. Ben sizin Hakk yolundaki hizmetlerinize şehâdet edeceğim. Kıyamet gününde buluşma yeriniz havuzdur. Şübhesiz ben şimdi şu makaamımda ha­vuza bakmaktayım. Emin olunuz ben, sizin müşrik olacağınızdan kor­kar değilim. Lâkin ben sizin üzerinize dünyâya rağbet etmenizden, dünyâ hakkında nefsâniyet yarışına girişip birbirinizle didişmenizden endîşe ederim".

Ukbe ibn Âmir: İşte Rasûlullah'ı bu görüşüm, minber üzerinde O'nu son görüşüm oldu, demiştir [105].

 

86-....... el-Berâ ibn Âzib (R) şöyle demiştir: Biz o gün, yânî Uhud günü müşriklerle karşılaştık. Peygamber (S) okçulardan iba­ret olan bir askerî birliği yerlerine oturttu, başlarına da Abdullah ib-nu Cubeyr'i kumandan ta'ynı etti ve onlara:

  "Bizim düşmanlara gâlib geldiğimizi görseniz de yerleriniz­den ayrılmayın, düşmanların bize gâlib geldiklerini görseniz de yine yerlerinizden ayrılmayın, bize yardım da etmeyin (yânî hiçbir surette mevziini terketmeyin)*1 emrini verdi.

Biz düşmanlarla karşılaşıp harbe girişince, müşrikler bozularak kaçtılar, hattâ ben kadınları bacaklarından örtülerini kaldırmışlar ve ayaklarındaki halkaları meydana çıkmış olarak dağda sür'atle yürü­yüp kaçarlarken gördüm. Bu sırada müslümânlar:

  Ganîmet alın! Ganimet alın! demeye başladılar. Bu durumda Abdullah ibnu Cubeyr:

— Peygamber (S) benden yerlerinizden ayrılmama ahdi aldı, de­di.

Maiyyetindeki okçular dayatınca yüzleri döndürüldü (yânî şaşı­rıp nereye gideceklerini bilemediler). Akabinde müslümânlardan yet­miş kişi şehîd edildi. Ebû Sufyân Sahr ibnu Harb yükseğe çıktı da:

  Topluluk içinde Muhammed var mı? diye seslendi. Peygamber (S):

  "Ebû Sufyân'a cevâb vermeyiniz'' buyurdu. Ebû Sufyân bu sefer:

— Topluluk içinde Ebû Kuhâfe'nin oğlu (Ebû Bekr) var mıdır? dedi.

Peygamber yine:

  "Ebû Sufyân'a cevâb vermeyin" buyurdu. Ebû Sufyân tekrar:

  Topluluk içinde Hattâb oğlu var mıdır? diye sordu.

Bu sorularına cevâb alamayınca Ebû Sufyân, arkadaşlarına dön­dü de:

— Şübhesiz bunlar öldürülmüşlerdir, şayet diri olsalardı cevâb verirlerdi, dedi.

Bu sırada Umer nefsine mâlik olamadı da:

— Yalan söyledin ey Allah'ın düşmanı! Allah seni üzecek -yâhud horlayacak- şeyleri, senin aleyhine bakî kılmıştır, dedi.

Ebû Sufyân:

  Yâ Hubel! Yüksel, işin yükselsin! dedi. Peygamber (S):

  "Ebû Sufyân'a cevâb verin" buyurdu.

  Ne söyleyelim? dediler. Peygamber:

  "Allah en yüksek ve en uludur deyin" buyurdu. Ebû Sufyân:

  Bizim için el-Uzzâ var, sizin Uzzâ'mz yoktur, dedi. Peygamber:

  "Ona cevâb veriniz" buyurdu. Sahâbîler:

  Ona ne söyleyelim? dediler. Peygamber:

  "Allah bizim Mevlâ'mızdır, sizin mevlâmzyoktur deyin" bu­yurdu.

Ebû Sufyân:

— Bu, Bedir gününe mukaabil bir gündür. Harb nevbet nevbet-tir (yânî bir nevbet sizin lehinize, bir nevbet bizim lehimizedir). Siz­den öldürülenlerde kulak ve burun kesilmesi bulacaksınız; bunu ben emretmedim. Bunu emretmemiş olsam da bu müsle işi beni kötüleştirmez, dedi [106].

Bana Abdullah ibnu Muhammed haber verdi. Bize Sufyân ibnu Uyeyne, Amr ibn Dinar'dan tahdîs etti ki, Câbir ibn Abdillah (R):

Birtakım insanlar Uhud gününün sabahında şarâb içtiler, sonra (o şarâb karınlarında iken) şehîd olarak öldürüldüler, demiştir [107].

 

87-.......Bize Şu'be, Sa'd ibnu İbrahim'den; o da babası İbra­him'den haber verdi ki, babası Abdurrahmân ibn Avf oruçlu bulun­duğu bir gün, önüne iftar sofrası getirilmiş. Abdurrahmân ibn Avf (bu zengin sofraya bakıp) şöyle demiştir:

— Mus'ab ibnu Umeyr, (Uhud günü) şehîd edildi. Hâlbuki Mus'-ab, benden çok hayırlı idi. Bu şehîd, kefen yerine bir kaftana sarıl­mıştı ki, bununla başı örtülse ayaklan açılıyordu; ayakları örtülse başı açılıyordu.

Râvî îbrâhîm dedi ki: Öyle sanıyorum ki, babam Abdurrahmân ibn Avf, sözüne şöyle devam etti:

— Yine Uhud'da Hamza da şehîd edildi. O da benden hayırlı idi. (O da böyle kefenlendi. Onlar böyle zühdî bir hayât içinde âhire-te gittiler.) Sonra dünyâdan bize serilen ni'metler önümüze serildi -yâhud da babam: Dünyâdan bize verilen ni'metler verildi-. Biz âhi-ret için kazandığımız hasenelerimizin acele edilip de dünyâda bize ve­rilmiş olmasından endîşe etmişizdir, dedi.  (O şehîdlerin yüksek derecelerine ulaşmanın geciktiğine üzüldü.)

Sonra ağlamaya başladı, hattâ iftar yemeğini terkeyledi [108].

 

88-.......Câbir ibnu Abdillah (R) şöyle demiştir: Bir er kişi Uhud günü Peygamber(S)'e:

— Ben öldürülürsem, benim nerede olacağımı bana haber ver! dedi.

Peygamber:

  "Cennette (olursun)" buyurdu.

Bunun üzerine o kişi, elindeki yemekte olduğu hurmaları hemen yere attı ve sonra harbe girişti de şehîd oluncaya kadar vuruştu [109].

 

89-.......Habbâb ibn Erett (R) şöyle demiştir: Bizler (dünyâyı değil) Allah rızâsını arayarak, Rasûlullah'ın beraberinde hicret ettik. Artık ecrimiz (Allah'ın va'di gereği) Allah'a vâcib oldu. Bizlerden bu­radaki ecrinden hiçbirşey yemeden âhirete geçenler, yâhud gidenler vardır. Bunlardan biri Mus'ab ibnu Umeyr'dir. O, Uhud günü şehîd edildi. Geriye bir kaftandan başka birşey bırakmadı. Biz onun başı­nı bu kaftânıyle örttüğümüzde ayakları meydana çıkıyor, bu kaftan­la ayaklarını örttüğümüzde başı meydana çıkıyordu. Bu yokluk karşısında Peygamber (S) bize:

  "Bu kaftan ile şehidin başını örtün, ayakları üzerine de ızhır denilen ot koyun "; yâhud: "Ayakları üzerine ızhır atın" buyurdu.

Bizlerden, kendilerine hicret meyvesi ulaşan ve bu meyveyi dev-şirenler de vardır [110].

Ve bize Hassan ibnu Hassan haber verdi: Bize Muhammed ibnu Talha tahdîs etti: Bize Humeyd et-Tavîl, Enes ibn Mâlik(R)'ten şöyle tahdîs etti: Enes ibn Mâlik'in amcası Enes ibnu'n-Nadr, Bedir har­binde hernasılsa bulunamamıştı. Bundan dolayı kendisi:

— Ben, Peygamber'in ilk harbinde bulunamadım. Vallahi eğer Allah beni Peygamber'in beraberinde müşriklerle yapılacak harb mey­danında hazır bulundurursa, yapacağım yiğitlik çalışmalarımı, kah­ramanlık faaliyetlerimi Allah elbette herkese gösterecektir, derdi.

Enes ibnu'n-Nadr Uhud harbine katıldı, orada insanlar bozu­lunca:

— Yâ Allah, şunların, yânı müslümânların yaptıkları bozgun­culuktan Sana karşı özür beyân edip kabulünü isterim. Şu müşrikle­rin yaptıkları cinayetlerden de Sana sığınırım, dedi ve kılıcı ile müşriklere doğru ilerledi.

Bu sırada Sa'd ibn Muâz'a rastgelip, ona:

— Ey Sa'd, nereye çekiliyorsun? Muhakkak ki, ben cennetin ko­kusunu Uhud Dağı'nın önünde buluyorum, deyip çarpışmaya geçti ve harb meydanında yiğitlik hârikaları gösterdi; sonunda şehîd edil­di.

İbnu'n-Nadr'in cesedi tanınmadı. Nihayet onu kızkardeşi (er-Rubeyy' bintu'n-Nadr) vücudundaki bir ben'den yâhud parmak uç­larından tanıyabildi. Enes ibnu'n-Nadr'm vücûdunda büyük küçük seksenden fazla mızrak, kılıç ve ok yarası sayılmıştı [111].

 

90-.......Bize İbnu Şihâb tahdîs etti. Bana Hârice ibnu Zeyd ibn Sabit haber verdi ki, kendisi babası Zeyd ibn Sâbit'ten şöyle derken işitmiştir: Ben Kur'ân'ın sahîfelerini Mushaf'a yazdığımız sıra el-Ahzâb Sûresi'nden bir âyeti kaybettim. Ben o âyeti Rasûlullah okur­ken işitip durduğum hâlde yazılı olarak bulamamıştım. Biz o âyeti araştırdık ve nihayet onu, -Rasûlullah'in şâhidliğini iki şâhid yerine tuttuğu- Huzeyme ibn Sabit el-Ensârî'nın yanında bulduk: "Mü 'minler içinde Allah'a verdikleri sözde sadâkat gösteren nice erler var. İşte onlardan kimi adadığını ödedi, kimi de bunu bekliyor. Onlar hiçbir suretle ahidlerini değiştirmediler" (ei-Ahzâb: 23).

En sonu biz bu âyeti de (hey'etin karanyle tevatürü sabit oldu­ğu için) Mushaf'taki sûresine koyduk [112].

 

91-.......Zeyd ibn Sabit (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Uhud gazvesine çıktığı zaman (Medîne ile Uhud arasındaki Şevt bustânın-da) beraberinde yola çıkmış olanlardan birtakım insanlar geri döndüler. Peygamber'in sahâbîleri iki fırka oldular. Bir fırka: Biz bu geri dönen münafıklarla harb ederiz, diyor; diğer fırka da: Biz (onlar müs-lümân oldukları için) onlarla harb etmeyiz, diyordu. Bu görüş ayrılı­ğı üzerine şu âyet indi: "Siz hâlâ niçin münafıklar hakkında -Allah onları kazandıkları (bunca günâhlar) yüzünden tepesi aşağı getirdiği hâlde- iki zümre oluyorsunuz? Allah 'in saptırdığını siz mi doğru yo­la getirmek istiyorsunuz? Allah kimi saptırırsa, artık onun için hiç­bir yol bulamazsın" (en-Nisâ: 88).

Peygamber (S): "Medîne Taybe'dir; ateş gümüşün pisliklerini giderdiği gibi Medîne de günâhları dışarıya atar" buyurdu [113].

 

18- Bâb:

 

"O zaman içinizden iki zümre za'f göster (mek istejmişti. Hâlbuki onların yardımcısı Allah 'ft.

Müzminler ancak Allah'a güvenip dayanmalıdır' (Âlu İmrân: 122).

 

92-.......Câbir ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Şu "O zaman içinizden iki zümre za'f göstermişti..." (Âlu İmrân: 122) âyeti, biz En-sâr1 topluluğu hakkında, yânî Hazrec'den Benû Selime ve Evs'ten Benû Harise toplulukları hakkında inmiştir. Ben, Yüce Allah "Hâlbuki onların yardımcısı Allah'tı" buyurup dururken, bu âyetin bu sebeb-le inmemiş olmasını arzu etmem [114].

 

93-.......Câbir (ibn Abdillah-R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) bana:

  "Yâ Câbir, nikâh ettin mi (yânî evlendin mi).?>> diye sordu. Ben:

— Evet evlendim, dedim. Rasûlullah:

  "Ne ile evlendin; kızla mı yoksa dul ile mi?" diye sordu. Ben:

  Kız ile değil, fakat bir dul ile evlendim, dedim Rasûlullah:

  "Seninle oynaşacak bakire bir kızla evlenseydin yâ!" buyur­du.

Ben de:

— Yâ Rasûlallah! Babam Uhud'da şehîd edildi. O geriye dokuz kız çocuğu bıraktı. Onlar benim dokuz tane kızkardeşierimdir. Ben onlara kendileri gibi bilgisiz, tecrübesiz bir kız getirmemi istemedim de onların saçlarını tarayacak ve onların işlerini görecek bir kadınla evlendim, dedim.

Rasûlullah:

  "Böyle bir kadın almakla isabet ettin, doğru yaptın" buyurdu [115].

 

94-.......eş-Şa'bî şöyle demiştir: Bana Câbir ibnu Abdillah (R) tahdîs etti ki, babası Abdullah ibn Amr ibn Haram Uhud harbinde şehîd edilmiş ve arkasında büyükçe bir borç ile (evlenmemiş) altı ta­ne kız çocuğu bırakmış. Nihayet hurma mahsûlünü kesme zamanı gel­miş.

Câbir dedi ki: Ben Rasûlullah'a geldim de:

— (Yâ Rasûlallah) bilmektesin ki, babam Uhud günü şehîd edil­miş ve ardında çokça bir borç yükü bırakmıştır. Ben alacaklı olan kimselerin Seni görmelerini arzu ediyorum! dedim.

Rasûlullah (S):

  "Sen hurmalığına git ve her çeşit hurmayı bir tarafa yığ!" buyurdu.

Ben gidip hurmaları buyurduğu gibi ayrı ayrı yığdım. Sonra ken­disini çağırdım. Alacaklılar Peygamber'i görünce istedikleri alacağın bu saatte ödenmesini ısrar eder gibi davrandılar. Peygamber onların yapmakta oldukları ısrarı görünce, en büyük yığının etrafında üç de­fa dolaşıp yaklaştı da sonra onun üzerine oturdu. Sonra:

  "Alacaklı arkadaşlarını kendine çağır!" buyurdu.

Artık ölçücü kişi alacaklılar için ölçmeye devam etti. Nihayet Al­lah babam adına, onun emânetini tamamen ödedi. Ben ise kizkar-deşlerime bir tek hurma götürmeyerek, sırf babamın emânetim Allah'ın ödemesinden razı oluyordum. Allah yığınların hepsini selâ­mete çıkardı, hattâ ben Peygamber'in üzerinde durduğu yığma bakı­yordum; ondan bir tek hurma eksilmemiş gibiydi [116].

 

95-.......Sa'd ibn Ebî Vakkaas (R) şöyle demiştir: Ben Uhud günü Rasûlullah'ı, yanında iki kişi olduğu hâlde gördüm. Bu iki kişi Rasûlullah'ı savunmak için harb ediyorlardı, üzerlerinde beyaz elbi­seler vardı. Bunlar-Âdem oğullarının en şiddetli çarpışması gibi sa­vaşıyorlardı. Ben bu iki kişiyi ne Uhud'dan önce, ne de sonra gör­düm [117].

 

96-.......Bize Hâşim ibnu Hâşim es-Sa'dî tahdîs edip şöyle de­di: Ben Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den işittim, şöyle diyordu: Ben Sa'd ibnu Ebî Vakkaas'tan işittim, şöyle diyordu: Peygamber (S) Uhud günü ok kabındaki oklarını çıkarıp bana verdi de: "At (yâ Sa'd)/ Ba­bam anam sana feda olsun!" dedi [118].

 

97-.......Yahya ibnu Saîd el-Kattân şöyle demiştir: Ben Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den işittim, şöyle dedi: Ben Sa'd ibn Ebî Vakkaas-(R)'tan işittim: Peygamber (S) Uhud günü benim için babasını ve ana­sını feda etmekte birleştirdi, diyordu.

 

98-.......Saîd ibnu'l-Müseyyeb şöyle demiştir: Sa'd ibnu Ebî Vak­kaas (R): Yemîn olsun Uhud günü Rasûlullah (S) ana ve babasmı, bun­ların her ikisini de benim için feda etmek üzere bir yere getirdi, dedi. Sa'd ibn Ebî Vakkaas, kendisi harb ederken Rasûlullah'm kendisine hitaben: "Babam ve anam sana feda olsun" dediğini kasdediyor.

 

99-.......Abdullah ibnu Şeddâd şöyle demiştir: Ben Alî ibn Ebî Tâlib'den işittim, şöyle diyordu: Ben Peygamber(S)'in Sa'd'dan başka hiçbir kimseye feda etmek üzere, babasını ve anasını birleştirdiğini işitmedim.

 

100-.......Abdullah ibn Şeddâd'dan: Alî ibn Ebî Tâlib (R) şöy­le demiştir: Ben, Peygamber (S)'in, hiçbir kimseye feda etmek üzere babasını ve anasını birleştirdiğini işitmedim, yalnız Sa'd ibn Mâlik (yânî Ebû Vakkaas) müstesna. Çünkü ben, muhakkak olarak Pey-gamber'in Uhud günü: "Yâ Sa'd, babam anam sana feda olsun, at!" buyurduğunu işittim.

 

101-.......Ebû Usmân Abdurrahmân en-Nehdî: Kendilerinde mu-

kaatele yapılan bu harb günlerinin bâzı saatlerinde Peygamber(S)'in yanında Talha ile Sa'd ibn Ebî Vakkaas'tan başka kimse kalmamış­tır, demiştir.

Bu bilgi, Talha ile Sa'd'ın hadîslerinden alınmıştır.

 

102-.......Muhammed ibnu Yûsuf şöyle demiştir: Ben es-Sâib ibnu Yezîd'den işittim, şöyle dedi: Ben Abdurrahmân ibnu Avf a Tal-ha ibnu Ubeydillah, el-Mıkdâd ibnu'l-Esved ve Sa'd ibn Ebî Vak-kaas'la sohbet edip beraber bulundum. Bunların hiçbirinin Peygam-ber'den hadîs tahdîs ettiğini işitmedim. Yalnız Talha'dan Uhud gü­nünü tahdîs ederken işittim.

 

103-.......Kays ibn Ebî Hazım: Ben Uhud günü Talha'nın ço­lak olan elini gördüm. Talha, bu kesik eliyle Uhud günü Peygam-ber'i koruyordu, demiştir [119].

 

104-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Uhud günü olup da insanlar Peygamber'in yanından dağıldıkları zaman Ebû Talha, Peygamber'in önünde kendi kalkanını Peygamber'e siper yaparak, oradan hiç ayrılmadı. Ebû Talha ok yayım çok sert çeken bir atıcı idi. Uhud günü o, elinde iki yâhud üç yay kırdı. Yanından ok dolu kubur ile geçen kimse olurdu da Peygamber ona: "Ok kabını Ebû Talha'ya boşalt!" derdi.

Enes dedi ki: Peygamber yükselir, askere bakarsa hemen Ebû Talha:

— Babam anam Sana feda olsun, yükselme! Düşman okların­dan bir okun Sana isabet etmesinden korkarım. İşte göğsüm Senin göğsüne siperdir! derdi.

Yine Enes dedi ki: Yemîn olsun ki, ben o tehlikeli Uhud günün­de Ebû Bekr'in kızı Âişe'yi ve anam Ümmü Suleym'i gördüm. Bun­ların her ikisi de eteklerini çemreyip sıvamışlar, ben onların bacakla-rındaki halhallan görüyordum. Onlar su kırbalarını taşıyorlar ve onları yaralı askerlerin ağızlarına boşaltıyorlardı. Yemîn olsun o gün Ebû Talha'nın elinden iki yâhud üç defa kılıcı düşmüştü [120].

 

105-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Uhud günü olduğu zaman müşrikler bozulunca Allah'ın la'neti üzerine olası İblîs, müslümân-lara:

— Ey Allah'ın kulları, arka tarafınızda bulunanlarınızdan sakı­nın! diye bağırdı.

Bu bağırma üzerine müslümân ordusunun öncüleri, arkaların­da bulunanları müşriklerden sanarak geriye döndüler. Akabinde ön­cüler ve arkalarından gelenler birbirlerini öldürmeye giriştiler. Bu sırada Huzeyfe ibnu'l-Yemân bir de baktı ki, babası Yemân'ı müslümanlar müşriklerden sanarak öldürmekteler. Bu anda Huzeyfe:

— Ey Allah'ın kullan! Bu babamdır, bu babamdır; onu öldür­meyin! dedi.

Urve dedi ki: Âişe şöyle dedi: Allah'a yemîn ederim ki, müslü-mânlar ondan ayrılmadılar ve nihayet onu öldürdüler, Huzeyfe, müs-lümânların bir yanlışlıkla babasını öldürmelerine karşı yalnız:

Sizi Allah mağfiret etsin. O, acıyan­ların en acıyıcısıdır" (Yûsuf: 92) demekle yetindi.

Urve dedi ki: Vallahi Huzeyfe Azîz ve Ceiîl olan Allah'a kavu­şuncaya kadar, babasını öldüren için yaptığı duâ ve istiğfardan olan hayrın bakiyyesi, yânî üzüntüsü Huzeyfe'de devam edip durmuştur [121].

"Basurtu"; "Basiretten bir iş hakkında bildim"; "Absartu" ise "Gözün görmesinden gördüm" demektir. "Basartu" ve "Absartu" bir ma'nâyadır da denilir [122].

 

19- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

"Hakikat iki ordu karşılaştığı gün içinizden geri dönenler (yok mu?) Onları irtikâb ettikleri bâzı şeyler yüzünden ancak şeytân kaydırmak istedi. Andolsun Allah (yine) onları affetti. Çünkü Allah, şübhesiz çok mağfiret edicidir, çok şefkatlidir" (âiu imrân: 155) [123].

— Bilirsin ki, Usmân, Bedir'den kaybolup, Bedir harbinde ha­zır bulunmamıştır, dedi.

İbnu Umer:

— Evet bilirim, dedi. Yine o zât:

— Bilirsin ki Usmân, Bey'atu'r-Rıdvân'dan da geriye kalmış ve o bey'atte hazır bulunmamıştı, dedi.

İbn Umer:

— Evet bilirim, dedi.

Râvî dedi ki: Bu cevâblar üzerine o zât kendi fikrine uygun ce-vâblar aldığını sanıp, bunları beğenerek:

— Allâhu Ekber! diye tekbîr getirdi.

îbn Umer (onun yanlış düşüncelerini değiştirmek üzere) şöyle de­miştir:

— Buraya gel de sorduğun şeylerin hakîkatini sana haber vere­yim ve açıklayayım: Usmân'ın Uhud günü kaçması keyfiyetine ge­lince; ben şehâdet ederim ki, Allah (bütün müslümânlarla birlikte) ondan bu kusuru affetmiştir [124]. Bedir'den kaybolmasına gelince; Ra-sûlullah'ın kızı Rukayye, Usmân'ın nikâhı altında idi ve hasta bulu­nuyordu [125]. Peygamber, Usmân'a hitaben: "Senin için Bedir'de bulunan bir gâzî sevabı ve bir gâzî ganimet payı vardır " buyurup ona izin vermişti. Rıdvan Bey'ati'ndan uzak kalması da (Mekke'ye vazîfe ile gönderilmiş olmasındandır). Şu muhakkak ki eğer Mekke vadisinde Usmân ibn Affân'dan daha azîz (yânî şerefli ve nüfuz sa­hibi) bir kimse bulunsaydı, elbette Rasûlullah, Usmân'ın yerine onu gönderirdi. Rasûlullah, Usmân'ı Mekke'ye gönderdi ve Usmân Mek­ke'ye gittikten sonra Rıdvan Bey'atı yapıldı. Usmân'ın bu şerefli bey'-attan mahrum olmaması için Peygamber sağ elini işaret ederek: "İşte bu, Usmân'ın elidir" buyurup, onunla sol eli üzerine vurdu da: "İş­te bu, Usmân'ın bey'atıdır!" buyurdu.

Abdullah ibn Umer o zâta (bu bilgileri verdikten sonra):

— Artık sana verdiğim bu cevâblarla beraber şimdi gidebilirsin, dedi.

 

20- Bâb:

 

"O vakit siz (harb meydanından) boyuna uzaklaşıyor, bir kimseye dönüp bakmıyordunuz* O Rasûl ise arkanızdan sizi çağırıyordu. Bunun üzerine Allah sizi keder üstüne kederle cezalandırdı, (Allah'ın sizi affetmesi) ne elinizden gidene, ne de başınıza gelene esef etmemeniz içindir. Allah ne yaparsanız hakkıyle haberdârdır" (ÂIu İmrân: 153).

Âyetteki "Tus'idune", "Es'ade"den olup "Gidiyordunuz" demektir. Sulâsî olan "Sa'ide" ise "Evin üstüne çıktı, yânî yükseldi" demektir.

 

107-.......Ebû İshâk dedi ki: Ben el-Berâ ibn Âzib(R)'den işit­tim, şöyle dedi: Rasûlullah'ın (başlıktaki âyette bildirilen) bu çağrısı Uhud günü piyadelerin arka tarafına yerleştirdiği ve Abdullah ibn Cu-beyr'in kumandasına verdiği okçulara âid idi. Onların bâzısı bozul­muşlar olarak kaçtıkları zaman, Rasûlullah (S), onların arkalarından ("Ey Allah'ın kulları, bana geliniz! Ey Allah'ın kulları, bana geliniz Her kim dönüp gelirse ona cennet vardır!" diye) onları çağırıyordu [126].

 

21- Bâb:

 

"Sonra o kederin ardından Allah üzerinize Öyle bir emînlik, öyle bir uyku indirdi ki, o, içinizden bir zümreyi örtüp buruyordu. Bir zümre de canları sevdasına düşmüştü [127]. Allah'a karşı câhiliyet zannı gibi hakka aykırı bir zann besliyorlar ve: 'Bu işten bize ne?' diyorlardı. 'Bütün iş Allah'ndır!'de. Onlar sana açıklayamayacaklarını içlerinde saklıyorlar ve: 'Bize bu işten birşey (bir pay) olsaydı burada Öldürülmezdik' diyorlardı. Onlara şöyle de: 'Siz evlerinizde olsaydınız bile, üzerlerine öldürülmesi yazılmış olanlar yine muhakkak yatacakları (öldürülecekleri) yerlere çıkıp gideceklerdi. (Allah bunu) göğüslerinizin içindekini yoklamak, yüreklerinizdekini temizlemek için yaptı. Allah, sineler deki özü hakkıyle bilendir" (Âiu îmrân: 154)

Ve bana Halîfe ibnu Hayyât söyledi: Bize Yezîd ibnu Zuray' tah-dîs etti: Bize Saîd ibn Ebî Arûbe, Katâde'den; o da Enes'ten tahdîs etti ki, Ebû Talha (R) şöyle demiştir: Ben, Uhud günü kendisini uy­ku bürüyen kimseler içinde idim. Birkaç defa elimden kılıcım düşün­ceye kadar uykuya dalmıştım. Kılıcım düşerdi, ben de onu alırdım, Tekrar düşerdi, ben yine alırdım [128].

 

22- Bâb:

 

"İşten hiçbir şey sana âid değildir. Allah ya onların tevbesini kabul eder, yâhud onları, kendileri zâlim kimseler oldukları için azâblandırır" (âiu imrân: 128).

Humeyd et-Tavîl ile Sabit el-Bunânî söylediler ki1[129], Enes ibn Mâlik şöyle demiştir: Uhud günü Peygamber(S)*in başı yarıldı da "Peygamberlerini yaralayan bir kavim nasıl kurtulur?" dedi. Bunun üzerine "İşten hiçbirşey sana âid değildir... " (âiu î 128) âyeti indi.

 

108-.......Salim, babası Abdullah ibn Umer'den tahdîs etti ki, o, Rasûlullah (S) -yaralanıp dişi kırılınca- sabah namazının son rek'-atinde rukû'dan başını kaldırınca "Semiallâhu limen hamidehu. Rab­bena leke'l-hamdu (= Allah kendisini öven kişinin övgüsünü işitti. Ey Rabb'imiz, övülme yalnız Senin hakkındır)" dedikten sonra: "Yâ Allah! Futana, Fulâna ve Fulâna la'net eyle" derken işitmiştir. Bu­nun üzerine Azîz ve Celîl olan Allah: 'i'İşten hiçbirşey sana âid değil­dir. Allah ya onların tevbesini kabul eder, yâhud onları, kendileri zâlim kimseler oldukları için azâblandırır" (Âiu imrân: 128) âyetini indirmiş-tir.

Ve Hanzala ibn Ebî Sufyân'dan: O da şöyle demiştir: Ben Salim ibn Abdillah'tan işittim, şöyle diyordu: Rasûlullah (S), Safvân ibn Umeyye, Sehl ibnu Amr, el-Hâris ibn Hişâm aleyhine beddua eder­di . Bu beddua üzerine: ''İşten hiçbirşey sana âid değildir... " âyeti so­nuna kadar indi [130].

 

109-.......Ve Sa'lebetu'bnu Ebî Mâlik şöyle demiştir: Umer ibnu'I-Hattâb (R) bir kerresinde Medîne kadınlarından birtakım ka­dınlar arasında yünden yâhud ipekten yapılmış kadın elbiseleri da­ğıttı da, o elbiselerden iyi bir elbise artakaldı. Yanında bulunan kim­selerin bâzısı Umer'e:

— Ey Mü'minlerin Emîri, şunu da senin yanında bulunan Ra-sûlullah'ın kızma ver, dediler.

Ve onunla, Umer'in zevcesi olan Alî'nin kızı Ümmü Kulsüm'ü kasdediyorlardı. Umer de:

— Bu elbiseye Ümmü Selît daha lâyıktır. Ümmü Selît, Rasûlul-lah'a bey'at eden Ensâr kadınlarındandır, dedi de bu daha lâyık olu­şun sebebini şöyle belirtti:

— Çünkü Ümmü Selît, Uhud günü bizim için su kırbalarım di­kerdi (onları yüklenir taşırdı) [131].

 

24- Hamza İbn Abdilmuttalib(R)'İn Öldürülmesi Babı

 

110-....... Amr ibnu Umeyye ed-Damrî'nin oğlu Ca'fer şöyle demiştir: Bir ara ben, Übeydullah ibn Adiyy ibni'l-Hıyâr ile seyaha­te çıktım. Hımıs'a vardığımızda Übeydullah bana:

— Vahşî'yi görmek ister misin? Ona Hamza'yı öldürmesini so­rarız, dedi.

Ben de:

  Evet, dedim.

O sırada Vahşî Hımıs'ta oturuyordu. Biz Vahşî'nin nerede bu­lunduğunu sorduk. Bize şu köşkün gölgesinde oturan Vahşî'dir diye gösterildi. O, büyük bir yağ tulumu gibi semiz (kızıl gözlü) bir kişi idi. Yanına gittik, biraz irkilip selâm verdik, selâmımızı karşıladı. Übeydullah o sırada sarığını yüzüne, başına dolamıştı. Vahşî onun yalnız gözleriyle ayaklarını görüyordu. Ubeydullah ona:

— Ey Vahşî, beni tanıyor musun? diye sordu.

Vahşî, Ubeydullah'ı şöyle gözüyle süzdükten sonra, şöyle dedi:

— Hayır vallahi tanımadım. Yalnız bilmekte olduğum bir hu­sus, şudur: Adiyy ibnu'l-Hıyâr (soran Ubeydullah'm babası), Ebü'l-I'ys kızı Ümmü Kıtal denilen bir kadınla evlenmişti. Bu kadın Mek­ke'de Adiyy'e bir oğlan doğurmuştu. Ben de bir süt ana arayıp bul­muş ve bu çocuğu anasıyle beraber taşıyıp süt-anaya götürmüştüm (Deve üstünde o çocuğun ayaklarını görmüştüm). Ayakların o çocu­ğun ayakları gibi olduğu için, ayaklarına dikkatle baktım ) [132].

Hadîsin birinci râvîsi Ca'fer şöyle dedi: Bunun üzerine Ubeydul­lah, yüzünden sarığı açtı. Sonra Vahşî'ye:

— Artık şimdi bize Hamza'nın öldürülmesini anlatır mısın? de­di.

Vahşî:

— Evet, diyerek şöyle anlattı: Hamza, Bedir harbinde Tuayme ibn Adiyy ibni'l-Hıyâr'ı öldürmüştü. Efendim olan Cubeyr ibn Mut'ım bana: Eğer amcam Tuayme'ye karşılık Hamza'yı öldürürsen sen hürr-sün, dedi.

Vahşî dedi ki:

— Ayneyn yılı insanlar Medîne'ye sefere çıkınca -Ayneyn, Uhud Dağı yanında bir dağdır; bununla Uhud arasında bir vâdî vardır- ben de onlarla beraber o harbe çıktım. İnsanlar harb nizâmında saff olup sıralandıkları zaman (Kureyş tarafından) Sibâ' ortaya çıktı ve cenk edecek bir mubâriz istedi.

Vahşî dedi ki:

  Ona karşı Abduhmıttalib'in oğlu Hamza ortaya çıktı da:

  Ey Sibâ'! Ey kadın sünnetçisi olan Ümmü Enmâr'ın oğlu! Allah'a ve Rasûlü'ne muhalefet etmek mi istersin? dedi.

Vahşî dedi ki:

— Sonra Sibâ' üzerine yürüdü. Sibâ' giden dünkü gün gibi yok oldu (yânî Hamza onu öldürdü).

Vahşî dedi ki:

— Bu sırada ben Hamza'yı vurmak için bir taş arkasına gizlen­dim. Hamza bana yaklaşınca harbemi (kısa mızrağımı) ona attım ve mızrağımı Hamza'nın kasığına yerleştirdim. Mızrak Hamza'nın tâ iki uyluk üstünün arkasından çıkmıştı. İşte bu mızrak Hamza'yı olduğu yere çökertti (yânî onu öldürdü). Mekkeliler harbden dönerlerken ben de onlarla beraber geri döndüm. Ve Mekke'de İslâm Dîni yayılın-caya kadar orada oturdum. Sonra (Mekke'nin fethi üzerine) Taife kaçıp gittim. O sırada Tâifliler (toptan İslâm'a girdiklerini arzetmek üzere) Allah'ın Rasûlü'ne elçi gönderdiler. Bana da (korkma git), Rasûlullah hiçbir elçiyi ürkütmez denildi [133]. Ben de elçi hey'etiyle be­raber yola çıktım. Tâ Rasülullah'ın huzuruna kadar vardım. Rasû-lullah beni görünce:

  "Sen Vahşî misin?" buyurdu. Ben:

  Evet, dedim. Rasûhıllah:

  "Hamza'yı sen mi öldürdün?" buyurdu.

  Bu iş sana erişen haber şeklinde oldu, dedim. Rasûlullah:

  "Yüzünü benden kaybetmeye (yânı saklamaya) gücün yeter mi?" buyurdu.

Vahşî dedi ki:

— Ben de hemen huzurdan çıktım. Rasûlullah vefat edip de (Ebû Bekr zamanında) Museylimetu'l-Kezzâb çıkınca (kendi kendime) tam sırasıdır, muhakkak ben Museylime'ye karşı çıkarım. Umarım ki ben Museylime'yi öldürürüm de bu hizmetimle Hamza'ya karşı işlediğim cinayeti karşılarım, dedim. Ve Museylime üzerine sevk olunan ordu ile hareket ettim. Bu muharebede gâlib ve mağlüb olan oldu. Ben de birden yıkık bir duvarın karaltısında bir kişinin (Museylime'nin) dur­duğunu gördüm. O sanki esmer bir deve renginde yüzü kül gibiydi, başının saçı da dağınık bir hâlde idi.

Vahşî dedi ki:

— Ben hemen (Hamza'yı vurduğum) harbemi ona attım ve har­bemi onun iki memesi arasına yerleştirdim. Nihayet harbem onun iki küreği arasından çıktı.

Vahşî dedi ki:

— Bunun üzerine Ensâr'dan bir kişi ona doğru koştu ve başına kılıçla vurdu [134].

Abdulazîz ibn Abdillah ibn Ebî Seleme geçen senedle dedi ki: Abdullah ibnu'1-Fadl şöyle dedi: Bana Süleyman ibnu Yesâr haber verdi ki, kendisi Abdullah ibnu Umer'den şöyle derken işitmiştir: Museylime'nin öldürülmesi üzerine bir evin arkasından bir câriye ağla­yarak:

— Vâh Emîru'l-Mü'minîn'e yazık oldu! Onu siyah bir köle (yâ-nî Vahşî) öldürdü, diye matem etti [135].

 

25- Uhud Günü Peygamber(S)'E İsabet Eden Yaralar Babı

 

111-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Uhud günü rabâiye dişini işaret ederek: "Peygamberlerine şu cinayeti işle­yen bir kavim hakkında Allah 'in intikaamı şiddetli oldu" buyurdu.

Yine Rasûlullah; "Allah Elçisi'nin (kendi eliyle) Allah yolunda öldüreceği kişi hakkında Allah 'in intikaamı şiddetli oldu " buyurdu.

 

112-.......İbnu Abbâs (R): Peygamber'in (kendi eliyle) Allah yolunda öldürdüğü kişi üzerine Allah'ın gazabı şiddetli oldu. Allah Peygamberi'nin yüzünü yaralayıp kan akıtan bir kavim üzerine Al­lah'ın öfkesi şiddetli oldu, demiştir [136].

 

26-Bâb

(Bu geçen bâbdan bir fasıl gibidir.)

 

113-.......Ebû Hazım, Sehl ibn Sa'd'dan işitmiştir. Şehre Rasûlullah'ın yarasından soruldu da şöyle dedi:

— Dikkat edin, vallahi ben Rasûlullah'ın yarasını yıkamakta ola­nı, suyu dökmekte olanı ve yaranın ne ile tedâvî edildiğini pek iyi bi­liyorum.

Sehl dedi ki:

— Rasûlullah'ın kızı Fâtıma aleyhi's-selâm yarayı yıkıyordu, Alî de kalkan ile suyu döküyordu. Fâtıma suyun kanı artırmaktan baş­ka birşey yapmadığım görünce oradaki bir hasır parçasını alıp yaktı ve o yanığı yaranın üzerine bastı da böylece kanın akması durdu. O gün Peygamber'inrabâiye dişleri kırıldı, yüzü yaralandı ve başında­ki miğferi de kırıldı.

 

114-....... İbn Abbâs (R): Bir peygamberin öldürdüğü kişiye Allah'ın öfkesi şiddetli oldu. Allah Elçisi'nin yüzünü kanatan kimse üzerine de Allah'ın öfkesi şiddetli oldu, demiştir.

"Allah'ın ve Rasûlü'nün da'vetine icabet edenler... " (Âlu İmrân: 172).

 

115-.......Âişe (R) şu âyetin inme sebebini bildirmek üzere şöy­le demiştir: "Kendilerine yara isabet ettikten sonra yine Allah 'in ve Rasülü 'nün da 'vetine icabet edenler, içlerinden iyilik yapanlar ve (fe­nalıktan) sakınanlar için pek büyük mükâfat vardır" (Âiu imrân: i?2).

Âişe, Zubeyr'in oğlu Urve'ye:

— Ey kızkardeşimin oğlu! Baban Zubeyr ile Ebû Bekr, bu âyet­te bildirilen bahtiyar mü'minlerdendir, demiş ve şöyle devam etmiştir:

— Uhud günü Rasûlullah'a isabet eden istenilmedik fenalık eriş­tiği, müşrikler de geri dönüp gittikleri zaman Rasûlullah, onların tekrar Medine üzerine dönmelerinden endîşe etmişti. Bu sebeble: "Düşman­ların ardısıra kim gidip onları ta'kîb eder?" buyurdu. Bu da'vet üze­rine sahâbîlerden yetmiş kişi icabet etti ki, Ebû Bekr ile Zubeyr bunların içinde idiler [137].

 

28- Uhud Günü Müslümanlardan Öldürülen Kimseler Babı:

 

Hamza ibnu Abdilmuttalib, el-Yemân, Enes ibnu*n-Nadr, Mus'ab ibnu Umeyr onlardandır.

 

116-.......Katâde ibn Diâme: Ben Arab kabîleleri içinde Ensâr'dan daha çok şehîd vermiş ve kıyamet günü onlardan daha azîz olmuş hiçbir kabîle bilmiyorum, demiştir.

Yine Katâde birinci sözünün şahinliğine delîl getirerek şöyle de­miştir: Bize Enes ibn Mâlik tahdîs etti ki, Uhud günü onlardan, yânî Ehsâr'dan yetmiş kişi; Maûne Kuyusu günü de yetmiş kişi; Yemâme gününde de yetmiş kişi öldürülmüştür.

Katâde: Maûne Kuyusu vak'ası Rasûlullah'ın zamanında oldu. Yemâme günü, Ebû Bekr zamanında Yalancı Peygamber Museylime ile harb yapılan gündür, demiştir [138].

 

117-.......Câbir ibn Abdillah (R) şöyle haber vermiştir: Rasûlulah (S) Uhud şehîdlerinden ikişer kişiyi bir kabirde yerleştiriyor­du  [139]. Ve bize:

  "Bunların hangisi Kur'ân'ı daha çok öğrenmiştir?" diye so­ruyordu.

Bu çift şehîdlerden birisine işaret edilince, onu kabre önce ko­yuyordu. Ve sonra:

  "Kıyamet gününde ben bu mücâhidlerin hayâtlarım dîn yo­lunda feda ettiklerinin şahidiyim" buyurdu.

Sonra da bu şehîdlerin yıkanmadan ve üzerlerine namaz kılın­madan, kanlan içinde gömülmelerini emretti.

Ebû'l-Velîd de Şu'be'den söyledi ki, İbnu'l-Munkedir şöyle de­miştir: Ben Câbir'den işittim, şöyle dedi: Babam Uhud'da şehîd edil­diği zaman ben ağlamağa ve elbiseyi onun yüzünden açmaya başladım. Peygamberin sahâbîleri de beni ağlamaktan men' ediyorlardı. Hâl­buki Peygamber men' etmedi. Peygamber (S):

  "Ona ağlama -yâhud: Ona ne ağlıyorsun-! O şehîd kaldırı­lıncaya kadar melekler kanatlanyle onu gölgelendirmekte devam ettiler" buyurdu [140].

 

118-.......Ebû Mûsâ(R)'dan: el-Buhârî yâhud şeyhi Muhammed ibnu'1-Alâ: Peygamber'den söylediğini, yânî hadîsi Peygamber'e yük­selttiğini zannediyorum, demiştir. Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Ben ru'yâmda şöyle gördüm: Ben bir kılıç salladım, akabinde kılıcın göğsü kırıldı. İşte bu, Uhud günü musibete uğrayan müminlerdir. Sonra ben o kılıcı başka bir defa daha salladım. Bu sefer kılıç olduğundan daha güzel bir hâle döndü. Bu da Allah'ın feih ve mü'minlerin birleşip toplanmaları nev'înden getirmiş olduğu güzel sonuçlardır. Ben yine ru'yâda birtakım sığırlar gördüm. Allah hayırdır (yânı Allah'ın yapması hayırdır). Gördüm ki o sığırlar, Uhud günü şehîd edilen mü'minlermiş" [141].

 

119-.......Habbâb ibnu'l-Erett (R) şöyle demiştir: Biz Allah'ın rızâsını isteyerek Peygamber ile hicret ettik. Artık ecrimiz (va'di ge­reği) Allah'a vâcib oldu. Bizlerden kimisi de bu ücretten hiçbirşey ye­meden geçti, yâhud âhirete gitti. Mus'ab ibn Umeyr işte bunlardan birisidir. Mus'ab Uhud günü şehîd edildi. O arkasında bir kaftan­dan başka birşey bırakmadı. Biz o kaftanla Mus'ab'ın başını örttü­ğümüzde ayakları meydana çıkıyor, ayaklarını örttüğümüzde ise başı meydana çıkıyordu. (Bu yokluk karşısında) Peygamber (S) bize: "Bu kaftanla başım örtün de ayaklan üzerine ızhır otu koyun -yâhud: ayak­ları üzerine ızhır otundan atın-" buyurdu. Bizden kendilerine hicret meyvesi erişenler de vardır ki, onlar da bu meyveyi devşirmektedir­ler  [142].

 

29- Bâb:

 

"Uhud bizi sever, biz de onu severiz".

Bu sözü Abbâs ibnu Sehl, Ebû Humeyd'den; o da Peygamberden olmak üzere söylemiştir [143].

 

120-.......Katâde, Enes(R)'ten şöyle dediğini işitmiştir: Peygam­ber (S): "İşte şu bizleri seven ve bizim de kendisini sevmekte olduğu­muz bir dağdır" buyurdu [144].

 

121-.......Bize İmâm Mâlik, el-Muttalib'in mevlâsı olan Amr ibn Ebî Arnr'dan; o da Enes ibn Mâlik(R)'ten şöyle haber vermiştir: Rasûlullah (S), kendisine Uhud göründüğünde: "Bu, bizleri seven ve bizim de kendisini sevmekte bulunduğumuz bir dağdır. Yâ Allah! Şüb-hesiz İbrahim Peygamber Mekke'yi harem kılmıştır. Ben de Medi­ne'nin iki kara taşlığı arasındaki sahayı harem kıldım" sözlerini söyledi.

 

122-.......Ukbetu'bnu Âmir(R)'den (o şöyle demiştir): Peygam­ber (S) -vefatına yakın- bir gün çıkıp Uhud şehîdlerine ölü üzerine namaz kılar gibi namaz kıldı. Sonra (Medine'ye) gelip minbere çıktı ve bir hutbe yaptı da şunları söyledi: "Ben sizin Kevser havuzuna ilk erişeniniz olacağım. Sizin hakk yolundaki hizmetlerinize şâhidiik ede­ceğim. Şübhesiz ben şu anda (cennetteki) havuzumu görüyorum. Ve yine muhakkak şu anda bana arzın hazînelerinin anahtarları -yâhud arzın anahtarları- verildi. Vallahi ben vefatımdan sonra sizin müş-rikliğe gireceğinizden endîşe etmem, yalnız sizin dünyâ hırsı ile nef-sâniyet güdüp didişmenizden korkarım" [145].

 

30- Racî' Gazvesi, Rtl Ve Zekvân Kabileleri Gazvesi, Maûne Kuyusu Gazvesi İle Adal Ve El-Kaare Kabileleri Hadîsi, Âsim İbn Sabit Hadîsi, Hubeyb Ve Arkadaşları Hadîsi Babı

 

Magâzî allâmesi Muhammed ibn İshâk: Bize Asım ibn Umer, Racf gazvesinin Uhud'dan sonra olduğunu tahdîs etti, demiştir [146].

 

123- Bana îbrâhîm ibn Mûsâ tahdîs etti: Bize Hişâm ibn Yûsuf es-San'ânî, Ma'mer ibn Râşid'den; o da ez-Zuhrî'den; o da Amr ib-nu Ebî Sufyân es-Sakafî'den haber verdi ki, Ebû Hureyre (R) şöyle  demiştin/Peygamber (S) on kişilik bir keşif birliği hazırladı da, bun­ların başına Umer ibnu'l-Hattâb'ın oğlu Âsım'ın (ana tarafından) de­desi olan Âsim ibn Sabit el-Ensârî'yi kumandan yaparak gönder­di [147]. Bunlar hareket ettiler. Nihayet bu birlik Mekke ile Usfân ara­sında oldukları zaman, bunlar, Huzeyl kabilesinden Lıhyân oğulları denilen bir obaya zikrolunup haber verildiler. O kabile halkı yüze yakın atıcı kişi ile bunları yakalamak için arkalarından gittiler. Onların ayak izlerinin ardına düştüler. Nihayet keşif birliğinin konaklamış olduk-lan bir menzile geldiler ve orada, keşif birliğinin Medine'den azık ola­rak yanlarına almış oldukları hurma çekirdeklerini buldular. Bunun üzerine; "İşte bunlar Yesrib hurmalarıdır" dediler ve tekrar seriyye-nin izleri ardına düştüler. Sonunda seriyyedekilere ulaştılar. Âsim ve arkadaşları son noktaya vardıkları zaman yüksek bir tepeye sığındı­lar. Ta'kîb eden Lıhyân oğulları topluluğu gelip onları çepçevre ku­şattılar ve:

— Size ahd ve mîsâk vardır, eğer bize inerseniz sizden hiçbir kim­seyi öldürmeyeceğimize söz veriyoruz, dediler.

Bunun üzerine Âsim (kendi arkadaşlarına):

— Bana gelince, ben bir kâfirin zimmetine (yânî ahdine) inmem! dedikten sonra: Yâ Allah! Peygamberi'ne bizden haber ver! dedi.

Âsim ve arkadaşları müşriklerle çarpıştılar. Nihayet müşrikler yedi nefer mücâhid içinde Âsım'ı oklarla öldürdüler ./Geriye Hubeyb, Zeyd ve diğer bir kimse kaldı. Müşrikler onlara (öldürmeyeceklerine dâir) ahd ve yemin verdiler. Müşrikler onlara bu ahdi ve yemini ve­rince, bu mücâhidler sığındıkları tepeden müşriklerin yanına indiler. Müşrikler mücâhidleri ele geçirdikleri zaman yaylarının kirişlerini çö­züp bunlarla mücâhidleri bağladılar. Bunun üzerine iki mücâhidin beraberinde bulunan o üçüncü kişi -ki o, Abdullah ibn Tarık'tır-:

— İşte bu ilk zulümdür, dedi de onlarla beraber gitmeyi kabul etmeyip diretti.

Müşrikler de onu sürüklediler ve kendileriyle gitmesi üzerine ça­balayıp dürüştüler. O da gitme işini yapmadı. Bunun üzerine onu da  öldürdüler. Hubeyb ile Zeyd'i de götürüp, nihayet onları Mekke'de sattılar/Hubeyb'i el-Hâris ibn Nevfel oğulları satın aldı. Hubeyb, Be­dir günü el-Hâris ibn Âmir'i öldürmüş idi. Hubeyb, el-Hâris oğulla-rı'nın yanında (haram aylar geçinceye kadar) esîr olarak kaldı. Nihayet onu öldürmeye karâr verip ittifak ettiklerinde, Hubeyb etek ve kol­tuk altı kıllarını gidermek için el-Hâris kızlarının birinden bir ustura ariyet istedi. Kadın ona usturayı ariyet verdi.

Kadın şöyle demiştir:

— Bu arada ben farkında değilken benim çocuğum, Hubeyb'in yanma yürümüş ve onun yanına varmış. Hubeyb de (elinde ustura olduğu hâlde) çocuğu baldırı üzerine koymuş. Ben çocuğumu bu va­ziyette görünce Hubeyb onu ustura ile kesecek diye çok şiddetle kork­tum. Hubeyb, elinde ustura olduğu hâlde benim bu korkumu anladı

da:

— Çocuğu öldüreceğimden mi korkuyorsun? înşâallah ben o işi

yapacak değilim, dedi.

Zeyneb adındaki o kadın şöyle demiştir:

— Ben a'slâ Hubeyb'den daha hayırlı bir esîr görmedim. Yemîn olsun bir gün ben onu kendisi demirle bağlı olduğu hâlde elinde bir üzüm salkımından yerken görmüşümdür. Hâlbuki o zaman Mekke'­de bu meyve hiç yoktu. Bu ancak Allah'ın Hubeyb'e ihsan ettiği bir rızktır.

Nihayet Hubeyb'i Hıll'de öldürmek için Harem'den çıkardıkla­rında Hubeyb onlara:

  Beni serbest bırakın da iki rek'at namaz kılayım, dedi. Sonra namazdan ayrılıp onların yanına vardı da:

— Eğer bende ölümden bir korku olduğunu düşünmeniz olma­saydı, muhakkak namazı artırırdım, dedi.

İşte böylece Hubeyb, öldürülme sırasında iki rek'at namaz kıl­mayı kaanûnlaştıran ilk kimse olmuştur [148]. Bundan sonra Hubeyb:

  Yâ Allah, onların hepsini say, Onları dağınık dağınık öldür;

Onlardan hiçbirini diri bırakma, diye beddua etti. Bundan sonra da şu mealdeki beyitleri söyledi:

  Ben müslümân olarak öldürülürken buna aldırmam, Çünkü ölümüm hangi yerde olsa Allah içindir.

Bu ölüm Allah'ın Zâtı (O'nun rızâsını arama) yolundadır.

Eğer O isterse parça parça edilmiş cesedin eklemleri üzerine de bereketler ihsan eder.

Bundan sonra Ebû Sirvaa Ukbe ibnu'I-Hâris, Hubeyb'e doğru J:alktı ve onu öldürdü.

Kureyş, birlik kumandanı Âsım'ın öldürüldüğünü kendisiyle ta­nıyacakları bir şeyin; onun cesedinden bir parçanın kendilerine geti­rilmesi için Âsım'ın cesedine elçiler gönderdiler. Âsim, Bedir günü onların büyüklerinden birini (Ukbe ibn Ebî Muayt'ı) öldürmüştü. Al­lah, Âsım'ın üzerine bal arısı veya eşek arısından gölgelik gibi birşey gönderdi de Âsim'ı onların elçilerinden korudu. O elçiler, Âsım'ın cesedinden birşey kesip almaya muktedir olamadılar.

Bize Abdullah ibn Muhammed tahdîs etti: Bize Sufyân ibnu Uyey-ne, Amr ibn Dinar'dan tahdîs etti ki, o da Câbir ibn Abdillah'tan: Hubeyb'i öldüren kişi Ebû Sirvaa'dir, derken işitmiştir [149].

 

124-....... Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S), kendilerine "Kurrâ" adı verilen yetmiş Kur'ân hafızı bilgili kişiyi Kur'-ân ve İslâm'ı öğretme ihtiyâcı için bâzı kabilelere göndermişti. Bun­lara Maûne Kuyusu denilen bir kuyunun yanında Suleym oğullan'ndan iki kabile, Rı'l ve Zekvân kabileleri karşı çıktılar. Bunun üzerine o yetmiş kişilik topluluk, karşılarına çıkan iki kabileye hitaben:

— Vallahi bizim sizlerle hiçbir işimiz yok. Bizler sâdece Peygam­ber'in bir işi için yolumuza gidiyoruz, dediler.

Bu sırada müşrik kabileler emân vermeyip hafızları öldürdüler. İşte bu sû'ikasd faciası üzerine Peygamber bir ay sabah namazında o müşriklerin aleyhine dua etti. Kunûtun başlangıcı da işte budur. Ondan evvel biz kunût yapmazdık [150].

Abdulazîz ibnu Suheyb (geçen senedle) şöyle demiştir: Bir kim­se -ki o, Âsim el-Ahvel'dir- Enes'e kunûttan: Kunût, rukû'dan son­ra mıydı yâhud rukû'dan evvel kıraat bittiği sırada mı yapılırdı? diye sordu. Enes: Hayır, kunût kıraat bittiği sırada(rukû'dan evvel)dır.

 

125-.......Bize Katâde tahdîs etti ki, Enes (R): Rasûlullah (S) Arab'ın bâzı kabileleri aleyhine bir ay rukû'dan sonra duâ ederek ku­nût yaptı, demiştir [151].

 

126-.......Bize Saîd ibnu Ebî Arûbe, Katâde'den; o da Enes ibn Mâîik(R)'ten olmak üzere şöyle tahdîs etmiştir: Rı'l, Zekvân, Usay-ya ve Benû Lıhyân kabileleri bir düşmanlarına karşı Rasûhıllah'tan yardım istediler. Rasûlullah da onlara Ensâr'dan kendi zamanların­da "Kurrâ" ismini vermekte olduğumuz yetmiş kişi ile yardım etti. Suffa ehlinden olup çok Kur'ân okumak ve öğretmekle meşgul olan bu kurrâlar gündüzleyin odun toplarlar, geceleyin de namaz kılar­lardı. Bunlar, (kumandanları el-Munzir ibn Amr es-Sâidî'nin maiy-yetinde) gittiler ve nihayet Mekke ile Usfân arasında bulunan Maûne Kuyusu başına varınca, o kabileler ahâlîsi (bunları koruyacaklarına dâir) ahdlerinden cayıp bunları öldürdüler. Bu cinayet haberi Pey-gamber'e ulaştı. Bunun üzerine Peygamber (S) bir ay sabah nama­zında Arab'ın bâzı kabileleri aleyhine: Rı'l, Zekvân, Usayya ve Benû Lıhyân kabileleri aleyhine duâ ederek kunût yaptı.

Enes dedi ki: Biz bu şehîdler hakkında Kur'ân olarak şunu oku­duk, sonra bu metin kaldırıldı (yânî bunun tilâveti nesholundu): "Biz­den kavmimize iletiniz ki, bizler Rabb'imize kavuştuk, O bizden hoşnûd oldu, bizi de hoşnûd etti".

Enes ibn Mâlik, Katâde'ye şöyle tahdîs etmiştir: Allah'ın Pey­gamberi bir ay sabah namazında Arab'dan bâzı kabileler aleyhine: Rı'l, Zekvân, Usayya, Benû Lıhyân kabileleri aleyhine duâ ederek kunût yaptı.

Müellifin şeyhi Halîfe ibn Hayyât ziyâde edip şöyle demiştir: Bi­ze ibnu Zuray' tahdîs etti: Bize Saîd Katâde'den tahdîs etti: Bize Enes: İşte Ensâr'dan olan bu yetmiş kişi Maûne Kuyusu mevkiinde toptan öldürüldüler. Onlar hakkında Kur'ân, yânî Kitâb olarak okuduk, de­miştir.

Bu hadîs de Abdu'I-A'lâ ibn Hammâd'ın Yezîd ibn Zuray'dan yaptığı rivayeti tarzındadır [152].

 

127-.......Bana Enes (R) şöyle tahdîs etti: Peygamber (S), Enes'in dayısı Haram ibn Mılhân'ı -ki o, Enes'in anası Ümmü Suleym'in erkek kardeşidir- yetmiş süvârî içinde Benû Âmir kabîlesine gönder­di. Bu göndermenin sebebi şudur: Müşriklerin başkanı olan Âmir ibnu't-Tufeyl (Benû Amir hey'etiyle beraber Medine'ye) Peygamber'e geldiği zaman, Peygamber'i şu üç^eklîf arasında muhayyer kılıp bun­lardan birini tercîh etmesini söylemişti:

— Ya şehirliler senin, köyler ahâlîsi benim olur. Yâhud hepsi senin olur da ben sana halîfe olurum. Yâhud bunlardan hiçbirini ka­bul etmezsen, ben Gatafân ahâlîsinden bin al at ile bin al kısrak sü-vârîsini önüme katarak sana hücum ederim, dedi.

(Bu ham teklifler üzerine Peygamber: "Yâ Allah! Âmir'in belâ­sını bana bırakmadan kendin sav " diye duâ etti. Akabinde Amir, Benû Selûl'den bir kadın olan Ümmü Fulanın evinde tâûn hastalığına tütuldü. Boynunda hıyarcığa benzer bir şiş peyda oldu. Bunu görünce fena hâlde canı sıkılan) Âmir:

  Deve taununa benzer bir şişlik; hem de Selûl ailesinden bir kadının evinde! işte bu hiç olmadı! diye hayıflandı da:

  Getirin atımı! dedi; atının sırtında öldü [153]. (Yetmişlerin kumandanı olan Munzir ibn Amr, evvelâ Haram

ile iki arkadaşını ileriye gönderdi.) Ümmü Suleym'in erkek kardeşi Haram ibn Mılhân gitti. Onun beraberinde aksak bir adam ve bir de Benû Fulan'dan diğer adam da gittiler. Haram ibn Mılhân iki arkadaşı­na şu ta'Iîmâtı verdi:

— Ben, Benû Âmir'in yanına varıncaya kadar siz benden uzak durmayın. Eğer onlar bana emân verirlerse, siz bana yakın durum­dasınız. Yok beni öldürürlerse siz hemen diğer arkadaşların yanına koşar haber verirsiniz!

Haram ibn Mılhân, Âmir ile cemâatine:

— Bana emân veriyor musunuz ki, ben Rasûlullah'ın elçiliğini yerine ulaştırayım? dedi.

O böyle konuşmada iken düşmanlar içlerinden bir adama işaret verdiler. O da Harâm'ın arkasına geldi ve ona mızrak sapladı.

Râvî Hemmâm: Zannederim ki, saplayan kişi, bu mızrağı Ha­râm'ın öbür yanından, yânî göğsünden dışarı çıkartmıştır, demiştir.

Haram ibn Mılhân bu ölüm darbesini alınca (bedeninden fışkı­ran kana ellerini bulayıp başıma, yüzüne sürmüş ve):

— AHâhu Ekber, Ka'be'nin Rabbi'ne yemîn ederim ki, ben ka­zandım! diye bağırmış.

Akabinde Harâm'ın arkadaşı olan adama da yetişildi (müşrik­ler onu da öldürdüler). Sonra yalnız bir tepenin başında bulunan o sakat adam müstesna, müşrikler o sahâbîlerin hepsini öldürdüler [154].

Bu sırada Yüce Allah bizim üzerimize şu sözleri indirdi de, son­ra bu sözlerin metni, okunması neshedilenlerden oldu: "Bizler muhakkak Rabb'imize kavuştuk. O bizden hoşnûd oldu, bizi de hoşnûd etti".

Bunların fecî' haberi Peygamber'e ulaşınca, Peygamber (S), Al­lah'a ve Rasûlü'ne isyan eden şu Rı'l, Zekvân, Benû Lıhyân ve Usayya kabileleri aleyhine otuz sabah (kunûtta) beddua etti [155].

 

128-.......Sumâme ibnu Abdillah ibn Enes, dedesi Enes ibn Mâlik(R)'ten şöyle derken işittiğini tahdîs etmiştir: Enes'in dayısı Ha­ram ibnu Mılhân, Maûne Kuyusu günü mızrakla vurulduğu zaman bedeninden fışkıran kana ellerini bulayıp yüzüne ve başına sürmüş, sonra:

— Ka'be'nin Rabb'ine yemîn ederim ki, ben kazandım! demiş­tir.

 

129-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Ebû Bekr, Kureyş tarafından

kendisine yapılan ezâ şiddetlendiği zaman Mekke'den Medine'ye çık­mak hususunda Peygamber'den izin istedi. Peygamber de ona:

  "Yerinde ikaamet et** buyurdu. Bu sefer Ebû Bekr:

— Yâ Rasûlallah, Sana da Medine'ye hicret hususunda izin ve­rilmesini arzu ediyor musun? dedi.

Rasûlullah buna:

  "Ben bunu kuvvetle ümîd etmekteyim" diye cevâb verirdi. Âişe dedi ki: Ebû Bekr bu iznin verilmesini bekledi durdu. Der­ken bir gün öğle vaktinde Rasûlullah, Ebû Bekr'e geldi de:

  "Yâ Ebâ Bekr!" diye nida etti de (evimize girince): "Yanın­da kim varsa dışarı çıkar" buyurdu.

Ebû Bekr:   .

  Yanımda bulunanlar ancak iki kızimdır, dedi. Peygamber:

  "Mekke'den çıkmak hususunda bana izin verildiğini hisset­tin mi (yâni Mekke'den Medine'ye çıkmam hususunda bana izin ve­rildiğini bil)?" buyurdu.

Ebû Bekr:

— Yâ Rasûlallah! Ben de sohbette, yânî beraberinde olmak is­terim? dedi.

Peygamber:

  "Evet, isteğin üzere beraber imdesin" buyurdu. Ebû Bekr:

— Yâ Rasûlallah, yanımda iki tane dişi binek devesi vardır. Ben onları Mekke'den hicrete çıkış için hazırlamış idim, dedi ve onlardan birisini Peygamber'e verdi. Bu el-Cedvâ isimli devedir [156].

Peygamber'le Ebû Bekr develere binip hareket ettiler, nihayet Sevr Dağı'ndaki mağaraya geldiler ve orada gizlendiler [157].

Âmir ibnu Fuheyre, Abdullah ibnu't-Tufeyl ibn Sahbere'nin kö­lesi idi. O, Abdullah ibnu't-Tufeyl, Âişe'nin ana bir kardeşi idi [158]. Ebû Bekr'in sağmal hayvanları vardı. Âmir ibnu Fuheyre, o sağmal hayvanları öğleden sonra ve daha evvel onların üzerine doğru otlat­maya götürür, orada olur. Bir de gecenin sonunda yine sürüyü Pey­gamber ile Ebû Bekr'in yanına doğru yürütür, sonra da kuşluk vakti mer'aya sürerdi. Onun bu işini çobanlardan hiçbiri bilmezdi. Pey­gamber'le Ebû Bekr mağaradan çıktıkları zaman Âmir de onların be­raberinde Medine'ye doğru yola çıktı. Peygamber ile Ebû Bekr yolda Âmir'i nevbetle bineklerinin ardına bindiriyorlardı. Bu şekilde iler­leyerek nihayet Medine'ye geldiler. İşte bu Âmir ibnu Fuheyre (R) de Maûne Kuyusu günü şehîd edilmiştir [159].

Ve Ebû Usâme de şöyle dedi: Bana Hişâm ibn Urve şöyle dedi: Bana babam Urve haber verip şöyle dedi: Maûne Kuyusu yanındaki sahâbîlerin öldürüldüğü ve Amr ibn Umeyye ed-Damrî'nin esîr edil­diği zaman, Âmir ibnu't-Tufeyl hâini, Amr'e maktullerden birini işaret edip göstererek:

  Bu kimdir? diye sormuş. Amr ibn Umeyye de ona:

  Bu, Âmir ibnu Fuheyre'dir (niye sordun)? deyince:

— Yemîn olsun ben onun öldürüldükten sonra göğe yükseltildi­ğini ve hattâ gök onunla arz arasında kaldıktan sonra tekrar yere in­dirildiğini görmüşümdür (onun için sordum), dedi.

Maûne Kuyusu faciası akabinde Cibril'in diliyle onların haberi Peygamber'e geldi. Peygamber de onların öldürüldüklerim sahâbîle-rine bildirdi de:

  "Arkadaşlarınız müşriklerle karşılaşıp öldürüldüler. Ve on­lar Rabb Herinden istekte bulundular da: Ey Rabb 'imiz, bizim tarafı­mızdan, bizim Sana kavuştuğumuzu ve Senden razı olduğumuzu; Senin de bizden razı olduğunu dünyâdaki kardeşlerimize haber ver, dediler. Rabb'leri de Cebrail vâsıtasıyle onların hâlini haber verdi" diyerek, sahâbîlerine duyurmuştur.

Maûne Kuyusu günü öldürülen sahâbîler içinde Urve ibnu Es­ma ibni's-Salt da vardı. Urve ibnu'z-Zubeyr onun ismiyle isimlendi­rildi. O şehîdlerin içinde Munzir ibn Amr da kumandan olarak şehîd edilmişti. ZubeyrMn oğlu Munzir de onun ismiyle isimlendirildi [160].

 

130-.......Enes (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bir ay rukû'dan sonra Rı'l ve Zekvân kabileleri aleyhine duâ ederek kunût yaptı ve Peygamber: "Usayya kabilesi Allah'a ve Rasûlü'ne isyan etmiştir" diyordu [161].

 

131-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Ma­ûne Kuyusu yanında sahâbîlerini öldüren kimseler aleyhine otuz sa­bah beddua etti. O zaman Peygamber Allah'a ve Rasûlü'ne isyan eden Rı'l, Lıhyân ve Usayya kabileleri aleyhine duâ yapardı.

Enes dedi ki: İşte Yüce Allah, Peygamberi için, Maûne Kuyu-sun'da öldürülen sahâbîleri hakkında Kur'ân olarak vahiy indirdi de, bizler onu sonradan lafzı kur'ânlıktan kaldırılıp nesholuncaya ka­dar okuduk: "Kavmimize tebliğ ediniz ki, bizler Rabb'imize kavuş­tuk, Rabb'imiz bizden hoşnûd olmuş, biz de O'ndan hoşnûd olmu­şuzdur" [162].

 

132- Bize Mûsâ ibn îsmâîl tahdîs etti: Bize Abdulvâhid tahdîs etti: Bize Âsim el-Ahvel tahdîs edip şöyle dedi: Ben Enes ibn Mâlik(R)'e namaz içindeki kunûttan (meşru' mudur diye) sordum.

Enes:

— Evet, vaktiyle kunût vardı, cevâbını verdi. Ben tekrar:

— Bu kunût rukû'dan evvel miydi yâhud sonra mıydı? dedim.

Enes:

  Rukû'dan evveî idi, dedi. Ben kendisine:

— Fulân kimse bana haber verdi ki, sen rukû'dan sonra demiş­sin? diye sordum.

Bunun üzerine Enes:

— O yanlış söylemiş [163]. Rasûlullah (S) rukû'dan sonra yalnız bir ay kunût yapmıştır. Bunun sebebi de şudur: Rasûlullah kendile­rine kurrâ adı verilen yetmiş kişilik bir topluluğu müşriklerden birta­kım kabilelere göndermişti. O müşriklerle Rasûlullah arasında onlar tarafından verilmiş bir ahd de vardı. İşte kendileriyle Rasûlullah ara­sında bir ahd bulunan bu müşrikler, o hafız sahâbîler topluluğuna baskın yaparak üstün gelip, onların hepsini öldürdüler. îşte bu se-beble Rasûlullah, o müşrikler aleyhine bir ay rukû'dan sonra duâ ede­rek kunût yaptı [164].

 

31 - El-Hendek Gazvesi -Ki Bu El-Ahzâb Harbidir- Babı

 

Mûsâ ibn Ukbe (öl. 142): Bu gazve,dördüncü yılın Şevvâl'mde idi, demiştir [165].

 

133-.......Ubeydullah şöyle demiştir: BanaNâfi', İbnuUmer'den haber verdi ki, Peygamber (S), Uhud gazvesi günü harbden önce orduyu teftiş ettiği zaman Abdullah ibn Umer'in karşısına gelmiş de ona harbe girmesine izin vermemiştir; o gün Abdullah ibn Umer on-dört yaşında idi. Peygamber Hendek gazvesi günü İbn Umer onbeş yaşında iken yine onun karşısına gelmiş ve bu sefer onun harbe girmesi izin vermiştir. [166]

 

134-.......Sehl ibn Sa'd (R) şöyle demiştir: Bizler Rasûlullah'ın beraberinde hendek işinde bulunduk. Müslümânlar hendek kazıyor, biz de omuzlarımız üzerinde toprak taşıyorduk. Rasûlullah (S):

"AHâhumme lâ ayşe illâ ayşu'l-âhire

Fağfir Hl-Muhâcirîne ve'1-Ensâri" (= Yâ Allah, yaşayış ancak âhiret yaşayışıdır. Sen Muhacirler ve Ensâr'ı mağfiret eyle!) beytim söyledi [167].

 

135-.......Humeyd et-TavîI şöyle demiştir: Ben Enes(R)'ten işit­tim şöyle diyordu: Rasûlullah, hendek kazılan yere çıkıp vardı. Ora­da Muhacirler ile Ensâr'ın soğuk bir kuşluk vaktinde hendek kazmakta olduklarını gördü. Onların yanlarında kendileri adına bu işi yapacak köleleri yoktu. Rasûlullah bunların çektikleri zorluğu ve açlığı görünce: "Allâhumme inne'î-ayşe ayşu'l-âhire Fağfir Îil-Ensârî ve'1-Muhâcireh"

(= Yâ Allah, tam yaşama âhiret yaşamasıdır. Bunun için Sen Ensâr'a ve Muhâcirler'e mağfiret eyle!) beytini söyledi. Orada bulunan sahâbîler de Rasûlullah'a cevâb vererek:

Nahnu'îlezîne bâyeû Muhammeden, Alel-cihâdi mâ bakıynâ ebeden

(= Bizler hayâtta kaldığımız müddetçe dâima cihâd etmek üze­re Muhammed'le bey'at edip söz vermiş kimseleriz) dediler [168].

 

136-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Muhâcirler'le Ensâr Medine etrafına hendek kazmaya ve sırtları üzerinde toprak taşı­maya başladılar. Bu çalışma sırasında onlar:

Nahnu 'lîezîne bâyeû Muhammeden Ale'l-İslâmi mâ bakıynâ ebeden (= Biz hayâtta kaldığımız müddetçe dâima İslâm üzerinde sebat edeceğimize Muhammed'e söz vermiş kim­seleriz) beytini söylerlerdi.

Enes dedi ki: Peygamber de onlara cevâb vererek:

"Allâhumnıe innehu îâ hayar illâ hayru'l-âhireh Fe-bârik fi'1-Ensâri ve'I-Muhâcireh"

(= Yâ Allah, âhiret hayrından başka hayır olmadığı muhakkak­tır. Onun için Sen bu işi Ensâr ve Muhacirler hakkında bereketli kıl) beytini söylerdi.

Yine Enes dedi ki: Sahâbîlere o zaman avucum (yâhud iki avuç) dolusu arpa getirilir, akabinde bu onlar için, eskiliğinden tadı ve ko­kusu değişmiş et yağı ile pişirilip yemek yapılır ve topluluğun önüne konulurdu. Topluluk aç oldukları hâlde bu yağın sertliği, bozuk tadı boğazda kalırdı; bu yağın hoşa gitmeyen bir kokusu da vardı [169].

 

137- Bize Hallâd ibn Yahya tahdîs etti: Bize Abdulvâhid ibnu Eymen, babası Eymen el-Habeşî'den -ki bu zât İbn Umer'in âzâdhsı idi- tahdîs etti ki, o şöyle demiştir: Ben Câbir'e geldim; o şöyle dedi: Bizler Hendek günü çukur kazıyorduk. Bir ara çok sert bir yer karşımıza çıktı. Bunun üzerine sahâbîler Peygamber'e geldiler ve:

  Hendek'te (taş parçası gibi) sert bir damar karşımıza çıktı, dediler.

Peygamber (S):

  "Ben hendeğe ineyim" buyurdu.

Sonra Peygamber karnına (açlıktan) bir taş parçası sarılmış ola­rak kalktı. Çünkü biz (hendek kazarken) üç gün yiyecek içecek bir-şey tatmadan orada kalmıştık. Peygamber sivri balyozu eline aldı ve o kayaya vurdu. O sert kaya ince kum gibi dağıldı. Ben:

  Yâ Rasûlallah, eve gitmeme izin ver, dedim. Evime geldiğimde eşime (Mes'ûd kızı Suheyle'ye):

— Ben Peygamber'de bir açlık hâli gördüm ki, artık sabrolunur şey değildir. Evinde yiyecek birşey var mı? diye sordum.

O:

  Yanımda biraz arpa ile bir keçi oğlağı var, dedi. Hemen keçi oğlağını kestim. Eşim de o arpayı öğüttü. Nihayet

eti çömleğe koyduk. Hamur mayalanıp fırına, çömleği de tandıra ko­nulduktan ve bunlar güzel pişmeye başladıktan sonra ben Peygam­ber'e geldim ve:

— Yâ Rasûlallah, biraz yiyeceğim var, bir veya iki kişi ile kalk buyur gel, dedim.

Rasûlullah:

  "Yiyeceğin ne kadardır?" diye sordu. Ben de mikdârım bildirdim.

  "O! Hem çok, hem de güzel!" buyurdu. Aynı zamanda:

  "Kadınına söyle! Ben evinize gelinceye kadar çömleği tandır­dan, ekmeği de fırından ayırmasın!" diye tenbîh etti.

Bunun ardından Rasûlullah orada bulunanlara:

  "(Ey hendek ahâlîsi!) Kalkınız (Câbir'in ziyafetine gideceğiz)/" buyurdu.

Bu umûmî da'vet üzerine Muhacirler ve Ensâr kalktılar. Câbir karısının yanına girince telâşından:

— Allah sana iyilik versin! Peygamber Muhâcirler'i, Ensâr'ı ve yanında bulunan kimseleri getiriyor, diye endîşesini belirtti.

Kadın:

  Peygamber yemeğimizin mikdârım sana sordu mu? dedi.

Ona:

— Evet sordu, dedim.

(Eşim: Madem ki biz evimizdeki yiyeceği Peygamber'e bildirdik, gerisini Allah ve Rasûlü bilir, dedi.)

Peygamber (hendek halkıyle evimizin önüne gelince yanındaki topluluğa):

  "Giriniz ve birbirinizi sıkıştırmayarak serbest oturunuz" bu­yurdu.                                                                             

(Sahâbîler bölük bölük oturdular.) Sonra Rasûlullah kendi eliy­le (çömleği ve fırının kapağını açtı), ekmeği fırından alıp parçalama­ğa ve üzerine et koyup -çömleği ve fırını kapayarak- da'vetlilere sunmaya başladı. Rasûlullah bu suretle ekmek bölüp üstüne et koy­mağa ve -her defasında çömleği ve fırını kapayarak- hendek halkına dağıtmağa devam etti. Nihayet da'vetliler doydular. Yemek de arttı kaldı. Rasûlullah, Câbir'in kadınına:

  "Bu geri kalanı sen ye ve başkalarına da hediye et. Çünkü bütün insanlara açlık isabet etmiştir" buyurdu [170].

 

138-.......Bize Saîd ibnu Mînâ haber verip şöyle dedi: Ben Câbir ibn AbdilIah(R)'tan işittim, şöyle dedi: Ben hendek kazıldığı za­man Peygamber'de açlıktan dolayı şiddetli bir karın çekkinliği gördüm. Hemen kadınımın yanına döndüm de:

— Yamnda yiyecek birşey var mı? Çünkü ben Rasûlullah'ta şid­detli bir karın boşluğu ve çekikliği gördüm, dedim.

O bana içinde bir sâ' arpa bulunan bir dağarcık çıkardı. Bizim bir besi oğlağımız vardı. Ben onu kestim. Kadınım da o arpayı öğüt­tü. O arpa öğütmeyi, benim oğlağı kesip ayrılmamla beraber bitirdi. Ben oğlağın etini parçalayıp, çömleğinin içine koydum. Sonra Rasû-lullah'ın yanına döndüm. Karım Suheyle, benim Rasûlullah'a dönü­şümün akabinde:

  Beni Rasûlullah ve beraberindekilerle mahcûb etme! dedi. Ben akabinde Rasûlullah'a geldim ve O'na gizlice:

— Yâ Rasûlallah! Biz bir oğlağımızı kestik, yanımızda bulunan bir sâ' arpayı da öğüttük; Sen ve beraberindeki on kadar insanla bi­ze buyur gel, dedim.

Bu teklifim üzerine Peygamber bağırıp:

  "Ey hendek ahâlîsi! Câbir ziyafet yemeği yapmıştır. Çabuk geliniz!" buyurdu.

Akabinde Câbir'e de:

  "Ben size gelinceye kadar çömleğinizi tandırdan indirmeyin, hamurunuzu da ekmek yapmayın" diye tenbîh etti.

Câbir dedi ki: Ben eve geldim, Rasûlullah da geldi. İnsanlar da ilerliyorlardı. Ben karımın yanına geldim. Karım gelen insanların çok­luğunu ve yemeğin azlığını görünce, bana:

— Allah sana iyilik versin, Allah sana şöyle böyle yapsın! dedi. Ben de ona:

— Ben senin: Yemeğin azlığını Rasûlullah'a haber ver de beni rüsvây etme, dediğini yaptım, dedim.

Akabinde karım, Peygambere hamuru çıkardı. Peygamber onun içine ağzının suyundan attı da hamura bereket duası yaptı. Sonra da et çömleğine yöneldi, onun içine de ağız suyu attı ve bereket duası

etti. Sonra:

— "Ekmek pişirici bir kadın çağır da benimle beraber pişirsin,

sen de çömleğinizden kepçe ile et çıkar ve sakın çömleği tandır taşla­rının üzerinden aşağıya indirmeyiniz" buyurdu.

Oradaki topluluk bin kişi idi. Allah'a yemîn ederim ki onların hepsi yediler, yemeği bırakıp yemekten ayrıldılar; bizim et çömleği­miz olduğu gibi dopdolu idi, hamurumuz da olduğu gibi hiç eksilme­den hâlâ ekmek yapılır hâldeydi [171].

 

139-.......Âişe (R); "O vakit onlar hem üstünüzden, hem altı­nızdan size gelmişlerdi. O zaman gözler yılmış, yürekler gırtlaklara dayanmıştı. Ve siz Allah'a karşı türlü zannlarda bulunuyordunuz

(et-Ahzâb: ıo) âyeti hakkında:

- Bu âyetin içindeki işlerin hepsi Hendek günü oldu, demiştir.

 

140-.......el-Berâ ibn Âzib (R) şöyle demiştir: Hendek günü (top­rak kazılması yapılırken) Peygamber toprak taşıyordu. Hattâ karnı­nı toprak örtmüş -yâhud karnı toza bulanmıştı. Peygamber (bu sırada Abdullah ibn Revâha'nın) şu recezini söylüyordu;

Vallahi levîâ'llâhu mahtedeynâ Velâ tasaddaknâ velâ salleynâ Feenzüen sekîneten aleynâ Ve sebbiti'l-akdâme in lâkaynâ İnne'1-ulâ kad bağav aleynâ İzâ erâdu fitnelen ebeynâ

(= Allah'a yemîn ederim ki, Allah olmasaydı biz doğru yolu bu­lamazdık. Sadaka da vermez, namaz da kılmazdık. (Yâ Rabb!) Kâ­firlerle karşılaştığımızda ayaklarımızı sabit tut, üzerimize sekînet -ma'nevî kuvvet- yânî sabır ve sebat indir. Şübhesiz onlar bizim üze­rimize saldırmışlardır. Onlar bize fitne ve fesâd yapmak istedikleri zaman kaçmayıp dayatırız.)

el-Berâ ibn Âzib: Peygamber (S) "Ebeynâ ebeynâ (= Kaçmaz dayatırız, kaçmaz dayatırız)/" kelimelerini söylerken sesini yüksel­tirdi, demiştir [172].

 

141-.......Şu'be şöyle demiştir: Bana el-Hakem ibnu Uteybe, (müfessir) Mucâhid ibn Cebr'den; o da İbn Abbâs(R)'tan tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Ben sabâ rüzgârı ile zafere ulaştırıldım. Âd kavmi ise debûr rüzgârı ile helak edildi" buyurmuştur [173].

 

142-.......Ebû İshâk şöyle demiştir: Ben el-Berâ ibnu Âzib(R)'den işittim, o tahdîs edip şöyle dedi: Ahzâb günü olduğu ve Rasülul-lah (S) hendek kazdığı zaman hem Rasûlullah'ı hendeğin toprağından taşır hâlde gördüm, hattâ tozlar O'nun karnının derisini benden per-delemişti. Peygamber'in göğsü çokça kıllıydı. İşte Peygamber o hâl­de toprak taşırken, Abdullah ibn Revâha'nın şu kelimelerini şiir şek­linde okumakta olduğunu işittim; O şöyle diyordu:

"Allâhumme levîâ enie mahtedeynâ

Velâ tasaddaknâ velâ salleynâ

Feenzüen sekîneten aleynâ

Ve sebhiti'l-akdâme in lâkaynâ

İnne'1-ulâ kad bağav aleynâ

Ve in erâdu fitneten ebeynâ"

el-Berâ: Sonra Peygamber bu şiirin sonundaki "Ebeynâ" keli­mesinde sesini uzatıyordu, demiştir [174].

 

143-.......Abdullah ibnu Umer (R): Hazır bulunup harb yaptı­ğım ilk gün, Hendek günüdür, demiştir [175].

 

144-.......Abdullah ibmı Umer (R) şöyle demiştir: Siffîn vak'ası sırasında kızkardeşim Hafsa'yı ziyaret edip yanına girdim. O es­nada ablam yıkanmıştı da saç örgüleri su damlatır hâldeydi [176].

Ona:

  Alî ile Muâviye'nin hükümet da'vâsı gördüğün hâle girdi. (Mekke'de, Medine'de sağ kalan sahâbîleri bu işi müzâkere etmeye çağırıyorlar.) Fakat benim için emîrlik ve'meliklikten birşey takdir edilmemiştir (benim bu işle ilgim yoktur, onun için ben müzâkereye gitmeyeceğim), dedim.

Hafsa:.

  Buradan gidecek hey'ete sen de katıl. Çünkü Sufyânîler se­nin durumuna muhakkak bakıyorlardır. Senin gitmekten çekinme­ni, muhalefet sanmalarından korkarım, dedi.

Ve Hafsa, kardeşi İbn Umer'i iki hakemin toplanma yerine gön-derinceye kadar boş bırakmadı. (Nihayet İbn Umer, hakemlerin bu­lunduğu yere vardı ve aralarında cereyan eden dolambaçlı vakıada hazır bulundu.)[177]

Hakemlerin hüküm vermesinden sonra insanlar dağılınca Muâ-viye kendisini halîfe sayarak bir hutbe yaptı da, hutbenin bir cümlesinde Alî'ye meyi ve mahabbeti olan Abdullah ibn Umer'le babası Umer'e ta'rîz edip:

— Bu halifelik işi hakkında her kim benimle konuşmak isterse yüzünü bize göstersin! Muhakkak ki, biz halifeliğe hem ondan, hem de babasından (yânî Umer'den) daha haklıyız! demiştir [178].

Küçük yaşta bir sahâbî olan râvî Habîb ibn Mesleme, tbn Umer'e:

  Sen Muâviye'ye cevâb vermedin mi? diye sordu. Abdullah ibn Umer:

— Hemen maşlahımın bağını çözdüm de ona: Bu halifelik işine senden daha haklı ve daha lâyık olan, Uhud günü, Hendek günü is­lâm'ı korumak üzere sana ve baban Ebû Sufyân'a karşı harb eden kişidir (yânî Alî'dir), demek istedim. Fakat İslâm topluluğunun ara­sını açacak, kan dökecek ve istemediğim ters bir ma'nâya hamlolu-nacak bir kelime söylemekten korktum. Ve o anda Allah'ın sabreden kuluna hazırladığı mükâfatını hatırladım (da Muâviye'ye karşılık ver­medim), demiştir.

Abdullah ibn Umer'in bu sözlerini dinleyen Habîb ibnu Mesle­me -Muâviye taraf darı olmakla beraber- onun görüşündeki doğrulu­ğu takdir ederek:

— Sen Allah tarafından bir fitneden korunmuş ve büyük bir fe­nalıktan muhafaza edilmişsin! demiştir.

Buhârî'nin şeyhi Mahmûd ibn Gaylân el-Mervezî, Abdurrazzâk'-tan gelen bir rivayetinde saç örgüleri ma'nâsında olarak geçen "Nesvâtuha" kelimesi yerine vâv'ın sîden öne alınmasıyle "Nev-sâtuha" şeklinde söylemiştir [179].

 

145-.......Süleyman ibnu Sured (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Ahzâb günü (müşriklerin oradan ayrılmaları üzerine): "Artık biz onlara karşı gidip harb edeceğiz. Onlar bize harb edemiyecekler" bu­yurdu [180].

 

146-.......Ben Süleyman ibnu Sured(R)'den işittim, şöyle diyor­du: Ben Peygamber(S)'den işittim, müşrik orduları oradan çıkarıldı­ğı zaman: "Artık şimdiden sonra biz müşriklere karşı gidip harb edeceğiz. Onlar bize harb edemeyecekler, biz onlara doğru yürüyece­ğiz" buyuruyordu [181].

 

147-.......Hişâm ibn Hassan, Muhammed ibn Şîrîn'den; o da Abîde'den; o da Alî(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) Hendek harbi günü: "Allah düşmanların üzerine (dirilerken) evlerine ve (ölülerken de) kabirlerine ateş doldursun! Nitekim onlar bizleri orta namazın­dan alıkoydular, nihayet güneş battı" diye beddua etmiştir*

 

148-.......Bize Hişâm ibnu Hassan el-Kardûsî, Yahya ibn Kesîr'den; o da Ebû Seleme'den; o da Câbir ibn Abdillah'tan tahdîs et­ti ki, Umer ibnu'I-Hattâb (R) Hendek günü güneş battıktan sonra geldi ve Kureyş kâfirlerine sövmeye başladı ve:

— Yâ Rasûlallah! Nerdeyse güneş batıncaya kadar ikindi nama­zını kılamıyordum, dedi.

Peygamber (S):

  "Vallahi ben de kılamadım" buyurdu.

Akabinde Peygamber'in beraberinde Bathân Deresi'ne (yânı Me-dîne vadisine) indik. Peygamber namaz için abdest aldı, biz de na­maz için abdest aldık. Müteakiben Peygamber güneş battıktan sonra önce ikindi namazını, sonra onun ardından da akşam namazını kıl­dırdı [182].

 

149-.......Muhammed ibnu'l-Munkedir şöyle demiştir: Ben Câbir(R)'den işittim, şöyle diyordu: Ahzâb harbi günü Rasûlullah (S):

— "Kurayza oğulları topluluğunun haberini bana kim getirir?" diye sordu.

ez-Zubeyr:

  Ben (getiririm), dedi. Sonra Rasûlullah yine:

  "O kavmin haberini bana kim getirir?" diye sordu. Yine Zubeyr:

  Ben (getiririm), diye cevâb verdi. Sonra Rasûlullah tekrar:

  "O kavmin haberini bana kim getirir?" diye sordu. Yine Zubeyr:

  Ben, diye cevâb verdi. Bunun üzerine Rasûlullah:

  "Her peygamberin bir havarisi (yânî hâlis yardımcısı) vardır; benim havarim de ez-Zubeyr'dir" buyurdu [183].

 

150-.......Ebû Hureyre(R)'den (o şöyle demiştir): Rasûlullah (S) zaman zaman "Lâ ilahe illellâhu vahdehû... Allah'tan başka hiçbir ilâh yok, yalnız O vardır. Allah ordusunu azız kıldı. Kuluna yardım etti. Tek olarak Arab kabilelerini yendi. Allah'tan başka hiçbirşey{in hakîkî varlığı) yoktur" [184].

 

151-.......İsmâîl ibn Ebî Hâlid şöyle demiştir: Ben Abdullah ibn Ebî Evfâ(R)'dan işittim, şöyle diyordu: Rasûlullah (S) toplanıp ge­len Arab kabîleleri aleyhine duâ etti de, şunları söyledi: "Yâ Allah! Ey Kitâb'ı indiren, ey (düşmanlarla) hesabı tez gören (Rabb'im)/ Sen Medine önünde toplanan şu Arab kabilelerini dağıt! Yâ Allah! Sen onların topluluklarını kır, irâdelerini sars!" [185].

 

152-.......MûsâibnUkbe, Sâlim'den veNâfi'den; onlar da Ab­dullah ibn Umer(R)'den şöyle haber verdiler: Rasûlullah (S) gazve­den yâhud haccdan yâhud umreden döndüğü zaman evvelâ üç kerre tekbîr eder, sonra da şöyle derdi:

"Lâ ilahe illellâhu vahdehu lâ şerike lehû, LehuH-mulku ve lehu'l-hamdu ve huve ala külli şey'in kadir. Âyibûne, tâibûne, âbi-dûne, sâddûne H-Rabbinâ hâmidûn... = Allah'tan başka tanrı yok, yalnız O vardır. O'nun ortağı yoktur, mülk O'nundur, hamd O'nun-dur. O herşeye güç yetirendir. Hepimiz O'na dönücüleriz, tevbe edi­cileriz, ibâdet edicileriz, secde edicileriz. Yalnız Rabb'imize hamd edicileriz. Allah va'dinde doğru oldu, kuluna yardım etti de yalnız olarak Arab topluluklarını hezimete uğrattı" [186].

 

32- Peygamberdin Ahzâb Harbindeki Ordugâhından (Medine'deki Evine) Dönmesi, Oradan Da Kurayza Oğulları Yurduna Gidip Onları Muhasara Etmesi Babı

 

153-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Hendek har­binden (Medine'deki evine) dönüp geldiğinde, silâhını çıkarıp yerine koymuş ve yıkanmıştı. Bu sırada Cibril aleyhi's-selâm Peygamber'e geldi de:

— Sen silâhını çıkarmışsın! Vallahi biz melekler henüz silâhları­mızı çıkarmadık. Haydi onlara doğru yola çık! dedi.

Peygamber:

  "Nereye doğru çıkıyoruz?" diye sordu. Cibril, Kurayza oğullan yurdunu işaret ederek:

  İşte şuraya! dedi.

Bunun üzerine Peygamber, Kurayza oğulları'na doğru hareket etti [187].

 

154-.......Enes ibn Mâlik (R): Rasûlullah (S) Kurayza oğulla­rı'na sefer ettiğinde ben Cibril'in melekler alayının Ganm oğulları sokağnıdan geçtikleri sırada yükselen tozunu bugün bile hâlâ görür gibiyim, demiştir [188].

 

155-....... Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Ahzâb günü (Cibril'in ilhamı ile Kurayza üzerine hareketinden önce sahâbîlerine çabuk hareket etmelerini sağlamak için): "Sizden hiçbiriniz ikindi namazını sakın başka yerde kılmasın, ancak Kuray­za oğulları yurdunda kılsın" buyurdu.

Sahâbîlerden bâzıları yolda ikindi namazına erişmişti. Bunlar­dan bir kısmı Peygamber'in emrinin zahirine uyarak:

— Biz Kurayza oğulları'na varmadıkça ikindi namazını kılma­yız! dediler.

Bir kısmı da:

— Biz ikindiyi yolda, vakit içinde kılacağız. Çünkü Peygamber bizden, bu emrin zahirini değil, fakat bunun lâzımı olan seferde ça­buk davranmamızı kasdetmiştir! dediler ve kıldılar.

Sonra bu iki zümrenin birbirine aykırı hareketleri Peygamber'e zikrolundu da, Peygamber bunlardan hiçbir zümreyi ayıplamadı [189].

 

156-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Ensâr'dan olan ki­şiler bâzı hurma ağaçların mahsûlünü Peygamber'e (ve Muhâcirler'e) tahsis ediyorlardı. Bu uygulama Kurayza ve en-Nadîr'i fethedinceye kadar sürdü. (Muhacirler oradan pay alıp ona ihtiyâçları kalmayın­ca, Peygamber âriyeten verdikleri hurma ağaçlarını sâhibleri olan En­sâr'a geri veriyordu.) Benim ailem de bana Peygamber'e gitmemi ve O'ndan vaktiyle Peygamber'e vermiş oldukları hurmaları yâhud bir kısmını geri istememi emrettiler. Peygamber ise bizim vaktiyle ken­disine âriyeten verdiğimiz hurma ağaçlarını Ümmü Eymen'e vermiş idi. Peygamber o hurma ağaçlarını bana verdi. Tam bu sırada Üm­mü Eymen elbiseyi boynuna dolayarak geldi de (hurmaların mülki­yetinin kendisine verilmiş olduğunu sanarak):

— Olmaz! Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a yemîn ede­rim ki, Peygamber onları bana vermişken size geri vermez! demeye başladı.

Yâhud Ümmü Eymen bunun gibi bir söz söylemeye başladı. Peygamber de ona:

  "Benim şu malım onun yerine senin olsun" diyordu. Ümmü Eymen de yine Enes'e:

  Olmaz vallahi (onu size vermeyiz)! diyordu.

Nihayet Peygamber, Ümmü Eymen'e -râvî Süleyman ibn Tar-hân: Enes'in şöyle dediğini sanıyorum demiştir:- onun on mislini verdi -yâhud Enes buna benzer söyledi-. (Bunun üzerine Ümmü Eymen razı oldu ve gönlü hoşlandı.) [190]

 

157-.......Sa'd ibnu İbrâhîm şöyle demiştir: Ben Ebû Umâme'den işittim, şöyle dedi: Ben Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den işittim, şöyle diyordu: Kurayza ahâlîsi Sa'd ibnu Muâz'ın hükmüne indiler. Pey­gamber (S) Sa'd ibn Muâz'a haber gönderdi. Sa'd bir merkeb üze­rinde geldi. Sa'd mescide yaklaşınca Peygamber oradaki Ensâr'a hitaben:

  "Haydi seyyidinize -yâhud: hayırlınıza- ayağa kalkınız (onu karşılayıp bineğinden indiriniz)/" buyurdu.

Sonra Sa'd'a:

  "Şunlar (yânî Kurayza oğulları) senin kendileri hakkında ve­receğin hükme razı olup kalelerinden indiler!" buyurdu.

Sa'd da onlar hakkında şu hükmü verdi:

— Bunların harb edenlerini öldürürsün; kadınları ve çocukları­nı da esîr edersin! dedi.

Bu hüküm üzerine Peygamber, Sa'd'a:

  "Sen Allah'ın hükmüyle hükmettin" buyurdu.

Râvî (Allah'ın hükmü yerinde) belki "Melikin hükmü ile" bu­yurdu demiştir [191].

 

158-.......Bize Hişâm, babası Urvetu'bnu'z-Zubeyr'den tahdîs etti ki, Âişe (R) şöyle demiştir: Sa'd ibnu Muâz Hendek gününde vuruldu. Ona Kureyş'ten Hıbbân ibnu'l-Arıka denilen bir adam ok at­mış ve kol damarında yaralamıştı. Peygamber (S) yakından ona hasta ziyareti yapmak için, ona mahsûs bir çadır kurdurdu [192]. Rasûlullah Hendek harbinden Medine'ye döndüğü zaman silâhını çıkarmış ve yıkanmıştı. Bu sırada Cibril aleyhi's-selâm başından tozları silkele­yerek Peygamber'e geldi de:

— Sen silâhım çıkarmışsın! Vallahi ben silâhımı daha çıkarma­dım. Haydi onlara doğru çık, yürü! dedi.

Peygamber de ona:

  "Nereye?" diye sordu.

Cibrîl, Kurayza oğulları'nı işaret etti. Bunun üzerine Rasûlul­lah, Kurayza oğulları'na onlarla harbetmek için geldi. Muhasaranın sonunda bunlar Rasûlullah'ın hükmüme inip boyun eğdiler. Rasûlul­lah da bunlar hakkında'bir hüküm vermesini Sa'd ibn Muâz'a hava­le etti [193]. Sa'd da:

— Ben onlar hakkında şöyle hüküm veriyorum: Bunların harb edenleri Öldürülür,. kadınları ve çocukları esîr edilir, malları da tak-sîm olunur, dedi.

Hişâm şöyle demiştir: Bana babam Urve, Âişe'den şöyle haber verdi: Sa'd ibn Muâz (Kurayza oğulları hakemliği ettiği günden ev­velki gecede):

— Yâ Allah! Sen bilirsin ki, Rasûlü'nü tekzîb eden, vatanından çıkaran kavim kadar kendilerine harb ve cihâd etmek istediğim hiç­bir kimse yoktur. Yâ Allah! Öyle zannediyorum ki, bizimle onların arasında artık yapılacak harb kalmamıştır. Şayet Kureyş ile başka bir harbimiz daha kaldı ise, Sen'in yolunda onlarla cihâd edeyim diye beni hayâtta bırak. Eğer aramızda harb kalmamış ise, bu yaramı deş de bu yüzden bana şehîdlik nasîb et! diye duâ etmiştir.

Müteakiben boyun damarına kadar gelen şişlik deşildi. Mescid-de Gıfâr oğulları'ndan bâzı kimselere âid bir çadır daha vardı [194]. İşte bu Gıfârîler kendi hâllerinde oturup dururlarken bir de bakmışlar ki, kendilerine doğru kan akıp geliyor. Onlar:

— Ey çadır ehli! Sizin tarafınızdan bize doğru gelen bu kan ne­dir? dediler.

Meğer Sa'd'ın yarası akıp dururmuş. İşte Sa'd (R) bu yaradan dolayı öldü [195].

 

159-.......Bana Adiyy ibn Sabit haber verdi. Kendisi el-Berâ ibn Âzib(R)'den şöyle dediğini işitmiştir: Peygamber (S) Kurayza gününde Hassan ibn Sâbit'e:

  "Şu Kurayza oğuİlan'nı kötüleyip hicvet -yâhud: Onların hi­civlerine karşılık ver-, Cibril seninle beraberdir" buyurdu..

İbrâhîm ibn Tahmân, eş-Şeybânî'den; o da Adiyy ibn Sâbit'ten şu ziyâdeyi getirdi: el-Berâ ibnu Âzib şöyle dedi: Rasûlullah (S) Ku­rayza gününde Hassan ibn Sâbit'e hitaben:

  "Şu müşrikleri hicvet (yaptıkları hıyanetleri birer birer say, dök)/ Şübhesiz Cibril seninle beraberdir" buyurdu [196].

 

33- Zâtu'r-Rıka Gazvesi Babı

 

Bu gazve Gatafân'dan bir şu'be olan Sa'lebe oğulları'ndan Ha-safe ibnu Kays'm başkam bulunduğu Muhârib kabilesine karşı yapı­lan seferdir. Peygamber (bu seferde Medine'ye iki günlük mesafedeki Şadah vadisinde) Nahl mevkiine kadar gidip orada indi. (Bu vâdîde Fizâr, Eşca', Enmâr kabilelerinden birtakım soylar bulunuyordu). Bu gazve Hayber gazasından sonra olmuştur. Çünkü Ebû Mûsâ el-Eş'arî, Habeşistan'dan Hayber gazvesinden sonra gelmiştir [197].

Ebû Abdillah el-Buhârî şöyle dedi: Bana Abdullah ibnu Recâ' şöyle dedi: Bize İmrân el-Attâr, Yahya ibn Ebî Kesîr'den; o da Ebû Seleme'den; o da Câbir ibn Abdillah(R)'tan haber verdi ki, Peygam­ber (S) yedinci gazvesi olan Zâtu'r-Rikâ' gazvesinde sahâbîlerine korku için de namaz kıldırmıştır [198].

Ibnu Abbâs da: Peygamber (S) Zû Kared mevkiinde korku na­mazı kıldırdı, demiştir. Bekr ibnu Sevâde de şöyle dedi: Bana Ziyâd ibnu Nâfi', Ebû Mûsâ Alî ibn Rebâh'tan tahdîs etti ki, onlara da Câ-bir (R) tahdîs edip: Peygamber (S)'in sahâbîlerine Muhârib ve Sa'Ie-be günlerinde namaz kıldırdığını söylemiştir.

Mağâzt sahibi Muhammed ibn İshâk şöyle demiştir: Ben Vehb ibnu Keysân'dan işittim (şöyle diyordu): Ben Câbir'den işittim (şöy­le diyordu): Peygamber (S) Gatafân arazîsinden olan Nahl denilen yerdeki Zâtu'r-Rıkâ' mevkiine doğru sefere çıktı. Zâtu'r-Rıkâ' mev­kiine gelince Gatafân kabilelerinden bir cem'iyyetle karşılaştı. Fakat burada kıtal olmadı da insanların bâzısı diğer bâzısını korkuttu. İşte burada Peygamber (S) iki rek'at korku namazı kıldırdı.

Ve (Seleme ibnu'l-Ekvâ'ın âzâdlısı) Yezîd ibn Ebî Ubeyd de Se­leme ibnu'1-Ekva'dan: Ben Kared günü Peygamber'in beraberinde gaz­ve yaptım, dediğini söylemiştir [199].

 

160-....... Ebû Mûsâ el-Eş'ârî (R) şöyle demiştir: Biz (Eş'arîler), Peygamber'in beraberinde altı kişilik bir topluluk olarak bir gazveye çıktık. Bizim bir devemiz vardı. Ona nevbetleşe biniyorduk. Ayaklarımızın derileri) delindi. Benim de ayaklarım delindi ve tır­naklarım döküldü. Bizler ayaklarımıza bez parçalan sarıyorduk. Bizler ayaklarımıza bu suretle bez parçalan sardığımız için bu sefere Zâtu'r-Rıkâ' gazvesi ismi verildi.

Dedesinden rivayet eden Ebû Burde dedi ki: Ebû Mûsâ bu hadî­si tahdîs etti. Sonra (bunda nefis tezkiyesi bulunduğu için) bunu riva­yet etmeyi sevmedi de: Bunu zikr etme işini yapacak değilim, dedi. O, bu sözü ile amelinden birşeyi açıklamış olmayı kerîh görüyor (yâ-nî hoşlanmıyor) gibidir [200].

 

161- Bize Kuteybe ibnu Saîd, Mâlik'ten; o da Yezîd ibn Rûmân'-dan; o da Salih ibn Havvât'tan; o da Zâtu'r-Rıkâ' günü Rasûlullah'-ın yanında hazır bulunup korku namazı kılan kimselerden şöyle tahdîs etti: Askerin bir kısmı Rasûlullah'm beraberinde (namaz için) saff bağladı. Öbür kısmı da düşman karşısında saff tuttular. Rasûlullah kendisiyle beraber bulunanlarla bir rek'at kıldı. Sonra kendisi ayak­ta sabit durdu. Kendisiyle bir rek'at kılanlar, kendi başlarına diğer bir rek'at daha kılarak namazlarını tamamladılar. Sonra namazdan ayrıldılar da düşmanın yüzüne karşı saff bağladılar ve (düşman karşısında bulunan) öbür taife gelip Rasûlullah'm geri kalan bir rek'at namazını O'nunla birlikte kıldılar. Sonra Rasûlullah (tahiyyâtta otur­du, namazdan çıkmayıp) oturmakta devam etti. Cemâat de bir rek'­at kendi başlarına kılıp tamamladılar. Sonra Rasûlullah bunlarla beraber selâm verdi.

Ve Muâz şöyle dedi: Bize Hişâm ibn Ebî Abdillah, Ebu'z-Zubeyr Muhamrned ibn Müslim'den tahdîs etti ki, Câbir (R): Biz Gatafân arazisindeki Nahl mevkiinde Peygamber'in beraberinde bulunduk, demiş ve (Peygamber'in orada kıldırdığı) korku namazını zikretmiş­tir.

İmâm Mâlik: Bu Salih ibn Havvât hadîsinde rivayet edilen, be­nim korku namazı hakkında işittiğimin en güzelidir, demiştir.

Bu hadîsi Hişâm'dan; o da Zeyd ibn Eslem'den senediyle riva­yet etmekte Leys ibn Sa'd, Muâz'a mutâbaat etmiştir. el-Kaasım ibn Muhammed, Zeyd ibn Esiem'e: Peygamber (S) Enmâr oğulları gaz­vesinde korku namazı kıldırdı, diye tahdîs etmiştir [201].

 

162- Bize Müsedded tahdîs etti: Bize Yahya ibnu Saîd el-Kattân, Yahya ibnu Saîd el-EnsârîMen; o da el-Kaasım ibn Muhammed'den; o da Salih ibnu Havvât'tan tahdîs etti ki, Sehl ibn Ebî Hasme şöyle demiştir: İmâm korku namazında kıbleye yönelik olarak namaza du­rur. Askerden bir taifesi de imâmla beraber namaza durur. Bir taife de düşman cihetinde olup yüzleri düşmana doğru dururlar. İmâm be­raberindekilerle bir rek'at kılar. Sonra bunlar ayağa kalkar, kendi başlarına bir rek'at kılar ve oldukları yerde iki secde yaparlar. Sonra bu namazı kılmış olanlar, düşman tarafında bulunan kimselerin ye­rine gider, düşman cihetinde bulunanlar da Peygamber'in yanma ge­lirler. Peygamber onlarla da bir rek'at kılar. Böylece Peygamber'in iki rek'at namazı olmuştur. Sonra bu yeni gelenler kendi başlarına rükû' yapar ve iki secde ederler.

Bize Müsedded tahdîs etti: Bize Yahya ibn Saîd el-Kattân, Şu'-be'den; o da Abdurrahmân ibnu' 1-Kaasım'dan; o da babası el-Kaasım'dan; o da Salih ibnu Havvât'tan; o da Sehl ibnu Ebî Has-me'den; o da Peygamber'den olmak üzere, yukarıdaki hadîsin ben­zerini tahdîs etti [202].

 

163-.......Bana İbnu Ebî Hazım, Yahya ibn Saîd el-Ensârî'den tahdîs etti ki, o, el-Kaasım ibn Muhammed'den şöyle derken işitmiş-tir: Bana Salih ibnu Havvât, Sehl ibn Ebî Hasme'den, korku na­mazı hakkında geçen sözünü haber verdi, demiştir.

 

164-.......ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Salim, babası Abdul­lah ibn Umer(R)'in şöyle dediğini haber verdi: Ben, Rasûlullah (S) ile birlikte Necd tarafına doğru gazaya gittim. Düşmanın hizasına gel­dik. Onlara karşı safflarımızı düzdük...

 

165-.......Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den; o da Salim ibnu Abdillah'tan; o da babasından olmak üzere şöyle tahdîs etmiştir: Rasû­lullah (S) iki taifenin birine korku namazı kıldırdı. Bu sırada diğer taife yüzlerini düşmana doğru çevirmiş hâldeydiler. Sonra Rasûlul-lah'm namaz kıldırdığı kimseler çekilip arkadaşlarının yerinde dur­dular. Bu defa düşmana yönelik olanlar geldiler, Rasûlullah onlara da bir rek'at kıldırdı. Sonra onların üzerine selâm verdi. Sonra bun­lar kalkıp eksik rek'atlerini edâ ettiler. Şunlar da kalkıp kendi rek'-atlerini edâ ettiler.

 

166-.......ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Sinan (ibn Ebî Sinan ed-Duelî) ile Ebû Seleme (ibnu Abdirrahmân ibn Avf) tahdîs ettiler ki, Câbir ibn Abdillah (R): Kendisinin Rasûlullah'm beraberinde Necd tarafına gazaya gittiğini haber vermiştir [203].

 

167-.......Câbir ibnu Abdillah (R) ed-Duelî'ye şöyle haber ver­miştir: Câbir (Zâtu'r-Rıkâ' seferinde) Rasûlullah(S)'ın beraberinde Necd tarafına gazaya gitti. Rasûlullah bu gazadan döndüğü zaman Câbir de O'nunla beraber döndü. Dönüşte büyük ağacı çok olan bir vâdî içinde kaafileye gün ortası sıcağı erişti de, Rasûlullah istirahat için bineğinden indi. Sefer halkı da ağaçlar altında gölgelenmek üze­re ağaçlık içine dağıldılar. Rasûlullah da bir sakız ağacı altına indi de kılıcını o ağaca astı.

Câbir dedi ki: Biz biraz uyumuştuk. Sonra bir de gördük ki, Ra­sûlullah bizi çağırıyor. Hemen yanına gittik ve gördük ki, yanında (müşriklerden) bedevî bir Arab oturuyor. Bunun üzerine Rasûlullah:

  "Şu bedevî Arab, ben uyurken kılıcımı alıp kınından çekmiş. Bu sırada ben uyandım. Kılıç kınından sıyrılmış olarak bunun elinde idi. Bu hâlde bedevî bana:

— Şu anda seni benden kim koruyabilir? dedi. Ben de:

— Allah korur, dedim.

İşte bu vak'anın kahramanı şu oturan bedevidir" buyurdu.

Sonra Rasûlullah (S) o bedeviyi cezalandırmadı.

Ebân da şöyle dedi: Bize Yahya ibnu Ebî Kesîr, Ebû Seleme'den tahdîs etti ki, Câbir (R) şöyle demiştir: Biz, Peygamber'in beraberin­de Zâtu'r-Rıkâ' seferinde bulunduk. Gölgeli bir ağaç altına geldiği­miz zaman bizler o gölgeli ağacı Peygamber'e bıraktık (kendisi onun altına indi). Peygamber'in kılıcı ağaçta asılı iken, müşriklerden bir adam gelmiş, o kılıcı sıyırmış ve Peygamber'e:

— Sen şimdi benden korkar mısın? diye sormuş. Peygamber de ona:

  "Hayır korkmam" diye cevâb vermiş. Bedevî:

  Benim hücumumdan seni şimdi kim koruyabilir? demiş. Peygamber:

— "Allah korur" demiş [204].

Peygamber'in sahâbîleri o bedeviyi tehdîd edip korkuttular. Bu sırada namaza ikaamet nidası edildi. Peygamber (sahâbîleri ikiye böldü de) bir bölüğüne iki rek'at namaz kıldırdı, sonra da hem kendisi, hem de sahâbîler selâm verip namazdan çıktılar. Sonra bunlar düşmanın cihetine doğru geri çekildiler. Peygamber (nafile kılıcı olarak) düş­man karşısında bulunan diğer bölüğe de iki rek'at kıldırdı (sonra hem kendisi, hem de bunlar selâm verip namazdan çıktılar). Böylece Pey­gamber'in (farz ve nafile olarak) dört rek'at namazı oldu. Cemâatin ise iki rek'at farz namazı oldu [205].

Ve Müsedded, Ebû Avâne'den; o da Ebû Bişr Ca'fer ibn Ebî Vahşiyye'den olmak üzere, o Peygamber'e kılıç çeken adamın adı­nın Gavres ibnu'l-Hâris olduğunu, Peygamber'in bu gazvede Muhâ-ribu Hasafe kabilesiyle harb ettiğini söyledi [206].

Ebu'z-Zubeyr Muhammed ibn Müslim de Câbir'den; onun: Biz Peygamber'in maiyyetinde Nahl mevkiinde bulunduk. Peygamber ora­da korku namazı kıldırdı, dediğini söylemiştir.

Ebû Hureyre de: Ben Necd gazvesinde Peygamber'in beraberin­de korku namazı kıldım, demiştir. Ebû Hureyre ise Peygamber'in ya­nına ancak Hayber günlerinde gelmiştir [207].

 

34- Huzâa Kabilesinden Bir Soy Olan Musta'lık Oğulları Gazvesi Babı

 

Bu, Mureysf gazvesidir. İbn İshâk: Bu, altıncı senede yapıldı, demiştir. Mûsâ ibn Ukbe ise, dördüncü senededir, demiştir. en-Nu*mân ibn Beşîr, ez-Zuhrî'den: Ifk hadîsi el-Mureysf gazvesinde oldu, demiştir [208].

 

168-.......Abdullah ibnu Muhayrîz şöyle demiştir: Ben mesci­de girdim, orada Ebû Saîd el-Hudrî'yi gördüm, onun yanma otur­dum da ona azl mes'elesini sordum. Ebû Saîd şöyle cevâb verdi:

— Biz Musta'lık oğulları gazvesinde Rasûlullah ile sefere çıktık. Neticede Arab esirlerinden birçok kadın esirlere kavuştuk. O günlerde kadınlara karşı arzumuz artmış ve bekârlık bizlere çok şiddetli olmuş­tu. (Esîr kadınlara yaklaşmak, fakat çocuk yapmamak için) azl et­meyi düşünüp, azletmek istiyorduk. Ancak Rasûlullah aramızda iken (bunun hükmünü) O'na sormadan nasıl azl ederiz? dedik de, bu meseleyi Rasûlullah'tan sorduk. Rasûlullah (S):

  "Bu fiili yapmamanız, üzerinize vâcib değildir -yâhud: Bunu yapmanızda üzerinize bir be's yoktur-. Allah'ın ilminde kıyamet gününe kadar meydana gelecek olan her canlı nefis, muhakkak dünyâya gelecektir" buyurdu [209].

 

169-.......Câbir ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Bizler Rasûlullah'ın beraberinde Necd gazvesine gittik. Rasûlullah büyük büyük ağaçları çok olan bir vâdî içinde iken kendisine gün ortasının şiddetli sıcağı erişti. Rasûlullah bir ağacın altına indi, gölgesinde gölgelendi, kılıcını da o ağaca astı. Sefer halkı da gölgelenmek üzere ağaçlık içinde dağıldılar. Bizler bu şekilde serinlediğimiz sırada birden Rasûlullah bizleri çağırdı. Bizler hemen yanına geldik ve Rasûlullah'm önünde oturan bir bedevî ile karşılaştık. Rasûlullah (S):

  "Ben uyurken bu bedevî Arab bana gelmiş, kılıcımı alarak kınından çekmiş. Bu sırada ben uyandım. Kılıcımı kınından çıkar­mış, baş ucumda dikiliyordu. Bana:

  Şimdi seni benden kim kurtarır? dedi. Ben:

— Allah kurtarır, dedim.

O kılıcı kınına soktu, sonra da oturdu. İşte o zât, budur" buyurdu.

Câbir: Rasûlullah o bedeviyi cezalandırmadı, demiştir [210].

 

35- Enmâr Gazvesi Babı

 

170-.......Câbir ibn Abdillah el-Ensârî (R): Ben Peygamber(S)'i Enmâr gazvesinde devesi üzerinde yüzü doğu cihetine doğru nafile namaz kılarken gördüm, demiştir [211].

 

36- Ifk Hadîsi Babı

 

"el-Ifku ve'1-Efeku", "en-Nicsu ve'n-Necesu" menzilesinde, yânî ilk iki kelime vezin yönünden son

iki kelimenin benzeridir.

"İfkuhum, Efkuhum ve Efekuhum" denilir.

"Efekehum" diyen kimse (yânî bunu mâzî fiil yapan kimse) onları îmândan döndürdü ve yalan söyledi demektir. Nitekim Allah: "Yu'feku anhu men ufike" (ez-zâriyât: 9) buyurdu. Bu, "Yusrafu anhu men surife", yânî "Ondan döndürülen kimseler döndürülür" demektir [212].

 

171- Bana Abdulazîz ibnu Abdillah tahdîs etti: Bize İbrahim ibnu Sa'd, Salih ibn Keysân'dan tahdîs etti ki, İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr, Saîd ibnu'l-Müseyyeb, Alkame ibnu Vak-kaas ve Ubeydullah ibnu Abdillah ibn Utbe ibn Mes'ûd, Peygam-ber(S)'in zevcesi Âişe(R)'den, iftira sâhiblerinin kendisi için söyledikleri zamanki hadîsini tahdîs ettiler. Bu dört râvîden herbiri bana Âişe ha­dîsinden bir kısmı tahdîs ettiler. Bunların bâzısı, Âişe hadîsini diğer bâzısından daha iyi muhafaza edici ve hadîsi aynen getirip naklet­mekte, daha sağlam tesbît edici idi. İşte ben bu râvîlerin herbirinden, onların Âişe'den bana tahdîs ettikleri bu hadîsi iyice belleyip muha­faza ettim. Bunların bâzısı hernekadar hadîsi diğerinden daha iyi mu­hafaza edici ise de, bunlardan bâzısının hadîsi diğer bâzısının hadîsini tasdîk etmektedir. Bunlar söylediler ki, Âişe (R) şöyle demiştir:

Rasûlullah (S) bir sefere çıkmak istediği zaman kadınları arasında kur'a çekmek âdetinde idi. Kadınlardan hangisinin kur'ası çıkarsa, Rasûlullah onu beraberinde sefere çıkarırdı.

Âişe dedi ki: Rasûlullah, yapacağı bir gazve hususunda da ara­mızda kur'a çekti ve bu kur'ada benim ismim çıktı. Bunun üzerine ben, hicâb âyetinin indirilmesinin ardından Rasûlullah'm beraberin­de sefere çıktım. Ben hevdecimin içinde taşınır ve (konak yerinde) hevdec içinde indirilirdim. Bütün yolculuğumuzda bu şekilde yürü­dük. Nihayet Rasûlullah bu gazvesinden ayrılıp da döndüğü ve biz­ler de dönücüler olarak Medine'ye yaklaştığımızda (bir konak yerine indi, gecenin bir kısmını orada geçirdi, sonra) hareket edilmesini i'-lân etti. Hareket emrini bildirdikleri zaman ben kalkıp (ihtiyâcımı ye­rine getirmek için yalnız başıma) ordudan öteye yürüdüm. Hacetimi yerine getirdiğim zaman dönüp yerime geldim. Bu sırada göğsümü yokladım. Bir de gördüm ki, Yemen'in gözboncuğundan dizilmiş ger­danlığım kopup düşmüş. Hemen dönüp gerdanlığımı aradım. Fakat onu aramak beni yoldan alıkoydu.

Âişe dedi ki: Benim yol nakliyâtımı yapmakta olan kimseler ge­lip hevdecimi yüklenmişler ve onu bindiğim deve üzerine götürmüş-

lerdi. Onlar beni hevdecin içindeyim samyorlarmış. O zaman kadınlar hafif idiler, etlenip yağlanmazlar ve onları et bürümezdi. Çünkü on­lar az yemek yerlerdi. Bu sebeble bana hizmet edenler hevdeci yükle­mek üzere kaldırıp taşıdıklarında, hevdecin ağırlık derecesinin farkına varmayarak yüklemişler. Bilhassa ben o zaman yaşı küçük, taze bir kadındım. Onlar deveyi kaldırmışlar ve yürüyüp gitmişler. Ordu git­tikten sonra ben gerdanlığımı buldum. Akabinde ben ordu birlikleri­nin konakladıkları yerlere geldim, fakat oralarda ne bir çağıran, ne de cevâb veren kalmıştı. Bunun üzerine ben orada evvelce bulundu­ğum konak yerime geldim. Ve onlar beni hevdecde bulamazlar da, beni aramak üzere dönüp yanıma gelirler diye düşündüm. Ben bu dü­şünce ile yerimde otururken, gözlerim bana galebe etmiş de uyumu­şum.

Safvân ibnu'l-Muattal es-Sulemî, sonra ez-Zekvânî [213], ordunun arkasından gelmekle vazifeli idi. Bu zât sabah vakti benim bekledi­ğim yerin yanına gelmiş, uyuyan bir insan karaltısı görmüş. Beni gör­düğü zaman tanımış. Zâten o, hicâb (yânı perdelenme) emrinin inmesinden önce beni görmüştü. Ben onun beni tanıdığı sırada söy­lediği: "Innâ Hllâhi ve innâ ileyhi râciûne (= Biz muhakkak Allah'­ın mülküyüz ve biz ancak O'na dönücüleriz)'* (ei-Bakara: 156) istircâ' sözleriyle uyandım. Uyanınca da hemen dış elbisemi bürünüp yüzü­mü örttüm. Allah'a yemîn ediyorum ki, biz onunla tek kelime ko­nuşmadık ve ben ondan "înnâ Hllâhi ve innâ ileyhi râciûn" istircâ' sözünden başka bir kelime işitmedim. Çabuk yürüdü, nihayet deve­sini çöktürdü, binebilmem için devenin ön ayağına bastı. Ben de de­veye doğru kalkıp bindim. Safvân, bindiğim deveyi önünden çekerek yürüdü. Nihayet biz öğlenin evvelinde, sıcağın şiddet vaktine girmiş­ler ve hepsi konak yapmışlar hâlde, orduya yetiştik.

Âişe dedi ki: Bu sırada (hakkımda iftira ederek) helak olan he-Iâk olmuştur. İftiranın büyüğüne ve çoğuna girişen, Selûl kadının oğlu Abdullah ibnu Ubeyy olmuş (ve bu, ordu içinde yayılmış).

Urvetu'bnu'z-Zubeyr: Bu iftira hadîsinin yayıldığı ve bu söz Ab­dullah ibn Ubeyy'in yanında konuşulur olup, onun bu sözü söyleye­ni ikrar ettirip dinlemek istediği ve bunu açıkça yaymak istediği bana haber verildi, demiştir.

Ve yine Urve: İftira sâhiblerinden olan diğer insanlar içinde yal­nız Hassan ibn Sabit, Mıstah ibnu Usâse ve Hamme bintu Cahş'ın isimleri söylenmiştir. Benim, Yüce Allah'ın buyurduğu gibi onların bir topluluk olduklarından başka, onların isimleriyle ilgili hiçbir bilgim yoktur. Şübhesiz o günâhın büyüğünü, çoğunu üzerine alan kimse, Abdullah ibnu Ubeyy ibn Selûl'dür denilirdi, demiştir.

Yine Urve dedi ki: Âişe kendi huzurunda şâir Hassân'a sövül­mesini çirkin görür ve:

  Çünkü Hassan:

Fe inne ebî ve vâîidehû ve ırdî

Lı irdi Muhammedin minkum vıkaau

(= Şübhesiz benim babam ve babamın babası ile benim şeref ve namusum, Muhammed'in şerefi ve nâmûsu için size karşı mahfa­zadır) beytini söylemiştir, der idi [214].

Âişe dedi ki: Bizler Medine'ye geldik. Geldiğim zaman ben bir ay hasta oldum. Bu sırada insanlar iftira sahihlerinin sözlerine dal­mışlar. Ben ise bunlardan hiçbir şeyin farkında olamiyordum. Yal­nız hastalığımda beni işkillendiren bir husus vardı: Peygamber'den, hastalandığım başka zamanlarda görmekte olduğum lütuf ve şefkati bu hastalığımda görmüyordum. Sâdece yanıma giriyor, selâm veri­yor, sonra da (adımı söylemeden):

  "Hastanız nasıl?" diyordu.

işte bu hâl beni şübhelendirip üzüyordu. Fakat ben şerri hisset­miyordum. Nihayet ben hastalığımdan yeni iyileşip, henüz nekahet devresine girdikten sonra dışarıya çıktım. Benimle beraber Mıstard­ın anası da hacet def etme yerlerimiz olan Menâsi' tarafına doğru çıktı. Oraya biz ancak geceden geceye çıkardık. Bu âdet, evlerimizin yakınında halâlar edinmemizden önce idi.

Âişe dedi ki: O zamanlar bizim dışarı çıkmaktaki hâlimiz ibti-dâî Arablar'ın sahradaki çukurlar yönüne çıkıp temizlenmelerine ben­ziyordu. Biz evlerimizin yakınında halâlar edinmekten eziyetlenip incinirdik.

Âişe dedi ki: İşte ben Mistah'ın anasıyle dışarı çıkıp gittim. Bu kadın, Ebû Ruhm ibnu'l-Muttalib ibn Abdi Menâfin kızıdır. Anne­si de Sahr ibn Âmir'in kızıdır ki, bu kadın da Ebû Bekr es-Sıddîk'm teyzesidir. Ebû Rumh kızının oğîu da Mıstah ibnu Usâsete'bni Ab-bâd ibn Muttalib'dir. Orada hacetimizi gördükten sonra ben ve Ebû Rumh kızı evimden tarafa dönüp gelirken, Mıstah'ın anasının ayağı yün çarşafı içinde sürçtü. (Arablar arasında felâket zamanında söy­lenmesi âdet olan "Düşmanın helak olsun!" duası yerine) bu kadın:

  Mıstah helak olsun! diye oğluna beddua etti. Ben de ona:

— Ne fena söyledin! Bedir'de hazır bulunan bir kimseye mi sö­vüyorsun? dedim.

Kadın bana:

— Âh şu sâf taze! Sen onun söylediği sözü işitmedin mi? dedi. Ben:

  O ne dedi ki? diye sordum.

Bunun üzerine o bana iftira sâhiblerinin sözünü söyleyip haber verdi.

Âişe dedi ki: Artık hastalığımın üstüne bir hastalık daha arttı. Evime dönünce yanıma Rasûlullah geldi. Selâm verdikten sonra:

  "Hastanız nasıldır?" diye sordu.  . Ben de kendisine:

— Babamla anamın yanına gitmem için bana izin verir misin? dedim ^

— Âişe: Ben o sırada bu haberi babamla anam tarafından tahkik etmek istiyordum, demiştir.- Âişe dedi ki: Rasûlullah bana izin ver­di. Ben de ebeveynimin yanma geldim ve anam (Ümmü Rûmân)'a:

— Ey anneciğim! İnsanlar ne konuşuyorlar? dedim. Annem:

— Ey kızcağızım! Kendini üzme, sen kendini ve sağlığını düşün. Vallahi bir erkeğin yanında sevgili, parlak, güzel bir kadın olsun ve onun birçok ortakları bulunsun da onun aleyhinde çok lâf etmesin­ler; bu, pek nâdirdir, dedi.

Ben de:

— Subhânallah! İnsanlar bunu mu konuşmaktalarmış? dedim.

Âişe dedi ki: Ben bunun üzerine bütün gece ağladım. Sabaha ka­dar gözümün yaşı dinmiyor, gözüme de hiçbir uyku girdiremiyordum. Sonra ağlayarak sabaha ulaştım.

Âişe dedi ki: Rasûlullah da o sabah Alî ibn Ebî Tâlib'i ve Usâ-metu'bnu Zeyd'i yanına çağırmıştı. Vahy gecikince ailesi ile ayrılma­sı hususunda onlarla istişare ediyordu.

Âişe dedi ki: Usâme ibmı Zeyd'e gelince, o, Peygamber'in aile­sinden bilip durduğu berâeti ve Ehlu Beyt için gönlünde besleyip dur­duğu sevgiyi Rasûlullah'a tavsiye ve işaret etti de:

— Yâ Rasûlallah!. Onlar Senin ehlindir. Biz onlar hakkında ha­yırdan başka birşey bilmeyiz, dedi.

Alî ibn Ebî Tâlib'e gelince, o da:

— Allah Sana dünyâyı dâr etmemiştir. Âişe'den başka kadınlar çoktur. Maamâfîh Âişe'nin cariyesi Berîre'ye de sor, o da Sana doğ­ru söyler, demişti.

Bunun üzerine Rasûlullah, Berîre'yi çağırıp:

  "Ey Berîre! Âişe'de sana şübhe veren bir hâl gördün mü?" diye sordu.

Berîre de:

— Seni hakk peygamber olarak gönderen Allah'a yemîn ederim ki, ben Âişe'den kendisini ayıplayabileceğim bir kusur olmak üzere kat'iyyen şundan başka birşey görmüş değilim: Âişe yaşı küçük, taze bir kadındı. Ailesinin hamurunu yoğururken uyurdu da evin besi ko­yunu gelir, hamuru yerdi, demiş.

Âişe dedi ki: Bunun akabinde Rasûlullah o gün minber üzerin­de ayağa kalktı ve iftirayı en evvel ortaya çıkaran Abdullah ibn Ubeyy'-den dolayı söz söylemekte ma'zûr tutulmasını isteyerek, kendisi minber üzerinde olduğu hâlde hitâb edip:

  "Ey.müslümânlar topluluğu! Ev halkım hususunda bana ezası ulaşan bir şahıstan dolayı bana kim yardım eder? Vallahi ben ehlim hakkında hayırdan başka birşey bilmiş değilim. Bu iftiracılar bir ada­mın da ismini ortaya koydular ki, bu zât hakkında da ben hayırdan başka birşey bilmiyorum. Bu ismi söyleyen kimse şimdiye kadar be­nimle beraber olmak müstesna, ailemin yanına girer değil" demiştir.

Âişe dedi ki: Bunun üzerine Ensâr'ın Evs kabilesinden Abdu'l-Eşhel oğulları'mn kardeşi Sa'd ibnu Muâz ayağa kalkmış ve [215]:

— Yâ Rasûlallah! O kimseye karşı Sana ben yardım edeceğim. Eğer bu iftirayı çıkaran Evs'ten ise ben onun boynunu vururum. Eğer Hazrec kardeşlerimizden ise, yapılacak işi Sen bize emredersin, biz de emrini yerine getiririz, demiştir.

Âişe dedi ki: Bu defa Hazrec kabîlesinden bir adam ayağa kalk­mış. Hassan ibn Sâbit'in anası onun soyundan olup, amcasının kızı idi. İşte ayağa kalkan bu zât, Hazrec kabilesinin seyyidi olan Sa'd ibnu Ubâde'dir.

Âişe dedi ki: Sa'd ibn Ubâde bu vak'adan evvel iyi bir adamdı [216].

Fakat bu defa kafaîle asabiyyeti onu Sa'd ibn Muâz'ın sözlerinden dolayı öfkeye sürükledi de, Sa'd ibn Muâz'a karşı:

— Yalan söyledin. Allah'ın ebedîliğine yemîn ediyorum ki, sen onu (yânî Abdullah ibn Ubeyy'i) öldüremezsin ve onu öldürmeğe muk­tedir olamazsın. O, senin cemâatinden biri olmuş olaydı sen onun öl­dürülmesini istemezdin, demiş.

Bu defa da Sa'd ibnu Muâz'ın amcasının oğlu Useyd ibnu Hu-dayr ayağa kalkarak, Sa'd ibnu Ubâde'ye karşı:

— Allah'ın ebedîliğine yemîn ediyorum ki, sen yalan söylüyor­sun. Vallahi biz onu elbette öldürürüz. Sen muhakkak münafıksın ki, münafıklar hesabına bizimle mücâdele ediyorsun! demiş.

Âişe dedi ki: Bu suretle Evs ve Hazrec kabileleri ayaklanmışlar, hattâ birbirleriyle vuruşmayı kasdetmişler. Rasûlullah ise minber üze­rinde dikiliyormuş.

Âişe dedi ki: Rasûlullah (minberden inip) onlar sükûnete varın­caya kadar, onlara yumuşak sözler söylemiş, kendisi de (başka şey söylemeyerek) sükût etmiş.

Âişe dedi ki: (Bana gelince:) Ben o günümün tamâmında hep ağ­ladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne de gözüme bir uyku değdirebil-dim. Babamla anam benim yanımda sabahladılar. Ben iki gece ve bir gün devamlı ağladım. Gözümün yaşı dinmiyor ve gözüme uyku gir-diremiyordum. Hattâ ben ağlamak ciğerimi parçalayacak sanıyordum. Bu şekilde ebeveynim yanımda oturdukları, ben de ağlamakta bulun­duğum sırada Ensâr'dan bir kadın benim yanıma girmeye izin iste­di. Ben de o kadına izin verdim. O da oturup benimle ağlıyordu.

Âişe dedi ki: Biz bu hâl üzere iken, Rasûlullah yanımıza girdi. Selâm verdikten sonra oturdu.

Âişe dedi ki: Hâlbuki Rasûİullah, bundan evvel hakkımda dedi­kodu başladığı günden beri yanımda oturmamıştı. Ve Rasûlullah bir ay beklediği hâlde kendisine benim hakkımda birşey vahyolunmuyor-du.

Aişe dedi ki: Rasûlullah oturduğu zaman şehâdet kelimelerini söyledikten sonra:-

  "Amma ba'du: Yâ Âişe! Hakkında bana şöyie şöyle sözler erişti. Eğersen bu isnâdlardan bert isen, Allah seni yakında berî kılıp temizliğini i'lân edecektir. Yok eğer böyle bir günâha yaklaştınsa Al­lah 'tan mağfiret iste ve tevbe et. Çünkü kul, günâhım i'tirâf ve son­ra datevbe edince Allah da onun tevbesini kabul eder" dedi.

Âişe dedi ki: Rasûlullah bu hutbesini bitirince (musîbetin şiddetli harâretiyle) gözümün yaşı kesildi, hattâ gözyaşımdan bir damla bu­lamıyordum. Hemen babama:

— Rasûlullah'ın söylediği söz hususunda benim tarafımdan ce-vâb ver, dedim.

Babam:

  Vallahi Rasûlullah'a ne diyeceğimi bilmiyorum, dedi. Sonra anama:

— Rasûlullah'ın söylediği söze benim adıma cevâb ver, dedim. O da:

  Ben Rasûlullah'a ne diyeceğimi bilmiyorum, dedi. Bunun üzerine ben henüz Kur'ân'dan delîl okuyamayan küçük

yaşta bir taze olduğum hâlde, şöyle dedim:

— Vallahi ben kat'î anladım ki, siz bu dedikoduyu işitmişsiniz. Hattâ bu söz sizin gönüllerinizde yerleşmiş ve siz ona inanmışsınız. Şimdi ben size "ben ondan beriyim" desem, benim muhakkak berî olduğumu Allah bilip dururken, sizler benim bu sözümü tasdîk et-miyeceksiniz. Ve eğer benim muhakkak berî olduğumu Allah bilip dururken, ben sizlere fena bir i'tirâfta bulunsam, sizler beni hemen tasdîk edeceksiniz. Vallahi ben bu vaziyette kendim için ve sizin için başka bir mesel bulamıyorum. Ancak Yûsuf'un babası Ya'kûb'un (o sıkıntı içinde) söylediği şu sözünü buluyorum: "Fe sabrun cemî-lun v 'altahu H-mustaânu alâ mâ tasıfûn (= Artık bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin şu söylediklerinize karşı yardımına sığınılacak, an­cak Allah'tır)" (Yûsuf: 18).

Ben bu sözü söyledikten sonra dönüp yatağıma yattım. Öyle bir hâlde ki, Allah o zaman benim berî olduğumu biliyordu ve Allah mu­hakkak benim berî olduğumu ortaya koyacaktı. Lâkin vallahi ben Allah'ın bana âid bir iş için okunacak bir vahiy indireceğini zannet­miyordum. Ve sânım da haddizatında bana âid bir mes'elede Allah'­ın bir emirle tekellüm etmesinden çok hakîr idi. Lâkin ben Rasûlul­lah'ın uykusunda bir ru'yâ görmesini ve Allah'ın da bu ru'yâ ile benim temizliğimi ortaya koymasını umuyordum. Vallahi Rasûlullah otur­duğu yerden kalkmamıştı. Ev halkından bir kimse de dışarı çıkma­mıştı. Nihayet üzerine vahiy indirildi. O'na vahiy inerken olagelen hâl hemen gelip O'nu kaplayıverdi, ki kış gününde bile üzerine indi­rilen sözün ağırlığından dolayı kendisinden inci taneleri gibi terler dö­külürdü.

Âişe dedi ki: Rasûlullah'tan vahiy hâli gidip de açılınca, kendisi sevincinden gülüyordu. Tekellüm ettiği ilk söz:

  "Yâ Âişe! Allah seni kat'î olarak temize çıkarmıştır" demesi oldu.

Âişe dedi ki: Bunun üzerine anam bana:

  Kızım, Rasûlullah'a doğru kalk da teşekkür et, dedi. Ben:

— Hayır vallahi, ben ne O'na doğru kalkarım, ne de berî oldu­ğumu indiren Azîz ve Celîl Allah'tan başkasına hamd ederim, dedim.

Âişe dedi ki: Yüce Allah: "O uydurma haberi getirenler içiniz­den bir zümredir. Onu sizin için bir şerr sanmayın. Bil'akis o sizin için bir hayırdır. Onlardan herkese kazandığı günâh vardır. Onlar­dan günâhın büyüğünü üzerine alan o adama da büyük bir azâb var­dır..." (en-Nûr: n-12) on âyet indirdi. İşte sonunda Allah bu âyetleri benim temizliğim hakkında indirdi [217].

Babam Ebû Bekr es-Siddîk, akrabalığından ve fakirliğinden do­layı nafaka vermekte bulunduğu Mıstah ibnu Usâse için:

— Kızım Âişe'ye bu iftirayı söyledikten sonra vallahi ben de Mıs-tah'a birşey vermem! diye yemîn etti.

Bunun üzerine Yüce Allah: "Sizden fazilet ve servet sahibi olan­lar, akrabasına, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere vermele­rinde kusur etmesin; affetsin, aldırış etmesin. Allah 'in size mağfiret etmesini arzu etmez misiniz? Allah çok mağfiret edici, çok merha­met eyleyicidir" (en-Nûr: 22) âyetini indirdi.

Bu âyetin inmesi üzerine Ebû Bekr es-Sıddîk:

— Vallahi ben Allah'ın beni mağfiret etmesini elbette severim! dedi ve Mıstah'a veregeldiği nafakayı tekrar vermeye başladı ve:

  Ben bu nafakayı ondan ebediyyen koparmam, dedi.

Âişe dedi ki: Rasûlullah, zevcesi Zeyneb bintu Cahş'a da benim hâlimden:

— Yâ Zeyneb! Âişe hakkında ne bilirsin ve ne gördün? diye sor­muştu.

Zeyneb cevaben:

— Yâ Rasûlallah! Ben kulağımı, gözümü işitmediğim, görme­diğim şeylerden muhafaza ederim. Vallahi Âişe hakkında hayırdan başka birşey bilmem, diye güzel şâhidlik etmiştir.

Âişe dedi ki: Zeyneb, Peygamber'in kadınları arasında güzelliği ve Peygamber'in yanındaki mevkii i'tibâriyle bana rekaabet eden bir kadındı. Fakat Allah onu verâ ve takvası sebebiyle (iftiracılara katıl­maktan) korudu. Kızkardeşi Hamne bintu Cahş ise o iftiraya taas-subla tutunmaya ve iftiracıların söylediklerini hikâye etmeye başladı da, bu sebeble helak olanlar içinde helak oldu.

ez-Zuhrî: İşte bu, o zümrenin işinden bize ulaşmış olan hadîstir, demiştir. Sonra Urve şöyle dedi: Âişe dedi ki: Vallahi hakkında de­dikodu yapılan o adam muhakkak:

— Subhânallah! Nefsim elinde olan Allah'a yemîn ederim ki, ben hayâtımda hiçbir dişinin elbisesini asla açmamışımdır (yânı hiç­bir kadınla cinsî yaklaşma yapmamışımdır), der dururdu.

Sonra o zât (yânî Safvân ibn Muattal) bu işlerin ardından Allah yolunda şehîd olarak öldürülmüştür [218].

 

172-.......Bize Ma'mer ibn Râşid haber verdi ki, ez-Zuhrî şöy­le demiştir: el-Velîd ibnu Abdilmelik bana:

— Alî ibn Ebî Tâlib'in Âişe'ye iftira atanlar içinde olduğu ha­beri sana ulaştı mı? diye sordu.

Ben de ona:

  Hayır (Alî iftiracıların sözünün benzerini söylemekten mü­nezzehtir). Lâkin senin kavmin Kureyş'ten olan şu iki zât; Ebû Sele­me Abdurrahmân ile Ebû Bekr ibn Abdirrahmân ibni'l-Hâris, Âişe'nin kendilerine, "İftira işi hakkında Alî susucu idi" dediğini bana haber vermişlerdir, dedim.

Râvî dedi ki: Bu mes'ele hakkında ez-Zuhrî'ye müracaat ettiler, fakat ez-Zuhrî, el-Velîd'e bundan başka cevâb vermedi ve (lâfızda hiçbir şübhe olmayarak) "Musellimen" sözünü söyledi; bir de "Aleyhi (yânî Zuhrî, Velîd'e cevâb döndürmedi)" lâfzını ziyâde etti. Atîk'in aslında da böyle "Musellimen" ta'bîri vardır [219].

 

173-.......Ebû Vâil şöyle demiştir: Bana Mesrûk ibnu'1-Ecda' tahdîs edip şöyle dedi: Bana Âişe'nin annesi olan Ümmü Rûmân tahdîs edip şöyle dedi: Ben Âişe ile otururken birden Ensâr'dan bir kadın girdi de (iftiraya karışanları kasdederek):

— Allah Fulân kimseyi şöyle yapsın! Fulân kimseyi şöyle yap­sın! dedi.

Ümmü Rûmân da bu Ensâriyye kadına:

  Sana ne var? diye sordu. O kadın:

  Oğlum bu sözü söyleyenler içindedir, dedi. Ümmü Rûmân tekrar:

  Söz nedir? diye sordu.

O kadın (iftiracıların sözlerini zikrederek):

  Bunlar şöyle şöyle demişlerdir,.dedi. Âişe, kadına:

  Bu sözleri Rasûlullah işitti mi? diye sordu. Kadın:

  Evet, dedi. Rasûlullah tekrar:

  Bunları Ebû Bekr de işitti mi? dedi. Kadın yine:

— Evet (o da işitti), diye cevâb verince, Âişe bayılıp yere düştü. Sonunda Âişe ateş içinde titrer hâlde kendine geldi. Ben üzerine

kendi elbisesini atıp onu örttüm. Bu sırada Peygamber geldi ve:

  "Bunun nesi var?" diye sordu. Ben:

  Yâ Rasûlallah, Âişe'yi titreten bir ateş yakaladı, dedim.

  "Muhtemel ki bu, konuşmakta olduğu bir söz içinde olmuş­tur" buyurdu.

Ümmü Rûmân:

  Evet (öyle oldu), dedi. Bunun akabinde Âişe oturdu da:

— Vallahi eğer ben bu ithamdan beriyim diye yemîn etsem, siz­ler beni tasdik etmeyeceksiniz, ben size yeminle söylesem de sizler ben­den özrümü (yânî benliğimi) kabul etmeyeceksiniz. Benimle sizin meseliniz Ya'kûb Peygamber'le oğullarının meseli gibidir. Ya'kûb (o imtihanı sırasında şöyle demişti): "Artık (bana düşen) güzel bir sa­bırdır. Sizin şu söylediklerinize karşı yardım istenilecek olan ancak

Allah'tır" (Yûsuf: 18).

Ümmü Rûmân: Rasûlullah bana birşey söylemeden döndü. Bu sırada Yüce Allah {en-Nûr: 11-12. ayetiyie) Âişe'nin benliğini indirdi. Bu­nun üzerine Âişe, Peygamber'e hitaben:

— Allah'ın hamdiyle (hamdederim), başka kimsenin hamdiyle değil; Sen'in hamdin ile de değil, dedi [220].

 

174-.......BizeVekî'ibnu'I-Cerrâh,Nâfi' ibn Umer ibn Abdillah el-Cumahî'den; o da Abdullah ibn Ebî Muleyke'den tahdîs etti ki, Âişe (R) "h telakkavnehu bi-elsinetikum..." (en-Nûn 15) lâfzını "İz telikûnehu bi-elsinetikum"tarzında okur ve onu tefsir ederek de: "el-Velku", "el-Kezibu" demektir, dedi.

İbnu Muleyke geçen senedi ile: Âişe lâm'm kesresiyle okuduğu bu okuyuşu başkalarından daha iyi bilen idi. Çünkü bu kelâm ken­disi hakkında indi, demiştir.

 

175-.......Urvetu'bnu'z-Zubeyr şöyle demiştir: Ben bir kerresinde Âişe'nin yanında Hassan ibn Sâbit'e sövmeye kalktım da, Âişe:

— Sen Hassân'a sövme. Çünkü o,, şiirle Rasûlullah tarafından mücâdele eder, O'nu savunurdu, dedi.

Yine Âişe dedi ki: Hassan, (Kureyş'ten olan) müşrikleri kötüle-yip hicvetmek hususunda Peygamber'den izin istedi. Peygamber (S):

  "(Kureyş'i hicvederken) benim nesebimi nasıl yapacaksın?" diye sordu.

Hassan:

  Ben Sen'in nesebini (soyun olan Hâşim oğulları'nı) Kureyş soyları arasından, hamurdan kılın çekilmesi gibi muhakkak çeker çı­karırım, diye cevâb verdi.

Muhammed (ibn Ukbe) de şöyle dedi: Bize Usmân ibnu Ferhad tahdîs edip şöyle dedi: Ben Hişâm'dan işittim ki, babası Urve ibnu'z-Zubeyr: Ben Âişe'nin yanında Hassan ibn Sâbit'e sövdüm. O, Âişe aleyhine iftiracıların sözlerini çok söyler idi, demiştir [221].

 

176-.......Mesrûk şöyle demiştir: Biz Âişe'nin huzuruna girdik. Yanında Hassan ibnu Sabit vardı, Hassan kendine âid olan birtakım beyitlerle teşbîb yaparak şiir inşâd ediyor ve:

—Hasânun, rezânun mâ tuzennu bi-ifbetin

Tusbihu ğarsâ min luhûmi'l-gavâfıli [222] diyordu.

Âişe de ona:

— Lâkin sen böyle değilsin (yânî sen gıybet ettin ve iftiracıların sözlerine daldın), dedi.

Mesrûk dedi ki: Ben Âişe'ye:

— Hassân'm senin yanına girmesine neden izin veriyorsun? Hâl­buki Yüce Allah "Onlardan onun büyüğünü üzerine alan kimseye bü­yük bir azâb vardır" (en-Nûn ıi) buyurmuştur, dedim.

Bunun üzerine Âişe:

— Hangi azâb körlükten daha şiddetli ve daha büyüktür? dedi ve onun lehine: Şübhesiz Hassan, Rasûlullah adına İslâm'ı müdâfaa eder yâhud müşriklerin hicivlerine karşılık verirdi, sözlerini de söyle­di [223].

 

37- Hudeybiye Gazvesi Babı [224]

 

Yüce Allah'ın şu kavli: "Andolsun ki, Allah müzminlerden -seninle o ağacın altında bey'at ederlerken- razı olmuştur da kaîblerindekini bilerek üzerlerine ma'nevî kuvvetim indirmiş ve onları yakın bir feth ile ve alacakları birçok ganimetlerle mükafatlandırmıştır. Allah mutlak gâlibdir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir" (ei-Feth: i8).

 

177-.......Zeyd ibn Hâlid (R) şöyle demiştir: Hudeybiye yılın­da Rasûlullah'ın beraberinde (Medine'den sefere) çıktık. Bir gece bi­ze bir yağmur isabet etti. Akabinde Rasûlullah (S) bizlere sabah namazını kıldırdı. Namazdan çıktıktan sonra yüzünü bizlere döndürdü de:

  "Bitir misiniz Rabb'iniz ne buyurdu?" diye sordu. Bizler:

— Allah ve Rasûîü en bilendir, diye cevâb verdik. Rasûlullah şöyle dedi:

  "Allah şöyle buyurdu: Kullarımdan kimi bana îmân etmiş, kimi de kâfir olmuş oldu. Her kim Allah'ın rahmeti, Allah'ın rızkı ve Allah'ın fadlı ile üzerimize yağmur yağdı dediyse, işte o, bana imân etmiş, yıldıza kâfir olmuştur. Her kim de fulan yıldtz(m batıp doğ­ması) ile üzerimize yağmur yağdı dediyse, işte o yıldıza îmân etmiş, bana îmân etmemiştir" [225].

 

178-.......Hemmâm ibn Yahya, Katâde'den tahdîs etti ki, ona Enes (R) haber verip şöyle demiştir: Rasûlullah (S) dört umre yaptı. Bunlardan Veda Hacci'yla beraber yaptığı umresi müstesna olmak üzere, hepsi de zu'1-ka'de ayında oldu. Hudeybiye'den zu'1-ka'de için­de bir umre, ertesi yıl zu'1-ka'de içinde bir umre, Cı'râne'den Hu-neyn ganimetlerini taksim ettiği yerde zu'1-ka'de içinde bir umre ve bir de haccı ile beraber yaptığı umre [226].

 

179-.......Abdullah ibmı Ebî Katâde'ye, babası Ebû Katâde tah­dîs edip şöyle demiştir: Hudeybiye senesi biz de Peygamber'in bera­berinde gittik. Peygamber'in sahâbîleri ihrama girdiler, fakat ben ihrama girmemiştim [227].

 

180-.......el-Berâ ibn Âzib (R) şöyle demiştir: Siz, büyük fethi Mekke'nin fethi sayarsınız -Vakıa Mekke'nin fethi (Kur'ân'ın şehâ-det ettiği) parlak bir fetih ve zafer idi-. Hâlbuki biz büyük fethi, Hu-deybiye günündeki Rıdvan Bey'ati sayarız (ki o gün cihâd için Rasûlullah'a verdiğimiz sözden Allah razı olmuştur). Biz o gün Pey­gamberdin maiyyetinde yüzer mevcûdlu ondört bölük (bindörtyüz) er idik. Hudeybiye bir kuyudur, Biz oraya varınca kuyunun suyunu ta­mamen çekmiştik de içinde bir damla su bırakmamıştık. Bu hâl Pey-gamber'e ulaştı. Peygamber kuyunun yanına geldi, kenarına oturdu. Sonra içinde biraz su bulunan bir kap istedi. Getirilen su ile abdest aldı, sonra ağzını çalkaladı ve dua etti. Sonra bu abdest ve çalkantı suyunu kuyuya döktü. Bunun üzerine biz az bir zaman kuyuyu bu hâlde bıraktık. Sonra kuyu bize istediğimiz kadar su verdi. Hem biz, hem de bütün hayvanlarımız suya kandık.

 

181-.......Ebû İshâk tahdîs edip şöyle demiştir: el-Berâ ibn Âzib (R) bize şöyle haber verdi: Kendileri Hudeybiye senesi Rasûlullah'ın beraberinde bindörtyüz yâhud daha çok kişi olarak bulunmuşlar. Ni­hayet bir kuyu başında konaklamış ve içindeki suyu tamamen çek­mişler. Akabinde Rasûlullah'a varıp durumu arzetmişler. Rasülullah kuyunun yanına gelip kenarına oturmuş. Sonra "Bana içinde su bu­lunan bir kova getirin" diye buyurmuş. İstediği su kendisine getiri­lince içine tükürüp duâ etmiş. Sonra "Bir saat (yânı bir müddet) kuyuyu ter kedin" buyurmuş. Bir süre sonra sahâbîler oradan hare­ket edinceye kadar hem kendilerini, hem de binek hayvanlarını suya kandırmışlar [228].

 

182-.......Câbir (R) şöyle demiştir: Hudeybiye gününde insanlar susadılar. Rasûlullah'ın önünde ise küçük bir su kabı vardı. Ra-sûlullah o kapdan abdest aldı. Sonra insanlar O'na doğru yönelip geldiler. Rasûlullah (S):

  "Size ne oluyor?*' diye sordu. Sahâbîler:

— Yâ Rasûlallah, yanımızda abdest alacağımız ve içeceğimiz hiç­bir su yoktur, ancak Sen'in bu su kabındaki su vardır, dediler.

Râvî dedi ki: Bunun akabinde Peygamber elini o su kabının içi­ne koydu, derhâl parmakları arasından pınarlar emsali su fışkırma­ğa başladı.

Râvî dedi ki: Artık bizler su içtik ve abdest aldık.

İkinci râvî Salim ibn Ebi'1-Ca'd şöyle demiştir: Ben Câbir'e:

  Siz o gün kaç kişi idiniz? diye sordum. Câbir:

— Yüzbin kişi de olsaydık o su bizlere muhakkak yeterdi; biz binbeşyüz kişi idik, diye cevâb verdi [229].

 

183-.......Katâde şöyle demiştir: Ben Saîd ibnu'l-Müseyyeb'e: Bana Câbir ibn Abdillah'ın "Hudeybiye'deki sahâbîler bindörtyüz kişi idiler" demekte olduğu haberi ulaştı, dedim.

Saîd bana, Hudeybiye gününde Peygamber'e bey'at etmiş olan sahâbîlerin binbeşyüz kişi olduklarını tahdîs etti, dedi.

el-Buhârî'nin üstadı es-Salt'a kendi rivayetinde Ebû Dâvûd Süleyman et-Tayâlîsî mutâbaat etmiştir: Bize Kurre ibn Hâlid, Katâ-de'den tahdîs etti. Ona Muhammed ibn Beşşâr mutâbaat etti: Bize Dâvûd tahdîs etti: Bize Şu'be tahdîs etti [230].

 

184-....... Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs etti. Amr ibn Dînâr şöyle demiştir: Ben Câbir ibn Abdi'lah(R)'tan işittim, şöyle dedi: Hu­deybiye günü Rasûlullah (S) bize: "Sizleryeryüzündeki insanların en hayır/ısısınız" buyurdu. Biz ise bu seferde bindörtyüz kişi idik. Bu gün (gözlerimde körlük olmayıp da) görebilseydim, altında bey'at et­tiğimiz ağacın yerini size muhakkak gösterirdim.

Sufyân ibn Uyeyne'ye Süleyman eı-A'meş "Bindörtyüz" riva­yetinde mutâbaat etmiştir. Çünkü el-A'meş, Salim ibn Ebi'l-Ca'd'den işitmiş, Salim de Câbir'den bindörtyüz sayısını işitmiştir.

Ve Ubeydullah ibn Muâz şöyle dedi: Bana babam tahdîs etti: Bize Şu'be, Amr ibn Murre'den tahdîs etti (O, şöyle demiştir): Bana Ab­dullah ibn Ebî Evfâ' el-Eslemî (R) şöyle tahdîs etti: Ağaç altında bey'at eden sahâbîler binüçyüz kişi idiler. Eşlem kabîlesi halkı Muhacirler'-in sekizde biri idiler.

Muhammed ibn Beşşâr kendi rivayetinde Ubeydullah ibn Mu-âz'a mutâbaat edip şöyle demiştir: Bize Ebû Dâvûd et-Tayâlisî tah­dîs etti: Bize Şu'be ibnu'l-Haccâc tahdîs etti [231].

 

185-.......Kays ibn Ebî Hazım, Mirdâs ibn Mâlik el-Eslemî(R)'den işitmiştir -Mirdâs, ağaç altında bey'at eden sahâbîlerden idi-. Şöyle diyordu: Salih (yânî iyi) kimseler birbiri arkasınca Tanrı dîvânına alı­nırlar, geriye de hurmanın yâhud arpanın çalkantı kozalakları gibi değersizleri kalır ki, Allah onlara hiçbir kıymet vermez [232].

 

186-....... Bize Suyfân ibn Uyeyne, ez-Zuhrî'den; o da Urve ibnu'z-Zubeyr'den tahdîs etti ki, Mervârt ibnu'l-Hakem ile Mısver ibn Mahrame (R) şöyle demişlerdir: Peygamber (S) Hudeybiye yılında sa-hâbîlerden on küsur yüz kişi içinde (Medine'den) yola çıktı. Nihayet Zu'1-Huleyfe'de bulundukları sırada Peygamber kurbanlık develeri­ne gerdanlık taktı ve hörgüçlerinin sağ taraflarını çizip kanatarak kur­banlık alâmetini yaptı, kendisi de oradan umre niyetiyle ihrama girdi...

(Alî ibnu'I-Medînî şöyle demiştir:) Ben bu hadîsi Sufyân ibn Uyey-ne'den kaç kerre işittiğimi saymam. Nihayet Sufyân'dan şöyle der­ken işittim: Ben Muhammed ibn Müslim ez-Zuhrî'den kurbanlık develeri nişanlamayı ve gerdanlık takma fıkrasını ezberimde tutmu­yorum, nişan yapma yerini ve gerdanlık takma yerini de bilmiyorum; yâhud da hadîsin tamâmım bilmiyorum.

 

187-.......Mucâhid ibn Cebr şöyle demiştir: Bana Abdurrahmân ibnu Ebî Leylâ, Ka'b ibn Ucre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah onu, yüzü üzerine bitler düşer hâlde görmüş de:

  "Haşerelerin sana eza veriyor mu?" demiş, o da:

— Evet ezâ veriyor, demiş.

Akabinde Rasûlullah ona Hudeybiye'de bulunurken başını tıraş etmesini emretti. Bu sırada Rasûlullah ve sahâbîleri Mekke'ye gir­me arzusu üzerinde bulunuyorlar ve Rasûlullah kendilerinin Hudey­biye'de ihramdan çıkacaklarını onlara beyân etmemişti. Akabinde Allah tıraş olmanın fidyesini bildiren el-Bakara: 196. âyetim indirdi. Bunun üzerine Rasûlullah, ona bir farak yânî onaltı rıtl buğdayı altı fakîre yedirmesini yâhud bir davar kurban etmesini yâhud da üç gün oruç tutmasını emretti [233].

 

188-.......Bana imâm Mâlik, Zeyd ibn Eslem'den tahdîs etti;

babası ve Umer'in hizmetçisi Eşlem şöyle demiştir: Ben Umer ibnu'l-Hattâb(R)'ın beraberinde çarşıya çıktım. Çarşıda Umer'i genç bir ka­dın karşıladı ve:                                             

— Ey Mü'minlerin Emîri! Eşim şehîd oldu ve arkasında küçük çocuklar bıraktı ki, vallahi bunlar davar ayağı pişiremiyorlar, bunla­rın hiç ekini ve sağım hayvanları da yoktur. Ben bunları sırtlanın yemesinden endîşe ediyorum (yânî öleceklerinden endîşe ediyorum). Ben Hufâf ibnu îmâ el-Gıfârî'nin kızıyım. Babam Hudeybiye'de Pey-gamber'in beraberinde hazır bulunmuştur, dedi.

Bunun üzerine Umer ileri gitmeyip, o kadının yanında durdu. Sonra kadına hitaben:

  Kureyş'e yakın bir nesebe merhaba! dedi.

Sonra evde bağlanmış olan kuvvetli bir deveye doğru gitti ve ona buğdayla doldurduğu iki büyük çuvalı yükledi. O iki hararın ortası­na da yiyecek ve giyecek şeyler yükledi. Sonra o deveyi yularıyla ka­dına uzatıp verdi. Sonra:

— Bu yükü rızk edin, bu tükenmeden Allah sizlere hayır, yânî mal getirecektir, dedi.

Orada bulunan bir adam:

— Ey Mü'minlerin Emîri, bu kadına çok atıyye verdin, dedi. Umer de:

— Anan seni yitirsin! Vallahi ben bu kadının babasını ve erkek kardeşini gördüm ki onlar bir kaleyi bir zaman muhasara etmişler, sonunda fethetmişlerdi. Sonra biz onların oradaki paylarının bize geç­mesini istiyorduk (yânî o kaledeki paylarımızı ister olduk), dedi [234].

 

189-.......Saîd ibnu'l-Müseyyeb'in babası, Müseyyeb ibn Hazn (R) -"ki bey'atta hazır bulunmuştu- : Yemîn ederim ki, ben altında bey'at yapılan o ağacı görmüşümdür, daha sonra o ağacın yanına git­tim, fakat bu sefer o ağacı bilemedim, demiştir.

Mahmûd ibn Gayîân'm rivayetinde: Daha sonra o ağaç bana unutturuldu, demiştir [235].

 

190-.......Tâbiün'dan Tank ibnu Abdirrahmân şöyle demiştir:

Ben hacca gittim. Yolda namaz kılmakta olan bir topluluğa uğradım da onlara:

  Burası ne mescididir? diye sordum. Onlar:

— Bu Rasûlullah'ın Rıdvan Bey'atı'nı yapmış olduğu yerdeki Şe­cere Mescidi'dir, dediler.

Akabinde ben Saîd ibnu'l-Müseyyeb'e geldim de bunu ona ha­ber verdim. Bunun üzerine Saîd şöyle dedi:

— Bana babam Müseyyeb tahdîs etti. Kendisi ağaç altında Ra-sûlullah'a bey'at eden kimseler içinde bulunmuştur. O şöyle dedi: Hu-deybiye'nin ertesi sene kaza umresine çıktığımızda bizler o ağacı unuttuk, onu tanımaya muktedir olamadık!..

Saîd:

— Muhammed'in sahâbîleri o ağacı bilemediler, onu sizler mi bildiniz; sizler sahâbîlerden daha iyi mi bilenlersiniz? dedi.

 

191-.......Târik, Saîd'den; o da babası Müseyyeb(R)'den olmak üzere tahdîs etti. Müseyyeb ibn Hazn (R) ağaç altında bey'at eden kimselerdendi. O:

— Bizler Hudeybiye'nin ertesi sene, o ağacın yanına dönüp var­dık, fakat o ağaç bize örtülüp gizlendi, demiştir.

 

192- Bize Kabîsa tahdîs etti: Bize Sufyân es-Sevrî tahdîs etti ki, Târik ibn Abdirrahmân şöyle demiştir: O ağaç Saîd ibnu'l-Müsey­yeb'in yanında zikredildi. Bunun üzerine Saîd güldü de şöyle dedi: Bana babam haber verdi, kendisi Hudeybiye'deki bey'atta hazır bu­lunmuştur [236].

 

193-.......Amr ibn Murre şöyle demiştir: Ben Abdullah ibn Ebî Evfâ(R)'dan işittim, kendisi ağaç altında bey'at eden sahâbîlerden idi; şöyle dedi: Peygamber (S) bir topluluk kendisine bir sadaka malı getirdikleri zaman:

  "Yâ Allah, bunlar üzerine salât et" diye duâ eder idi. Babam Ebû Evfâ da sadakasını getirdiğinde Peygamber:

  "Yâ Allah, Ebû Evfâ ailesine salât eyle!" diye duâ ederdi [237].

 

194-.......Abbâd ibnu Temîm şöyle demiştir: Harre vak'ası günü olduğu zaman insanlar Abdullah ibn Hanzala'ya bey'at ediyorlardı. Abdullah ibn Zeyd:

— Abdullah ibnu Hanzala insanlarla ne üzerine bey'at ediyor? diye sordu.

Kendisine:

  Ölmek üzerine bey'at ediyor, denildi.

Abdullah ibn Zeyd:

— Ben RasûlulIah(S)'tan sonra kimse ile ölmek üzere bey'at et­mem, dedi.

Kendisi Hudeybiye'de Rasûlullah'ın beraberinde hazır bulunmuş­tu [238].

 

195-.......Iyâs ibnu Selemete'bni'1-Ekva' şöyle demiştir: Bana babam Selemetu'bnu'1-Ekva' tahdîs etti. Kendisi ağaç altında bey'­at eden sahâbîlerden idi. Şöyle dedi: Biz Peygamber(S)'le birlikte cu-mua namazını kılardık, sonra dönerdik de, duvarların, kendisinde gölgelenebileceğimiz bir gölgesi olmazdı [239].

 

196-....... Yezîd ibnu Ebî Ubeyd şöyle demiştir: Ben Seleme ibnu'l-Ekva'ya:

  Sizler Hudeybiye günü hangi şey üzerine Rasûlullah (S) ile bey'at ettiniz? diye sordum.

Seleme (R):

  Ölmek (ve kat'iyyen dönmemek) üzere, dedi [240].

 

197-.......el-Alâ ibnu'l-Müseyyeb'den babası Müseyyeb ibn Rafı' et-Tağlebî şöyle demiştir: Ben el-Berâ ibn Âzib(R)'e kavuştum da:

— En güzel yaşayış sana kutlu olsun! Sen Peygamber'e sahâbî-lik ettin ve onunla ağaç altında bey'at yaptın! dedim.

Bunun üzerine el-Berâ:

  Ey kardeş oğlu! Peygamber'den sonra bizim ne fitneler çı­kardığımızı sen bilmezsin, dedi [241].

 

198-.......Muâviyeibnu Sellâm, Yahya ibn EbîKesîr'den; o da Ebû Kılâbe'den tahdîs etti ki, Sabit ibnu'd-Dahhâk, kendisinin ağaç altında Peygamber'le bey'at yaptığını haber vermiştir.

 

199-.......Bize Şu'be ibnu'I-Haccâc, Katâde'den haber verdi ki, Enes ibn Mâlik (R) "Biz hakikat sana apâşikâr bir fetih (yolu) aç­tık... " (ei-Feth: i) âyeti hakkında şöyle demiştir:

  O feth, Hudeybiye'dir. Rasûlullah'ın sahâbîleri:

— Bu sana kutlu ve mutlu olsun yâ Rasûlallah (Allah geçmiş ve gelecek günâhlarını mağfiret etti)! Bizim için ne var (yânı Allah bu husûsda bizlere ne hükmetti)? dediler.

Allah: "(Bütün bu lütuflar) erkek mü 'mirilerle kadın mü 'minleri altlarından ırmaklar akan cennetlere -içlerinde ebedî ve sermedi olarak-sokmak, onların günâhlarım keffâret etmek içindir. İşte bu, Allah indinde en büyük kurtuluş ve saadettir" (el-Feth: 5) âyetini indirdi.

Şu'be dedi ki: Ben Kûfe'ye geldim ve bu hadîsin tamâmını Ka­tâde'den olmak üzere tahdîs ettim. Sonra Katâde'ye döndüm ve bu­nu kendisine zikrettim. Katâde:

— Amma "înnâfetahnâ leke"rûn Hudeybiye ile tefsîri Enes'in rivâyetindendir; "Henîen vemerîen"\se İkrime'nin rivâyetindendir, dedi [242].

 

200-.......Meczeetu'bnu Zahir el-Eslemî'den; o da babası Za­hir ibnu'l-Esved'den: Bu Zahir, ağaç altında yapılan bey'atte hazır bulunanlardan idi. Şöyle demiştir: (Hayber'de) ben eşek etlerini pi­şirmek için tencerenin altına ateş yakıyordum. Tam bu sırada Rasû­lullah'ın nidâcısı:

— Rasûlullah sizleri eşek etlerinden nehyediyor! diye bağırdı.

Yine Meczee'den; o da Eslemîler'den yâhûd sahâbîlerden ve ağaç altında bey'at eden kimselerden bir adamdan ki, onun ismi Uhbân ibnu Evs'tir. Bu zâtın dizi rahatsız olmuştu da secde ettiği zaman di­zinin altına bir yastık kor idi [243].

 

201-...... Ağaç altında bey'at yapan sahâbîlerden olan Suveyd ibnu'n-Nu'mân (R) şöyle demiştir: (Hayber seferine gittiğimizde) Ra-sûlullah ile sahâbîlerine kavud getirildi de onlar bunu ağızlarında evirip çevirip çiğnediler...

Basra Kaadısı Muâz ibn Muâz, Şu'be ibnu'l-Haccâc'dan riva­yet etmekte bu hadîsin senedindeki râvîlerden İbnu Ebî Adiyy'e mu-tâbaat etmiştir[244].

 

202-....... Ebû Cemre (Nasr ibnu Imrân) şöyle demiştir: Ben, hem Peygamber'in sahâbîlerinden ve aynı zamanda ağaç altında bey'at eden kimselerden olan Âiz ibn Amr(R)'dan:

— (Vitr namazını kıldıktan sonra uyuyup uyanınca, tekrar nafi­le namaz kılan kimse için evvelce kıldığı) vitr namazı bozulur mu? diye sordum.

Âiz:

  Vitr namazını gecenin evvelinde kıldığın zaman, artık gece­nin sonunda vitr namazı kılma, diye cevâb verdi [245].

 

203-.......Bize Mâlik, Zeyd ibn Eslem'den; o da babası Eslem'den şöyle haber verdi: Rasûlullah (S) seferlerinden birinde yol alıyordu. Umer ibnu'I-Hattâb da bir gece Rasûlullah'ın beraberinde gidiyor­du. Bu sırada Umer, Rasûlullah'a birşey sordu. Fakat Rasûlullah (vahy ile meşgul bulunduğu için) Umer'e cevâb vermedi. Umer sonra yine sordu. Rasûlullah bu defa da cevâb vermedi. Umer, (Rasûlullah işit­medi sanarak) sonra bir daha sordu. Rasûlullah yine cevâb vermedi. Bunun üzerine Umer içinden kendi kendine:

— Anan seni kaybetsin yâ Umer! Bak üç kerre Rasûlullah'a (sor­guda) ısrar ettin de bu sorguların hepsinde Rasûlullah sana cevâb ver­medi, dedi.

Umer (rivayetine devamla) şöyle dedi: Ben bunun üzerine deve­mi hareket ettirip sürdüm. Sonra hakkımda (tevbîh edici) Kur'ân in­mesinden korkarak müslümânlann önüne geçtim. Fakat çok bekleme­dim. Bir çağırganın bana seslendiğini işittim. Ve (kendi kendime) de­dim ki:

— Yemîn olsun şimdi hakkımda Kur'ân inmiş olmasından hakî­katen korktuğumu i'tirâf ettim. (Ve bu korku içinde) Rasûlullah'ın huzuruna geldim de kendisine selâm verdim. Rasûlullah bana (sevinç içinde):

  "Yemîn olsun bu gece bana bir sûre indirildi ki, o sûre bana, üstüne güneş doğan herşeyden çok sevimlidir" buyurdu; sonra da: "Biz hakikat sana apâşikâr birfeth (ve zafer) yolu açtık. (Bu,) geç­miş ve gelecek günâhını Allahhn mağfiret etmesi, senin üzerindeki nVmetini tamamlaması, seni (bu sayede) doğru yola iletmesi içindir. Ve Allah'ın sana çok şerefli bir muzafferiyetle yardım etmesi için­dir... " (el-Feth: 1-3) [246].

 

204-.......Bize Sufyân (ibn Uyeyne) tahdîs edip şöyle dedi: Ben bu hadîsi ez-Zuhrî'den tahdîs ettiği zaman işittim. Bir kısmını Zuh-rî'den ezberledim. Ma'mer ibn Râşid de beni Zuhrî'den işittiğim kı­sımda sabit ve kararlı kıldı. O da Urve ibnu'z-Zubeyr'den; o da el-Mısver ibn Mahrame'den ve Mervân ibnu'l-Hakem'den. Bu son ikisinden biri, arkadaşı üzerine bâzı artırma yapıyordu. Mısver ile Mer­vân şöyle demişlerdir: Peygamber (S) Hudeybiye yılında sahâbîlerin-den yüzer kişilik on bu kadar bölük içinde sefere çıktı. (Medîneliler'in ihrama girme yeri olan) Zu'1-Huleyfe'ye geldiği zaman kurbanlık de­velerin boyunlarına kurbân nişanesi olan gerdanlıklarını taktı, hör-güçlerini de bıçakla çizip kanatarak nişanladı. Ve buradan i'tibâren umre niyetiyle ihrâmlandı. Rasûlullah, Huzâa kabilesinden (Busr ibn Sufyân adlı) bir gözcüsünü de keşif için ileri gönderdi. Kendisi de (ma-iyyetiyle beraber) yürüdü. Tâ Gadîru'l-Eştât mevkiine kadar ilerle­di. Burada gözcüsü geldi ve şu haberleri söyledi:

— (Yâ Rasûlallah!) Kureyş Senin aleyhinde birçok halk topla­mış ve Ehâbiş denilen toplulukları da aleyhinde kendi ittifakına al­mış. Müşrikler Seninle muhakkak harb edecekler ve Ka'be'yi ziyaretten Seni men' edecekler ve Mekke'ye girmene mâni' olacaklar, dedi. Bu haber üzerine Rasûlullah (istişare için sahâbîlerini toplayıp onlara):

  "Ey insanlar! Bana fikrinizi söyleyiniz: Bizi Ka'be'yi ziya­retten men1 etmek isteyen şu müşriklerin aileleri ve çoluk çocukları üzerine akın etmemi uygun buluyor musunuz? Eğer bu sırada müş­rikler bize karşı gelirlerse (onlarla harb eder ve onları yeneriz). Çün­kü Azız ve Celîl olan Allah müşriklerden bir gözü kesmiştir (yânî bir casusumuzu müşriklerin gözünden korumuştur). Eğer müşrikler üze­rimize gelmezlerse bu düşmanlarımızı (aileleri, çoluk çocukları ve mal­ları) baskına uğramışlar, zorla alınmışlar hâlinde bırakırız" buyurdu.

Bunun üzerine Ebû Bekr:

  Yâ Rasûlallah! Sen şu Beyt'i ziyaret kasdedici olarak yola çık­tın. Bir kimseyi öldürmek ve bir kimse ile harbetmek istemezsin. Şu hâlde Ka'be'ye doğru yürü. Her kim bizi Ka'be'yi ziyaretten men' ederse, onunla vuruşuruz! dedi.

(Bunun üzerine) Rasûlullah:

— "Allah'ın ismi üzere yürümeğe devam edin!" buyurdu [247].

 

205-.......Bana İbn Şihâb'm kardeşinin oğlu, amcası(Muhammed ibn Müslim ibn Şihâb)ndan tahdîs etti. O şöyle demiştir: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr haber verdi ki, kendisi de Mervân ibnu'l-Hakem ile Mısver ibn Mahrame'den işitmiştir. Bu iki sahâbî Rasûhıllah'ın Hudeybiye umresi hakkındaki haberinden bir haber naklediyorlar­dı. (İbn Şihâb şöyle dedi:) Urvenin o iki sahâbîden bana haber verdi­ği şeyler içinde şu fıkralar vardı:

Rasûlullah (S) Hudeybiye günü ta'yîn edilen sulh müddeti üze­rine Süheyl ibn Amr ile yazışma yaptığı zaman, Süheyl ibn Amr'ın ileri sürdüğü şartlar içinde şunlar da vardı: Süheyl:

— Sana bizden bir erkek gelirse, o gelen kimse senin dîninde ol­sa bile onu bize geri vereceksin ve onunla bizim aramızı boşaltacak­sın, dedi ve Süheyl ancak bu şart üzerine Rasûlullah ile barış andlaş-ması yapacağında diretti.

Müslümanlar bu şartı istemeyip öfkelendiler ve bu şart aleyhin­de konuştular. Süheyl, Rasûlullah ile ancak bu şart üzere andlaşma yapmakta dayatınca Rasûlullah (o şartı kabul edip) onunla anlaşma­ya vardı.

Bu madde uyarınca daha o gün Rasûlullah, Süheyl ibn Amr'ın oğlu Ebû Cendel'i babasına geri verdi. O anlaşma müddeti içinde Ra­sûlullah'a gelen herbir erkeği, müslümân olarak gelmiş de olsa mu­hakkak geri çevirmiştir.

Bu arada mü'min kadınlar da Muhacir olarak geldi. Ve Ukbe ibn Ebî Muayt'm kızı Ümmü Kulsüm de kadınlık çağına erişmiş ol­duğu hâlde o günü Rasûrullah'ın yanına çıkıp gelenlerdendi. Arka­sından ailesi de geldiler de Ümmü Kulsüm'ü kendilerine geri vermesini Rasûlullah'tan istiyorlardı. Fakat Yüce Allah, mü'min kadınlar hak­kında indirdiğim indirdiği için -el-Mümtehine: 10. âyeti indirdiği içiri-(Rasûlullah, Ümmü Kulsüm'ü ailesine geri vermemiştir).

İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Urvetu'bnu'z-Zubeyr haber ver­di ki, Peygamber'in zevcesi Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) mü'min kadınlardan muhacir olup gelenleri şu âyet ile imtihan edi­yordu:

'Ey Peygamber, mü 'min kadınlar -Allah 'a hiçbirşeyi eş tutma­maları, hırsızlık yapmamaları, zina etmemeleri, evlâdlanm öldürme­meleri, elleriyle ayakları arasından bir iftira düzüp getirmemeleri, (emredeceğin) herhangi bir iyilik hususunda sana âsî olmamaları şartıyle- sana bey'atleşmeye geldikleri zaman, bey'atlerini kabul et. Onlar için Allah'tan mağfiret isteyiver. Çünkü Allah çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir" (ei-Mümtehine: 12).

Yine amcasından o, yânı İbn Şihâb: O zaman Allah'ın, kendi Rasûlü'ne, müşrik erkeklerin mü'min olarak hicret etmiş kadınları­na yaptıkları mehr ve diğer harcamaları müşrik erkeklere geri ver-

meşini emrettiği haberi de bize ulaştı, demiştir. Ve yine bize Ebû Ba-sîr kıssası da ulaştı, deyip o hadîsi de uzunluğu ile zikretmiştir [248].

 

206- Bize Kuteybe ibn Saîd, (İmâm) Mâlik'ten; o da Nâfi'den şöyle tahdîs etti: Abdullah ibn Umer (Haccâc'ın Abdullah ibn Zubeyr'le harb etmek için Mekke üzerine bir ordu ile yürüdüğü) fitne senesi içinde umre niyetiyle yola çıktı da:

— Eğer ben Beyt'i ziyaretten men' olunursam, ben de Rasûlul-lah (S) ile yaptığımız gibi yaparım, dedi ve akabinde telbiye ederek (Zu'1-Huleyfe'de) umre niyetiyle ihrâmlandı.

Çünkü Rasûlullah da Hudeybiye senesinde böyle umre niyetiyle ihrama girmişti.

 

207-.......İbn Umer (fitne zamanında) umre niyetiyle ihrama girdi de: Eğer benimle Beyt arasına engel olunursa, ben de Kureyş kâfirlerinin Peygamber'le Beyt arasına engel oldukları zaman Peygamber'in Hudeybiye'de yaptığı işleri yaparım, dedi ve şu âyeti oku­du: "Andolsun ki, Allah 'in Rasûlü 'nde sizin için güzel bir tâbV olup uyma numunesi vardır..." (ei-Ahzâb: 2i).

 

208-.......Abdullah ibn Umer'in iki oğlu Ubeydullah ile Salim, babaları Abdullah ibn Umer'le konuştuklarını Nâfi'e haber vermiş­lerdir.

H ve yine bize Mûsâ ibn İsmâîl tahdîs etti: Bize Cuveyriye, Nâ­fi'den şöyle tahdîs etti: Abdullah ibn Umer'in oğullarından bâzısı İbn Umer'e:

— Bu yıl yerinde kalsan (hacca gitmesen elbette daha hayırlı olur)! Çünkü ben senin bu sene Beyt'e ulaşamayacağından korkuyorum, dedi.

İbn Umer dedi ki:

— Biz Peygamber'in beraberinde yola çıktık. Kureyş kâfirleri Beyt'e varmağa mâni' oldular. Bunun üzerine Peygamber kurbanlık­larını kesti, başım tıraş etti, sahâbîleri de saçlarını kısalttılar.

İbn Umer devamla şöyle dedi:

  Sizi şâhid tutuyorum ki, ben kendime umre yapmayı vâcib kıldım. Eğer benimle Beyt'in arası serbest bırakılırsa Beyt'i tavaf ede­rim. Eğer benimle Beyt'in arasına engel olunursa, ben de Rasûlul-lah'ın (Hudeybiye'de) yaptığı gibi yaparım, dedi (ve Zu'1-Huleyfe'de umre niyetiyle ihrama girdi).

Bir saat gittikten sonra:

— Mâni' olunmakla ihramdan çıkmanın cevazında hacc ile um-

renin ikisini de bir görüyorum (aralarında fark görmüyorum). Sizle­ri şâhid tutuyorum ki, ben umrem ile beraber haccı da kendime vâcıb kıldım, dedi (ve kıran haccına niyet etti).

Mekke'ye girdiği gün bir tavaf ve bir sa'y yaptı (ikaamet etti). Nihayet (nahr gününde kurbanını kesip) iki ibâdetten beraberce ih­ramdan çıktı [249].

 

209-....... Nâfi' şöyle demiştir: İnsanlar "İbn Umer, babası Umer'den önce müslümân oldu" diye konuşuyorlar. Hâlbuki iş böyle değildir. İş şöyledir: Umer, Hudeybiye günü oğlu Abdullah'ı, Ensâr'-dan bir kişinin yanında bulunan atın, üzerine binip harbetmek mak-sadiyle getirmesi için, atının yanma göndermişti. Bu sırada Rasûhıllah ağacın yanında insanlardan bey'at alıyordu. Hâlbuki Umer bu bey'-at işini bilmiyordu. Abdullah, Rasûlullah ile bey'at edip, sonra atı almaya gitti ve atı Umer'e getirdi. O sırada Umer, harbetmek için zırhını giymekle meşguldü. Abdullah babasına Rasûlullah'ın ağaç al­tında insanlardan bey'at almakta olduğunu haber verdi.

Râvî dedi ki: Hemen Umer bey'at yerine gitti, kendisiyle bera­ber oğlu da gitti..Nihayet Umer de Rasülullah'a bey'at etti. İşte in-sanlar'ın "Abdullah ibn Umer, babası Umer'den önce müslümân oldu" diye konuşur oldukları söz, budur.

Ve Hişâm ibn Ammâr şöyle demiştir: Bize el-Velîd ibnu Müslim tahdîs etti. Bize Umer ibnu Muhammed el-Umerî tahdîs etti. Bana Nâfi', İbn Umer'den haber verdi (o şöyle demiştir): Hudeybiye günü-insanlar Peygamber'in beraberinde idiler; ağaçların gölgelerine da­ğılmışlardı. Derken birdenbire insanlar Peygamber'in etrafını çevir­diler. Umer:

— Yâ Abdallah! Bak bakalım, insanların hâli nedir; Rasûlullah'ın etrafını kuşatmışlar? dedi.

Abdullah insanları bey'at yapıyor hâlde buldu ve kendisi de bey'at etti. Sonra Umer'in yanına döndü. Akabinde Umer de varıp bey'at yaptı [250].

 

210-.......Abdullah ibn Ebî Evfâ (R) şöyle demiştir: Peygam­ber (S) -anlaşma hükmüne göre îfâ ettiği- umreyi yaptığı zaman, biz de beraberinde idik. Peygamber Ka'be'yi tavaf etti; biz de berabe­rinde tavaf ettik. O namaz kıldı; biz de beraberinde namaz kıldık. O, Safa ile Merve arasında sa'y yaptı. Bu sırada biz Peygamber'i Mekke ahâlîsinden herhangibir kimse O'na bir zarar isabet ettirmesin diye koruyorduk [251].

 

211-.......Mâlik ibn Mığvel tahdîs edip şöyle demiştir: Ben Ebû Husayn Usmân ibn Âsim el-KûfîJden işittim, şöyle dedi: Ebû Vâil şöyle dedi: Sehl ibn Huneyf el-Ensârî (R) Sıffin vak'asından geldiği zaman, biz ondan haber istemek üzere yanma geldik. (O, bu harb gününde taksîr yapmakla ittihâm ediliyordu.) Şöyle dedi:

— Sizler bu harb hakkında kendi re'yinizi ittihâm ediniz. (Çün­kü ictihâd ettiğiniz bir ictihâdla İslâm içinde kardeşlerinizle harb edi­yordunuz.) Yemîn olsun ben kendimi Ebû Cendel gününde gördüm, eğer Rasûlullah'a karşı O'nun emrini reddetmeye muktedir olaydım, muhakkak O'nun Ebû Cendel hakkındaki emrini reddederdim. Al­lah ve Rasûlü en bilendir. Biz Allah yolunda bize ağır gelen herhan-gibir iş için kılıçlarımızı omuzlarımızdan her indirişimizde muhakkak o kılıçlar (şu müslümânlar arasında meydana gelen) fitne işinden ön­ce tanımakta olduğumuz işe doğru bizlere kolaylıklar yapmışlardır (yânî kılıçlarımız bizi o işe yaklaştırmış ve bizi o işin içine girdirmiş-lerdir. Bu fitne ise, içinde müslümânları öldürmek olduğu için müş-kildir). Bu fitneden herhangi bir tarafı kapattıkça muhakkak üzerimize diğer bir taraf fışkırmıştır ki, biz ona nasıl varacağımızı bilmiyoruz [252].

 

212-.......Ka'b ibn Ucre (R) şöyle demiştir: Hudeybiye zamânında yüzüm üzerinde bitler dağılır vaziyette iken, Peygamber (S) ya­nıma geldi ve:

  "Başındaki haşereler sana eziyet veriyor mu?" buyurdu. Ben de:

— Evet (eziyet veriyorlar), dedim. Peygamber:

  "Öyleyse başını tıraş et de üç gün oruç tut yâhud altı fakiri doyur yâhud da bir kurban kes" buyurdu.

Bu hadîsin senedindeki râvîlerden Eyyûb es-Sahtıyânî: Peygam-ber'in bu oruç tutmak, altı fakiri doyurmak yâhud bir kurban kes­mek şıkklarından hangisi ile söze başladığını bilmiyorum» demiştir [253].

 

213-.......Ka'b ibn Ucre (R) şöyle demiştir: Biz Hudeybiye'de Rasûlullah'ın beraberinde umre niyetiyle ihrama girmiş hâlde bulun­duk. Müşrikler bizi Ka'be'ye ulaşmaktan habsetmişlerdi. Ka'b şöyle devam etti: Benim kulak memelerime kadar uzayan bol saçım vardı. Haşereler yüzümün üzerine düşüşmeye başladı. Bu sırada Peygam­ber yanıma uğradı da:

  "Başının haşereleri sana eziyet veriyor mu?" diye sordu.

Ben de:

  Evet (eziyet veriyor), dedim. Ka'b, şu âyet indirilmişti, dedi:

"Haca da umreyi de Allah için tam yapın. Fakat (bunlardan) ahkonursamz, o hâlde kolayınıza gelen kurban yerine varıncaya^ ka­dar başlarınızı tıraş etmeyin. Artık içinizden kim hasta olur, yâhud başından bir eziyeti bulunursa ona oruçtan* ya sadakadan yâhud da kurbandan biriyle fidye (vâcib olur)..."(ei-Bakara: 196) [254].

 

38- Ukl Ve Ureyne (Kabileleri) Kıssası Babı

 

214-.......Bize Saîd, Katâde'den tahdîs etti. Onlara da Enes (R) şöyle tahdîs etmiştir: Ukl ve Ureyne kabilelerinden birtakım insanlar Medine'ye Peygamber'in huzuruna geldiler de İslâm kelimesini söy­lediler, yânî tevhidi telâffuz edip İslâm'a girdiklerini açıkladılar. Aka­binde:

— Ey Allah'ın Peygamberi! Bizler sürü sâhibleri idik, ekin ve mahsûl sâhibleri değildik, dediler.

Ve Medine'nin havasım sıhhatlerine uygun bulmadılar (da bu­rada ikaamet etmek istemediler). Rasûlullah (S) onlara zekât devele­rinin ve çobanının bulunduğu yere gitmelerim, o develerin içine çıkıp onların sütlerinden ve sidiklerinden içmelerini emretti. Onlar oraya gittiler ve onlardan içtiler. Nihayet Harre tarafında bulundukları (sağ­lıklarına kavuşup semizledikleri ve renkleri kendilerine geldiği) za­man îslâm'a girmelerinin ardından kâfir oldular, Peygamber'in çobanını öldürdüler ve develeri önlerine katıp götürdüler. Bu iş Pey-gamber'e ulaşınca arkalarından arayıcılar gönderdi. Gönderilen se-riyye onları yakalayıp getirdiler. Peygamber onlara kısas yapılmasını emretti. Akabinde o canilerin gözlerini çıkardılar, ellerini kestiler ve kendi hâlleri üzere ölünceye kadar Harre tarafına terkedildiler [255].

Geçen senedle Katâde: Bundan sonra Peygamber'in sadaka ver­meyi teşvik eder ve ölünün vücûd organlarım kesmekten nehyeder ol­duğu haberi bize ulaştı, demiştir.

Ebû Abdillah el-Buhârî şöyle dedi: Şu'be, Ebân ve Hammâd, Katâde'den yaptıkları rivayette "Ureyne'den birtakım insanlar" şek­linde söylediler. Yahya ibn Ebî Kesîr ile Eyyûb, Ebû Kılâbe'den; o da Enes'ten "Ukl*den birtakım insanlar geldi" diye rivayet ettiler [256].

 

215-.......Bize Eyyûb es-Sahtıyânî ile el-Haccâc ibn Ebî Usmân es-Savvâf tahdîs edip herbiri şöyle dediler: Bana Ebû Kılâbe'nin hi­mayesinde bulunan Ebû Recâ Süleyman tahdîs etti. Ebû Recâ Şam'­da Ebû Kılâbe'nin beraberinde bulunuyordu. Umer ibnu Abdilazîz bir gün insanlarla istişare etti de:

  Şu kasâme yemini hakkında ne dersiniz? diye sordu. Oradakiler:

  Kasâme yemini haktır, Rasûlullah onunla hükmetmiş, sen­den evvelki halîfeler de bununla hükmetmişlerdir, dediler.

Ebû Recâ dedi ki: Bu sırada Ebû Kılâbe, Umer'in oturduğu se-rîrin arkasında bulunuyordu. Anbesetu'bnu Saîd:

  Enes'in Urenîler hakkındaki hadîsi nerededir? diye sordu. Ebû Kılâbe:

— O hadîsi bana Enes ibn Mâlik tahdîs etmiştir, dedi.

Abdulazîz ibnu Suheyb, Enes'ten "Ureyne'den" şeklinde söyle­di. Ebû Kılâbe ise Enes'ten "Ukl kabilesinden" şeklinde söyleyip, o kıssayı zikretti [257].

 

39- Zâtul-Kared Gazvesi Babı

 

Bu, Hayber'den üç gün önce, orada Peygamber'in sağmal develerine baskın ve yağmacılık etmeleri üzerine yapılan gazvedir [258].

 

216-.......Ben Seleme ibnu'l-Ekva'(R)'dan işittim, şöyle diyor­du: Ben bir sabah namazı ezanı okunmazdan önce (Medine'den Gâ­be ormanlığı tarafına gitmek üzere) yola çıktım. O günlerde Rasûlul-lah'ın sağmal develeri Zû-Kared mer'asında otlayıp yayılıyorlardı.

İbnu'1-Ekva' devamla dedi ki: Yolda giderken bana Abdurrah-mân ibn Avf m bir oğlanı kavuştu ve:

— Rasûlullah'ın sağmal develeri (kırk kişilik çapulcular tarafın­dan) alınıp götürüldü! dedi.

Ben kendisine:

  Develeri kim aldı? diye sordum.

O:

— Gatafân kabilesi adamları! dedi.

İbnu'1-Ekva' devamla dedi ki: Bu haber üzerine ben gür sesimle üç defa:

— Yâ Sabâhâh (Ey sabahçılar, erken kalkanlar, yetişin baskın var),! diye haykırdım.

İbnu'1-Ekva' dedi ki: Ben bu haykırışımı Medine'nin iki kara taş­lığı arasındaki halka işittirdim. Sonra kendim yüzüm doğrultusu üze­rine hiç sağa sola bakmadan yaya olarak çapulcuların arkalarından sür'atle koştum. Nihayet onlara yetiştim. Oradaki sudan su çekmeye başlamışlardı. Ben onlara oklarımı atmaya başladım. Ben iyi bir ok atıcısı idim. Her ok attıkça da:

— Ben İbnu'1-Ekva'im, bu gün alçakların öleceği gündür! diyor ve böylece kısa vezinli şiirler söylüyordum.

Nihayet onlardan develeri kurtardım. Onlardan otuz tane de bür-deyi zorla aldım.

Îbnu'1-Ekva' dedi ki: Develeri sürüp getirirken Peygamber ve sa-hâbîler (beş veya yediyüz kişi) geldiler. Ben:

— Yâ Nebiyellah! Ben onların su içmelerine mâni' oldum. On-

lar, yânî hırsızlar topluluğu susuzdurlar. (Su aramakla meşguldürler.) Şu saat onlara bir müfreze gönder, dedim.

Fakat Peygamber:

— "Ey îbnu 'l-Ekva', sen alacağını aldın, artık yumuşak oh şid­deti bırak" buyurdu.

İbnu'1-Ekva' dedi ki: Sonra Medine'ye döndük. Rasûlullah be­ni Medine'ye girinceye kadar devesi üzerine terkisine bindirdi [259].

 

40- Hayber Gazvesi Babı [260]

 

217-.......Suveyd ibnu'n-Nu'mân (R) şöyle haber vermiştir: Hayber yılında Peygamber (S) ile birlikte sefere çıktık. Sahbâ'ya -ki Hay-ber'in alt başındadır- vardığımızda (Peygamber inip) ikindi namazı kıldırdı. Sonra mevcûd azıkları istedi. Sevîktan, yânî kavuddan baş­ka birşey getirilmedi. Islatsınlar diye emretti ve ıslatıldı. Akabinde o sulandırılmış kavuddan Peygamber de yedi, biz de yedik (içtik). Son­ra akşam namazına kalktı. Ağzım çalkaladı. Biz de ağzımızı çalkala­dık. Sonra abdest almadan namazı kıldırdı [261].

 

218-.......Selemetu'bnu'1-Ekva' (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) ile beraber Hayber gazvesine çıktık. Bir gece giderken kaafileden bir kişi, Âmir ibnu'l-Ekva'a [262]:

— Yâ Âmir! Kısa vezinli şiirlerinden bize birkaç parça dinletmez misin? dedi.

Âmir şâir bir kişi idi. Bunun üzerine Âmir hayvanından aşağıya indi ve şu mealdeki şiirini (güzel seda ve edâ ile) okuyarak kaafile develerini yollandırdı [263]:

— Yâ Allah, eğer Sen hidâyet etmemiş olaydın, biz doğru yolu bulamaz, sadaka vermez ve namaz da kılmazdık, canlarımız Sana feda olsun, bizleri hayâtta bıraktığın müddetçe mağfiret eyle. Düşmanla kavuştuğumuzda ayaklarımızı sabit tut ve üzerimize sekînet at! Şüb-hesiz bizler haksızlığa çağrıldığımızda dayatırız. Düşmanlar ise müş­rikleri haykırarak üzerimize da'vet etmişlerdir (yânı bizim aleyhimize müşriklerden yüksek sesle yardım isteyerek hücum etmişlerdir).

Bunun üzerine Rasûlullah:

  "Şiir okuyup develeri yollandıran kimdir?" diye sordu. Sahâbîler:

  Âmir ibnu'I-Ekva'dır, dediler. Rasûlullah:

  "Allah Âmir'e rahmet etsin!" diye duâ etti. Kaafileden bir kişi:

— Ey Allah'ın Peygamberi, bu duâ bereketiyle Âmir cenneti hak­ketti. Âmir'in şehîdliği vâcib oldu. Âmir'le (ve onun şiir ve kahraman-hklarıyle) bizleri bir süre daha faydalandırsaydiniz! dedi [264].

Nihayet Hayber'e geldik ve Hayber ahâlîsini muhasara ettik. (Mu­hasara yirmi gün sürdü.) Hattâ bize şiddetli bir açlık isabet etti. Son­ra Yüce Allah müslümânlara Hayber kalelerinin birer birer fethini müyesser kıldı. Hayber'in müslümânlara açıldığı günün akşamında mücâhidler, yer yer pekçok ateşler yakmışlardı. Peygamber (S):

  "Bu ateşler nedir, ne üzerine yakıyorlar?" diye sordu.

Sahâbîler:

— Et pişirmek için yaktılar, diye cevâb verdiler. Peygamber:

  "Hangi et, ne eti üzerine?" diye sordu. Sahâbîler:

— Evcil eşeklerin eti» diye cevâb verdiler. Peygamber:

  "O etleri dökünüz, kapları da kırınız!" buyurdu. Sahâbîlerden biri:

— Yâ Rasûlallah! Etleri döküp, kapları yıkasak olmaz mı? diye sordu.

Rasûlullah:

  "Yâhud öyle yapınız!" buyurdu.

Hayber'de muhârib kavim harb saffı bağlayınca (Âmir, Yahü-dîler'in cenkçi pehlivanı Mirhab'a karşı mubâriz çıkmıştı), Amir'in kılıcı kısa idi. Âmir bu kısa kılıcını vurmak için Yahudi'nin baldırına sal­dırmıştı. Fakat kılıcının keskin yüzü dönüp Âmir'in diz kapağına isa­bet etti. Kahraman Âmir bu yaradan vefat etti. (Bâzı kimseler Amir'in bu şekilde vefatını intihar sayıp mükâfatsız kalacağını söylemiş, Se­leme ibnu'1-Ekva' da amcası hakkındaki bu sözlerden üzülmüştü.)

Râvî Seleme devamla şöyle dedi: Rasûlullah ile sahâbîleri Hay­ber'den döndükleri sırada Rasûlullah beni gördü de iki elimi tutarak bana:

  "Yâ Seleme, sana ne oldu?" dedi.

Ben de kendisine:

— Babam anam Sana feda olsun! Bâzı kimseler (amcam) Âmir'in gazasının bâtıl ve şehîdliğinin mükâfâtsızlığmı iddia ettiler, dedim.

Peygamber:

  "Bu iddiada bulunan kişi yalan söylemiştir. Âmir için mu­hakkak iki ecir ve sevâb vardır: Peygamber iki parmağını birleştire­rek: O, câhid ve mücâhiddir (yânî biri Allah yolunda cihâd sevabı, öbürü cehdi ve bu uğurda son kudretini harcamasının sevabı). Yer^ yüzünde yürüyen Arab ırkından onun benzeri bir Arab az bulunur" buyurdu.

Bize Kuteybe ibnu Saîd tahdîs etti: Bize Hatim ibn Ismâîl tahdîs etti ve hadîsinde "Yeryüzünde onun benzeri pek az yetişir" şeklinde söyledi [265].

 

219-.......Enes (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) geceleyin Hayber'e (yakın Recî' vadisine) geldi, (orada eğlendi). Çünkü Rasûlul­lah gece vakti bir düşman kavim üzerine vardığında onlara gece baskını yapmaz, sabaha girinceye kadar beklerdi... Sabah olunca Hayber Ya-hûdîleri kazmaları, kürekleri ve büyük küfeleriyle dışarı çıktılar. Ra-sûlullah'ı görünce:

— Muhammed, vallâhî Muhammed ve ordusu! diye bağrıştılar. Bunun üzerine Peygamber:

  "Allâhu Ekber, Hayber harâb oldu gitti (yâhud: harâb ol­sun)! Biz bir kavmin yurduna indik mi, inzâr edilmiş olanların saba­hı ne fena olur! buyurdu.

 

220-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Biz Hayber'e sa­bah erkenden baskın yaptık. Hayber ahâlîsi zirâat aletleriyle şehir dı­şına çıktılar da Peygamber'i gördüklerinde:

— Muhammed, vallâhî Muhammed ve ordusu! diye bağrıştılar. Bunun üzerine Peygamber (S):

— "Attâhu Ekber! Hayber harâb oldu. Biz bir kavmin sahasına indiğimiz zaman korkutulan o kavmin sabahı ne fena olur!" buyur­du.

Biz Hayber'de birçok eşek etleri elde etmiştik. Bu sırada Pey-gamber'in münâdîsi:

— Allah ve Rasûlü sizleri eşek etlerinden nehyederler. Çünkü eşek etleri pistir! diye nida etti.

 

221-.......Enes ibn Mâlik(R)'ten; şöyle demiştir: Rasûlullah'a biri geldi de:

  Eşekler yenildi, dedi. Rasûlullah sustu.

Sonra ikinci kerre geldi de yine:

Eşekler yenildi, dedi. Rasûlullah yine sükût etti. Sonra üçüncü defa geldi ve:

— Eşekler tüketildi, dedi.

Bu sefer Rasûlullah bir münâdîye emretti, o da insanlar içinde:

— Allah ve Rasûlü sizleri evcil eşek etlerinden nehyederler! di­ye nida etti.

Et tencereleri kaynar hâldeyken bunlar olduğu gibi döküldü [266].

 

222-.......Enes (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Hayber'e ya­kın bir yerde sabah namazını daha karanlık iken kıldırdı. Sonra:

  "Allâhu Ekber, Hayber harâb oldu. Bizler bir kavmin saha­sına indiğimiz zaman (Öteden beri gelecek tehlikelerle) korkutulmuş olan o kâfirlerin sabahı ne kötü olur!" buyurdu.

Yahudiler Hayber'in sokaklarında koşarak dışarıya çıktılar. Pey­gamber, Hayber ahâlîsinin muhârib olanlarını öldürdü. Nesillerini, oğulları ve kızlarım da esîr aldı. Safiyye (bintuHuyey ibn Ahtab) esirler arasında idi. Evvelâ Dıhye ibn Halîfe el-Kelbî'ye geçti. Sonra Pey-gamber'e geçti. Peygamber onun hürriyete kavuşturulmasını onun mehri yaparak, onunla evlendi.

Abdulazîz ibnu Suheyb, Sâbit'e hitaben:

— Yâ Ebâ Muhammedi Enes ibn Mâlik'e "Safiyye'ye Peygam­ber ne mehr ta*ym etti?" diyen sen misin? diye sordu da Sabit, Su-heyb'in sorusunu tasdik olarak, başını hareket ettirdi.

 

223-.......Abdulazîz ibnu Suheyb şöyle demiştir: Ben Enes ibn Mâlik(R)'ten işittim: Peygamber (S) -Kurayza ve Nadîr oğulları'nm seyyidesi olan- Safiyye'yi esîr aldı. Akabinde Safiyye'yi âzâd etti ve onunla evlendi, diyordu.

Sabit el-Bunânî, Enes'e:

  Peygamber, Safiyye'ye ne mehr verdi? diye sordu. Enes:

— Peygamber, Safiyye'ye hürriyet verdi de, nefsinin hürriyete kavuşturulmasını ona mehr yaptı, dedi 268.

268 Hadîslerin başlığa uygunlukları meydandadır.

Safiyye bintu Huyey, Nadîr oğullan'nm en büyük hanedanından Hârûn Peygamber'in neslinden temiz ve güzel bir kadın idi. Evvelâ Nadîr oğullan'nm ileri gelenlerinden Sellâm ibn Mişkem'le evlenmiş, ondan ayrılma vâki' olup Ki-nâne ibn Ebî'l-Hakîk'la evlenmiş, Hayber gazvesi esnasında henüz yeni gelin iken Kamus kalesinde esîr edilmiştir.

 

224-.......Bize Ya'kûb ibn Abdirrahmân el-İskenderânî, Ebû Hâzım'dan; o da Sehl ibn Sa'd es-Sâidî(R)'den tahdîs etti (ki, o şöy­le demiştir): Rasûlullah (S) ile müşrik Yahudiler (Hayber harbinde) karşılaştılar da cenk ettiler. (O günün harbi sona erip) Rasûlullah kendi askerî karargâhına, öbürleri de kendi askerî karargâhlarına dönmüş­lerdi. Fakat Rasûlullah'ın sahâbîleri içinde bir adam vardı ki, o, düş­man ordusundan ayrı düşen, yâhud orduya katılmamış bulunan Yahudi'nin arkasını bırakmayıp amansız ta'kîb ediyor ve kılıcıyla ona vuruyordu. (Bu adamın cenkçiliği hakkında) [267]:

— Bu gün bizden hiçbir kişi Fulân'ın gösterdiği kahramanlık de­recesinde yeterlilik göstermedi, denildi.

Bunun üzerine Rasûlullah:

  "Dikkat, o kişi muhakkak cehennem ehlindendir"buyurdu. Sahâbîlerden bir kişi (Eksum ibn Ebi'1-Cevn el-Huzâî):

— Öyleyse ben onunla beraber olup, onu gözetleyeceğim, dedi.

Râvî Sehl dedi ki: Bu Huzâalı kişi o adamla beraber harb saha­sına çıktı ve harb saf finin neresinde durduysâ, o da onunla beraber orada durdu. O kişi harbde ne kadar çeviklik gösterdiyse, Huzâalı kişi de onunla birlikte çeviklik gösterdi.

Râvî Sehl dedi ki: Nihayet o adam ağır şekilde yaralandı. (Bu yaranın acısıyle) ölümün acele gelmesini istedi de kılıcını (yânî kılı­cın demirini) yere koydu, kılıcın ağzını ise iki memesi arasına koydu ve kılıcın üstüne yüklendi. Bu suretle kendisini öldürdü. Bunun üze­rine Huzâalı Eşlem, Rasûlullah'ın huzuruna çıktı ve:

— Yâ Rasûlallah, ben şehâdet ederim ki, Sen muhakkak Allah'ın Rasûlü'sün! dedi.

Rasûlullah:

  "Bu şehâdetin sebebi nedir?" diye sordu. Huzâalı kişi:

— Biraz önce cehennem ehlinden olduğunu haber verdiğin o ki­şi, hakîkaten cehennemliklerdendir. Onun cehennemliklerden oldu­ğu hakkındaki sözünüzü insanlar zihinlerinde büyüttüler. Ben de bu adamı sizin için ta'kîb eder gözetlerim demiştim. Ve hakîkaten ardı-sıra çıkıp, onun her hareketini araştırdım. Nihayet bu adam ağır şe­kilde yaralandı ve ölümün çabuk gelmesini isteyerek kılıcının demirini yere, keskin ağzım da iki memesi arasına koydu. Sonra kılıcın üstü­ne yüklendi. Ve bu suretle kendisini öldürdü, dedi.

Bu sırada Rasûlullah:

  "İnsanlar arasında bir sınıf kişi vardır ki, halka görünüşe göre cennet ehline yaraşan hayırlı işler yapar; hâlbuki o cehennemlikler­dendir. Yine insanlardan bir kısım da yardır ki, halka görünüşüne göre cehennemliklere âid kötü işler yapar; hâlbuki o cennetliklerden­dir!" buyurdu [268].

 

225-.......ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Saîd ibnu'l-Müseyyeb haber verdi ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Biz Hayber'de hazır bulunduk. Rasûlullah (S) beraberinde (yânî ordusunda) bulunanlar­dan olup da İslâm'ı iddia etmekte bulunan bir adam için:

  "Bu, ateş ehlindendir" buyurdu.

Kıtal zamanı gelince o zât en şiddetli şekilde kıtal yaptı ye çok yara aldı. İnsanların bâzısı Rasûlullah'ın sözü hakkında şübheye düş­tüler. O zât, yaralarının acısını hissetti de elini ok kuburuna uzatıp, orada birkaç ok çıkardı ve onlarla kendisini öldürdü. Bunun üzerine müslümânlardan bâzıları sür'atle gittiler de:

— Yâ Rasûlallah! Allah Senin sözünü doğruladı: O Fulân kişi intihar etti ve kendisini öldürdü, dediler.

Bunun üzerine Rasûlullah:

 "Kalk yâ Fulân! Cennete mü'min olandan başkası girmez; muhakkak ki Allah, bu dîni (dilerse) fâcir kişi ile de te'yîd edip kuv­vetlendirir hakikatini i'lân eti" buyurdu [269].

ez-Zuhrî'den rivayetinde Ma'mer ibn Râşid, Şuayb'e mutâbaat etti. Ve Şebîb ibn Saîd, Yûnus ibn Yezîd'den söyledi ki, İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Saîd ibnu'l-Müseyyeb ile Abdurrahmân ibnu Ab-dillah ibn Ka'b haber verdiler ki, Ebû Hureyre: Biz Hayber'de Pey-gamber'in beraberinde hazır bulunduk... demiştir.

Abdullah ibnu'l-Mubârek, Yûnus'tan; o da ez-Zuhrî'den; o da Saîd ibnu'1-Müseyyeb'den; o da Peygamber'den söyledi. ez-Zuhrî'den rivayet etmekte Salih ibnu Keysân, Abdullah ibnu'l-Mubârek'e mu­tâbaat etti.

ez-Zubeydî (Muhammed ibnu'l-Velîd) şöyle dedi: Bana ez-Zuhrî haber verdi; ona da Abdurrahmân ibn Ka'b haber verdi ki, Ubeydul-lah ibn Ka'b şöyle demiştir: Bana Hayber'de Peygamber'le beraber hazır bulunan kişi haber verdi. Ve yine ez-Zuhrî şöyle demiştir: Ba­na, Ubeydillah ibn Abdillah ibn Umer ile Saîd ibnu'l-Müseyyeb, Pey­gamber'den olmak üzere haber verdiler [270].

 

226-.......Ebû Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Hayber'e gazveye gittiği zaman -yâhud da şöyle demiştir: Rasûlullah Hayber'e (yânî Hayber'den) yöneldiği zaman- sahâbîler bir vâdîye yukarıdan baktıklarında yüksek sesle:

— Allâhu Ekber, Allâhu Ekber, Lâ ilahe ille'Hah... diye tekbîr aldılar.

Bunun üzerine Rasûlullah onlara:

  "Nefislerinize yumuşak davranın. Çünkü sizler ne sağırı ça­ğırıyorsunuz, ne de gaibe sesleniyorsunuz. Muhakkak ki sizler pek işiten veçokyakın olan Allah'a duâ ediyorsunuz. O her zaman sizin­le beraberdir!" buyurdu.                                                    

Bu sırada ben, Rasûlullah'ın bineğinin arkasında idim. Ben de:

— Lâ havle velâ kuvvete illâ bVllâhi (= Kulun çâresi ve kuvveti yalnız Allah'ın yardımıyle meydana gelir) demeğe başladım.

Rasûlullah benim sözlerimi işitti ve:

  "Ey- Abdallah ibne Kays!" diye seslendi. Ben:

— Lebbeyke yâ Rasûlallah (= Buyur, emrinizi almağa hazırım

yâ Rasûlallah)! dedim. Rasûlullah:

  "Sana cennet hazînelerinden büyük bir hazîne değerinde olan bir kelimeye delâlet edip bildireyim mi?" buyurdu.

Ben de:

— Evet bildir yâ Rasûlallah, babam anam Sana feda olsun, de­dim.

Rasûlullah:

  "O kelime Lâ havle velâ kuvvete illâ bVllâhVdir" buyurdu [271].

 

227- Bize el-Mekkî ibnu İbrâhîm tahdîs etti: Bize Yezîd ibnu Ebî Ubeyd tahdîs edip şöyle dedi: Ben Seleme ibnu'l-Ekva'm baldırında bir darbe eseri gördüm de:

— Yâ Ebâ Müslim! Bu vurma nedir? dedim.

Seleme:

— Bu, Hayber günü bana isabet eden bir darbedir. İnsanlar: Seleme vuruldu, dediler. Akabinde ben Peygamber'e geldim. Peygam­ber (S) o darbenin yerine üç defa nefes etti. Ben o saatte (veya bir saatlik bir zaman içinde) bu yaradan ağrı ve ızdırab duymadım [272].

 

228-.......Sehl ibn Sa'd (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) ile müşrikler, Peygamber'in gazvelerinden birinde (yânî Hayber'de) kar­şılaştılar da cenk ettiler. (O günün harbi sona erince) müslümân ve Yahûdîler'den olan her topluluk, kendi askerlerinin yerine döndüler. Müslümanların içinde bir adam vardı ki, o, müşriklerden ayrı düşen yâhud müşrik ordusuna katılamamış bulunan her münferid Yahu­di'nin arkasını bırakmayıp amansız ta'kîb ediyor ve onu kılıcıyla vu­ruyordu.

— Yâ Rasûlallah! Sahâbîlerin hiçbirisi Fulân kişi derecesinde ye­terlilik gösteremedi, denildi.

Rasûlullah:

  "Şübhesiz o kimse cehennem ehlindendir" buyurdu.

" Sahâbîler:

— Eğer o zât (bu ciddiyeti ve mucâhedesiyle beraber) cehennem ehlinden olduysa, bizim hangimiz cennet ehlindendir? dediler.

Sahâbîler topluluğundan biri dedi ki:

— Yemîn olsun ben o zâtı muhakkak ta'kîb edeceğim... Çevik­lik yaptığında ve yavaş davrandığında onun beraberinde bulundum. Sonunda yaralandı. (Yarasının acısından ötürü) ölümün çabuk gel­mesini istedi de kılıcının sapını yere, keskin ucunu da iki memesinin arasına koydu. Sonra kılıcın üzerine yüklendi. Böylece kendini öl­dürdü.

Bunları ta'kîb edip gören sahâbî Peygamber'e geldi ve:

— Ben Sen'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şehâdet ediyorum, de­di.

Peygamber:

  "Bu şehâdeün sebebi nedir?" diye sorunca o, gördüklerini Peygamber'e haber verdi.

Bunun üzerine Peygamber şöyle buyurdu:

  "Öyle kişi vardır ki, insanlara görünen işlerde o muhakkak cennet ehlinin amelini işler; hâlbuki o ateş ehlindendir. Yine insanla­ra görünen işlerde ateş ehlinin amelini yapar; hâlbuki kendisi cennet ehlindendir" buyurdu [273].

 

229-.......Ebû İmrân (Abdulmelik ibn Habîb el-Cevnî) şöyle de­miştir: Enes ibn Mâlik (Basra'da bulunduğu sırada) bir cumua günü insanlara baktı da başlarında birçok taylesanlar gördü. (Enes, Bas-ralılar'ın bu başlık şeklinden hoşlanmadı da:)

— Şu saatte Basrahlar sanki Hayber Yahudileri! Dedi [274].

 

230-.......Seleme (R) şöyle demiştir: Hayber'de Alî gözünden rahatsız olmuştu da Peygamber'den geri kalmıştı. Kendi kendine:

— Ben Peygamber'den geri kalıyorum, dedi de akabinde Pey-gamber'e ulaştı.

Sabahında Hayber'in fetholunduğu geceye girdiğimizde Pey­gamber:

  "Yemin olsun yarın ben sancağı bir adama vereceğim ki -yâhud da: Yarın bayrağı öyle bir adam alacaktır ki- Allah ve Rasûlü onu sever. Hayber ona açılacaktır" buyurdu.

Bizler herbirimiz o sancağı alacak kişi olmamızı ümîd edip du­ruyorduk.

  İşte Alî! denildi.

Peygamber sancağı Alî'ye verdi ve Hayber'in fethi Alî'ye mü­yesser oldu.

 

231-.......Ebû Hazım şöyle demiştir: Bana Sehl ibn Sa'd (R) şöyle haber verdi: Rasûlullah (S) Hayber gününde:

  "Müslümanların şu bayrağını yarın bir kişiye vereceğim ki, Allah Hayber'in fethini onun iki elinde müyesser kılacaktır. O Al­lah'ı ve Allah'ın Rasûlü'nü sever, Allah ve Rasûlü de onu sever!" buyurdu.

Râvî devamla dedi ki: Bunun üzerine orada bulunan sahâbîler gecelerini bayrak onlardan hangisine verilecek diye bir karışıklık ve ihtilâf içinde geçirdiler. Sabaha girdiklerinde insanların hepsi bayra­ğın kendilerine verilmesini umarak Rasûlullah'ın huzuruna gittiler. Fakat Rasûlullah:

  "Alî ibn Ebî Tâlib nerededir?" diye sordu.

  Yâ Rasûlallah, o, iki gözünden şikâyet ediyor, denildi. Rasûlullah:

  "Ona haber gönderin (gelsin)1' buyurdu.

Akabinde Alî huzura getirildi. Rasûlullah Alî'nin gözlerine püs­kürdü ve duâ etti. Alî hemen iyileşti, hattâ kendisinde hiç ağrı yok­muş gibi oldu. Rasûlullah sancağı Alî'ye verdi. Alî:

— Yâ Rasûlallah! Hayber Yahûdîleri'yle onlar da bizim gibi (müslümân) oluncaya kadar cenkleşecek miyim? diye sordu.

Rasûluîlah:

  "Yâ Alî, yavaş yavaş ilerleyip onların açık ve geniş meydan­larına ininceye kadar içlerine girip sokul. Sonra onları İslâm'a davet et. Ve İslâm içinde üzerlerine vâcib olan Allah haklarını onlara haber ver. Allah'a yemin ederim ki, Allah'ın şenin irşadınla bir tek kişiyi hidâyete erdirmesi, senin için kırmızı develere sâhib olmandan daha hayırlıdır" buyurdu [275].

 

232-.......(Burada iki senedie gelen bu hadîste) Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Bizler Hayber'e geldik. Allah, Peygamberi'ne (Ka­mus) kalesinin kapılarını açınca, Peygamber'e Safiyye bintu Huyey ibn Ahtab'm güzelliği zikrolundu. Kocası (Kinânetu'bnu'r-Rabf ibn Ebî'l-Hakîk) öldürülmüştü. Hâlbuki kendisi yeni gelin olmuştu. Pey­gamber, Safiyye'yi kendisi için ayırıp seçti. Akabinde Safiyye ile yo­la çıktı, nihayet onunla Hayber'in alt tarafında bulunan Seddu's-Sah-bâ' mevkiine ulaşınca Safiyye temizlenip Peygamber'e halâl oldu. Rasûlullah orada Safiyye ile evlenip gerdeğe girdi. Sonra Rasûlullah küçük bir sofra içinde hays yemeği (yânî hurma, kuru yoğurt ve yağ karışığı bir yemek) yaptı. Bana:

— "Etrafındaki insanları bu yemeğe çağır" buyurdu.

İşte bu hays, Rasûlullah'ın Safiyye üzerine yaptığı düğün yeme­ği oldu.

Sonra Medine'ye doğru yola çıktık. Ben Peygamber'i gördüm ki, bineğinin arka tarafına bindirmiş olduğu Safiyye'yi bir abâ ile çep-çevre örtüp koruyordu. Sonra Peygamber devesinin yanında oturu­yor, hareket edeceği zaman dizini koyuyor, Safiyye de ayağını Peygamber'in dizi üzerine koyarak deveye biniyordu [276].

 

233-.......Humeyd et-Tavîl, Enes ibn Mâlik(R)'ten şöyle dedi­ğini işitmiştir: Peygamber (S) Hayber yolunda (inip konakladığı Seddu's-Sahbâ mevkiinde) Safiyye bintu Huyey yanında üç gün ikaamet etti de, nihayet orada Safiyye ile evlendi. Safiyye de üzerine perde çekilen Peygamber kadınları içinde oldu [277].

 

234-.......Humeyd, Enes(R)'ten şöyle derken işitmiştir: Peygam­ber (S) -Hayber'den dönüşte- Hayber'le Medîne arasında üç gece ikaa­met edip Safiyye ile evlendi. Ben de müslümânları düğün yemeğine da'vet ettim. Bu düğün yemeğinde ekmek ve et yoktu. Bunda ziyâ-fetle,ilgili hiçbirşey yoktu. Yalnız Rasûlullah, Bilâl'e sofralar yaymasını emretmişti.. Sofralar yayıldığında üzerlerine hurma, akt denilen ekşi yoğurtlu yiyecek, bir de tereyağı bırakıldı. Yemek esnasında müslü-mânlar kendi aralarında:

— Safiyye mü'minlerin analarından birisi (hürr bir kadın)imdır, yâhud Rasûlullah'ın sağ elinin mâlik'olduğu bir câriye midir? dedi­ler.

Bâzıları da:

— Eğer Rasûlullah, Safiyye'yi örterse, o mü'minlerin anaların­dan birisidir. Eğer örtmezse Safiyye, Rasûlullah'ın sağ elinin mâlik olduğu bir câriyesidir, dediler.

Rasûlullah hareket etmeğe kalkışınca, bineğinin arkasına Safiyye için bir taht kurdu, ön tarafına da perde çekti [278].

 

235-.......Abdullah ibn Mugaffel (R) şöyle demiştir: Bizler Hayber'i muhasara ediyorduk. Bu sırada bir insan, içinde yağ bulunan bir tulum attı. Ben o yağ tulumunu almak için fırlayıp koştum. Ar­kama dönünce Peygamber'Ie karşılaştım da (Peygamber'in benim tu­luma olan hırsıma muttali' olmasından dolayı) utandım [279].

 

236-.......Sâlim'den; o da babası îbnu Umer(R)'den: Rasûlullah (S) Hayber günü sarımsak yemekten ve evcil eşeklerin etlerinden nehyetti, diye tahdîs etti. "Sarımsak yemekten nehyetti" sözü, yal­nız Nâfi'den rivayet edilmiş, "Evcil eşeklerin etinden nehyetti" sözü de yalnız Sâlim'den rivayet edilmiştir.

 

237-.......Bize Mâlik, İbn Şihâb'dan; o da Muhammed ibn Alî'­nin iki oğlu olan Abdullah ile el-Hasen'den; onlar da babaları Mu­hammed ibnu'l-Hanefiyye'den; o da babası Alî ibn Ebî Tâlib(R)'den şöyle tahdîs etti: Rasûlullah (S) Hayber günü mut'a suretiyle kadın­ları nikâh etmekten ve evcil eşeklerin etlerini yemekten nehyetti [280].

 

238-.......Ubeydullah ibn Umer, Nâfi'den; o da İbn Umer'den: Rasûlullah (S) Hayber günü evcil eşeklerin etlerinden nehyetti, diye tahdîs etmiştir.

 

239-.......Ubeydullah, Nâfi'den ve Sâlim'den tahdîs etti ki, İbn Umer (R): Peygamber (S) evcil eşeklerin etlerini yemekten nehyetti, demiştir.

 

240-.......Câbir ibn Abdillah (R): Rasûlullah (S) Hayber günü evcil eşeklerin etlerinden nehyetti, at etleri(ni yemek) hakkında ruh­sat verdi, demiştir [281].

 

241-.......eş-Şeybânî şöyle demiştir: Ben Abdullah ibn Ebî Evfâ(R)'dan şunu işittim: Hayber günü bizlere bir açlık isabet etti. Şüb-hesiz eşek etiyle dolu tencereler muhakkak kaynıyordu.

Râvî dedi ki: Bâzısı pişmişti. Bu sırada Peygamber'in nidâcısı geldi de:

— Eşek etlerinden hiçbirşey yemeyiniz ve o etleri dökünüz! diye nida etti.

İbnu Ebî Evfâ devamla dedi ki: Bizler kendi aramızda;

— Peygamber bu etlerden ancak henüz beşte bir hissesi alınma­dığı için nehyetmiştir diye konuştuk.

Sahâbîlerden bâzısı da:

— Peygamber bunlardan kesin olarak nehyetti; çünkü bu eşek­ler pislik yiyorlardı, dediler.

 

242-.......Adiyy ibn Sabit, el-Berâ ile Abdullah ibn Ebî Evfâ (R) haber verdi ki, onlar (Hayber'de) Peygamber'in beraberinde bu­lunurlarken birtakım eşek sürüleri ele geçirmişler. Akabinde onları pişirmişler. Bu sırada Peygamber'in nidâcısı:

— Tencereleri dökünüz! diye nida etmiştir.

 

243-....... Adiyy ibn Sabit tahdîs edip şöyle demiştir: Ben el-Berâ'dan ve İbn Ebî Evfâ(R)'dan işittim, onlar Peygamber(S)'den tah­dîs ediyorlardı: Kendileri tencereleri (ocaklar üzerine) dikmişlerken, Peygamber:

— "Tencereleri dökünüz!" buyurmuştur.

 

244-.......Buradaki senedde de el-Berâ ibn Âzib (R): Biz Pey­gamber'in beraberinde gazveye gittik, demiş ve geçen hadîsin benzerini söylemiştir.

 

245-.......el-Berâ ibn Âzib (R): Peygamber (S), Hayber gazve­sinde bizlere evcil eşek etlerini çiğ olarak ve pişmiş olarak atmamızı emretti. Sonra bir daha onları yemeyi emretmedi, demiştir.

 

246-.......İbn Abbâs(R): Bunlar insanların yük taşıma hayvan­ları olduğu için, bunları yemek sebebiyle yük hayvanlarının yok olup gitmelerini istemediği için mi Rasûlullah bundan nehyetti yâhud Hay­ber gününde mutlak olarak evcil eşek etlerini haram mı kıldı, bilmi­yorum, demiştir.

 

247-.......Abdullah ibn Umer (R): Rasûlullah (S) Hayber günü süvari gazilerin atları için iki pay, yayalara bir pay verdi, demiştir. Râvî Ubeydullah ibn Umer şöyle demiştir: Bu hadîsi Nâfi' tefsir

edip şöyle dedi: Mücâhidin beraberinde bir atı olursa, ganimet ma­lından ona üç pay verilir (birisi gâzînin, ikisi atının payıdır). Eğer gâ-zînin atı yoksa, onun yalnız bir payı vardır.

 

248-.......Cubeyr ibn Mut'ım (R), Saîd ibnu'I-Müseyyeb'e ha­ber verip şöyle demiştir: Ben ve Usmân ibn Affân, Peygamber'in ya­nma yürüdük ve kendisine:

— Hayber'in size âid olan beşte bir ganîmet hissenizden Mutta-lib oğulları'na verdiniz de bizi bıraktınız. Hâlbuki bizler ve onlar ne-sebce nisbetimiz yönünden (yânî Abd Menâf a intisâbda) bir tek soyda birleşiyoruz, dedik.

Bunun üzerine Peygamber (S):

  "Hâşim oğulları 'yle Muttaîib oğulları bir soydur" buyurdu. Cubeyr: Peygamber, Abdi'ş-Şems oğulları'yle Nevfel oğullarına birşey taksim etmedi, demiştir [282].

 

249-....... Bize Bureyd ibnu Abdillah, Ebû Burde'den tahdîs etti ki, Ebû Mûsâ (R) şöyle demiştir: Biz (Eş'arîler) Yemen'de iken Peygamber'in meydana çıkışı (yâhud hicrete çıkışı) haberi bize eriş­ti. Biz de, ben ve iki kardeşim -ki biri Ebû Burde, öbürü Ebû Ruhm'-dür; ben kardeşlerimin en küçükleri idim- kavmimiz Eş'arîler'den -Ebû Mûsâ yâ elli küsur demiş, yâhud da şöyle söylemiştir:- elliüç yâhud elliiki kişi içinde Peygamber'in yanına doğru muhacirler olarak Ye-men'den çıktık. Biz bir gemiye bindik. (Havanın muhalefetiyle) ge­mimiz bizi Habeşe Hükümdarı en-Necâşî'nin memleketi sahiline attı. Orada Ca'fer ibn Ebî Tâlib'e kavuştuk. Bir müddet onunla beraber Habeşistan'da kaldık. Nihayet hepimiz topluca yola çıkıp Medîne'ye geldik. Ve Peygamber'e Hayber'i fethettiği sırada kavuştuk [283]. Ordudaki mücâhidlerden bâzı insanlar bize, yânî gemi ile ge­lenlere:

  Hicret şerefini kazanmakta biz sizi geçtik! diyorlardı.

Bir kerre de Esma bintu Umeys -ki bizimle Habeşistan'dan ge­lenlerden idi- Peygamber'in kadını Hafsa'yi -ki o da vaktiyle bir mu­hacir kaafilesi için Habeşistan'a hicret etmişti- ziyaret etti. Esma, Hafsa'nın yanında iken Umer de kızı Hafsa'nın odasına girdi. Umer, Esmâ'yı görünce Hafsa'ya:

  Bu kadın kimdir? diye sordu. Hafsa:

  Umeys kızı Esmâ'dır, dedi. Umer:

— Bu kadın Habeşli Esma mıdır? Bu kadın deniz yolcusu Esma mıdır? dedi (ve böyle tekrar tekrar latife etti).

Esma da:

  Evet, diye tasdik etti. Umer, Esmâ'ya:

— Medine'ye hicret faziletinde biz sizi geçtik! Biz Rasûlullah'a sizden daha lâyık, daha yakın bulunuyoruz, dedi.

Esma bu sözlerden öfkelenerek şöyle müdâfaada bulundu:

— Hayır, siz hiç öyle değilsiniz. Vallahi Rasûlullah ile hicret eden sizlerin Rasûlullah açlarını doyurdu, câhillerini va'z edip okuttu. Biz ise Habeşistan'da müslümânlara uzakların ve öfkelilerin yurdunda yâhud toprağında bulunuyorduk (yânî müslümânlara kînle, düşman­lıkla dolu bir yurtta, bir toprakta bulunuyorduk). Bütün bu sıkıntı­ları biz, Allah'ın ve Rasûlü'nün rızâsı uğrunda yüklendik. Ey Umer! Allah adına yemîn olsun ki, bütün bu dediklerini gidip Rasûlullah'a söyleyinceye kadar ne bir lokma yemek yiyeceğim, ne de bir yudum su içeceğim. Ey Umer! Biz uzak illerde eziyet olunuyorduk ve korku içinde yaşıyorduk. Bu hakikatleri şimdi gidip Peygamber'e zikrede­ceğim ve O'na soracağım. Ey Umer, Peygamber'e bunları söylerken yemîn olsun ben ne yalan söylerim, ne de haktan meylederim. Bu ko­nuşmamızı bir kelime bile artırmam.

Bu sırada Hafsa'nın odasına Peygamber geldi. Esma:

— Ey Allah'ın Peygamberi, Umer şöyle şöyle söyledi, diye nak­letti.

Peygamber de:

  "Sen ona ne cevâb verdin?" diye sordu. Esma

— Ben de şöyle şöyle cevâb verdim, diye müdâfaasını da anlattı [284]. Bunun üzerine Peygamber:

  "Bu hususta Umer bana sizden daha lâyık ve yakın değildir. Umer ve Umer'le (Medîne'ye) hicret eden arkadaşları için bir hicret sevabı vardır. Ey gemi yoldaşları, sizin için ise iki hicret sevabı vardır (Birisi Necâşî'ye hicret, öbürüsü Medîne'ye, Peygamber'in yanına hic­ret)".   

. Esma şöyle demiştir: Bu hâdise ve Peygamber'in gemi halkı hal-kındaki bu yüksek şehâdeti üzerine bir de gördüm ki, bunu işiten Ebû Mûsâ el-Eş'arî ve bütün yoldaşlarımız, birbiri ardınca takım takım ziyaretime geliyorlar ve bu hadîsi sevinçle benden soruyorlardı. Bir derecede ki, dünyâ malından arzu edilen hiçbirşey, Peygamber'in Habeşe Muhacirleri hakkındaki bu yüksek şehâdeti derecesinde onların gönüllerinde çok ferahh ve yüksek te'sîrli olamazdı.        

Ebû Burde dedi ki: Esma şöyle demiştir:

— Yemîn ederim, ben Ebû Musa'yı gördüm ki, o, bu hadîsi ben­den tekrar tekrar nakletmemi istiyordu [285].

Yine Ebû Burde, Ebü Musa'dan söyledi ki: Peygamber (S) şöy­le buyurmuştur: "Şübhesiz ben Eş'ârtler cemâatinin geceleyin evleri­ne girdikleri zaman okudukları Kur'ân seslerini pek iyi tanırım. Sefer hâlinde de onların ordu içindeki konak yerlerini de gece vakti Kur'­ân seslerinden tanırım. Velev ki ben Eş'arîler'in indikleri bu konak yerlerini gündüz görmemiş olsam bile. Eş'arîler'den hakîm bir kimse de vardır ki, o, bir süvârî veya bir düşman müfrezesine kavuştuğu zaman onlara: Arkadaşlarım size burada kendilerini beklemenizi em­reder (böylece onları korkutur)" [286].

 

250-.......Ebû Mûsâ (R) şöyle demiştir: Biz (Eş'arîler, Ca'fer ve arkadaşlanyle beraber Habeşe'den) Peygamber Hayber'i fethet­tikten sonra huzuruna geldik. Fakat Peygamber (S) ganimetten bize de bir pay ayırdı. Hâlbuki Hayber fethinde hazır bulunmayan biz­den başka hiçbir kimseye pay ayırmamıştır.

 

251-....... Abdullah ibn Mutî'in himayesinde bulunan Salim Ebû'1-Gays, Ebû Hureyre(R)'den şöyle derken işitmiştir: Biz Hay-ber'i fethettik. Fakat altın ve gümüş ganimeti almadık; ancak sığır, deve ve hurma bahçeleri ganimet aldık. Sonra Rasûlullah'ın maiyye-tinde olarak Vâdî'l-Kurâ'ya gittik. Rasûlullah'ın beraberinde Mıd'-am (yâhud Kerkere) adiyle çağrılan, kendisine Dıbâb oğullarının he­diye ettiği siyah bir kölesi vardı. İşte bu köle, Rasûlullah'ın yolculuk eşyasını deveden indirdiği sırada ona, nereden geldiği bilinmeyen bir ok geldi ve bu köleye isabet etti. Bunun üzerine insanlar:

  Şehîdlik ona mübarek olsun, dediler. Rasûlullah da:

— "Hayır, nefsim elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, onun Hayber günü taksimleri yapılmamış olan ganimetlerden aldığı semle (yânî ince kadifeden ihram) kendi üzerinde tutuşup yanmaktadır" bu­yurdu.

Akabinde bir adam Peygamber'in bu sözünü işitince bir yâhud iki tane ayakkabı tasması getirdi de:

  Bu, benim kendiliğimden almış olduğum birşeydir, dedi. Rasûlullah:

  "Ateşten bir -yâhud iki- ayakkabı tasması!" buyurdu [287].

 

252-.......Zeyd, babası Eslem'den haber verdi ki, o, Umer ibnu'l-Hattâb (R) şöyle derken işitmiştir:

— Dikkat edin! Nefsim elinde bulunan Allah'a yemîn ederim ki, eğer insanların sonra gelecek nesillerine bir seviyede, hiçbirşeyleri olmayarak bırakacak olmasaydım, bana fethedilen herbir memleket arazîsini muhakkak Peygamber'in Hayber'i taksim ettiği gibi taksim ederdim. Fakat ben fethedilen memleketleri (hemen şimdiki gâzîler arasında taksîm etmeyip) ileriki nesillere gelirini taksim edecekleri birer hazîne olarak bırakıyorum.

 

253-.......Bize İbnu Mehdî, Mâlik ibn Enes'ten; o da Zeyd ibn Eslem'den; o da babası Eslem'den tahdîs etti ki, Umer (R):

— Müslümanların sonradan gelecek nesilleri(ni düşünmek) ol­masaydı, müslümânlara fethedilen herbir memleket arazîsini, Pey-gamber'in Hayber'de yaptığı gibi gâzîler arasında taksim ederdim, demiştir [288].

 

254-.......Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs edip şöyle dedi: Ben ez-Zuhrî'den işittim, şu hâlde ki, ona İsmâîl ibn Umeyye soruyordu. O şöyle dedi: Bana Anbesetu'bnu Saîd şöyle haber verdi: Ebû Hu-reyre (R) Hayber'de Peygamberce geldi de ganimet malından atiyye vermesini istedi. Saîd ibnu'I-Âs oğullan'ndan biri (yânî Ebân ibn Saîd):

  Yâ Rasûlallah, ona atiyye verme, dedi. Bunun üzerine Ebû Hureyre:

  Bu adam Nu'mân ibn Kavkal'ı öldüren kişidir, dedi. Ebân ibnu Saîd de:

— Vay şu dağ kediciğine şaşılır ki, o (Yemen'in) Kadûmu'd-Da'n Daği'ndan yuvarlanıp geldi... dedi.

Ve ez-Zubeydî'den zikrolunur ki, ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana  Anbesetu'bnu Saîd haber verdi. O, Ebû Hureyre'den işitmiştir. Ebû Hureyre, Saîd ibnu'I-Âs'ı haber veriyordu. Şöyle dedi: Rasûlullah, Ebân'ı Medîne'den Necd tarafına doğru bir seriyye başında kuman­dan olarak göndermişti.

Ebû Hureyre devamla dedi ki: Nihayet Ebân ve arkadaşları, Hay-ber'i fethetmesinin ardından (henüz Hayber'de iken) Peygamber'in huzuruna geldiler. Atlarının yularları muhakkak hurma Iîfi idi.

Ebû Hureyre dedi ki: Ben:

— Yâ Rasûlallah, bunlara, yânî Ebân ve beraberindeki arkadaş­larına ganîmetten mal ayırma! dedim.

Ebân:

— Ey dâl (yânî sidr) ağacının başından yuvarlanıp gelen dağ ke­disi, sen Rasûlullah'a bu sözü nasıl söylüyorsun? dedi.

Bunun üzerine Peygamber (S):

  "Yâ Ebân, otur!" buyurdu da onlara ganîmetten pay ayır­madı.

 

255-.......Bana dedem Saîd ibn Amr şöyle haber verdi: Ebân ibn Saîd, -Peygamber Hayber'i fethetmesinin ardından- Peygamber'in yanma geldi ve selâm verdi. Ebû Hureyre bu anda:

— Yâ Rasûlallah, (Uhud günü) İbn Kavkal'ı öldüren işte budur! deyiverdi.

Ebân da Ebû Hureyre'ye hitaben:

— Sana şaşarım, Kadûmu Da'n Dağ'ndan yuvarlanıp gelen dağ kedisi! Bu öyle dağ kedisi ki, Allah'ın benim elimle şehîdlik ikram ettiği ve beni onun eliyle öldürüp horlamasından men' ettiği bir adamla (yânî İbn Kavkal'ı öldürmemle) beni kötülüyor! Dedi [289].

 

256-....... Bize tmâm el-Leys ibn Sa'd, Ukayl(ibn Hâlid el-Eylî)'den; o da Muhammed ibn Şihâb'dan; o da Urve'den; o da Âi-şe(R)'den (onun şöyle dediğini) tahdîs etti: Peygamber'in kızı Fâtı-ma aleyhi's-selâm Ebû Bekr'e haber gönderip, ondan Allah'ın, küffâr mallarından kendisine harbsiz olarak verdiği Medîne civarındaki Nadîr oğulları arazîsi Fedek hurmalıkları ve Hayber hurmalıklarının beşte birinin bakıyyesinden isabet eden mallardan Rasûlullah'm mîrâsını istiyordu. Ebû Bekr şöyle dedi:

— Rasûlullah (S): "Biz (peygamberler) vâris olunmayız. Biz ne mal bırakırsak sadakadır" buyurdu. Ancak Muhammed ailesi bu mal­dan yerler (bundan fazla tasarruf hakları yoktur). Vallahi ben Rasû-lullah'ın  bu  sadaka  mallan  üzerinde  kendi  hayâtı  zamanında yürürlükte olan işlerden hiçbirşeyi değiştirmem. Ben muhakkak Ra-sûlullah'ın bu mallar üzerindeki muamelesi gibi muamele yaparım, dedi.

Böylece Ebû Bekr, o mallardan Fâtıma'ya herhangi birşey ver­meyi kabul etmedi. Bunun üzerine Fâtıma bu hususta Ebû Bekr'e da-rıldi da, ondan ayrılıp gitti. Vefat edinceye kadar Fâtıma, Ebû Bekr'le konuşmadı. Fâtıma, Peygamber'den sonra altı ay yaşadı. Fâtıma ve­fat edince kocası Alî, onu Ebû Bekr'e bildirmeden geceleyin üzerine cenaze namazı kılıp defnetti. Fâtıma'nın hayâtında insanlar tarafın­dan Alî'ye bir saygı, bir sevgi ciheti vardı (Fâtıma'yı teselli için meş­guliyeti, bey'attan geri kalmasına sebeb sayılmıştı). Fâtıma vefat edince Alî, insanlardan bu saygı cihetini bulamadı da Ebû Bekr'le barışma­yı ve onunla bey'atlaşmayı aradı. Bundan önceki altı ay içinde Ebû Bekr'e bey'at etmemişti. Alî, Ebû Bekr'e haberci gönderip:

— Bize gel, -Umer'in gelmesini istemediği için de- fakat yanın­da başka bir kimse gelmesin! dedi.

Umer de (bu Ebû Bekr'e ulaşınca):

— Hayır, vallahi onların yanına tek başına girmeyeceksin, dedi. Ebû Bekr de:

— Sen Alî ve beraberindekilerin bana ne yapacaklarını sanıyor­sun? Vallahi ben onlara elbette gideceğim, dedi.

Akabinde Ebû Bekr onların yanına girdi. Bunun üzerine Alî, şe-hâdet kelimelerini telâffuz etti de Ebû Bekr'e şunları söyledi:

— Bizler senin faziletini tanımış ve Allah'ın sana verip, sana doğru sevkeylediği hiçbir hayırda sana karşı hased etmemişizdir. Lâkin sen bize karşı bu halîfelik içinde istibdâd ettin (yânî bizimle istişare et-

meyip, kendi bildiğine gittin). Bizler ise Rasûlullah'a yakınlığımız­dan dolayı bu işte müşavereden bir pay görüyorduk!

Alî bunları söyleyinceye kadar Ebû Bekr'in iki gözü yaş akıttı. Bu sefer Ebû Bekr konuşunca şöyle dedi:

— Nefsim elinde bulunan Allah'a yemîn ederim ki, muhakkak Rasûlullah'ın hısımlarına hizmet etmek bana kendi hısımlarıma hiz­met etmemden daha sevimlidir. Amma şu, Peygamber'in geride bı­raktığı mallardan dolayı sizinle aramda olan çekişmeye gelince, ben o mallarda hayırdan hicbirşey eksiltmedim ve Rasûlullah'ın o mal­larda yapmakta olduğunu gördüğüm herhangibir işi terketmeyip mut-lakaa yapmışımdır, dedi.

Bu konuşma akabinde Alî, Ebû Bekr'e:

  Bey'at için sana va'd zevalden sonradır, dedi.

Ebû Bekr öğle namazını kılınca minbere çıktı, şehâdet kelimele­rini telâffuz etti de Alî'nin durumunu, bey'atten geri kalışını zikretti ve Alî'nin, kendisinden özrünün kabulünü istediği sebeble, Alî'nin özrünü kabul edip gecikmesini bağışladı. Sonra Alî istiğfar ve teşeh-hüd etti de, Ebû Bekr'in hakkını büyüttü (ve onunla bey'atleşti). Ve kendisinin yapmış olduğu şeye, ne Ebû Bekr'e karşı bir hased ve ne de Allah'ın Ebû Bekr'in üstün kıldığı fazîletini inkâr ve tanımamazlık düşüncesinin sevketmediğini söyledi ve şunu ilâve etti:

— Lâkin bu devlet başkanlığı içinde kendimiz için istişareden bir pay görüyorduk. Fakat Ebû Bekr bize karşı istibdâd etti, yânî bize danışmayıp, kendi bildiğiyle hareket etti. Bu sebebden biz de gönül­lerimizde darılmiştık!

Alî'nin bu sözleriyle müslümânlar sevindiler de:

— İsabet ettin (yâ Alî)! dediler ve Alî, bey'at işine böyle güzel­likle döndüğü zaman, müslümânlar Alî'ye yakın oldular [290].

 

257-.......Âişe (R): Hayber fetholunduğu zaman artık şimdi hur­madan doyarız dedik, demiştir.

 

258-.......İbn Umer (R) de: Bizler Hayber'i fethettiğimiz zamana kadar doymuş değildik, demiştir [291].

 

41- Peygamberdin (Fetihten Sonra Meyveleri Geliştirip Taksimi İçin) Hayber Ahâlîsi Üzerine Bir Kişi '   Ta'yîn Etmesi Babı

 

259-.......Bana İmâm Mâlik, Abdulmecîd ibn Süheyl'den; o da Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den; o da Ebû Saîd el-Hudrî ile Ebû Hurey-re(R)'den şunu tahdîs etti: Rasûlullah (S), sahâbîlerden bir kişiyi Hay­ber üzerine harâc me'mûru ta'yîn etti. Sonra bu zât Hayber'den cenîb (denilen en iyi cins) hurma ile geldi. Rasûlullah ona:

  "Hayber'in bütün hurmaları böyle midir?" diye sordu. O sahâbî:         

— Hayır vallahi yâ Rasûlallah, hepsi böyle değildir. Biz bu en iyi hurmadan bir sâ' ölçeğini, (âdî hurmanın) iki sâ'ı ile; yine bu iyi hurmadan iki sâ'ı, üç sâ' âdî hurma ile değiştirir alırız, dedi.

Rasûlullah:

— "Böyle yapma! Âdî hurmayı para ite sat, sonra bu para ile cenîb (nev'i iyi hurma) satın al!" buyurdu.

Ve Abdulazîz ibnu Muhammed, Abdulmecîd'den; o da Saîd'-den söyledi ki, Saîd'e, Ebû Saîd el-Hudrî ile Ebû Hureyre: Peygam­ber (S) Hayber'e Ensâr'dan Adiyy oğullan'nın kardeşini (Sevâd ibn Gaziyye'yi) gönderdi de, onu Hayber halkı üzerine emîr yaptı, diye tahdîs etmişlerdir.

Ve Abdulmecîd'den; o da Ebû Salih es-Semmân'dan; o da Ebû Saîd ile Ebû Hureyre'den geçen hadîsin benzerini rivayet etmiştir [292].

 

42- Peygamber(S)'İn Hayber Ahâlîsiyle Arazîde Çalışmaları Anlaşması Yapması Babı

 

260-.......Bize Cuveyriye ibn Esma, Nâfi'den tahdîs etti ki, Ab­dullah ibn Umer (R): Peygamber (S), Hayber arazîsini Yahûdîler'e orada çalışmaları ve o topraklarda ekin ekmeleri ve oradan çıkan mah­sûlün yarısı Hayberliler'e âid olmak üzere onlara verdi, demiştir [293].

 

43- Hayber'de Bulunduğu Sırada Peygamber İçin İçine Zehir Katılmış Olan Koyun(Un Hâli) Babı

 

Bu zehîr hadîsini Urve, Aişe'den; o da Peygamber'den olmak üzere (Peygamber'in vefatı bâbı'nda) rivayet etti.

 

261-.......Bana Saîd(ibn Ebî Saîd el-Makbûrî) tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Hayber fetholunduğu zaman Rasûlul-lah(S)'a içi zehirli (kızartılmış) bir koyun hediye edildi [294]...

 

44- Zeyd İbn Harise Gazvesi Babı

 

262-.......Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) -Rumlar üzerine gönderdiği- bir ordunun başına Usâme ibn Zeyd'i kumandan yaptı. Bâzı kimseler Usâme'nin kumandanlığı hususunda i'tirâz dedikoduları yaptılar. Bunun üzerine Rasûlullah (bir hutbe yaptı da):

— "Eğer siz Usâme'nin kumandanlığı hususunda kötüleme ya­pıyorsanız, sizler bundan önce onun babası Zeyd ibn Hârise'nin ku­mandanlığına da dil uzatmıştınız- Allah'a yemin ediyorum ki, Zeyd kumandanlığa elbette lâyıktı. Ve o bana, insanların en sevimlilerinden biri olduysa, hiç şübhesiz şu üsâme de babasından sonra bana insanların en sevimlilerindendir" buyurdu [295].

 

45- Hudeybiye Andlaşması Hükmü İle Yapılan Umre Babı [296]

 

Bu anlaşma hükmüyle yapılan umre hadîsini Enes, Peygamber(S)*den zikretmiştir [297].

 

263-....... el-Berâ ibn Âzib (R) şöyle demiştir: Peygamber (S)-altıncı hicret yılı- zu'1-ka'de ayı içinde umre yapmak üzere yola çık­tı. Fakat Mekke müşrikleri Peygamber'i Mekke'ye girmeye bırakma­larını kabul etmediler. Nihayet Peygamber Mekkeliler'le gelecek senede üç gün Mekke'de kalmak üzere, Hudeybiye'de bir barış anlaşması yaptı. Müslümanlar barış anlaşmasını yazdıkları zaman "Bu, Mu-hammed Rasûlullah'ın üzerinde sulh olduğu anlaşma maddeleri yazısıdır" başlığım yazmışlardı.

Müşrik elçileri:

  Biz senin risâletini ikrar etmiyoruz. Eğer biz senin Allah'ın Rasûlü olduğunu bilir ve tasdik eder olsaydık, seni hiçbirşeyden men' etmezdik. Lâkin sen Muhammed ibn Abdillah'sm, dediler.

Rasûlullah, onlara cevaben:

  "Ben Allah 'in Rasûlü 'yütn ve Muhammed ibn Abdillah 'im!" buyurdu.

Bundan sonra kâtib olan Alî'ye:

  "Rasûlullah lâfzını sil!" buyurdu. Alî:

— Hayır vallahi ben Seni(n ''Rasûlullah" unvanım) ebediyyen silmem! dedi.

Bunun üzerine Rasûlullah, kitabı aldı. Rasûlullah kendisi yazı yazmayı güzel yapamıyordu. Akabinde: "Bu, Muhammed ibn Ab-dillah'm üzerinde sulh olduğu anlaşma maddeleri yazısıdır" diye yaz(dır)dı:

1. Mekke'ye silâh sokmayacak, yalnız kılıfı içinde kılıç getirecek;

2. Mekkeliler'den bir er kişi Muhammed'e tâbi' olmak isterse, Mekke'den çıkamayacak. Muhammed'in sahâbîlerinden birisi Mek-ke'de'Jcalmak isterse, bunun da Mekke'de ikaameti men' edilmeye­cektir.

Ertesi sene Rasûlullah Mekke'ye girip de ta'yîn edilen o üç gün geçince, Mekkeliler Alî'ye geldiler de:

— Anlaşma müddeti geçti. Sahibin Muhammed'e söyle de biz­den, yânî Mekke'den çıksın! dediler.

Bunun üzerine Peygamber Mekke'den çıktı. Bu sırada Hamza'-nın kızı, Peygamber'e:

  Yâ Ammî, yâ Ammî! diye çağırarak arkasına takıldı. Alî onu hemen tuttu ve'Fâtıma aleyhi's-selâma hitaben:

  Amcanın kızını al, dedi. Fâtıma da onu mahfeye yükledi.

Râvî el-Berâ devamla dedi ki: (Medîne'ye vardıktan sonra) Hamza'nın kızının konukluğu hakkında Alî, Zeyd ibn Harise ve Ca'fer ibn Ebî Tâlib niza' ettiler. Alî:

  Onu ben aldım ve o benim amcamın kızıdır, dedi. Ca'fer de:

— O benim de amcamın kızıdır; teyzesi de benim nikâhım altın­dadır, dedi.

Zeyd ibn Harise de:

  O benim kardeşimin kızıdır, dedi.

(Peygamber, Zeyd ile Hamza arasında kardeşlik ahdi yapmıştı.) Netîcede Peygamber o kızın teyzesine âid olduğuna hükmetti de:

  "Teyze (şefkat ve çocuğa iyi gelecek şeylere doğru yol bulma hususunda) ana menzilesindedir" buyurdu.

Sonra Alî'ye:

  "Sen bendensin, ben de sendenim" buyurdu. Ca'fer'e de:

  "Sen de yaradılışım (yânî suretim) ve huyum yönünden bana benzedin" buyurdu.

Zeyd ibn Hârise'ye de:

— "Sen bizim kardeşimiz ve dostumuzsun" buyurdu. (Geçen senedle gelen bir rivayette) Alî, Peygamber'e:

  Hamza'nın kızıyle evlenmez misin? dedi. Peygamber:

  "O benim süt kardeşimin kızıdır (bu sebebİe bana haiâl ol­maz)" buyurdu [298].

 

264-.......İbn Umer(R)'den (şöyle demiştir): Rasûlullah (S) umre yapmak niyetiyle (Medîne'den) çıktı. Fakat Kureyş kâfirleri Rasûlullah ile Ka'be arasına engel oldular. Bunun üzerine Rasûlullah da Hudey-biye'de kurbanını kesip başım tıraş etti (böylece ihramdan çıktı). Ve müşriklerle "Gelecek sene umre yapmak, Mekke ahâlîsi üzerine yal­nız kınında kılıçlar taşımak ve Mekke'de ancak Mekkeliler'in arzu ettikleri müddet kadar (yânî üç gün) ikaamet etmek" şartları üzerine barış anlaşması yaptı. (Buna göre Rasûlullah ertesi sene umre etti ve) Mekkeliler'îe barış anlaşmasında kararlaştırdığı gibi, Mekke'ye gi­rip üç gün ikaamet etti. Mekke'de üç gün ikaametinî tamamlayınca, Mekkeliler Rasûlullah'm Mekke'den çıkmasını söylediler. O da Mek­ke'den çıktı [299].

 

265-.......Mucâhid ibn Cebr şöyle demiştir: Ben, Urvetu'bnu'z-Zubeyr ile beraber (Medine'de) mescide girdim. Abdullah ibn Umer'i Âişe'nin hücresine dayanmış oturuyor bulduk. Sonra Urve, İbn Umer'e:

  Peygamber kaç defa umre yaptı? diye sordu. İbn Umer:

  Birisi receb ayında olmak üzere, dört umre yaptı, dedi. Bu sırada biz, Âişe'nin kendi odasında dişlerini misvâklayış se­sini işittik. Urve, teyzesi Âişe'ye:

— Ey Mü'minlerin Anası! Ebû Abdirrahmân(ibn Umer)'in söy­lemekte olduğunu işitiyor musun? İbn Umer "Peygamber dört umre yaptı, bunların biri receb ayı içindedir" diyor? dedi.

Bunun üzerine Âişe:

— îbn Umer, Peygamber'in yaptığı umrelerin hepsinde şâhid ve hazır bulunmuştur. Hâlbuki Peygamber (S) receb ayında kesin ola­rak umre yapmamıştır, dedi [300].

 

266-.......İsmâîl ibn Ebî Hâlid: Abdullah ibn Ebî Evfâ(R)'yı şöyle derken işitmiştir: Rasûlullah (S) -anlaşma hükmü ile gerçekleş­tirilecek olan- umreyi yaptığı zaman, bizler O'nu müşrik oğlanların­dan ve müşriklerden Rasûlullah'a herhangibir ezâ vermesinler diye, setredip koruduk.

 

267-.......Bize Hammâd-ki o İbnuZeyd'dir-Eyyûb'dan; o da Saîd ibn Cubeyr'den tahdîs etti ki, îbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Ra­sûlullah (S) sahâbîleriyle beraber (hüküm umresi için Mekke'ye) gel­di. Müşrikler kendi aralarında:

— Şu muhakkak ki, size Yesrib hummasının zayıflattığı bir top­luluk geldi, dediler.

Rasûlullah (bunu işitince) sahâbîlere, tavafın ilk üç şavtında (do­laşmasında) koşmalarını, (Yemen cihetindeki) iki köşe arasında tabiî yürümelerini emretti. Rasûlullah'ı, tavafın bütün şavtlarmda (yânî yedi dolaşmada) koşmalarını emretmeye mâni' olan şey ancak sahâ-bîlerine olan şefkat isteğidir.

Ve Hammâd ibnu Seleme şunu ziyâde etti: Eyyûb'dan; o' da Sa­îd ibn Cubeyr'den; o da îbn Abbâs'tan; o şöyle demiştir: Peygamber (S) barış anlaşmasıyle emâna girdiği yılında Mekke'ye geldiği zaman müşriklerin, sahâbîlerin kuvvetlerini görmeleri için, sahâbîlerine: "Ko­şunuz!" emrini verdi. Bu tavaf sırasında müşrikler Kuaykıân Dağı tarafında bulunuyorlardı.

 

268-.......Buradaki senedle îbn Abbâs (R): Peygamber (S) ken­disi de ancak müşriklere kuvvetini göstermek için bu suretle Beyt'i tavaf ve Safa ile Merve arasını sa'y etti, demiştir.

 

269-.......Bu senedle İbn Abbâs (R): Peygamber (S), Meymû-ne'yi ihrâmh iken Mekke'de nikâh edip ihramdan çıktıktan sonra zi­faf yaptı. Sonraları Meymûne, Mekke yakınındaki Şerif mevkiinde vefat etti, demiştir.

Ebû Abdillah dedi ki: İbn İshâk şunu ziyâde etti: Bana İbnu Ebî Necîb ve Ebân ibn Salih, Atâ'dan ve Mucâhid'den tahdîs ettiler ki, îbn Abbâs: Peygamberce Meymûne ilk hüküm umresinde evlendi, demiştir [301].

Kitâbu'l-Magâzî'nin devamı dokuzuncu cilddedir

'Hitamuhu misk " (et-Tatm: 26) olması niyâzıyle

Sekizinci Cildin Sonu

 

46- Şâm Toprağından Olan Mûte Gazvesi Babı [302]

 

270-.......Saîd ibn Ebî Hilâl şöyle demiştir: Ve bana Nâfi' ha­ber verdi; ona da İbn Umer, Mûte günü Ca'fer'i öldürülmüş hâlde gördüğünü bildirip, şöyle haber vermiştir: Ben Ca'fer'in vücûdunda süngü ve kılıç darbesi olarak elli yara saydım. Bu elli yaradan hiçbi­risi arkasında değildi [303].

 

271-.......Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Mûte gazvesinde Zeyd ibn Hârise'yi kumandan ta'yîn etti de:

— "Eğer Zeyd öldürülürse Ca'fer komutandır. Ca'fer de öldü-rülürse Abdullah ibn Revana komutandır" buyurdu.

Abdullah ibn Umer: Bu gazvede ben de mücâhidler içinde bu­lundum. Biz Ca'fer ibn Ebî Tâlib'i (şehîd edildikten sonra) aradık da, onu şehîdler arasında bulduk. Onun bedeninde doksan küsur sün­gü ve ok yarası tesbît ettik [304].

 

272-.......Bize Hammâd ibn Zeyd, Eyyûb'dan; o da Humeyd ibn Hilâl'den; o da Enes(R)'ten şöyle tahdîs etti: Peygamber (S) Zeyd'-in, Ca'fer'in ve Abdullah ibn Revâha'nın şehîd edildiklerim, insan­lara onların haberleri gelmeden önce bildirdi. Peygamber:

  "Zeyd sancağı eline aldı, vuruldu. Sonra Ca'fer aldı, odavu-rulup şehîd oldu. Sonra bayrağı İbnu Revâha aldı, o da vurulup şe­hîd oldu" buyurdu.

Peygamber bunları bildirirken iki gözü yaş döküyordu. Sonra Peygamber:

  "Nihayet sancağı Allah'ın kılıçlarından bir kılıç (olan Hâlid ibn Velîd) aldı; neticede Allah mücâhidlere fethi müyesser kıldı" bu­yurdu [305].

 

273-.......Ben Yahya ibn Saîd el-Ensârî'den işittim, o şöyle de­di: Bana Abdurrahmân ibn Saîd'in kızı Amre haber verip şöyle dedi: Ben Âişe(R)'den işittim, şöyle diyordu: Zeyd ibnu Hârise'nin Ca'fer ibn Ebî Tâlib'in ve Abdullah ibn Revâha'nın öldürüldükleri haberi geldiği zaman Rasûlullah (S) mescidde oturdu, kendisinde hüzün ve keder biliniyordu.

Âişe devamla dedi ki: Ben de kapının Rasûlullah'ın görüleceği bir aralığından kendisine bakıyordum. Bu sırada Rasûlullah'a birisi geldi ve:

— Ey Rasûlallah! Ca'fer'in kadınları... dedi ve onların ağlama­larını zikretti.

Rasûlullah da o kimseye, kadınları çığlıkla ağlamaktan nehyet-mesini emretti.

Râvî dedi ki: O adam gitti, sonra ikinci defa geldi ve:

— Ben kadınları nehyettîm, dedi de, onların kendisine itaat et­mediklerini zikretti.

Râvî dedi ki: Rasûlullah yine kadınları men' edin diye buyurdu. O zât yine gitti, sonra geldi de:

  Vallah kadınlar bize galebe ettiler, dedi. Âişe: Rasûlullah o adama:

  "Bu kadınların ağızlarına toprak saç!" buyurdu. Âişe dedi ki: Ben o adama:

— Allah senin burnunu topraklasın (zelîl etsin)! Vallahi sen ne sana verdiği emri yerine getirdin, ne de Rasûlullah'ı bulunduğu me­şakkati ve hüznü içinde kendi hâline bıraktın! diye çıkıştım [306].

 

274-.......Âmir eş-Şa'bî şöyle demiştir: Abdullah ibn Umer, Cafer'in oğlu Abdullah'a rastlayıp selâm verdiği zaman:

— Selâm sana ey iki kanatlının oğlu! Derdi [307].

 

275-.......Ebû Hazım şöyle demiştir: Ben Hâlid ibnu'l-Velîd'den işittim, şöyle diyordu: Yemîn ederim ki, Mûte harbi gününde elimde dokuz kılıç kırıldı. Yalnız elimde Yemen'e mensûb ağzı enli bîr kılıç kırılmayıp dayandı [308].

 

276-.......Hâlid ibnu'l-Velîd'den işittim, o şöyle diyordu: Ye­mîn ederim ki, Mûte gazvesi gününde elimde dokuz kılıç kırıldı ve elimde yalnız Yemen'e mensûb ağzı enli bir kılıç dayandı.

 

277-.......en-Nu'mân ibn Beşîr (R) şöyle demiştir: Abdullah ibnu Revâha bir hastalığı sırasında bayıldı da kizkardeşi ve en-Nu'mân ibn Beşîr'in anası olan Amre, onu öldü sanarak: "Vah benim dağım da­yanağım! Vah şuyum, vah buyum!" diye, İbn Revâha'nın birtakım vasıflarını sayarak ağlamaya başladı. İbn Revâha o baygınlıktan ay­rıldığı zaman kizkardeşi Amre'ye:

— Sen benim hakkımda birşey söyledikçe (bir melek tarafından) bana: Sen böyle misin? denildi, dedi (de ağlamasını nehyetti).

 

278-.......en-Nu'mân ibn Beşîr (R): Abdullah ibn Revâha ba­yıldı, deyip geçen kadîsi söyledi. Bunda şunu ziyâde etti: Abdullah ibn Revâha (Mûte gazvesinde) öldüğü zaman kizkardeşi Amre ona ağlamadı [309].

 

47- Peygamberdin Zeyd'ın Oğlu Usâme'yi Çuheyne Kabilesinden Hurakalar'a Göndermesi Babı [310]

 

279-.......Ebû Zabyân haber verip şöyle demiştir: Ben Zeyd'in oğlu Usâme(R)'den işittim, şöyle diyordu: Rasûlullah (S) bizi (Cu-heyne kabilesinden) el-Huraka üzerine gönderdi. Bizler o kavme sa­bah baskını yapıp, onları bozguna uğrattık. Ensâr'dan bir mücâhidle ben, onlardan (Mirdas ibn Amr ve İbnu Nehîk el-Fedekî denilen) bir adama kavuştuk. Onu çevirdiğimizde:

— Lâ ilahe ille'ttah, dedi.

Bu söz üzerine Ensârî arkadaşım ondan el çekti. Fakat ben mız­rağımı ona sapladım ve onu öldürdüm. Medine'ye geldiğimizde bu iş Peygamber'e ulaştı. Bunun üzerine Peygamber:

  "Yâ Usâme! Sen o adamı Lâ ilahe illellah demesinin ardın­dan mı öldürdün?" buyurdu.

Ben:

  O bu sözü ölümden korunmak için söyledi, dedim. Peygamber ise "Onu niçin öldürdün?" sorusunu hiç durmadan

tekrar ediyordu. O kadar ki ben, keski bu günden önce İslâm'a gir­miş olmayaydım diye temenni ettim [311].

 

280-.......Yezîd ibnu Ebî Ubeyd şöyle demiştir: Ben Seleme ibnu'l-Ekva'dan işittim, şöyle diyordu: Ben Peygamber (S) ile bera­ber yedi gazvede bulunup düşmanla cenk ettim. Peygamber'in hazır­layıp gönderdiği seriyyelerden dokuz seriyye içinde de gazveye gittim. Bu seriyyelerden birinde başımızda Ebû Bekr kumandan idi. Bir ker-re de Usâme ibn Zeyd kumandan idi.

Ve Umer ibnu Hafs ibn Gıyâs şöyle dedi: Bize babam, Yezîd ibn Ebî Ubeyd'den tahdîs etti ki, o şöyle demiştir: Ben Seleme'den işit­tim, şöyle diyordu: Ben Peygamber'in beraberinde yedi gazve yap­tım. Peygamber'in göndermekte olduğu seriyyeler içinde de dokuz gazveye gittim. Bir kerresinde başımızda Ebû Bekr, bir kerresinde de Usâme kumandan idi.

 

281-.......Seleme ibnu'1-Ekva' (R): Ben Peygamber'in berabe­rinde yedi kerre gazveye gittim. Bir kerre de Peygamber'in başımıza kumandan yaptığı Usâme ibn Zeyd ibn Hârise'nin maiyyetinde gaz­veye çıktım, demiştir.

 

282-.......Seleme ibnu'1-Ekva': Ben Peygamber'in beraberinde yedi kerre gazveye gittim, dedi de Hayber, Hudeybiye, Huneyn gü­nü ve Kared günü gazvelerini zikretti.

Râvî Yezîd ibn Ebî Ubeyd: Ben gazvelerden kalan üçünü unut­tum, demiştir [312].

 

48- Mekke'nin Fethi Ve Hâtıb İbn Ebî Beltaa'nın Peygamber'in Bu Gazvesini Mekkeliler'e Haber Vermek İçin Gönderdiği Mektûb Gazvesi [313]

 

283-.......Amr ibn Dînâr şöyle demiştir: Bana el-Hasen ibn Muhammed haber verdi ki, kendisi Ubeydullah ibnu Ebî Râfi'den şöyle derken işitmiştir: Ben Alî(R)'den işittim, şöyle diyordu: Rasûlullah beni, ez-Zubeyr'i ve el-Mıkdâd'ı gönderdi de:

— "Gidiniz, Hah bustânına kadar ilerleyiniz. Oraya vardığınızda mahfe içinde, yanında mekîûb bulunan yolcu bir kadın vardır. Ka­dından o mektubu alıp bana getiriniz" buyurdu.

Alî dedi ki: Bizler, atlarımız bizi koşturarak gittik, Sonunda o bustâna vardık. Hakîkaten biz orada mahfe içinde bir kadın bulduk.

Kadına:

  Şu mektubu çıkar, dedik.

Kadın:

  Benim yanımda hiçbir mektûb yoktur! diye inkâr etti.

Biz kadına:

— Çaresiz ya sen mektubu çıkaracaksın, yâhud biz elbiseni so­yup bulacağız! dedik.

Kadın çaresiz mektubu saç örgüsü arasından çıkardı. Akabinde biz mektubu alıp Rasûlullah'a getirdik. Mektûbda "Hâtıb ibn Ebî Beltaa'dan Mekke müşriklerine" unvanı yazılı olduğu, içinde Rasû-lullah'ın harb hazırlığı yaptığını onlara bildirmekte olduğu görüldü [314].

Bunun üzerine Rasûlullah:

  "Yâ Hâtıb, bu ne iştir?" diye sordu. Hâtıb şöyle cevâb verdi:

— YâRasûlallah! Bana karşı acele etme! Ben Kureyş'e yapıştı­rılıp bağlanmış bir kişi idim. -Bu sözüyle: Ben onlara yeminle bağ­lanmış bir kimse idim; onların kendilerinden değildim, demektedir.-Senin beraberinde Muhâcirler'den olan kimselerin Mekke'de ailele­rini ve mallarını koruyacak birçok hısımları vardır. (Benim ise böyle koruyacak kimsem yoktur.) Neseb cihetinden olan bu boşluğu, Mek-keliler arasında bir el (yânî minnettarlar) edinerek doldurmak ve bu suretle hısımlarımı korumak istedim. Ben bu işi dînimden dönme ola­rak da, İslâm'a girdikten sonra kâfirliğe rızâ olarak da yapmadım!

Hâtıb'ın bu savunması üzerine Rasûlullah orada bulunanlara:

  "Dikkat edin! Hâtıb size karşı muhakkak doğru söyledi"buyurdu.

(Fakat bir türlü öfkesini yenemeyen) Umer:

— Yâ Rasûlallah, beni bırak da şu münâfıkın boynunu vurayım! dedi.

Rasûlullah:

— "Şu muhakkak ki, Hâtıb, Bedir gazvesinde hazır bulundu. Sana ne bildirir? Belki Allah Bedir'de hazır bulunan kimselerin yük­sek cehdlerine muttali' oldu da: Sizler bundan böyle istediğinizi ya­pın, ben sizler için âhirette mağfiret etmişimdir, buyurdu" dedi.

Bunun üzerine Allah şu sûreyi indirdi: ıtEy îmân edenler, be­nim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan kimseleri dostlar edin­meyin. Kendilerine sevgi yüzünden onlara (Peygamber'in maksadını) ulaştırırsınız! Hâlbuki onlar Hak 'tan size gelene küfretmişler dir. Pey­gamberdi de, sizi de Rabb'iniz olan Allah'a îmân ediyorsunuz diye çıkarıyorlardı onlar. Eğer siz benim yolumda savaşmak, benim rızâ­mı aramak için çıkmışsanız (bunu yapmazsınız). Onlara hâlâ mahabbet mi gizliyeceksinizl Hâlbuki ben sizin gizlediğinizi de, açıkladığınızı da çok iyi bilenim. İçinizden kim bunu yaparsa, muhakkak ki yolun tâ ortasından sapmış olur..." (ei-Mümtehine: i) [315].

 

49- Mekke Fethi Gazvesi Ramazânda Oldu Babı

 

284-.......İbnu Şihâb şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibnu Abdillâh ibn Utbe haber verdi ki, ona da İbn Abbâs: Rasûlullah (S) ra­mazân ayı içinde Mekke fethi gazvesine çıktı, diye haber vermiştir.

ez-Zuhrî (geçen senedle): Ben İbnu '1-Müseyyeb' den bunun ben­zerini (yânı fetih gazvesi ramazânda oldu hadîsini) söylerken işittim, demiştir.

Ve yine geçen senedle Ubeydullah ibn Abdillah (ibn Utbe ibn Mes'ûd); ona, İbn Abbâs'ın: Rasûlullah (S) Mekke fethi gazvesine çıktığı zaman tâ Kudeyd ile Usfân arasındaki Kedîd Suyu'na ulaşın­caya kadar oruç tuttu. Orada orueunu bozdu ve artık ramazân ayı çıkıncaya kadar oruç tutmamakta devam etti, dediğini haber vermiş­tir.

 

285-.......Bize Ma'mer ibn Râşid haber verip şöyle dedi: Bana ez-Zuhrî, Ubeydullah ibn Abdillah'tan; o da İbn Abbâs'tan şöyle ha­ber verdi: Peygamber (S) Medine'den ramazânda çıktı. Kendisiyle be­raber onbin mücâhid vardı. Bu hareket târihi, Medine'ye gelişinden i'tibâren sekizinci yılın başında ve altı ay geçedir. Bu târihte Rasûlul­lah ve beraberindeki müslümânlar Mekke'ye doğru yürüdüler. Ken­disi oruç tutuyordu, sahâbîleri de oruç tutuyorlardı. Kedîd mevkiine varınca -ki bu Usfân ile Kudeyd arasında bir sudur- Rasûlullah iftar etti. Sahâbîler de iftar ettiler.

(Geçen senedle) ez-Zuhrî: Rasûhıllah'ın emrinden dâima sonuncu olan alınırdı (yânî sonuncu işi, evvelki işi neshedici kılınırdı), demiş­tir [316].

 

286-.......İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Huneyn seferine ramazânda çıktı. İnsanlar muhteliftiler: Kimi oruçlu, kimi oruçsuzdu. Peygamber binek devesinin üzerine oturunca, içi süt ve­ya su dolu bir kap istedi. Onu avucunun içine yâhud devesinin üzeri­ne koydu. Sonra (görmeleri için) insanlara doğru baktı. Bunun üzerine oruçsuz olanlar oruçlulara:

— Artık orucunuzu bozunuz! dediler.

Abdurrazzâk da şöyle dedi: Bana Ma'mer ibn Râşid, Eyyûb'-dan; o da İkrime'den; o da İbn Abbâs(R)'tan: Peygamber (S) fetih yılında, ramazân içinde yola çıktı (yolda bir su göletine uğrayıncaya kadar oruç tuttu) hadîsini haber verdi.

Ve Hammâd ibnu Zeyd de Eyyûb'dan; o da İkrime'den; o da İbn Abbâs'tan; o da Peygamber'den.. şeklinde söylemiştir.

 

287-........îbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (Mekke fethi gazvesi için) ramazânda sefere çıktı. Tâ Usfân'a ulaşıncaya kadar oruç tuttu. Sonra bir kap su istedi de bunu insanlara göstermek için gün-düzleyin içti ve orucunu bozdu. Mekke'ye gelinceye kadar oruç tut­madı.

İlerime: İbn Abbâs: Rasûlullah seferde oruç tuttu ve o seferde orucu bozdu. Artık dileyen oruç tuttu, dileyen tutmadı, diyordu de­miştir [317].

 

50-Bâb: Peygamber (S) Fetih Günü Bayrağı Nereye Dikti?

 

288-.......Urve şöyle demiştir: Mekke'nin fethi yılında Rasû­lullah (S) Medine'den hareket edince, bu haber Mekke'de Kureyş'e ulaştı. (Kureyş ileri gelenlerinden) Ebû Sufyân, Hakîm ibn Hızâm, Budeyl ibn Verkaa, Rasûlullah'ın hareketinin mâhiyetinden haber ara­mak üzere Mekke dışına çıktılar. Medine'ye doğru yönetip, tâ Merru'z-Zahrân'a kadar yürüdüler. Ve orada (gece vakti) birçok ateşler ya­kıldığını gördüler. Bu ateşler hacıların Arafat'ta, arefe gecesi yak­tıkları ateşlere benziyordu.

Ebû Sufyân:

— Bu ne ateştir! Vallahi hakîkaten arefe gecesi ateşlerine benzi­yor! dedi.

Budeyl ibn Verkaa da:

  Bunlar Huzâalı Amr oğulları*mn ateşleri, dedi. Ebû Sufyân:

— Hayır, Huzâalı Amr oğullan'nm ateşi bundan daha azdır, dedi. Bu sırada Rasûlullah'ın muhafızlarından bir kısım insanlar Ebû

Sufyân ile arkadaşlarını gördüler, onlara yetişip yakaladılar. Ve aka­binde onları Rasûlullah'a getirdiler. Ebû Sufyân hemen müslümân oldu. Rasûlullah Merru'z-Zahrân'dan hareket ederken Abbâs'a:

  "Sen Ebû Sufyân'ı al, ordunun geçeceği yolun dar bir yerine götür de süvarilerin kalabalıklığını, İslâm ordusunun durumunu görsün" buyurdu.

Abbâs da onu öyle dar bir geçit yerine oturttu. (Ordu harekete başlayınca) Arab kabileleri, Peygamber'in maiyyetinde geçmeye baş­ladılar. Bunlar alay alay Ebû Sufyân'ın önünden geçiyorlardı: Önce bir alay (kendi sancağıyle) geçti. Ebû Sufyân, Abbâs'a:

  Yâ Abbâs! Bunlar kimlerdir? diye sordu. Abbâs:

  Gıfâr kabîlesidir, dedi. Ebû Sufyân:

— Benimle Gıfâr arasında ne münâsebet ve düşmanlık var ki bu­raya kadar geliyorlar? diye hayretini bildirdi.

Sonra Cuheyne kabilesi (kendi sancağı ile) geçti. Ebû Sufyân ev­velki suâli sordu. Sonra Sa'd ibmı Huzeym geçti. Ebû Sufyân bunu da öyle sordu. Sonra Suleym kabilesi kendi sancağı ile geçti. Ebû Suf­yân yine o suretle sordu. Nihayet Ebû Sufyân'ın ömründe benzerini görmediği yiğitlik örneği bir ketîbe yönelip geldi. Abbâs'a:

  Bu alay kimlerdir? diye sordu. Abbâs:

  Bunlar Ensâr'dır, dedi.

Ensâr'ın başında Sa'd ibnu Ubâde bulunuyordu. Ensâr'ın bay­rağı da onun beraberinde idi. Sa'd ibn Ubâde, Ebû Sufyân'ın önün­den geçerken:

— Yâ Ebâ Sufyân! Bu gün mehame (yânî en büyük harb) günü­dür. Bu günde Ka'be'de kan dökmek halâl kılınır! dedi.

Ebû Sufyân bu sözden sarsılarak, Abbâs'a:

— Yâ Abbâs! Bu gün Sen'in Ka'be'yi, Mekke halkını ve beni koruyacağın güzel bir gündür! dedi.

Sonra bir alay daha geldi. Bu alay sayıca alayların en azı idi. Bun­ların içinde Rasûlullah ile (Muhacir ve Ensâr'dan bir kısım) sahâbî-leri bulunuyordu. Peygamber'in sancağı da Zubeyr ibnu'l-Avvâm'ın beraberinde bulunuyordu. Rasûlullah, Ebû Sufyân'ın yanından ge­çerken, Ebû Sufyân:

  Sa'd ibn Ubâde'nin ne dediğini duyup bilmedin mi? dedi. Rasûlullah:

  "Sa'd ne söyledi?" diye sordu. Ebû Sufyân:

— Şunu şunu söyledi, diye Sa'd ibn Ubâde'nin sözlerini haber verdi."

Rasûlullah:

— "Sa'dyanlış söylemiştir. Bu gün Allah'ın Ka'be'yi (İslâm'ı izhâr, üstünde Bilâl'in ezam, ve onda bulunan putları ve suretleri gi­dermek suretiyle) büyülteceği bir gündür. Ve bu gün Ka'be (Tevhîd libâsı ile) kisv elenecektir I" buyurdu.

Râvî Urve devamla: Rasûlullah bayrağının el-Hacûn mevkiinde dikilmesini emretti, dedi.

Yine Urve bir rivayetinde şöyle demiştir: Bana Cubeyr ibn Mut'-ım'ın oğlu Nâfi' haber verip şöyle dedi: Ben (Mekke'nin fethinden

bir haylî zaman sonra) Abbâs'tan işittim, Zubeyr ibnu'l-Avvâm'a hitaben:

— Yâ Ebâ Abdillah! (Mekke'nin fethi günü) Rasûlullah sana bay­rağı işte şuraya dikmeni emretmişti! dedi.

Yine Urve dedi ki: Rasûlullah o gün Hâlid ibnu'l-Velîd'e Mek­ke'nin üst tarafındaki Kedâ mevkiinden girmesini emretti. Peygam­ber ise (Mekke'nin alt tarafındaki) Kudâ mevkiinden girmişti. Mekke'ye girerken, Hâlid ibnu'l-Velîd'in süvârî fırkasından iki mü-câhid kişi şehîd oldu. Bunlar Hubeyş ibnu'l-Eş'ar ile Kurz ibnu Câ-bir el-Fıhrf dir [318].

 

289-.......Muâviyetu'bnu Kurre şöyle dedi: Ben Abdullah ibnu Mugaffel(R)'den işittim, şöyle diyordu: Ben Mekke'nin fethi günü Rasûlullah'ı dişi devesi üzerinde gördüm. O, sesini dalgalandırıp na'me yaparak el-Feth Sûresi'ni okuyordu.

Râvî Muâviye: İnsanların etrafıma toplanması düşüncesi olma­saydı, Abdullah ibn Mugaffel'in (Rasûlullah'in okuyuşunu hikâye ederken) sesini dalgalandırarak yükselttiği gibi ben de sesimi dalga­landırıp yükseltirdim, demiştir [319].

 

290-.......ez-Zuhrî, AlîibnHüseyin'den; oda AmribnUsmân'dan (tahdîs etti ki), Usâme ibn Zeyd, fetih zamanında:

— Yâ Rasûlallah, yarın Mekke'de nereye ineceksiniz? diye sor­muş.

Peygamber (S) de:

  "Akîl bize evden menzilden birşey bıraktı mı ki?" buyurdu; sonra da (bunun sebebini bildirerek): "Mü'min kâfire vâris olmaz, kâfir de mü'mine vâris olmaz" buyurdu.

ez-Zuhrî'ye:

— Ebû Tâlib'e kim vâris oldu? diye soruldu. ez-Zuhrî:

—. Ona Akîl ile Tâlib vâris oldular, dedi.

Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den yaptığı rivayetinde: *'Yarın ne­reye ineceksiniz?" sorusunu "Haccı sırasında" lâfzıyle söyledi. Yû­nus ibn Yezîd el-Eylî ise kendi rivayetinde ne "Haccetihi" lâfzını, ne de "Fetih zamanı" lâfzını söyledi [320].

 

291-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) -fe­tihten bir gün önce-: "Allah Mekke'nin fethim müyesser kılarsa, in-şâallah yarın konağımız Kinâne oğulları 'nın Hayfıiyknı yurdu)<#r ki, orası vaktiyle Kinâne oğulları 'yleKureyş müşriklerinin küfür üze­rine andlaştıkları yerdir" buyurdu.

 

292-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) –fetih akabinde- Huneyn gazvesine çıkmak istediği zaman: "Yarın menzi­limiz inşâallah Kinâne oğulları Hayfı'ndadır ki, orası vaktiyle Kinâ­ne oğulları'yle Kureyş'in küfür üzerine yemînleştikleriyerdir" buyur­du [321].

 

293-.......Bize İmâm Mâlik, İbn Şihâb'dan; o daEnes ibn Mâlik(R)'ten tahdîs etti (o, şöyle demiştir): Peygamber (S) fetih günü Mek­ke'ye başında miğfer olduğu hâlde girdi. Başından miğferi çıkardığı zaman yanına bir adam geldi de:

— Abdullah ibn Hatal, Ka'be'nin örtüsüne tutunmaktadır, de­di.

Peygamber:

— "Onu öldür!" buyurdu.

Hadîsin râvîsi İmâm Mâlik: Allah en bilendir ki, benim zannı-ma göre o gün Peygamber ihrâmlı değildi, demiştir [322].

 

294-.......Abdullah ibnu Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Peygam­ber (S) Mekke'nin fethi günü Ka'be'nin avlusuna girdi. Ka'be'nin et­rafında ibâdet için dikilmiş üçyüzaltmış put vardı. Peygamber (S) elindeki deynekle bu putlara dürtmeye ve şu âyetleri söylemeye baş­ladı: "Hakk geldi, bâtıl gitti yok oldu", "Hakk geldi, hâlbukibâul ne îcâda, ne de öleni diriltmeye muktedir değildir" [323].

 

295-.......Bize Eyyûb, İkrime'den; o da İbn Abbâs(R)Jdan tahdîs etti (o, şöyle demiştir): Rasûlullah (S) -fetih günü- Mekke'ye geldi­ğinde Ka'be'ye girmekten çekindi. Çünkü Ka'be'de birçok ilâhlar (yânî putlar) vardı. Rasûlullah bunların çıkarılmasını emretti ve bütün putlar çıkarıldı, tbrâhîm ve İsmâîl Peygamberler'in suretleri de ellerinde ezlâm (denilen fa'l kalemleri) olduğu hâlde çıkarıldılar. Peygamber (bu iki surete bakarak):

— "Allah bu suretleri yapanları helak etsin! Allah 'a yemîn ede­rim ki, bu putperestler bu iki peygamberin hiçbir zaman rızklarını böyle fa'l kalemleriyle aramadıklarını bilmişlerdir!" buyurdu.

Sonra Beyt'e girdi ve Beyt'in her tarafında tekbîr getirdi. Fakat Beyt'in içinde namaz kılmadan dışarı çıktı.

Ma'mer, Eyyûb'dan yaptığı rivayetinde Abdu's-Samed'e mutâ-baat etti. Vuheyb de: Bize Eyyûb, îkrime'den; o da Peygamber'den tahdîs etti., demiştir [324].

 

51- Peygamber(S)'İn -Fetih Günü- Mekke'ye En Yüksek Tarafından Girmesi Babı

 

296- Ve el-Leys ibn Sa'd şöyle demiştir: Bana Yûnus ibn Yezîd tahdîs edip şöyle dedi: Bana Nâfi', Abdullah ibn Umer(R)'den şöyle (dediğini) haber verdi: Rasûlullah (S) Mekke fetholunduğu gün, Mek­ke'nin en yüksek tarafından devesi üzerinde, arkasına Usâme ibn Zeyd'i bindirmiş olarak yönelip geldi. Beraberinde Bilâl'le Ka'be'yi koruyup hizmet edenlerden olan Usmân ibn Talha vardı. Rasûlullah tâ Mescid'e kadar ilerledi ve orada devesini çöktürdü. Usmân ibn Tal-ha'ya Beyt'in anahtarlarını getirmesini emretti. (O anahtarları geti­rip Ka'be'yi açınca) Rasûlullah Ka'be'ye girdi. Beraberinde Usâme ibn Zeyd, Bilâl ve Usmân ibn Talha da içeri girdiler. (Sonra Ka'be kapısı kapandı.) Rasûlullah içeride uzunca bir müddet kaldı. Sonra dışarıya çıktı. Bu sırada insanlar Ka'be'ye girmek üzere koşuştular. Abdullah ibn Umer, Ka'be'ye ilk giren kimse oldu ve kapının arka­sında Bilâl'ı ayakta buldu. Ona:

  Rasûlullah nerede namaz kıldı? diye sordu.

Bilâl de ona Rasûlullah'ın namaz kıldığı yeri işaret edip göster­di. Abdullah:

— Rasûlullah'ın kaç rek'at kıldığını sormayı unuttum, demiştir.

 

297-.......Âişe (R) Urve'ye: Peygamber (S) fetih yılında Mek­ke'ye en yüksek tarafındaki Kedâ mevkiinden girdi, diye haber ver­miştir.

Buradaki râvîlerden Hafs ibn Meysere'ye "Kedâ" lâfzında Ebû Usâme ile Vuheyb mutâbaat etmişlerdir.

 

298-.......Buradaki senedle de Urve: Peygamber (S) fetih yılın­da Mekke'ye en yüksek tarafından; Kedâ'dan girdi, demiştir [325].

 

52- Mekke Fethi Günü Peygamber(S)'İn Konakladığı Yerin Beyânı Babı

 

299-.......Abdurrâhmân ibn Ebî Leylâ şöyle demiştir: Bize Ummü Hâni'den başka hiçbir kimse Peygamber(S)'i duhâ namazı kılar­ken gördüğünü haber vermemiştir. Ümmü Hâni' Mekke fethi günü Peygamber'in onun evinde yıkandığını, sonra sekiz rek'at namaz kıl­dığını zikretmiş ve devamla: Peygamber'in bu namazdan daha hafif hiçbir namaz kıldığını görmedim, şu kadar var ki, Peygamber bu ha­fif namazda rukû'u ve sucûdu tam yapıyordu, dedi [326].

 

53- Bâb

(Bu, evvelki bâbdan bir fasıl gibidir.)

 

300-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) rukû'unda ve sucûdunda "Subhâneke'ttâhumme Rabbena ve bi-hamdike'llâhumnıe ığfirlî (= Ey Rabb'imiz olan Allah'ım, Seni tesbîh ederim; tesbîhi de hamdine bürünerek yaparım. Yâ Allah, bana mağfiret eyle)" söz­lerini söylerdi [327].

 

301-.......İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Umer beni kendi mec­lisine Bedir ihtiyârlarıyle beraber girdirirdi. Bundan ötürü bâzıları:

— Bu genci niçin bizimle beraber meclisine girdiriyorsun? Hâl­buki bizim bunun yaşında oğullarımız var? dediler.

Umer de:

— Muhakkak ki, o sizin bildiğiniz ilim sahibi kimselerdendir,

dedi.

İbn Abbâs dedi ki: Günün birinde Umer yine Bedir ihtiyarlarını da'vet etti; beni de onların beraberinde çağırdı.

İbn Abbâs dedi ki: Ben o gün Umer'in kendisinin bende bilmekte olduğu ilmi muhakkak onlara da göstermek için çağırdığını düşün­düm. Umer onlara:

  "Allah'ın nusratı ve fethi gelince» sen de insanların feve feve Allahhn dînine gireceklerini görünce hemen Rabb'ini hamd ile tesbîh et. O'nun mağfiretini iste. Şübhesiz ki O] tevbeleri çok kabul edendir" (en-Nasr: ı-3) sûresi hakkında ne dersiniz? diye sordu. Bâzıları:

— Bize nusrat ve fetih verildiğinde Allah'a hamd ve istiğfar et­memiz emrolunmuştur, dediler.

Bâzıları:

  Biz bilmiyoruz, dediler.

Bâzıları da hiçbirşey söylemediler. Umer bana:

  Yâ Abbâs oğlu! Sen de mi böyle söylersin? diye sordu. Ben de:

  Hayır! dedim Umer:

  Ne diyorsun? dedi. Ben de:

  O, Rasûlullah'ın ecelidir. Allah O'na ecelini bildirdi. Allah tarafından Rasûlullah'a nusrat ve feth gelince, yânî Mekke fethi ge­lince, Allah: îşte bu senin ecelinin alâmetidir. Artık Rabb'ine hamd ederek Subhânaüah de ve Rabb'inden mağfiret dile! Şübhe yok ki, O, tevbeleri çok kabul edendir! buyurmuştur, dedim.

Umer:

— Ben de bu sûreden ancak senin bilmekte olduğun şeyi biliyo­rum, dedi [328].

 

302........ Ebû Şurayh el-Adevî (el-Huzâî -R-), Amr ibn Saîd ibnu'1-Âs'a, Mekke'ye Abdullah ibnu'z-Zubeyr'e karşı ordular sev-kettiği sırada şöyle demiştir: Ey Emîr! Mekke fethinin ertesi günü Ra-sûlullah(S)'ın ayağa kalkıp îrâd eylediği bir sözü (yânî hutbeyi) sana haber vermekliğime izin ver. O hutbeyi şu iki kulağım işitti, kalbim belledi, (söyleyeni de) gözlerim (o anda) gördü. Rasûlullah, Allah'a hamd ve sena ettikten sonra şöyle buyurdu:

  "Mekke'yi (tâ evvelden beri) haram eden Yüce Allah'tır; onu haram eden insanlar değildir. Bundan dolayı Allah 'a ve âhiret günü­ne îmân eden kimse için Mekke'de ne kan dökmek, ne de bir ağaca balta vurmak halâl olmaz. Şayet Rasûlullah burada harb etti diye ruh­sat tarafına kaçan biri bulunursa, ona: Allah (yalnız) Rasûlü'ne izin vermiştir, size izin vermemiştir! deyiniz. Bana da yalnız bir günün bir saati içinde izin verdi. Ondan sonra bu günkü harâmlığı dünkü harâmlığı derecesine döndü. Bu dediklerimi burada hazır olanlar, gâib olanlara, yânî burada mevcûd olmayanlara (ve müstakbel nesillere) teblîğ etsin".

Ebû Şurayh'a:

— Amr ne dedi? diye soruldu.

Ebû Şurayh dedi ki: Amr da cevaben:

— Yâ Ebâ Şurayh! Ben senden daha âlimim. Mekke hiçbir âsî­yi, zimmetinde kan olan bir kaçağı, kaçan hiçbir hırsızı sığındırıp kur­tarmaz, dedi [329].

 

303-.......Câbir ibn Abdillah (R), Rasûlullah Mekke'nin fethi senesi Mekke'de iken, Rasûlullah(S)'tan: "Şübhesiz Allah veRasûlü şarâbın alışverişini... haram kıldı" buyururken işitmiştir [330].

 

54- Peygamber{S)'İn Fetih Zamanı Mekke'de İkaameti Babı

 

304-.......(İki yoldan gelen bu hadîste) Enes (R): Peygamber'in beraberinde (Mekke ve civarında) on gün ikaamet ettik. Bu ikaa-met süresince namazları kısaltıyorduk, demiştir [331].

 

305-....... İbn Abbâs (R): Peygamber (S) Mekke'de ondokuz gün (dört rek'atli namazları) iki rek'at kılarak ikaamet etti, demiş­tir.

 

306-....... İbn Abbâs (R): Biz bir seferde Peygamber'le beraber namazı kısa kılarak ondokuz gün ikaamet ettik, demiştir.

(Burada geçen senedle) yine İbn Abbâs: Biz (sefer ettiğimizde bir yerde) ondokuz gün kalırsak namazları kısaltır, daha ziyâde kalırsak namazları tam kılardık, demiştir [332].

 

55- Bab [333]

 

Ve îmâm. el-Leys ibn Sa'd şöyle dedi: Bana Yûnus ibn Yezîd, İbn Şihâb'dan tahdîs etti (o, şöyle demiştir): Bana Abdullah ibnu Sa'-lebete'bni Suayr haber verdi ki, Peygamber (S) Mekke fethi yılında onun yüzüne eliyle dokunmuştur [334].

 

307-...... Bize Hişâm ibn Yûsuf, Ma'mer ibn Râşid'den; o da ez-Zuhrî'den; o da Suneyn Ebû Cemîle'den haber verdi. ez-Zuhrî dedi ki: Biz Saîd ibnu'l-Müseyyeb'le beraber bulunduğumuz sırada Ebû Cemile bize haber verdi.

Yine ez-Zuhrî: Ve Ebû Cemile, kendisinin Peygamberce eriştiği­ni ve fetih yılında O'nunla beraber çıktığını söyledi, demiştir [335].

 

308-.......Bize Hammâd ibnu Zeyd, Eyyûb'dan; o da Ebû Kılâbe'den; o da Amr ibnu Seleme'den tahdîs etti [336].

Eyyûb şöyle dedi: Ebû Kılâbe bana;

— Amr ibn Seleme'ye kavuşur da ona sorar mısın? dedi.

Ebû Kılâbe dedi ki: Akabinde ben Amr ibn Seleme'ye kavuştum ve kendisine sordum. Amr ibn Seleme şöyle anlattı: Biz aile ve kabî-lece insanların yol uğrağı bir yerde otururduk. Bize kervanlar uğrar­dı. Biz de o yolculara:

— Bu insanlara ne oluyor, bu insanlara ne oluyor? Ve şu adam nedir? diye sorardık.

Onlar da bize:

 O adam, Allah'ın kendisini peygamber gönderdiğini, O'na vahy verdiğini yâhud Allah'ın O'na şu sözleri vahyettiğini söylüyor, derlerdi (yânî Peygamber'den öğrendikleri bâzı âyetleri bize haber ve­rirlerdi).

Ben de o sözleri ezber ederdim. Sanki o âyetler gönlüme yapıştı­rılır gibi nakş olunuyordu. Esasen (Kureyş'ten başka) Arab kabilele­ri de İslâm'a girmek için Mekke fethini gözlüyorlardı. Ve:

— Peygamberlik iddia eden şu adamı kendi kavmi olan Kureyş'le başbaşa kendi hâllerine bırakınız. Eğer O, Kureyş'e gâlib gelirse, hiç şübhesiz O sözünde doğru hakk bir peygamberdir, derlerdi.

Nihayet fetih ehlinin zaferi vak'ası olunca her kavim İslâm'a gir­meye koştular. Babam Seleme de kavmimle beraber İslâm'a girmeye koştu. Mekke'den dönüp gelince, bize:

— Vallahi ben size bir hakk peygamberin yanından geliyorum. O bize: "Şu namazı şu vakitte kılınız, şu namazı da şu vakitte kılınız " dedi (ve bütün namaz vakitlerini bildirdi). Namaz vakti gelince de "Biriniz ezan okusun ve Kur'ân 'ı en çok bileniniz size imamlık etsin" buyurdu, dedi.

Bunun üzerine kabîle halkı baktılar. İçlerinde benden çok Kur'-ân bilen hiçbir kimse bulunmadı. Çünkü ben obamıza uğrayan ker­vanlardan Kur'ân alıp öğreniyordum. Kur'ân'ı çok bildiğim için kabîle halkı beni önlerine geçirip imâm yaptılar.Hâlbuki ben o sırada altı yâhud yedi yaşında çocuktum. Üzerimde de elbise olarak yalnız bir bürde vardı. Secde ettiğim zaman o bürde avret yerinden yukarı top­lanıp aşağısı açılırdı. Benim secdede bu açık hâlimi gören kabilemiz­den bir kadın, cemâate:

— Okuyucunuzun kıçını (yânî açık yerini)"bizden örtseniz, de­di.

Bunun üzerine cemâat (Umman kumaşı) satın aldılar ve bana bir gömlek biçtiler. Artık ben bu gömlekle sevindiğim kadar hiçbir şeyle ferahlanmadım [337].

 

309- İbnu Şihâb şöyle demiştir: Bana Urvetu'bnu'z-Zubeyr haber verdi; Âişe (R) şöyle demiştir: Utbe ibn Ebî Vakkaas, kardeşi Sa'd ibn Ebî Vakkaas'a, Zem'a'mn cariyesinin oğlu Abdurrahman ı alması için ahid yapmıştı. Utbe:

  Çünkü o çocuk benim oğlumdur, demişti.

Rasûlullah fetih zamanında Mekke'ye gelince Sa'd ibn Ebî Vak­kaas, Zem'a'nın cariyesinin oğlu Abdurrahmân'ı yakaladı ve onu Ra-sûlullah'a getirdi. Onun beraberinde Abd ibnu Zem'a da geldi. Sa d ibn Ebî Vakkaas:

— Bu benim kardeşimin oğludur. Kardeşim bana onun kendi oğlu olduğunu ve nesebinin kendisine katılmasını bana vasiyet etti, dedi.

Abd ibnu Zem'a da:               .

— Yâ Rasûlallah, bu benim kardeşimdir; bu Zem'a'mn cariye­sinin oğludur, babam Zem'a'mn döşeğinde doğmuştur, dedi.

Rasûlullah, Zem'a'nın cariyesinin oğluna baktı da Utbe ibn Ebî Vakkaas'a en çok benzeyen insan olduğunu gördü. Akabinde Rasû­lullah (S):

  "Yâ Abd ibne Zem 'a! Bu (Abdurrahmân) sana âiddir; o se­nin kardeşindir. Çünkü o, Zem'a'nın döşeği üzerinde doğmuştur" buyurdu.

Ve yine Rasûlullah, bu çocuğun sîmâca Utbe ibn Ebî Vakkaas'a benzerliğini gördüğü için Sevde'ye:

  "Yâ Şevde! Sen de bu oğlandan perde arkasına çekil!" bu­yurdu.

İbnu Şihâb dedi ki: Âişe:

— Rasûlullah: "Döşeğindir; zinâcı erkeğe ise mahrumiyet düşer" buyurdu, dedi.

Yine İbnu Şihâb: Ebû Hureyre bu "Çocuk döşeğindir, zinâkâr erkeğe mahrûmluk düşer" sözünü yüksek sesle i'Iân ederdi, demiştir [338].

 

310-.......ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr şöy­le haber verdi: Rasûlullah zamanında, fetih gazvesi sırasında bir ka­dın hırsızlık yapmıştı. O kadının kavmi Usâme ibn Zeyd'e gittiler de (elinin kesilmemesi için) Rasûlullah'ın yanında şefaat etmesini iste­diler.

Urve dedi ki: Usâme, o kadın hakkında Rasûlullah'la konuşun­ca, Rasûlullah'ın yüzünün rengi değişti ve:

  "Allah'ın ta'yîn ettiği dînî cezalardan bir ceza hususunda mı benimle konuşuyorsun?" buyurdu.

Usâme de:

  Yâ Rasûlallah, benim için mağfiret isteyiver, dedi.

Öğleden sonra olunca Rasûlullah hutbe yapmak üzere ayağa kalk­tı. Allah'ı lâyık olduğu sıfatlarla övdükten sonra "Amma ba'du" di­yerek şunları söyledi:

  "Sizden önceki insanları ancak onların, içlerinde şerefli ve nüfuzlu kimse çaldığı zaman onu cezasız bırakır, içlerinde zayıf kim­se çaldığı zaman ona ceza verir olmaları helak etmiştir. Muhammed'in nefsi elinde olan Allah 'a yemîn ederim ki, Muhammed'in kızı Fâtıma çalmış olsaydı, muhakkak onun elini de keserdim!" buyurdu.

Sonra Rasûlullah o kadınla ilgili emrini verdi ve kadının eli ke­sildi. Bundan sonra o kadının tevbesi güzel oldu ve evlendi. Âişe:

— O kadın bundan sonra bana gelirdi de ben de onun hacetini Rasûlullah'a yükseltirdim, demiştir [339].

 

311-.......Bize Âsim, Ebû Usmân'dan tahdîs edip şöyle dedi: Bana Mucâşi' ibn Mes'ûd (R) tahdîs edip şöyle dedi: Mekke'nin fet­hinden sonra ben kardeşim(Mucâlid)le Peygamber'e geldim ve:

— Yâ Rasûlallah, kendisiyle hicret etmek üzere bey'at etmem için sana kardeşimi getirdim, dedim.

Rasûlullah (S):

  "Hicret etmiş olanlar, ondaki faziletlerle gitmişlerdir"^ bu­yurdu.

— Şimdi sen onunla ne üzerine bey'at edeceksin? diye sordum.

  "Ben onunla İslâm, îmân ve cihâd üzerine bey'at ederim"

buyurdu.

Bu hadîsin râvîlerinden Ebû Usmân en-Nehdî dedi ki: Ben son­ra Ebû Ma'bed Mucâlid'e kavuştum. Ebû Ma'bed bu iki kardeşin büyüğü idi. Ben ona Mucâşi'den işitmiş olduğum hadîsi sordum da, o: Mucâşi' doğru söyledi, dedi.

 

312-.......Bize Âsim ibn Süleyman, Ebû Usmân en-Nehdî'den; o da Mucâşi' ibn Mes'ûd'dan tahdîs etti (o, şöyle demiştir): Ben Ebû Ma'bed'i, hicret üzerine bey'at etmesi için Peygamber'e götürdüm. Peygamber (S):

— "Hicretin hükmü (fetihten öne) hicret edenlere âid olarak geç­ti. Ben onunla İslâm ve cihâd üzerine bey'at ederim" buyurdu.

Râvî Ebû Usmân dedi ki: Ben Ebû Ma'bed'e kavuştum da ona kardeşi Ebû Mucâşi'in bana tahdîs ettiği bu hadîsi sordum; o: Mucâşi' doğru söyledi, dedi.

Diğer râvî Hâlid de, Ebû Usmân'dan; o da Mucâşi'den, onun kardeşi Mucâlid'i getirdiğini söylemiştir [340].

 

313-.......Mucâhid ibn Cebr şöyle demiştir: Ben İbn Umer'e:

  Şam'a hicret etmek istiyorum, dedim. İbn Umer (R):

— (Mekke fethinden sonra) hicret yok, lâkin cihâd vardır. Git, kendini arzet. Eğer kendinde (cihâd ve kudretten) birşey bulursan ci­hâd yap, kendinde bunu bulamazsan geri dönersin, dedi.

Ve en-Nadr dedi ki: Bize Şu'be haber verdi: Bize Ebû Bişr haber verip şöyle dedi: Ben Mucâhid ibn Cebr'den işittim, şöyle diyordu: Ben İbn Umer'e (Şam'a gitmek istiyorum) dedim, o:

— Bugün hicret yoktur -yâhud da: Rasûlullah'tan sonra hicret yoktur-, dedi.

Bu da geçen hadîsin benzeridir.

 

314-.......Ebû Amr el-Evzâî, Abde ibn Ebî Lubâbe'den; o da Mucâhid ibn Cebr el-Mekkî'den; Abdullah ibn Umer (R): Fetihten sonra hicret yoktur der idi, diye tahdîs etmiştir.

 

315-.......Yahya ibn Hamza tahdîs edip şöyle demiştir: Bana el-Evzâî, Atâ ibn Ebî Rebâh'tan tahdîs etti. O şöyle demiştir: Ben Ubeydullah ibn Umeyr ile beraber Âişe'yi ziyaret ettim. Ubeydullah, Aişe'ye hicretten sordu. Bunun üzerine Âişe şöyle dedi:

— Bu gün hicret yoktur. (Fetihten önce) mü'minlerin herbiri ken­disine fitne yapılması korkusundan dîni ile Allah'a ve Rasûlü'ne ka­çar idi. Bugün ise Allah İslâm'ı gâlib kılmıştır. Mü'min Rabb'ine dilediği yerde ibâdet eder. Lâkin bugün (kâfirlerle) cihâd ve niyet var­dır [341].

 

316-.......İbn Cureyc şöyle demiştir: Bana Hasen ibnu Müslim, Mucâhid ibn Cebr'den şöyle tahdîs etti: Rasûlullah (S) Mekke fethi günü ayağa kalktı da şöyle buyurdu:

  "Şübhesiz ki, Allah Mekke'yi, gökleri ve yeri yarattığı gün haram kılmıştır. Bunun için Mekke Allah'ın haram kılmasıyle kıya­met gününe kadar haramdır. Benden evvel hiçbir kimse için halâl ol­madığı gibi, benden sonra da hiçbir kimse için halâl olmayacaktır. Benim için de o, ancak gündüzden bir saat halâl olmuştur. Mekke'­nin av hayvanı ürkütülmez, dikeni (bile) kesilmez, yaş otları koparıl-maz. Yitiğini kimse (elini uzatıp) alamaz, yalnız sahibini aramak için arayacak kişi alabilir".

Bu sırada Abbâs ibnu Abdilmuttalib:

— Yâ Rasûlallah, ızhırdan başka. Çünkü ızhır bitkisi demirciler için ve evlerimiz için kullanılması zarurîdir, dedi.

Rasûlullah bu esnada sükût etti, sonra:

  "Izhır müstesna, çünkü o halâldır" buyurdu.

Ve yine Abdulmelik ibnu Cureyc'den (o, şöyle demiştir): Bana Abdulkerîm, İkrime'den; o da İbn Abbâs'tan, geçen hadîsin benze­rini yâhud o tarzdaki hadîsi haber verdi, demiştir.

Zikredilen bu hadîsi Ebû Hureyre', Peygamber'den rivayet et­miştir [342].

 

56- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı [343]:

 

"And otsun ki, Allah birçok savaş yerlerinde ve Huneyn gününde size yardım etmiştir. (O Huneyn ki) çokluğunuz o zaman size ucub vermişti de bu, size (gelecek kozadan) bir şeyi gidermeye yaramamıştı. Yeryüzü o genişliğine rağmen, başınıza dar gelmişti. Nihayet (bozularak) gerisin geri dönüp gitmiştiniz. Sonra Allah, Rasûlü ile müzminlerin üzerine sekînetini indirdi, görmediğiniz orduları indirdi ve kâfirleri azâblandırdu Bu o kâfirlerin cezası idi. Sonra, Allah bunun ardından kimi dilerse onun tevbesini kabul eder. Allah çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir" (et-Teybe: 25-27) [344].

 

317-.......İsmâîl (ibn Ebî Hâlid) haber verip şöyle dedi: Ben Ab­dullah ibn Ebî Evfâ'mn elinde bir kılıç darbesi gördüm (ve kendisine bu nedir? diye sordum). İbnu Ebî Evfâ: Ben bu yarayı Huneyn günü-Peygamber(S)'le beraber muharebede bulunduğum sırada vurularak

aldım, dedi.

Râvî İsmâîl ibn Ebî Hâlid dedi ki: Ben İbn Ebî Evfâ'ya:

  Sen Huneyn gazvesinde bulundun mu? diye sordum. O da:

  Ben ondan önce (Hudeybiye'de bile) bulundum, dedi [345].

 

318-.......Ebû İshâk şöyle demiştir: Ben el-Berâ ibn Âzib(R)'den işittim. Ona bir adam geldi de:

— Yâ Ebâ Umâre! Sen Huneyn gününde geri dönüp kaçtın mı? diye sordu.

el-Berâ:

— Amma bana gelince (bizler kaçtık). Peygamber üzerine şehâ-det ederim ki, O, geriye dönmemiştir. Lâkin ordunun öncüleri acele gittiler de onların üzerlerine Hevâzin kabîlesi okçuları ok yağdırdı­lar. Ebû Sufyân ibnu'l-Hâris, Peygamber'in beyaz katırının başın­dan tutmuştu. Peygamber (S) ise: "Ben peygamberim yalan yok, ben Abdulmuttalib oğlu'yum" sözlerini söylüyordu [346].

 

319-.......Bize Şu'be, Ebû İshâk'tan tahdîs "etti (ki o şöyle de­miştir): Ben işitirken el-Berâ'ya:

— Huneyn gününde sizler Peygamber'in maiyyetinde bulunduğu­nuz sırada gerisin geri dönüp kaçtınız mı? diye soruldu.

el-Berâ (kendilerinin ta'mîm üzere olmayarak kaçışlarının isbâ-tıni içine alıcı ve bedî' olan) şu cevâbı verdi;

— Peygamber'e gelince; O asla kaçmadı. Hevâzin kabîlesi erleri iyi ok atıcı kimselerdi (onlar bize ok yağdırdılar). Peygamber (yerin­de kaya gibi sabit durup): "Ben o peygamberim yalan yok, ben o Ab­dulmuttalib oğlu'yum" dedi.

 

320-.......Bize Şu'be, Ebû îshâk'tan tahdîs etti ki, o el-Berâ'dan işitmiştir. el-Berâ'ya Kays kabilesinden bir kişi;

— Sizler Huneyn günü Rasûlullah(S)'m yanından kaçtınız mı? diye sordu.

el-Berâ (R):

— (Bizler kaçtık.) Lâkin Rasûlullah kaçmadı. Hevâzin kabîlesi halkı iyi ok atıcıları idiler. Biz (harb meydanında) bunların üzerine hücum edince, onlar açılıp bozuldular. Bizler de hemen ganîmetler üzerine düştük. İşte bu sırada Hevâzin tarafından ok yağmuruyla kar­şılandık. (Biz kaçtık.) Yeminle söylüyorum ki, ben Rasülullah'ı be­yaz katırının üzerinde gördüm.  Ebû Sufyân da katırın gemini tutuyordu. Bu sırada o: "Ben o peygamberim yalan yok, ben o Ab­dulmuttalib oğlu'yum!" diyordu.

İsrâîl ibn Yûnus ile Zuheyr ibn Muâviye kendi rivayet ettikleri

hadîslerinde, burasında: Peygamber (S) beyaz katırından indi (de "Yâ Allah, yardımını indir" duasını söyledi) demişlerdir [347].

 

321-.......Muhammed ibn Şihâb şöyle demiştir: Urve ibnu'z-Zubeyr, kendisine Mervân ibnu'l-Hakem el-Emevî ile el-Mısver ibn Mahrame'nin şöyle haber verdiklerini söyledi: Rasûlullah (S), Hevâ-zin kabilesi hey'eti müslümân olarak geldikleri ve Rasûlullah'tan mal­larım ve esirlerini geri vermesini istedikleri zaman, Rasûlullah ayağa kalktı da onlara:

  "Berâberimdeki sahâbtierimi görüyorsunuz. Bana sözün en sevimlisi en doğrusudur. Şimdi siz iki taifenin birini seçiniz: Yâ esir­leri, ya da malları. Ben sizin gelmenizi beklemiş idim (zamanında gel­mediniz)" buyurdu.

Ve hakîkaten Rasûlullah, Tâif ten (Cı'râne'ye) döndüğünde on küsur gece onları beklemiş idi. Hevâzin hey'etine Rasûlullah'ın ken­dilerine ancak iki taifeden birisini geri vereceği apaçık belli olunca:

  Biz esîrlerimizin geri verilmesini tercih ediyoruz, dediler. Bunun üzerine Rasûlullah müslümânlar arasında ayağa kalktı,

Allah'ı lâyık olduğu kemâl sıfatlarıyle sena etti. Sonra "Amma ba'du" deyip hutbesine şöyle devam etti:

  "Bu Hevâzin hey'eti kardeşleriniz kusurlarından tevbe edici­ler olarak bize geldiler. Ben de esirlerini kendilerine geri vermenin doğru olacağını düşündüm. Sizden her kim esirlerini bu suretle (kar­şılıksız olarak) vererek kardeşlerinizin gönlünü hoş etmeyi severse bunu yapsın. Sizden her kim kendi hissesi üzerine bağlı kalmak (karşılık­sız vermemek) arzu ederse, biz ona (bu bedeli), Allah'ın bize ihsan edeceği ilk ganimet malından veririz, o da bu şartla esirlerini onlara versin" buyurdu.

Bu konuşma üzerine oradaki insanlar:

— Rasûlullah'ın hatırı için Hevâzin başkanlarına esîrlerini ver­mekle gönüllerimizi hoş etmişizdir, dediler.

Rasûlullah da:

  "Şimdi biz sizden esirini vermeye razı olan kimseleri, rızâsı olmayanlardan ayırıp bilemiyoruz. Haydi siz gidiniz de bize muva­fakat işinizi, iş bilir nakibleriniz arzetsin" buyurdu.

İnsanlar yerlerine döndüler. Kabîlelerin nakîbleri kabile halkla-rıyle konuştular. Sonra Rasûlullah'a gelip herbiri kavminin esîrleri geri vermekten hoşnûd olduklarını ve Rasûlullah'a esîrleri geri ver­mesi hususunda izin verdiklerini haber verdiler.

İbn Şihâb: İşte bana Hevâzin esirlerinden ulaşan budur, demiş­tir [348].

 

322-.......Bize Hammâd ibnu Zeyd, Eyyûb'dan; o daNâfi'den tahdîs etti ki, Umer ibnu'l-Hattâb:

— Yâ Rasûlallah!... demiştir.

H ve yine bana Muhammed ibnu Mukaatil tahdîs etti. Bize Ab­dullah ibnu'l-Mubârek haber verdi. Bize Ma'mer ibn Râşid, Eyyûb'­dan; o da Nâfi'den haber verdi ki, Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Bizler Huneyn'den döndüğümüz zaman Umer, Câhiliyet za­manında adadığı bir i'tikâf adağını (yerine getirip getirmemesi husu­sunu) sordu. Peygamber (S) ona adağını yerine getirmesini emretti.

Bu hadîsin râvîlerinden bâzısı: Hammâd, Eyyûb'dan; o da Nâ­fi'den; o da îbn Umer'den.. diye söylemiştir:

Ve bu hadîsi Cerîr ibnu Hazım ile Hammâd ibnu Seleme, Ey­yûb'dan, o da Nâfi'den; o da Abdullah ibn Umer'den; o da Peygam-ber'den olmak üzere rivayet etmiştir [349].

 

323-....... Bize İmâm Mâlik, Yahya ibn Saîd'den; o da Kesîr ibn Eflâh'ın oğlu Umer'den; o da Ebû Katâde'nin âzâdlısı Ebû Mu-hammed'den haber verdi ki, Ebû Katâde (R) şöyle demiştir:

Biz Huneyn senesi Peygamber'in maiyyetinde sefere çıktık. Düş­manla karşılaşınca müslümânlar için bir ilerleme ve gerileme olmuş­tu. Bu sırada ben müşriklerden birini müslümânlar dan bir kimse üzerine çıkmış hâlde gördüm. Hemen arka tarafından yaklaştım ve onu boynu ile kürek kemiğinin bağı üzerinden kılıçla vurdum. Ve onun giydiği zırhı kestim. Hemen benden tarafa dönüp beni öyle bir ku­cakladı ki, bu sıkı kucaklayıştan ölüm kokusunu hissettim. Sonra ona ölüm yetişti de beni salıverdi. Akabinde ben Umer'e rastgeldim de:

  Bu insanlara ne oldu? dedim. Umer:

— Azîz ve Celîl olan Allah'ın işidir (yânî onlara isabet eden bu

bozgunluk, Allah'ın hükmü ve kazasıdır), dedi.

Sonra müslümânlar (bozgunluğun ardından) dönüp geldiler. Pey­gamber de oturup:

  "Her kim bir düşmanı öldürür ve öldürdüğüne dâir bir bey-yinesi de olursa, öldürdüğü kimsenin elbise, silâh ve diğer eşyaları onundur" buyurdu.

Ben (hemen kalkıp):

  Benim için kim şâhid olur? dedim.

Sonra oturdum. Sonra Peygamber tekrar bunun benzerini söy­ledi. Ben yine kalkıp:

— Benim için kim şehâdet eder? diye sordum ve sonra oturdum.

Sonra Peygamber o sözün benzerini yine söyledi. Ben yine aya­ğa kalktım. Peygamber:

  "Neyin var yâ Ebâ Katâde?" buyurdu.

Ben de kendisine olanı haber verdim. Bu sırada bir kimse:

— Ebû Katâde doğru söyledi. O maktulün eşyası benim yanım-dadır. Artık hakkı olan bu şeyler yerine ona başka şeyler vererek ben­den razı kıl, dedi.

Ebû Bekr:

— Allah'a yemîn olsun ki, bu olamaz! Peygamber, Allah ve Ra-sûlü yolunda mukaatele eden Allah arslanlarından bir arslanm hak­kını ibtâle yanaşmaz ve onun selebini sana veremez, dedi.

Bunun üzerine Peygamber(S):

  "Ebû Bekr doğru söyledi. Yanındaki o maktule âid şeyleri Ebû Katâde'ye ver!" buyurdu.

Akabinde o kimse maktulün eşyasını bana verdi.Ben de o eşya­yı sattım da onun bedeliyle Benû Selime yurdunda bir bustân satın aldım, işte bu bustân, İslâm'da aslına mâlik olduğum ilk maldır [350].

Ve İmâm el-Leys ibn Sa'd şöyle demiştir: Bana Yahya ibnu Sa-îd, Kesîr ibn Eflâh'in oğlu Umer'den; o da Ebû Katâde'nin âzâdlısı olan Ebû Muhammed'den tahdîs etti ki, Ebû Katâde şöyle demiştir: Huneyn günü olduğu zaman müslümânlardan bir adama baktım ki, o müşriklerden bir adamla mukaatele ediyor. Müşriklerden olan bir diğeri ise müslümânı öldürmek için arka tarafından onu aldatmağa uğraşıyordu. Ben hemen onu aldatmağa çalışan kişiye doğru koştum. O beni vurmak için elini kaldırdı. Ben onun elini vurup kestim. Son­ra o kişi beni tutup sıkı bir sarmalayışla beni kucakladı; beni o dere­cede sıktı ki, ölmekten korktum. Sonra beni bıraktı ve çözüldü. Ben de onu iteledim. Sonra onu öldürdüm. Müslümanlar bozuldular, ben de onlarla beraber bozguna uğradım. Bu sırada bozulmayan insan­ların içinde) Umer ibnu'l-Hattâb'la karşılaştım. Ona:

  İnsanlara ne oluyor? dedim. Umer:

  Allah'ın emri (yâni hükmü ve takdiri), dedi.

Sonra bozulan insanlar Rasûlullah'a döndüler. Bunun üzerine Rasûlullah:

  "Her kim öldürdüğü bir maktul üzerine beyyine dikerse, öl­dürdüğü kişinin eşyası onundur" buyurdu.

Ben hemen öldürdüğüm maktulün üzerine bir şâhid aramak için kalktım, fakat benim için şehâdet edecek bir kimse göremedim. Son­ra aklıma geldi de, o adamın işini Rasûlullah'a zikrettim. Meclisinde oturanlardan biri:

— Bunun öldürdüğünü zikretmekte bulunduğu o maktulün si­lâhı benim yammdadır. Onun yerine başka şeylerle Ebû Katâde'yi razı kıl, dedi.

Ebû Bekr:

— Hayır olamaz. Peygamber o silâhı Kureyş'ten gevşek ve âciz bir kula vermez ve Allah ve Rasûlü yolunda harbeden Allah arslan­larından bir arslanı terkedemez, dedi.

Râvî dedi ki: Akabinde Rasûlullah kalktı ve o silâhı bana verdi. Ben de onun bedeliyle bir bustân satın aldım. İşte bu, İslâm içinde aslına mâlik olduğum ilk maldır [351].

 

57- Evtâs Gazvesi Babı

 

324-.......Ebû Mûsâ (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Huneyn gazvesini bitirince (amcam) Ebû Âmir'i bir ordu birliği üzerine ku­mandan yaparak Evtâs'a gönderdi [352]. Ebû Âmir (Huneyn'den bu­raya kaçmış olanların kumandanı) Dureyd ibn Sımme ile burada karşılaştı. Yapılan muharebede Dureyd öldürüldü, askerlerini de Al­lah hezîmete uğrattı.

Ebû Mûsâ devamla dedi ki: Rasûlullah beni de (amcam) Ebû Âmir ile beraber göndermişti. Bu muharebede Ebû Âmir'in dizine Cu-şem kabilesinden birisi tarafından bir ok atıldı. Okçu okunu Ebû Âmir'in dizkapağına yerleştirdi. Ben hemen Ebû Âmir'in yanına koş­tum ve:

  Ey amca, sana kim ok attı? diye sordum. O, ben Ebû Musa'ya:

  İşte ok atan kaatilim şudur! diye gösterdi.

Ben hemen kaatile doğru koştum ve ona yetiştim. Kaatil beni görünce dönüp kaçmağa başladı. Ben onun arkasından gittim. Bu sı­rada ben hem koşuyor, hem: Kaçmaktan utanmaz mısın, yerinde biraz durmaz mısın! diye haykırıyordum. Adam kaçmaktan vazgeçti. Her ikimiz kılıçlarımızla vuruşmaya başladık. Sonunda adamı öldür­düm. Sonra (Ebû Âmir'in yanına geldim) Ebû Âmir'e:

— Allah senin düşmanını öldürdü, dedim. Amcam bana:

  Şu oku dizimden çek çıkar, dedi.

Ben de hemen çıkardım. Okun çıktığı yerden bir su boşandı. (Am­cam hayâtından ümidini kesti.) Bana:

  Ey kardeşimin oğlu! Peygamber'e selâm söyle ve bana Al­lah'tan mağfiret istemesini rica et, dedi ve beni kendi yerine mücâ-hidler üzerine kumandan yaptı.

Az bir zaman yaşadı, sonra vefat etti. Bu seferden dönüp geldi­ğimde Peygamber'in huzuruna girdim. Peygamber, odasında hasır­dan örülmüş ve üzerine ince şilte serilmiş bir sedir üstünde yatıyordu. Hasırın örgüleri vücûdunun arkasına ve iki yanlarına iz yapmıştı. Ben kendisine zafer haberimizi ve Ebû Âmir'in şehîd oluşu haberini, ve "Rasûlullah benim için mağfiret dilesin" diye vasiyet ettiğini arzet-tim. Bunun üzerine Peygamber abdest suyu istedi ve abdest aldı. Sonra ellerini kaldırıp:

  "Yâ Allah, kulcağızın Ebû Âmir'e mağfiret eyle!" diye duâ etti.

Duâ ederken ben O'nun iki koltuğunun beyazlığını gördüm. Sonra Peygamber:

  "Yâ A ilah! Kıyamet gününde Ebû Âmir kulunu şu yarattığın insanlardan çoğunun üstünde yüksek bir makaamda kıl" niyazında bulundu.

Bunun üzerine ben:

  Benim için de mağfiret isteyiver, dedim. Peygamber:

  "Yâ Allah, Abdullah ibn Kays'ın günâhını mağfiret eyle ve kıyamet gününde onu kerîm bir makaama girdir" diye duâ etti.

Râvî Ebû Burde: Bu İki duanın biri Ebû Âmir için, diğeri de Ebû Mûsâ içindir, demiştir [353].

 

58- Tâif Gazvesi Babı

 

Bu gazve hicretin sekizinci yılı şevval ayında yapıldı. Bu târihte yapıldığını Mûsâ ibn Ukbe (Mağâzt'sinde)

Söyledi [354].

 

325-.......Bize Hişâm, babası Urve'den; o da Ebû Seleme'nin kızı Zeyneb'den; o da annesi Ümmü Seleme(R)'den tahdîs etti (o, şöyle demiştir): Peygamber (S) yanıma girdi. O sırada yanımda bir muhan-nes kişi bulunuyordu. İşittim ki o, kardeşim Abdullah ibn Umeyye'ye:

— Yâ Abdallah! Ne dersin, eğer Allah yarın size Tâif'in fethini müyesser kılarsa sana gereken, Gaylân'ın şişman kızını yakalaman-dır. O kız (semizlikten karnı) dört büklüm karşılar, sekiz büklüm de arkaya döner! diyordu.

Bunun üzerine Peygamber (S):

  "Bu kabil muhannesier bir daha yanımıza sakın girmesin" buyurdu.

Râvî Sufyân ibn Uyeyne:

— İbn Cureyc: Bu muhannesin adı Hît'tır, dedi, demiştir.

Bize Mahmûd ibn Gaylân tahdîs etti: Bize Ebû Usâme, Hişâm'-dan bu hadîsi tahdîs etti ve "Peygamber o gün Tâif'i muhasara etmekteydi" fıkrasını ziyâde etti [355].

 

326-.......Abdullah ibn Amr (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Tâif şehrini muhasara ettiği zaman, Tâifliler'den herhangi birşey el­de edemedi. (Bâzî sahâbîleriyle istişareden sonra):

  "İnşâallah yarın döneceğiz (yânî muhasarayı kaldıracağız)" dedi.

Bu söz mücâhidlere ağır geldi de:

  Tâif'i fethetmeden nasıl gideriz! dediler.

-Râvî Sufyân bir kerre de: Nasıl döneriz dediler, şeklinde riva­yet etmiştir.-

Sahâbîlerin bu i'tirâzlı sözleri üzerine Peygamber:

  "Öyleyse yarın sabah harbe hazır olun!" buyurdu. Ertesi sabah harb başladı ve sahâbîlerden birçoğuna yara isabet

etti. Bunun akabinde Peygamber:

  "İnşâallah bizler yarın döneceğiz" buyurdu.

Bu sefer Peygamberdin bu karârı sahâbîleri sevindirdi. Peygam­ber de sahâbîlerin sevinmelerine güldü.

Râvî Sufyân bir kerresinde "Tebessüm etti'", yânî gülümsedi şeklinde söylemiştir.

el-Buhârî dedi ki: el-Humeydî şöyle dedi: Bize Sufyân ibn Uyeyne bu haberin hepsini an'anesiz olarak tahdîs etti  [356].

 

 327-.......Bize Şu'be, tahdîs etti ki, Âsim şöyle demiştir: Ben Ebû Usmân'dan işittim, o şöyle dedi: Ben Sa'd'dan işittim ki, o Al­lah yolunda ilk ok atan kişidir. Ve yine ben Ebû Bekre'den işittim ki, o da Tâif halkından müslümân olup Tâif Kalesi'nin üstüne çık­mış ve oradan makara ile aşağıya inip Peygamber'e gelmiş olan in­sanlar içinde idi. İşte bu iki sahâbî: Biz, Peygamber (S)'den: "Her kim babasından başka bir kimseye -babası olmadığını bile bile- ba­bası olduğunu iddia ederse, işte o kimseye cennet haramdır'* buyu­rurken işittik, dediler.

Ve Hişâm ibn Yûsuf es-San'ânî dedi ki: Bize Ma'mer ibn Râşid, Âsım'dan; o da Ebû*l-Âliye'den yâhud Ebû Usmân en-Nehdî'den ha­ber verdi ki, o: Ben Sa'd'dan ve Ebû Bekre'den işittim; onlar da Pey-gamber'den. işittiler, demiştir.

Âsim dedi ki: Ben Ebû'l-Âliye yâhud Ebû Usmân'a:

— Yemîn olsun bu hadîsi sana iki büyük sahâbî rivayet etmiştir ki, artık bunların şehâdetleri kâfidir, dedim.

O da:

— Evet kâfidir. Bunlardan biri Allah yolunda ilk ok atan kişi­dir (yânî Sa'd ibn Ebî Vakkaas'tır). Diğeri de Tâif halkından yirmi üç kişinin üçüncüsü olarak kaleden aşağıya inip Peygamber'e gelen kişidir (yânî Ebû Bekre'dir), dedi [357].

 

328-.......Ebû Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) (Tâif seferinden dönüşünde) Mekke ile Medine arasında Cı'râne mev­kiine inerken, ben Peygamber'in yanında bulunuyordum. Beraberinde Bilâl de vardı. Bu sırada Peygamber'e bir bedevi geldi ve:

  Bana verdiğin va'di hâlâ yerine getirmeyecek misin? dedi. Peygamber de ona;

— "(Ganîmet taksiminin yakınlığıyle yâhud sabra karşılık büyük sevâbla) seni müjdelerim" buyurdu.

Çöl Arabi:

  "Sevin, müjdelen" sözlerini bana çok söyledin, dedi.

Bunun üzerine Peygamber öfkelenmiş bir kimse hey'etinde Ebû Mûsâ ile Bilâl'e döndü de:

  "Bu bedevi verdiğim müjdeyi reddetti, onu sizler kabul edi­niz!" buyurdu.

Ebû Mûsâ ile Bilâl de:

  Kabul ettik, dediler.

Bundan sonra Peygamber içi su dolu bir bardak, yânı küçük bir kap istedi. Bu kap içinde ellerini ve yüzünü yıkadı. Ağzındaki bir mik-dâr suyu da bunun içine püskürdü. Sonra Ebû Mûsâ ile Bilâl'e:

  "Bu sudan içiniz, bunu yüzleriniz ve göğüsleriniz üzerine bo­şaltınız ve sevininiz!" buyurdu.

Onlar da su kabını aldılar ve Peygamber'in emrettiği işleri yap­tılar.

Bu sırada Peygamber'in zevcesi Ümmü Seleme, perde arkasın­dan:

  Şu sudan ananıza da ikram edin! diye seslendi.

Onlar da bu sudan arta kalan bir kısmı da Ümmü Seleme'ye ik­ram ettiler [358].

 

329-.......İbn Cureyc tahdîs edip şöyle demiştir: Bana Atâ ibn Ebî Rebâh haber verdi ki, ona da Safvân ibn Ya'lâ haber verdi, ki babası Ya'lâ ibn Umeyye: Keski ben kendisine vahy indirilirken Ra-sûlullah'ı görebilsem! der idi.

Ya'lâ ibn Umeyye dedi ki: Peygamber Cı'râne'de, mevkiinde iken, üzerinde bir örtü vardı ve kendisi bu örtü ile gölgelendirilmişti. Ya­nında da sahâbîlerinden birtakım insanlar vardı. Bu sırada huzuru­na, üzerinde güzel koku sürülmüş bir cübbe bulunan bir çöl Arabi geldi ve:

— Yâ Rasûlallah! Güzel koku sürüldükten sonra bir cübbe için­de umre niyetiyle ihrama giren bir kimse hakkında ne dersiniz? diye sordu.

İşte tam bu sırada Umer, eliyle Ya'lâ'ya gel diye işaret etti. Ya'­lâ da geldi ve hemen başım Rasûlullah'ın örtünmekte olduğu örtü­nün içine soktu. Bir de gördü ki, Peygamber (vahyin şiddetinden) yüzü kızarmış ve uyuyanın nefes alıp verirken horultu çıkarması gibi ho­rultu çıkarıyor. Peygamber bir süre bu şekilde kaldı, sonra bu hâl kendisinden açıldı. Peygamber:

  "Bana biraz evvel umreden sormakta olan kimse nerede?" buyurdu.

O kişi arandı ve huzura getirildi. Peygamber ona:

  "Sendeki kokuya gelince: Sen onu (yânı bedenine ve elbisene bulaşan kokuyu) üç kene yıka, üzerindeki cübbeye gelince, onu da sırtından çıkar. Sonra (ihramı giyip) haccında yapmakta olduğun fi­illeri umren içinde de yap" buyurdu [359].

 

330-.......Abdullah ibn Zeyd ibnÂsım şöyle demiştir: Allah Hu-

neyn günü Rasûlü'ne, harb ettiği kimselerin mallarını ganîmet ola­rak verdiği zaman, Rasûlullah o mallan insanlar içinde kalbleri İslâm'a alıştırılan kimselere taksim etti de, bu mallardan Ensâr'a bir-şey vermedi. Ensâr, Rasûlullah'ın bâzı insanlara mal verip de kendi­lerine birşey vermediği için hüzünlenmiş gibi oldular. Bunun üzerine Rasûlullah onlara hitâb edip şöyle buyurdu:

  "Ey Ensâr cemâati! Ben sizleri yolu şaşırmışlar bulup da Al­lah benim delâletimle sizlere hidâyet vermedi mi? Ben sizleri fırka fırka bölünmüş hâlde bulup da, Allah benim Medine'ye hicretimle sizleri birbirinizle birleştirmedi mi? Ben sizleri fakır hâlde bulup da Allah benim yüzümden sizleri zengin kılmadı mı?"

Rasûlullah bu soruların herbirini sordukça, Ensâr Rasûlullah'a karşı:

  Allah ve Rasûlü en çok ihsan edicidir, dediler. Rasûlullah:

  "Sizleri Allah'ın Rasûlü'ne şöyle cevâb vermenizden men' eden nedir?" buyurdu.

Rasûlullah birşey söyledikçe Ensâr:

  Allah ve Rasûlü en çok ihsan edicidir, dediler. Rasûlullah:

  "Eğer siz isteseydiniz, benim bu sorularıma şöyle şöyle ce­vâb verebilirdiniz:1 (Seni kavmin yalanlamıştı, bize hicret ettin, biz Seni tasdik ettik. Kavmin Seni terketti, biz Sana yardım ettik. Kav­min Seni kovdu, biz Seni bağrımıza bastık. Sen yoksuldun, biz Seni malımıza ortak yaptık diyebilirdiniz. Bunlar doğrudur.) İnsanlar al­dıkları koyunlar ve develerle evlerine giderlerken, sizler Peygamber ile evlerinize gitmenizden razı oluyor musunuz? Eğer hicret fazileti olmasaydı, muhakkak ben Ensâr'dan bir kimse olurdum. İnsanlar bir vâdîye bir dağ yoluna gitmiş olsalardı, ben muhakkak Ensâr'ın vadisine ve dağ yoluna girer giderdim. Ensâr cild üzerine giyilen iç fanilâsı, diğer insanlar da onun üzerine giyilen elbisedir. Sizler ben­den sonra yakında başkalarının sizlere tercih edildiği zamana kavuşacaksınız. Sizler bunlara sabrediniz, nihayet sizler havuz başında bana kavuşacaksınız" [360].

 

331-.......ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Enes ibn Mâlik (R) ha­ber verip şöyle dedi: Allah, Hevâzin (harbindeki ganîmet) malların­dan kendi Rasûlü'ne fey' olarak verdiğini verdiği ve Peygamber de Kureyş'ten birtakım kimselere (kalblerini İslâm'a alıştırmak için) yü­zer deve vermeğe başladığı zaman, Ensâr'dan bâzı insanlar:

— Allah, Rasûlullah'a mağfiret eylesin! O, Kureyş'e veriyor da bizleri terkediyor. Hâlbuki kılıçlarımızdan hâlâ Kureyşliler'in kanla­rı damlıyor, dediler.

Enes devamla dedi ki: Ensâr'ın bu sözü Rasûlullah'a söylendi. Bunun üzerine Rasûlullah, Ensâr'a haber gönderip onları deriden bir çadır içinde toplattı. Ensâr'ın beraberinde başkalarım çağırmadı. On­lar toplanınca, Peygamber ayağa kalktı da:

  "Ey Ensâr! Sizin tarafınızdan söylenip bana u/aşan o söz ne­dir?" buyurdu.        

Ensâr'ın iyi anlayışlıları:

— Yâ Rasûlallah! Bizim başkanlarımız (sizi üzecek) hiçbir söz söylememişlerdir. Amma bizden yaşlan taze bâzı insanlar: Allah, Ra-sûlullah'a mağfiret eylesin! O, Kureyş'e veriyor da bizleri bırakıyor. Hâlbuki bizim kılıçlarımızdan hâlâ Kureyş kanı damlıyor, demişler­dir, dediler.

Bunun üzerine Peygamber:

  "Ben Kureyş'fen bâzı kimselere dünyalık veriyorum ki, bun­lar küfür ve şirk zamanına yakın olan insanlardır. Ben onların gö­nüllerini İslâm Dîni'ne alıştırmak maksadıyla veriyorum. İnsanlar aldıkları mallarla giderlerken, sizler evlerinize Peygamber'le gitme­nizde razı olmuyor musunuz? Allah 'a yemin ederim ki, sizin Peygam­ber'le Medine'ye dönüp gitmeniz, onların ganimet mallarıyle evlerine bitmelerinden şübhesiz daha hayırlıdır" buyurdu.

Ensâr:

— Yâ Rasûlallah! Bizler Sen'inle Medine'ye gitmekten razı ol­muşuzdur! dediler.

Peygamber de onlara:

  "Sizler yakın gelecekte şiddetli bir surette başkalarının sizle­re tercih olunmasıyle karşılaşacaksınız. Siz bu durumlara A ilah 'a ve Rasûlü 'ne kavuşuncaya kadar sabrediniz. Çünkü ben havuz başında olacağım" buyurdu.

Enes: Fakat sabretmediler, demiştir [361].

 

332-.......Enes (R) şöyle demiştir: Mekke fethi günü olduğu za­man Rasûlullah ganimetleri Kureyş arasında taksim etti. Bundan Ensâr öfkelendiler. Peygamber (S):

— "İnsanlar dünyalıkla evlerine giderlerken sizler Allah 'in Rasûlü ile birlikte evlerinize dönüp gitmenizden razı olmuyor musunuz!" buyurdu. Ensâr:

  Evet razıyız! dediler. Peygamber:

  "Eğer insanlar geniş bir vâdîye yâhud dar bir dağ yoluna gi­rip gitseler, ben muhakkak Ensâr'ın vadisine yâhud Ensâr'ın dağ yo­luna girer giderim" buyurdu.

 

333-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Huneyn günü ol­duğu zaman Peygamber'in ordusu ile Hevâzin kabilesi karşılaştı. Pey­gamber'in beraberinde onbin mücâhid ve bir de Mekke'den salıve-rilenler vardı. Müslümanlar ansızın ok baskınıyla karşılaşınca geri dön­düler. Peygamber:

  "Ey Ensâr topluluğu!" diye seslendi. Onlar:

  Lebbeyke yâ Rasûlallahi ve sa'deyke lebbeyk! Bizler Sen'in önündeyiz, dediler.

Peygamber bineğinden indi de:

  "Ben Allah'ın kulu ve Rasûlü'yüm!" dedi.

Akabinde müşrikler bozguna uğradılar. Peygamber Mekke'den katılanlara ve Muhâcirler'e ganimet verdi de Ensâr'a birşey verme­di. Ensâr ganimetten men' olunmaları hususunda konuştular. Bunun üzerine Rasûlullah onları da'vet edip bir çadır İçine koydu. Akabinde:

 "İnsanlar aldıkları koyunlar ve develerle giderken sizler Al­lah 'in Rasûlü ile gitmenizden razı olmuyor musunuz?" buyurup şun­ları da söyledi: "Eğer insanlar bir vâdîye girseler Ensâr da bir dağ yoluna girse, ben elbette Ensâr'ın dağ yolunu tercih ederdim..."

 

334-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) (Huneyn ganimetlerinin taksimi hakkında Ensâr'ın bâzı sözleri üzerine) Ensâr'dan birtakım insanları (deriden bir çadır altında) topladı da (yaptığı hutbede özetle) şunları söyledi:

  "Şübhesiz Kureyş Câhiliyeî devrine yakındır ve başlarına ge­len bir harb musibetinden deyeni çıkmışlardır. Ben onların bu harb-de uğradıkları yaraları, zararları sarıp düzeltmek ve bu suretle onların gönüllerini İslâm Dîni'ne ısındırıp alıştırmak istedim (Bunun için onlara çok pay verdim). Sizler insanların aldıkları dünyâ mallarıyle evlerine dönüp gitmeleri ve kendinizin ise Allah'ın Rasûlü ile birlikte evlerinize dönüp gitmenizden hoşnûd olmuyor musunuz?" buyurdu.

Ensâr:

  Evet hoşnûd oluyoruz! dediler. Rasûlullah:

  "Eğer insanlar açık bir vâdîye girip gitseler ve Ensâr da dar bir dağ yoluna girip gitse, ben muhakkak Ensâr'ın vadisine yâhud Ensâr'ın dağ yoluna (yânî geniş veya dar, Ensâr'ın yoluna) girer giderim" buyurdu [362].

 

335-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Huneyn ganimetlerini taksim ettiği zaman Ensâr'dan bir (müna­fık) kişi:

— Peygamber bu taksim ile Allah'ın rızâsını kasdetmemiştİr, de­di.

Ben de bu sözü işitince gidip Peygamber'e haber verdim. Pey-gamber'in yüzü değişti. Sonra:

  "Allah'ın rahmeti Mûsâ üzerine olsun! Yemin olsun Mûsâ bundan daha çoğu ile eza edilmişti de, o yine sabretmişti" buyurdu [363].

 

336-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Huneyn gü­nü (harb) olup bitince Peygamber (S) bâzı insanları tercîh edip fazla ganimet verdi. Meselâ el-Akra' ibn Hâbis'e yüz deve verdi. Uyeyne ibn Hafs el-Fezârî'ye de bunun kadar deve verdi. Ve Arab eşrafın­dan diğer birtakım insanlara da bu suretle yüzer deve verdi. (Pey-gamber'in bu taksimdeki gayesini anlamayanlardan) bir kişi:

— Bu taksîmle Allah'ın vechi (yânî rızâsı) kasdedilmedi, dedi. Ben de:

— Yemîn olsun ben bu sözleri muhakkak Peygamber'e haber vereceğim, dedim (ve akabinde Peygamber'e gelip haber verdim).

Peygamber:

  "Allah, Musa'ya rahmet etsin! O bundan daha çok sözlerle eziyet edildi de yine sabretti" buyurdu [364].

 

337-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Huneyn günü olun­ca Hevâzin, Gatafân ve diğer birçok kabileler develeri, çocuk ve kadın-larıyle beraber harb sahasına yönelip geldiler. Peygamber'in berabe­rinde ise onbin mücâhid ve bir de Mekke'den yeni müslümân olup katılanlar vardı. Harb başlayınca bunlar Peygamber'in yanından ge­ri dönüp kaçtılar, hattâ Peygamber (az bir topluluk içinde) yapayal­nız kaldı. Bu durum üzerine Peygamber o gün aralarına başka bir söz karıştırmaksızın arka arkaya iki defa nida etti: Evvelâ sağ tarafı­na döndü ve:

  "Ey Ensâr topluluğu!" diye bağırdı. Ensâr:

— Lebbeyke yâ Rasûlallah! Müjdelenip sevin! Biz Senin maiy-yetinde bulunuyoruz! dediler.

Bundan sonra Peygamber sol tarafına döndü ve yine:

  "Ey Ensâr topluluğu.'" diye ünledi.

Ensâr yine:

— Lebbeyke yâ Rasûlallah! Müjdelenip sevin! Bizler Senin be-râberindeyiz! dediler.

Peygamber bu sırada beyaz bir katır üzerinde idi. Hemen katır­dan indi ve:

  "Ben Allah'ın kulu ve Rasûlü'yüm" buyurdu.

Akabinde müşrikler bozuldular. Peygamber o gün pek çok ga­nimetler elde etti. Sonra bu ganimetleri Muhacirler ve Mekke'den ka­tılan öncüler arasında taksim etti. Bu ganimetlerden Ensâr'a birşey vermedi. Bunun üzerine Ensâr(dan bâzı kimseler):

— Harb gibi çetin bir iş olduğu zaman bizler çağrılıyoruz, fakat ganimet bizden başkalarına veriliyor, diye söylendiler.

Bu sözler Peygamber'e ulaştı. Akabinde Peygamber, Ensâr'ı bir çadır içinde topladı da:

  "Ey Ensâr topluluğu! Sizlerden bana ulaşan o söz nedir?" buyurdu.

Ensâr sustular. Bunun üzerine Peygamber (S):

  "Ey Ensâr topluluğu! İnsanlar aldıkları dünyâ maliyle gider­lerken sizler kendisine sâhib olarak Allah 'in Rasûlü ile evlerinize dö­nüp gitmenizden hoşnûd olmaz mısınız?" buyurdu.

Ensâr bu sefer topluca:

— Evet bundan hoşnûd oluruz (yâ Rasûlallah)! dediler. Bunun üzerine Peygamber:

  "Şayet insanlar bir vâdîye girip gitseler, Ensâr da bir dağ yo­luna girip gitmiş olsa, ben elbette Ensâr'ın dağ yolunu tutar giderdim " buyurdu.

Geçen senedle Hişâm, Enes'e (künyesi ile hitâb ederek):

— Yâ Ebâ Hamza! Sen bu olaya şâhid oldun mu? diye sordu. Enes ibn Mâlik de:

  Ben bu olaydan nereye gâib olabilirim? Dedi [365].

 

59- Necd Yönüne Gönderilen Seriyye Babı

 

338-....... Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Necd yönüne bir seriyye gönderdi. Ben de bu seriyyenin içinde idim. (Bu askerî birlik pekçok deve ganîmeti elde ettiler.) Herbirimi-zin payları oniki deveye ulaştı. Bize bu hissemize ilâve olarak birer deve daha (Peygamber'e âid olan beşte birden) ihsan edilmişti. Bu suretle bizler herbirimiz onüçer deve ile döndük [366].

 

60- Peygamber(S)'İn Hâlid İbnu'l-Velîdi Cezîme Oğulları'na Göndermesi Babı

 

339-.......(Burada iki senedle gelen hadîste) Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber (S), Hâlid ibnu'l-Velîd'i (üçyüzelli kisilik bir kuvvetle) Cezîme oğulları'na gönderdi, Hâlid onları İslâm'a da'vet etti. Fakat onlar "biz İslâm'a girdik" demesini beceremediler de bunun yerine "Saba'nâ, saba'nâ" (yânî: Şirkten çıktık, şirkten çık­tık) demeğe başlamışlardı. Bunun üzerine Hâlid, bunlardan bir kıs­mını öldürmeye, bir kısmını da esîr almaya başladı. Bizden seriyyede bulunan herbir askere kendi esirini verdi. Nihayet bir gün geldi ki, Hâ­lid, herkesin kendi esirini öldürmesini emretti. Ben:

— Vallahi esirimi öldürmem, (Muhacir ve Ensâr) arkadaşlarım­dan hiçbirisi de esîrini öldürmeyecektir, dedim.

(Suleym oğulları ise esirlerini öldürmüşlerdi.) Sefer sonunda Pey-gamber'in huzuruna geldiğimizde bu olanı kendisine zikrettik. Bunu duyunca Peygamber (S) elini kaldırdı da iki kerre:

  "Yâ Allah! Ben, Hâlid"in yaptığı bu işten Sana sığınırım!" di­ye duâ etti [367].

61- Ensâr Seriyyesi De Denilen Abdullah İbnu Huzâfe Es-Sehmî Ve Alkame İbnu Mucezziz El-Mudlicî Seriyyesi Babı [368]

 

340-......Alî (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bir seriyyenin başına Ensâr'dan bir adamı emîr, yânî kumandan yapıp gönderdi. Bu zâtın emrindeki mücâhidlere de kumandanlarına itaat etmelerini emretti. Bu kumandan sefer esnasında bir mes'eleden dolayı maiyye-tindekilere öfkelendi de:

— Peygamber sizlere bana itaat etmenizi emretmedi mi? diye sor­du.

Onlar da:

  Evet emretti, dediler. Bunun üzerine kumandan:

  Öyleyse benim için odun toplayın! dedi. Mücâhidler odun topladılar. Bu defa da kumandan:

  Odunları ateşleyiniz! emrini verdi. Mücâhidler odunu yakınca da:

  Bu ateşe giriniz! diye emretti.

Bu emir üzerine askerlerin bir kısmı ateşe girmeyi düşündüler. Fakat bâzıları da bunları tutmaya ve:

— Bizler ateşten Peygamber'e kaçıp sığınmış kimseleriz, deme­ye başladılar.

Onlar bu karşılıklı konuşmaya devam ederlerken nihayet ateş sön­dü. Kumandanın da öfkesi geçip sâkinleşti. Bu olay Peygamber'e ula­şınca:

  "Eğer mücâhidler ateşe girseierdi, artık kıyamet gününe ka­dar ateşten çıkamazlardı. (Çünkü âmire) itaat, ma'kûi ve meşru' olan emirlerde olur" buyurdu [369].

 

62- Ebû Mûsâ El-Eş'arî İle Muâz İbn Cebelin Veda Haccı'ndan Önce Yemen'e Gönderilmeleri (Babı) [370]

 

341-....... Ebû Musa'nın oğlu Ebû Burde Âmir şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Ebû Mûsâ ile Muâz ibn Cebel'i Yemen'e gönderdi. Ebû Burde: Yemen iki mıntıkadır, dedi ve şöyle devam etti: Rasûlul­lah bunlardan herbirini bir mıntıka üzerine âmir gönderdi. Sonra (bun­lara verdiği emirler cümlesinden olarak):

— "İkiniz de insanlara kolaylık gösteriniz; işleri zorlaştırmayı-nız, müjdeleyiniz; ürkütmeyiniz" buyurdu.

Ebû Burde dedi ki: Akabinde bunlardan herbiri kendi me'mûri-yet yerine gitti.

Ebû Burde dedi ki: Bu ikisinden herbirisi kendi vazifeli bulun­duğu arazîde gezip dolaştığı ve arkadaşının mıntıkasına yaklaştığı zamân arkadaşını (ziyaretle) dostluğunu yenilemek ve ona selâm verip esenlik dilemek i'tiyâdında idiler. Bir kerresinde Muâz kendi mıntı­kasını dolaşıp, arkadaşı Ebû Musa'nın vilâyetine yaklaştığından ka­tırına binerek dostunu ziyarete gitmişti. Ebû Musa'nın bulunduğu yere vardığında, onu bir yere oturmuş, etrafında da insanlar toplanmış vazıyette buldu. Bir de yanında iki eli boynuna bağlanmış birisinin durduğunu gördü. Muâz, Ebû Musa'ya:

  Yâ Abdallah ibne Kays! Bu ne iştir? diye sordu. Ebû Mûsâ:

— Bu elleri bağlı duran, İslâm'a girdikten sonra dînden dönmüş bir kişidir, dedi.

Muâz ibn Cebel de:

  Bu mürted öldürülmedikçe katırımdan inmem, dedi. Ebû Mûsâ da:

— Bu kimse ancak bunun için, yânı öldürülmek için getirilmiş­tir; haydi sen bineğinden aşağı in! dedi.

Muâz yine:

— Bu dîninden dönmüş kişi öldürülünceye kadar ben inmiyo­rum, dedi.

Bu ısrar üzerine Ebû Mûsâ onunla ilgili emrini verdi, o da öldü­rüldü.' Sonra da Muâz, Ebû Musa'ya:

— Yâ Abdallah! Kur'ân'ı nasıl ve ne zaman okursun? diye sor­du.

Ebû Mûsâ da:

— Gündüz ve gecenin ayrı ayrı zamanlarına ayırarak okurum, dedi.

Bu defa da Ebû Mûsâ:

  Yâ Muâz! Ya sen nasıl okursun? diye sordu. O da:

— Ben gecenin ilk kısmında uyurum, sonra uykumdan bir kıs­mını uyumuş olarak kalkar ve Allah'ın bana takdîr edip yazdığı ka-kadar Kur'ân okurum. İbâdet ve Kur'ân okumak üzere) kalkışımdan sevâb umar olduğum gibi, uykumdan da sevâb umarım, dedi [371].

 

342- Bana İshâk tahdîs etti: Bize Hâlid, eş-Şeybânî'den; o da Saîd ibn Ebî Burde'den; o da Ebû Mûsâ(R)'dan şöyle tahdîs etti: Pey­gamber (S) Ebû Musa'yı Yemen'e gönderdi de sonra ona Yemen'de yapılan içikilerden (yânî onların mâhiyetinden) sorup:

  "Bu içkiler nedir?' dedi. Ebû Mûsâ da:

  el-Bitu' ile el-Mızru'dur, diye cevâb verdi. Saîd: Ben Ebû Burde'ye:

  el-Bitu' nedir? dedim.

Oda:

— Baldan yapılan içki; el-Mızr ise arpadan yapılan içkidir, de­di.

Ebû Musa'nın cevâbından sonra Peygamber:

  "Her sarhoşluk veren şey haramdır" buyurmuştur.

Bu hadîsi Cerîr ile Abdulvâhid, eş-Şeybânî'den; o da Ebû Bur­de'den rivayet etmiştir [372].

 

343-.......Ebû Burde şöyle demiştir: Peygamber (S) Ebû Saîd'in dedesi Ebû Mûsâ ile Muâz'ı Yemen'e gönderip:

  "Her ikiniz de kolaylaştırın; zorlaştırmayın, müjdeleyin; nefret ettirmeyin ve ikiniz de hükümde birbirinize uygun olun" buyurdu.

Ebû Mûsâ:

-.- Ey Allah'ın Peygamberi! Bizim Yemen toprağımızda arpa­dan yapılıp eî-Mizr denen bir içki, bir de baldan yapılıp el-Bitu deni­len bir içki vardır, dedi.

Peygamber de:

  "Her sarhoşluk veren şey haramdır" buyurdu. Akabinde ikisi de işlerinin başına gittiler. Muâz, Ebû Musa'ya:

  Sen Kur'ân'ı nasıl okuyorsun? diye sordu.

Ebû Mûsâ da Kur'ân'ı ayakta iken, otururken ve binek üzerin­de iken okuduğunu bildirip:

— Ben Kur'ân'ı bir defada değil, sütün saat saat aralıklarla sa­ğılması gibi fasılalı fasılalı okuyorum, demiş ve bunu tafsil edip: Ben uyuyorum ve kalkıyorum. Kalkışımdan sevâb beklediğim gibi uykum­dan da sevâb ümîd ediyorum, demiştir.

Kendisi kıldan bir çadır kurmuştur. Artık birbirini ziyaret etme­ye başlamışlardır. Bir defasında Muâz, Ebû Musa'ya ziyarete gitti­ğinde, bağlanmış bir adamla karşılaşmış da, Ebû Musa'ya:

  Bu nedir? diye sormuş. Ebû Mûsâ da:

— İslâm Dîni'ne girdikten sonra dînden çıkmış olan bir Yahû-dî'dir, demiştir.

Muâz bunun üzerine:

— Vallahi onun boynunu vuracağım, demiştir.

Bu hadîsi Şu'be'den rivayet etmekte el-Akdî ile Vehb, Müslim'e mutâbaat etmişlerdir. Veki', en-Nadr ve Ebû Dâvûd Hişâm ibn Ab-dilmelik, Şu'be'den; o da Saîd'den; o da babası Ebû Burde'den; o da dedesi Ebû Musa'dan; o da Peygamber'den senediyle rivayet etti-

ler. Bu hadîsi Cerîr ibnu Abdilhamîd de eş-Şeybânî'den; o da Ebû Burde'den rivayet etmiştir.

 

344-.......Ebû Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) beni kendi kavmimin toprağı olan Yemen'e gönderdi. Oradan geldi­ğimde Rasûlullah'a Ebtah'da devesini çöktürmüş, yânî konaklamış hâlde rastladım. Bana:

  "Yâ Abdallah ibne Kaysî Hacc ihramına girdin m/7" diye sor­du.

Ben:

— Evet ihrama girdim yâ Rasûlallah, dedim.

  "İhrama girerken nasıl söyledin?'* buyurdu. Ben Ebû Mûsâ:

— Rasûlullah'ın ihrama girişi gibi ihrâmlanıp Lebbeyke dedim.

  "Beraberinde kurbanlık şevkettin mi?" dedi.

— Sevketmedim, dedim.

  "Beyt'i tavaf et, Safa ile Merve arasında sa'yyap, sonra ih­ramdan çık!" buyurdu.

Ben bunları yapıp ihramdan çıktım. Nihayet Kay s oğulları ka­dınlarından bir kadın benim başımı taradı. Ve biz bu uygulama üze­rinde tâ Umer halîfe yapılıncaya kadar kaldık [373].

 

345-.......tbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Muâz ibn Cebel'i Yemen'e gönderdiği sırada ona hitaben:

— "Sen Kitâb ehli olan bir kavim üzerine vâlî gidiyorsun. Onla­ra vardığın zaman kendilerini Lâ ilahe illeHlah ve enne Muhamme-den rasü'llah düstûruna şehâdet etmelerine çağır. Eğer onlar bunda sana itaat ederlerse, onlara Allah 'm kendilerine her gece ve gündüz­de beş namaz farz kıldığını haber ver. Eğer onlar bunda da sana ita­at ederlerse, bu defa da kendilerine, Allah'ın onlara bir sadaka farz kıldığını, bunun onların zenginlerinden alınıp fakirlerine verileceğini haber ver. Eğer onlar bununla da sana itaat ederlerse, seni onların en kıymetli mallarım almaktan sakındırırım. Bir de mazlumun dua­sından sakın. Çünkü şu muhakkak ki, mazlum ile Allah arasında (du­anın kabulüne mâni' olacak) hiçbir perde yoktur" buyurdu.

Ebû Abdillah el-Buhârî (âdeti üzere lafızların tefsirine girişip) şöyle dedi: "Tavaat lehu nefsuhu" ve "Tâat" ve "Atâat" bir ma'-nâya olup "Nefsi ona itaat etti" demektir; bunlar bir lügattir. Kişi kendinden haber verdiği zaman "Tı'tu", "Tu'tu" ve "Ata'tu" der ki, hepsi de "Ben itaat ettim" demektir [374].

 

346-.......Muâz (R) Yemen'e geldiği zaman Yemenliler'e sabah namazı kıldırırken "Allah ibrahim'i bir dost edinmiştir" (en-Nisâ:i25> âyetini okuduğunda cemâatten (namazın yabancı sözle bozulacağını bilmeyen) bir adam;

— Yemin olsun, İbrahim'in anasının gözü aydın olmuştur, de­yi vermiştir.

Muâz ibn Muâz el-Basrî, Şu'be'den; o da Habîb'den; o da Sa-îd'den; o da Amr'dan senediyle yaptığı rivayette şunu ziyâde etmiş­tir: Peygamber (S) Muâz ibn Cebel*i Yemen'e gönderdi.Muâz sabah namazında en-Nisâ Sûresi'ni okudu. Muâz "Vettehazellâhu İbrâhî-me halîlen = Allah tbrâhîm 7 bir dost edinmiştir" âyetini söyleyin­ce, arkasında bulunan bir adam:

İbrahim'in anasının gözü aydm oldu, demiştir [375].

 

63- Alî İbn Ebî Tâlib Aleyhi's-Selâm'ın Ve Hâlid İbnu'l-Velîd{R)'İn Veda Haccrndan Önce Yemen'e Gönderilmeleri Babı

 

347-.......el-Berâ ibn Âzib (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) bizi

Hâlid ibnu'l-Velîd ile beraber Yemen'e göndermişti. Bundan sonra da Alî ibn Ebî Tâlib'i, Hâlid ibnu'l-Velîd'in yerine gönderdi ve Alî'­ye:

— "Evvelce Hâlid ibnu'l-Velîd'in beraberinde Yemeni giden mü-câhidlere şu emri i'lân et: Onlardan seninle beraber düşman ta'kıbi-ne gitmek isteyenler gidip ta'kîb etsinler (ve yeni ganîmetten fayda­lansınlar), dileyenler de gitmeyip dönsünler" buyurdu.

Bu emir üzerine ben de Alî ile beraber düşman ta'kîb edenler içinde bulundum.

el-Berâ devamla: Bu seferde ben pek çok ûkiyye nakid ganîmet aldım, demiştir [376].

 

348-.......Bureyde (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Alî'yi ga­nîmet mallarının beşte birini almak için Yemen'e, Hâlid ibnu'l-Velîd'in yanına göndermişti. Bu seferde ben Alî'ye öfkeleniyordum. Çünkü Alî (ganimetten hissesine bir câriye almış, sabahleyin de) yıkanmıştı. Ben de Hâlid ibnu'l-Velîd'e:

  Şu Alî'yi görmüyor musun? (Bak ne yaptı?) dedim.

En sonu Peygamber'in huzuruna geldiğimizde Alî'nin bu hare­ketini Peygamber'e zikrettim. Bunun üzerine Peygamber:

  "Yâ Bureyde! Alî'ye öfkeleniyor musun?" buyurdu. Ben:

  Evet (öfkeleniyorum), diye tasdîk ettim.

Peygamber:

— "Sen Alî'ye öfkelenme! Çünkü onun ganîmet malının beşte birindeki hissesi, aldığı cariyeden daha çoktur" buyurdu [377].

 

349-.......Abdurrahmân ibnu Ebî Nu'm tahdîs edip şöyle de­miştir: Ben Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den işittim, şöyle diyordu: Alî ibn Ebî Tâlib (R) Yemen'den Rasûlullah'a karez ile'tabaklanmış bir deri içinde, henüz toprağından arıtılmamış altın cevheri göndermişti.

Ebû Saîd devamla dedi ki: Rasûlullah (S) bu altın cevherini şu dört kişi arasında paylaştırdı: Uyeyne ibn Bedr, Akra' ibn Habis, Zeydu'1-Hayl, dördüncüsü ya Alkame ibn Ulâse yâhud da Âmir ibnu't-Tufeyl idi. Peygamber'in sahâbîlerinden bir kişi:

  Bu taksime biz bunlardan daha haklı idik, dedi. Bu söz Rasûlullah'a erişince:

  "Siz bana emniyet etmiyor musunuz? Halbuki ben gökyü-zündekilerin bile emmiyim! Sabah akşam bana gökyüzünün haberi geliyor!" buyurdu.

Râvî dedi ki: Bunun üzerine iki gözü çökük, yanağının elmacık­ları çıkık, alnı yüksek, gür sakallı, başı tıraşlı, izânnı yukarı çemre-miş bir kişi ayağa kalktı da:

  Yâ Rasûlallah! Allah'tan sakın! dedi. Rasûlullah ona:

  "Sana yazıklar olsun! Ben yeryüzündeki insanların Allah'­tan sakınmaya en lâyıkı değil miyim?" buyurdu.

Râvî dedi ki: Sonra o kişi arkasına dönüp gitti. Hâlid ibnu'l-Velîd:

  Yâ Rasûlallah! Şunun boynunu vurmayayım mı? dedi. Rasûlullah:

  "Hayır, vurma! Bunun da ileride namaz kılan bir kişi olması umulur!" buyurdu.

Bunun üzerine Hâlid:

— Yâ Rasûlallah, namaz kılanlardan nice kimseler vardır ki, onlar kalblerinde olmayan şeyi dilleriyle söylerler, dedi.

Rasûlullah:

  "Ben insanların kalblerini açmaya, karınlarını yarmaya me'-mûr değilim!" buyurdu [378].

Râvî dedi ki: Sonra Rasûlullah o (mürteci' görünüşlü) kişi dö­nüp giderken, arkasından ona bakıp:

  "Şübhesiz şunun soyundan öyle bir nesil türeyecektir ki, on­lar her zaman güzel sesle Allah 'in Kitabı'm okuyacaklar. Fakat Kur'-ân 'in tatlılığı onların hançerelerinden ileriye geçmeyecektir. Onlar, okun avı (çabuk delip) çıktığı gibi dînden çıkacaklar!" buyurdu.

Zannediyorum ki Rasûlullah: "Yemîn olsun, eğer ben onların zamanına yetişseydim, muhakkak onları Semüd kavminin öldürülü­şü gibi toptan öldürürdüm" buyurdu [379].

 

350-.......Atâ ibn Ebî Rebâh şöyle demiştir: Câbir: Peygamber (S) Alî'ye ihramı üzerinde ikaamet etmesini emretti, demiştir.

Muhammed ibnu Bekr, İbn Cureyc'den şunu ziyâde etmiştir: Atâ şöyle dedi: Câbir şöyle dedi: Alî ibn Ebî Tâlib (R) Yemen ganimeti­nin beşte birini teslîm alıp gelme vazîfesiyle geldi. Peygamber (S) ona:

  "YâAlî, ne niyetiyle telbiye edip ihrama girdin?" diye sordu. Alî de:

  Peygamber'in ihrama girdiği gibi ihrâmlandım, dedi.

  "Öyleyse kurban şevket ve olduğun gibi ihrâmlı olarak kal" buyurdu.

Râvî: Alî, Peygamber'e de bir kurban hediye etti, demiştir [380].

 

351-.......Bize Bikr el-Basrî tahdîs etti ki, kendisi îbn Umer'e; Enes ibn Mâlik'in kendilerine: Peygamber (S) umre niyetiyle ve hacc niyetiyle telbiye edip ihrama girdi, şeklinde tahdîs ettiğini zikretmiş­tir. Bunun üzerine İbn Umer de: Peygamber (S) hacc niyetiyle telbiye edip ihrama girdi. Bizler de O'nun beraberinde hacc niyetiyle telbiye edip ihrama girdik. Mekke'ye girdiğimiz zaman Peygamber:

  "Beraberinde kurbanlığı bulunmayan, niyet etmiş olduğu haca umreye çevirsin" buyurdu.

Peygamber'in beraberinde ise kurbanlık vardı. Bu sırada Alî ibn Ebî Tâlib Yemen'den bizim yanımıza hacc niyetiyle ihrama girmiş ola­rak geldi. Peygamber (S) ona:

  "Ne niyetiyle telbiye edip ihrama girdin? Beraberimizde eh­lin (Fâtıma) vardır!" buyurdu.

Alî:

— Ben Peygamber'in ihrama girdiği gibi telbiye edip ihrama gir­dim, dedi.

  "Öyleyse ihramını üzerinde tut, çünkü bizim beraberimizde kurbanlık vardır" buyurdu [381].

 

64- Zu'l-Halasa Gazvesi

 

352-.......Cerîr ibn Abdillah el-Becelî (R) şöyle demiştir: Cahiliyet zamanında Yemen'de Zu'1-Halasa ve el-Ka'betu'l-Yemâniyy^ denilen bir put evi vardı. el-Ka'betu'ş-Şâmiyye ise Mekke'de idi. Pey­gamber (S) bana:

— "Benişu Zu'l-Halasa'dan rahatlandırmazmısın?"buyurdu.

Bunun akabinde ben yüzelli süvarinin başında çabuk hareket et­tim. O put evini kırıp yıktık ve yanında bulduğumuz kimseleri de öl­dürdük. Peygamber'e gelip bu yaptığımızı kendisine haber verdiği­mizde bizlere ve Ahmes kabilesine duâ etti [382].

 

353-.......Kays ibn Ebî Hazım tahdîs edip şöyle demiştir: Cerîr (R) bana şöyle dedi: Peygamber (S) bana:

  "Benişu Zu'l-Halasa'dan rahatlandırmaz mısın?" buyurdu. Bu Zu'1-Halasa, Yemen'de Has'am kabilesi içinde el-Ka'betu'l-Yemâniyye diye isimlendirilen bir ev idi. Ben Ahmes kabilesinden yü­zelli süvarinin başında hareket ettim. Ahmesliler iyi ata binerlerdi. Fakat ben at üzerinde duramazdım. (Bu beni sıkardı.) Peygamber göğ­süme şiddetli bir vuruş vurdu ki, ben O'nun parmak izlerini göğsüm­de gördüm. Ve Peygamber:

  "Yâ Allah! Sen Cerîr'i sabit tut ve onu hâdî ve mehdîkıl!" diye duâ etti.

Akabinde Cerîr, o put evine gitti, onu yıkıp yaktı. Sonra Rasû-lullah'a bir haberci yolladı. Cerîr'in elçisi geldi ve:

— Seni hakk ile gönderen Allah'a yemîn ederim ki, ben Sen'in huzuruna ancak o put evini uyuz deve gibi bırakıp gelmişimdir, de­di.

Rasûlullah bu haber üzerine beş kerre:

  "Ahmes kabilesi atları ve süvarileri mübarek olsun!" dedi [383].

 

354-.......Cerîr ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) bana hitaben:

  "Şu Zu'l-Halasa'dan beni rahata erdirir misin?" buyurdu. Ben:

— Evet rahata erdiririm, dedim ve akabinde Ahmes kabilesin­den yüzelli süvarinin başında hareket ettim.

Bu Ahmes kabilesi iyi at binerlerdi. Ben ise at üzerinde iyi dura­mazdım. Ben bu hâlimi Peygamber'e zikrettim. Peygamber benim göğsüm üzerine eliyle şiddetlice vurdu, hattâ ben elinin izini göğsümde gördüm. Ve Peygamber:

  "Yâ Allah! Sen Cerîr'i sabit tut ve onu hâdî ve mehdî kıl!" diye duâ etti.

Cerîr: Artık ben bu duadan sonra hiçbir attan düşmedim, de­miştir.

Yine Cerîr dedi ki: Zu'1-Halasa Yemen'de Has'am ile Becîle ka­bileleri arasında bir ev idi. İçinde dikilmiş bir taş vardı. Ona ibâdet edilir(kurbân kesilir)di. Bu eve Ka'be de denilirdi.

Râvî dedi ki: Cerîr oraya vardı, akabinde onu ateşle yakıp yıktı. Râvî dedi ki: Cerîr Yemen'e vardığı zaman bu put evinde muha­fız bir adam oklarla (hayır ve şerrden) kısmet arıyordu. Bu falcıya:

— Haberin olsun, Rasûlullah'ın elçisi şuradadır. Eğer seni fal atar­ken yakalarsa boynunu vurur! denildi.

Râvî dedi ki: Falcı fal oklarını atmakla meşgul olduğu sırada Ce­rîr üstüne çıkageldi ve falcıya:

— Şimdi sen ya bu okları kırar ve Lâ ilahe ille'llah diye şehâdet kelimelerini söylersin, yâhud ben senin boynunu muhakkak vururum! dedi.

Râvî dedi ki: Falcı bunun üzerine okları kırıp şehâdet getirdi. Sonra Cerîr, Ahmes kabîlesinden Ebû Ertât diye künyelenen bir ki­şiyi bunu müjdelemek üzere Peygamber'e gönderdi. Ebû Ertât, Pey­gamber'e gelince:

— Yâ Rasûlallah! Seni hakk ile gönderen Allah'a yemîn ederim ki, ben Sen'in huzuruna ancak Zu'1-Halasa'yı uyuz deve gibi bırakıp geldim, dedi.

Râvî dedi ki: Bu sevindirici haber üzerine Peygamber (S) Ah-mesliler'in atları ve adamlarını beş kerre tebrîk etti [384].

 

65- Zâtu's-Selâsil Gazvesi (Babı)

 

Bu Zâtu's-Selâsil gazvesi, Lahm ve Cuzâm kabilelerine yapılan gazvedir. Bunu İsmâîl ibn Ebî Hâlid söylemiştir. Ve {Moğâzî sahibi) İbnu îshâk, Yezîd ibn Harun'dan yaptığı rivayetinde: Zâtu's-Selâsil, Beliyy, Uzre ve Kayne oğulları (adlarıyle anılan üç büyük kabilenin) beldeleridir, demiştir [385].

 

355-.......Bize Hâlid ibn Abdillah, Hâlid el-Hazzâ'dan; o da Ebû Usmân'dan haber verdi ki, Rasûlullah (S) Amr ibnu'1-Âs'ı Zâtu Selâsil gazvesi için hazırladığı asker üzerine kumandan yapıp gönder­miştir. Amr dedi ki: Ben (bu gazveden döndüğümde) Rasûlullah'ın huzuruna geldim ve:

— Yâ Rasûlallah! Sahâbîler içinde Sana en sevimli kimdir? diye sordum.

Rasûlullah:

  "Âişe'dir" buyurdu. Ben:

— Erkeklerden kimdir? dedim. Rasûlullah:

  "Aişe'nin babası" buyurdu. Ben:

  Sonra kimdir? dedim. Rasûlullah:

  "Umer ibnu'I-Hattâb" buyurdu, ve akabinde birtakım erkek­lerin isimlerini saydı.

Ben, Rasûlullah beni onların en sonunda söyler korkusuyla sus­tum (da başkalarım sormadım)[386].

 

66- Cerîr İbn Abdillah El-Becelî'nîn Yemen'e Gitmesi Babı

 

356-.......Cerîr ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Ben denizde idim. Yemen ahâlîsinden iki kişiye kavuştum, bunlar Zû Kela' ve Zû Amr adındaki kimselerdi. Ben bunlara yolculuk esnasında Rasûhıl-lah'tan haber vermeye başladım". Bu esnada Zû Amr ben Cerîr'e:

— Eğer sen sahibin Rasûiullah'ın işinden zikretmekte isen, ye-mîn olsun ki, O, üç günden beri eceli üzerine geçmiş (yânî ölmüş) bu­lunmaktadır, dedi.

Bunlar benimle beraber (Medine'ye) yöneldiler. Nihayet yolun bir merhalesinde bulunduğumuz sırada bize Medîne tarafından gel­mekte olan bir süvârî kaafilesi göründü. Onlara sorduk. Onlar da:

— Rasûlullah (ebediyyet âlemine) alındı, Ebû Bekr halîfe seçil­di, insanlar iyilerdir, dediler.

Bu haber üzerine Zû Kela' ile Zû Amr bana:

— Sen sahibin Ebû Bekr'e bizim buraya kadar gelmiş olduğu­muzu, Allah dilerse ileride belki yine dönüp ziyaret edeceğimizi ha­ber ver, dediler ve Yemen'e dönüp gittiler.

Ben de Medine'ye geldiğimde Ebû Bekr'e onların sözlerini ha­ber verdim. Ebû Bekr:

  Keski onları getireydin, dedi.

Râvî Cerîr şöyle devam etmiştir: Bir zaman sonra (Umer'in hali­feliği zamanında) Zû Amr bana şunları söyledi:

— Yâ Cerîr! Bana göre senin yüksek bir şerefin ve asaletin var­dır. Ben sana şu haberi (yânî şu hakikati) haber verip bildirmek isti­yorum: Siz Arab topluluğu, bir emîr öldüğünde başka bir emîri seçmek hususunda müşavere eder olduğunuz müddetçe, sizler ebedî hayır ve saadet içinde bulunursunuz. Emirlik kılıç kuvvetiyle (kahr ve galebe ile) elde edilir olduğu zaman ise, artık o gâlibler (mü'minlerin emîri değil) birtakım saltanat melikleri olurlar da meliklerin öfkelenip is-

tibdâd edişleri gibi öfkelenirler ve yine meliklerin hoşnûd oluşları gi­bi hoşnûd olurlar, dedi [387]

 

67- Sîfu'l-Bahr (Yânî Deniz Sahili) Gazvesi Babı

 

Bu sefere katılan mücâhidler Kureyş'e âid bir kervanı gözetliyorlardı. Başbuğları da Ebû Ubeyde ibnu*l-

Cerrâh (R) idi [388].

 

357-.......Câbir ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) sahil tarafına bir askerî kuvvet gönderdi, başlarına da Ebû Ubeyde ibnu'l-Cerrâh'ı kumandan ta'yîn etti. Bu askerî kuvvet üçyüz kişi­den ibaretti.

(Câbir dedi ki:) Biz yola çıktık. Yolun bir kısmında bulunduğu­muz sırada azığımız tükendi. Bunun üzerine Ebû Ubeyde mücâhid-lere yanlarındaki azıkları getirmelerini emretti. Getirilen azıklar bir yere toplandı ki, bu da iki dağarcık hurmadan ibaretti. İşte bu hur­ma azar azar her gün bizim azığımız oluyordu. Nihayet bu da sona erdi. Artık herbirimize günde birer hurmadan başka birşey düşmü­yordu.

Râvî Vehb ibn Keysân dedi ki: Ben Câbir'e:

— Günde bir hurma sizin gıdanıza yetmez, dedim. Câbir de ona:

— Bu bir hurma da tükenince onun yokluğunun acısını da tat­tık. Sonra deniz sahiline ulaştık, bir de baktık ki, küçük dağ gibi bir ba­lık duruyor. O seriyyede bulunan askerler onsekiz gece bu balığın etin­den yediler. Sonra Ebû Ubeyde bu balığın kaburga kemiklerinden ikisinin dikilmesini emretti de, iki kemiği dikildi. Sonra Ebû Ubeyde bir binek devesinin hazırlanmasını emretti, deve hazırlandı. Sonra bu deve o iki kemiğin altından geçti de kemiklere dokunmadı [389].

 

358-.......Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs edip şöyle dedi: Amr ibnu Dinar'dan ezberlediğimiz şudur: O şöyle dedi: Ben Câbir ibn Abdillah'tan işittim, o şöyle diyordu: Rasûlullah (S) bizleri üçyüz sü-vârî olarak gönderdi. Başbuğumuz Ebû Ubeyde ibnu'l-Cerrâh idi. Ku-reyş kervanını gözetliyorduk. Deniz sahilinde biz yarım ay (onbeş gün) oturduk. Bizlere şiddetli bir açlık isabet etti. Nihayet habat denilen dikenli ağacın yapraklarını, yemişlerini yedik. İşte bu sebeble bu or­du birliğine Ceyşu'l-Habat ismi verildi. İşte orada deniz bizim için sahile el-Anber denilen büyük bir dâbde attı. Artık biz onun etinden yarım ay yedik ve yağı ile yağlandık. Nihayet vücûdlarımız ve kuvve­timiz (açlıktan önceki) yerine geldi. Ebû Ubeyde bu deniz hayvanı­nın kaburga kemiklerinden birini alıp dikti. Beraberinde bulunan en uzun adama yöneldi.

Sufyân ibn Uyeyne bir defasında: Onun kaburga kemiklerinden birini alıp dikti. Bir adam ve bir deve aldı da o dikili kaburganın al­tından geçti, şeklinde rivayet etmiştir.

Câbir dedi ki: O açlık günlerinde mücâhidler topluluğundan bir adam üç deve kesti. Sonra üç deve daha kesti. Sonra üç deve daha kesti. Sonra Ebû Ubeyde (binek develeri azalıyor diye) deve kesmeyi nehyetti.

Amr ibnu Dînâr şöyle diyordu: Bize Ebû Salih Zekvân haber verdi ki, Kays ibnu Sa'd, babası Sa'd ibn Ubâde'ye (Medine'ye döndükle­rinde) şöyle demiştir: Ben o asker1—in içinde idim. Acıktılar. Kes, dedi. Kestim, dedi. Sonra yine acu -ar, yine kes dedi. Yine kestim, dedi. Sonra yine acıktılar; yine kes dedi; ben de kestim, dedi. Sonra acıktılar, kes dedi. Ben kesmekten nehyolundum, dedi [390]

 

359-....... İbnu Cureyc şöyle demiştir: Bana Amr ibnu Dînâr haber verdi ki, kendisi Cabir(R)'i şöyle derken işitmiştir: Bizler Ceyşu'l-Habat gazvesine gittik. Başımıza Ebû Ubeyde emîr ta'yîn edil­di. Çok şiddetli bir açlığa düştük. Bu sırada deniz, hiç benzerini gör­mediğimiz el-Anber denilen ölü bir balığı sahile attı. Artık biz onun etinden yarım ay yedik. Ebû Ubeyde onun kemiklerinden birini tut­tu da onun altından bir süvârî geçti.

İbnu Cureyc dedi ki: Bana Ebu'z-Zubeyr Muhammed ibn Müs­lim el-Mekkî haber verdi. Kendisi Câbir'i şöyle derken işitmiştir: Ebû Ubeyde bize:

  Bu deniz mahlûkunun etinden yiyiniz! dedi.

(Biz de yedik.) Medîne'ye dönüp geldiğimizde bu vak'ayı Pey-gamber'e arzettik.

  "Ey mücâhidler, yiyiniz! Allah onu denizden size bir rızk ol­ması için çıkarmıştır. Eğer beraberinizde varsa bize deyediriniz" bu­yurdu.

Askerlerden bâzıları o balık etinin pastırmasından bir parça Pey-gamber'e getirdi. Peygamber de onu yedi [391].

 

68- Hicretin Dokuzuncu Yılında Ebû Bekrin İnsanlara Hacc Ettirmesi Babı

 

360-.......Bize Fulayh ibnu Süleyman, ez-Zuhrî'den; o da Humeyd ibnu Abdirrahmân'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Ebû Bekr es-Sıddîk (R), Veda Haccı'ndan bir sene evvel Peygam-ber'in kendisini hacc enıîri ta'yîn buyurduğu haccı sırasında, Ebû Hu-reyre'yi kurbân bayramının birinci günü Minâ'da bir nidâcılar topluluğu içinde insanlara şunları i'lân etmeye göndermiştir: "Bu yıl­dan sonra hiçbir müşrik hacc yapmayacak, hiçbir çıplak Ka'be'yi ta­vaf etmeyecektir" [392].

 

361-.......el-Berâ ibn Âzib (R): Kâmil olarak inen en son sûre Berâe'dir; inen sûrenin en sonu da (yânı en son inen âyet de) en-Nisâ Sûresi'nin sonu olan şu âyettir: "Senden fetva isterler. De ki: Allah, bahası ve çocuğu olmayanın mîrâsı hakkındaki hükmü şöylece açık­lar... " (en-Nisâ: 176) demiştir [393].

 

 

69- Temîm Oğulları Hey'eti [394]

 

362-.......İmrân ibn Husayn (R) şöyle demiştir: Peygamber'e Temîm oğulları'ndan bir grup insan geldi. Peygamber (S) onlara (baş­langıç ve maada ile ilgili akîde asıllarını öğretti ve):

— "Ey Temîm oğulları! Bu müjdeyi kabul ediniz!" buyurdu.

Onlar da:

— Yâ Rasûlallah! Bizlere âhiretlik müjdeler verdin. Sen şimdi bize dünyalık atıyye ver! dediler.

Bu sözlerinin verdiği üzüntü Peygamber'in yüzünde görüldü. Bu sırada daha önce Yemen'den gelmiş olan Eş'arîler'den de bir grup insan gelmişti. Rasûlullah bunlara hitaben:

  "Sizler bu âhiret müjdesini kabul ediniz. Çünkü bu müjde­yi Temim oğulları kabul etmediler" buyurdu.

Eş'arîler:

  Kabul ettik yâ Rasûlallah! dediler [395].

 

70- Bab

 

(Bu, geçen bâbdan bir fasıl gibidir.)

 

Mağâzîsahibi Muhammed ibn İshâk şöyle demiştir: Uyeyne ibn Hısn ibn Huzeyfe ibn Bedr el-Fezârî'nin Temîm oğulları'ndan olan Anber oğulları'na yaptığı gazve şöyle olmuştur: (Temîm oğullarının, Huzâa'dan birtakım insanlara baskın yaptıkları haberi gelince) Pey­gamber (S) Uyeyne'yi Temîm oğullan üzerine yolladı.]Uyeyne ve be­raberindekiler onlara baskın yapıp, onlardan bir haylî insana zarar verdi ve bir haylî kadım da esîr aldı [396].

 

363-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah'tan işit­tiğim üç şeyden sonra Temîm oğullarını sevmekten vazgeçmeyece­ğim: Rasûlullah (S) onlar hakkında şöyle buyuruyordu: î"Temîm oğullan Deccâl'e (ve şarktan gelecek fitne ve fesada) karşı ümmeti­min en çok mukaavemeîlisidir" buyurması; 2Temîm oğulları'ndan olup da Âişe'nin yanında bulunan bir câriye hakkında: "Bunu âzâd et. Çünkü bu câriye İsmâîl Peygamber evlâdındandır" buyurması; 3-Temîm oğulları'nın zekât malları geldiği zaman: "Bunlar bir kav­min yâhud kavmimin zekâtlarıdır" buyurması [397].

 

364-.......îbn Cureyc, îbnu Ebî Muleyke'den haber verdi ki, Abdullah ibnu'z-Zubeyr onlara şöyle haber vermiştir: Peygamber'in huzuruna Temîm oğulları'ndan süvârî bir hey'et gelmişti. (Bunlar müs-lümân olduktan sonra) Ebû Bekr:

— Yâ Rasûlallah, bunlara Ka'ka' ibnu Ma'bed ibn Zurâre'yi emîr ta'yîn et! dedi.

Buna karşı Urner:

  Hayır, o olmaz; Akra' ibn Hâbis'i ta'yîn buyur, dedi. Ebû Bekr:

  Sen muhakkak bana muhalefet etmek istiyorsun! dedi. Umer:

  Hayır ben sana muhalefet etmek istemedim! dedi.

Ve bu suretle Ebû Bekr ile Umer, Rasûlullah'ın huzurunda birbirleriyle çekişmişlerdi, hattâ sesleri de epeyce yükselmişti. İşte bu hu­susta şu âyetler indi:

"Ey îmân edenler, Allah 'm ve Rasûlü 'nün huzurunda (sözde ve işte) öne geçmeyin. Allah'tan korkun. Çünkü Allah hakkıyle işiten, kemâliyle bilendir. Ey îmân edenler, seslerinizi Peygamberin sesin­den yüksek çıkarmayın. O'na, sözle birbirinize bağırdığınız gibi ba­ğırmayın ki, siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir..." (el-

Hucurât: 1-2) [398].

 

71- Abdu'l-Kays Hey'eti Babı [399]

 

365-.......Ebû Cemre şöyle demiştir: Ben İbn Abbâs'a: Benim testiler cümlesinden içinde nebîz içkisi yapılan bir testim var ki, ben ondan nebîz içiyorum. Eğer ondan içmeyi çoğaltır ve bir toplulukla oturup, oturmayı da uzatırsam, sarhoşların hâli gibi kusurlu olmam­dan endîşe ediyorum, dedim.

İbn Abbâs şöyle dedi: Abdu'1-Kays hey'eti Rasûlullah'ın huzu­runa (ikinci kerre) geldiler. Rasûlullah onlara:

  "Topluluğa merhaba! (Hoş geldiniz!) Allah sizi utandırma­sın, pişman etmesin" buyurdu.

Bunun akabinde onlar:

— Yâ Rasûlallah! Seninle bizim aramızda Mudar'dan olan müş­rikler vardır. Biz sana ancak haram ayları içinde ulaşabiliyoruz. Sen bize özet olarak birtakım emirler söyle de biz onunla amel ettiğimiz­de cennete girelim ve geride kalanlarımızı onu yapmağa çağıralım, dediler.

Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:

  "Ben sizlere dört şey emrediyor ve dört şeyden de nehyediyo-rum: Allah'a îmân etmek! Allah'a îmân etmek nedir bilir misiniz? Allah'tan başka ilâh olmadığına (ve Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna) şehâdet etmek, namazı ikaame etmek, zekâtı vermek, ra­mazân orucunu tutmak ve ganimetlerden beşte birini vermenizdir. Siz­leri dört şeyden nehyediyorum; Duba', nekîr, hantem ve muzeffet denilen kaplara hurma yâhud üzüm şırası konulmasından" [400].

 

366-.......Ebû Cemre şöyle demiştir: Ben İbn Abbâs'tan işit­tim, şöyle diyordu: Abdu'1-Kays hey'eti Peygamber(S)'in huzuruna geldiler de:

— Yâ Rasûlallah! Bizler şu Rabîa kabflelerindeniz. Seninle bi­zim aramıza Mudar kâfirleri engel olmuşlardır. Bundan Ötürü biz­ler Sana ancak haram ay içinde ulaşabiliyoruz. O hâlde Sen bizlere birtakım şeyler emret de bizler onları alalım ve arkamızda kalanları­mızı da bu işleri yapmaya çağıralım, dediler.

Rasûlullah:

— "Ben sizlere dört şey emrediyor ve dört şeyden de nehyediyo-rum: Allah'a îmân etmek: Allah'tan başka ilâh olmadığına (ve Mu-hammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna) şehâdet etmek -Rasûlullah burada eliyle bir bağladı-; namazı devamlı kılmak; zekâtı vermek; ga­nimet aldığınız malların beşte birini Allah için bana ödemeniz- Ve ben sizleri dubbâ'dan, nehirden, hantemden, muzeffetten de nehyedi-yorum" buyurdu [401].

 

367-.......İbn Abbâs'ın kölesi Kureyb tahdîs edip şöyle demiş­tir: Bir kerresinde İbn Abbâs, Abdurrahmân ibnu Ezher ve Mısver ibnu Mahrame (R) -üçü beraberken ben Kureyb'i Âişe'ye gönderip şöyle dediler: Hepimizden Âişe'ye selâm söyle ve ikindinin farzından sonraki iki rek'at nafile namazının hükmünü ondan sor. Peygamber'in bu namazdan sahâbîleri nehyettiği haberi bize ulaştığı hâlde senin bunu kılmakta olduğun bize haber verildi, diye söyle dediler.

ibn Abâs devamla: Ben Umer ibnu'l-Hattâb ile birlikte böyle iki rek'at namaz kılan insanları döver idim, demişti.

Kureyb dedi ki: Ben Âişe'nin huzuruna girdim. Beni gönderen zevatın benimle gönderdikleri haberi kendisine ulaştırıp teblîğ ettim. Âişe bana:

  Sen bu mes'eleyi Ümmü Seleme'ye sor, dedi.

Ben de beni göndermiş olan o üç zâta Âişe'nin söylediğini haber verdim. Onlar beni Âişe'ye gönderdikleri gibi, bu defa da Ümmü Se­leme'ye gönderdiler. Ümmü Seleme şöyle dedi:

— Ben Peygamber(S)'den bu iki rek'ati nehyettiğini işittim. Ken­disi ikindi namazım kılmıştı. Sonra benim odama girdi. Fakat o sıra­da benim yanımda Ensâr'dan, Haram oğullan'ndan birtakım kadın-(konuk)lar bulunuyordu. Rasûlullah iki rek'at namaz daha kılmağa başladı. Ben O'nun ikindiden sonra böyle iki rek'at daha namaz kıl­dığını görünce kendisine bir hizmetçi gönderdim ve o hizmetçiye de­dim ki: Peygamber'in yanında dur. Sana Ümmü Seleme:  "Yâ Rasûlallah! Ben Sen'in bu iki rek'at namazdan nehyeder olduğunu işitmemiş miydim? Hâlbuki şimdi Seni onları kılıyorsun görüyorum" diyor de! Eğer Rasûlullah (namazda bulunduğuna) eliyle işaret eder­se, huzurundan geri çekil! Hizmetçi kız bu emrimi yerine getirdi ve hakîkaten Peygamber eliyle işaret etmekle, kız O'ndan geri çekildi. Rasûlullah namazı bitirdiğinde (bana hitâb ederek):

  "Yâ Ebâ Umeyye kızı! İkindi namazından sonra kıldığım iki rek'at namazdan sormuştun. Bunun sebebi şudur: Bana Abdu'l-Kays kabilesinden bâzı insanlar kendi kavimleri adına elçilikle gelmişler­di. İşte onlar beni öğle namazından sonraki iki rek'at nafileden meş­gul edip alıkoymuşlardı. Bu kıldığım iki rek'at namaz, öğlenin o iki rek'at son sünnetidir" buyurdu [402].

 

368-.......Ibn Abbâs (R): Rasûlullah(S)'ın mescidinde kılınmış olan ilk cumua namazından sonra İslâm'da kılınmış olan cumua na­mazı, Abdu'1-Kays kabilesinin Cuvâsâ şehrindeki mescidinde kılınan cumua namazıdır, demiştir.

İbn Abbâs bu sözüyle Bahreyn'den bir şehri kasdetmektedir [403].

 

72- Benû Hanîfe Hey'eti(Nin Medine'ye Gelmesi) Ve Sumâme İbn Usâl/İn Hadîsi Babı [404]

 

369-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Necd tarafına bir süvârî müfrezesi gönderdi. Bu müfreze Benû Hanîfe ka­bilesinden Sumâme ibn Usâl denilen bir kişiyi esîr edip getirdiler ve onu mescidin direklerinden birisine bağladılar. Akabinde Peygam­ber mescide çıktı ve ona:

  "Yâ Sumâme, yanında ne var (gönlünden ne geçiriyorsun ve

benden ne umuyorsun)?" buyurdu.

Sumâme:

— Gönlümde hayır (ümîdi) var yâ Muhammed! (Çünkü Sen zul-metmezsin; ihsan ve in'âm edersin.) Eğer Sen beni öldürürsen, kanlı bir cânîyi öldürmüş olursun. Eğer bana in'âm edersen ni'mete karşı şükredici bir kişiye in'âm etmiş olursun. Eğer (kurtuluş fidyem için) mal istersen, ne kadar dilersen işte malım, dedi.

Bu konuşmadan sonra Sumâme bağlı olarak bırakıldı. Nihayet ertesi gün oldu, sonra Peygamber yine ona hitaben:

  "Yâ Sumâme, gönlünde ne var; ne umuyorsun?" dedi.

O da:

— Gönlümde dün Sana söylediğim şey vardır. Eğer in'âm eder­sen, ni'mete karşı şükredici bir kimseye in'âm etmiş olursun! dedi.

Peygamber onu o gün de bağlı olarak bıraktı. Nihayet üçüncü

gün olunca Peygamber yine:

  "Yâ Sumâme, yanında ne var?" buyurdu.

Sumâme de:

  Yanımda dün Sana söylediğim şey var, dedi.

Peygamber:

  "Sumâme'yi salıveriniz!" buyurdu.

Sumâme bağından salıverilince, hemen mescidin yakınındaki bir suya gitti, yıkandı, sonra mescide girdi ve:

— Eşhedu en lâ ilahe ille İlâh ve eşhedu enne Muhammeden ra~ sûlullah dedi ve şöyle devam etti: Yâ Muhammed! Vallahi şu yeryü­zünde bana Sen'in yüzünden daha düşman hiçbir yüz yoktu. Fakat bu sabah Sen'in yüzün, bana yüzlerin en sevimlisi olmuştur. Vallahi dînlerden hiçbir dîn bana Sen'in dîninden ziyâde düşman gelmezdi. Fakat bu sabah Sen'in dînin bana göre dînlerin en sevilmişidir. Val­lahi beldelerden hiçbir belde bana Sen'in belden kadar sevimsiz de-

ğildi. Fakat bu sabah Sen'in belden bana beldelerin en sevimlisi oldu. Ey Rasûl! Ben umre yapmaya niyet ettiğim sırada Sen'in süvarilerin beni yakalamışlardı. Şimdi Sen ne re'y edersin? dedi.

Bunun üzerine Rasûlullah, Sumâme'yi (dünyâ ve âhiret saâde-tiyle) müjdeledi ve umre yapmasını emretti. Sumâme umre yapmak için Mekke'ye varınca birisi ona:

  Dîninden başka bir dîne mi döndün? dedi. O da:

— Hayır vallahi ben dînden çıkmadım. Fakat ben Allah'ın Ra-sûlü olan Muhammed'in beraberinde müslümân oldum. Vallahi ben (sizin dîn dediğiniz müşrikliğe) dönmem ve Peygamber o hususta izin vermedikçe size Yemâme'den bir buğday tanesi gelmeyecektir, dedi [405].

 

370-.......îbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Museylimetu'l-Kezzâb, Rasûlullah'in huzuruna geldiği zaman:

— Eğer Muhammed kendisinden sonra beni bu işte halef kılar­sa, ben O'na uyarım, demeğe başladı.

Kendisi Medine'ye, kavmi olan Benû Hanîfe kabîlesinden kala­balık bir hey'et içinde gelmişti. Rasûlullah, Museylime'nin yanına yö­neldi. Beraberinde (Ensâr'ın hatibi olan) Sabit ibn Kays ibn Şemmâs da vardı. Rasûlullah'm elinde hurma dalından bir deynek bulunuyor­du. Nihayet Rasûlullah, kavmi içinde oturmakta olan Museylime'­nin karşısında durdu. (Onunla İslâm hakkında konuştu, Museylime, peygamberlikten bir hisse istedi.) Rasûlullah:

  "(Peygamberlikten bir pay değil;) eğersen benden elimdeki şu dal parçasını istesen, ben sana onu bile vermem. Sen, Allah'ın se­nin hakkındaki hüküm ve takdirinden öteye asla geçmezsin. Eğersen hakka itaatten arka dönersen Allah seni muhakkak helak eder Ve ben senin, ru 'yâmda bana gösterilip de görmüş olduğum o kişi oldu­ğunu görmekteyim. İşte şu zât (hatîbim) Sâbit'tir. Benim tarafımdan sana cevâb verecektir" buyurdu.

Sonra Museylime'nin yanından dönüp gitti.

Râvî İbn Abbâs dedi ki: Ben Ebû Hureyre'ye, Rasûlullah'm mu-seylime'ye "Sen muhakkak ru'yâmda bana gösterilip de görmüş ol­duğum o kişisin" sözünün mâhiyetinden sordum. Ebû Hureyrebana şöyle haber verdi: Rasûlullah şöyle buyurdu:

  "Ben uyurken ru'yâmda iki kolumda iki altın bilezik gördüm. (Bunlar kadın zîneti olduğu için) bunların hâli beni kederlendirdi. Son­ra ru'yâmda bana bu bileziklere üflemekliğim vahyedildi. Ben de bun­lara üfledim; ikisi de uçtu. Ben de bu iki bileziği benden sonra çıkacak iki yalancı peygamber ile te'vîl ettim. Bunlardan birisi Esved el-Ansî'dir, öbürüsü de Museylime'dir" [406]:

 

371-.......Hemmâm ibn Münebbih, Ebû Hureyre(R)'den şöyle derken işitmiştir: Rasûhillah (S) şöyle buyurdu: "Ben uyurken ru'-yâmda bana yerin hazîneleri getirildi ve avucumun içine iki altın bi­lezik konuldu. Bu ru 'yâmda bu iki bilezik bana ağır geldi. Sonra Allah bana bunlara üflemekliğimi vahyetti. Ben de üfledim. Hemen ikisi de gitti. Akabinde ben bu iki bileziği iki çok yalana ile te'vîl ettim ki, onlar aralarında bulunduğum San'âlı (Esved el-Ansı) ile Yemâ-me 'nin sâhibi(Museylime)dir" [407].

 

372-.......Ben Ebû Recâ el-Utârîdî'den işittim, şöyle diyordu:

Biz taşlara ibâdet ederdik. İbâdet etmekte olduğumuz taştan daha ha­yırlısını (yânî daha güzelini) bulduğumuz zaman onu atar ve güzel olan diğerini alırdık. Taş bulamadığımız zaman ise topraktan bir mik-dâr toplar, sonra davarı getirir ve o toprak yığınının üzerine süt sa­ğar, sonra da o yığına tavaf ederdik. Receb ayı girdiği zaman "Okların demirlerini çıkaralım" derdik. Artık kendisinde demir bulunan hiç­bir mızrak ve yine kendisinde demir bulunan hiçbir ok bırakmaz, mu­hakkak demiri çıkarırdık. Ve receb ayında bunları bir tarafa atardık.

(Râvî Mehdî ibn Meymûn dedi ki:) Ben Ebû Recâ'dan işittim, şöyle diyordu: Peygamber'in işi yayılıp meydana çıktığı zaman, ben ailemin develerini güden bir oğlandım. Onun (Mekke fethi ile) Ku-reyş'e gâlib çıktığını işittiğim gün, bizler kabilemizle ateşe, yalancı Museylime'ye kaçtık [408].

 

73- El-Esvedu'l-Ansî Kıssası

 

373-.......Ubeydullah ibnu Abdillah ibn Utbe şöyle demiştir Bize şu ulaştı: Museylimetu'I-Kezzâb Medine'ye geldi ve Haris kızının yur­duna indi. el-Hâris ibn Kureyz'in kızı Keyyise Museylime'nin nikâhı altında idi. Bu yurdun sahibesi Keyyise, Abdullah ibn Âmir'in ana-sıdır. Rasûlullah (tanışmak ve vahyi tebliğ etmek için) Museylime'­nin yanına gitti. Giderken beraberinde Sabit ibn Kays ibn Şemmâs da vardı ki, bu, kendisine "Rasûlullah'in Hatibi" denilen kimsedir. Rasûlullah'ın elinde budanmış bir dal bulunuyordu. Rasûlullah, Mu­seylime'nin karşısında durdu ve onunla İslâm hakkında konuştu. Mu-seylime, Rasûlullah'a:

— İstersen bizimle bu peygamberlik işi arasını boşaltırsın, son­ra o işi senin ardından bize tahsis edersin, dedi.

Bu teklif üzerine Peygamber:

— "Eğersen benden elimdeki şu dalı istemiş olsaydın, ben onu dahî sana vermezdim. Ben seni, ru 'yâmda bana gösterilip de görmüş olduğum kimse olarak görmekteyim. İşte şu Sabit ibn Kays'tır: Be­nim yerime sana o cevâb verecektir" buyurdu, ve Peygamber ora­dan ayrılıp gitti.

Ubeydullah ibn Abdillah dedi ki: Ben Abdullah ibn Abbâs'a Ra-sûlullah'ın zikrettiği o ru'yânın mâhiyetinden sordum. İbn Abbâs şöyle dedi: Bana, Rasûlullah'ın şöyle buyurduğu zikredildi: "Ben uyudu­ğum sırada bana ru'yâmda ellenme altından iki bilezik konulduğu gösterildi. Ben bunlardan ürktüm ve bunları sevmedim. Akabinde ba­na izin verildi de bunlara üfürdüm, onlar da uçup gittiler. Ben bu iki bileziği, çıkacak iki yalancıyla te'vîl ettim".

Ubeydullah: Onlardan biri Feyrûz'un Yemen'de öldürdüğü el-Ansî'dir, diğeri de Museylimetu'I-Kezzâb'dır, demiştir [409].

 

74- Necrân Ehlinin Kıssası Babı [410]

 

374-.......Huzeyfe ibnu'l-Yemân şöyle demiştir: Necrân'ın iki sahibi olan Abdu'l-Mesîh el-Âkıb ile es-Seyyid el-Eyhem Rasûlullah'a geldiler. Rasûlullah ile la'netleşmek istiyorlardı.

Huzeyfe dedi ki: Âkıb ile Seyyid'den biri, arkadaşına:

— Sakın Muhammed'lela'netleşmeye girişme! Vallahi Muham-med eğer peygamberse ve bize la'net ederse, ne biz, ne de bizden sonra gelecek nesillerimiz felah bulmayız! dedi.

Bu fikir üzerine Necrânlılar'ın bu iki başkanı Rasûlullah'a gel­diler de:

— Biz (Hristiyan kalacağız). Senin bizden istediğin vergiyi sana vereceğiz. Sin bizim beraberimizde emniyetli bir kimseyi Necrân'a gön­der. Beraberimizde göndereceğin kimse, muhakkak emîn bir kimse olsun, dediler.

Rasûlullah da:

  "And olsun ki, ben sizin beraberinizde hakkıyle emniyetli olan bir kimse göndereceğim" buyurdu.

Rasûlullah'ın bu sözünden dolayı (bu emîn kişi kim olacak di­ye) dikkat edip beklediler. Rasûlullah:

  "Kalk yâ Ebâ Ubeydete'bne'l-Cerrâh!" buyurdu. Ebû Ubeyde ayağa kalkınca Rasûlullah:

  "İşte bu zât, bu ümmetin eminidir" buyurdu [411].

 

375-.......Şu'be şöyle demiştir: Ben Ebû Ishâk'tan işittim; o da Sılatu'bnu Zufer'den (rivayet etmiştir) ki, Huzeyfe (R) şöyle demiş­tir: Necrân ehli hey'eti Peygamber'e geldiler de:

  Bizim için emîn bir kimse gönder, dediler. Peygamber de:

   "Yemin olsun ben sizlere gerçekten emîn olan bir kimse göndereceğim" buyurdu.

Sahâbîler bu emmin hangisi olacağını ümîdle beklediler. Aka­binde Peygamber, Ebu Ubeyde ibnu'l-Cerrâh'ı gönderdi.

 

376-.......Bize Şu'be, Hâlid el-Hazzâ'dan; o da Ebû Kılâbe'den; o da Enes(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Her ümmetin bir emini vardır. Bu ümmetin emini de Ebû Ubeyde ibnu'l-Cerrâh'tır" buyurmuştur [412].

 

75- Umman Ve El-Bahreyn Kıssası

 

377-.......Muhammedibnu'I-Munkedir, Câbiribn Abdillah(R)'tan şöyle derken işitmiştir: Rasûlullah (S) bana:

  "Eğer el-Bahreyn malı gelmiş olursa muhakkak sana şöyle şöyle veririm" buyurdu.

Rasûlullah bu "şöyle şöyle" sözünü eliyle üç kerre avuçlama işa­reti yaparak söyledi. Fakat Bahreyn malı gelmeden Rasûlullah'ın ru­hu alındı. Bahreyn malı Ebû Bekr'e geldiği zaman, Ebû Bekr bir münâdîye emretti de, münâdî:

— Her kimin Peygamber'in yanında bir alacağı yâhud bir va'di varsa bize gelsin! diye i'lân etti.

Câbir dedi ki: Ben de Ebû Bekr'e gittim ve ona Peygamber'in: "Eğer Bahreyn malı gelmiş olursa sana üç kerre şöyle şöyle veririm" buyurduğunu haber verdim.

Câbir dedi ki: O da bana verdi.

Yine Câbir şöyle demiştir: Bunun ardından ben Ebû Bekr'e ka­vuştum ve kendisinden mal istedim, fakat o bana vermedi. Sonra ona tekrar geldim, yine vermedi. Sonra ona üçüncü defa geldim, yine ver­medi. Bu sefer ona hitaben:

— Ben sana geldim, sen vermedin. Sonra yine geldim, yine ver­medin. Sonra yine geldim, bana vermedin. Şimdi ya bana verirsin yâ-hud da benim cihetimden cimrilik etmiş olursun, dedim.

Ebû Bekr:

— Benden yana cimri olursun mu dedin? Hangi derd cimrilik­ten daha çirkindir? dedi ve bu cümleyi üç kerre söyledi.

Devamla da:

— Ben bir defadan da sana atıyye yermekten men' etmemiş, mu­hakkak sana atıyye vermeyi ister hâlde bulunmuşumdur, dedi.

Amr ibn Dînâr'dan; o da Muhammed ibn Alî'den, o şöyle de­miştir: Ben Câbir ibn Abdillah'tan işittim, şöyle diyordu: Ben Ebû Bekr'e geldim (ve Rasûlullah'ın şöyle şöyle buyurduğunu söyledim. O bana bir avuç verdi de):

  Bunları say, dedi.

Ben onları saydım; beşyüz aded idi. Ebû Bekr bana:

  Bunun iki misli daha al! Dedi [413].

 

76- Esprilerin Ve Yemen Ahalisi Hey'etının Gelişleri Babı

 

Ve Ebû Mûsâ, Peygamber'in Eş'ârîler için:

"Onlar bendendir, ben de onlardanım" buyurduğunu söylemiştir [414].

 

378-.......Ebû Mûsâ (R): Ben kardeşim Ebû Ruhm ile Yemen'den geldik ve bir zaman bekledik. Bu müddet içinde Peygamber'in evine çok girmeleri ve Peygamber'den ayrılmamalarından dolayı İbn Mes'ûd ile anası Ümmü Abd el-Huzeliyye'yi, başka değil, muhak­kak bunlar Peygamber'in ev halkındandırlar zannediyorduk, demiş­tir [415].

 

379-.......Zehdem ibn Mudrib şöyle demiştir: Ebû Mûsâ el-Eş'arî (Usmân zamanında vâlî olarak Kûfe'ye) geldiği zaman, Cerm kabi­lesinden bir cemâati kabul ve ikram etmişti. Biz Ebû Musa'nın yanında oturmakta iken, kendisi de tavuk yiyordu. Hey'et içinde oturan bir kişiyi yemeğe da'vet etti. O da:

— Ben tavuğu pis birşey yerken gördüm de ondan tiksindim, dedi. Ebû Mûsâ ona:

  Gel, ben Peygamber'i tavuk eti yerken gördüm, dedi. O adam bu defa da:

  Ben tavuk eti yememeye yemîn ettim, dedi.

Bunun üzerine Ebû Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle dedi:

— Şöyle gel de sana ettiğin yemînin hakkında bir haber bildire­yim: (Peygamber Tebûk seferi hazırlığı yaparken) biz Eş'arîler'den bir cemâat Peygamber'in huzuruna vardık. (Tebûk ve sefer için) O'n-dan binmek ve yüklerimizi yüklemek üzere deve istedik. Fakat Pey­gamber bizleri yüklemeyi kabul etmedi. Biz tekrar kendisinden binek ve yük devesi istedik. Bu kerre Peygamber bizlere deve vermeyeceği­ne yemîn etti. Sonra Peygamber çok beklemedi, kendisine bir deve ganimeti getirildi. Bunun üzerine bize beş deve verilmesini emretti. Biz develeri teslîm alınca (kendi aramızda):

— Biz Peygamber'e (bize deve vermeyeceğine dâri) yeminini unut­turduk. Biz bundan sonra ebeden felah bulmayız! dedik.

Bu düşünce üzerine ben hemen kendisine geldim ve:

— Yâ Rasûlallah! Sen bize deveye yükleyemem (deve veremem) diye yemîn etmiştin. Hâlbuki şimdi bizleri yükledin (deve verdin), de­dim.

Rasûlullah:

  "Evet (hakîkaten ben yemîn ettim, sonra da size deve ver­dim). Fakat ben yemîn edilen şeyin başkasını, yemîn edilen şeyden daha hayırlı görünce, yemînim üzerinde bağlı kalmam, muhakkak o hayırlı olduğuna kanâat ettiğim şeyi yaparım!" buyurdu [416].

 

380-.......İmrân ibn Husayn (R) demiştir: Temîm oğullan hey'eti Rasûlullah'a geldiler. Rasûlullah onlara:

  "Ey Temîm oğulları, müjdelenip sevinin!" buyurdu. Onlar:

— Amma sen bizlere (âhiretle ilgili) çok müjde verdin. Bize dün­yalık da ver, dediler.

Bu sözden Rasûlullah'm yüzü değişti. Tam bu esnada Yemen ahâ­lîsinden bir grup insan geliverdi. Peygamber onlara:

  "Sizler (dünyâ ve âhiret) müjdesini kabul ediniz. Çünkü bu müj­deyi Temîm oğulları kabul etmediler" buyurdu.

Onlar:

— Bizler kabul ettik yâ Rasûlallah! dediler [417].

 

381-.......Şu'be, İsmâîl ibn Ebî Hâlid'den; o da Kays ibn Ebî Hâzım'dan; o da Ebû Mes'ûd el-Ensârî(R)'den tahdîs etti ki, Pey­gamber (S) eliyle Yemen'e işaret ederek şöyle buyurmuştur: "îmân şu tarafta; Yemen tarafındadır. Uzaklaşma ve kalblerin kabalığı ise develerin kuyrukları diplerinde şiddetle haykıranlardadır. Şeytânın iki boynuzunun doğacağı yerde; Rabîa ve Mudar kabîlelerinde!" [418].

 

382-.......Ebû Hureyre(R)'den: Peygamber (S) şöyle buyurmuş­tur: "İşte size Yemen ehli geldi. Yemenliler yüreği en yufka, kalbi en yumuşak kimselerdi. îmân Yemen'dendir, hikmet de Yemen'den-dir. Öğünme ile kendini beğenme deve sahihlerinde, sükûnet ile vakaar ise davar sâhiblerindedir" [419].

Gunder, Şu'be'den söyledi ki, Süleyman: Ben Zekvân'dan işit­tim; o da Ebû Hureyre'den; o da Peygamber'den demiştir.

 

383-.......Bana kardeşim (Ebû Bekr Abdulhamîd), Süleyman ibn Bilâl'den; o da Sevr ibn Zeyd'den; o da Ebû'l-Gays'tan; o da Ebû Hureyre(R)'den olmak üzere tahdîs etti ki, Peygamber (S): "îmân Yemen'dendir. Fitne ise işte şuracıktandır. Şeytânın boynuzu işte ora­dan çıkar" buyurmuştur.

 

384-.......Ebû Hureyre(R)'den: Peygamber (S): "İşte size Ye­men ehli geldi. Yemenliler kalbleri en zayıf ve gönülleri en şefkatli kimselerdir. Fıkıh (yânîiyi anlayış) Yemenli'dir. Hikmet de Yemenli'-dir" buyurmuştur.

 

385-.......Alkame ibn Kays şöyle demiştir: Bizler İbnMes'ûd'un maiyyetinde otururken Habbâb ibnu'KErett geldi de İbn Mes'ûd'a hitaben:

— Yâ Ebâ Abdirrahmân! Şu gençler senin okuyuşun gibi Kur-ân okumaya muktedir oluyorlar mı? dedi. İbn Mes'ûd da:

— Sen kendin istesen de onlardan bâzısına sana karşı okuması­nı emretsen olmaz mı? dedi.

Habbâb:

  Evet olur, dedi. İbn Mes'ûd:

  Yâ Alkame! Oku! dedi,

Zeyâd ibn Hudeyr'in kardeşi Zeyd ibn Hudeyr:

— Bizim en iyi okuyanımız olmadığı hâlde okuması için Alka-me'ye mi emrediyorsun? dedi.

İbn Mes'ûd:

— Sana gelince, eğer istersen senin ve kavmin en-Naha' hakkın­da Peygamber'in söylemiş olduğu sözü sana haber veririm, dedi.

Alkame dedi ki: Ben Meryem Sûresi'nden elli âyet okudum. Aka­binde Abdullah ibn Mes'ûd, Habbâb'a hitaben:

  Okuyuşunu nasıl görüyorsun? dedi. Habbâb da:

  Güzel okumuştur, dedi. Abdullah ibn Mes'ûd:

— Ben her ne okursam muhakkak onu Alkame de okur, dedi. Sonra İbn Mes'ûd, Habbâb'a yöneldi. Habbâb'ın üzerinde al­tından bir yüzük vardı. İbn Mes'ûd, Habbâb'a:

  Bu altın yüzüğün atılması zamanı gelmedi mi? dedi. Habbâb:

— Dikkat et! Sen onu bu günden sonra benim üzerimde asla gö­remeyeceksin, dedi ve onu çıkarıp attı.

Bu hadîsi Gunder, Şu'be'den rivayet etmiştir [420].

 

77- Devs Ve Et-Tufeyl İbn Amr Ed-Devsî Kıssaları [421]

 

386-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: et-Tufeyl ibnu Amr ed-Devsî, Peygamber'e geldi ve:

— (Yâ Rasülallah!) Devs kabilesi helak olmuştur: Onlar Allah'a âsî oldular ve (Tufeyl'in İslâm'a da'vetinden) çekindiler. Binâena­leyh onlar aleyhine Allah'a duâ et, dedi.

Bunun üzerine Peygamber (S):

— "Yâ Allah! Devs kabilesine hidâyet eyle de onları İslâm 'a ge­tir!" diye duâ etti [422].

 

387-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber'in huzuruna geldiğim zaman yolda şu beyti söylemiştim:

  Yâ îeyleten miri tûlihâ ve anâihâ Alâ ennehâ min dâreti'l-kufri necceti

(= Ey sefer gecesi! Uzunluğundan, yorgunluk ve meşakkatin­den Allah'a sığınırım. Maamâfih bu meşakkatli uzun gecedir ki, kü­für yurdundan beni kurtarmıştır!)

Ve yolda benim bir kölem kaçtı. Ben Peygamber'in huzuruna geldim ve O'nunla bey'atlaştım. Ben Peygamber'in yanında bulundu­ğum o sırada birden köle çıkageldi. Peygamber bana:

  "Yâ Ebâ Hureyre! İşte şu kölendir (sana gelmiştir)" buyur­du.

Ben de:

— O Allah rızâsı için hürrdür, ben onu âzâd ettim, dedim [423].

 

 

78- Tayy Kabilesi Hey'eti Kıssası Ve Adiyy İbn Hatim Hadîsi Babı

 

388-.......Adiyy ibn Hatim (R) şöyle demiştir: Biz halifeliği za­manında Tayy kabilesinden bir hey'et içinde Umer ibnu'l-Hattâb'a geldik. Umer (bizim hey'etteki adamların) isimlerini söylemeye ve on­ları birer birer çağırmaya başladı. Ben kendisine:

  Sen beni tanımıyor musun ey Mü'minlerin Emîri! dedim.

Umer:

— Evet (ben seni pek iyi tanıyorum yâ Adiyy)! İnsanların kâfir oldukları zaman sen İslâm'a girdin. İnsanlar (hakka karşı) arkaları­na döndükleri zaman sen bize yönelip geldin, İnsanlar gadr ve zul­mettikleri zaman, sen İslâm ahdine vefakârlık ettin. İnsanlar hakkı inkâr edip tanımadıkları zaman, sen hakkı tanıdın! dedi.

Bunun üzerine Adiyy:

— O takdirde (yânî sen benim kadrimi tanır olduğun zaman) se­nin başkalarını benim önüme geçirmene aldırmam, dedi [424].

 

79- Vedâ Haccı Babı [425]

 

389-....... Âişe (R) şöyle demiştir: Biz Veda Haccı'nda Rasûlullah ile beraber (Medine'den) çıktık ve (Zu'1-Huleyfe'de) umre ni­yetiyle ihrama girdik. Sonra Rasûlıülah (Şerif mevkiinde) bizlere:

  "Her kimin beraberinde kurban varsa, umre ile birlikte hacc niyetiyle ihrama girsin. Sonra umre ile haccdan birlikte çıkıncaya kadar ihramdan çıkmasın" buyurdu.

Ben Mekke'ye O'nun beraberinde hayızlı olarak geldim. Bu se-beble Beyt'i tavaf etmedim. Safa ile Merve arasını da sa'y etmedim. Bu hâlimi Rasûlullah'a söyledim. Rasûiullah:

  "Saçlarını çöz, taran ve hacc ile telbiye et, umreyi bırak" bu­yurdu.

Ben de öyle yaptım. Hacc amellerini yerine getirdiğimiz zaman Rasûiullah beni, Ebû Bekr es-Sıddîk'ın oğlu Abdurrahmân ile bir­likte Ten'îm'e yolladı da, ben oradan umre yaptım. Rasûiullah:

  "Bu (hayızdan dolayı terkettiğin) umrenin yerinedir" buyur­du.

Artık umre niyetiyle ihrama girmiş olanlar Beyt'i tavaf edip Safa ile Merve arasmı da sa'y yaptıktan sonra ihramdan çıktılar. Bunlar sonra Minâ'dan dönüşlerinin ardından hacdan için diğer bir tavaf daha yaptılar. Amma hacc ile umreyi cem' etmiş olanlara gelince, bun­lar ancak tek bir tavaf yaptılar [426].

 

390-.......İbnu Cureyc tahdîs edip şöyle demiştir: Bana Atâ ibn Ebî Rebâh, İbn Abbâs'tan, onun umre yapan kişi Beyt'i tavaf ettiği zaman ihramından çıkmıştır dediğini tahdîs etti.

İbn Cureyc dedi ki: Ben Atâ'ya:

  İbnu Abbâs bunu nereden söyledi? dedim. Atâ:

— İbn Abbâs bunu Yüce Allah'ın "... Sonra varacakları (kur­ban edilecekleri) yer Beytu Atîk'a müntehidir" (ei-Hacc: 33) kavlinden ve Peygamber(S)'in Veda Haccı'nda sahâbîlerine tavaftan sonra ih­ramdan çıkmalarını emretmesinden söylemiştir, dedi. İbri Cureyc dedi ki: Ben Atâ'ya:

  Bu ancak Arafat'ta vakfe yaptıktan sonradır, dedim. Atâ:

— İbnu Abbâs, Arafat'ta durmadan önce de, sonra da ihram­dan çıkma görüşünde bulunuyordu, dedi.

 

391-.......Ebû Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle demiştir: Ben (Veda Hac­cı'nda) Peygamber'in huzuruna, O Bathâ'da (ihrâmh) iken geldim. Peygamber bana:

  "Hacc için ihrama girdin mi?" diye sordu. Ben:

  Evet, dedim.

  "Nasıl ihrâmlandın?" buyurdu. Ben de:

— Rasûlullah'in ihrama girdiği gibi bir ihrama girip telbiye et­tim, dedim.

Rasûlullah bana:

  "Bey t'i tavaf et, Safa ile Merve'yi de sa'y yap, sonra ihram­dan çık" buyurdu.

Ben de Beyt'i tavaf ve Safa ile Merve arasında sa'y yaptım. Sonra Kays'tan bir kadının yanına gittim. O kadın benim başımı ayıkladı.

 

392-.......Mûsâ ibn Ukbe, Nâfi'den tahdîs etti ki, ona da İbn Umer şöyle haber vermiştir: Peygamber'in zevcesi Hafsa, İbn Umer'e:

  Sen'in ihramdan çıkmana ne mâni' oluyor? dedim.

  "Ben başımı (yapışkan samğ ile) telbîd ettim, kurbanıma da gerdanlık taktım. Artık kurbanımı kesinceye kadar ben ihramdan çıkamam" buvurdu [427].

 

393-.......el-Evzâî tahdîs edip şöyle dedi: Bana İbnu Şihâb, Sü­leyman ibn Yesâr'dan; o da İbn Abbâs(R)'tan şöyle haber verdi: Has'-am kabilesinden bir kadın Veda Haccı'nda Rasûlullah'tan fetva istedi. el-Fadl ibnu Abbâs, Rasûlullah'ın bineğinin arkasında redifi idi. Ka­dın:

— Yâ Rasûlallah! Allah'ın kulları üzerindeki hacc farizası ba­bama çok yaşlı ihtiyarlığında erişti. Deve üzerinde düz durmaya muk­tedir olamıyor. Bu sebebden benim onun adına hacc yapmaklığım ona kâfî gelir mi? diye sordu.

Rasûlullah:

  "Evet (kâfî gelir; vekâleten hacc yapabilirsin)" buyurdu.

 

394-.......İbn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Mekke'­nin fethi yılında Kavsâ (adlı devesi) üzerinde ve terkisinde Usâme ol­duğu hâlde Beyt'e doğru geldi. Beraberinde Bilâl ile Usmân ibnu Talha da vardı. Nihayet Beyt'in yanında devesini çöktürdü. Sonra Usmân ibnu Talha'ya:

  "Ka'be'nin anahtarım bize getir" diye emretti.

O da (anasından alıp) anahtar ile Peygamber'e geldi ve Peygamber için kapıyı açtı. Akabinde Peygamber içeriye girdi. O'nun berabe­rinde Usâme, Bilâl ve Usmân da içeriye girdiler. Sonra kapıyı kapat­tılar ve Ka'be'nin içinde uzun zaman kaldılar. Sonra Peygamber çıktı. İnsanlar Ka'be'ye girmeye davrandılar. Fakat ben onların önüne geç­tim. Ve Bilâl'ı Ka'be kapısının arkasında dikiliyor buldum. Hemen ona:

  Rasûlullah nerede namaz kıldı? diye sordum. O:

  Şu öndeki iki direğin arasında kıldı, diye gösterdi.

Ka'be (o zaman) iki sıra altı direk üzerinde kurulmuştu. (Bilâl devamla dedi ki:)

— Rasûlullah namaz kılarken Ka'be kapısını arkasına aldı. Yü­zü ile de (sen Ka'be'ye girdiğinde karşına gelen) duvara doğru dur­du. Rasûlullah ile karşısındaki duvar arasında üç zira' mikdârına ya­kın bir fasıla vardı.

İbn Umer dedi ki: Bilâl'e: Rasûlullah kaç rek'at kıldı diye sor­mayı unuttum. Rasûrullah'ın namaz kıldığı yerde kırmızı bir mermer vardı [428].

 

Veda Hutbesi

(Bu hutbe, M.S. 632 yılında Hz. Peygamber - sallâllahu aleyhi ve sellem - Efendimiz tarafından yüz bin'i aşkın müslümana îrâd edilmiştir. Hz. Peygamber Allah'a hamd ve senadan sonra şöyle buyurdu:)

Ey insanlar!

Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden son­ra sizinle burada ebedî olarak bir daha birleşemiyeceğim. İn­sanlar! Bugünleriniz nasıl mukkaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mu­kaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.

Ashabım!

Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bu günkü her hâl ve ha­reketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra es­ki sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Ola­bilir ki bildirilen kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlıyarak muhafaza etmiş olur.

Ashabım! Kimin yanında bir emânet varsa onu sahibine ver­sin! Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerekir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Câhiliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kal­dırdığım faiz de Abdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbâs'ın fa­izidir.

Ashabım! Câhiliyet devrinde güdülen kan dâvaları da ta­mamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan dâvası Abdulmutta­lib'in torunu (amcazadem) Rabîa'nın kan davasıdır.

İnsanlar!

Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden te'sîr ve hâ­kimiyetini kurmak gücünü ebedî surette kaybetmiştir. Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dîninizi korumak için bunlardan da sakınınız!

İnsanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'dan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Tanrı emâ­neti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerim Allah adı-

na söz vererek halâl edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üze­rindeki hakkınız, onların, aile yuvasını, sizin hoşlanmadığınız hiç bir kimseye çiğnet memeleridir. Eğer razı olmadığınız her­hangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe dövüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, mem­leket göreneğine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini te'mîn et-menizdir.

Mü'minler!

Size bir emânet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunu­zu hiç şaşırmazsınız. O emânet Allah. Kitabı Kur'ân'dır. Mü'­minler! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Dîn kardeşinize âid olan herhangi bir hakka tecâvüz başkasına halâl değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisi vermiş olsun.

Ashabım! Kendinize de zulmetmeyiniz. Kendinizin de üze­rinizde hakkı vardır.

İnsanlar! Cenâb-ı Hakk her hak sahibine hakkını (Kur'-ân'da) vermiştir. Vârise vasiyet etmeğe lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden için mahrumi­yet vardır. Babasından başkasına ait soy iddia eden soysuz, ya­hut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın!Cenâb-ı Hakk, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şahadetlerini kabul eder.

İnsanlar!

Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem'in çocuk­larısınız, Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli ola­nınız, Ona en çok saygı göstereninizdir. Arab'ın Arab olmayana - Allah saygısı ölçüsünden başka - bir üstünlüğü yoktur. İnsan­lar! Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?

"— Allah'ın elçiliğini îfâ ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun, diye şahadet ederiz." (Bunun üze­rine Rasûlu Ekrem mübarek şahadet parmağını göğe doğru kal­dırarak, sonra da cemâat üzerine çevirip indirerek şöyle buyurdu:) Şâhid ol yâ Rab! Şâhid ol yâ Rab! Şâhid ol yâ Rab!

 

395-.......ez-Zuhrî (şöyle demiştir): Bana Urve ibnu'z-Zubeyr ile Ebû Seleme ibnu Abdirrahmân tahdîs ettiler ki, onlara da Pey-gamber'in zevcesi Âişe (R) şöyie haber vermiştir: Peygamber'in zev­cesi Safiyye bintu Huyey Veda Haccı sırasında hayız oldu da Pey­gamber (S):

  ''Safiyye bizi Medine'ye dönmekten alıkoyucu mu olacak?" buyurdu.

(Âişe dedi ki:) Ben de O'na:

— Yâ Rasûlallah! Safiyye (daha önce Mekke'de) ifâda etmiş ve Beyt'i ifâda tavafını yapmıştır, dedim.

Bu sözüm üzerine Peygamber:

  "Öyleyse (bizimle Medîne'ye) hareket etsin!" buyurdu [429].

 

396-.......İbn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) aramızda bulunurken bizler Veda Haccı'nı konuşurduk, fakat Veda Haccı'nın ne olduğunu bilmezdik. Peygamber (devesine bindi, insanlar O'nun etrafında toplandığında) Allah'a hamd ve sena ettikten sonra Mesîh Deccâl'i zikretti ve onun kötülüklerini zikirde uzun konuştu. Ve bu konuşmasında şunları da söyledi:

  "Allah'ın göndermiş olduğu herbir peygamber, muhakkak ümmetini Deccâl'den sakındırmıştır. Deccâl'den Nûh da, ondan sonra gelen bütün peygamberler de (ümmetlerini) sakındırmışlardır. Ve o muhakkak (kıyamete yakın) sizin içinizde çıkacaktır. Onun işinden bâzısı size gizli olursa, Rabb 'inizin size gizli kalacak şeylerden olma­dığı, size gizli değildir. -Peygamber bunu üç söz olarak söyledi.- Şüb-hesiz sizin Rabb'iniz şaşı değildir. Deccâl ise sağ gözü şaşıdır. Onun gözü, sanki salkımındaki emsalinden dışarı çıkmış iri bir üzüm tane­si gibidir. Dikkat edin! Allah sizlere kanlarınızı, mallarınızı, bu ayı­nızda bu beldenizde bu gününüzün harâmlığı gibi haram kılmıştır. Dikkat edin! Bunları size tebliğ ettim mi?" buyurdu.

Oradakiler:

— Evet tebliğ ettin! dediler. Peygamber üç kerre:

  "Yâ Allah şöhid ol!" dedi, ve devamla: "Size veylyöhud vah olsun! İyi düşünüp aklınızı başınıza toplayın da bundan sonra birbi­rinizin boynunu vuracak kâfirlere dönmeyiniz!" buyurdu [430].

 

397-.......Ebû İshâk (Amr ibn Abdillah) tahdîs edip şöyle de­miştir: Bana Zeyd ibnu Erkam: Peygamber (S) ondokuz defa gazve yaptı. Medine'ye hicret ettikten sonra da bir kerre hacc etti. O tek haccı da Veda Haccı'dır. Bundan sonra hacc yapmadı, diye tahdîs etmiştir.

Ebû İshâk es-Subeyî, geçen senedle, Peygamber Mekke'de hic­retten önce diğer bir hacc yaptı, demiştir [431].

 

398-.......Cerîr(R)'den: Peygamber (S) Veda Haccı'nda Cerîr'e hitaben: "İnsanları sustur!" deyip, akabinde: "Benden sonra birbi­rinizin boyunlarını vuran kâfirlere dönmeyiniz!" buyurmuştur.

 

399-........Bize Eyyûb es-Sahtiyânî, Muhammed ibn Sîrîn'den; o da Abdurrahmân ibn Ebî Bekre'den; o da babası Ebû Bekre'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) (Veda Hacci'nda nahr günü devesinin üstünde bir hutbe yapıp) şöyle buyurmuştur [432]:

  "(Ey insanlar!) Zaman (bu gün) Allah'ın gökleri ve yeri ya­rattığı günkü ilk vaziyetine dönmüştür. Bir yıl, ay ölçüsüyle oniki ay­dır. Bunlardan dördü haram aylardır ki, üçü arka arkaya bulunan zu'l-ka'de, zu'l-hicce ve muharrem'dir. (Dördüncüsü) Mudar'ın ayı olan receb'dir. O cumâda'l-âhır ile şa'bân arasındadır. Bu ay hangi aydır?" diye sordu.

Biz:

  Allah ve Rasûlü daha iyi bilir! dedik.

Rasülullah sükût etti. Biz Rasûlullah bu aya eski adından başka bir ad verecek sandık. Sonra:

  "Zu'l-hicce ayı değil midir?" buyurdu. Biz:

— Evet zu'l-hicce'dir, dedik. Rasülullah:

  "Bu içinde bulunduğumuz hangi beldedir?" buyurdu. Biz:

  Allah ve Rasûlü en bilendir, dedik.

Rasülullah sustu. O derecede ki, biz Rasülullah Mekke'ye yeni bir ad verecek sandık. Sonra Rasülullah:

  "Mekke beldesi değil midir?" buyurdu. Biz:

— Evet Mekke'dir, dedik. Rasûİullah:

  "Bu gün hangi gündür?" diye sordu. Biz:

  Allah ve Rasûlü en bilendir, dedik.

Rasülullah yine sükût etti. Hattâ biz, bu güne eski adından baş­ka bir ad verecek sandık. Rasülullah:

  "Nahr günü değil midir?" buyurdu. Biz:

  Evet nahr günüdür! dedik.

(Bunları tesbîtten sonra) Rasülullah şöyle buyurdu:

  "Şu hâlde iyi biliniz ki, bu ayınızda, bu beldenizde bu günü­nüzün haram olduğu gibi, birbirlerînize kanlarınız, mallarınız -râvî Muhammed: Zannederim şunu da buyurdu, demiştir:- namuslarınız da haramdır (Her türlü tecâvüzden masundur). Muhakkak ki, sizler Rabb'inize kavuşacaksınız. O zaman Rabb'iniz sizlere bütün işlerinizden soracaktır. (Ey insanlar!) Dikkat edin! Aklınızı başınıza toplayın da benden sonra birbirinizin boyunlarını vuracak sapıklar olarak (Câ-hiliyet devrindeki hâle) dönmeyiniz! (Ey insanlar!) Dikkat edin! Bu söylediklerimi burada hazır bulunanlar, burada bulunmayanlara tebliğ etsin! Olabilir ki kendisine tebliğ olunan bâzı kimse, burada bulunup işiten bir kısım insandan daha iyi anlayıp bellemiş olur!"

Râvî Muhammed ibnu Şîrîn bunu zikrettiği zaman: Muhammed (S) doğru söylemiştir, der idi. Bundan sonra Rasülullah iki kerre:

— "Dikkat edin! Tebliğ ettim mi?" buyurdu [433].

 

400-.......Bize Sufyân es-Sevrî, Kays ibn Müslim'den; o da Tâ­rik ibn Şihâb(el-Becelî el-Ahmesî)'dan tahdîs etti (ki, o şöyle demiş­tir): Yahûdîler'den birtakım insanlar (Umer ibnu'l-Hattâb'a):

— Eğer şu âyet biz Yahudiler topluluğuna inmiş olaydı, biz onun indiği günü muhakkak bir bayram edinirdik, dediler.

Umer:

  Hangi âyettir o? diye sordu. Yahudiler:

  "...Bu gün sizin dîninizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nV-metimi tamamladım ve size dîn olarak müslümânlığı (verip ondan) hoşnûd oldum..." (d-Mâide: 3) âyetidir, dediler.

Bu cevâb üzerine Umer:

— Şübhesiz ki ben bu âyetin hangi yerde indiğini pek iyi bilmek­teyim. Bu âyet, Rasûlullah Arafat'ta vakfe yaparken indirilmiştir, de­di [434].

 

401-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Bizler Rasûlullah'ın berabe­rinde olarak (Veda Haccı'na Medîne'den) çıktık. Bizden kimimiz umre niyetiyle ihrâmlandı. Kimimiz hacca niyet ederek ihrâmlândı. Kimi­miz de hacca ve umreye niyet ederek ihrâmlandı. Rasûlullah da hac­ca niyet ederek ihrâmlanmıştı. Amma yalnız hacc için ihrama giren yâhud hacc ile umreyi niyette birleştiren hacılara gelince, onlar kur­bân bayramının ilk gününe kadar ihramdan çıkmadılar.

Bize Abdullah ibn Yûsuf tahdîs etti: Bize Mâlik, geçen senedle haber verdi. Burada "Biz Rasûlullah'ın beraberinde Veda Haccı'-nda..." şeklinde söylemiştir.

Bize İsmâîl ibn Ebî Uveys tahdîs etti: Bize Mâlik, geçen hadîsin benzerini tahdîs etti [435].

 

402-....... Bize İbnu Şihâb, Âmir ibn Sa'd'dan tahdîs etti ki.

babası Sa'd ibn Ebî Vakkaas (R) şöyle demiştir: Veda Haccı'nda öl­meye yüz tuttuğum bir hastalığımda Peygamber (S) bana hasta ziya­retine geldi. Ben:

— Yâ Rasûlallah! Bendeki hastalık görmekte olduğun şu müz­min hadde ulaşmıştır. Ben mal sahibiyim. Bir tek kızımdan başka bana vâris olacak kimsem yoktur. Ben bu durumda malımın üçte ikisini sa­daka yapayım mı? diye sordum.

Rasûlullah:

  "Hayır (bu kadarını sadaka yapma)/" buyurdu. Ben:

— Yarısını sadaka yapayım mı? dedim. Rasûlullah yine:

  "Hayır!" diye cevâb verdi. Ben:

  Üçte birini sadaka yapayım mı? dedim. Rasûlullah:

  "Üçte bir (kâfidir). Üçte bir de (aşağısına nisbetle yâhud sa­daka yapmakta) çoktur. Çünkü ey Sa'd! Senin vârislerini zengin bı­rakman,  insanlara el açacak derecede fakır bırakmandan daha hayırlıdır. Ey Sa'd! Allah rızâsı için harcayacağın her harcamaya kar­şılık muhakkak sana ecir verilecektir. Hattâ (yemek yerken) kadını­nın ağzının içine koyacağın lokmaya karşılık da sana ecir verilecektir" buyurdu.

Yine ben:

— Yâ Rasûlallah! (Siz Medine'ye dönerken) ben arkadaşlarımın ardında geride mi bırakılacağım? dedim.

Rasûlullah:

  "(Hayır) sen asla geri bırakılmayacaksın. (Şayet burada ka­lır da) Allah rızâsını arayarak herhangi bir iş yaparsan, muhakkak o iş sebebiyle senin derecen ve yüksekliğin artacaktır. Öyle ümîd edi­yorum ki, sen uzun yıllar hayâtta bırakılacaksın da senden birtakım topluluklar yararlanacak, diğer birtakımları da zarar göreceklerdir. Yâ Allah! Sahabîlerimin Mekke'den Medine'ye olan hicretlerini ta­mamla! Onları topukları üzerinde gerisin geriye (tekrar Câhiliyet hâ­line) döndürme!" diye duâ etti.

(Râvî ez-Zuhrî dedi ki:) Lâkin muhtâc ve çaresiz olan Sa'd ibnu Havle'dir. O, kendisinden hicret etmiş olduğu toprakta; Mekke'de öldüğünde, Rasûlullah onun için üzülüp kederlenmiştir [436].

 

403-.......Mûsâ ibn Ukbe, Nâfi'den; İbn Umer'in Nâfi'in içle­rinde bulunduğu topluluğa: Rasûlullah (S) Veda Haccı'nda başını tı­raş ettirdi, diye haber verdiğini tahdîs etmiştir.

 

404-.......İbn Cureyc tahdîs edip dedi ki: Bana Mûsâ ibn Uk­be, Nâfi'den haber verdi. Ona da İbn Umer (R): Peygamber (S) Ve­da Haccı'nda başını tıraş ettirdi. Sahâbîlerinden birtakım insanlar da tıraş oldular. Bâzıları da saçlarını kısalttılar, diye haber vermiştir.

 

405-.......Abdullah ibn Abbâs (R) şöyle haber vermiştir: Ken­disi Veda Haccı'nda Minâ'da bir eşek üzerinde yürüyerek karşıdan geldi. Rasûlullah bu sırada Minâ'da dikilmiş, insanlara namaz kıldı­rıyordu. Eşek, saf fin birinin önünden yürüdü gitti. Sonra İbn Abbâs eşekten indi ve insanlarla beraber saff oldu [437].

 

406-.......Urve ibnu'z-Zubeyr şöyle demiştir: Ben de yanında hazır iken Usâme'ye Peygamberdin Veda Haccı'ndaki yürüyüşü so­ruldu. Usâme:

— Peygamber sür'atle yavaşlık arasında orta bir hâlde yürüdü. Geniş bir saha bulduğu zaman sür'atle hareket etti, diye cevâb verdi.

 

407-.......Ebû Eyyûb Hâlid ifan Zeyd el-Ensârî (R) Veda Haccı'nda Rasûlullah (S) ile beraber akşam ile yatsı namazlarım bir va­kitte birleştirerek kıldığını haber vermiştir [438].

 

80- Gazvetu'l-Usre(= Zorluk Gazvesi) Olan Tebûk Gazvesi Babı [439]

 

408-.......Ebû Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle demiştir: Arkadaşla­rım olan Eş'arîler (Tebûk seferi hazırlığı sırasında) kendilerine binek ve yük hayvanı istemem için beni Rasûlullah'a gönderdiler. Çünkü bunlar Tebûk gazasında Rasûlullah ile beraber bu güçlük ordusu içinde bulunmak istiyorlardı. Bunun üzerine ben:

— Ey Allah'ın Peygamberi! Arkadaşlarım Eş'arîler, kendileri­ne binek ve yük hayvanı vermem için beni size gönderdiler! dedim.

Peygamber:

  "Vallahi ben sizleri hiçbir hayvana bindirmem" buyurdu.

Ben o sıradaPeygamber'i bilmediğim bir sebeble öfkeli bir hâl­de bulduğum için, O'nun bu sözü üzerine beni reddetmesinden hü­zünlü ve bana karşı gönlünde bir dargınlık bulunmasından endişeli olarak kederli bir hâlde geriye döndüm. Arkadaşlarımın yanına dö­nüp geldiğimde Peygamber'in söylediği sözü onlara haber verdim. Bunun üzerine çok beklemedim, ancak bir sâatçık kadar bir zaman geçmişti. Birden Bilâl*in:

  Ey Abdallah ibne Kays! diye nida etmekte olduğunu işit­tim.

Ve hemen- ona cevâb verdim. Bilâl:

  Rasûlullah seni çağırıyor, hemen icabet et! dedi.

Ben, Rasûlullah'ın huzuruna varınca, o sırada Sa'd ibn Ubâde'-den satın aldığı altı deveyi bana göstererek:

  "Şu çifti al, şu çifti de al! Bunları arkadaşlarının yanına gö­tür. Onlara: Allah -yâhud da şöyle buyurdu:- Rasûlullah sizleri bu develer üzerine yükler, artık bunlara bininiz de!" buyurdu.

Ben de bu develerle arkadaşlarımın yanma gittim ve:

— Peygamber sizleri bu develer üzerine yüklüyor. Lâkin ben val­lahi sizin birkaçınız benimle beraber Rasûlullah'ın bundan önce söy­lediği sözü işiten bir kimsenin yanına gidinceye ve onun Rasûlullah'ın öyle söylediğini açıklamasına kadar sizleri bırakmam. Ki sizler, Ra­sûlullah'ın söylemediği bir sözü benim size söylemiş olduğumu san-mayasınız, dedim.

Onlar da bana:

— Vallahi sen bizim yanımızda elbette doğru sözlü olarak kabul edilmişsindir. Bununla beraber yapmak istediğini de elbette yaparız, dediler.

Akabinde Ebû Mûsâ, Eş'arîler'den birkaç kişi ile gitti. Nihayet bunlar, Rasûlullah'ın Eş'arîler'i önce deveden men' edip sonra onla­ra develer vermesine dâir sözlerini işitmiş olan kimselerin yanlarına vardılar. O kimseler de Ebû Musa'nın kendi hemşehrilerine söyledi­ği gibi Peygamber'in sözlerini söylediler [440].

 

409-.......Bize Yahya ibn Saîd el-Kattân, Şu'be'den; o da el- Hakem ibn Uyeyne'den; o da Mus'ab ibn Sa'd'dan; o da babası Sa'd ibn Ebî Vakkaas(R)'tan tahdîs etti (o, şöyle demiştir): Rasûlullah (S) Tebûk gazasına çıktı ve Alî'yi Medine'de vekîl bıraktı. Alî:

— Beni çocuklar ve kadınlar içinde vekîl mi bırakıyorsun? dedi. Rasûlullah ona hitaben:

  ('Bana nisbetle sen, Mûsâ 'ya nisbetle Hârûn menzilesinde olmana razı olmaz mısın? Şu kadar ki, benden sonra Peygamber yok­tur" buyurdu.

Ve Ebû Dâvûd (Süleyman ibn Dâvûd et-Tayâlîsî) şöyle dedi: Bi­ze Şu'be, el-Hakem'den; onun: Ben Musa'dan işittim, dediğini tah­dîs etti [441].

 

410-.......İbn Cureyc haber verip şöyle demiştir: Ben Atâ ibn Ebî Rebâh'tan işittim; haber verip şöyle dedi: Bana Safvân ibnu Ya'lâ ibn Umeyye'den haber verdi ki, Ya'lâ ibn Umeyye (R) şöyle demiş­tir: Ben Peygamber'in beraberinde bu Usre( = Zorluk) gazvesinde bu­lundum.

Râvî dedi ki: Ya'lâ ibn Umeyye: Benim yanımda amellerimin en sağlamı işte bu Usre gazvesidir, der idi.

Atâ dedi ki: Safvân şöyle dedi: Babam Ya'lâ şöyle dedi: Benim bir hizmetçim vardı. Yolda bu hizmetçi bir insanla döğüştü. İki kav­gacıdan biri diğerinin elini ısırdı.  '

Atâ burada: Yemîn olsun Safvân o ikisinden diğerini ısıranı ba­na haber verdi, fakat ben onu unuttum, demiştir.

Dedi ki: Eli ışınlan kişi elini, ısıran kimsenin ağzından hızla çekti de ısıranın ön dişlerini söktü. Bunlar Peygamber'e geldiler ve şikâyet ettiler. Peygamber dişin diyetini düşürdü.

Atâ dedi ki: Ben Safvân'm şöyle dediğini zannediyorum: Pey­gamber (S):

— "Bu adam elini sen yiyesin diye senin ağzının içinde bırakır mı; boğur devenin ağzının içindekileri çatır çatır yemesi gibi?!" bu­yurdu [442].

 

81- Ka'b İbn Mâlik Hadîsi İle Azîz Ve Celîl Olan Allah'ın: '(Savaştan) geri bırakılan üç kişinin tevbelerini de kabul etti" (et-Tevbe: 118) Kavli Hakkında (Bâb) [443]

 

411- Bize Yahya ibn Bukeyr tahdîs edip şöyle dedi: Bize el-Leys. Ukayl'den; o da İbn Şihâb'dan; o da Abdurrahmân ibnu Abdillah ibn Ka'b ibn Mâlik'ten tahdîs etti ki, Abdullah ibnu Ka'b ibn Mâlik, babası Ka'b ibn Mâlik kör olduğu zaman oğulları içinde kendisini yeden kimse idi. İşte bu Abdullah şöyle demiştir: Ben babam Ka'b ibn Mâlik'ten işittim, kendisi Tebûk gazvesinden geri kaldığı zaman­ki kıssasını tahdîs ediyordu. Ka'b şöyle dedi: Ben Tebûk gazasından başka, Rasûlullah'ın yaptığı gazvelerin hiçbirisinden geri kalmadım. Gerçi ben Bedir gazvesinde geri kalmıştım, fakat Rasûlullah Bedir gazvesine gitmeyip geri kalanlardan hiçbir kimseyi azarlamadı. Rasû­lullah Bedir seferine (cihâd maksadıyle değil, Şam'dan gelen) Ku-reyş kervanını kasdederek çıkmıştı. Nihayet Allah müslümânlarla düşmanlarını, bir karşılaşma va'di olmaksızın yolda birleştirdi. Hâl­buki ben, Akabe gecesi İslâm üzere bey'at ettiğimiz zaman Rasûlul­lah ile beraber hazır bulunmuşumdur. Hâlâ benim için Bedir'de hazır bulunmak, Akabe'de hazır bulunmak derecesinde sevimli değildir. Her ne kadar Bedir gazvesi insanlar arasında Akabe bey'atmdan da­ha çok zikredilirse de.

Benim Tebûk seferinden geri kalışım haberine gelince, hakîka­ten ben o gazveden geri kaldığım sıradaki kadar hiçbir zaman daha kuvvetli ve daha kolaylıklı olmamıştım. Vallahi Tebûk seferinden önce

hiçbir vakit yanımda iki devem bir arada bulunmamıştı. O gazve sı­rasında ise iki devem vardı. Bir de Rasûlullah'ın âdeti bir gazaya git­mek isteyince tevriyeli bir ifâde ile maksadının aksini anlatmaktı. (Bu suretle hareket edeceği günü gizlerdi.) Fakat Rasûlullah bu Tebûk ga­zasında (maksadını gizlemedi), şiddetli sıcak bir mevsimde sefer et­mişti. Uzak ve tehlikeli bir yolculukla ve çok kuvvetli bir düşmanla karşılaşacaktı. Bu sebeble Rasûlullah gaza ihtiyâçlarım ona göre ha­zırlasınlar diye, müslümânlara maksadını açıkladı. Ve gitmek istedi­ği yönü onİara haber verdi. Rasûlullah ile beraber sefer eden müslümânlar da çoktu. Mücâhidlerin künyelerini muhafaza edici hiç­bir kitâb, yânî dîvân defteri almıyordu.

Ka'b devamla dedi ki: Hiçbir kimse de gizlenmek istemiyordu. Ancak Allah tarafından vahiy inmedikçe Rasûlullah'a kapalı kalır (bilemez) sanan kimseler saklanmışlardı. Rasûlullah bu gazaya mey-valar olgunlaştığı ve ağaç gölgeleri de hoş olup tam gölgelenilecek bir zamanda çıkıyordu. Rasûlullah ile müslümânlar gaza hazırlığı ile meş­gul oldular. Ben de onlarla beraber yola hazırlanmak için sabahleyin (evden çıkıp) dolaşırdım. Hiçbir iş görmeden (akşam üzeri) döner ge­lirdim. Ve kendi kendime:

  Hazırlanmaya kudretim, vaktim müsâiddir! derdim.

Bu ihmalcilik bende durmayıp devam etmişti. Nihayet herkes ger­çekten hazırlandı. Ve bir sabah Rasûlullah ile müslümânlar sefere çık­tılar. Hâlbuki ben sefer cihazından hiçbirşey hazırlamamışım. Ve yine kendi kendime:

— O'nun ardından bir iki günde hazırlanır, sonra müslümânla­ra arkalarından katılırım! dedim.

Ordu Medine'den ayrıldıktan sonra yine ben sabah vakti hazır­lık için çıktım. Fakat bir iş göremeden geri döndüm. Sonra ertesi sa­bah çıktım, yine boş döndüm. Bu hâl bende böyle devam etti. Nihayet mücâhidler sür'atle yol aldılar. Gaza da (elimden) kaçtı. Bununla be­raber ben yine gideyim de orduya yetişeyim diye azmetmiştim. Keski bunu olsun yapaydım. Fakat bu da bana takdir edilmedi, yânî mü­yesser olmadı.

Rasûlullah gazaya gittikten sonra insanların içine çıktığım ve ara­larında dolaştığım zaman, beni en çok üzen birşey vardı. O da insan­lar arasında (îmânı yerinde, vücûdu sağlam) kimse görmemekliğim, ancak üzerinde münafıklık damgası vurulmuş kimselerden bir kişi yâ-hud da zaîflerden olup da Allah'ın ma'ziretli kıldığı bir kimse gör-mekliğimdir.

Rasûlullah Tebûk'e varana kadar beni hiç anmamış. Tebûk'te sahâbîleri içinde otururken beni hatırlayarak:

-^ "Ka'b ne yaptı?" diye sormuş.

Selime oğulları'ndan birisi:

— Yâ Rasûlallah! Ka'b'ı kıymetli iki bürdesi ve kibirle iki tara­fına bakması Medîne'de habsetti! diye cevâb vermiş.

Bunun üzerine Muâz ibn Cebel, bunu söyleyen o kimseyi (yânî Abdullah ibn Uneys'i):

  Ne fena söyledin! diye karşılamış. Ve Peygamber'e de:

  Vallahi yâ Rasûlallah, biz Ka'b ibn Mâlik hakkında hayır­dan başka birşey bilmeyiz, demiş.

Bunun üzerine Rasûlullah sükût etmiş.

Ka'b ibn Mâlik devamla dedi ki: Rasûlullah'ın Tebûk'ten Me­dine'ye yönelerek gelmekte olduğu haberi bana ulaşınca, bütün hü­zün ve kederim beni sardı. Artık yalan düşünmeye başladım. Ve (kendi kendime):

— Yarın Rasûlullah'ın öfkesinden ne ile (yânî ne söylemekle) çı­kar kurtulurum? diyordum.

Ailem halkından re'y ve fikrinden istifâde edilen herkesten bu hususta yardım istiyordum. Bu sırada birden:

— Rasûlullah'ın Medîne'ye gelmesi yaklaştı! denilince, artık ben­den böyle bâtıl ve yalan düşünceler gitti ve ben içinde yalan bulunan birşeyle asla bu kabahatten temize çıkamayacağımı anladım. Bunun için Rasûlullah'a doğru söylemeye karar verdim.

Sonra Rasûlullah bir sabah Medîne'ye geldi. Rasûlullah bir se­ferden geldiğinde ilk iş olarak mescide girmek ve orada iki rek'at na­maz kılmak, sonra insanlar için (onlarla konuşmak için) oturmak âdetinde idi. Bu defa da o âdetini yerine getirip mescidde oturunca, Tebûk seferine gitmeyip Allah tarafından arkada bırakılanlar Rasû­lullah'a geldiler ve yemîn (ile özürlerini te'yîd) etmeye başladılar. Bun­lar seksen küsur kişi idiler. Rasûlullah bunların zahir hâllerine göre özürlerini kabul etti, onlarla bey'at etti ve onlar için mağfiret istedi. Bunların içyüzlerini ve hakikatlerini Allah'a havale eyledi. Bu sırada ben de huzura geldim. Kendisine selâm verince öfkelenmiş bir kim­senin gülümsemesi ile gülümsedi. Sonra bana:

  "Gel!" buyurdu.

Ben de yürüyüp yanına vardım ve tâ önüne oturdum. Bana:

  "Seni nasıl bir mâni' geri bıraktı? Sen (Akabe'de) arkana bey'­at almış değil miydin?" buyurdu.

Ben de şöyle cevâb verdim:

— Evet vallahi, yâ Rasûlallah! Sana yardım etmeye söz verdim. Vallahi Sen'den başka şu dünyâ halkından kimin yanında otursam (ona karşı söyleyeceğim) bir özürde muhakkak ben onun öfkesinden kurtulacağımı sanırım. Çünkü bana söz söyleme kuvveti ve fesahat verilmiştir.   Lâkin ben vallahi şuna kanâat etmişimdir ki, şayet bu­gün ben Sizi benden hoşnûd edecek yalan bir söz söyleyecek olur-

sam, çok sürmez muhakkak Allah (yalanımı bildirerek) Seni hakkımda öfkelendirir. Eğer huzurunda Seni hakkımda öfkelendirecek 'doğru söz söylersem, herhalde ben, bu hususta vâki* olan kusurumu Allah'ın affetmesini umarım. Hayır yâ Rasûlallah! Vallahi benim seferden geri kalışım hakkında arzedecek hiçbir özrüm yoktur. Vallahi ben, siz­den geri kaldığım zamanki kadar hiçbir vakit daha kuvvetli ve daha kolaylıklı değildim.

Bu sözlerim üzerine Rasûlullah (S):

  "Buna gelince, hakîkaten doğru söyledi. Ey Ka'b! Haydi kalk, Allah senin hakkında hükmedinceye kadar (bekle)/" buyurdu.

Ben de kalktım. (Evime gelirken) Selime oğullan'ndan birtakım adamlar koşup geldiler ve benimle yürüyerek bana şöyle dediler:

— Vallahi biz seni bundan önce bir günâh işlemiş kimse bilmi­yoruz. Şu kadar ki, (bu mes'elede) sen, seferden geri kalan öbür kim­selerin özür beyân ettikleri gibi Rasûlullah'a özür beyân edememiş olmandan dolayı çok âciz bir vaziyete düştün. Hâlbuki (özür beyân etseydin) Rasûlullah'ın senin için mağfiret dilemesi, senin günâhına kâfî gelirdi!

Vallahi Selime oğullan bana serzeniş etmeye o kadar devam et­tiler ki, hattâ ben eski fikrimden dönüp, kendimi yalanlamak iste­dim. Sonra onlara:

— Benimle beraber bu vaziyete düşen bir kimse var mıdır? diye sordum.

Onlar:

— Evet iki kişi (Rasûlullah'a) senin söylediğin gibi söylediler ve Rasûlullah tarafından onlara da sana söylendiği gibi cevâb verildi! dediler.

  Onlar kimdir? dedim.

— Murâre ibnu'r-Rabî' el-Amrî ile Hilâl ibnu Umeyye el-Vâkıfı, dediler ve böylece bana Bedir gazvesinde hazır bulunan ve kendile­rinde güzel bir imtisal örneği bulunan iki zâtı zikrettiler.

Bu iki zâtı bana söyledikleri zaman ben de tereddüdden vazgeç­tim (ve doğrulukta kalmak fikrimde sebat ettim).

Rasûlullah, kendisinden seferde geri kalanlar arasından işte şu üçümüzle konuşmaktan müslümânları nehyetti. İnsanlar da bizden çekindiler ve bize yüzlerini ekşittiler. Hattâ bana yeryüzü yaİDancı-laştı; bu hakîkaten benim tanımakta olduğum toprak değildi. Bu hâl üzere elli gece kaldık. İki arkadaşım insanlardan çekildiler ve evle­rinde oturup ağlamakla vakit geçirdiler. Fakat ben onların daha genci ve daha salâbetlisi idim. Bu sebeble ben evimden çıkar ve müslümân-larla beraber namazda hazır bulunurdum. Sokaklarda, çarşıda dola­şırdım. Hâlbuki hiçbir kimse bana söz söylemezdi. Namazdan sonra

Rasûlullah'ın meclisine varır ve kendisine selâm verirdim. Ve içim­den:

— Acaba Rasûlullah selâmıma karşılık vererek dudaklarını ha­reket ettirdi mi yâhud ettirmedi mi? derdim.

Sonra namazı Rasûlullah'ın yakınında kılardım da gizlice O'nu gözetlerdim. Namazıma yöneldiğim sıra O bana doğru dönerdi. Fa­kat ben O'nun tarafına bakınca da yüzünü benden çevirirdi.

Nihayet insanların yüz çevirmelerinden de cefâsından ıztırâb çek­tiğim bu hâl uzayınca, birgün gittim. Tâ Ebû Katâde'nin bahçe du­varından aştım. Ebû Katâde amcamın oğlu ve insanlar arasında beni en çok seven bir kimse idi. Vardım ona, selâm verdim. Vallahi selâ­mımı almadı. Ben:

— Yâ Ebâ Katâde! Allah adına and vererek sana sorarım: Be­nim Allah'ı ve Rasûlü'nü sever bir kimse olduğumu bilir misin? de-, dim.

Sustu, cevâb vermedi. Ben tekrar and verip Allah aşkına sordum. Yine sustu. Ben üçüncü bir kerre daha Allah'a and verdim. Bu defa:

  Allah ve Rasûlü en bilendir! dedi.

Bunun üzerine gözlerimden yaş boşandı. Döndüm, duvardan aş­tım.

Ka'b ibn Mâlik devamla dedi ki: Ben birgün Medine çarşısında gidiyordum. Medine'ye zahîre satmaya gelen Şâm ahâlîsi ekincilerin­den bir ekinci:

— Ka'b ibn Mâlik'i bulmağa bana kim delâlet eder? diye soru­yordu.

İnsanlar ona beni göstermeye başladılar. Nihayet o Nebatî kişi bana geldi ve Gassân Meliki'nden bir mektûb verdi. Bakınca, "Am­ma ba'du"dan sonra bu mektûbda şöyle yazıldığını gördüm:

"Bana ulaşan habere göre sahibin sana cefâ ve ezâ ediyormuş. Allah seni hakaaret görecek ve hakkın zayi' olacak bir mevki'de ya­ratmamıştır. Orada durma, bize gel! Sana sânına lâyık bir surette hür­met ve ihsanda bulunuruz!"

Ka'b ibn Mâlik dedi ki: Bu mektubu okuyunca:

  Bu da öbürüsü gibi bir belâdır! dedim. Hemen bu sahîfeyi ocağa attım ve yaktım [444].

Nihayet bu elemli elli geceden kırk gecesi geçtiğinde, birgün bak­tım ki, Rasûluîlah'ın gönderdiği bir zât (Huzeyme ibn Sabit) bana geliyor. Huzeyme gelip bana:

  Rasûlullah sana kadınından ayrılmanı emrediyor! dedi. Ben de:

  Kadınımı boşayacak mıyım, yoksa ne yapacağım? dedim. Oda:

  Hayır boşama, yalnız ondan ayrı bulun, kadına yaklaşma! dedi [445],

Rasûlullah o iki arkadaşıma da bunun gibi emir göndermişti. Bu emir üzerine kadınıma:

— Haydi ehline (babanın ailesi yanına) git, Allah bu iş hakkın­da hükmedinceye kadar onların yanında bulun! dedim.

Ka'b dedi ki: Hilâl ibn Umeyye'nin karısı Rasûlullah'a gelerek:

— Yâ Rasûlallah! Hilâl ibn Umeyye ihtiyardır, gücü kuvveti git­miştir. Hizmetçisi de yoktur. Ona hizmet etmemi çirkin görür mü­sün? diye sormuş.

Rasûlullah:

  "Hayır çirkin görmem, fakat sana yaklaşmasın!'' buyurmuş. Kadın:

  Yâ Rasûlallah, onda hiçbir hareket yok. Vallahi bu olan iş olalıdan beri bugüne kadar hiç durmadan ağlıyor! demiştir.

Ka'b dedi ki: Bunun üzerine akrabamdan bâzı kimseler bana:

— Kadının hakkında sen de Rasûlullah'tan İzin istesen.   Nite­kim Hilâl ibn Umeyye'nin karısına, kocasına hizmet etmek için izin verdi, dediler.

Ben de onlara:

— Vallahi ben bu hususta Rasûlullah'tan izin istemem! İzin is­tesem bile Rasûlullah ne diyecektir bilemem! Hem ben genç bir ada­mım! dedim.

Bundan sonra on gün daha durdum. Nihayet Rasûluîlah'ın bi­zimle insanları görüşmekten men' ettiği târihten i'tibâren elli gece­miz dolmuştu. Ellinci gecenin sabahında sabah namazını kıldım ve evlerimizden birinin damı üzerinde bulunuyordum. Ben orada Allah'ın (et-Tevbe: ıi8'de) zikrettiği hâl üzere oturuyordum: Nefsim yalnızlık ve gamdan dolayı bana daralmış ve yeryüzü bütün genişliğine rağmen başıma dar gelmişti. İşte bu sırada Sel' Dağı üzerinde en yüksek sesiyle:

  Ey Ka'b ibn Mâlik, müjde! diye olanca kuvvetiyle bağıran birisinin sesini işittim.

Hemen secdeye kapandım. Ve anladım ki (darlık gitmiş) geniş­lik ve ferah gelmiştir. Rasûlullah sabah namazım kıldırdığı zaman Al­lah'ın bizim üzerimize tevbesini (pişmanlıklarımızın kabulünü) i'lân etmiş ve insanlar bize müjdelemeye koşmuşlardır.

Arkadaşlarım tarafına da birtakım müjdeciler gitmişlerdi. Bana da bir kişi (Zubeyr ibnu'l-Avvâm müjdelemek için) atını sürmüştü. Ve Eşlem kabilesinden bir müjdeci (Hamza ibn Amr) de koşup Sel' Dağı'nın üstüne çıkmıştı. Bunun sesi attan sür'atli idi.

Beni sevindiren sesini işittiğim bu müjdecim bana geldiği zaman, üzerimdeki iki kat elbisemi hemen çıkarıp müjdelik olarak ona giy­dirdim. Vallahi o gün bunlardan başka elbiseye mâlik bulunmuyor­dum. (Ebû Katâde'den) eyreti iki kat elbise alıp giydim. Hemen Rasûlullah'a gittim. Sahâbîler beni takım takım karşıladılar. Tevbemin kabulünü (günâhtan berâetimi) tebrik ediyorlar ve:

  Allah'ın tevbesi şana kutlu olsun! diyorlardı.

Ka'b devamla dedi ki: Nihayet mescide girdim. Rasûlullah otur­muş, insanlar etrafında çevrelenmişlerdi. Hemen Talha ibn Ubeydil-lah kalktı, koşarak geldi, elimi sıkıp tokalaştı ve beni tebrik etti. Vallahi Muhâcirler'den Talha'dan başka kimse bana ayağa kalkmadı. Tal-ha'nın bu lûtfunu unutmam! [446].

Ka'b dedi ki: Rasûlullah'a selâm verdiğim zaman, Rasûlullah se­vinçten yüzü şimşek gibi parlar bir hâlde:

  "Ananın seni doğurduğu zamandan beri üzerinden geçen gün­lerin en hayırlısı olan bir günün hayır ve saâdetiyle sevin!" buyurdu.

Ben:

  Yâ Rasûlallah! Bu müjde Senin tarafından mı yoksa Allah tarafından mı? dedim.

Rasûlullah:

  "Hayır (benim tarafımdan değil,) doğrudan Allah katından " buyurdu.

Esasen Rasûlullah, Allah tarafında** sevindirildiği zaman yüzü parlardı, hattâ yüzü ay parçasına benzerdi. Biz de sevinçli bir vahiy geldiğini O'nun bu sevimli yüzünden anlardık. Rasülullah'm huzu­runa oturduğum zaman:

— Yâ Rasûlallah! Allah ve Rasûlullah için hâlis sadaka olmak üzere malımdan sıyrılıp çıkmam tevbemdendir, dedim.

Rasûlullah:

  "Malının bir kısmını kendinde tut, bu senin için daha hayır­lıdır" buyurdu.

Ben de:

  Şu Hayber'deki hissemi kendimde alıkoyuyorum, dedim. Bundan sonra ben Rasûlullah'a şunları söyledim:

— Yâ Rasûlallah! Allah beni bu sıkıntıdan ancak doğruluk se­bebiyle kurtardı. Ve yine tevbemdendir ki, artık ben bundan böyle yaşadığım müddetçe doğru olandan başka bir söz söylemeyeceğim!

Ka'b dedi ki: Vallahi ben bunu Rasûlullah'a söylediğim zaman­dan beri müslümânlardan hiçbirisini, doğru söylemekte Allah'ın ba­na yaptığı imtihandan daha güzel bir imtihan yaptığını bilmiyorum (yânî imtihan mukaabilinde daha güzel in'âm ve ihsan yaptığım bil­miyorum). Rasûlullah'a o sözlerimi söylediğimden bu günüme ka­dar yalan söylemek hatırımdan geçmedi. Bundan sonra yaşadığım zaman içinde de Allah'ın beni yalandan koruyacağını kuvvetle ümîd etmekteyim. Yüce Allah, Rasûlü üzerine: "A nd olsun ki A ilah, Pey­gamber 'ini, içlerinden birtakımının gönülleri hemen hemen eğrilmek üzere iken güçlük zamanında O'na tâbi' olan Muhacirler'le Ensâr'ı da tevbeye muvaffak buyurdu ve sonra onların bu tevbelerini kabul eyledi. Çünkü o çok şefkat edici, çok merhamet eyleyicidir. Savaş­tan geri bırakılan üç kişinin tevbelerini de kabul etti. Çünkü yeryüzü bunca genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sık­tıkça sıkmıştı. Nihayet Allah 'in hışmından, yine Allah 'tan başka sı­ğınacak hiçbir yer olmadığını anladılar da bundan sonra A ilah onları da eski hâllerine dönsünler diye tevbeye muvaffak buyurdu. Şübhe-siz ki Allah, tevbeyi en çok kabul eden, hakkıyle merhamet eyleyen­dir. Ey îmân edenler, Allah Han korkun. Bir de doğru olanlarla beraber olun!" (et-Tevbe: 17-19) kavline kadar indirdi.

Vallahi Allah'ın bana ihsan buyurduğu ni'metler içinde, beni İs­lâm Dîni'ne hidâyetinden sonra nefsimde Rasûlullah'a doğru söyle­mekten daha büyük hiçbir ni'met asla ihsan etmemiştir. Evet, büyük ni'met, Rasûlullah'a yalan söyleyip de helak olmuş bulunmamak ni'-metidir. Nitekim Rasûlullah'a yalan söyleyenler helak oldular. Çün­kü Allah şü yalan söyleyenler hakkında vahyini indirdiği zaman, her-hangibir kimse için söylediğinin en ağırını söyledi. Çok mübarek ve çok yüce Allah şöyle buyurdu:

"Onların yanına döndüğünüz zaman, kendilerinden vazgeçme-

niz için Allah 'a yemin edecekler. O hâlde onlardan yüz çevirin. Çün­kü onlar murdardırlar. İrtikâb edegeldiklerinin cezası olarak vara­cakları yer de cehennemdir onların: Kendilerinden hoşnûd olmanız için size yemîn edecekler, fakat eğer siz onlardan razı olursanız, şüb-hesiz Allah o fâsıklar güruhundan razı olmaz" (et-Tevbe: 95 96).

Ka'b dedi ki: Biz şu üçümüz hani -bizden önce Rasûlullah'ı ik­na için yemîn ettikleri vakit Rasûlullah'in yeminlerini kabul edip on­lara bey'at ve istiğfar ettiği şu birtakım kimselerin affından (elli gece)-arkaya kalmıştık. Rasûlullah bizim vaziyetimizi tâ Allah'ın hakkımızda vereceği hüküm ve kazaya kadar geri bırakmıştı. İşte bu geri bırak­ma sebebiyle Allah: * 'Hani şu tevbeleri A ilah 'in hükmüne kadar geri bırakılan üç kişiye..." (et-Tevbe: 119) buyurmuştur. Yoksa Allah'ın bu âyette zikrettiği yemîn etme ve geri bırakılma, bizim gazveden geri kaldığımızdan değildir. Bu ancak Rasülullah'm bizim üçümüzü ve bi­zim tevbemizi, Rasûlullah'a yemîn ve özür beyân edip de özürleri kabul olunanların tevbelerin)den geri bırakmasıdır [447].

 

82- Peygamber(S)'İn Şemûd Kavminin Yurdu Olan El-Hıcr Vadisine İnmesi Babı [448]

 

412-....... Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) -Tebûk gazvesine giderken- Semûd kavminin yurdu olan el-Hıcr'e uğradı da: "Kâfirlikle kendilerine zulmetmiş (ve Allah'ın gazabına uğramış) bulunan kimselerin meskenlerine girmeyiniz. Çünkü onla­ra isabet eden azabın size de isabet etmesinden korkulur. Onların yurt­larına ancak ağlayıcılar olarak girebilirsiniz" buyurdu.

Bundan sonra Peygamber başını örttü de o vâdîyi geçinceye ka­dar yürüyüşü çabuklaştırdı [449].

 

413-.......Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Hıcr sâhiblerinin yakınında -yâhud Hicr sâhibleri hakkında-: "Şu azâba uğratılmış olanların yurduna, onlara isabet eden azabın benzeri size isabet etmemesi için, ağlayıcılar tavrı takınmış olmanız dışında, girmeyiniz!" buyurdu [450].

 

83-Bâb [451]

 

414-.......el-Mugîre ibnu Şu'be (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) hacetinin birini yerine getirmek için gitti. Geldiğinde ben kalkıp O'nun eline su döküyordum. Mugîre'den rivayet eden oğlu Urve: Ba­bamın muhakkak Tebûk seferinde dediğini bilmekteyim, demiştir. Peygamber yüzünü yıkadı ve iki kollarını yıkamağa davrandı. Fakat giydiği cübbenin yeni dar olduğu için kolunu sıvayamadı da, kolJarı-nı cübbenin alt tarafından çıkardı da öyle yıkadı. Bundan sonra ayak­kabıları üzerine meshetti [452].

 

415-.......Ebû Humeyd es-Sâidî (R) şöyle demiştir: Bizler Peygamber'in beraberinde Tebûk gazvesinden döndük. Nihayet Medi­ne'yi yukarıdan gördüğümüz zaman, Peygamber (S): "İşte Tâbe, şu da Uhud'dur. Uhud, bizi seven, bizim de kendisini sevdiğimiz bir dağ­dır!" buyurdu.

 

416-.......Bize Humeyd et-Tavîl, Enes ibn MâIik(R)'ten (şöyle dediğini) haber verdi: Rasûlullah (S) Tebûk gazvesinden dönüp de Medine'ye yaklaştığımızda:

  "Medine'de öyle topluluklar vardır ki, sizin yürüdüğünüz her-bir yerde; sizin geçtiğiniz herbir vâdîde muhakkak onlar da sizin be­raberinizde olmuşlardır" buyurdu.

Sahâbîler:

— Yâ Rasûlallah! Onlar Medîne'de(oturmuşlar)dır! dediler. Rasûlullah:

  "Evet onlar Medine'de kaldılar. Fakat onları Medine'de özür habsetti" buyurdu [453].

 

84- Peygamber(S)'İn Kisrâ İle Kayser'e Gönderdiği Mektûb Babı [454]

 

417-.......İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibnu Abdillah haber verdi, ona da İbnu Abbâs (R) şöyle haber vermiştir: Ra­sûlullah (S) Kisrâ'ya mektubunu Abdullah ibn Huzâfe es-Sehmî ile gönderdi ve Abdullah ibnu Huzâfe'ye mektubu götürüp Bahreyn'in büyüğüne -ki Kisrâ'nın Bahreyn Emîri'dir- vermesini emretti. İbnu Huzâfe de Bahreyn Emîri Munzir'e mektubu verdi. O da götürüp Kis­râ'ya verdi. Kisrâ mektubu okuyunca yırtıp parçaladı.

İbn Şihâb dedi ki: Ben Saîd ibnu'l-Müseyyeb'in şöyle dediğini zannediyorum: Bu haber kendisine ulaşınca Rasûlullah (Kisrâ ile kav­mine): "Parça parça olsunlar!" diye beduâ etti [455].

 

418-.......Bize Avf el-A'râbî, el-Hasen el-Basrî'den tahdîs etti ki, Ebû Bekre (R) şöyle demiştir: Cemel Vak'ası günlerinde cemel sâ-hiblerine katılarak, onlarla birlikte (Alî'ye karşı) harb etmeye başla­dıktan sonra, vaktiyle Rasûlullah'tan işittiğim bir söz ile Allah bana hayır ve menfâat ihsan buyurdu (da bu cemel sâhiblerine katılma­dım).

Ebû Bekre dedi ki: Fars halkının Kisrâ Pervîz'in kızını kendile­rine melik seçtikleri haberi Rasülullah'a ulaşınca: "Devlet başkanlı­ğı işlerini bir kadının eline veren millet felah bulmaz!" buyurdu [456].

 

419-.......Ben ez-Zuhrî'den işittim, o da es-Sâib ibn Yezîd'den:

es-Sâib ibn Yezîd (R): Ben Rasûlullah(S)'ı karşılamak üzere çocuk­larla beraber Seniyyetu'l-Vedâ'ya (Veda Tepesi'ne) çıktığımı hatırlı­yorum, diyordu.

Bu hadîste Sufyân, bir kerresinde "Gılmân", bir kerresinde "Sıbyân" demiştir.

 

420-.......Bize Sufyân, ez-Zuhrî'den; o da es-Sâib(R)'den tahdîs etti ki, o: Peygamber(S)'i Tebûk gazvesinden döndüğü zaman kendişini   karşılamak  üzere  çocuklarla  beraber  Seniyyetu'l-Vedâ'ya çıktığımı hatırlıyorum, demiştir [457].

 

85- Peygamber(S)'İn Hastalığı Ve Ölümü İle Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

"Muhakkak sen de öleceksin, onlar da elbet ölecekler. Sonra hiç şübhesiz kıyamet gününde hepiniz Rabb Hnizin huzurunda muhakemeye duruşacaksınız" (ez-zumer: 30-31) [458].

Ve Yûnus ibn Yezîd el-Eylî, ez-Zuhrfden söyledi ki, Urve şöyle demiştir: Aişe (R) şöyle dedi: Peygamber (S) vefat ettiği hastalığı içinde: "Yâ Âişe! Ben Hayber'de yediğim o zehirli yemeğin elemini devamlı hissedip durdum. İşte bu anlar o zehirden dolayı kalb damarımın kesilmesini hissettiğim zamandır" der idi [459].

 

421-.......el-Hâris kızı Ümmü'I-Fadl (R): Ben Peygamber(Syden akşam namazında "el-Murselâti urfen" Sûresi'ni okurken işittim. Bundan sonra ruhunu Allah kabz edinceye kadar bir daha bize na­maz kıldırmadı, demiştir [460].

 

422-.......İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Umer ibnu'l-Hattâb (R) ben İbn Abbâs'ı kendi meclisine alır, kendisine yakın oturturdu. Ab-durrahmân ibn Avf, Umer'e:

  (Bu genci ne için bizimle beraber meclisine alıyorsun?) Bu­nun yaşında bizim oğullarımız var? dedi.

Umer de:

  Şübhesiz ki o, sizin bilmekte olduğunuz bir cihetten dolayı bu mevki ve rütbededir, dedi.

Akabinde Umer, İbn Abbâs'a: "İzâ câe nasru'llâhi ve'l-fethu" âyetinden sordu. İbn Abbâs:

  O, Rasülullah'ın ecelidir. Allah, Peygamber'ine ecelini bil­dirdi, dedi.

Umer de:

— Benim bildiğim de senin bilmekte olduğun şeyden ibarettir, dedi [461].

 

423-.......îbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Hani o perşembe gü­nü, o perşembe günü ne acı gündü! O gün Rasûlullah'ın ağrısı art­mıştı da:

  "Haydin bana yazacak birşey getirin, size bir kitâb yazayım da, ondan sonra yolunuzu hiç şaşırmayasınız!" buyurdu.

Bunun üzerine orada bulunanlar ihtilâf ettiler. Hâlbuki hiçbir peygamberin yanında ihtilâf yakışmazdı. Bâzı kimseler:

— Peygamber'in hâli nedir? (Hastalığından dolayı) sayıkladı mı? Kendisinden bu yazı yazmak isteğini iyice sorup anlayın, dediler.

Bunun üzerine söylediği yazı malzemesi isteğini iyice tesbît et­mek maksadıyle, o sözünü tekrar ettirmeye giriştiler. Bu sefer Pey­gamber:

  "Beni (kendi hâlime) bırakınız! Benim şu içinde bulunduğum hâl, sizin beni da'vet ettiğiniz (yazma gibi) şeylerden daha hayırlıdır" buyurdu.

Ve Rasûlullah onlara üç şey vasiyet etti:

— "Bütün müşrikleri Arab yarımadasından çıkarınız! Elçilere, hey'etlere benim izin verip hediyeler ikram etmekte olduğum gibi, siz de gelmelerine izin verip hediyeler ikram etmek suretiyle hürmet gösteriniz" buyurdu.

İbn Abbâs üçüncü vasiyetten sükût etti, yâhud: Ben üçüncüsü­nü unuttum, dedi [462].

 

424-.......BizeMa'mer, ez-Zuhrî'den; o da UbeyduIIah ibnu Abdillah ibn Utbe'den haber verdi ki, İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Ra-sûlullah'ın vefatı yaklaştığı ve evinde sahâbîlerden mühim birtakım adamlar bulunduğu sırada, Peygamber (S):

  "Bana yazı yazacak birşey getirin! Size bir kitâb (vasiyetna­me) yazdırayım ki, ondan sonra yolunuzu şaşırmayasınız!" buyur­du.

Fakat oradakilerin bâzısı:

— Rasûlullah'ın hastalığı muhakkak ağırlaşmıştır. Yanınızda ise Kur'ân vardır. Bize Allah'ın Kitabı yetişir, dedi.

Bunun üzerine ev halkı ihtilâfa ve husûmete başladılar. Onların kimi "Yazı takımı getiriniz, size vasiyetname yazdırsın; ondan sonra yolunuzu şaşırmazsınız!" diyorlardı. Kimi de bundan başka sözler söylüyorlardı. Artık karışık söz ve ihtilâfı çoğalttıkları zaman, Ra­sûlullah:      

— "Haydi kalkınız!" buyurdu.

Râvî UbeyduIIah dedi ki: İbn Abbâs şöyle der idi: Âh! Ne bü­yük musibettir o musibet ki, Rasûlullah ile onlara yazmak istediği kitâb arasına engel oldu! Bunun sebebi ihtilâf etmeleri ve seslerini yükseltmeleridir [463].

 

425-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) ölüm sebebi olan hastalığı sırasında Fâtıma aleyhâ's-selamı yanına çağırdı ve ona gizli bir şey söyledi. Fâtıma ağladı. Sonra bir daha çağırıp yine gizli birşey söyledi. Bu defa da Fâtıma güldü. Biz bu ağlamanın ve gül­menin sebebini sorduk. Fâtıma:

— Peygamber bana vefat sebebi olan bu hastalığı sonunda ru­hunun Allah canibine alınacağını söyledi. Bunun üzerine ağladım. Son­ra bana ev halkından kendisine ilk ulaşanı olacağımı gizlice söyleyip haber verdi. Buna da güldüm! dedi.

 

426-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber'den: "Hiç­bir peygamber dünyâ (ni'nıeti) ile âhiret (saadeti) arasında muhayyer kılınmadıkça vefat etmez" dediğini çok işitirdim. Peygamber'in de ölüm sebebi olan hastalığında boğazı kısılıp sesi değişerek âhirete göç­me hâli geldiğinde: "(Kim Allah'a ve Peygamber'e itaat ederse işte onlar) Allah 'm kendilerine nVmetler verdiği peygamberlerle, sıddîk-lerle, şehîdlerle, iyi adamlarla beraberdirler. Onlar ne iyi arkadaştırlar" (en-Nisâ: 69) âyetini sonuna kadar okuduğunu işittim. Artık Rasûlullah'-ın da bu iki dilek arasında muhayyer bırakılıyor olduğunu (ve âhireti tercih ettiğini) anladım.

 

427-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber (S), içinde ölmüş olduğu hastalığa tutulduğu zaman: "er-Refîkul-Alâ{ = En Yüksek Refîk içine)" demeğe başladı [464].

 

428-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) sıhhatte iken birçok defalar: "Hiçbir peygamberin ruhu cennetteki durağını gör­medikçe alınmaz. Sonra (durağına gitmek) onun arzusuna bırakılır yâhud muhayyer kılınır" buyurmuştu. Hastalanıp riihu kabzolunmak zamanı gelince, başı benim dizimin üzerinde bulunduğu bir sırada ken­disine bir baygınlık geldi. Sonra ayılınca gözü açılıp evin tavanına doğru dikildi. Sonra: "Yâ Allah, beni er-Refîku'l-A'lâ zümresine kat!" diye duâ etti. Bunun üzerine ben: Artık Rasûlullah şimdi bizi tercih etmiyor! dedim. Ve Rasûlullah'ın bu temennisi, sıhhatli zama­nında vaktiyle bize söylediği bir haber(in kendisinde tecellîsi) oldu­ğunu bildim [465].

 

429-.......Abdurrahmân ibnu'l-Kaasım, babası el-Kaasım ibnu Muhammed ibn Ebî Bekr es-Sıddîk'tan; o da Âişe(R)'den (o şöyle de­miştir): Ebû Bekr'in oğlu Abdurrahmân, Peygamber'in huzuruna gir­di. Ben Peygamber'i göğsüme yan dayamıştım. Abdurrahmân'in yanında kendisiyle diş temizlenen yaş bir misvak vardı. Rasûlullah yüzünü ona çevirip uzunca baktı. Ben Abdurrahmân'dan misvakı al­dım, dişlerimle onu ısırıp kestim, onu silkeledim, su ile ıslattım. Sonra hazırladığım bu misvakı Peygamber'e verdim. O bununla dişlerini mis-vâkladı. Artık ben Rasûlullah'ın bu kadar güzel diş misvâkladığını görmedim. Rasûlullah misvâklamayı bitirince, hemen elini yâhud parmağını yükselttikten sonra üç defa:  "er-ReJîku'l-A'lâ zümresine (kat)/" dedi.. Bundan sonra Rasûlullah vefat etti.

Râvî dedi ki: Âişe: Rasûlullah'ın başı mi'dem ile çene kemiğim arasında (yâhud köprücük kemiğim ile çene kemiğim arasında) iken öldü, der idi [466].

 

430-.......İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Urve haber verdi. Om da Âişe (R) şöyle haber vermiştir: Rasûlullah (S) her zaman hasta landığında Muavvize Sûreleri'ni okuyup kendi ellerine üflemek (v< ondan iyileşmek için) eliyle vücûdunu sıvamak i'tiyâdında idi. Vefa sebebi olan hastalığa tutulduğu zaman Rasûlullah'ın nefes ettiği Mu avvize Sûreleri'yle ben de kendisine nefes etmeye (ve iyileşmesi niye^ tiyle) eline üfleyip kendi eliyle vücûduna meshetmeye başladım [467].

 

431-.......Âişe (R) haber verdi ki, kendisi Peygamber (S) vefat etmezden önce, Peygamber sırtını Âişe'ye dayamış vaziyette ikenPey-gamber'e kulak vermiş, bu sırada Peygamber'in: "Allâhumme, ığfır lî ve'r-hamnive elhıknîbVr-Refîk(= Yâ Allah, günâhlarımı mağfi­ret et, bana merhamet eyle ve beni er-Refîku'I-A'lâ'ya eriştir)" diye duâ ettiğini işitmiştir.

 

432-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bir daha kal­kamadığı hastalığı içinde: "Allah Yahûdîler'i rahmetinden uzak kıl­sın! Bunlar peygamberlerinin kabirlerini birer mescid edindiler!" buyurdu.

Âişe: Böyle bir endîşe olmasaydı, Peygamber'in kabri açık bıra­kılırdı. Lâkin Peygamber kendi kabrinin bir mescid edinilmesinden korktu, demiştir.

 

433-.......İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibnu Abdillah ibn Utbete'bni Mes'ûd haber verdi ki, Peygamber'in zevcesi Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûlullah'ın hastalığı ağırlaşıp ağrısı şiddet­lenince, benim odamda bakılmak üzere kadınlarından izin istedi [468]. Onlar da izin verdiler. Bunun üzerine Abbâs ibn Abdilmuttalib ile başka bir kimse arasında olarak ve takatsizlikten ayakları yerde sü­rünerek çıktı, benim odama geçti.

Ubeydullah dedi ki: Ben Âişe'nin ismini söylediği kimseyi Ab­dullah ibn Abbâs'a haber verdim. Abdullah ibn Abbâs da bana:

— Âişe'nin ismini söylemediği diğer adamın kim olduğunu bili­yor musun? diye sordu.

Râvî Ubeydullah dedi ki: Ben:

  Hayır bilmiyorum, dedim, îbn Abbâs:

  O, Alî'dir, dedi.

Peygamber'in zevcesi Âişe şöyle tahdîs ediyordu: Rasülullah be­nim evime girdiği ve ağrısı şiddetlendiği zamanki günlerin birinde:

  "Benim üzerime ağızları bağlanıp bağları çözülmüş olan ye­di kırba su dökün! Umarım ki bu suretle biraz hafiflerim de insanla­ra vasiyet edebilirim!" buyurdu.

Su kırbaları hazırlanınca biz Peygamber'i, zevcesi Hafsa'ya âid olan bir leğenin içine oturttuk. Sonra o kırbaların suyundan üzerine dökmeye başladık. Döktük, döktük. Nihayet Rasülullah eliyle bize:

  "Artık yetişir!" diye işaret etti.

Aişe dedi ki: Bundan sonra Rasülullah mescide insanların yanı­na çıktı ve onlara namaz kıldırdı ve onlara hitâb edip koruştu [469].

ez-Zuhrî, geçen senedle şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibnu Abdillah ibn Utbe haber verdi ki, Âişe ile Abdullah ibn Abbâs (R); ikisi, şöyle demişlerdir: Rasûlullah son hastalığına tutulduğu zaman (çektiği zahmetten dolayı) yanında bulunan dört köşeli yumuşak bir abayı yüzü üzerine atıp, yüzünü bununla örtmeye başladı. Hamîsa denilen bu abâ kendisine sıkıntı verdikçe, onu yüzünden açıyordu, îşte Rasûlullah bu vaziyette iken:

— "Allah'ın la'neti Yahûdîler'in ve Hristiyanlar'ın üzerine ol­sun! Onlar peygamberlerinin kabirlerini kendilerine mescidler edin­diler!" buyuruyordu ki, maksadı, onların yaptıklarından ümmeti sakındırmak idi [470].

ez-Zuhrî, yine geçen senedle şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ha­ber verdi ki, Âişe (R) şöyle demiştir: Yemîn olsun ben "Ebû Bekr insanlara imâm olup namaz kıldırsın" emri hususunda Rasûlullah'a çok müracaat ettim. Beni Rasûlullah'a çok müracaat etmeye sevke-den düşünce şu idi: Rasûlullah'ın makaamına geçecek kimseyi insan­ların devamlı sevebileceğini gönlüm bir türlü almıyordu. Ve öyle sanıyordum ki, Rasûlullah'ın yerine geçecek kimseyi insanlar muhak­kak uğursuz sayacaklardır. İşte bunun için ben Rasûlullah'ın, Ebû Bekr'in imamlık yapmasına dâir emrini ta'dîl etmesini ısrarla istemiş­tim.

Bu, Ebû Bekr'in insanlara namaz kıldırması emri hadîsini İbnu Umer, Ebû Mûsâ, İbn Abbâs -Allah onlardan razı olsun- Peygam-ber'den rivayet etmişlerdir [471].

 

434-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'in başı benim göğsüm ile çenem arasında olduğu hâlde vefat etti. Bu sebebleben Peygamber'den sonra hiçbir kimsenin ölümünün şiddetinden asla korkmam.

 

435-....... ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Ka'b ibn Mâlik el-Ensârî'nin oğlu Abdullah haber verdi. Bu Ka'b ibn Mâlik, Allah ta­rafından kendilerine tevbe nasîb edilmiş olan üç kişiden biri idi. Ka'-b'ın oğlu Abdullah'a da Abdullah ibn Abbâs şöyle haber vermiştir: Alî ibn Ebî Tâlib (R), Rasûlullah'ın içinde vefat ettiği hastalığı sıra­sında yanından dışarıya çıktı. İnsanlar:

— Yâ Eba'l-Hasen! Rasûlullah (bu gece) nasıl sabahladı? diye sordular.

Alî:

— Allah'a hamd olsun, hastalıktan biraz iyileşerek sabahladı, diye cevâb verdi.

Alî'nin bu cevâbı üzerine, onun elini (babam) Abbâs ibn Abdil-muttalib tuttu da:

— Vallahi sen üç gün sonra asanın kulu olacaksın [472]. Allah'a yemînle söylüyorum ki, ben Rasûlullah'ın bu hastalığından yakında vefat edeceğini zannediyorum. Çünkü Abdulmuttalib oğulları'nın ölüm sırasında yüzlerini (ne şekil aldıklarını tecrübemle) tanımakta­yım. Şimdi sen bizimle Rasûlullah'a git, bu (devlet başkanlığı) işinin kimde bulunacağım kendisine soralım. Eğer bu iş bizde olacaksa, bunu (Rasûlullah'ın sağlığında) bilelim. Bizden başkasına âid olacaksa, bunu da öğrenelim ve bizi ona vasiyet etsin! dedi.

Bunun üzerine Alî:

— Vallahi bu işi biz eğer Rasûlullah'a sorar, O da bizi bundan men' ederse, Rasûlullah'tan sonra insanlar (bunu delîl getirerek) devlet başkanlığını bize vermezler. İşte bundan dolayı vallahi ben halifelik mes'elesini Rasûlullah'a sormam, dedi [473].

 

436-.......İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Enes ibn Mâlik (R) şöyle tahdîs etti: Pazartesi günü müslümânlar sabah namazında bulunduk­ları sırada, Ebû Bekr onlara namaz kıldırırken birden Rasûlullah, Âişe odasının kapı perdelerini açtı da sahâbîlerine baktı. Sahâbîlerinin na­maz saffları içinde el bağlayarak durduklarını gördü. Sonra (bu gö­rünüşten çok sevindi ve) sesi duyulacak derecede güldü. Ebû Bekr, Rasûlullah'ın namaza gelmek isteğiyle çıktığını sanarak topukları üze­rinde ilk saf fa ulaşmak için geriye çekildi.

Enes devamla dedi ki: Müslümânlar Rasûlullah'ı görmekten o kadar çok ferahladılar ki, az kaldı namazlarından çıkacaklardı. Ra­sûlullah onlara eliyle: "Namazınızı tamamlayınız!" diye işaret etti. Sonra tekrar Âişe'nin odasına girdi ve kapı perdelerini indirdi.

 

437-.......Umer ibn Saîd şöyle demiştir: Bana Abdullah ibnu Ebî Muleyke haber verdi. Ona da Âişe'nin himayesinde bulunan Ebû Amr Zekvân şöyle haber vermiştir: Allah'ın bana ihsan ettiği ni'met-lerden birisi Rasûlullah'ın benim odamda, benim nevbetimde, başı benim göğsümün üstü ile gerdanımın arasında olarak vefat etmesi­dir. Bir de Allah'ın O'nun vefatı sırasında benim tükürüğüm ile O'-nun tükürüğünü bir arada birleştirmesidir. (Şöyle ki: Kardeşim) Abdurrahmân, elinde bir misvak ile odama girdi. Ben de Rasülul-Iah'ı (göğsüme yan) dayamıştım. O'nun misvaka dikkatle baktığını gördüm. O'nun misvakı çok sevdiğini bildiğim için:

  Size misvakı alayım mı? diye sordum.

Başıyla "Evet, al" diye işaret etti. Hemen misvakı alıp kendisi­ne sundum. Fakat katı geldi.

  Yâ Rasûlallah, biraz yumuşatayım mı? diye sordum.

Başı ile "Evet!" diye işaret etti. Ben de misvakı yumuşatıp ver­dim. Bir de Rasûlullah'ın yanında deriden ufak bir su kabı yâhud ağaçtan bir su kabı, içinde su ile dururdu. -Râvî Umer ibn Saîd su kabının ne'vinde şübhe etmektedir.- RasûluIIah arasıra ellerini bu ka­bın içine batırıyor ve ıslanan elleriyle yüzünü sıvazlıyor ve:

  "Lâ İlahe üle'ttah! Ölümün de şiddetleri, sarsmaları var!" di­yordu.

Sonra elini kaldırdı. Tâ ruhu alınıncaya kadar:

  "Yâ Allah, beni er-Refîku'l-A 'la camiasında kıl!" duasına devam etti.

Ve bu duâ ile Peygamberdin (mu'cizeler çıkaran) eli meyledip düş­tü. (Allâhumme sallı alâ Muhammedin ve âli Muhammed.)

 

438-.......Hişâm ibn Urve tahdîs edip şöyle demiştir: Bana ba­bam Urvetu'bnu'z-Zubeyr, Âişe'den şöyle haber verdi: RasûluIIah (S) vefat ettiği hastalığı içinde Âişe'nin nevbet gününe ulaşmayı isteye­rek:

  "Yarın ben nerede olacağım? Yarın ben nerede olacağım?" diye sorar dururdu.

Bunun üzerine zevceleri kendisine izin verdiler, böylece O iste­diği yerde oluyordu. Artık Peygamber yanında vefat edinceye kadar Âişe'nin odasında olmuştur.

Âişe dedi ki: Peygamber sağlığında bana gelmekte bulunduğu nevbet gününde, benim evim içinde öldü. Allah O'nun ruhunu, başı gerdanımla göğsüm arasında iken ve tükrüğü tükrüğüme karışmış hâl­de iken aldı.

Sonra Âişe dedi ki: Kardeşim Abdurrahmân ibn Ebî Bekr, be­raberinde dişlerini misvâkladığı bir misvakla içeriye girdi. RasûluI­Iah ona doğru baktı. Bunun üzerine ben:

  Yâ Abdarrahmân, şu misvâğı bana ver! dedim.

O da verdi. Ben misvâğın kullanılmış yerini dişimle kestim, son­ra yumuşattım ve Rasûlullah'a verdim. RasûluIIah benim göğsüme dayanmış hâlde o misvakla dişlerini ovaladı.

 

439-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) benim odam­da, benim nevbetimde ve ciğerimle gerdanım arasında vefat etti. Biz­lerden herbir kadın O'nu hastalandığı zaman bir duâ ile Allah'a sığındırırdı. Ben de O'nu bir duâ ile sağındırmaya giriştim. Bu sıra­da başını yukarı kaldırdı da iki defa:

— "er-Refîku'l-A 'id içinde kıl, er-Rejîku'i-A 'lâ içinde kıl!" du­asını söyledi.

Bu sırada Abdurrahmân ibn Ebî Bekr, elinde yaprakları soyul­muş yaş bir deynekle bize uğradı. Peygamber (S) ona doğru baktı. Ben bu bakışından, Peygamber'in o deyneğe ihtiyâcı var diye düşün­düm de, deyneği Abdurrahmân'dan aldım, ucunu ağzımda yumuşat­tım ve bir kısmını kestikten sonra bunu Peygamber'e verdim. Peygamber de bununla misvâklanmakta olduğu en güzel şekilde diş­lerini misvâkladı. Bundan sonra o deyneği bana uzatıp verdi. Bu es­nada eii düştü yâhud deynek elinden düştü. İşte bu suretle Allah, benim tükrüğüm ile O'nun tükrüğünü bu misvak deyneği vâsıtasıyle birleş­tirdi ki, bu da Peygamber'in dünyâdan olan günlerinin en sonuncusu içinde ve âhiretten olan günlerinin de ilk gününde oldu.

 

440-.......îbn Şihâb şöyle dedi: Bana Ebû Seleme haber verdi. ona da Âişe şöyle haber vermiştir: Rasûhıllah'ın ölümü üzerine Ebû Bekr, Sunh köyündeki meskeninden atma binerek Medine'ye geldi ve mescide indi. (Mesciddeki kalabalığa bakmayarak ve) kimseye bir-şey söylemeden, doğru Âişe'nin odasına girdi. Hemen Rasûlullah'a yaklaştı. Rasûlullah'ın yüzü bir Yemen beziyle örtülü idi. Yüzünden örtüyü açtı. Sonra üzerine kapandı, O'nu (iki gözünün arasından) öptü ve ağladı. Bundan sonra:

— Babam, anam Sana feda olsun! Vallahi Allah Senin üzerinde iki ölüm birleştirmeyecektir. Sana takdir edilip yazılmış olan bu ölüm geçidini ise geçirmiş bulunuyorsun! dedi.

ez-Zuhrî dedi ki: Ve bana Ebû Seleme, Abdullah ibn Abbâs'tan şöyle tahdîs etti: Ebû Bekr Rasûlullah'ın yanından dışarıya çıktı. Umer ibnu'l-Hattâb ise insanlara:

  Rasûlullah ölmedi! sözünü söylüyordu. Ebû Bekr:

— Yâ Umer, otur! dedi.

Fakat Umer oturmuyordu. Ebû Bekr hemen minbere yöneldi. İnsanlar Umer'i bırakarak Ebû Bekr'i dinlemeye toplandılar. Ebû Bekr, Allah'a hamd ve senadan sonra "Amma ba'du" deyip şunları söyledi [474]:

  Sizden her kim Muhammed'e ibâdet ediyorsa, iyi bilsin ki, Muhammed ölmüştür. Her kim de Allah'a ibâdet ediyorsa, iyi bilsin ki, Allah hiç ölmeyecek olan diridir. Yüce Allah: "Muhammed ancak bir rasûldür. Ondan evvel daha nice ramiler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür, yâhud öldürülürse ökçelerinizin üstünde geriye mi döneceksi­niz? Kim iki ökçesi üzerinde geriye dönerse, elbette Allah 'a hiçbir şeyle zarar yapmış olmaz. Allah şükr ve sebat edenlere mükâfat verecektir" (Âiu imrân: 144) buyurmuştur.

İbn Abbâs dedi ki: Vallahi sahâbîleri o derece şaşkınlık kapla­mıştı ki, bu âyeti Ebû Bekr okuyana kadar, Allah'ın bu âyeti indir­diğini sanki bilmiyorlardı da bütün cemâat bunu Ebû Bekr'den öğrenmişlerdi. Artık işittiğim herbir insan muhakkak bu âyeti oku­maya başlamıştı.

ez-Zuhrî yine geçen senedle dedi ki: Bana Saîd ibnu'l-Museyyeb haber verdi ki, Umer o günkü hâlini şöyle anlatmıştır: Vallahi Ebû Bekr Âlu İmrân âyetini okuyuncaya kadar, Peygamber'in ölümü hak­kında kanâatim yoktu. Onun okuduğunu işitince, dehşet içinde kal­dım. Ayaklarım beni tutmaz olmuştu. Nihayet Ebû Bekr'in o âyeti okuduğunu işitince artık Rasûlullah'ın öldüğüne kanâat getirip, bu­lunduğum yere çöktüm [475].

 

441-....... Bu seneddeki râvîler İbn Abbâs ile Âişe'den, Ebû Bekr (R), Peygamber'in ölümünün ardından Peygamber'i öptü, de­diklerini rivayet etmişlerdir.

 

442-.......Bize Yahya ibn Saîd el-Kattân, Abdullah ibn Ebî Şeybe hadîsini tahdîs edip şunu ziyâde etti: Âişe (R) şöyle demiştir: Pey-gamber(S)'in yarı baygın bulunduğu hastalığı içinde ağzına ilâç koy­muştuk. O da bize: İlâç vermeyiniz! diye işaret etmeye başlamıştı. Biz (Rasûlullah'ın bu çekinmesi) hastalar ilâçtan hoşlanmadığı için­dir, dedik (ve ilâç vermeye devam ettik). Fakat Peygamber ayilınca:

  "Ben sizi ilâç vermekten men' etmedim mi?" diye azarladı. Biz yine:

  Hasta ilâçtan hoşlanmaz (onun için azarlıyor), dedik. Bunun üzerine Rasûlullah:

  "Ev içinde bulunan herkes istisnasız bu ilâçtan alacaktır. İş­te ben bakıyorum. Yalnız Abbâs müstesnadır. Çünkü o beni ilâçla-makta sizinle hâzır bulunmadı!" buyurdu.

Bu hadîsi İbnu Ebfz-Zinâd, Hişâm'dan; o da babası Urve'den; o da Âişe'den; o da Peygamber'den olmak üzere rivayet etmiştir [476].

 

443-.......el-Esved ibn Yezîd en-Nahaî şöyle demiştir: Bir kerresinde Âişe'nin yanında, Peygamber(S)'in (hastalığı sırasında) Alî'ye vasiyet ettiği zikrolundu. Bunun üzerine Âişe:

— Bu vasiyet sözünü kim söyledi? Yemîn olsun ben Peygam-ber'i şu hâlde görmüşümdür: Ben O'nu hayâtının son demlerinde göğ­süme dayamıştım. Bu sırada bir tas istedi. Müteakiben kucağımda bütün vücûdu şarkı verdi. Meğer vefat etmişti. Ben vefatını anlama­dım. Şu hâlde Peygamber, Alî'ye nasıl vasiyet etmiştir? diye onları reddetti.

 

444-.......Talha ibn Musarrıf şöyle demiştir: Ben Abdullah ibn Ebî Evfâ'ya:

  Peygamber (S) vasiyet etti mi? diye sordum. O:

  Hayır (birşey vasiyet etmedi), dedi. Ben tekrar:

— Öyleyse insanlar üzerine vasiyet etmek nasıl farz yazıldı, yâ-hud: İnsanlar nasıl vasiyetle emrolundular? dedim.

İbn Ebî Evfâ:

  Peygamber Allah'ın Kitâbi'yle vasiyet etti, dedi [477].

Hz. Ebû Bekr'in Hutbesi

Hazret-i Ebû Bekir-i Sıddîk nasıl ki Resûl-i Ekrem hut­bede kelâma başlar idiyse aynen o şekilde evvelâ Cenâb-ı Hakk'a hamd ü sena ettikten sonra umûma hitaben:

— "Bu ümmet evvelce taştan ve ağaçtan yapılmış put­lara tapardı, Cenâb-ı Hakk kendisine ibadet ve kendisini tev-hîd etmeleri için .onlara Resul gönderdi. Arab kavmine babalarının dinini terketmek güç geldi. Hakk Ta'alâ hazretle­ri Muhacirîn'i îman ile mümtaz kıldı. Onlar Hazret-i Pey-gamber'e yâr oldular. Ve onunla birlikte müşriklerin ezâ ve cefâsına sabır ve tahammül eylediler. İşte yer yüzünde ilk defa Hakk'a tapan ve Resulüne îman eden onlardır. Resûl-i Ek­rem'in vefakâr yârı, sâdık yardımcıları ve aşireti onlardır. Bu cihetle onlar emarete cümleden ziyade hak sahibi ve evlâdır. Bu babda onlarla kimse münazaa edemez, meğer ki zâlim ola.

"Ey Ensâr, sizin de dince hizmetiniz, fazilet ve meziye­tiniz inkâr olunamaz. Cenâb-ı Hakk sizi dinine ve Resulüne nusret için intihâb etti. Ve sizlere Resulünün hicretini mü­yesser kıldı. Bizce dahi ilk Muhacirlerden sonra sizin merte­benizde başka kimse yoktur. Resûlullah'a yardımcı oldunuz. Onun için dâva ettiğiniz fazl ü şerefin ehlisiniz; buna kimse­nin bir diyeceği yoktur. Fakat emaret bahsinde Arab kabile­leri ancak Kureyş'i tanır. Başkasının emaretini kabul etmez. Zira Kureyş kavmi haseb ve nesebçe Arab'ın fazîletlisidir. Memleketleri Arab yarımadasının ortasidır. Biz ümerâyız, siz vüzerâsmız. Hiç bir meşveretten geri bırakılmazsınız. Sizin reyiniz alınmadıkça bir iş görülmez" dedi. (Filibeli Şehben-derzâde Ahmed Hilmi-Ziya Nur, İslâm Târihi, İstanbul 1982, 2 bs., s. 212'den).    .

 

445-....... (Peygamberin kayın biraderi ve mü'minlerin anası Cuveyriye'nin erkek kardeşi olan) Amr ibnu'l-Hâris (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) -vefatı zamanında- dînâr, dirhem, erkek ve dişi köle bırakmadı. Ancak binmekte olduğu dişi beyaz katırla harb silâhını, bir de yolcular için vakıf ettiği (Fedek ve Hayber'deki) arazîyi bırak­tı.

 

446-....... Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) vefatı günü zevale doğru hastalığı- ağırlaşınca sık sık bayılmaya baş­ladı. Bundan kederlenen Fâtıma aleyha's-selâm da yüksek sesle:

  Vây babamın ıztırâbına! dedi.

Bunun üzerine Peygamber, Fâtıma'ya hitaben:

   "Kızım bu günden sonra babanın üzerinde hiçbir iztırâb kalmayacaktır" buyurdu.

Enes dedi ki: Peygamber vefat edince, Fâtıma:

— Yâ ebetâhu! Ecâbe Rabbâ duâhu! Yâ ebetâhu men cennetu'l-Firdevsime'vâhu! Yâ ebetâhu ilâ Cibrîlenen'âhu = Ey Rabb'in da'-vetine icabet eden babam! Ey cennetu'l-Firdevs'te makaamı olan ba­bam! Ey Cibril'e ölümünü haber verdiğimiz babam! diye hüzün ve kederini açığa çıkarmıştır.

Peygamber defnedildikten sonra da Fâtıma aleyha's-selâm, Efes'e:

— Ey Enes! Derin bir bağlılıkla sevdiğiniz Rasûlullah'ın üzerine

toprak saçmağa gönlünüz nasıl razı oldu? diye bir hüzün ve keder sorgusu sormuştur [478].

 

86- Peygamber(S)'İn Söylediği Son Sözü Babı

 

Peygamber(S)*in Şemaili

Millî ve muhterem bir muharririmiz (Cevdet Paşa) Zât-ı Âlî-yi Nebevî'yi, taklidi gayr-i kaabil sevimli bir uslûb ile ve muteber, mevsuk eserlere istinaden şu suretle vasfediyor:

"Resûl-i Ekrem ve Fahr-i Âlem Muhammedüni'l-Mustafa Sallallahü aleyhi ve sellem hazretleri hilkatçe ve ahlâkça bü­tün Âdem oğullarının ekmeli idi. Hep enbiyâ-yı izam aleyhis-

salâtü ve's-selâm hazerâtı tâmmü'l-azâ_ve güzel idiler.

Mübarek cismi güzel, cümle âzası mütenasip, endamı ga­yet metbû, alnı ve göğsü, iki omuzlarının arası geniş, boynu uzun ve mevzun ve gümüş gibi sâf, omuzları ve bazuları ve baldırları iri ve kaim, bilekleri uzun, parmaklan uzunca, el­leri ve parmaklan kalınca idi. Mübarek karnı göğsüyle bera­ber olup şişman değildi. Ayaklarının altı çukur olup, düz değildi. Uzuna karîb orta boylu, iri kemikli, iri gövdeli, güç­lü kuvvetli ekmeli idi. Hep enbiyâ-yı izam aleyhissalâtü ves­selam hazerâtı tâmmü'1-âzâ ve güzel idi.

Kemâl-i itidal üzre büyük başlı, hilâl kaşlı, çekme bu­runlu, az değirmi çehreli, söbüce yüzlü idi. Şişman yüzlü ve yumru yanaklı değildi.

Kirpikleri uzun, gözleri kara ve güzel, büyükçe ve iki ka­şının arası açık, fakat kaşları birbirine yakın idi; çatık kaşlı

değildi. İki kaşının arasında bir damar vardı ki, gazaplı ha­linde kabarıp görünürdü.

O Nebî-i Müctebâ ezherü'1-levn idi. Yâni ne kireç gibi ak ve ne de kara yağız; belki ikisi ortası ve gül gibi kırmızıya mail beyaz ve nûranî ve berrak olup, mübarek yüzlerinde nûr lemeân ederdi. Gözlerinin akında dahi az bir kırmızılık var­dı. Dişleri inci gibi âbidâr ve tâbdâr olup, söylerken ön diş­lerinden nûr saçılır, gülerken fem-i saadeti lâtîf bir şimşek gibi açılırdı.

Saçları ne pek kıvırcık ne de pek düz idi. Saçların: uzat­tığı vakit kulaklarının memelerini tecâvüz ederdi. Sakalı sık ve tam idi. Uzun değildi. Bir tutamdan ziyâdesini alırdı.

Âlem-i bekaa'ya rihlet buyurduklarında sakalı henüz ağar­mağa başlayıp, başında biraz, sakalında yirmi kadar beyaz kıl vardı.

Cismi nazîf, kokusu lâtîf idi. Koku sürünsün sürünme­sin, teri ve teni en güzel kokulardan âlâ kokardı. Bir kimse onunla musafaha etse, bütün gün onun râyiha-yı tayyîbesini duyardı. Mübarek eliyle bir çocuğun başım meshetse, hoş ko­kusuyla o çocuk sair çocuklar arasında malûm olurdu.

Doğduğu vakit dahi nazîf ve pâk idi. Sünnetli ve göbeği kesik olarak doğmuştu.

Havassı fevkalâde kavı idi. Pek uzaktan işitir ve kimse­nin göremiyeceği mesafeden görürdü.

Harekâtı hep mutedil idi. Bir yere azimetinde sağ ve so­la meyletmeyip kemal-i vakar ile doğru yoluna gider ve fa­kat diğerleri sür'atle yürüdükleri halde bile ondan geri kalırlardı.

En mükemmel ve müstesna surette yaratılmış bir vücûd-i mes'ûd ve mübarek idi. Güler yüzlü, tatlı sözlü idi. Kimse­ye fena söz söylemez ve kimseye bed muamele eylemez ve kim­senin sözünü kesmez, mülayim ve mütevazı idi. Haşîn ve galîz değildi. Fakat mehîb ve vakur idi. Beyhude söz söylemezdi. Gülmesi dahi tebessüm idi.

Onu ansızın gören kimseyi mehabet alırdı ve onunla Ül­fet ve sohbet eyleyen kimse ona can ü gönülden âşık ve mu-hîb olurdu. Ehl-i fazla derecelerine göre ihtiram eylerdi. Akrabasına dahi pek ziyade ikram eylerdi. Lâkin onları ken­dilerinden efdâl olanların üzerine takdim etmezdi.

Hizmetkârlarını pek hoş tutardı. Kendisi ne yer ve gi­yerse onlara dahi onu yedirir, onu giydirirdi.

Sehî ve kerîm, şefîk ve rahim, şecî ve halîm idi. And ve vaadinde sabit, kavlinde sâdık idi. Velhâsıl hüsnü ahlâkça, akıl ve zekâvetçe cümle nâsa faik ve her türlü medih ve sena­ya lâyık idi.

Kitap okumamış, yazı yazmamış olduğu halde avam ve havasın, zahirî ve bâtınî umurunda vâki olan hüsn-i tedbîr ve tasarrufunu bir adam düşünse o Hazret'in ne mertebe akıl, fehm ve zekâsı olduğunu derhal anlar.

Cehil zulmetleri içinde kalmış Arab kabâili arasında bü­yüyüp ve Arab yarımadası gibi ücra bir mahalde zuhur eyle­yip de ümmî olduğu halde insanları ilim ve maârif nurları ile nurlandırdığmı bir akl-ı selîm sahibi teemmül etse, bilâ-tereddüt onun nübüvvet dâvasını ihtiyarsız tasdik eder.

Yemede, giymede, zarurî miktar ile iktifa ve ziyâdesin­den çekinirdi. Bulduğunu yerdi; bulduğunu giyerdi. Tam do­yuncaya ve karnı doluncaya kadar yemezdi. Üzerinde yatıp uyuduğu döşek, deriden mâmûl olup içi dahi hurma lifi idi.

Az zaman içinde bunca fütuhata mazhar olmuş ve vâridât-ı İslâmiye çoğalmış iken, dünya malına asla iltifat eylemezdi. Ganimetlerden kendisine kalan malların ekserisini müstehak-larına sadaka olarak verip, kendi maişeti için pek az şey alı-koyardı. Bu cihetle bazan istikraza mecbur olurdu.

Ehl-i Beyt'inin ekseriya yedikleri arpa ekmeği yahud hur­ma idi. Dâr-ı ukbâ'ya azimetinde en sevgili zevcesi olan Ay­şe hazretlerinin hücresinde cüz'î arpadan başka yiyecek yoktu. Zırhı bir Yahûdî elinde merhûn idi ki ıyâlinin nafakası için otuz ölçü arpa ödünç alıp zırhını rehîn etmişti" {Cevdet Pa­şa, Kısâs-ı Enbiyâ'dan).

 

447-.......ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Saîd ibnu'l-Müseyyeb, ilim ehlinden olan birtakım adamlar içinde haber verdi ki, Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) sıhhatte iken birçok defalar:

  "Hiçbir peygamberin ruhu, cennetteki durağını görmedikçe kabzolunmaz. Sonra muhayyer bırakılır" buyurmuştu.

Kendisine hastalık gelince, başı dizimin üzerinde bulunduğu bir sırada bayıldı. Sonra ayılınca gözünü açıp evin tavanına doğru dikti.

Sonra:

  "AHâhumme er-Refika'I-A'lâ (= Yâ Allah, en yüksek refiki isterim)!" buyurdu.

Bunun üzerine ben: Artık Peygamber şimdi bizi tercîh etmiyor, dedim. Ve bildim ki, Peygamber'in bu sözü, sıhhatli zamanında vak­tiyle bize söylemekte olduğu sözüdür.

Âişe dedi ki: İşte bu "AHâhumme er-Refika'l-A *fâ" sözü, Pey­gamber'in söylediği en son kelime, yânî kelâm oldu [479].

 

87- Peygamber(S)'İn Vefatı Babı

 

(Yânî hangi senelerde ve kaç yaşında vefat ettiği babı)

 

448-.......Bize Şeybân ibn Abdirrahmân en-Nahvî, Yahya ibn Kesîr'den; o da Ebû Seleme'den; o da Âişe ile İbn Abbâs(R)'tan tah-dîs etti ki, Peygamber (S) Mekke'de kendisine Kur*ân indirilerek on sene, Medine'de de on sene eğlendi, dediklerini tahdîs etti.

 

449-....... Bize el-Leys, Ukayl'den; o da İbn Şihâb'dan; o da Urve ibnu'z-Zubeyr'den; o da Âişe(R)'den: Rasûlullah (S) altmışüç yaşında iken vefat etti, diye tahdîs etti.

İbnu Şihâb: Ve bana Saîd ibnu'I-Müseyyeb de bu metindeki gi­bi altmışüç yaşı haber verdi, demiştir [480].

 

88- Bâb

 

(Bu, geçen bâbdan bir fasıl gibidir.)

 

450-.......Âişe (R): Peygamber (S), zırhı otuz sâ' ölçeği arpaya karşılık bir Yahudi'nin yanında rehin verilmiş olduğu hâlde vefat et­ti, demiştir.

 

89- Peygamber(S)'İn Vefat Ettiği Hastalığı İçinde Usâme İbn Zeyd(R)'İ Bir Ordunun Başında Göndermesi Babı

 

451-....... Bize Mûsâ ibn Ukbe, Sâlim'den; o da babası İbn Umer'den şöyle tahdîs etti: Peygamber (S) Usâme'yi ordu üzerine kumandan ta'yîn etti. Bâzı kimseler Usâme'nin kumandanlığı hakkın­da i'tirâz sözleri söylediler. Bunun üzerine Peygamber:

— "Sizin Usâme'nin kumandanlığı hakkında söyledikleriniz bana ulaştı. Usâme (babasından sonra) bana insanların en sevimlisidir" bu­yurdu.

 

452-.......Abdullah ibn Umer(R)'den (o, şöyle demiştir): Ra­sûlullah (S) Rumlar üzerine göndermek için bir ordu hazırladı ve ba­şına da Usâme ibn Zeyd'i emîr ta'yîn etti. İnsanlar, Usâme'nin emirliği hakkında kötüleme yaptılar. Bunun üzerine Rasûlullah ayağa kalkıp bir hutbe yaparak: "Eğer sizler şimdi Usâme'nin kumandanlığına kö­tüleme yapıyorsanız, sîz bundan önce onun babasının kumandanlı­ğına dil uzatmıştınız. Allah'ayemîn ederim ki, Zeyd kumandanlığa nasıl lâyık idiyse ve o bana insanların en sevimlilerinden biri idiyse, hiç şübhesiz şu Usâme da babasından sonra bana insanların en sevimlilerindendir" buyurdu [481].

 

90- Bâb

 

(Bu, geçen bâbdan bir fasıl gibidir.)

 

453-....... Bana Amr ibnu'I-Hâris, Yezîd ibn Ebî Habîb'den; o da Ebû'1-Hayr'dan haber verdi ki, Ebû'1-Hayr es-Sanâbihî'ye:

  Medine'ye ne zaman hicret ettin? diye sordu. es-Sanâbihî de ona şöyle cevâb vermiştir:

— Bizler, Peygamber'e hicret etmek üzere Yemen'den yola çık­tık. Cuhfe'ye geldik. Karşıdan bir süvârîyönelip geldi. Ben o süvârî-ye: Bize Medine'den haber ver, dedim. O zât: Peygamber(S)'i beş gün önce defnettik, dedi.

Ebû'1-Hayr dedi ki: Ben es-Sanâbihî'ye:

  Kadir gecesinin ta'ymi hakkında birşey işittin mi? dedim. O:

— Evet işittim. Bana Peygamber'in müezzini Bilâl, onun ta'yî-ni ramazânın son on günü içindeki yedidedir, diye haber verdi, dedi [482].

 

91- Bâb: Peygamber (S) Kaç Gazveye Gitti?

 

454-.......Ebû Ishâk Amr es-Subey'î şöyle demiştir: Ben Zeyd

ibn Erkam(R)'a:

  Rasûlullah ile kaç gazada bulundun? diye sordum.

  Onyedi gazada, diye cevâb verdi. Ben:

  Peygamber (S) bizzat kaç gazada bulundu? dedim.

  Ondokuz gazada bulundu, dedi [483].

 

455-.......el-Berâ ibn Âzib (R) tahdîs edip: Ben Peygamber'in beraberinde onbeş gazaya gittim, demiştir.

 

456-.......Bureyde ibnu Husayb da RasûlulIah(S)'ın beraberin­de onaltı gazaya gittiğini söylemiştir [484].

 

Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle

Hamd Allah 'a mahsûstur; O 'na hamd eder, O 'ndan yardım isteriz. Allah kime hidâyet verirse artık O 'nü hiç saptıracak yok, saptırdığına da hiç hi­dâyet verici yoktur. Sözün en hayırlısı Allah'ın Kitabı, yolun en hayırlısı da Muhammed'in yoludur. (Dînde) işlerin senlileri, sonradan kâd edilen bidatlerdir. Her bid'at da sapıklıktır ı.

1 Müslim, Cumua, Tahfîfu's-salât ve'1-hutbe, rak. 45, Câbir'den; "Sö­zün en hayırlısı" kısmı Buhârî, Edeb, "Bâb fi'1-hedyi's-sâlih", rak. 122'de İbn Mes'tid'dan rivayet edilmektedir. Bu son kısmı yakın bir lâfızla Ahmed ibn Hanbel, Câbir(R)'den rivayet etti.

Buhârf nin "Kitâbu't-Tefsîr"i Hakkında Birkaç Söz

Buhârî'nin diğer hadîs kitâblarmdan biri "ta'lîk" diye adlandırılan râvîler zinciri kısaltılmış veya tamamen kaldırılmış hadîs ve haberlerden, diğeri de hadîs ve haberler arasında bol bol bulunan dilbilgisi ile ilgili mal­zemeden ibaret iki mühim husûsiyetiyle ayrıldığı görülmüştür. Sahîh'in ih­tiva ettiği dil bilgisine âid malzeme kitabın her yerinde bulunmakla beraber, en çok rastlandığı yer Tefsîr Kitabındır (Buhârî'nin Kaynakları, VII, VIII).

Buhârî'nin el-Câmi'u's-Sahîh% muhteva bakımından umumiyetle iki kısımdan teşekkül eder. Bunlardan biri isnâd bakımından muhtelif dere­celer ifâde eden hadîsler, diğeri hadîs edebiyatının hassaten Buhârî için kullandığı ta'bîrle "terâcim'Men ibarettir. Buhârî, kitabının bu ikinci hu­sûsiyetiyle, hadîs musannıflarmdan bariz bir şekilde ayrılır. "Bâb"Iarm isimleri ve muhtevalarının bir nevi' hulâsası mâhiyetinde olan ta'rîflerden ibaret bulunan bu kısım, kitabında mühim bir yer işgal etmektedir. {Bu­hârî'nin Kaynakları, s. 52). "Terâcim" adı verilen bu kısımlarda bazen "Kaale" ve bazen "Kaale gayruhu" ta'bîrini ta'kîb eden muhtelif cümle­ler, bazen kaaili zikr olunmamakla zahiren Buhârî'nin imiş gibi görünen birçok fikirler vardır. Bâblarının arasına yayılan bu gibi fikirler, kitabı­nın hemen her tarafında bol bol bulunmakta ise de, en çok Tefsîr Kitâbı'-nda göze çarpmaktadır. (Buhârî'nin Kaynakları, s. 53).

Buhârî'nin kendinden evvelki tefsîr kitâblarıyle ortak olan bu kısmı­nın diğerlerine hiç benzemeyen bir tarafı vardır: Diğer kaynaklar kendi­lerinden evvelki âlimlerden almış oldukları bu izahları isnâdlarla uladıkları hâlde, Buhârî, hemen hemen dâima senedleri kaldırıp sâdece o îzâhın sa­hibi olan sahâbî, tabiî ve tabiîden sonra gelenlerin ismini bırakır. Kendile­rinden Kur'ân'da gelen kelimelerle ilgili bilgiler rivayet ettiği şahısları tâ-rîh sırasına göre üç kısma ayırmak kaabildir: Sahâbî, Tâbiûn ve Tâbiûn'dan sonrakiler.

a.  Sahâbîlerden isnâdsız gelen lügat izahları:

Umer ibnu'l-Hattâb (Ö. 23)...............................................    3

Abdullah ibn Mes'ûd (32)................................................    2

Ebû Mûsâ el-Eş'arî (44) ..................................................    1

Abdullah ibnu'z-Zubeyr (73) ............................................    i

Abdullah ibn Abbâs (69).................................................187

b.  Tâbiûndan isnâdsız gelen lügat İzahları:

Mucâhid ibn Cebr (103)..................................................144

İkrime(105)...................................................................  12

Saîd ibn Cubeyr (54).......................................................  10

Ebû'I-Âliye (90).............................................................    9

el-Hasenu'1-Basrî (121) ....................................................  12

Katâde ibn Diâme (117)..................................................  16

Saîd ibnu'l-Müseyyeb (95) ...............................................    2

İbrâhîm en-Nahâî (95) ....................................................    2

Ebû Vâil (85) ................................................................    1

er-Rabî' ibn Huşeym (63)................................................    1

Alkame ibn Kays (102)....................................................    1

Alî ibnu'l-Hüseyin (104)..................................................    1

Atâ ibn Ebî Rebâh (104).................................................    1

Ebû Meysere ibn Şurahbîl  ............................................    1

Ubeyd ibn Humeyr (68)..................................................    1

c. Tâbiûndan sonra gelenlerden alman isnâdsız izahlar:

Sufyân es-Sevrî (161) ......................................................    1

Sufyân ibn Uyeyne (198).................................................  10

_ Buhârî'de kaldırılan isnâdlann yerine geçen şahısların çoğunun müs­takil birer tefsîr sahibi olduğunu birçok kaynaklardan öğreniyoruz 2.

Buhârî'nin bu tip rivayetleri içinde Abdullah ibn Abbâs (187 aded) ve Mucâhid'den (144 aded) gelenler mühim bir yer işgal eder. Her ikisinin de yazılı birer Tefsîr sahibi oldukları biliniyor. Buhârî'nin garîb kelimele­rin izahında îbn Abbâs'tan sonra geniş çapta faydalanmış olduğu Mucâ-hid'in tefsîrinin sıhhati, hemen hemen bütün âlimlerce kabul edilmiş, İmâm Şafiî, Buhârî ve diğer birçok muhaddislerin ondan faydalandıkları sık sık ifâde olunmuştur {Buhârî'nin Kaynakları, s. 123).

2 Bu zevatın tefsirlerini İbnu'n-Nedîm'in Fihrist *m&&\ (226-235), Keşfu'z-Zunûn'un "Tefsîr" maddesinden, Taberî'nin kaynakları hak­kında eski bir rivayeti muhafaza eden Yakut'un Îrşâdu'l-Erib'inden (XVIII, 54-65), Sa'lebî'nin el-Keşf ve't-Beyân adlı tefsîrinin mukad-dimesindeki geniş bilgilerden ve Buhârî şerhlerinden, hâsseten İbn Ha-cer'in Ta'lîku't-Ta'lîk'mdan ve bunların hâl tercemelerini ihtiva eden diğer birçok kitâblardan öğreniyoruz (Buhârî'nin Kaynakları, s. 121, haşiye: 1).

Kitâbu't-Tcfsîr/4161

r

Buhârî - Sahîh'in dil bilgisi kaynakları hakkında en mühim bilgileri veren İbn Hacer'e göre- en çok şu dört dil âliminin kitâblarmdan fayda­lanmıştır: Ebû Ubeyde Ma'mer ibnu'l-Müsennâ (210), el-Ferrâ (211), en-Nadr ibn Şumeyl (203), Ebû Ubeyd el-Kaasım ibn Sellâm (221).

Âyetlerin tefsîri için muhtelif kaynaklara müracaat edip herhangibir sahâbî ve tabiînin adını açıkladıktan sonra bu dil âlimlerinden yaptığı na­killer için "Vekaale gayrulıu" veya "Ve kaale ba'duhum" ta'bîrini kulla­nır (Buhârî'nin Kaynakları, s. 120-130).

Buhârî'nin Kitâbu'l-Enbiyâ'da dil âlimlerinden alınmış olan parçala­rın şerhi esnasında şârih Kirmânî: "Bu, kitabın fâidelerini artırmak değil, hacmini büyültmektir" demişti (Fethu'l-Bârî, VI, 259). Buna karşı İbn Ha-cer: "Bir sarihin, şerhine çalıştığı kitaba karşı böyle bir uslûbla itham et­mesi normal değildir. Hiç şübhesiz Kur'ân'daki garîb kelimelerin îzâhında fayda vardır. Onun {Kirmânî'hin) burada kitabın faydasını çoğaltmak hu­susiyetini kabul etmemesi merdûddur. Bu kitabın esâs konusu sahîh ha­dîslerin getirilmesi ise de bir çok âlimler onun sahabe ve tâbiûnun veya muhtelif fakîhlerin sözlerini nakilden maksadının, kitabın rivayet malze­mesiyle dirayet malzemesinin bir arada bulunmasını istemesinden ibaret olduğunu anlamışlardır. Dirayet malzemesinin bir nev'i de hadîsin garîb kelimelerinin izahıdır. Buhârî bir hadîste bir garîb kelime bulunur ve bu­nun aslı veya benzeri Kur'ân'da mevcûd olursa, Kur'ân'daki kelimenin şerhine teşebbüs ve Kur'ân ile hadîsin her ikisini birden şerh etmek sure­tiyle faydayı artırmaya gayret etme>i âdet edinmiştir. Bed'u'1-Halk veya Kısâsu'l-Enbiyâ gibi kısımlarda kendi şartına uygun hadîs bulamadığı tak­dirde, onun yerini Kur'ân'da geçen garîb kelimelerle doldurmasının fay­dası nasıl inkâr edilebilir?" diyerek i'tirâz etmiştir {Fethu'l-Bârî, VI, 259).

Aynî ise Kirmânî'nin ve İbn Hacer'in sözlerini naklettikten sonra: "Evet, bunlar faydadan hâlî değildir, fakat Buhârî'nin kitabının gayesi hadîsleri ortaya koymaktır, lügatleri değıY'demıştn {Umdetu'l-Kaarî, VII, 310). {Buhârî'nin Kaynakları, s. 159-160).

Buhârî Tefsîr Kitâbı'nda sûre ismi ve Besmele'den sonra, sûrenin ta­mâmının tefsirini değil, sâdece tefsîr etmek istediği ta'bîrlerin ve bâzı âyet­lerin tefsirlerini getirmektedir. Gerek sûrelerin evvellerinde, gerek bâb başlarında o sûrede geçen bâzı kelime ve ta'bîrlerin tefsirlerini nakletmek­tedir, biz metinde verilen bu kelime ve ta'bîrlerin okuyucular tarafından daha kolay ve iyi anlaşılması için ya bunların baş veya son kısımlarından daha bâzı kelimeler ilâvesiyle, yâhud da o âyetin yarısının veya bütünü­nün Türkçe mealini vermeğe çalıştık, ve herbir kelime ve ta'bîrin geçtiği âyet rakamlarını metindeki yazılma sırasına göre tesbît edip bildirdik. Gerek meallerde, gerek haşiyelerde yazdığımız terceme ve bilgilerin çoğunu Ha­san Basrî Çantay'm Kur'ân-ı Hakim ve Meâl-i Kerîmi ile Elmahli Mu-hammed Hamdî Yazır'm Hakk Dîni Kur'ân Dili tefsirinden nakledip, cild

4162/Sahîh-i Buharı ve Tercemesi

ve sahîfe rakamlarını gösterdik. "Çünkü -herhangi bir konuda- yazılan­ların en güzellerinden bâzı tekrarlar yapmak en güzelidir" (E. Göze).

Buhârî bu Tefsir Kitâbi'nda 114 sûreyi sırasıyle birer başlık yapmış, bu başlıklardan sonra da o sûredeki bâzı âyet ve ta'bîrler hakkında tefsîr-ler nakletmiştir. Bu suretle 467 bâb altında naklettiği senedli hadîslerin sayısı 500'dür. Fadâilu'l-Kur'ân Kitâbi'nda ise 37 bâb altında 85 hadîs getirmiş­tir. Bunların toplamı 585 hadîs ediyor. İmâm Müslim'in el-Câmi'u's-Sahîh'mm Kitâbu't-Tefsîr'i ise, Sahihinin en sonunda 7 bâb içinde getir­diği 34 hadîsten ibarettir. Hadîs kitâbları içinde Buhârî'den sonra müsta­kil bir Tefsîr Kitabı ayırıp en çok hadîs getiren hadîsçi, Buhârî'nin genç çağdaşı ve öğrencisi olan İmâm Tirmizî (ö. 279)'dir. Tirmizî de Fadâilu'l-Kur'ân Kitâbi'nda 25 bâb içinde 41 hadîs, Kıraatler Kitâbi'nda 13 bâb içinde 22 hadîs, Kur'ân'ın Tefsiri Kitâbi'nda 96 bâb içinde 42 hadîs getir­miştir. Takriben her üç kitâbda 505 kadar hadîs getirmiş oluyor (Rakamlı baskıda 2875'ten 3369'a kadar).

Buhârî'nin et-Câmi'u's-Sahîhl ile ilgili birtakım bilgiler Mukaddime'de verilmişti. Mesafe uzadığı ve bir de Tefsîr Kitabı'nm özelliğini belirtmek maksadıyle bu bilgiler ve tavsiflerin bâzısını burada tekrar yazmış bulu­nuyoruz.

Mehmed Sofuoğlu

Tefsîr İlminin Önemi

Hamdele ve Salvele'den sonra: Şübhesiz himmet (azm ve istek) bo­yunlarının uzanacağı en iyi ve ümmetlerin elde etme yansı yapacakları en büyük şey, kalbin hayâtı, hâlis aklın sağlığı olan ilimdir. İlim nevi'lerinin en ulu ve en yükseği, delilleri en kâmil ve en yararlı olanı da şer'î ilimler ve dînî bilgilerdir. Çünkü kulların iyiliğinin nizâmlanıp (dizilip) sabit ol­ması, âhirette kurtuluş ve zafere nail olmak, ancak bu ilimlerle gerçekle­şir.

Tefsîr ilmi ise bunlar arasında sânca en yükseği, burhanca en kuvvet­lisi, yapıca en sağlamı, beyânca en açığıdır. Çünkü tefsîr, dînî ilimlerin alınma yeri ve esâsıdır; elde edilmeleri ve öğrenilmeleri ancak ona daya­nır; hattâ vasıflandığı gibi tefsîr, dînî ilimlerin başbuğu ve başıdır. Nasıl olmaz ki, onun konusu şerîatin toplayıcısı, dînin direği, hikmetin pınarı, peygamberliğin delili, baş ve kalb gözlerinin nuru olan Ulu Kitâb'dır ki, ondan başka Allah'a ulaştıracak hiçbir yol yok; ondan başkasıyle kurtu­luş yok, ona aykırı olan hiçbirşeyin tutunup korunması yoktur. Şu mu­hakkak ki, ak (güzel ve azîz) şeriatına muttali' olmayı meram eden, onun maksadlanna erişmeye, necîb âlimlerine yetişmeye tama' eden kimseye tefsiri gece sohbetçisi ve enîs (üns ve ülfet eden kişi) edinmesi ve onu her zaman fikir ve amelce meclis yoldaşı yapması lâzım gelir. İşte böylece hacetine fırsat ve isteğine zafer bulmaya yaklaşır ve kendini öne geçenlerden ve doğru yolu bulan ilk süvari bölüğü içinde bulur; kalbinde îmân nuru parlar, kalb gözünde irfan güneşi doğar, dünyâda ve âhirette yüksek bir mekâna ko­nup yerleşir..." (MuhammedCemâleddînel-Kaasımî, Mehâsinu't-Te'vîl, Mukaddime, s. 4).

 



[1] ei-öazvu, gayn'ın fethi ve noktalı zâ'm sükûnu İle bir nesneyi irâde ve taleb ey­lemek, kasdeylemek ve düşmanla cenk ve kıtal eylemeye gitmek ma'nâlanna-dır.

el-Iğzâ ve't-Tağziye, bir adamı gazaya hami eylemek, gaza ettirmek.

el-Mağzâ, mecra vezninde mekân ismidir; maksad ve meram ma'nâsına-dır. Kelâmın mağzâsı, maksadı ma'nâsmadır.

el-Mağâzî, mîm'in fethiyle, gâzîler kısmının, menkabeteri ve dâstânlanna denir; siyer ve şeh-nâme gibi. Mağâzî Kitabı bu ma'nâdandır. Şârih der ki, bu­nun müfredi yoktur yâhud müfredi Mağzâ ve Mağzât kelimeleridir (Kaamûs Ter,). Mağâzî, Mağzâ ve Mağzât'm cem'i olduğuna ve bunlar da mîmli masdar veya mekân ismi olabileceğinden, bu, Peygamber'in gazve menkabeleri veya Pey­gamber'in gazve sahaları diye terceme edilebilir.

Bu başlık, Peygamber'in sâdece harb ve cihâd menkabeleri, askerî hare­ketleri değil, Medine'de kurduğu islâm Devleti'nin dînî, siyâsî, hukukî ve icti-mâî bütün hayâtı ve faaliyetlerini içine almaktadır.

Peygamber Mekke'de harbe izinli değildi, tslâm hukukunda insanlar ara­sında aslolan sulh ve musâlemet dâiresinde münâsebettir. Harbe zaruret Üzeri­ne başvurulur. Peygamber Medine'ye geldiğinde yine bu esas üzerine yürümüştür. Fakat islâm'ı ve müslümânlan savunmak İhtiyâcı belirince, evvelâ savunma har­bine izin verildi.

[2] Gazve'nin el-Ğazvu masdarından alındığını,bunun da düşmanla cenk ve kıtal eylemeye gitmek ma'nâsına geldiğini bundan önceki haşiyede nakletmiştik. Ri vâyet ilmiyle siyer ıstılahında gaza ve gazve ta'bîrleri, Peygamber'in bizzat ha­zır bulunduğu harblere denilir. Peygamber'in bizzat içinde bulunmadığı askeri müfrezelere seriyye denilir. Seriyye, hareketleri ekseriyâ-gece cereyan eden çete ve akıncı müfrezesi demektir. Seriyyenin asker sayısı üç ile dörtyüz arasında olur, bunlar çok kerre keşif hizmetlerinde kullanırlar.

Müdâfaa harbine izin verilince Peygamber önceleri bizzat harbe katılma­yıp üç seriyye, üç akıncı müfrezesi hazırlamış, bunları bâzı emniyet ve keşif hiz­metlerine göndermiştir. Buhârî'nin bu ilk seriyyeler hakkında rivayeti bulun­madığından, bunları siyer kitâblarından kısaca nakledelim:

ilk seriyyeler üç tanedir:

a.  Hamza ibn Abdilmuttalib seriyyesi, otuz kişilik olup, hicretin yedinci ayına tesadüf eden ramazân başında, Şam'dan gelmekte olan ve üçyüz kişinin koruduğu Kureyş kervanı üzerine gönderilmiş, çarpışma yapılmadan dönmüş­tür.

b. Ubeyde ibn Haris ibn Abdilmuttalib seriyyesi, altmış kişilik olup, Ebû Sufyân'm maiyyetinde Mısır'a gitmekte ve ikiyüz kişiyle korunmakta olan ker­van üzerine şevval başında gönderilmiş, Rebîg vadisinde karşılaşılmış, fakat çar­pışma olmamıştır.

c. Sa'd ibn Ebî Vakkaas seriyyesi, zu'1-ka'de başında yirmi süvarilik müf­reze yollanmış, bunlar geceleri gidip gündüzleri gizlenerek beş günlük yolculuk­la Cuhfe yanında Hezâz suyuna kadar varmışlar, kervanın geçtiğini öğrenince daha ileriye gitmeye izin verilmediği için geri dönmüşlerdir. Bu seriyyelerin üçünde de harb ve kıtal olmamıştır.

[3] Peygamber'in bizzat katıldığı ilk gazve, Muhammed ibn İshâk'ın Mağ&zîsmde buradaki sırayla verilmiştir. Muhammed ibn İshâk Mağâzî'de imamdır, doğru sözlüdür, hicrî yüzellibir yılında vefat etmiştir. Meşhur el-Mağâzî kitabının bir kısmı HamîduIIah tarafından son zamanlarda bulunup neşredilmiş?, u: Konya Hayra Hizmet Vakfı, 1981/1401.

a. Ebvâ: Rasûlullah'm bizzat katıldığı ilk gazve olduğunu, buna Veddân gazası da denildiğini Vâkıdî bildirmiştir. Rasûlullah bu gazveye hicretin onikinci ayı olan saferin evvelinde çıkmış, Medine'de Sa'd ibn Ubâde'yi kaymakam bı­rakmış, beyaz bayrağı Hamza'ya vermiştir. Bu gazveye yalnız Muhacirler işti­rak ettirilmiş, Kureyş'e karşı bir mukaabele maksadıyle ve aynı zamanda Damre ibn Bekr oğulları'nı itaat altına almak için çıkılmıştı. Düşmana tesadüf edilme­diğinden çarpışma olmamış, yalnız Damre oğulları'yle bir muahede yapılıp dö­nülmüştür. Ebvâ, Mekke ile Medine arasında, Medine'ye daha yakın bir yerdir. Peygamber'in annesi Âmine orada gömülmüştür. Peygamber orada birkaç gün kalmıştır.

b. Buvât, Medine'ye üç, dört berid (yânî 36 veya 48 mil) uzaklıkta bir arazî­dir. Rasûlullah Şam'dan gelen Kureyş kervanına i'tirâz ve mukaabele maksa­dıyle hicretin onüçüncü ayına tesadüf eden rebîu'l-evvelde ikiyüz kişilik bir süvârî müfrezesiyle hareket etmiş, düşmanla karşılaşılmadan Medine'ye dönmüştür.

c.  Uşeyre veya Useyre, Yenbû' vadisinde bir yerdir. Peygamber Buvât'tan sonra buraya sefer etmiştir. Bu sefer de Şam'a gitmekte olan Kureyş kervanına karşı idi. Peygamber bu sefere katılmayı serbest bırakmış, Muhacirler'den yü-zelh kışı ile hareket etmiş, yanlarına aldıkları otuz deveye nevbetleşe binilmiştir. Medine'den çıkışı Zâdu'l-Meâd'da, hicretin onaltmcı ayı olan cumâda'1-âhir ol duğu bildiriliyor. Bu seferde de düşmanla karşılaşılmadı. Yalnız Yenbü' tara­fında oturan Mudlic oğullan kabilesiyle bir sulh anlaşması yapıldı. Mudlİc oğul­ları, Damre oğulları'nın müttefiki olduğundan, onlara verilen emânnâmenin benzeri buniara da verilerek Medine'ye dönüldü. Peygamber'in Medine'den Uşey-re'ye varıncaya kadar uğradığı yerler İbn Hişâm'ın Sfre'sinde bildirilmiştir.

[4] Zeyd ibn Erkam bu hadîsinde Peygamber'in ondokuz gazası olduğunu bildirmiş­tir. Müslim'in Câbir'den gelen rivayetinde bu sayı yirmibirdir. Belki Zeyd bun­lardan bâzısını mühim görmemiştir. Şârih Aynî, mağâzî ve siyer müelliflerinin Peygamber'in gazve sayısını daha yükselttiklerini bildirerek şöyle demiştir: Mûsâ ibn Ukbe, İbn tshâk, Ebû Mıs'ar, Abdurrahmân ibnu Ebi'z-Zinâd, İbn Sa'd ve benzerleri Peygamber'in bizzat katıldığı gazvelerin yirmiyedi, akıncı.seriyyeleri-nin de kırkyedi olduğunu zikrettiler. Ancak bunların bâzısı, gazveleri birbiri içine girdirerek sayıyı azaltmışlardır (özetle: VIII, 135-136).

[5] Bir ara Rasûlullah harb sahasını gezdi. Eliyle işaret ederek ve Kureyş ileri gelen­lerinin adlarını birer birer sayarak: Inşâallah şurası Fulamn öleceği yerdir. Bu­rası da Fulamn, burası da Fulanın! diye göstermiş; hakîkaten haber verdiği kimselerden hiçbirisi, Peygamber'in gösterdiği noktadan ileri geçemeyip oraya devrilmiştir (Zâdu '1-MeâdJ.

[6] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Çünkü Peygamber (S) Bedir'de öldürülecek kimseleri haber vermiş, işte bu Umeyye de Bedir'de öldürülmüştür. Bu, Pey-gamber'in en belîğ mu'cizelerindendir. Bu sebebden dolayı bu hadîsin diğer bir rivayeti Peygamberlik Alâmetleri Bâbı'nda da geçmişti.

Umeyye ibn Halefin öldürülmesi hakkında birkaç rivayet vardır. Mûsâ ibn Ukbe'ye göre, onu öldüren, Ensâr'dan Mazin oğulları'ndan bir adamdır. Mu-hammed ibn Ishâk'a göre Umeyye'nin ortak kaatilleri Muâz ibn Afra ile Hâri­ce ibn Zeyd ve Habîb ibn isaftır. Bir kavle göre Bilâl Habeşî, Ensâr'dan birkaç zât ile birlikte karşısına çıkıp hayâtına son verdiler. Pek şişman olan vücûdu şiştiği ve gömülmesine çâre bulunamadığı için tamamen örtülünceye kadar üze­rine toprak yığdılar. Sonra İaşesi Bedir kuyusuna sürüklenirken parça parça ol­du. Bu Umeyye, Rasûlullah ile alay edenlerden biri olup "Veytun Û-kuüi humeze" Sûresi onun hakkında inmişti. Mekke'de iken kölesi olan Bilâl'e İslâm Dîni'-nden dönmesi için türlü türlü işkenceler yapardı. Bedir'deki o meşhûf kuyuya, onunla birlikte yirmidört kadar Kureyş önde geleni atılmıştır.

[7] Bedir, Medine'den yüzyirmi fersah uzaklıkta bir yerin adıdır. Câhiliyet devrin­deki panayır yerlerinden biri olup suyu, muz ve üzüm bağları vardır.

Küçük ve Büyük olmak üzere iki Bedir gazası vardır. Küçüğüne Birinci Be­dir de denilir. Bu, Peygamber'in Uşeyre'den dönüşünden on gün sonradır. Se­bebi de Kureyş başkanlarından Kürz ibn Câbir'in bir müfreze ile Medîne korularına kadar gelerek Medîneliler'in hayvanlarını sürüp götürmesidir. Bu vak'a üzerine Peygamber, Muhacirler'den bir fırka ile Kürz'ün arkasından gitmiş ve Bedir ya­kınma kadar varmış, Kürz savuşup gitmiş bulunduğundan, Medine'ye dönmüştür.

Bu başlıkta kasdedilen Büyük Bedir gazâ'sıdır, Uşeyre seferinin sebebi olan Ebû Sufyân kaafilesinin Şam'dan dönüşünü önlemek maksadıyle yapılmıştır. Bu, zengin bir ticâret kaafılesi olup, kırk kişi ile korunuyordu. Peygamber Üç-yüzon küsur kişi ile hareket etti. iki atlı ve yetmiş develeri vardı. Mekkeüler Ebû Sufyân kervanını kurtarmak için 950 veya 1000 kişi ile Mekke'den hareket etti­ler. Yüz atlı, yüz hecin süvârîsi, geri kalanı da piyade idi.

[8] Buhârî buradaki âyetleri Bedir Harbi'nde İki taraf kuvvetleri ve sayılarının farklı olmasına rağmen, müslümânların zaferle va'dedümiş olduklarını işaret için zik­retmiştir. Vahşî'nin sözünü Uhud Harbi kısmında senediyle getirecektir.

[9] Bu seferde karşı çıkılacak kervan zayıf olduğu için fazla önem verilmemiş ve sefere katılmak serbest bırakılmıştı. İşte Ka'b ibn Mâlik bu sözleriyle Bedir har­bine katılmama sebebi olan bu serbest bırakılmayı ifâde etmiş oluyor. Ka'b'ın dediği gibi, Allah, müslümânlarla düşmanları olan Kureyş büyük ordusunu um­madıkları bir zamanda karşı karşıya getirdi. Müslümanlarda iki atlı vardı: Zu-beyr ibmı'l-Avvâm ile Mıkdâd ibnu'l-Esved. Yetmiş de develeri vardı, ikişer, üçer binmişlerdi. Altı zırh ve sekiz kılıçlan vardı. Rasûlullah, Ibnu Ümmİ Mektûm'u Medine'de kaymakam bırakarak, ramazânın sekizinci pazartesi günü hareket etti. Ruha mevkiinde Lubâbe ibn Abdilmunzir'i Medine'ye âmil ve muhafız ta'-yîn ederek geri gönderdi. Ordunun başkumandan sancağı demek olan livayı Mus'-ab ibn Umeyr'e verdi. Râye denilen İkinci derecedeki iki bayraktan birisini Alî ibn Ebî Tâlib'e, diğerini de Ensâr nâmına Sa'd ibn Muâz'a verdi. Bu suretle Bedir mevkiine doğru hareket edildi.

Diğer taraftan Ebû Sufyân, Peygamber'in bu hareketini öğrenerek Mek­ke'ye haber gönderdi. Mekke zenginlerinin hepsi Ebû Sufyân kervanının ser­mâyesinde hisseli bulunduklarından, şehir heyecan içinde çalkalandı. Ebû Cehl'in kumandası altında bir ordu hazırlandı. Ebû Leheb'den başka bütün Mekke ile­ri gelenlerinin bu sefere katılması te'mîn edildi. Dokuzyüz elli veya bin mev-cûdlu olan bu orduda yüz atlı, yüz hecin süvârîli vardı. Geri kalanları piyade idi. Çoğunun arkasında zırh vardı. Bu ordu da Bedir'e doğru hareket etti. Ebû Sufyân, kervanı deniz sahili yoluyla Mekke'ye salimen ulaştırdı, fakat bu iki ordu Bedir'de karşı karşıya gelip çarpıştı. Neticede Mekkeliler'in, yirmidördü ileri gelenlerden olmak üzere, yetmişi ölü, yetmişi de esîr;Oİdu. Müslümanlar parlak bir zaferle Medine'ye döndüler.

[10] Bu âyetlerde müslümânlann müşkil vaziyet karşısında Allah'a duaları, Yüce Al­lah'ın da onlara imdâd ve inayeti özetlenerek bildirilmiştir. Bedir'e varıldığı ge­ce, kuvvetli bir düşman karşısında bulunmalarına rağmen bütün ordu ferdlerinin tatlı bir uykuya dalmaları ve bu suretle şuur ve irâdelerinin yerine gelmesi, şüb­hesiz Allah'ın inayeti eseridir. O sabah dereler taşacak derecede bol yağmur yağ­mış, su kaplan doldurulmuş, abdest alınıp gusledilerek gönüllere gelen şeytân vesvesesi gitmişti. Hiç gezilmeyen kum sahası sertleşmiş, yürüme ve hareket ko­laylaşmıştı. Bunlar hep Allah'ın inayeti eseridir.

Bedir'e varıldığında Sa'd ibn Muâz tarafından Rasûlullah için harb sahası­na y.akm bir düzlüğe gölgelenmek üzere bir çardak yapıldı. Rasûlullah ile Ebû Bekr burada oturdular.

[11] Yukarıda mealleri verilen el-Enfâl Sûresi âyetleri ile bu İbn Mes ud hadisi Bedir seferi sırasında cereyan eden bir müzâkere safhasına işaret etmektedir. Bu mü­zâkereyi İbn Hişâm, es-Sîre'smde ve- oradan naklen Zâdu'l-Mead da tafsı atiy­le vermiştir. Özeti şudur: Rasûlullah, mütevâzî ordusuyla Bedir e doğru yollanıp Zafirân vâdîsine indiğinde Mekke'den kuvvetli bir Kureyş ordusunun hareket ettiğini haber aldı. Hiç hesâb edilmeyen bu hareket karşısında rnuslumanların vaziyeti müşkilleşti. Çünkü âyetteki ta'bîr veçhile, hor ve hakir bir mutreze ne büyük bir orduya karşı çıkmak ne kadar güç ise, Medine'ye gen dönmek de o derece âr ve utanmayı gerektirirdi. Bunun üzerine Peygamber bir istişare kur­du, durumu onlara haber verip Ensâr'ın, Muhâcirler'in ayrı ayrı görüşlerim al­dı. Kimisi Kureyş kervanı üzerine gitmeyi, kimisi gelen büyük orduya karşı çıkılması görüşlerini ileri sürdü. Bu arada Cibrîl gelip iki taifeden gayn muayyen birinin müslümânlar için va'd edildiğini müjdeledi. Uzun müzâkereden sonra Peygamber: "Haydi Allah 'm bereketine doğru yürüyünüz. Size müjdelerim Ki^ Allah bu iki taifenin birisini kat'îsurette va'd etmiştir, zafer muhakkaktır... buyurmuş ve Bedir'e doğru hareket edilmişti.

Bu İbn Mes'ûd hadîsinde nakledilen Mıkdâd'ın bu güzel sözü, işte o müza­kere esnasında söylenmiş ve onun bu sözleri de Peygamber'i sevindirmişti.

[12] Bu âyet Mekke'de indiği hâlde, hükmü, hicretten sonra vukû'a gelen Bedir mu­harebesinde gerçekleşmiştir. Umer (R) şöyle demiştir: Bu âyet inince hükmü­nün ne zaman, nerede gerçekleşeceğini bilmiyordum. Rasûlullah (S) Bedir günü zırhını giyip de bu âyeti okuyunca, o zaman bunun hakîkatına vâkıf oldum (Bey-dâvî, Şeyhzâde, Medârik).

Allah'ın bütün peygamberler hakkındaki va'di şudur: "And olsun ki, gön­derilen kullarımız hakkında bizim geçmiş bir sözümüz vardır: Muhakkak o pey­gamberler elbette muzaffer olacaklar, muhakkak bizim ordumuz elbette onlara gâlib geleceklerdir" (es-Sâffât: 171-173).

[13] Hadîsin başlığa uygunluğu, Bedir harbinde hazır bulunanlarla, onda hazır bu­lunmayan kimseler arasında müsâvîlik olmadığını beyân etmesi yönündendır. İbn Abbâs'm bu sözü en-Nisâ: 95. âyetinin baş tarafına bir tefsirdir. Aye­tin tamâmı şöyledir: "Mü'minlerden özür sahibi olmaksızın (evlerinde) oturan­larla, Allah yolunda maÜanyle, canlanyle savaşanlar bir olmaz. Allah, mallanyle canlanyle savaşanları derece i'tibâriyle oturanlardan çok üstün kıldı. Gerçi Al­lah hepsine de cenneti vayd etmiştir. Fakat Allah, savaşanlara oturanların üs­tünde, daha büyük bir ecir vermiştir" (en-Nisâ: 95)

[14] Hadîslerin başlığa uygunluğu açıktır. Bunlar ayrı ayrı senedterle el-Berâ'dan gelen rivayetlerdir. Bunlarda adı geçen Tâlût, Kur'ân'da şöyle geçer:

' 'Onlara Peygamberleri: Hakikat, Allah size bir hükümdar olarak Tâlût'« göndermiştir, dedi. Dediler ki: Biz hükümdarlığa ondan daha lâyık iken ve ona maldan da bir bolluk verilmemişken nasıl olur da bizim başımızda hükümdar­lık onun olabilir? (Peygamberleri) dedi: Şübhesiz Allah onu sizin üstünüze be­ğenip seçmiştir. Ona bilgice, vücûdca da bir üstünlük vermiştir. Allah mülkünü kime dilerse ona verir. Allah vâsidir, gerçek bilicidir. Peygamberleri onlara (şöyle de) söyledi: Gerçek onun hükümdarlığının açık alâmeti size o tâbutun gelmesi olacaktır ki, içinde Rabb 'inizden bir sekînet ve Mûsâ Hanedanı "yle Hârûn aile­sinin metrûkâtmdan bir bakıyye vardır. Melekler onu yüklenip getirecektir. El­bette bunda size kat t bir alâmet ve ibret vardır, eğer îmân etmiş kimselerseniz. Vaktaki Tâlût ordusuyla ayrılıp çıktı, dedi ki: Şübhesiz Allah sizi bir ırmakla imtihan edicidir. İşte kim ondan içerse benden değil, kim onu tatmazsa artık o benden. Eliyle bir avuç alanlar başka (o kadara izin var). Derken ırmağa va-nnca içlerinden birazı müstesna olmak üzere ondan (bol bol) içtiler. Nihayet o Tâlût ve maiyyetindeki müzminler vaktaki o ırmağı geçtiler, (beri yanda ka­lanlar) dediler ki: Bu gün bizim Câtût'a ve ordusuna karşı takatimiz yoktur. (Âhirette) muhakkak Allah 'a kavuşacaklarım bilenler (ve itaatle ırmağı geçen ler) ise: Nice az bir cemiyet, daha birçok cemiyete Allah 'in izniyle galebe etmiş­tir. Allah sabr (ve sebat) edenlerle beraberdir, dediler..." (el-Bakara: 247-251). O sırada Isrâîl oğulları, peygamberleri Şemuîl'e Amâlika'nın saldırısından şikâyet ederek Amâlika'nın Câlût'una karşı harb edebilecek bir kahramanın ken­dilerine melik ta'yîn edilmesini rica ederler. Şemuîl Peygamber'e Tâlût vahyo-lunur. Tâlût, merkebini ararken Şemuîl'e rast gelir. O da: Ey Tâlût, Isrâîl oğulları'na melik oldun, der. İsrâîl oğullan'na da bu ta'yîni bildirir. Tâlût'un başına seksen bin İsrâîl oğullan mücâhidi toplanır. Fakat Şemuîl Peygamber bunların dönekliğim bildiği için, Tâlût'a, bunları şöyle bir imtihan etmesini söyler: Kim şu Ürdün Nehri'nin suyundan içerse o benim dînimden değildir. Her kim ,de içmezse bendendir, der. Hepsi içer, yalnız Dâvûd Peygamber'in de içlerinde bulunduğu üçyüzon küsur kişi içmez ki, Bedir mücâhidleri sayısına denktir. Tâlût ile Câlût arasında Havrân'da harb olur. Dâvûd, Câlût'u öldürür. Bir müddet sonra Şemuîl de ölür. Tâlût kırk sene adalet ve basiretle hükümrân olur.

[15] Bu hadîs Abdest Alma, Namaz ve Cihâd Kitâbları'nda da geçmişti. Peygamber Ka'be'de namaz kılarken, bu kimseler O'nunla eğlenmişler, biri de yeni boğaz­lanmış bir devenin döl yatağını getirip secdede iken Peygamber'in sırtı üzerine koymuş, kızı Fâtıma gelip bunu sırtından kaldırdıktan ve Peygamber de böylece namazını tamamladıktan sonra birer birer bu kimselerin isimlerini söylemek suretiyle, aleyhlerine beddua etmişti. İşte bu beddua Bedir'de gerçekleşmiş ve o kimselerin hepsi Bedir'de öldürülmüşlerdir.

[16] Ebû Cehl, ismi Amr ibn Hişâm ibni'l-Mugîre'dir, künyesi Ebû'l-Hakenı yâhud Ebû'I-Velîd idi de, Peygamber tarafından Ebû Cehl'e değiştirilmiş ve: "Bu, üm­metin fir'avnıdir" buyurulmuştur.

Ebû Cehl, müslümânlarm en azgın düşmanı ve bu düşmanca hareketlerin başlıca müsebbibi olduğundan bunun öldürülmesi keyfiyeti apayrı bir bâb tah-sîs edilerek burada getirilen hadîslerde iyice belirtilip ortaya konulmuştur.

[17] Buhârî bu Enes hadîsini burada ayrı ayrı tarîklerden ve bâzı lâfız farklafıyle arka arkaya birbirini tamamlar şekilde getirmiştir.

İbn Mes'ûd'un: Â! Sen misin Ebû Cehl? demesi, sakalından tutup çekmesi kavlen ve fiilen intikaam almak gâyesiyledir. Çünkü Ebû Cehl, Mekke'de ibn Mes'ûd'a çok ezâ ve cefâ etmişti. Ebû Cehl'in: Sizin öldürdüğünüz, yâhud: Kav­minin öldürdüğü kişinin fevkinde kimse var mıdır? sözleri de bu yolda ölüm ne benim için küçüklüktür, ne de senin için bir şereftir, demek istemiştir.

[18] Bu hadîsin bir rivayeti Beşte bir Kitâbı'nda da geçmişti.

[19] Başlığa uygunluğu açıktır. Burada zikredilen şahıslar şu tertîbde birbirlerine "karşı çıkmışlardır: Hamza, Şeybe'ye; Alî, el-Velîd ibn Utbe'ye; Ubeyde de Utbe'ye karşı çıkmıştır. Bunların en yaşlısı Utbe ibn Rabîa idi. Hamza ile Alî, hiç bekle­meden karşılaştıkları düşmanlarını öldürmüşlerdir; diğer ikisi de birer kılıç dar­besiyle birbirlerini yaralamışlardır.

[20] Buhârî bu hadîsleri ayrı senedlerle ve bâzı lâfız farklanyle birbirini açıklar ve te'yîd eder bir surette böyle arka arkaya getirmiştir.

[21] Bu hadîs, bu isnâd ve metinle Vekâlet Kitabı, "Bir müslümân bir harbîyi vekîl kıldığı zaman bâbı"nda, buradakinden daha bütün ve daha uzun olarak geç­mişti. Buradaki parantez içinde verilen kısımlar, o rivayetten alınmıştır.

[22] Başlığa uygunluğu, kılıçta Bedir günü kınlan bir kırık bulunmasıdır. Çünkü bun­da, Zubeyr'in Bedir vak'asında hazır bulunuşunu ve böylece Zubeyr'in Bedir sahâbîleri sayısına girdiğini apaçık söyleme vardır (Kastallânî).

[23] Başlığa uygunluğu "Bedir gününde vurulan (üçüncü) darbe izi" sözünden alı­nır. Çünkü bu söz, Zubeyr'in Bedir'de hazır bulunduğuna delâlet eder.

[24] Katâde'nin bu içtihadı, İbn Umer'in mezhebidir. Ona göre buradaki işitmek ha­kikat ma'nâsına hamledilir. Âişe ise, 29 rakamlı hadîste bunu ilimle te'vîl et­miştir. Âişe, "Sözlerimi sizden daha iyi işitirler" sözünü, "Sözlerimin hakk olduğunu şimdi pek iyi anlarlar" diye tefsir etmiştir.

Peygamber'in bu veciz hitabesi eşsiz bir ilâhî intikaam idi. Bundan sonra Peygamber muzaffer olarak Medine'ye yollandı. İçlerinde birçok Kureyş ileri gelenleriyle Peygamber'in amcası Abbâs'ın da bulunduğu esirleri ve ganîmet mal­larını da beraber getirdiler. Safra mevkiinde ganîmet malları taksîm edildi. Nadr îbn Haris öldürüldü. Irk mevkiinde de Ukbe ibn Ebî Muayt'ın boynu vuruldu. Esîrler Medine'de taksîm edilip sâhiblerine esirlere iyi bakmaları tenbîh edildi. Zafer müjdecisi olarak Medine'ye Zeyd ibn Harise, Avâlî denilen Medine köy­lerine de Abdullah ibn Ravâha gönderilmişti. Bu zafer haberi ile Medine ve ci­van halkı çok sevindiler. Yahûdîler'le münafıklar da sindi.

[25] Hadîsin başlığa uygunluğu, İbn Abbâs'ın, ibrahim: 28-29 âyetlerinde zikredi­len kimselerin Kureyş kâfirleri olduğunu, bir tefsir olarak söylemesidir. Amr ibn Dinar'ın ifâdesi de bunun benzeridir.

[26] Aişe yâhud onun sözünü açıklayıcı olarak Urve, bu son sözüyle âyetteki mutlak nefyin, onların cehennemde İstikrar bulmaları haliyle kayıtlı olduğuna işaret et­miştir.

Bu hadîsin değişik ve uzunca bir rivayeti Cenazeler Kitâbı'nda da geçmişti.

[27] Bundan önceki 23 rakamlı haşiyede de belirttiğimiz gibi Âişe, Peygamber'İn "Şübhesiz şimdi onlar benim kendilerine söylemekte olduğum şeyi işitmektedir­ler" sözünü, sözlerimin hakk olduğunu şimdi pek iyi bilmektedirler diye tefsir etmiştir. Fakat bilmek kaabiliyetini kabul etmek, işitmek hassasiyetini kabule mâni' olmadığı mütâlaasıyle, Beyhakî ve benzeri bâzı âlimler, bu mes'elede îbn Umer'in içtihadını tercih etmişlerdir.

[28] Firdevs, cennet derecelerinin en fazîletlisidir.

Bu hadîs Cihâd Kitâbı'nda daha uzun bir metinle geçmişti. Peygamber ora­daki hadîste Hârise'nin anasına: "Cennette birçok dereceler vardır, oğlun mu­hakkak bunlardan Firdevsi A '/«(denilen en yüksek derecece erişti" buyurmuştu.

[29] Başlığa Uygunluğu "Hâtıb Bedir ehlinden değil mi?" sözlerindedir. Bu hadîsin biraz farklı bir rivayeti Cihâd Kitabı, "Câsûs bâbi"nda geçmiş idi. İleride Mekke Fethi bâbı'nda daha geniş bir metinle tekrar gelecektir.

bize: "Düşmanlarınız size yaklaştıkları (size atış imkânı verdikleri) zaman, onlara ok atışı yapınız. (Atış menzilinden uzak bulundukla­rında atış yapmayıp) oklarınızın kendi yanınızda kalmasını isteyiniz" buyurdu.

[30] Bu iki hadîsin başlığa uygunlukları açıktır. Bunlar Rasûlullah'ın bu emrini ri­vayet eden Ebû Useyd(R)'in Bedir'de hazır bulunduğunun delilleridirler.

[31] Bu, daha uzun bir metinle Cihâd Kitâbı'nda geçmişti.

[32] Rasûlullah'ın bu sözü, Uhud harbi öncesi gördüğü ru'yâsı ile ilgilidir. Ru'yâ bâzı tehlikeler ve zararlar remz ediyordu. Bundan dolayı Rasûlullah Medine'de savunmada kalmayı düşünüyordu. Gençlerin ısrarı üzerine Uhud'a çıkılma ka­rarı alınmış ve ru'yâsmın işaret ettiği işler meydana gelmişti. Bunlardan sonra Allah'ın getirdiği hayır, mü'minlerin kalblerinin sebat etmesidir. Çünkü müş­rikler onlara karşı toplanıp gelmiş ve onları korkutmuş oldukları hâlde, bunca tehdîd mü'minlerin îmânlarını artırmıştı da, onlar: "Allah bize yeter, O ne gü­zel vekîldir, demişlerdir" (Âlu İmrân: 173) (Kastallânî).

[33] Bu iki gencin babaları el-Hâris ibn Rifâa'dır. Bu hadîsin daha uzun bir rivayeti Cihâd Kitâbı'nda geçmişti.

[34] Bunlardan bâzıları Mersed el-Ganevî, Hâlid ibnu'l-Bukeyr el-Leysî, başkanları Âsim ibn Sabit, Hubeyb ibn Adİyy, Zeyd ibnu'd-Desine ve Abdullah ibn Ta­rık'tır. Bu seriyyeye Recî' Seriyyesi ismi verilir. Recî', Huzeyl kabilesi yurdun­da bir suyun adıdır. Bu şehâdet vakıası burada vukû'a geldiğinden bu adla anılmıştır. Hâdise şöyledir: Adal ve Karre kabilelerinden bâzı kimseler Peygam-ber'e gelip kendilerine dîn ve Kur'ân öğretmek için bâzı öğretmenler gönderme­sini rica etmişlerdi. Peygamber onlara suffa ehlinden isimleri geçen öğretmen sahâbîleri göndermişti. Recî' mevkiine geldiklerinde bu kabile halkı bunları gad­darca şehîd etmişler. Hubeyb ile Zeyd'i Mekke'ye götürüp, orada öldürmüşler­dir.

[35] ibn İshâk bu kasîdenin baş tarafının şunlar olduğunu zikretti:

Lekad cemaa '1-ahzâbu havlı ve elebbu

 Kabâilehum ve's-tecmeû külle mecma'in

Ve kad karrabû ebnâehum ve nisâebum

Ve kurribtu min cız'm tavîiin mumennam

Ve kulluhum yubdi'l-adâvete câhiden

Aleyye Hennî ff vesâkm bi-mudayyiin

İle İlâhi eşkû gurbeti ba'de kerbetî

Ve ma cemaa '1-ahzâbu lî inde masra T

Fe za 'l-Arşı sabberanî alâ mâ esâbenî

Fe kad vadaû lahmî ve kad dalle matmat

Ve zâlike fî zâti'I-ilâhi ve in yese'

Yubârik alâ evsâli şelvîn mnmezza 'ı

Ve kad aradû bil-küfri ve'hmevtu dûnehu

Ve kad zerefet aynâye min gayri mudmım

Ve mâ bî hazâm 'î-mevti innî le-meyyitun

Velâkİn hazân hana narin teleffe 'u

Fe lestu bi-mubdin lil-aduvvî tahaşşuan

Veiâ cezean innî ile'llâhi mercif

Fe lestu ubâlî hîne uktelu müslimen... (Kastallânîl

[36] Bu hakîkaten bir sünnet olmuştur. Çünkü Hubeyb bu ölümünden önce iki rek'­at namaz kılma işini Peygamber'in hayâtında yapmış, Peygamber de bunu gü­zel görüp takrir etmiştir (Kastallânî).

[37] Bu hadîsin bir rivayeti Cİhâd Kitabı, "Kişi esîr alınmak ister mi bâbı"nda geç­mişti. İleride Tevhîd Kitâbı'nda da bir rivayeti gelecektir.

Burada zikredilmesine sebeb "Âsim Bedir'de onların büyüklerinden birini öldürmüştü" sözüdür.

Hafız ed-Dimyâtî, bu Hubeyb'in Bedir'de hazır bulunmadığını, Bedir'de hazır bulunup el-Hâris'i öldürenin ancak Hubeyb ibn Yesâf olduğunu söylemiştir, tbn Abdilberr, el-İsttâb'd& ve Îbnu'1-Esîr de Usdu'l-Gâbe'de Hubeyb ibn Adiyy'in Bedir'de hazır bulunduğunu; birincisi Ukbe ibnu'l-Hâris'in Hubeyb ibn Adİyy'i satın aldığını, babası Hâris'i Hubeyb'in öldürmüş bulunduğunu ziyâde etmiş­tir. Aynı zamanda Hubeyb ibn Yesâf'ın hâl tercemesinde beyitler zikrederek, onun da Bedir'de hazır bulunduğunu ve Umeyye İbn Halefi öldürdüğünü zik­retmiştir (Kastallânî).

[38] Hadîsin burada zikri "O, Bedrî olmuş idi" sözünden dolayıdır. Peygamber Saîd ile Talha'yi haber araştırmaları için göndermişti. Onlar bu vazifeden dönme­den Bedir harbi vâki' olmuştu. Peygamber onları Bedir'de hazır bulunanlara kattı, paylarını ve ecirlerini verdi. Böylece bu ikisi Bedir'de hazır bulunanlar gibi oldular.

İbn Umer, yakîni olan Saîd'in ölüme yüz tutmuş olması özründen dolayı cumuayı terketmiştir. Çünkü bu Saîd, Umer'in amca oğlu ve kızkardeşinin ko­cası idi.

[39] Kocası ölen kadınlar gebe olmadıkları takdirde dört ay on gün beklerler. Bu müddetten sonra süslenip evlenme arzusunu izhâr eder ve evlenirler. Bundan önce böyle bir hareket yapmaları haramdır. Bu hüküm, Kur'ân-ı Kerîm'de şöy­le ifâde edilmiştir:

* 'İçinizden ölenlerin (geride) bıraktıkları zevceleri kendi kendilerine dört ay on gün beklerler. İşte bu müddeti bitirdikleri zaman artık onların, kendileri hak­kında meşru' veçhile yaptıkları şeyden dolayı size günâh yoktur, Allah ne işler­seniz hakkıyle haberdârdır. (Vefat iddetini bekleyen) kadınları nikâhla isteyece­ğinizi çıtlatmanızda yâhud böyle bir arzuyu gönüllerinizde saklamanızda bir ve­bal yoktur. Allah bilmiştir ki, siz onları mutlakaa hatırlayacaksınız. Ancak kendileriyle gizlice va 'dleşmeyin. (Çıtlatma sûreEiyle) meşru' bir söz söylemeniz ise başka... " (d-Bakara: 234-235).

Bu hadîsin burada zikredilmesi, râvînin "O, Bedir'de hazır bulunanlardan idi" sözünden dolayıdır.

[40] el-Buhârî'nin maksadı, Bedir'de hazır bulunanları beyân etmektir, yoksa o râ­vînin bu hadîsi ötekine haber vermesini beyân etmek değildir. Müellif merhum bu mutâbaa hadîsinden kendi ihtiyâcı olan kadarıyîe yetinmiştir ki, o kısım da "Babası Iyâs Bedir'de hazır bulunmuş idi" sözüdür (Kastallânî).

[41] Hadîslerin başlığa delîllikleri açıktır. Buhârî bu Rifâa hadîslerini burada ayrı ayrı üç tarîkten getirmiştir.

[42] Râfi' ibn Mâlik'in Peygamber'den, Bedir ehlinin diğerlerine üstün olduklarını açıkça söylediğini işitmediği, fakat söylediği sözleri kendi ictihâdıyle söylediği meydana çıkıyor (Kastallânî).

[43] İbn Ishâk'ta: Peygamber (S) bir uyuklamadan sonra uyandı da: "Yâ Ebâ Bekr, müjde! Sana Allah'ın yardımı gelmiştir. İşte Cibril, atının gemini tutmuş onu sevkediyor..." şeklindedir.                                                

Meleklerin Bedir'de ve diğer muharebelerde hazır bulundukları, Kur'ân âyet­lerinde de gelmiştir:

"Hani siz Rabb 'inizden imdâd istiyordunuz da O da; Muhakkak ki, ben size meleklerden birbiri ardınca bin ile imdâd edeceğim, diyerek duanızı kabul bu­yurmuştu..." (el-Enfâl: 9)

"Hani Rabb'in meleklere: Şübhesiz ki, ben sizinle beraberim. Haydi îmân edenlere sebat itham edin, diye vahyediyordu. Ben kâfirlerin yüreklerine korku salacağım, (Ey mü'minler) hemen vurun boyunlarının üstüne, vurun onların her-bir parmağına (diyordu)" (el-Enfâl: 12).

"And olsun ki, siz zaîf ve dûn iken Allah size Bedir'de kesim bir zafer ver­di. Allah'tan sakının, tâ ki şükretmiş olasınız. O vakit sen müzminlere: tndiri-len üç bin melekle Rabb'inizin İmdâd etmesi yetişmez mi size? diyordun. Evet siz sabreder, sakınırsanız, düşmanlar da ansızın üstünüze gelecek olurlar­sa, Rabb'iniz size nişanlı nişanlı beşbin melekle imdâd edecektir" (Âlu İmrân: 123-125).

[44] Bu unvansız bâb, kendinden önceki babın faslı gibidir. Çünkü bu bâb, Bedir'­de hazır bulunan kimselerin beyânıyle ilgilidir.

[45] O yasak, Peygamber'in sonradan: "Artık kurbân etlerini yığın, biriktirip azık da edinin " emriyle kaldırılmıştır. Buna âid bilgiler ileride Kurbanlıklar Kİtâbı'n-da gelecektir.

Bu hadîsi burada getirmekten maksad ise Katâde'nin o kardeşini Bedir'de bulunmuş olmakla vasiflamasıdır

[46] Hadîsin burada zikri, Bedir günündeki bir harb sahnesini ve sonucunu bildir­mesinden dolayıdır.

[47] Hadîs, "Ubâde İbnu's-Sâmit Bedir'de hazır bulunmuştu" sözünden dolayı bu­rada kısaca zikredildi. Aynı isnâdla îmân Kitâbı'nda, Akabe'de yapılan bey atı anlatan "Bize Ebû'l-Yemân tahdîs etti... bâbı"nda buradakınden daha butun olarak geçmişti

[48] Hadîsin burada zikredilmesi, "Huzeyfe, Rasûlullah ile beraber Bedir'de hazır bulunan kimselerden idi" sözünden dolayıdır. Buhârî bu hadîsi şeyhi Ebû'l-Yemân tarîkinden olmak üzere Nikâh Kitâbı'nda bütünüyle getirmiştir. Orada­ki rivayette devamı şöyledir:

Sehle, Peygamber'e geldi de: Yâ Rasûlallah! Biz Sâlim'i oğul edinmiştik. Hâlbuki Allah evlâdlık hakkında bildiğin âyeti indirdi, (şimdi ne buyurursunuz)? diye sordu. Buhârî'nin şeyhi Ebû'I-Yemân bu hadîsi Buhârî'ye'bu suretle zikretti.

[49] Hadîs, bu düğün töreninde şarkıcı kızların Bedir harbinde şehîd olanlar için ya kılan medih ezgilerini çalıp tegannî edişlerini ihtiva etmesi yönünden burada zik­redilmiştir.                                                                       

Hadîsin râvîsi Rubeyyı'm babası Muavviz ile onun kardeşi Muâz da Be­dir'de şehîd olmuşlardı. Afra kadının oğulları olan bu iki kardeş Ebû Cehl'ı kıhçlanyle yere serdikten sonra, bunlar da Ebû Cehl'in oğlu İkrime tarafından şehîd edilmişlerdi.

Gaybe ve istikbâle âid şeyleri bilmek yalnız Allah'a mahsûs olduğu için, Rasûlullah'bunun kendisine nisbet edilmesini men' etmiş, öteki ezgilere devam etmelerini buyurmuştur.

[50] Başlığa uygunluğu "Ebû Talha Bedir'de Rasülullah'ın beraberinde hazır bulun­muştur" sözlerindedir.

Köpek edinmenin hangi meslek sahihlerine caiz olduğu Ekincilik Kitâbı'n­da, resim ve heykel hakkındaki bilgiler de; Alışverişler Kitâbı'nda geçmişti.

[51] Buhârî bu hadîsi Humus Kitabı' nda da getirmişti. Burada hadîsi iki tarîkten ve bazı lafız farkları İle getirdi. Buradaki başlığa uygunluğu "Bedir günündeki ga­nimetten benim nasîbim olarak..." sözlerinden alınmıştır.

[52] O şarkıcı kadının irticalen söylediği bu kasidenin devamı şöyledir:

Elâ yâ Hamzu li'ş-şurufı'n-nivâi

Ve hunne muakkalâîun bi'lfinâi

Da'ı's-sikkîne Fi'1-lubbâli minhâ

Ve durric hunne Hamzatu bi'd-diırtâi

Ve accil min etâbîhâ li-şerbin

Kadîran min tabîhm ev şevâin

(= Ey Hamza, semiz develere bak! Evin önündeki sahada ayaklan sımsıkı bağlanmıştır. Haydi Hamza, bunların boyunlarına bıçağı daya, boyunlarını kana boya! Ve bunların en nefîs parçalarından şarâb için çömlekte pişmiş et yâhud kebâb yapmaya acele et!)

[53] Humus Kitâbı'ndaki rivayetin sonunda: "Bu vakıa şarâbın haram kılınmasın­dan önce vuku' bulmuştu" ziyâdesi vardır.

[54] Buhârî bu hadîsi burada Alî'nin: "Çünkü o Bedir'de hazır bulundu" sözünden dolayı zikretmiştir.

Râvî Muhammed ibn Abbâd, Ebû Abdillah el-Mekkî'dir, Bağdâd'a inmiştir, meşhur bir sıkaadır. 284 yılında Bağdâd'da ölmüştür. el-Câmi'u's-Sahîh'te onun bundan başka hadîsi yoktur.

Sehl ibn Huneyf (R), 38 yılında Kûfe'de vefat etmiş, cenaze namazını Alî ibn Ebî Tâlib kıldırmıştır. Ebû Amr el-Bagavî altı tekbîrle kıldırdığım; el-Hâfız Ebû Zerr de beş tekbîr ile kıldırdığını nakletmiştir (Aynî).

[55] Buhârî bu hadîsi "Huneys ibn Huzâfe Bedir'de hazır bulunmuş, (yaralanarak) Medine'de vefat etmişti" sözünden dolayı burada getirmiştir. Bunu Nikâh'ta da getirecektir.

[56] Hadîsi burada el-Bedrî sözünden dolayı zikretmiştir. Bâzıları Ebû Mes'ûd, Be­dir harbinde hazır bulunmadı, fakat meskeni orada olduğu için Bedrî nisbetİ ve­rildi, demişlerdir. Ebû Ubeyd el-Kaasım ibn Sellâm, İbnu'I-Kelbî ve Müslim, onun Bedir'de hazır bulunduğu görüşünü tercih etmişlerdir. Buhârî de bu görü­şe meyletmiştir. Kaaide ise müsbitin nâfî'den öne geçirileceği   üzerinde devam edicidir. Bu hadîs îmân Kitabı, "Ameller ancak niyetledir bâbı"nda geçmişti (Aynî).

[57] Buhârî hadîsi burada "Ebû Mes'ûd Bedir'de hazır bulundu" sözünden dolayı zikretmiştir... Bu "Bedir'de hazır bulundu" sözü, onun Bedir'de hazır bulunu­şunun hakikatini haber vermektir, işte bundan dolayı Buhârî onun Bedir'de hazır bulunduğunu kesin kıldı. Çünkü bundan evvel geçen hadîste onu evvelâ "el- Bedrî" diye vasıflamakla zikretmişti. Burada ise kesin olarak ihbar, yânî haber verme veçhile zikretmiştir.

[58] Bu hadîs, Namaz Vakitleri Kitâbı'nın evvelinde uzunca bir metinle geçmişti. Ora­da da açıklandığı gibi, metindeki son fiil "Umirte" ve "Umirtu" şekillerinde olabilir. Birinci okunuşa göre ma'nâ "Bununla emrolundun", İkinciye göre "Bu­nunla emrolundum" demek olur. Bunların naibi faili Peygamber olmak ihti­mâli olduğu gibi, Cibril de olabilir... (Aynî).

[59] Buhârî bu hadîsi burada "el-Bedrî" sözünden ötürü zikretmiştir. O bunu Kur'-ân'ın Fazîletleri Kitâbı'nda da başka bir yoldan getirmiştir.

el-Bakara Sûresi'nin bu son iki âyeti, îmân edilmesi zarurî olan en büyük umdeleri ihtiva etmektedir. Bununla beraber yedi tane de duâ cümlesi vardır. Bu iki âyet, okuyucusuna, ins ve cinn şerrinden emînlik yâhud Kur'ân'la gece kıyamından kulluk için yetişir.

[60] Hadîsi burada "Bedir'de hazır bulunanlardan" sözünden dolayı zikretti; bu se bebden ötürü hadîsin kalan kısmını zikretmedi. Hadîsin tamâmı Namaz Kitabı; "Evlerde mescidler edinmek babı" ile Cemâatle nafile namazı kılma bâbı"nda uzunca bir lâfızla geçti.

Mahmûd ibnu'r-Rabî' beş yaşında İken evlerinde Peygamber'in bir kova­dan su püskürmesini hatırlamıştır. Doksandokuz yılında, doksanüç yaşında ve­fat etmiştir (Aynî).

[61] Bunu ibn Şihâb'ın, Itbân hadîsini Mahmûd İbnu'r-Rabî'den işitmesini te'kîd için zikretmiştir.

[62] Buhârî bu hadîsi, İki yerinde geçen "Bedir'de hazır bulundu" sözünden dolayı zikretmiştir.

[63] Bunu da yine "O ikisi Bedir'de hazır bulunmuşlardır" sözünden dolayı zikret­miştir.

Hadîsin sonundaki "Şübhesiz Râfi' kendi aleyhine sözü çoğaltmıştır" ke­lâmı, Salim tarafından Râfi' aleyhine bir inkârdır. Bu sözün ma'nâsı, Râfi' ken­diliğinden hadîs düzüp Peygamber'e isnâd etti demek değildir. Belki bunun ma'nâsı, Râfi, arazîden çıkan mahsûlün bir kısmı mukaabilinde kiraya vermekle, para ile kiraya vermek arasını ayırmadı demektir. Bunlardan yalmz birincisi neh-yedilmiştir, mutlak olarak nehyedilmemiştir,

Bu konu Ekincilik Kitâbfnda geçmişti... (Aynî).

[64] Buhârî bunu da burada "O, Bedir'de hazır bulundu" sözünden dolayı zikret­miştir.

[65] Bunu da burada "O, Bedir'de hazır bulunmuştu" sözünden dolayı zikretmiş­tir.

Bu hadîs Cizye Kitâbı'nda 3. hadîs olarak çok az bir farkla geçmişti

[66] Buhârî bu hadîsi burada "Ebû Lubâbe el-Bedrî" sözünden dolayı zikretmiştir. Bu hadîs, daha uzun bir metinle Bed'u'1-Halk Kitâbı'nda da geçmişti

[67] Bunu da burada "Ensâr'dan birtakım adamlar" sözünden dolayı zikretmiştir. Çünkü onlar Bedir'de hazır bulunmuş kimselerdi. Buhârî bu hadîsi Itk ve Ci-hâd Kitâblan'nda da getirmiştir

[68] Buhârî bu hadisi burada "O, Bedir'de hazır bulunanlardan idi" sözünden dolayı zikretmiştir. Hadîsi burada iki tarîkten getirmiştir.

[69] Buhârî, bu hadîs bu gazvenin evvellerinde geçmiş olmakla beraber burada  'Ebû Cehl'i Afra kadının iki oğlu vurmuştu" sözünden dolayı zikretti. Çünkü bu söz kesin olarak o iki oğulun Bedir'de hazır bulunduklarına delâlet etmektedir. O iki oğul, Ensârh Muâz ve Muavviz'dir (Aynî).

[70] Bu, Menâkıb'da geçen hadîsin bir parçasıdır. Bundan burada Buhârî'nin mak­sadı "Bedir'de hazır bulundular" sözüdür

[71] Hadîsin burada zikrinin sebebi açıktır. O da bu iki kişinin Bedir harbinde hazır bulunduklarının belirtilmesidir

[72] Rasûlullah'ın Mut'ım'e kanlı düşmanların bile bağışlatacak derecede kıymet vermesi, kendi üzerinde büyük minnet hakkı bulunmasındandır. Şöyle ki: Pey­gamber Tâİf'ten kederli dönüşünde Mut'ım O'nu himayesine almıştı; Kureyş'-in Hâşimîler'Ie ilgiyi kesme ahdinin yazısını yırtıp atmıştı.  Mut'ım Bedir harbinden önce Mekke'de doksan küsur yaşında öldü. Burada zikrinin sebebi "Bedir esirlerini kurtarmak için gelse idi" sözüdür.

[73] Bu üçüncü fitnenin: Irak'ta Ezârıka fitnesi; Haccâc'ın (74'te) Abdullah ibn Zu-beyr'i öldürüp Ka'be'yi tahrîb etmesi fitnesi; Mervân ibn Muhammed'in halî-feliği zamanında 130 senesinde Medîne'de Ebû Hamza el-Hâricî fitnesi olduğu söylenmiştir... (Kastallânî).

[74] Bu hadîsin tamâmı, uzun bir metin hâlinde Şehâdetler Kitabı, "Kadınların bir­birlerinin adaletini belirtmeleri bâbr'nda geçmişti. Burada bir kısmının zikre­dilmesi, Âişe'nin Mıstah'ın anasına, Mıstah'ın Bedir ehlinden olduğuna şehâdet etmesinden dolayıdır (Aynî).

[75] Bunun burada zikredilmesi Mûsâ ibn Ukbe'nin İbn Şihâb'dan Bedir gazvesi İş­lerinden olarak naklettiği şeyleri beyân içindir.

[76] Ebû Abdillah, el-Buhârî'nin kendisidir. Bana göre "Bedir'de hazır bulunanla­rın toplamı" sözü, onun söylediği söz olur. Bu "Kaale Ebû Abdillah" kısmı, birçok Buhârî nüshalarında yoktur. Yok olmasına göre de "Bedir'de hazır bu­lunanların toplamı" sözü, Mûsâ ibn Ukbe'nin, İbn Şihâb'dan söylediği söz olur. el-Kirmânî de buna kaail oldu (Aynî).

[77] Yânî Kureyş'ten hissen ve hükmen hazır bulunanlar yâhud hizmetçilerinin ve tâbi'lerinin eklenmesiyle yüz kişidir. İbnu Seyyidİ'n-Nâs, bunların isimlerini sı­raladı da doksandörde ulaştırdı (Kastallânî).

[78] Bundan maksad bilhassa bu kitâbda Bedir ehlinden oldukları zikredilen kimse­lerin isimlerini vermektir. Bu, daha evvel tafsîlli olarak geçenleri bir fezleke (yânî özet) ve bir toplamadır. Yoksa mutlak olarak burada zikredilenlerin hepsini ver­mek değildir (Kastallânî).

[79] Bu harf sırasına göre sıralama şartından Peygamber ile Dört Halîfe müstesna tutulmuştur. Bunlar şereflerinden dolayı öne geçirildiler.

[80] Buradan i'tibâren Bedir ehlinden olanların isimlerini hicâ harfleri tertibiyle ver­meye başladı. Elif harfinden Iyâs ibnu Bukeyr'i zikretti

[81] Bu şekilde ismi verilip de sayısı yazılmayanlar, daha önce isimleri ve sayıları verilmiş olanlardır. Bir nüshada burada Ebû Bekr'in ismi evvelce geçtiği için yazılmamıştır.

[82] Burada sayılan kimselerin tam isimleri ve bunlara âid tamamlayıcı bilgiler şerh­lerde ve terâcüm kitâblannda verilmiştir.

el-Hâfız Ebû'1-Feth el-Ya'murî Muhacir'lerüen doksandört kişiyi sıralamış­tır. Hazrec'den yiizdoksanbeş, Evs kabilesinden yetmişdört isim sıralamıştır. Bun­ların toplamı 363 -üçyüzaltmışüç- olmuştur. Dedi ki: Bu sayı Bedir ehlinin sayısından çoktur. Ancak bunların bâzısı hakkında hilaf gelmiştir.

el-Kevâkib'dt de şöyle dedi: Bunları zikretmenin fâidesi, öne geçmenin fa-zîletini ve başkaları üzerine tercîhi bilmek ve ta'yîn üzere bunlara Rıdvan İle duâ etmektir -Allah onların hepsinden razı olsun- (Kastallânî).

[83] Medine'de Yahûdîler üç kısım idi: Nadîr oğullan, Kurayza oğullan, Kaynukaa oğullan. Bunlar kısmen Medine'nin içinde, kısmen hâricinde ikaamet ederler­di. Medine'nin san'at, ticâret, ekim ve dikim işlerini ellerine almışlardı. Bu se-beble hepsi de servet sahibi idi. Medine'nin İktisadî hâkimiyeti bunlarırf elinde idi. Peygamber Medine'ye hicret ettiğinde, bunların dînî hürriyetlerini kabul, mal ve can emniyetlerini korumayı taahhüd etmiş, bunlarla muahede yapmış idi. Bu muahedelerin bir maddesinde mal ve can emniyeti mukaabilinde ve ge­rektiğinde maddî yardımda bulunmak zikrolunmuştu.

Amir oğullan'nın İşlediği Maûne Kuyusu faciasından sağ kurtulup Medi­ne'ye gelmekte olan Amr ibn Umeyye ed-Damrî, Âmir oğulları'ndan iki kişiye rastgelip, bunlar uyurken -şehîd olan arkadaşlarının intikaamını almak gayretiyle-ikisini de öldürmüştü. Medîne'ye geldiğinde bunu Peygamber'e haber verdi. Pey­gamber: "Hatâ etmişsin! Onlar benden ahd ve emân almışlardı" buyurdu. İşte bunların diyetleri verilecekti. Anlaşma gereğince Nadîr oğulları'ndan yardım is­teniyordu.

Rasûlullah'ın beraberinde Ebû Bekr, Umer, Alî, Zubeyr, Talha, Sa'd İbn Muâz, Sa'd ibnu Ubâde, Useyd ibn Hudayr da vardı. Nadîr oğulları, evvelâ yar­dım ederiz dediler. Sonra birer birer Peygamber'in yanından ayrıldılar. Bir evin duvarı dibinde oturmakta olan Peygamber'in üzerine yukarıdan bir taş birak mak suretiyle sûikasd tertîb ettiler. Cibril bunu Peygamber'e haber verdi. Bunun üzerine Peygamber, Nadîr oğullan'na on gün içinde Medine'yi terketmelerini emretti. Onlar evvelâ bunu kabul eder göründüler. Sonra münafıkların ve Ku­rayza oğullan'nın yardım va'dlerinden cesaretlenip Medine'den çıkmamaya yel­tendiler. Bunun üzerine Peygamber onlara harb i'lâniyle kalelerini muhasara etti. Onbeş veya yirmibeş günlük muhasaradan sonra bunaldılar. Ve neticede develerinin taşıyabileceği eşyâlarıyle Medîne'den çıkıp gitmelerine müsâade edil­di.

[84] Yahudiler muahede hükümlerine hürmet etmediler. Medîne'de yayılan İslâmi­yet'in nüfuzunun kendi nüfuzlarını gidereceğini anlayarak, Kureyş tarafını tut­muşlardı. Başta en cengâver olan Kaynukaa oğullan olmak üzere, bunların birer birer cezaları verilmiştir.

[85] Çünkü Haşr Sûresi, Nadîr oğullan hakkında inmiş ve Allah bu sûrede onlara İsabet ettirdiği intikaamı zikretmiştir. Buradaki mutâbaatı müellif Tefsîr'de se­nediyle getirmiştir.

[86] Bu hadîs başka bir senedle Beşte bir Kitâbı'nda, "Peygamber, Kurayza ve en-Nadîr'i nasıl bölüştürdü bâbı"nda geçmişti. Kurayza oğullan gazvesinde daha bütün olarak gelecektir

[87] Âyet, muhasaranın şekli ve düşmanın siper edinebilmesi ihtimâli olan hurma ağaç­larının kesilmesi suretiyle sıkıştınldığını bildirmiştir. Bu vak'aya ve bu âyete da­yanarak, harb îcâbı her nevi' yaş ağaçlann yakılıp kesilmesinin mübâh olduğunu Nevevî, Müslim Şerhi'nde, Dört İmâm ile beraber âlimlerin cumhurundan riva­yet etmiştir. Öteden beri sürüp gelen milletlerararası örf ve âdet de böyledir, ve zamanımızda insafsız şekilleri tatbîk olunmaktadır

[88] Bu şiir müslümânlar lehine değil, müslümân aleyhine duadır. Çünkü Ebû Suf-yân ibnu'l-Hâris, o zaman bir kâfir idi.

Bu heybetli muhasaranın devamı üzerine Nadîr oğulları bunalıp emân dile­di. Taberî'nİn beyânına göre, develerine yükleyip götürebildikleri kadar mal alıp götürmek üzere gitmelerine müsâade edildi. İbn Sa'd, aftiyöz deve yükü eşya ile sürgün edildiklerini bildirir. Hüzün ve teessür göstermemek için defler çala­rak, tegannî ederek Medine'nin içinden geçip gitmişlerdir. Bunlardan bir kısmı Şam'a, bir kısmı Filistin'de Erîha'ya gitmişlerdir. Elli zırh, elli miğfer, üçyüz-kirk kılıç bırakmışlardır.

[89] Fey', Allah'ın dîn düşmanlarından -galebe ile değil, fakat sürgün, yâhud cizye üzerine sulh olmak suretiyle- Rasûlü'ne tahsîs buyurduğu maldır ve ganimetten daha husûsî bir ıstılahtır. Çünkü ganimet malında da "Hums = Beşte bir"i fey'dir.

[90] Buradaki her iki hadîsin tâbi'î râvîsi İbn Şihâb ez-Zuhrî'dir. ez-Zuhrî, Umer vakıasını Mâlik ibn Evs'den, Âişe hadîsini de Urve ibn Zubeyr'den rivayet edi­yor. Kurîubî'nin beyânına göre, en sonra bu arazî Abbâsîler'in idaresine geç­miştir.

İslâm târihine âid bu kıymetli bilgileri Buhârî Beşte bir Kitâbı'ndaki Fedek kıssasında da rivayet etmiştir.

[91] Bu hadîs dahî Humus Kitâbı'nda ve daha birkaç yerde geçmişti. Başlığa uygun­luğu, bunun, bundan önceki hadîse uygunluğu yönündendir. Birşeye uygun olana uygun olan, o şeye de uygun olur (Aynî).

[92] Ka'b ibnu'l-Eşref, Medine Yahudileri'nin en azgın bir şâiri idi, Rasûlullah ile müslümânları hicvedip kötüler ve müslümânlar aleyhine Mekke müşriklerine yar­dım ederdi. Bedir gazvesinde müşriklerin tam ma'nâsıyle hezimete uğramaları Ka'b'a pek ağır gelmişti. Bedir'de öldürülen müşrikler için devamlı ağlar ve on­lar hakkında şiirler, mersiyeler düzer, inşâd ederdi. Hassan ibn Sabit de Ka'-b'ın bu şiirlerine cevâb verir idi {Aynî'den özetle).

[93] Hadîsin burasında İbnu Abdilberr'in rivayetinde şu tafsilât vardır: Muhammed ibn Mesleme, Rasûlullah'a verdiği bu va'd üzerine birkaç gün bu işle meşgul oldu. Ebû Naile -ki Ka'b ibnu'l-Eşref'in süt kardeşidir. Abbâd ibn Bişr, Haris ibn Evs, Ebû Abs ibn Cebr ile görüştü. Ve Rasûlullah'a verdiği va'di bunlara açtı. Bunlar da muvafakat edip: Hepimiz birlik olup öldürürüz, dediler. Sonra yine hepsi birlikte RasûluIIah'ın huzuruna geldiler. Buluşma sırasında: Yâ Ra­sûlallah, hakkınızda Ka'b'ı sevindirecek bâzı sözler söylemek lâzımdır, buna izin veriniz, dediler. Rasûlullah da: "Hatıra geleni söyleyebilirsiniz" buyurdu.

[94] Bir vesk, altmış sâ'dır ki, yuvarlak hesâb bir deve yükü zahîredir. Bir sâ\ dört müdd'dür. Vesk, sâ\ müdd vezinlerinin bu günkü tartılarla karşılıklı hesâbları Zekât Kitâbı'nda geçti.

[95] İlk kılıç darbesi üzerine Ka'b haykırmış ve bu feryadı duyan kale içindeki Yahu­diler toplanmışlar, sonra Rasûlullah'a gelerek Ka'b'm aldatılma ile öldürüldü­ğünden şikâyet etmişler. Rasûlullah, Ka'b'm kendisine ve müslümânlar üzerine düşmanlarını nasıl teşvîk ettiğini birer birer sayıp dökünce, Yahudiler söz söy­lemeye muktedir olamamışlardır. İbn Cevzî'nin Şerefu'l-Mustafâ adındaki ki­tabında bildirdiğine göre, Ka'b'ı öldüren mücâhidler, onun başım bir yem torbasının içine koyarak Medine'ye getirmişlerdi. Bu suretle İslâm'da ilk nak­lolunan düşman başı, Ka'b'ın başıdır, denilmiştir. Ka'b'ın öldürülmesi, hicre­tin üçüncü yılı ramazânında vâki' olmuştur.

[96] Bunlar, başkanları Abdullah ibnu Atîk'ten başka üç kişi idiler. Bunlardan biri­si Buhârî'nin bundan sonra gelecek hadîste bildirdiğine göre, Abdullah ibnu Utbe'dir. Diğer ikisi de Mes'ûd ibn Sinan ile Abdullah ibn Uneys'tir. Adı geçen Abdullah ibn Utbe, meşhur Abdullah ibn Utbe ibn Mes'ûd değildir. Çünkü bu, Muhacirler'dendir, öbürüsü ise Ensâr'dandır.

[97] Bu zengin Yahûdî, Hendek gazasında Medine etrafındaki kabileleri toplamıştı. Urve'den gelen bir rivayete göre Gatafân gibi Arab kabilelerine birçok yardım­da bulunarak Rasûlullah'ın aleyhine harekete sevketmiştir.

[98] iki parantez arasındaki İfâdeler, hadîsin bundan sonra gelecek olan rivayetin­den alınmıştır.

[99] Buhârî bu hadîsi aynı sahâbîden ve fakat ayrı senedlerle ve bâzı farklarla üç rivayet hâlinde getirmiştir. Hadîsler daha kısadan sonra daha uzunu getirilmek suretiyle birbirini tamamlayıp açıklayıcı bir sıralayışla verilmiştir.

[100] Uhud, Medine'nin kuzeyinde bir fersahtan az bir mesafede bir dağdır. İslâm târihinde büyük bir mevki'i vardır. Uhud harbine Kur'ân-ı Kerîm'in Âlu İmrân Sûresi'nde 117. âyetten i'tibâren altmış âyette; diğer bir rivayette de 120 âyette işaret edilmiştir. Uhud harbi, hicretin üçüncü yılında şevvalin onbirine tesadüf eden cumartesi gününde vâki' olmuştur. İbn Sa'd'a göre hicretin otuzikinci ayın­da şevvalin yedisinde vâki' olmuştur. Şöyle ki: Kureyş müşrikleri Bedir yenilgi­sinin acısını çıkarmak için Ebû Sufyân'ın emrinde iyi donatılmış üçbin kişilik bir ordu ile Medine üzerine yürüdüler. Kureyş kadınlarının da iştirak ettiği bu ordunun yedîyüzü zırhlı idi. îkiyüz süvari vardı. Bu kuvvet, şevvalin yedisinde Uhud Dağı yakınına gelip Ayneyn mevkiine konmuştu. Peygamber de harb şû-râsmda Medine'de savunma harbi yapılması yâhud Medîne dışına çıkılması hu­suslarını müzâkere etmiş, ekseriyetin tercihi olan Medîne dışına çıkılmasına karar verilmişti. Peygamber cumua namazından sonra bin kişilik bir kuvvetle Medi­ne'den çıktı. Medîne ile Uhud arasındaki Şevt mevkiinde Abdullah ibn Ubeyy: Ben meydan harbine muhalifim, diyerek üçyüz kişi ile geri döndü. Peygamber yediyüz kişiyle Uhud'a vardı. Vâdî'nin ağzındaki Şı'b mevkiini ordugâh edin­di. Cumua günü piyade askerlerini harb nizâmında ta'biye eyledi. Ve düşman bozulsa bile ta'kîb için yerlerinden ayrılmamalarını buyurdu. Elli kişilik okçu kuvvetini de piyadelerin arkasına yerleştirdi. Bunların kumandasını da Abdul­lah ibn Cubeyr'e verdi. Bunlara da yerlerini hiçbir surette terketmemelerini emretti...

[101] Bu Âlu İmrân: 117. âyeti Uhud harbi hakkındaki âyetlerin birincisidir. Peygam­ber tarafından hatırlanması emrolunan Medine'den ve aile arasından çıkış, âlimler topluluğuna göre Uhud seferine âiddir. Âlimlerin çoğuna göre şevvalin onuncu günü cumua namazından sonra çıkılmış, cumartesi günü harbedilmiştir.

[102] Bu âyetlerde müslümânların Uhud'da sarsıldıklarına işaretle teselli edilmekte ve bu sarsıntının ihtiva ettiği gayeler ve maksadlar bildirilmektedir. Uhud günü harb başlayınca, günün ilk yarısında galebe İslâm ordusunda olmuş, düşmana yirmiden fazla telefat verdirilmişti. Sonra Peygamber'in emrine uyulmaması se­bebiyle müslümânlar bozulmuştu.

Bedir'de müşriklerin, Uhud'da İslâm ordusunun kaybı yetmişer neferden ibaret olduğundan, her iki tarafın cerihası arasında tam bir benzerlik vardır. Âyette buna da işaret edilmiştir.

[103] Bu âyetlerde bildirilen afv ve tesellilerle gönüllerdeki irâde çöküntüsü giderek yeni bir azim ve irâde kudreti hâsıl olmuş ve yeniden bir ikinci müdâfaa harbi başlamıştır.

[104] Bu hadîs, Bedir'de meleklerin hazır bulunması bâbı'nda senedi ve metni ile ve küçük bir lâfız farkıyle geçmişti

[105] Bu hadîs de küçük lâfız farkıyle Cenazeler Kitâbı'nda, "Şehîd üzerine namaz bâbı"nda geçmişti.

[106] Bu, Buhârî'nin Müslim'den yalnız olarak rivayet ettiği hadîslerdendir. Bunda Uhud harbinin bâzı safhaları ve tafsilâtına âid özet bilgiler verilmiş oluyor. Bu bilgiler târîh kitâblannda daha geniş verilmiştir.

[107] Bu hadîs, Cihâd Kitâbi'nda, "Yüce Allah'ın "Allah yolunda öldürülenleri sa­kın ölüler sanma..." (Âlu İmrân: 169) kavlinin fazileti bâbi"nda geçmişti.

[108] Bunun bir rivayeti Cenazeler Kitâbi'nda geçmişti. Rıkaak'ta da gelecektir.

[109] Buhârî'nin böyle bir rivayeti Bedir gazasında geçmişti. Burada olduğu gibi ora­da da bu şehidin adı bildirilmemiştir. Ancak Müslim'in Bedir'e âid olan rivaye­tinde onun adı Umeyr ibn Humâm olduğu bildirilmiş olduğundan, Uhud'daki yiğidin bu Umeyr'den başka birisi olması ve iki kişiye âid ayrı ayrı iki vak'a olması gerekir

[110] Bu hadîsin bir rivayeti de Cenazeler Kitâbı'nda geçmişti.

[111] Enes ibnu'n-Nadr'm bu kahramanlıkları, öbür İslâm mücâhidlerini de gayrete getirerek yapılan şiddetli hamlelerle düşman kuvvetleri haylî sarsılmıştı. Bunla­rın ortaya koydukları yiğitlik menkabeleri el-Ahzâb: 23. âyetinde medhedilmiş-tir. İslâm ordusunun Hamza gibi birtakım kuvvetli yiğitleri kaybetmesine rağmen varlık göstermesi müşrikleri korkutmuştur. BudaÂIu îmrân: 137. âyetinde bil­dirilmiştir. İşte bu ilâhî korkunun te'sîri altında en kuvvetli düşman, zayıf bir kuvvetin karşısında tutunamayıp çekilmiş ve bu suretle harb sona ermiştir.

Bu hadîsin bir rivayeti Cihâd Kitabı, el-Ahzâb: 23. âyeti ile ilgili babında geçmişti.

[112] Hadîsin başlığa uygunluğu, içindeki âyette, adaklarını yerine getirenlerin ancak Uhud'da şehîd olup bu adaklarını yerine getirmiş olmaları yönündendir. Bu âyetin Enes ibnu'n-Nadr ve diğerleri gibi Uhud şehîdleri hakkında indiği geçen hadîs­te bildirilmişti. Kur'ân'ın Mushaf hâlinde yazılmasını anlatan bu hadîs bâzı kü­çük farklarla Cihâd Kitabı, el-Ahzâb: 23. âyetle ilgili bâbda iki tarîkten getiril­mişti.

[113] Hadîsin son fıkrası Medine'nin Faziletleri bölümünde de geçmişti.

[114] Bu iki zümre Hazrec'den Selime oğullan ile Evs'ten Harise oğullaradır. Bunlar . ordunun iki kanadını oluşturuyorlardı. Abdullah ibn Ubeyy münafıklar züm-resiyle yarı yoldan Medine'ye dönerken, bunları da dönmeye teşvîk ettiğinden, gönüllerinde bir sarsıntı olmuş ve yine Allah'ın inâyetiyle ordudan ayrılmamış­lardı. Câbir bu âyet, kendileri hakkında Allah'ın velîliliğini ,ve senasını İhtiva ettiğinden dolayı hâsıl olan netîceden, yânî böyle çirkin bir hâdise üzerine inmiş olsa bile yine sevindiğini ifâde etmiştir.

[115] Buhârî bu hadîsi, Bey', Karz gibi birçok yerlerde getirmiştir. Burada getirme­sinden maksad, Câbir'in babası Abdullah'ın Uhud'da şehîd edilenlerden olma­sıdır.

[116] Hadîs bundan önceki değişik kitâblarda küçük lâfız ve sened farklılıklanyle geçti. Burada getirilmesinden maksad, Câbir'in babası Abdullah'ın Uhud'da şehîd edil­diğini bildirmektir.

[117] Rasûhıllah nâmına harb eden iki erin Cibril ile Mîkâîl oldukları, Müslim'in Sa-hîh'inde açıkça söylenmiştir. Bu, "Melekler Bedir'den başka yerde harbe fiilen katılmamışlardır" görüşünü reddeder.

[118] Sa'd ibn Ebî Vakkaas'ın bu hadîsi rivayet yollan çok olan meşhur hadîslerden­dir ve yalnız burada be1; vnMniı -;vâyef    Hlr

[119] Bu hadîsler, bunlarda isimleri anılan sahâbîlerin Uhud harbinde bulundukları­nı ve gösterdikleri kahramanlıkları bildirmek için getirilmişlerdir.

[120] Bu hadîsin bir rivayeti Cihâd'da, "Kadınların erkeklerin beraberinde muhare­be etmeleri bâbı"nda ve bir rivayeti de Ebû Talha'pm menkabeleri bâbı'nda geçmişti.

[121] Bu hadîsin bir rivayeti de Bed'u'l-Halk'ta "îblîs'in ve askerlerinin sıfatı bâbı"n-da (rakam: 97) da geçmişti.

Huzeyfe'nin babası Yemân, beraberindeki yaşlı arkadaşıyle birlikte Uhud harbinde müslümânların bozulduğu haberi üzerine Medine'den Uhud'a gelmiş­ler ve harbe girişmişlerdi. Harbîn başında Uhud'da bulunamadıkları için o günkü parolayı bilemediklerinden dolayı müslümânlarca düşmandan sanılarak yanlış­lıkla öldürülmüşlerdir. Oğlu Huzeyfe'nin "Durun, o babamdır" diye bağırın-caya kadar müslümânlar onu öldürmüşlerdir... (Huzeyfe ve babasının hâl tercemeleri, et-Hakaaık, s. 217-218 ile Tecrîd Ter., II, 383'de, 316 rakamlı ha­dîsin haşiyesinde özetlenmiştir.)

[122] Bu kelime Tâhâ: 96. âyette de geçer.

[123] Uhud günü meydana gelen bozgunluk, Peygamber'in öldürüldüğü haberi üze­rine umûmî bir panik hâlini almıştı. Medîne'ye kadar kaçanlar da olmuş ve ka­dınların ta'rîzine (ayıplamalarına) uğramışlardı. Çoğu Uhud Dağı'na kaçmıştı. Umer de bunların arasında bulunuyor ve: "Kim Muhammed Öldürüldü derse onu öldüreceğini" söyleyerek, bozgunluğu önlemeye çalışıyordu. İşte buradan itibaren başlıkta getirilen ayetler müslümanların Uhud’daki o bozgunluğuna işaret etmektedir.

[124] İbn Umer bu afv hususundaki görüşünü başlıkta geçen âyete dayandırıyordu. O âyette bildirilen iki cem'İyet, yânî iki ordudan maksad, Peygamber'le sahâbî-leri; Ebû Sufyân ile Kureyş kuvvetleridir

[125] el-Hâkim'in el-Müstedrek'dc Urve'den rivayetine göre Rukayye'nin hastalığı se­bebiyle Usmân'la beraber Usâme ibn Zeyd'i de Medîne'de bırakmıştık. Çünkü Rukayye çok ağır hasta idi. Hattâ Zeyd ibn Sait Medine'ye Bedir zaferini ilk önce müjdelemek üzere geldiğinde Rukayye vefat etmişti.

[126] Hadîsin başlığa uygunluğu apaçıktır. Bu hadîsin bir rivayeti Uhud gazvesi bâ-bının evvellerinde geçmişti.

[127]Bu âyette haber verilen uyku, hislerin ta'tîlinden ibaret olan bir gaflet değil, gö­nüllere huzur ve emniyet veren ilâhî bir sekînettir. Ve o sırada pek ziyâde ihti­yâç duyulan bir istirahattır. Âyette husûsî olarak bu ilâhî ni'metin hâlis mü'minlere ihsan edildiğine ve münafıkların canı ve başı derdine düşerek uyku yüzü görmediklerine işaret edilmiştir

[128] Ebû Talha'nın bu hadîsi, âyette haber verilen bu ilâhî sekînete mazhar olanlar­dan birisinin kendisi olduğuna apaçık delâlet etmektedir.

[129] Humeyd'inkini Ahmed, Tirmizî, Nesâî rivayet etmişlerdir. Müellif de Tefsîr'de bu âyetin nüzul sebebinde zikretti. Sâbit'inkİni Müslim rivayet etmiştir.

[130] Bunların üçü de Mekke'nin fethi günü müslümân olmuşlar ve müslümânlıktaki hayâtları pek güzel devam etmiştir. Bunlardan Süheyl ibn Amr, Kureyş'in gü­zel söz söyleyen hatîblerinden ve büyüklerinden idi.Hudeybiyemuâhedesini yap­ma ile vazifelendirilen hey'etin başkanı İdi. Gerek bunlar, gerek Kureyş ordusunda o gün harbetmekte bulunanlardan çoğu ileride islâm camiası içindeki şerefli yer­lerini alacaklarından, bu âyette: Ey Peygamber müşriklere âid ceza hükmü seni ilgilendirmez. O yalnız bana âiddir! diye onlara la'net etmekten sakındırmıştır.

[131] Bu hadîsin bir rivayeti Cihâd Kitabı, "Kadınların harbde su kırbalarını yükle­nip askerlere taşımaları bâbı"nda geçmişti.

Ümmü Kulsüm'ü Peygamber'in kızı Fâtıma doğurmuştur. Bu sebeble Pey-gamber'in torunu oluyor ve yine bu sebeble hadîste "Peygamber'in kızı" denil­miştir.

ibn Sa'd, Tabakaatu'n-Nisâ bahsinde Ümmü Selît'in asıl künyesinin Üm­mü Kays olduğunu, fakat Ebû Selît ile evlenmesinden Selît dünyâya geldikten sonra "Ümmü Selît" diye.künyelendiğini bildirmiştir. Bu mücâhide kadın Hayber ve Huneyn gazvelerinde de bulunmuştur.

[132] Buhârî sarihleri bu iki görüş arasında yarım asırlık bir zaman fasılası bulundu­ğunu belirtmişlerdir. Bu da ayak tanıyıcılık hususunda müfrit bir zekâya ve tam bir bilgiye delâlet etmiştir.

[133] İbn îshâk'm rivayetinde hadîsin burasında şu ziyâde vardır: Tâif hey'eti Rasû-lullah'a müslümânhklarını arzetmek üzere yola çıktıkları sırada, bana Tâif top­rağı da dar gelmişti. Şam'a, Yemen'e yâhud bunlara benzer bir şehre gitmeyi düşünüyordum. Ben bu düşüncede iken bir kişi bana: Vay, sana yazıklar olsun! Vallahi Rasûlullah, dînine giren hiçbir müslümânı öldürmez! dedi. Bunun üze­rine ben de hey'etle beraber yola çıktım   (Kastallânî).

[134] el-Hâkim el-Vâkıdî ve tshâk ibn Râhûye, Museylime'ye kılıç vuran kimsenin Abdullah ibn Zeyd ibn Âsim el-Mâzinî olduğunu kesin söylediler. Seyf, Ridde kitabında ise onun Adiyy ibn Sehl yâhud Ebû Ducâne olduğunu söylemiştir (Kastallânî).

[135] Museylime, peygamberlik da'vâsında iken bu kadının Emîrü'l-Mü'minîn demesi İbnu't-Tîn'e göre Museylime tarafdârlannın ona kâh "Nebî", kâh "Emîru'l-Mü'mİnîn" dediklerini ifâde eder. "Mü'minîn" ile, ona îmân edenler kasdolunmuştur.

[136] Peygamber'in dişini Utbe ibn Ebî Vakkaas attığı bir taşla kırmış ve alt dudağını yaralamıştı. Abdullah ibn Şihâb da alnını varmıştır. Abdullah ibn Kamie'nin bir kılıç vuruşuyla da elmacığı yaralanmış ve bu vuruşla parçalanan miğferin iki halkası elmacığına batmıştı. Peygamber, Utbe için "Yılına erişmesin" buyur­muş ve hakîkaten senesi içinde ölmüştür, ibn Kamie de vahşî bir hayvan tara­fından parçalanmıştır.

[137] Taberânî'nin rivayetinde tbn Abbâs bu yetmiş kişiden şu isimleri saymıştır: Ebû Bekr, Umer, Usmân, Alî, Ammâr ibn Yâsir, Talha, Sa'd ibn Ebî Vakkaas, Ab-durrahmân ibn Avf, Ebû Huzeyfe ve İbn Mes'ûd (R). İbn İshâk ve diğerlerinde şu vardır: Onlar Hamrâu'1-Esed mevkiine ulaştıkları zaman -ki burası Medîne'-ye üç mil uzakta bir yerdir- Allah müşriklerin kalblerine korku attı da Mekke'­ye doğru gittiler. Bunun üzerine yukarıdaki âyet İndi (Kastallânî).

İbn Cerîr'in rivayetinde Abdullah ibn Abbâs şöyle demiştir: Ebû Sufyân Uhud günü bunca zafere erdikten sonra Allah onun kalbine bir korku bıraktı da, o, bu zaferin sonunu almadan Mekke'ye dönüp gitti. Bunun üzerine Rasû­lullah: "(Ey sahâbîlerim!) Muhakkak ki Ebû Sufyân sizin bir kısmınızı öldürdü de, Mekke'ye döndü ve Allah onun gönlüne korku saldı" buyurmuştur (Aynî).

[138] Katâde'nin ikinci sözü de birincisi gibi senedlidir. Katâde ikinci sözüyle birinci­sini kuvvetlendirmek istemiştir.

[139] Hadîsteki "Fî sevbin vahidin" sözünün zahirî ma'nâsı iki şehidin bir kefene ko­nulmasını ifâde ederse de, Mesâbih Şerhi'nde Muzhirî, burada "Sevbin vahi­din", "Kabrin vahidin", yânî bir kabir ma'nâsına olduğunu bildirmiştir

[140] Bu hadîsin bir rivayeti Cenazeler Kitâbı'nda, "öldükten sonra ölünün yanına girmek bâbı"nda geçmişti.

[141] Bu hadîsin bir geliş sebebi vardır ki, onu Ahmed ve en-Nesâî'nin Uhud kıssası hakkında İbn Abbâs'tan rivayetleri beyân etmiştir: Yapılan harb şûrasında Pey­gamber, Medîne'den çıkmamalarına işaret etmiş, genç sahâbîler de şehîdlik is­teği ile Uhud'a çıkmayı tercih etmişler. Peygamber silâhları ve zırhları giydikten sonra bu tercihlerinden pîşmân olmuşlar. Peygamber: "Hiçbir peygambere si­lâhlarım kuşandıktan sonra harb etmedikçe çıkarması yakışmaz" buyurmuş ve yukarıdaki ru'yânın benzerini haber vermiştir... (Kastallânî).

[142] Bu hadîsin bir rivayeti de Uhud gazvesi'nin evvelinde 89 rakamıyle geçmişti.

[143] Buhârî bunu Zekât Kitabı, "Hurma mahsûlünü tahmin etme bâbı"nda sene­diyle getirmişti (Kastallânî).

[144] es-Suheylî şöyle demiştir: Bu dağ, tek olması ve oradaki diğer dağlardan kesik bulunmasından dolayı Uhud ismiyle isimlendirildi. Bu kelime "Ahadiyet"ten türemiştir. Harflerinin harekeleri refi'dir. Bu da ahad dîninin yüksekliği ve yü­celiğini bildirir... (Kastallânî).

Peygamber güzel ismi severdi, Ahadiyetten türemiş isimden daha güzeli yok­tur. Allah isminin ma'nâsma uygunluğunu istediği için bu dağa önceden bu ismi vermiştir. Çünkü buranın ahâlîsi olan Ensâr, tevhîde, tevhîd dînine gönderilmiş Allah Elçisi'ne yardım ettiler; O da, diri iken de, ölü iken de o dağın yanında yerleşti... (Kastallânî).

[145] Bu hadîsin bir rivayeti Uhud gazvesi evvelinde geçmişti.                            

[146] Bu başlığın sevkedilişi, Racî' gazvesiyle Maûne Kuyusu gazvesinin birtek şey ol­duğunu düşündürür. Hâlbuki İş böyle değildir. Racî' gazvesi, Âsim ve Hubeyb'in on kişilik seriyyesidir. Bu seriyye Adal ve el-Kaare kabîleleriyle çarpışmıştır.

Maûne Kuyusu gazvesi ise yetmiş Kur'ân hafızının seriyyesidir. Bu seriyye Rı'l ve Zekvân İle çarpışmıştır. Musannif bu seriyyeyi ötekine yakın olduğu için onun beraberinde zikretmiştir. Bunun ötekine yakınlığına, Peygamber'in o ka-bîleler aleyhine yaptığı duada Lıhyân oğulları, Useyye oğulları ve diğerlerim or­tak kılması delâlet eder. el-Vâkidî, Maûne Kuyusu haberi ile Racî' sahâbîleri haberinin Peygamber'e bir gece içinde geldiğini zikretmiştir (İbn Hacer).

[147] Bu seriyyeden bâzıları şunlardır: Mersed el-Ganevî,Hâlid ibmı'l-Bukeyr el-Leysî, başkanları Âsim ibn Sabit, Hubeyb ibn Adiyy, Zeyd ibnu'd-Desine ve Abdul­lah ibn Tarık'tır. Bu seriyyeye Racî' Seriyyesi ismi verilir. Racî', Huzeyl kabile­si yurdunda bir suyun adıdır. Bu şehâdet vakıası burada vukû'a geldiğinden bu adla anılmıştır. Hâdisenin özeti şöyledir: Adal ve Kaare kabilelerinden bâzı kim­seler Peygamber'e gelip, kendilerine dîn ve Kur'ân öğretecek bâzı öğretmenler göndermesini rica etmişlerdi. Peygamber onlara Suffa ehlinden isimleri geçen sahâbîleri göndermişti. Onlar Racî' mevkiine geldiklerinde bu kabile halkı bun­ları gaddarca şehîd etmişler, Hubeyb ile Zeyd'i Mekke'ye götürüp orada öldür­müşlerdir.

[148] Bu hakîkaten bir sünnet, bir kaanûn olmuştur. Çünkü Hubeyb bu ölümünden önce iki rek'at namaz kılma işini Peygamber'in hayâtında yapmış, Peygamber de bunu güzel görüp takrîr etmiştir.

[149] Bu hadîsin küçük farklarla diğer bir rivayeti Cihâd Kitabı, "Kişi esîr alınmak ister mi bâbi"nda, geçmişti.

İ'dâm edilme sırasında iki rek'at namaz kılma sünnetini başlatan Hubeyb ibn Adiyy (R) Buhârî'deki yerleri Cihâd, rak: 245, Mağâzî: 38, 123: Tev-hîd, rak: 33.

[150] Maûne Kuyusu vak'asi Uhud'dan dört ay sonra, dördüncü hicret yılının safer ayında meydana gelmiştir. Necd ehlinin isteği üzerine, yânî Mekke'nin doğu­sunda ve yakınında oturan Benû Suleym ile Benû Âmir kabilelerinin ahd ve mî-sâk vermeleri üzerine Rasûlullah o zaman "Kurrâ" ismi verilen yetmiş kadar sahâbîyi muallim olarak Munzir İbn Âmir el-Hazrecî(R)'nin maiyyetinde Necd'e gönderdi. Bu seriyyeye "Munzir ibn Âmir seriyyesi" adını da verirler. Bu kur­râ, Suffa ehlinden Kur'ân'ı ezberleme ve öğretme ile meşgul hakîkaten müba­rek, âbid, sâlih gençlerden imişler.

[151] Bu hadîslerin kunûtla ilgili kısımlarına âid açıklamalar Vitr Kitâbı'nda veril­mişti; onları burada tekrar etmeye ihtiyâç yoktur.

[152] Bundan hâsıl olan şudur: Enes'ten üç rivayet naklolunmuştur: Birincisi Abdu-lazîz ibn Suheyb'in Enes'ten rivayeti, ikincisi Saîd'in Katâde'den; onun da Enes' ten rivayeti, üçüncüsü de Katâde'nin Enes'ten rivayetidir ki, bunda Halîfe ibn Hayyât, Yezîd ibn Zuray'dan; o da Saîd ibn Ebî Arûbe'den; o da Katâde'den... diye bir ziyâde getirmiştir (Aynî).

[153] Benû Selûl de Benû Âmir gibi Sa'saa evlâdıdır; bu sebeble Âminler ile Selûlîler amcaoğullandır. Ancak Selûlîler alçaklık ile tanınmış oldukları için onlardan birinin çadırında bakılmak, Âmir ibn Tufeyl'in pekçok gücüne gitti. Bundan dolayı hakaaret saydığı bu hâle dayanamayıp atına bindi, mızrağını aldı ve: "Ölüm meleği karşıma çıksın da görsün" diye bağırarak atını koştura koştura düşüp ölmüştür.

[154] Müşriklerin başkanı Âmir ibn Tufeyl ile ona yardım eden Rı'l, Zekvân ve Usayya kabileleri, oradaki diğer sahâbîlerin üzerine ansızın hücum ettiler ve hareketle­rine meydan bırakmadan dört taraflarından kuşattılar. Sahâbîler bu hâli gö­rünce hemen kılıçlarına sarılıp cümleten şehîd oluncaya kadar cenk ettiler. İçlerinden yalnız sakat olan Ka'b ibn Zeyd, öldü sanılarak yerinde bırakılmış. Lâkin bu zât ondan sonra yaşamış ve Hendek'te bir ok isâbetiyle şehîd olmuş­tur. Amr ibn Umeyye ed-Damrî de düşmanların ellerine esîr düşüp sonra da âzâd edilmiştir.

[155] Benû Lıhyân'ın Maûne Kuyusufhâdisesiyle ilgileri yoksa da Racî' sahâbîlerinin felâketi onların eliyle olmuştur. Bu sebeble bedduaya onlar da girdirilmiştir.

[156] Vâkıdî'nin rivayetine göre, Peygamber'in bindiği bu devenin adı Kasvâ idi. Be-nû Kuşeyr hayvanlanndandı. Peygamber'in vefatından sonra biraz daha yaşa­mış ve Bakı'a salıverilip orada otlamıştır.,Sonra Ebû Bekr'in devlet başkanlığı zamanında ölmüştür.

[157] Sevr Dağı, Mekke'nin sağ tarafında ve üç mil uzaklıktadır. Mağara da bunun tepesindedir. Peygamber ile Ebû Bekr'i mütevazı sinesinde saklayan bu mağara bugün de mevcûddıır ve ziyaret edilmektedir.

[158] Bu kardeşlik şöyledir: Âişe'nin annesi Ümmü Rûmân'ın ilk kocası Ebu't-Tufeyl Câhiüyet devrinde Mekke'ye gelip, İslâm'dan önce Ebû Bekr'le yeminli dost ol­muştu. Ebu't-Tufeyl öldü, karısını geride bıraktı. Bunun üzerine Ebû Bekr onun karısı Ümmü Rûmân ile evlendi. Ümmü Rûmân Ebû Bekr'e Abdurrahmân ile Âişe'yi doğurdu. Ebû Bekr, Ebu't-Tufeyl'den Âmir ibn Fuheyre'yi de satın alıp âzâd etmişti (Kastallânî).

[159] Orada şehîd edilenler içinde Âmir ibn Fuheyre de vardı. O zaman kırk yaşında idi. İlk müslümânlardandı. Peygamber, Erkam'ın evine girmeden önce İslâm'a girmiş idi. Bu hadîste de ifâde edildiği gibi, bu zât hicret sırasında Peygamber'­le Ebû Bekr'e yoldaşlık eden sahâbîdir. Ebû Bekr'in âzâdlısı idi (R).

Bu, Hicret bölümünde uzun bir metinle geçmişti. Burada ise Âmir İbn Fu-heyre'den dolayı kısaca getirilmiştir.

[160] Bu vak'a o kadar unutulmaz bir te'sîr bırakmış ki, Zubeyr ibnu'l-Avvâm (R) onbeş sene sonra dünyâya gelen oğullarına Urve ve Munzir adını vermiştir. Çünkü Maûne Kuyusu şehîdleri arasında Urve ibnu Esma ibni's-Salt vardı. Kaafilenin başkanı da Munzir ibn Amr idi. Zubeyr'in, oğluna Urve ismini vermesinde baş­ka bir münâsebet daha vardır. Şehîd olan Urve'nin babası Esma ibnu's-Salt ol­duğu gibi, İbnu'z-Zubeyr'in anası da Esma bintu Ebî Bekr es-Sıddîk'tır. Esma, hem erkek ismi, hem de kadın ismi olan kelimelerdendir... (Aynî'den özetle Tecrîd Ter., III, 245. haşiyeden).

[161] Bu Vitr babında ve bu bâbda getirilen Enes hadîslerinden bir diğeridir.

[162] Bu hadîsin bir rivayeti Cihâd Kitabı, "Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma' {el.-Bakara: 154) kavlinin fazileti bâbı"nda geçmişti.

[163] Klzb, yalan söylemek ma'nâsma geldiği gibi, Hicaz ehli lügatinde hatâ etmek, yanılmak ma'nâsmda da kullanılır. Burada da bu ma'nâyadır.

[164] Bu hâdise üzerine vâki' olan buradaki kunût, Ebû Hureyre'den, Vitr'de gelen hadîsteki kunût değildir. Zîrâ hâdiseler başkadır. Ebû Hureyre'rim bahsettiği kunût, Ramazân'in son yarısında başlayıp bayram günü terkedilmiştir. O ku-nûtta Mekke'de Kureyş elinde kalmış bâzı müslümânların kurtulmaları için duâ edilmiş ve Mudar'dan olan o zamanki kâfir kabîleler aleyhine de duâ edilmişti. Enes'in bu takriri ile bu hadîsin sevkindekî müşkillik gitmiştir.

[165] Hendek, şehir surunun etrafına kazılmış çukur ve istihkâma denir. Bu harbde Medine'yi savunmak için etrafına hendek (handak) yânî derin ve uzun bir çu­kur kazıldığı için bu isimle anılmıştır.

el-Ahzâb da el-Hizb'm cem'idir. Hizb, insan camiasına, kişinin re'y ve em­rine itaat eden insan topluluğuna denir. Bu gazvede Yahûdîler, Mekke müşrik­leri ve diğer büyük Arab kabileleri müslümânlar aleyhine İttifak ederek toplanıp geldikleri için, buna Ahzâb adı da verilmiştir. Bâb başlığındaki unvan da bu gazvenin iki ismi olduğunu göstermektedir.

İbn Sa'd, Hendek gazvesinin ve hendek kazılmasının sebebini şöyle bildi­rir: Peygamber, Yahûdî Benû'n-Nadîr'i yurtlarından sürgün ettiği zaman, bun­ların büyükleri Hayber Yahudileri'nin yanına sığınmışlardı, işte bunlardan yirmi kadar Yahûdî, başlarında Huyey ibn Ahtab olduğu hâlde Mekke'ye giderek Ku-reyş'i tahrik edip, onları birlikte Peygamber üzerine harekete çağırdılar. Sonra Gatafân, Benû Suleym, Benû Esed, Fİzûre, Benû Murre, Eşca' kabilelerini de dolaşarak, Hayber'in senelik hurma mahsûlünün yansını kendilerine vermek va'-diyle bunları da ayaklandırdılar. Bunlarla Kureyş'ten onbin kişilik bir ordu top­landı ve Ebû Sufyân'ın emrinde Medine üzerine yürüdü.

Bu sırada Benû Huzaa'dan bir kişi dört günde Medine'ye yetişip, durumu Peygamber'e bildirdi. Peygamber sahâbîleriyle istişare etti. Savunma harbi ya­pılmasına ve Selmân el-Fârisî'nin teklifi üzerine hendek kazılmasına karar ve­rildi.

Uhud ile Hendek arasında Hamrâu'1-Esed, Ebû Mesleme, Abdullah ibn Uneys, Racf, Maûne Kuyusu, Zâtu'r-Rıka, Bedri Âhire, Devmetu'l-Cendel se-riyyeleri vak'aları vardır... (Aynî).

[166] Buna göre Uhud ile Hendek arasında bir yıl oluyor, Uhud, üçüncü yılda oldu, Hendek de dördüncü yılda olur.

[167] Bu beyt vezinli değildir. Belki bunun aslı hemze ve lâm'm "Muhâcir"e nakliyle "Fağfir lil-Ensâri ve lil-Muhâcireh" şeklindedir (Kastallânî).

[168] Bunun bir rivayeti Cihâd Kitabı, "Hendek kazma bâbı"nda geçmişti

[169] Bu Enes hadîsinin başka bir rivayetidir. Bunda o zaman sahâbîlerin ne kadar zor şartlar ve sıkıntılar içinde, o hendeği kazdıkları açık olarak belirtilmiştir.

[170] Bu, Buhârî'nin Müslim'den yalnız olarak rivayet ettiği hadîslerdendir. Şübhe-siz bu Câbir hadîsindeki işlerin hepsi Peygamberlik alâmetlerindendır (Aynı).

[171] Bu, Câbir hadîsini rivâyetidir. Bu hadîs saltılımş olarak Cihâd'da, "Farsça ve yabana bir dil de konuşan kimse babı da geçmişti (Aynî)

[172] Bunun bir rivayeti Cihâd Kitabı, "Hendek kazma bâbı"nda geçmişti.

[173] Sabâ, doğudan esen rüzgârın ismidir; batıdan esen rüzgârın adı da Debûr'dur. Kuzeyden esen rüzgâra Şemâl, güney rüzgârına da Cenûb denir.

Peygamber'in böyle buyurması, Ahzâb harbine âid olan ı*Biz onların başı­na şiddetli bir rüzgârı ve sizin görmediğiniz birtakım ilâhî orduları göndermiştik'' (el-Ah2âb: 9) âyetine işarettir. Kureyş, İslâm'ı söndürmek ve müslümânlan yok etmek için onbin kadar müttefik askerle Medine'ye saldırdıklarında, hendek ka­zılarak savunma harbine hazırlanılmış, bu sırada müslümânlar sarsılmışlardı... İşte o sırada bir gece doğu tarafından çok soğuk ve kuvvetli bir rüzgâr esip, müşrik ordugâhını darmadağın etmişti.

[174] Bu, el-Berâ hadîsinin başka bir yoldan diğer bir rivayetidir

[175] Bunun bir rivayeti daha önce geçmişti. Orada İbn Umer ondört yaşında olduğu için Uhud harbine izin verilmemiş; Hendek'te onbeş yaşında olduğu için izin verilmişti.

[176] Hadîs râvîlerinin hadîs rivayet ederken hadîs ile hiç ilgisi olmayan bu gibi şeyle­ri zikretmeleri, hadîsin sabîhliğini sağlamak içindir.

[177] Bu tertîlî ve entrikah vakıa Amr ibn Âs'ın, Muâviye adına hakem ta'yîn olun-masiyle başlar. Ebû Mûsâ el-Eş'arî de Alî nâmına hakem olmuştu. Amr ibn Âs'ın Ebû MÛsâ'nm temizliğinden faydalanarak Alî'yi halifelikten düşürmesiyle Mu-âviye'yi halîfe i'lân edişi, siyer ve İslâm Târîhi kitâblarında açıkça anlatılır.

[178] Muâviye'nin İbn Umer'le babası Umer'e bu derece saldırmasının sebebi, Zehe-bî'nin beyânına göre, o gün bütün fikirlerin Abdullah ibn Umer'in seçilmesi üze­rinde toplanmış olmasıdır. Fakat İbn Umer kabul etmemiştir.

[179] Bu da Buhârî'nin Müslim'den yalnız olarak rivayet ettiği hadîslerdendir. Buhâ-rî bunu burada ayrı ayrı iki senedle getirmiştir. Biri: Ma'mer ibn Râsid'den; o da ez-Zuhrî'den; o da Sâlim'den; o da İbn Umer'den; ikincisi de yine Ma -mer'den; o da İbn Tâvüs'tan; o da îkrime ibn Hâlid'den; o da İbn Umer'den.

Hadîsin bu bâbda getirilme sebebi ve buraya uygunluk noktası, ibn Umer'in Muâviye'ye karşı söylemek isteyip de belirttiği gerekçe ile söylemediği sözleri­dir (Aynî).

[180] Buhârî bu hadîsi burada iki sened, iki metin ile ve ikisi de Süleyman ibn Sured1-den olmak üzere sevketmiştir. Peygamber'in bunda haber verdiği gibi, Ahzâb harbi müşriklerin son saldırısı olmuştur. Bundan sonra müslümânlar Mekke üze­rine sefer etmişlerdir: Evvelâ umre yapmak için gittiler. Müşriklerin bunu ka­bul etmeyip dayatması üzerine Hudeybiye anlaşması yapılarak geri dönüldü. Ertesi yıl gidilip Ka'be ziyaret edildi. Bir yıl sonra da Mekke fetholundu. Uhud ve Ahzâb gazvelerinde müslümânlar üzerine muhârib olarak gelenlerin hepsi müs-lümân oldular. Peygamber'in bu güzel neticeyi vukû'undan evvel haber verme­si de peygamberlik alâmetlerindendir.

[181] Peygamber'in. hiçbir vakıada namaz geçirdiği yazılmadığına göre, burada na­mazları geçirmesi, AfiTâb harbi meşakkatinin derecesini bildirmeye yetişir

[182] Hendek muhasarası, Vâkidî'ye göre, ondört gün; Mûsâ ibn Ukbe'ye göre yirmi güne yakın sürmüştü. Bu süre içinde meydan harbi yapılmadı, yalnız karşılıklı ok atmakla vakit geçirildi. Çünkü müşrikler tanımadıkları bir hendek savun-masıyle karşılaşmışlar ve şaşırmışlardı. Hendek, zamanına göre mühimdi. Geç­mek isteyenler okla karşılanıyordu. Bu harbde müslümânlar beş şehîd vermişlerdi. Ensâr'ın başkanı Sa'd ibn Muâz da bu harbde kol damarından yaralanıp, sonra vefat etmiştir. Muhasaranın son günlerinde düşman da günlerin geçmesinden usa­narak şiddetli bir hücumda bulunmuş, hattâ bâzı süvariler hendeğin zayıf bir yerinden geçmişler; bunlar İslâm mücâhidlerince karşılanıp def edilmişlerdi. İş­te o gün Rasûlullah öğle, ikindi... namazlarım vaktinde kılamamıştı.

[183] Bu hadîs ez-Zubeyr'in menkabesinde de geçmişti. Hendek günü sırasında Ku-rayza Yahudileri verdikleri sözde durmayıp müşriklere yardıma kalkışınca, Pey­gamber onların durumlanyle ilgili haberleri toplayıp tedbîr alıyordu.

[184] Yânî eşyanın hepsi Yüce Allah'ın varlığına nisbetle yok gibidir. Çünkü herşey yok olur, O ise bakîdir. O, herşeyden sonra vardır, O'ndan sonra hiçbirşey yoktur (Kastallânî).

[185] Peygamber'in bu duaları kabul edildi. Peygamber'in yüzünde sevinç eseri par­ladı da sahâbîlerine zafer va'dîni müjdeledi. O gece doğu taraftan esen müdhiş bir fırtına düşman ordusunu alt üst etti, gönüllerine korku düştü, bir panik içinde Mekke yolunu tutup gittiler

[186] Bu hadîs Cihâd'da da iki bâbda: "Yükseğe çıkışta tekbîr alma" ve "Cihâd'dan dönüşte..." bâblarmda geçmişti. Bu ifâdeler Peygamber'in Allah'ın ni'metleri-ne karşı devamlı şükür ve hamd eder olduğunun delilidir.

[187] Kurayza oğulları Medîne civarında oturan ve Nadîr oğullan'ndan sonra gelen Yahûdî birliğidir. Peygamber Medine'ye hicret edip geldiğinde, diğer kabileler­le yaptığı gibi bunlarla da can, mal ve dîn hürriyetlerini korumak hususunda anlaşma yapmıştı. Uhud yenilgisi üzerine Yahudiler şımarıklık göstermeye baş­layınca Nadîr oğullan sürgün edilmişlerdi. Hendek harbinden önce Kurayza oğullan'yle müşriklere yardım etmemeleri hususunda anlaşma yapılıp yerlerin­de bırakılmışlardı. Fakat bu defa Kurayza Yahudileri bütün müşrikler ve Hicaz kabileleri ve Yahûdîler'in müslümânlar aleyhine harekete geçmelerini fırsat bi­lerek yapılan ahdi bozmuşlar ve müslümânlar aleyhine fiilen harbe girişmişler; kendilerini koruyan Evs kabilesi müslümânlannm başkanı Sa'd ibn Muâz(R)'ın nasihatlerini de reddetmişlerdi. İşte bütün bu gizli ve açıktan yaptıkları nankör­lük ve düşmanlıklar Üzerine cezalandırılmaları gerekmişti.

Peygamber üçbin asker, otuzaltı süvârî ile beşinci hicret yılı Zu'1-ka'desinin yirmi ikisinde hareket edip Kurayza Yahûdîleri'ni yirmi küsur gün muhasara etti. Zu'1-hicce'nin sekizinci perşembe günü Kurayza'yı teslîm alarak Medine'­ye döndü(Aynî).

[188] Peygamber ve sahâbîleri takım takım Kurayza oğullan yurduna gittikleri sırada meleklerin de kaafile hâlinde Cibril'in kumandasında hareket ettikleri bu ha­dîsten anlaşılır. Meleklerin yardımı mühim zamanlarda olurdu. Kurayza seferi de mâhiyeti İ'tibâriyle mühimdi. Çünkü bununla İslâm'ın yükselmesi engelle­rinden biri daha yok edilecekti. Hadîsteki Ganm oğullan, Hazrec kabilesinin bir şûbesidir. Bunlar Ganm ibn Mâlik ibni'n-Neccâr oğullan'dır.

Bu hadîsin bir rivayeti Bed'u'l-Halk'ta "Meleklerin zikri babı' 'nda da geç­mişti

[189] Sahâbîler arasındaki bu görüş ayrılığı Peygamber zamanındaki amelî ve fer'î mes'eleler hakkındaki ihtilâflardan birisidir. Saadet asrında ne i'tikaadî, ne de muhkem nassm zahirine ve ümmetin icmâ'ına dayanan dînî farizalar ve şer ı asıllarda hiçbir ihtilâf kaydedilmemiştir. Yalnız bu ana mes'eleîerin tafsillerin­de ve uygulama şekillerinde ihtilâf edilmiştir. İşte bunlardan birisi budur ve ümmet hakkında kolaylık olmuştur. Bunun için Peygamber bu iki zümreden hiçbirisi­ne darılmamı ştır.

[190] Bu hadîsin kısa bir rivayeti Beşte bir Kitabı, "Peygamber Kurayza ve en-Nadîr mallarını nasıl taksîm etti... bâbı"nda 36 rakamıyle geçmişti. Menîhanın Fazî-leti bölümünde de bunu açıklayıcı, fakat değişik bir lâfızla daha tafsîlli olarak yine Enes'ten şu hadîs geçmişti: Enes dedi ki: Muhacirler Mekke'den Medîne'-ye ellerinde birşey olmayarak hicret etmişlerdi. Ensâr ise arz ve akar sahibi idi. Bu sebeble Ensâr her sene mallarının (yarı) mahsûlünü Muhâcirler'e vermek ve Ensâr'm yerine bağ, bahçe işini Muhacirler yapmak şartıyle, mallarını onlara ortağa vermişlerdi

Enes'in anası -ki Ümmü Enes, Ümmü Suleym denmekle meşhurdu ve Ab­dullah ibn Ebî Talha'nm da anası idi- da bu sırada Rasûlullah'a birkaç hurma ağacı hediye etmişti. Peygamber de bu ağaçlan (mahsûllerinden faydalanmak üzere) Usâme ibn Zeyd'in anası olan cariyesi Ümmü Eymen Bereke'ye vermiş­ti. Enes dedi ki: Peygamber Hayber muharebesinden Medine'ye döndüğü za­man Muhacirler, meyvesinden faydalandıkları, Ensâr'ın ariyet verdikleri hurmalarını Ensâr'a geri verdi. Peygamber de Ümmü Enes'e hurma ağaçlarını geri verdi. Ümmü Eymen'e de hurma ağaçlan yerine kendi bostanından bîr kıs­mını verdi.

[191] İbn İshâk'ın rivayetine göre Sa'd ibn Muâz'ın hükmü yerine getirilmek üzere hendekler kazılmış, buralara birer birer getirilip hüküm infaz edilmiştir. İbn İs-hâk bu mücrimlerin altıyüz kişi olduklarını rivayet etmiştir. Tirmizî, Nesâî ve İbn Hıbbân'm sahîh isnâd ije rivayetlerine göre bunlar dörtyüz kişidir. Kadın­ları ve çocukları da esîr edilmiştir. Kurayza oğulları da Sa'd İbn Muâz'ın verdi­ği hükmün Tevrat hükmüne uygun olduğunu i'tirâf etmişlerdir. Zamanımız kaanûnlarına göre de hüküm böyledir: Vatana ihanet eden, düşmanla birleşe­rek vatanlarına karşı silâh kullanan kişinin cezası îdâmdır.

Benû Kurayza Yahudileri Sa'd ibn Muâz'm hakemlik etmesini İstediler. Sa'd da onlara kendi inandıkları Tevrat'ın "tesniye bâbı"ndaki ilgili hükmü verdi: "Savaş için bir şehre vardığında önce sulh iste. Olumlu cevâb verip kapılarım açarlarsa orada bulunan bütün halk senin emrindedir ve hepsi senin kölendir. Eğer şehir teslim olmaz, üstelik seninle savaşa kalkışırlarsa önce muhasara et, eğer Allah Rab şehri sana verirse oradaki bütün erkeklerin kılıçla boyunlarım vur. Oradaki kadınlar, çocuklar ve hayvanlar ve şehirde ganimet olabilecek ne varsa senindir. Allah Rabb'in sana verdiği düşman ganimetini yersin" (Tesni­ye, 10-15).

Bu hadîste "Sa'd mescide yaklaşınca" sözünde anılan mescid, Peygamber'in Kurayza'yı muhasara ettiği günlerde namaz kılmak için mescid edindiği yerdir. Sa'd geldiğinde Peygamber ile sahâbîleri orada bulunuyorlardı.

[192] Bu çadır Rufeyde el-Ensâriyye yâhud el-Eslemiyye'nin kurduğu çadır idi ki, bu hayırsever kadın müslümânların kimsesiz yaralılarına orada bakar, Allah rızâsı için bizzat hizmetlerini görürdü. Peygamber sık sık ziyareti kolay olsun diye Sa'-d'ın, Rufeyde'nin çadırına naklini emrettikten sonra, sabah akşam yanına gi­der ve hatırını sormakla gönlünü hoş ederdi. Bu suretle Sa'd'a çadır kurdurmak­tan maksad, kendisine bir çadır tahsisinden ibaret olmuş olur.

[193] Müslümanlar ile aralarında olan ahdi bozarak Ahzâb kâfirlerini Medîne üzeri­ne üşüştürüp müslümânlan çeşit çeşit ıztırablara düşüren Kurayza oğullan, Ahzâb harbi akabinde İslâm ordusuna karşı yenilmiş ve bugünkü ta'bîr ile kayıtsız şartsız teslime razı olmuştu, Kurayza oğulları Evsliler'in yeminli dostu olduklarından, haklarında yapılacak muamelenin ta'yîninde Sa'd İbn Muâz'ın hakem olmasını istediler, sa'd da onlar hakkında burada bildirilen hükümle hükmetti.

[194] Gıfâr oğulları, Ebû Zerr'in kabîlesidir. İkinci çadırın sahibi, Rufeyde el-Eslemiy­ye'nin kocası idi derler.

[195] Hadîs ve siyer kıtâblarında naklolunduğu üzere Peygamber, Sa'd'ın vefatı za­manında yanında bulunamamış. Kendisine Cibrîl gelip: "Yâ Muhammed, bu sâlih kul kimdir ki, ruhunun yükselmesi için göğün kapılan açıldı ve gelişinden dolayı Rahmân'ın Arş'ı titredi?" demiş. Bunun üzerine Rasûlullah acele Sa'­d'ın yanına gitmiş, fakat vefat etmiş bulmuştur.

[196] Bu hadîs Bed'u'l-Halk'ta "Meleklerin zikri bâbı"nda da geçmişti. Burada zi­yâdenin getirilmesi, Hassân'a bu emrin verilmesinin Kurayza gününde vâki' ol­duğunu ta'yîn ve tesbît etmektir.

[197] er-Rıkâ', er-Ruk'a'nm cem'idir. Ruk'a, elbise yırtığına vurulan bez parçasıdır ki, yama ta'bîr olunur. Necd tarafına doğru yapılan bu sefere katılanların hepsi piyade olup, mücâhidlerin çıplak ayakları taştan, dikenden parçalanmış ve tır­nakları dökülmüş olduğundan, ayaklarını bez parçalarıyle bağlamış olmaları, bu gazveye Zâtu'r-Rıkâ' (yânî: Sargılar Gazvesi) denilmesine sebeb olmuştur. Yâhud Zâtu'r-Rıkâ', bu isimde bir yerin adıdır. Bundan başka bu gazvenin Mu­hârib, Benû Sa'lebe, Necd, Zû Kared, Benû Enmâr adlanyle de anıldığını göre­ceğiz. Vâkıdî bu seferin sebebini şöyle bildirmiştir: Bir bedevi gelip Rasûlullah'a: Benû. Sa'lebe ve Benû Enmâr'dan birtakım kimselerin aleyhinize toplandıkları­nı gördüm. Siz ise bunların hareketinden habersiz bulunuyorsunuz, demişti. Bu­nun üzerine Rasûlullah dörtyüz veya yediyüz kişilik bir müfreze ile hareket et­miştir.

[198] Ebû Hureyre'nin Ebû Davud'un Sünen 'indeki bir rivayetinde bu Necd seferin­de Nahl denilen yerde "Zâtu'r-Rıkâ"' mevkiine gelince karşılarına Gatafân ka­bilelerinden bir cem'iyyet çıktığı zikredilmiştir.

Rivayetlerde Zâtu'r-Rıkâ' gazasına Necd gazası da denildiği gibi, Muhâri-bu Hasafa, Muhârib ve Sa'lebe, yalnız Sa'lebe ve Gatafân adları da veriliyor. Bu gazaya Arablar arasında Gazvetu 'l-Eâcfb denildiğini de Muhammed ibn Talha haber veriyor. Bunun, kendisinde harb yapılan Peygamber gazvelerinin yedin­cisi olduğunu Buhârî, Câbir'den naklettiği için Bedir, Uhud, Hendek, Kuray-za, Mureysî', ve Hayber'den sonra vâki' olmuştur. Vukû'u zamanı hakkında Mağâzî kitâblarındaki ihtilâfları, gerek bu sahîh rivayet, gerek Ebû Hureyre ile Ebû Mûsâ el-Eş'ari'nin bu seferde hazır bulunmuş olmaları kökünden halleder.

Nahl yâhud Batnu Nahl yâhud Batnu Nahle gibi çeşitli adlarla hadîs ve fı­kıh kitâblannda görülen namazlar, hep Necd seferinde Zâtu'r-Rıkâ' denilen mev­kide kılınan namazlardır.

Buhârî sarihleri bundan başka altı gazvenin şunlar olduğunu bildiriyorlar: Bedir, Uhud, Hendek, Kurayza, Mureysî', Hayber. Câbir'in bu hadîsinde ye-dinciliği kesin olarak bildirildiğine göre, Zâtu'r-Rıkâ', Hayber'den sonra olur.

[199] Bu başlık altındaki ta'lîklerin bâzısı bizzat Buhârî tarafından, diğer bâzısı da başka hadîs imamları tarafından senedleriyle rivayet edilmişlerdir

[200] Çünkü açıklamayı gerekli kılacak bir iyilik sebebi bulunmak hâli müstesna, iyi ameli gizlemek, açığa çıkarmaktan daha faziletlidir. Zîrâ Yüce Allah şöyle bu­yurmuştur: "Eğer sadakaları açıktan verirseniz, o ne güzel. Eğer onları gizler, onları (bu suretle) fakirlere verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır..." (el-

Bakara: 271)

[201] Bu mutâbaanın getirilme sebebi, yânî faydası Sehl ibn Hasme hadîsinin Zâtu'r-Rıkâ' gazvesi hakkında olduğunu göstermektir; bu suretle bu hadîs Câbir hadî-siyle birleşmiş olur. Bu mutâbaayı müellif Târih rmde senediyle rivayet etmiştir.

[202] Müsedded'den gelen bu ikinci rivayet, birincideki mürselliği gideriyor. Çünkü İkinci tarîkten gelen hadîs merfû'dur.

[203] Korku namazının kılmışı ile ilgili olan bu hadîslerin birer rivayetleri Korku Na­mazı bölümünde de geçmişti. Orada da ifâde edildiği gibi, korku hâlinde kılı­nan bu namazı Rasûlullah birçok gazalarda harb vaziyetinin gereklerine göre çeşitli şekillerde kıldırmıştır... İslâm Dîni ibâdetler içinde namaza ve namazın cem'iyet hâlinde kılınmasına pek büyük ehemmiyet vermiştir.

[204] Burada İbn İshâk'ta şu ziyâde vardır:

Bu sırada Cibril onun göğsüne bir yumruk vurmuş da kılıç elinden düş­müş. Bunun üzerine Peygamber kılıcı eline alarak bedeviye:

  "Şimdi seni benden kim kurtarabilir?" buyurmuş. Bedevi:

— Hiçbir kimse kurtaramaz, diye cevâb vermiş (Kastallânî).

[205] Bu hadîsle nafile kılanın arkasında farz namaz kılacak olanın namazının ceva­zına delîl getirildi. Nitekim en-Nevevî, Müslim Şerhi'nde iki delîli cem' ederek böyle takrîr etmiştir (Kastallânî).

[206] Bundan önceki hadîste ismi söylenmeyen o bedevinin ismi, burada açıklanmış­tır. Peygamber'in orada bu bedeviye ceza vermeyip de affetmesi hem bunun, hem de kabilesi halkının vicdanlarına te'sîr ederek müslümânlığa ısındırmak he­define yönelikti. Vâkıdî'nin rivayetine göre, Peygamber'in bu arzusu çabuk ger­çekleşmiş, Gavres müslümân olduğu gibi, Peygamber'in oradaki cesaretini, bu afv ve müsamahasını işiten kabilesi halkından pekçok kimseler de müslümân olmuştur.

[207] Ebû Hureyre'nin bu sözleri Zâtu'r-Rıkâ' gazvesinin Hayber'den sonra olduğu­na delâlet etmiştir.

[208] Musta'lık, Huzâa oğulları'ndan Cüzeyme ibn Sa'd...'ın lakabıdır. Cüzeyme, se­sinin güzelliğinden dolayı ve Huzâa içinde güzel sesiyle tegannî eden ilk kimse olduğu için Musta'lık diye isimlendirilmiştir.

Mureysî'de Mersû'un küçültme ismi olup, Huzâa yurdunda bir kuyunun yâhud bir suyun adıdır, bu su ile Fer' mevkii arasında bir günlük yol vardır. Musta'lık oğulları gazvesi buna muzâf yapılır. Âişe'nin gerdanlığı bu seferde düştü ve Teyemmüm âyeti indi.

Şârih Aynî, Mûsâ ibn Ukbe'ye âid dördüncü sene rivayetinin Buhârî nüs­halarını yazanların bir hatâsı olduğunu, çünkü Mûsâ ibn Ukbe'nin Mağâzî'sin-de çeşitli yollarla beşinci senede olduğuna dâir rivayeti bulunduğunu haber veriyor.

Bu seferin sebebi Musta'lık oğullan kabilesi başkanı Haris ibnu Ebî Di-râr'ın Medîne üzerine harekete hazırlanmakta olduğu işitilmiş ve yapılan tahki­katın bu haberi te'yîd etmiş olmasıdır. îbn Sa'd'm rivayetine göre Peygamber, Medine'de Zeyd ibn Hârise'yi kaymakaam bırakarak bin kişilik bir kuvvetle ve sür'atle hareket etti. Muhacirler'den on, Ensâr'dan yirmi süvari vardı. îslâm ordusu bunları Mureysî' suyunun başında bastırdı. Onlardan kimse kaçamadı. On kişi öldürüldü, geri kalanları esîr alındı. Vâkıdî'nin rivayetine göre yediyüz neferden ziyâde idiler. Başkanları Haris ibn Ebî Dırâr'ın kızı Cuveyriye de esir­ler arasında idi. Esirlerin taksiminde evvelâ Sabit İbn Kays'a düşmüştü. Bir ri­vayete göre Haris, kızının asalet ve şerefini korumasını, alelade bir kimsenin elinde bırakılmamasını bir vâsıta ile Peygamber'den rica etmesi üzerine, Pey­gamber onu âzâd edip, kendisine nikâh İle lûtufiandırmıştir. Bu akd ordu için­de işitilip yayılınca: Artık Peygamber zevcesinin akrabasını esîr tutmak uygun değildir, diye bütün Musta'lık oğullan esîrleri âzâd edilmiştir. Bundan Ötürü Cuveyriye'den ziyâde kavmine hayrı dokunan hiçbir kadın yoktur denilmiştir. O kabileden pekçok koyun ve deve de ganimet alınarak Ramazân başında Me-dîne'ye dönüldü. Bu gazveye Şa'bân'ın içinde çıkıldığı rivayetine göre, yirmi-beş gün kadar sürmüştür.

[209] Bu hadîsin bir rivayeti Buyu' Kitabı, Köle babında geçmişti.

Azl, birşeyi yerinden ayırtır. Fıkıhta, cinsî münâsebet zamanında kadın gebe kalmasın diye erkeğin menisini kadının içine indirmeyip dışarıya akıtmasıdır...

[210] Bu hadîsin bir rivayeti bundan Önce geçen bâbm son hadîsi olarak; bir rivayeti de bu babın 169 rakamlı hadîsi olarak geçmişti. Bu hadîs feri'de burada sabit­tir. Bâzı nüshalarda ise burada yazılmamıştır.

[211] Enmâr, Buceyre kabîlesinden bir soydur. Bu isim Zâtu'r-Rıkâ' başlığında da geçmişti. Bazen buna Enmâr oğullan gazvesi de denilir. Enmâr, ayrı bir gazve olmayıp Zâtu'r-Rıkâ' gazvesi denilen Muhârİb oğulları ve Sa'lebe oğullan üze­rine yapılan seferlerden ibarettir. Bu sebebden Buhârî sarihleri müellifin bura­da Enmâr gazvesi adiyle müstakili bir bâb açmasını zâid sayıyorlar.

Bu hadîsin bir rivayeti Namaz Kitabı, "Binek üzerinde nafile namaz bâbı"n-da geçmişti. Burada getirilmesi "Enmâr gazvesinde" ta'bîririin söylenmiş ol­masındandır

[212] Buhârî bu başlık altında âdeti olduğu üzere "Ifk" kelimesinin birkaç vezinde geldiğini, ma'nâsını ve Kur'ân'da geçtiği yeri, âyetten bir cümle getirmek sure­tiyle açıklamaktadır.

Ifk hadîsi, yânî Âişe'ye zina İftirası hadîsi, Musta'lık oğullan gazvesinde, diğer adiyle Mureysî' gazvesinde meydana geldiği için, bu başlığı ve hadîsi bu­rada zikretti.

[213] Safvân ibnu Muattal, Selemli'dir, Zekvân'da İkaamet etmiştir. Ebû Amr kün­yesi ile meşhurdur. Kıdemli ve faziletli sahâbîl er dendir. Birçok gazvelerde hazır bulunmuştur. Peygamberin medhine mazhar olmuştur. Umer devrinde hicre­tin onyedinci yılında Ermenistan fethinde şehîden vefat etmiştir.

[214] Bu iftirayı ilk defa Abdullah ibn Ubeyy ortaya atmış, ilk evvel o açıkça söyle­miş ve halk arasında yaymış idi. Bu yaygaraya aldanan şâir Hassan ve Fakîr Mıstah gibi safdiller iftira cezasına çarpılmışlardı. Hassan ibn Sabit münafık değildi. Tevbekâr olduğunda da söz yoktur. Nitekim hadden sonra İnşâd ettiği beyitlerle tebri'esini arzetmişti. Bu yedi beyitlik şiiri Ebû Hayyân ve Râzî tefsîr-lerinde mevcûddur. Bu şiir Elmalın Tefsîri'nde nakledilmiştir: Hakk Dîni Kur'-ân Dili, IV., 3493.

[215] Eğer Ifk hadîsi Mureysî' gazvesinde olmuştur; Sa'd ibnu Muâz ise bundan ev­vel ölmüştü, dersen; ben şöyle derim: ibnu Mende, Sa'd ibn Muâz beşinci hic­ret yılında Medine'de öldü; Mureysî' gazvesi ise beşinci senenin Şa'bân ayında olmuştu. Buna göre Sa'd, bu senenin Şa'bân'ından sonra Ölmüş olabilir, dedi. Beyhakî de: Sakl'ın Hendek harbinde aldığı yarası Mureysî' gazvesinden sonra deşilip kan fışkırmışa benziyor, demiştir (Aynî).

İbn İshâk da Siyer'dc Peygamber'in suâline karşı cevâb veren ve evvelin­den âhirine kadar söz söyleyen zât, Useyd ibn Hudayr'dır, demiştir.

[216] Sa'd ibn Ubâde, Akabe Bey'atı'nda bulunmuş ilk sahâbîlerdendir. Gazalarda Hazrec kabilesinin sancağım taşırdı. Hz. Âişe'nin bildirdiği gibi, bu hâdiseden evvel iyi kimse idi. Bu zât Peygamber'in vefatı üzerine Ebû Bekr'e bey'at et­mekten çekinerek Şâm tarafına gitmiş ve 15. hicret yılında Havrân'da ölmüş­tür.  Bu, kabîle gayretiyle haktan uzaklaşmanın insanı ne fena akıbetlere sürüklediğinin canlı bir örneğidir

[217] Hz. Âişe'nin yüksek zekâsı ve irfâm Peygamberler târihinden kendisine ve aile­sine tam bir örnek olmak üzere Yûsuf'un kıssasını seçerek Ya'kûb'un dediği gibi... demiş ve Peygamber de dâhil, bütün beşeriyetten soyunarak tekmil varlı­ğı ile Allah'a yönelmiştir. Bu sebeble tam bu anda vahiy ile temizliğine hükme­dilmiş ve bu ilâhî hüküm Kur'ân ile ebedîleşmiştir.

[218] Bu Ifk hadîsini Buhârî, sened ve bâzı küçük lâfız farklanyle Sahîh 'İnin Cihâd, Mağâzî, Tefsir, Nuzûr, Tevhîd Kitâblan'nda; Müslim de Tevbe Kitâbı'nda ge­tirmiştir. Bu hadîs rivayet usûlü bakımından en kuvvetli hadîslerdendir. Bu ri­vayetin baş kısmında ve buradaki son ifâdelerde açıkça görüldüğü gibi, bu hadîsin çeşitli senedleri vardır. Buhârî'nin bunu burada getirme sebebi, vak'anın Mureysî' gazvesinde meydana gelmiş olmasıdır.

[219] Bu hadîsteki "Musellimen" lâfzı, lâm'ın fethiyle "Musellemen" şeklinde de zabt ve rivayet edilmiştir. Buna göre ma'nâ, Alî bu iftiraya dalmaktan selâmete çı­karılmıştır, demek olur. Abdurrazzâk bunun yerine "Musîen" lâfzını rivayet etmiştir ki, Alî benim işim hakkında kötü davranmış demiş olur. Burada isâet-ten, yânî kötü davranmaktan murad, Alî'nin "Âişe'den başka kadınlar çoktur" gibi sözüdür. Yoksa Alî iftiracıların sözü gibi söylemekten münezzehtir (Kas tallânî).

[220] Âişe bunu, gidişini ve hâllerinin güzelliğini bilmeleriyle beraber, hâlinden şüb-he etmiş olmalarından dolayı muhâtablanna karşı bir delîl getirme, nazlanma ve onlara bir serzeniş olarak söylemiştir (Kastallânî).

[221] Yânî Hassan, iftiracıların Âişe aleyhine uydurdukları iftirayı çok söylediğinden dolayıdır ki, Urve ona sövüyordu.

[222] Bu beyt, Hassân'ın Âişe'nin benliği ve medhi için söylediği yedi beyitlik bir ka­sidedendir. Tamâmı Hakk Dîni, IV, 3493'te nakledilmiştir. Bu beyitteki "Gavâfıl" "Gafiller", yânî "Şerrden habersiz olan kadınlar" demektir. en-Nûr: 22. âye­tinde geçen "Ğâfilât" sözü de bu ma'nâyadır... Bununla vasıflama, "Afifler", yânî "İffetli kadınlar" diye vasıflamaktan daha belîğ olur,

[223] Hassân'm hâl tercemesi Menâkıb'da geçmişti. Hassan hayâtının sonlarında kör olmuştu. Âişe buradaki sözü ile Hassân'ın bu körlük azabının büyük bir ceza olduğunu ifâde etmiş oluyor.

[224] Bu gazvenin ismi biri şeddeli, diğer şeddesiz olmak üzere iki türlü okunmuştur. Hudeybiyye, Hudeybiye. Sahih 'in zabtına çok ehemmiyet veren Yunînî de ken­di nüshasında şeddesiz şekliyle zabtetmiştir. Hudeybiye, Mekke'ye bir günlük uzaklıkta küçük bir köydür. Buranın o ismi alması, Şecere Mescidi yanında bu­lunan bir kuyu sebebiyledir.

Bir kavle göre Hudeybiye, bodur ve kambur ağacın adıdır. Âyette altında bey'at edildiği bildirilen ağaç, "Semüre" denilen sakız ağacı veya mugaylân ağa­cıdır. Hudeybiye seferi hicretin altıncı yılı Zu'1-ka'desi evvelinde bir pazartesi günü vuku' bulmuştur. Rasûlullah bunun bir harb seferi değil, umre yânî Kaı-be'yi ziyaret yolculuğu olduğunu Kureyş'e hissettirmek için harb silâhı alma­mış, Arab âdeti üzere yalnız kılıç almış, sahâbîlerİ de bu suretle yola çıkmışlardı. Rasûlullah kurbanlık 70 deve sevketmişti. Bu sefere 1400, bir rivayete göre 1500 kişi katılmıştı.

Buhârî bu gazveyi Sahîh 'inin birçok yerlerinde çeşitli konulara delîl olmak üzere getirmiş olduğundan, gerekli bilgiler daha önceki kitâblarda geçmişti. Bu gazve İslâm târihinin mühim dönüm noktalarından biridir, neticeleri bakımın­dan da çok ehemmiyetlidir.

[225] Bu hadîs, Namaz Kitabı, "İmâm selâm verdiği zaman cemâate döner bâbı"nda da geçmişti. Buradaki başlığa uygunluğu "Hudeybiye yılında Hudeybiye sefe rine çıktık" sözlerindedir. "Şu yıldız ile yağmura kavuştuk" demenin küfr ol­ması iki ma'nâyadır. Biri şirk ma'nâsına küfürdür. Çünkü mukaabili îmân olarak beyân edilmiştir. Yağmurun ve diğer atmosfer hâdiselerinin yıldız fiili olduğu­na kaail olarak söyledikleri için. Bir ma'nâsı da ni'mete nankörlük olabilir ki, bu da muti' ve mâni' Hakk Taâlâ olduğuna îmânları olup ve nail oldukları rızktan dolayı Allah'ın fadl ve rahmetini anmayı unutup şirk ehline benzemekle yıldız­dan -tabîatten- bahsedenler hakkında doğru olur. Her iki ma'nâca da ilâhî ni'-met ve lûtuflan yıldızlara, tabîate atf ve isnâd eylemek şer'an men' edilmiştir. Zîrâ birinci ma'nâya göre sarîh küfürdür, ikinci ma'nâya göre fahiş hatâdır. Çünkü hem şer'an muhaliftir, hem de küfür ehlinin söyledikleri bir söze benze­mektedir...

[226] Bu da Hacc Kitabı, "Umre bâbları"nda geçmişti. Başlığa uygunluğu "Hudey­biye'den" sözündedir.

[227] Bu hadîsi burada kısaca rivayet etti. Hacc Kitabı, "îhrâmsızın av yapıp ihrâm-lıya hediye etmesi ve onun da bunu yemesi bâbıVnda ise hadîsin tamâmını ge­tirmişti.

[228] Buhârî bu el-Berâ hadîsini burada ayn ayrı iki senedle getirmiştir.

el-Berâ ibn Âzib (R) Ensâr'dan ve Urmd harbinden i'tibâren bütün seferle­re katılan sahâbîlerdendir. Bu sebeble Hudeybiye seferi hakkındaki rivayeti çok önemlidir. el-Berâ, Hudeybiye seferindeki Rıdvan Bey'atı'nı en büyük fetih ve zafer sayıyor ve bunun Mekke fethinden daha ziyâde ehemmiyetli bulunduğu­nu bildiriyor. Bu, şöyledir: Rasülullah sahâbîleriyle beraber Hudeybiye mevkii­ne vardığında Mekke müşrikleri onu silâhlı kuvvetle karşılamaya davrandılar. Rasülullah harb için değil, Ka'be'yi ziyarete geldiklerini Kureyş'e anlatmak ve is­terlerse bir müddet için bir mütâreke yaparak Ka'be'yi ziyaret için onların mu­vafakatini sağlamak üzere Usmân'ı Kureyş ordugâhına gönderdi. Fakat Usmân beklenen zaman içinde gelmediği gibi, öldürüldüğü hakkında da bir haber ya­yılmıştı, ibn îshâk'ın Abdullah ibn Ebî Bekr'den rivayetine göre, Rasülullah bu şayia üzerine: "Artık bu müşriklerle vuruşmadıkça buradan ayrılmayız!" buyurdu. Ve sefer halkını bey'ate da'vet etti. Bütün sahâbîler Peygamber'e ci­hâd etmek ve kaçmamak üzere söz verdiler. Bu bey'at haberi müşrikler tarafın­dan duyulunca, göz habsinde tuttukları Usmân'ı bıraktılar ve bir barış anlaşması yapmak için Süheyl ibn Amr'm başkanlığında bir hey'et gönderdiler. Netîcede müslümânlarm ilk barış andlaşması yapıldı. Rıdvan Bey'atı'nm yapılış şekli ve barış andlaşması maddeleri Cihâd Kitâbı'nda geçen Mısver ibn Mahrame hadî­sinde görülmüştü.

el-Berâ ibn Âzib'in bildirdiği gibi bu anlaşmanın ve onun yapılmasını sağ­layan Rıdvan Bey'atı'nın siyâsî kıymeti pek büyüktü, islâm topluluğunun ahde ve akde muktedir bir devlet hâlindeki varlığı düşmanları tarafından ilk defa ka­bul edilmiş bulunuyordu. Mekke'nin fethi, askerî ve şanlı bir zaferdi. Hudeybi­ye barışı ise siyâsî ve netîceleri bakımından daha parlak bir zaferdi. Çünkü İslâm'ın yükselme devrinin dönüm noktası, Mekke fethinin ve Allah'ın rızâsı­nın sebebi İdi. Bundan ötürü el-Feth Sûresi'nin ilk âyetinde: "Biz hakikat sana apâşikâr bir fetih (ve zafer yolu) açtık..." diye vasıflandırılmıştır.

Her iki hadîsin ikinci fıkralarında Peygamber'in peygamberlik alâmetle­rinden gayet açık bir mu'cizesi bildirilmiştir.

[229] Câbir çok yaşayan sahâbîlerdendir. Akabe Bey'ati'nda bulunmuştur, 96 yaşın­da vefat etmiştir. İhtiyarlığında Ömrünün sonlarına doğru gözleri görmez ol­muştu.

[230] Burada da Câbir hadîsinin diğer yollardan rivayeti ve mutâbaatlar getirilmiştir.

[231] Buradaki hadîsler de Câbir'den gelen diğer rivayetler ve mutâbaatlardır. Ra-kamlardaki ihtilâf, râvîlerin kendi gördüklerini veya tahmînlerini bildirdiği için gerçek bir ihtilâf sayılmaz. Altında bey'at yapılan ağaç, Allah'ın rahmeti eseri bilinmez ve tanınmaz olmuştu. Câbir bu sebeble "Gözlerim görseydi size ağa­cın yerini gösterirdim" demiştir.

[232] Bu hadîsin burada getirilme sebebi, Mirdâs'ın ağaç altında bey'at yapan saha bilerden bulunmasıdır. Buhârî bu râvîden bir rivayeti küçük farkla er-Rikaakıta de getirmiştir.

[233] Bu Mısver ve Ka'b ibn Ucre hadîsleri Hacc Kitâbı'nda da küçük farkla geçmiş­lerdi. Burada getirilmelerine sebeb, İki hâdisenin de Hudeybiye'de meydana gel­miş olmasıdır.

[234] Hadîsin başlığa uygunluğu "Babam Hudeybiye'de hazır bulundu" sözündedir. Eşlem, Yemen yâhud Aynu't-Temr esirlerinden olup onbirinci yılında Umer onu Mekke'de satın aldı. Umer'İn hizmetinde bulunuyordu.

Umer'in "Yakın bir nesebe merhaba" demesi, Kİnâne Jcabîlesinin Kureyş ile Gıfâr'ı birleştirip toplamasından dolayı olabilir.

[235] Hadîsin başlığa uygunluğu "Yemîn ederim ki ben altında bey'at yapılan o ağacı görmüşümdür" sözündedir. Çünkü o Hudeybiye'dedir; o kanbur bir ağaç idi. Al­lah'ın rahmeti eseri, bilinmez ve tanınmaz olmuştu. Unutturulmasaydı insanlar ona taabbudî törenlerle meşgul olup onu putlaştırırlardı.

[236] Bunlar ayrı ayrı senedlerle gelen hadîslerdir. Başlığa uygunlukları açıktır. O ağacın sahâbîlere gizlenip örtülmesinin sebebi, yukarılarda da ifâde ettiğimiz gibi, al­tında cereyan eden hayır ve Rıdvan'ın inmesinden dolayı insanların onunla fit­neye düşmemeleri hikmetidir. Eğer o ağaç ma'lûm ve açık olarak bakî kalsaydı, birtakım câhil insanların onu taabbud etmeleri ve ta'zîm etmelerinden korku­lurdu. Onun gizlenip unutturulması Yüce Allah'ın rahmetinden bir rahmet ol­muştur (Aynî).

[237] Hadîsin başlığa uygunluğu "Kendisi ağaç altında bey'at eden sahâbîlerden idi" sözündedir. Bu hadîsin bir rivayeti Zekât Kitabı, "İmâmın zekât sahibine salât ve duâ etmesi bâbı"nda geçmişti.

[238] Harre, Medine'de Zuhre veyâhud Vâkım yakınında bir yerin adıdır. Burada hic­retin 63. yılında Emevîler'İn ikinci hükümdarı olan Yezîd ibn Muâviye zama­nında kanlı bir vak'a olduğundan, islâm târihinde bu yere izafetle "Harre vak'ası" diye anılmıştır. Sebebi şudur: Abdullah ibn Hanzala gibi birçokları Ye-zîd'e bey'at etmeyip, onu devlet başkanlığından düşürerek Abdullah ibn Zu-beyr'e bey'at etmişlerdi. Yezîd de îbn Ukbe kumandasında gönderdiği bir ordu ile Medîne halkından ve Peygamber'in sahâbîlerinden binlerce ma'sûm insanın kanını dökmüştü. İşte bu zâlim ordu Medine'ye yaklaştığı sırada îbn Hanzala ahâlîden "Ölmek var, dönmek yok" diye bey'at almıştır. Abdullah ibn Zeyd de bunu işitince "Harbde sebat etmek üzere bey'at edilmelidir, ben ölmek üze­re bey'at etmem" demiştir. Bu vak'ada Abdullah ibn Hanzala, evlâdları öldü­rülmüşlerdir. Bu hadîsin bir rivayeti Cihâd Kitabı, "Harbde bey'at bâbı"nda geçmişti.

[239] Hadîs, Cumua Kitâbı'nda da geçmişti. Buraya uygunluğu "Ağaç altmda bey'at eden sahâbîlerden idi" sözündedir

[240] "Ölmek üzere bey'at" demek, ölüm tehlikesi muhakkak olsa bile dönmemek ve kaçmamak üzere bey'at demektir. Yoksa ölümün muhakkak surette vukû'u istenmiş değildir. Seleme ibn Ekva', sahâbîlerin en yiğit ve harbde en sebatlıla­rından idi.

[241] el-Berâ bu sözüyle yâ vâki' olan fitneleri kasdetmiş yâhud da bunu tevazu' ve nefsini kırmak için söylemiştir.

[242] Hadîsin başlığa uygunluğu Enes'in "O feth, Hudeybiye'dir" sözündedir. Bu-hârî bunu Tefsîr'de de getirmiştir.

[243] Bunun da başlığa uygunluğu "Ağaç altında yapılan bey'atta hazır bulunanlar­dan idi" sözündedir. Buhârî'de bu Zahir ibnu'l-Esved'in bundan başka hadîsi yoktur.

[244] Bu hadîs Abdest Alma Kitâbı'nda "Pişmiş yemek ve bilhassa et lokması yenil­dikten sonra namaz kılmak isteyen abdestli kimse için yeniden abdest almak îcâb edip etmediğini isbât ve beyân" maksadıyle sevkolunmuştur. Buhârî'nin hadîsi burada, Hudeybiye seferinde tekrar rivayet etmesi, râvî Suveyd ibn Nu'mân'm Rıdvan Bey'atı sahâbîlerinden olması münâsebetiyledir. Nitekim bundan önce geçen Abdullah ibn Ebî Evfâ, Abdullah ibn Zeyd, Seleme ibnu'1-Ekva', Zahir ibnu'l-Esved ve bunun ardından gelecek olan Âiz ibn Amr hadîslerini de sırf on­ların Rıdvan Bey'atı sahâbîlerinden olması sebebi ve ilgisi ile getirmiştir.

[245] Bu hadîsin burada getirilme sebebi, bundan önceki haşiyede belirttiğimiz gibi sırf Âişe'nin Rıdvan Bey'atı sahâbîlerinden olduğunu beyân ve isbât etmektir.

[246] Umer'in Rasûlullah'a yoldaşlık ettiği bu seferin, Hudeybiye seferi olduğu, Bu­hârî'nin bu rivayetinde açıkça söylenmemiştir. Fakat Taberânî'ye göre bunun Hudeybiye seferi olduğu İbn Mes'ûd hadîsinde zikredilmiştir. Bu sebeble sarih­ler bunun Hudeybiye seferi olduğu çok açıktır diyorlar. Bu husus böylece sabit olunca âyetteki "Fethan mubînen" ile Hudeybiye andlaşmasi kasdolunduğu pek açık olarak anlaşılır. Çünkü el-Feth Sûresi Hudeybiye dönüşünde ve bir rivaye­te göre Cuhfe'de inmiş ve bu fetih ve zafer mâzî sîgâsıyle teblîğ buyurulmuştur. Daha önce geçen el-Berâ hadîsinde de el-Berâ: Bize göre "Fethan mubînen" Rıdvan Bey'atı'dır, demişti. Âlimlerin çoğunluğunun görüşü budur.

Feth, lügat yönünden kapalı bir şeyi açmak demektir. Bir şehri fethetmek demek, oraya karşı ya harb ederek kahren veyâhud sulhen muzaffer olmak de­mektir ki, zafer olmadıkça o şehrin mukadderatı kapalı bulunuyordu. Ona kar­şı muzaffer olmakla tâli*i açılmış ve vaziyeti anlaşılmış oluyor. Müslümanların mukadderatı ve müstakbel hayâtı Hudeybiye sulhu ile açılmış ve inkişâfa başla­mıştır. Hudeybiye sulhu ile İslâm camiasının siyâsî varlığı ve halkı, akde mukte­dir bir devlet olduğu düşmanları tarafından kabul ve tasdîk edilmiş bulunuyor. Bu târihe kadar Hicaz kıt'asında Kureyş, Arablar'ın en yüksek siyâsî nüfuza sâhib bir kabilesi idi. Öbür Arab kabileleri müslümânlarla Kureyş'İn müstakbel mukadderatına bakıyorlardı; kendilerini gâlib tarafa bağlayacaklardı. Peygam-ber'in Kureyş'i hiçe sayarak silâhsız bindörtyüz kişi ile Mekke'nin kapısına ka­dar gelmesi ve neticede Kureyş'i bir barış anlaşmasına ve bunu bir ahidnâme ile vesîkalandırmaya mecbur etmesi, Kur'ân'ın ta'bîriyle "Fethan mubînen ", yânî parlak bir zaferdir. Yazılan ahid maddeleri müslümânlar için ağır olsa da umû­mî mahiyetiyle Arab kabileleri arasında Rasûlullah'ın, Kureyş üzerinde müessir olduğunun siyâsî bir vesikası kabul edilmişti. Bu târihten i'tibâren Arab kabîle-îeri hey'etler göndererek küme küme islâm Dîni'nin adalet ve medeniyet camia­sına girmeye başlamışlardır... tşte el-Feth Sûresi'nin bildirdiği feth ve zafer kapısı, bu suretle Hudeybiye barışı ile açılmıştır. Hayber'in, Mekke'nin... fethi gibi as­kerî zaferler bu siyâsî zaferi sür'atle ta'kîb etmiş ve Peygamber'in ölümünde Hicaz kıt'ası tamâmıyle müslümân olmuştu.

Hudeybiye barışı ile islâm camiası siyâsî varlığına sâhib bir devltt hâlini kazandığı için Peygamber, Hudeybiye'den döndükten sonra etraftaki devletle­re bir elçi ile mektüblar göndermiş ve onları tslâm Dîni'ne da'vet etmiştir. "De ki: Ey insanlar, Allah 'm size hepinize gönderdiği elçisiyim..." (el-A'râf: 158) âye-tiyle me'mûr olduğu bütün beşeriyeti şâmil da'vetini yerine getirmeye başlamış­tır.

[247] Hadîsin başlığa uygunluğu apaçıktır. Bunda Hudeybiye seferinin ilk yolculuk safhası bildirilmiştir.

Metindeki Gadîru'l-Eştât hakkında şu bilgi verilmiştir: "Gadîr", yağmur veya kaynak sularının biriktiği çukurdur. "el-Eştât" da Hudeybiye hizasında bir yerin adıdır. Buradan başka yerde su çukuru bulunmadığından, Gadîr adı bu yere izafe edilerek Gadîru'l-Eştât de­nilmiştir.

"Ehâbîş" ta'bîri hakkında da şu açıklama verilmiştir: "Ehâbîş", Kureyş, Kinâne, Huzeyme, Huzâa kabilelerinin mecmuasına de­nir. Ehâbîş unvanı, vaktiyle bu kabileler murahhaslarının Hubşî Dağı'nda top­lanarak "Bu dağ yerinde durdukça kabilelerimiz halkı birbirinden ayrılmayacak, müşkil zamanlarda birbirine yardım edecek" diye vuku' bulan ittifakın verdiği İsimdir.

[248] Hadîsin başlığa uygunluğu "Hudeybiye yılında..." ifâdesindedir. Hadîsin so­nunda getirilen iki rivayetin birincisi Şartlar Kitâbı'nda, diğeri yânı Ebû Basîr hadîsi ise Sulh Kitâbı'nın sonunda daha uzun metinle geçmişti.

Buradaki birinci metinde işaret edilen el-Mümtehine: 10. âyetinin devamı, hadîsin son fıkrasındaki müşrik erkeklerin yaptıkları harcamaları onlara geri verme emrini açıklamaktadır; ' 'Kâfir zevcelerin bu kadınlara sarf ettikleri men-ri onlara (kâfirlere) verin. Sizin onları nikâhla almanızda, mehirlerini verdiği­niz takdirde, üzerinize bir günâh yoktur. Kâfir zevcelerinizi (nikâhınız altında) tutmayın. Sarf ettiğiniz mehri isteyin, (Kâfirler de size hicret eden mü'min ka­dınlara) harcadıkları mehri istesinler. Bu, Allah 'm hükmüdür. Aranızda O hük­meder. Allah hakkıyle bilendir, tam hüküm ve hikmet sahibidir".

Yukarıda geçtiği üzere Hudeybiye barış andlaşmasma göre Medîne'ye hic­ret edecek müslümânların geri verilmesi gerekiyordu. Ancak gelen kadınların imtihandan sonra mehîrlerinin geri verilmesi lâzım gelmiştir. Bu âyet sulh an­laşması gereğince geri gönderileceklerin taahhüd edilen mü'min erkeklerden ibaret olduğunu, bunun kadınlara şumûlü bulunmadığını açıklamaktadır. Çünkü mü'­min bir kadın kâfir bir zevcin nikâhı altında kalamaz (Medârik).

[249] Arka arkaya gelen bu üç hadîsin başlığa uygunlukları, Hudeybiye sözünün geç-mesindedir. Bunlar aynı sened ve küçük farklı metinlerle Hacc Kitâbı'nda da geçmişlerdi. 208 rakamlı hadîsin son fıkrası "Kıran haccı yapan ihrâmh, iki ta­vafa muhtâc olmaz" diyen fakîhlerin mezhebine delildir. Hanefîler'de ise Kıran haccı yapan kimse için de iki tavaf lâzımdır. Bu konuda başka delîller de vardır.

[250] Bu son kısım, nüshaların çoğunda böyle ta'lîk suretinde vâki' olmuştur. Bâzı nüshalarda ise "Ve bana dedi" şeklinde gelmiştir. Bunu Ismâîlî mevsûl olarak rivayet etmiştir... (Aynî).

[251] Buhârî bu hadîsi burada sırf Abdullah ibn Ebî Evfâ'mn ağaç altında bey'at eden­lerden olmasından dolayı zikretmiştir. Abdullah, hem Hudeybiye umresinde, hem de ertesi yılda yapılan anlaşma hükmündeki umrede Peygamber'in bera­berinde bulunmuştur.

[252] Hadîsin başlığa uygunluğu, Hudeybiye gününde Süheyl'in oğlunun elleri bağlı olarak Mekke'den kaçıp gelişi ve anlaşmanın bir maddesi uyarınca Peygamber tarafından babasına geri verilmesi kıssasına işaret etmesi i'tibâriyledir.

Sehl ibn Huneyf'in buradaki son sözü, Sıffin gününde iki hakem hükme­dince, işin yayılması ve şiddetlenmesinden ve İşin düzeltilmesi ve telâfisine gidi-lemediğinden haber vermek istemiş olmasıdır. Bu hadîs Cihâd Kitâbı'nın son bâblarında da kısaca geçmişti.

[253] Hadîsin başlığa uygunluğu "Hudeybiye zamanında" sözündedir. Bunun bir riva­yeti Hacc Kitâbı'nda geçmişti.

[254] Bu da aynı hadîsin diğer bir rivayetidir

[255] Hadîsin başlığa uygunluğu apaçıktır. Bu hadîsin bir rivayeti Abdest Alma Kitâ-bı'nda da geçmişti. Bu haydûdları aramaya giden seriyye yirmi kişilik idi, ku­mandanları Kürz ibn Câbir yâhud Saîd ibn Zeyd (R) idi.

[256] Buhârî buradaki rivayetlerde o haydûdlarm kâh Ukl kabilesinden, kâh Ureyne kabilesinden diye gösterildiğini bildirmiş oluyor. Birinci hadîste ise bunların Ukl ve Ureyne'den oldukları beyân edilmiştir ki, bunların bâzılarının Ukl'den, bâ­zılarının da Ureyne kabilesinden oldukları anlaşılıyor.

[257] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Buhârî bu rivayetle Abdulazîz ibn Su-heyb'in bu hadîsi Enes'ten "Ureyne'den" şeklinde rivayet edip "Ukl" kabilesi­ni zikretmediğini, Ebû Kılâbe'nin ise Enes'ten "Ukl kabilesinden" şeklinde söyleyip "Ureyne"yi zikretmediğini tesbît edip bildirmiş oluyor.

el-Kasâme, kaatili bilinmeyen bir ölüm vak'asmda ölü sâhİbleri üzerine tak-sîm edilen elli yemindir. Bu yemîn şöyle açıklanmıştır:

"el-Kasâme, Selâme vezninde, yemîn ma'nâsına olan Iksâm'dan isimdir, mutlak yemîn ma'nâsınadır. Sonra şu yeminde kullanıldı ki, ölü sahihleri üze­re taksîm olunur. Meselâ bir karye toprağında bir kimsenin mülkü olmayan boş yerde yaralı bir maktul bulunup, kaatili bilinmediğinde veresesi o karye halkın­dan iddia eyledikte maktulün velîsi seçtiği elli adama yemîn verir. Eğer elli adam bulunmaz ise yemîn verilen kimselere elli yemîn tamamlanıncaya kadar yemîn tekrîr olunur. Ve yine beyyine olmayarak, meselâ karye yakınında düşmanlığı açık olan Amr üzerine bi'd-delâle da'vâ etseler, ölü sâhibleri işbu Amr, Zeyd'i öl­dürdü diye elli tamamlanıncaya kadar yemîn ederler. İşte bu iki surette yemîn eden cemâate de "Kasâme" ıtlak olundu. Eğer muddîler yemîn ederlerse diyete hakk kazanırlar ve eğer İttihâm edilenler yemîn ederlerse diyet lâzım gelmez..." (Kaamûs Ter.).

[258] Zû-Kared, Gatafân diyân yakınında oniki mil uzaklıkta bir sudur. Medîne ile Hayber arasında ve Şâm yolu üzerindedir. Medîne'ye iki konak uzaklıktadır. Buna Gâbe gazvesi de denir. İbn Sa'd ile Vâkıdî bu gazvenin, hicretin altıncı yılında Rebîu'I-evvel ayında olduğunu nakletmişlerdir. îbn Sa'd çalınan devele­rin yirmi olduğunu bildiriyor. Bu develerin başında bulunan Ebû Zerr'in oğlu ve karısı da taarruza uğramış, Ebû Zerr'in oğlu öldürülmüş, kadm esîr edilmiş­tir.

[259] Hadîsin baslığa uygunluğu meydandadır. Bu hadîsin bir rivayeti Cihâd Kİtâbı'n-da "Düşmanı görüp en yüksek sesiyle "Yâ Sabâhâh" diye bağıran kişi bâbı"n-da geçmişti.

[260] Hayber, Medine'nin Şâm cihetinde ve Medine'ye sekiz berîd -bir berîd oniki mildir- yânî doksanaltı mil uzaklıkta büyük bir şehirdir. Güzel bir vahanın or­tasında kurulmuş olan Hayber kasabası siyer kitâblarmda adları yazılı yedi ka­leden meydana gelmişti. Çöl ile çevrili olan Hayber vahası en güzel hurmalıkları ve zirâatiyle meşhurdu.

O asırda Hayber, Yahudiliğin merkezi idi. Benu'n-Nadîr Medine civarın­dan sürgün edildiğinde Huyey ibn Ahtab ve diğer Yahûdî ileri gelenleri Hay-ber'e yerleşmişlerdi. Böylece Hayber, müslümânlar aleyhine çalışanların pusu yeri olmuştu. Yarımadadaki bütün Arab kabilelerini bu zengin Yahudiler hare­kete geçiriyorlardı. Ahzâb harbi bunların kışkırtması eseri idi. Zu-Kared vak'a-sı da bunların Gatafân ve Fezâre kabileleri sergerdelerini, Abdurrahmân ibn Uyeyne kumandasında sevketmeleriyle meydana gelmişti. Ansızın Medine'ye hü­cum etmek kararlaştırılmıştı. Düşmanların bu taarruzlarım önlemek üzere Ra-sûlullah, Zu-Kared vak'asından üç gün sonra binaltıyüz piyade ve ikiyüz süvârî ile Hayber üzerine yürüdü. Hayber seferine hicretin yedinci senesi cumâda'I-ülâsında çıkılmıştı. Mûsâ ibn Ukbe'nin beyânına göre, Rasülullah, Hudeybiye'-den geldikten sonra Medine'de yirmi gün veya buna yakın bir süre oturmuş, sonra Hayber seferine çıkmıştır.

[261] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Bu hadîs Abdest Alma Kitâbı'nda da geçmişti. Kavud, kavrulup un hâline getirilmiş buğday ve arpa olduğu için, ateş değmiş yiyeceklerdendir. İşte bundan abdest almak gerekmemiş. Namûz-dan evvel ağız çalkalanması da diş aralarında kalan parçalan giderip, namaz esnasında onlarla meşgul olmamak içindir.

[262] Âmir ibnu'1-Ekva', bu hadîsin râvîsi Seleme ibnu'l-Ekva'ın amcasıdır.

[263] Develer yürüyüş sırasında ahenkli şiir ve tegannî dinlemekten hoşlanırlar. Bu­nun için Arablar yürüyüş sırasında sür'atli veya yavaş ahenkli şiir okuyarak de­velerin yollanmasını çabuklaştmp yavaşlatırlar.

[264] Rasûlullah'ın rahmet ve mağfiretle duâ ettiği kimsenin şehîd olageldiği sahâbî­ler arasında tecrübe edilmiş idi. Bunun üzerine Umer ibnu'l-Hattâb: Âmir'le bizleri bir süre daha faydalandırsaydınız! temennisinde bulunmuştur.

[265] Son sözün ma'nâsı: "Yeryüzünde yâhud Medine'de yâhud harbde yâhud bu ca-hidlik ve mücâhidük hasletinde yürüyen Arab ırkından Âmir gibisi az bulunur demek olabilir. Diğer rivayete göre de: "Âmir'in benzeri pek az yetişir" denmiş olabilir.

[266] Bunlar Enes'ten ayrı senedlerle gelen hadîslerdir. 219 ve 220 rakamlı hadîslerin sonundaki Peygamber'in sözü, es-Sâffât: 122. âyetinin lâfzını hatırlatır şekilde­dir: "Fakat bu onların bölgesine çökünce (gelecek tehlikelerle Öteden beri) kor­kutulanların sabahı ne kötü olur!".

[267] Şerhlerde cenkçi zâtın, Ensâr'dan bir batn olan Benû Zafer'e mensûb Kuzman ez-Zaferî olduğu, künyesinin de Ebu'l-Gîdâk olduğu bildirilmiştir.

[268] Bu hadîs, Cİhâd Kitabı, "Fulâri şehîddir denmez bâbı"nda, bu sened ve metîn ile geçmişti. Burada getirilmesi, bundan sonra gelen Ebû Hureyre hadîsinde ha­ber verilen vak'anın aynı vak'a olması ve onda Ebû Hureyre'nin Hayber ismini açıkça söylemesi yönünden olabilir.

[269] Bu Ebû Hureyre hadîsinde Hayber ismi açıkça söylendiğinden, bunun başlıkla uygunluğu meydandadır. Bu hadîsin bir rivayeti Cihâd Kitâbı'nda, "Allah bu dîni fâcir kişi ile de kuvvetlendirir bâbı"nda geçmişti.

Bu, bundan önce geçen Sehl hadîsinin konu yönünden benzeridir. Onda intihar eden kişinin adını sarihler Kuzmân olarak bildirdiklerine göre, Ebû Hu­reyre hadîsinin de aynı intihar vak'asına âid olduğu anlaşılır.

Her iki hadîste bâzı incelemeler yapılmasına ihtiyâç duyulmuştur, şöyle ki: Hadîste intihan bildirilen Kuzmân, intihar etmekle dînden çıkmış değildir. Âlimlerin cumhuruna göre intihar eden, kâfir değildir; üzerine cenaze namazı kılınır. Birinci Sehl hadîsinde cehennemlik olduğu bildirilmişse de, bunda ce­hennemde ebedî kalacağına delâlet eden bir cihet yoktur. Binâenaleyh intihar cürmünün cezâsmı çektikten sonra îmânı sebebiyle cehennemden çıkacağını ka­bul ederiz. Fakat ikinci gelen Ebû Hureyre hadîsinde "Cennete yalnız mü'min girer" diye i'lân ettirilmiş olması, intihar edenin mü'min olmadığı zannım verir ki, bu zann doğru değildir. Bu müntehirin, i'lân olunduğu üzere müslümân ol-maması, intiharın eseri değil de, belki Rasûlullah'a vahyolunan başka bir sebe­bin eseridir. O cümleden en yakın olarak hatıra gelen bir sebeb, müslümânlıkta haram olduğu kesin olan intihan halâl i'tikaad edip, kendi teşebbüsüyle hayâtı­na son vermiş olmasıdır.

[270] Buradaki mutâbaatlar, hadîsin çeşitli yollardan gelen rivayetlerini, farklılıklar­la beraber bâzı hususların isbâtı ve kuvvetlendirilmesi için sevkedilmiştir

[271] Hadîsin başlıkla uygunluğu meydandadır. Ancak Ebû Musa'nın baştaki sözü, Hayber'den dönerken yapılan tekbîri anlatmakta olmalıdır. Çünkü Eş'arîler, Hayber fethinin sonunda oraya varmışlardı. Buna göre sözün takdiri "Rasûlul­lah Hayber'e gittiği, muhasara ve fethedip de döndüğü zaman..." şeklindedir.

Bu hadîs, Cihâd Kitabı, "Tekbîrle ses yükseltmenin mekruh olması bâbı"n-da geçmişti.

el-Hîle'nin aslı Havl'dir. Kendinden önce kesre olduğu için vâv'ı yâ'ya kalb edildi de Havle oldu denildi. Bu sözün ma'nâsı: Bir işin tedbîrine, bir hâlin de­ğiştirilmesine ancak Allah'ın meşîeti ve yardımı sayesinde ulaşılır demektir (Kas-tallânî).

[272] e5-Sâa//"cerrilezabtedildiğinegöre"O saatte" demek olur; "es-5oa/e"nasb ile zabtedildiğine göre ise hattâ atf olur, ma'tûf, ma'tûfun aleyh'e dâhil olur o zaman takdîr edilir ve ma'nâ "Ben o yaradan bir saatlik zaman içinde acı duymadım" demek olur. Yûnînî cerr ile, diğerleri ise nasb ile zabtetmişlerdir (Aynî ve Kastallânî).

[273] Bu, 224 rakamıyle geçen Sehl ibn Sa'd hadîsinin diğer bir rivayetidir.

[274] et-Taylesân, lâm'ın üç harekesiyle. Kaadı Iyâd ve şâir âlimlerden nakledilmiş­tir. Tâlesân, Fârisî muarrebidir... Tâl, Fârisî'de büyük tepsiye denir. Ve Sân, teşbih edatıdır. Şal ve şâir nesnelerden başa ve omuza örttükleri câr gibi sevbe denilmiştir. Hâlâ bizim baş ve boyun şah olacaktır. Ridâ belden yukarıya kulla­nılır sevbe denir ki, omuzu ve arkayı ihata eder. Ve Taylesân başı ve omuzlan İhata eder. Hulâsa hâlâ başımıza örttüğümüz şal olacaktır .Ye bâzıları muarrebidır, dediler. Tara, saçağa ve sundurmaya denir ve sûfîlerin salındır-dıkları sarık ucuna ıtlakları teşbîh tarikıyledir... (Kaamûs Ter.).

Bu hadîste Enes ibn Mâlik bunun Hayberliler arasında umumiyetle kabul edilmiş olduğunu bildiğinden taylesânh Basralılar'ı Hayber Yahûdîleri'ne ben­zetmiştir.

[275] Bu hadîs, bu isnâd ve bu metinle Cihâd'da, "Kendi elleriyle muayyen bir insa­nın İslâm'a girmesine sebeb olan kişinin fazîleti bâbı"nda geçmişti.

Buna siyer müellifleri şu bilgileri de ekliyorlar: Alî, Rasûlullah'ın bu ta'lî-mâtı üzere hareket etti ve Yahûdîler'e İslâm düstûrlarını tebliğ etti. Fakat Ya­hudiler İslâm'ı kabul etmediler ve sulh olmak da istemediler; bil'akis harb açtılar. Netîcede kumandanları Merhab yere serilince, Yahudiler dayanaksız kalarak harb bitmiş ve Rasûlullah'ın haber verdiği gibi Alî'nin elleriyle Hayber fethedilmiş­tir.

[276] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Hadîs Buyu' Kitâbı'nda, "Temizlen­meden önce câriye ile yolculukeder mi bâbı"nda geçmişti.

[277] Bu da Enes hadîsinin diğer bir yoldan gelen rivayetidir. Son söz, Safiyye mü'min­lerin analarından oldu, demektir. Çünkü perde çekmek, ancak hürre kadınlar üzerinde olur, sağ elin mülkü olan cariyeler üzerinde olmazdı.

[278] Şimdiye kadar birkaç kerreler geçtiği üzere Safiyye, Huyey ibn Ahtab'ın kızı­dır. Yahûdî Nadîr oğullan ve Kurayza oğulları'nın en şerefli bir ailesine men-sûbdu. Hayber Yahudileri'nin reîsi Kinâne ibn Rabî ile yeni evlenmişti. Her iki cihetle asaleti vardı. Kocası ve babası Hayber muharebesinde ölmüştü.

[279] Bu hadîsin bir rivayeti Beşte bir Kitâbı'nda, "Harb arazîsinde elde edilen yiye­cek maddesi bâbı"nda geçmişti.

[280] Mut'a nikâhı muayyen bir zamana bağlı olarak yapılan nikâhtır. Bu, Câhiliyet devrinde yürürlükte olan nikâh şekillerinden birisidir. Bu nevi1 nikâhtan gaye bir zaman için kadından faydalanmaktır. Bir aile yuvası kurup ebedî yaşamak ve çocuk üreterek cemiyetin ve soyun devamına hizmet değildir. İslâm'ın ilk de­virlerinde bir zaruret üzerine bâzı gazvelerde Mut'a nikâhına ruhsat verilmişti. Fakat Hayber'de müsâade edilmeyip yasak edildi. Mekke'nin fethi seferinde bir daha ruhsat verilip, Veda Haccı'nda kesin şekilde yasaklandı.

[281] Bu hadîse dayanarak Ebû Yûsuf, Muhammed, Şafiî, Ahmed ibn Hanbel ve da­ha başka birçok selef âlimleri at etinin yenmesini caiz görmüşlerdir. Ebû Hanî-fe ise at, katır, merkeb makûlesi hayvanların binilmek ve zînet edilmek için yaratıldıkları şeklindeki (en-Nahl: 8) Kur'ân beyânına dayanarak, bunların ye­nilmesini caiz görmemiştir. İmâm Mâlik, Evzâî, Ebû Ubeyd de Ebû Hanîfe'ye uygunluk göstermişlerdir.

[282] Hadîsin başlığa uygunluğu "Hayber ganimetlerinin Peygamber'in payı olan beşte birden" sözündedir. Bu hadîsin bir rivayeti Beşte bir Kitabı, "Beşte, birin dev­let başkanına âid olduğuna delîl bâbı"nda geçmişti.

[283] İbn İshâk şöyle zikretti: Peygamber, Amr ibn Umeyye'yi Necâşî'ye gönderdi de Ca'fer ibn Ebî Tâlib'le beraberindekilerin yol hazırlıklarım sağlayarak gön­dermesini istedi. Necâşî de her türlü seferî ihtiyâçlarını sağladı, ayrı ayrı ikram ederek gönderdi. Bu kaafile, Peygamber Hayber'de iken Amr İbn Umeyye ile beraber geldiler. İbn İshâk, Ca'fer'le beraber gelenlerin onaltı yolcu olduğunu ve içlerinde şunların bulunduğunu haber vermiştir: Ca'fer ve karısı Esma bintu Umeys, Hâlid İbn Saîd İbn Âs ile karısı, Hâlid'in erkek kardeşi Amr ibn Saîd ve Muaykıb ibn Ebî Fâtıma (Aynî).

[284] Umer'e karşı bu kuvvetli savunmayı yapan Umeys kızı Esmâ'nm annesi Hİnd bintu Avf'tır. Peygamber'in kadınlarından Meymûne ile Abbâs'in kansı ve Fadl'-m anası Lubâbe'nin kardeşidir. Esmâ'nm kocası Ca'fer ibn Ebî Tâlib'dir. Ca'­fer şehîd edilince onu Ebû Bekr zevce edindi. Esma ona Muhammed ibn Ebî Bekr'i doğurdu. Sonra Ebû Bekr ölünce, Esmâ'yı Alî ibn Ebî Tâlib zevceliğe aldı. Esma, Alî'ye de Yahya ibn Alî ibn Ebî Tâlib'i doğurdu (Aynî).

[285] Bu Ebû Burde, Ebû Musa'nın oğlu olan Ebû Burde'dir. Bu hadîsin ikinci râvî-sidir. Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nin kardeşi Ebû Burde değildir. Onun adı Âmir ibn Kays'tır.

[286] Son sözünün ma'nâsı: Onun arkadaşları Allah yolunda harb etmeyi severler ve bundan kendilerine isabet edecek şeylere aldırmazlar, demektir. Şöyle de deni lir: Bu hakîm, çok cesur olduğu için düşmandan kaçmaz, aksine düşmanlarla yüzyüze gelir, onlar ayrılıp gitmek isterlerse, onlara metindeki sözü söyler (Ay­nî).

[287] Hadîslerin başlığa uygunlukları meydandadır.

Ganimet malından hırsızlık yapmanın ağırlığını belirten bu hadîsin bir ri­vayeti Cihâd Kitabı, 188. bâb, 270 rakamlı olarak geçmişti. Orada 187. bâbda 269 rakamıyle geçen Ebû Hureyre hadîsi de devlet malından hırsızlık yapmanın ağırlığım pek güzel ifâde etmektedir.

[288] Bu iki hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Bunlar ayrı senedle ve küçük farkla gelen iki rivayettir.

Bunlarda Umer şöyle demiş oluyor: Ben fethedilen memleket arazîlerini fethi yapan gâzîler arasında taksîm etmiyorum da, müslümânlann umûmî iyiliğini gözeterek bu arazîleri ebedî kılınmış bir vakıf hâline getiriyorum. Böylece bun­ları müstakbel nesillerin kıyamete kadar her zaman gelirlerini taksîm edecekleri birer hazîne olarak bırakıyorum. Umer bunu gazileri razı ederek Irak arazîsin­de uygulamıştır... (Aynî).

[289] Bunlar ayrı senedlerle gelmiş Ebû Hureyre hadîsinin az farklı rivayetleridir. Bu­nun bir rivayeti Cihâd'da, "Bir kâfir bir müslümânı öldürür, sonra kaatil müs-lümân olur ve dînine bağlı olarak gaza meydanında şehîd olursa, ikisi de cennete girer bâbı"nda geçmişti.

Ebân, Ebû Hureyre'yi, ismi alâkasıyle dağ kedisi diye horlamış ve kendisi­ni kaatillikle suçlamasının doğru olmadığını ve İslâm'a girmekle affolunacağını ve şehîdin cennete gireceğini en belîğ ve vecîz uslûbla ifâde etmiştir.

[290] Bu hadîsin başlığa uygunluğu "Hayber'in beşte bir ganimetinden" sözünden alı­nabilir. Bu hadîsin bir rivayeti Beşte bir Kitâbı'nda, "Beşte birin farzı bâbı"n-da geçmişti. Lâkin iki rivayet arasında metinde fazlalik ve eksiklik şeklinde farklılık vardır.

Hadîsin sonundaki "Güzellikle işe döndüğü zaman" sözü, bâzı nüshalar­da "Ma'rûf olan işe döndüğü zaman" şeklinde zabtedilmiştir. Buna göre "Ma'rûf olan iş", devlet başkanlığı için bey'atte diğer sahâbîlere muvafakat etmektir.

[291] Bu Âişe ve İbn Umer hadîsleri, Hayber'de çok hurma bulunduğu ve Hayber'in fethine kadar müslümânlarda geçim ve beslenme darlığı olduğu hususlarını ifâ­de etmektedir.

[292] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Bu hadîs Alışveriş Kitabı, "Kişi, hur­ma ile daha İyi hurma satın almak istediği zaman (ribâdan salim değiştirme yo­lu nasıldır)? bâbı"nda geçmişti.

Hayber'e harâc emîri ta'yîn edilen kişinin ismi hadîste bildirilmemiştir. Hatîb el-Bağdâdî bunun Sevâd ibn Gaziyye yâhud Mâlik ibn Sa'saa olduğunu rivayet etmiştir. Cenîb hakkında şârih Hattâbî, Arablar'ın en nefis bir hurma riev'i oldu­ğunu bildiriyor ki, cenîbin bu nefîsliği, hadîste Peygamber'in gösterdiği ilgi­den de anlaşılıyor. Hayber, bol ve nefis hurmalanyle meşhur olduğu ve Medine'den 170 km kuzeyde güzel bir vahanın ortasında bulunduğu, daha ev­velki hadîslerde bildirilmişti.

[293] Bu hadîs, Ekincilik Kitâbı'nda daha uzun bir metinle geçmişti.

[294] Bu hadîs de Cizye Kitâbı'nda, "Ahidli müşrikler müslümânlara hainlik yapar­larsa? bâbf'nda bu isnâdla ve daha uzun bir metinle geçmişti. Hadîsle ilgili açık­lamalar orada verildiği için, burada tekrar etmiyoruz.

[295] Bu hadîsin başlığa uygunluğu "RasûluIIah, Usâme'yi bir orduya kumandan yaptı" sözlerindedir. Bu hadîs Menkabeler Kitâbi'nda, "Zeyd ibn Hârise'nin menkabesi bâbı"nda ayrı bir senedle geçmişti. Orada da bildirildiği üzere, Zeyd ibn Hârise'nin Mûte harbinde Ca'fer ibn Ebî Tâlib ve Abdullah ibn Revâha ile arka arkaya şehîd olmaları ve kumandaları altındaki gâzîlerin ağır şartlar altın­da Medine'ye dönmeleri, Medine'de umûmî bîr hüzün meydana getirmişti. Ra-sûlullah bu yenilginin intikaamını almak Üzere bir ordu hazırlayıp, başına Usâme İbn Zeyd'i kumandan yapmış ve: "Rumlar üzerine git, babanın intikaamını al" buyurmuştu. Bu ordu içinde Ebû Bekr, Umer, Ebû Ubeyde, Saîd ibn Ebî Vak-kaas, Saîd, Katâde, Seleme ibn Ekvâ gibi Muhacir ve Ensâr'ın büyük şahsiyet­leri de bulunuyordu. Bâzı kimseler: Ordu içinde bunca büyükler dururken bir genç köle bunların başına nasıl kumandan yapılır? gibi sözler sarfettiler. Bu söz­lerin asıl kaynağı, bu baba-oğulun köle ve köle çocuğu olmaları idi. Arablar arasında kölenin başkanlığı hoş görülmezdi. Fakat İslâm Dîni fıtratan hürr ya­ratılan insanlar arasındaki bu farkı kaldırmış, Câhüiyet devrinde hakîr görülen bu sınıfı, İslâm'daki kıdemi, hicreti, ilmi, takvası sebebleriyle yükseltmişti, Umer bu dedjkoduları duyunca Peygamber'e gelip haber vermiş, bunun üzerine Ra-sûlullah, metinde özetlenen nutku söylemişti. Bu orduyu hazırlarken Rasûlul-lah hasta idi. Hastalığı devam edince, ordu hareketini geri bıraktı ve Rasûlul-lah'ın Ölümü üzerine bu arzusunu Ebû Bekr yerine getirdi.

[296] Hudeybiye seferinde Kureyş ile imzalanan andlaşmanın bir maddesinde, gele­cek sene Peygamber'in maiyyetiyle gelip Ka'be'yi ziyaret edeceği, silâhsız giri­leceği, yalnız kınında olarak yanma kılıç alınabileceği ve Mekke'de üç günden, fazla kalınmayacağı kararlaştırılmıştı. Bu anlaşma hükmüne göre, yedinci hic­ret yılında Peygamber, umre için Mekke'ye gitmeye karar verdi. Kadınlar ve çocuklar hâriç olmak üzere bu umre seferinde iki bin kişi bulunmuştur. Bu, bir sulha, bir muahede hükmüne dayandığı için buna "Umretu's-Sulh", "Umretu'l-Kadıyye", "Umretu'1-Kadâ" ve "Umretu'l-Kısâs" adları verilmiştir. Bu açık­lamaya göre başlıktaki "Kaza" fakîhler örfündeki edâ mukaabili "Kaza" de­ğil, "Hüküm" ma'nâsına olan "Kazâ"dır.

[297] Enes'in bu hadîsini Abdurrazzâk, Ma'mer'den; o da ez-Zuhrî'den rivayet et­miştir. Bunda Enes şöyle demiştir:

RasûluIIah bu kaza umresinde Mekke'ye girdiği zaman, şâir Abdullah ibn Revâha Rasûlullah'ın önünde şu şiirleri okuyordu:

Hallû beni'l-küffân an sebîlih Kad enzele'r-Rahmânu fî Tenzîlih Bi-enne hayra'l-katlî fî sebîlih

Nahnu katelnâkum ala te'vîlih Kemâ katelnâkum alâ Tenzîlih

(= Ey küffâr oğullan, Rasûlullah'ın yolundan çekilin. Rahman olan Al­lah, Tenzîl'inde şunu indirdi ki: Muhakkak ölümün en hayırlısı O'nun yolunda olandır. Biz O'nun emir ve te'vîli ile sizleri öldürürüz. Nitekim O'nun Tenzîl'İ üzerine sizlerle harbettik.)                                  

Bunu İbn Hıbbân Sahîh 'inde şu ziyâde ile rivayet etmiştir:

El-yevme nadribkum alâ tenzîlih Darben yuzîlu'1-hâme an makîlih, Ve yüzhilu'l-halîlle an halîlih, Yâ Rabbi innî mü'minun bi-kîîih.

— Yâ İbne Revâha, Rasûlullah'ın önünde şiir mi söylüyorsun? dedi. RasûluIIah:

  "Onu bırak yâ Umer, çünkü bu Mekkeliler'e ok vurmasından daha çok te'sfrlidir" buyurdu (Aynî ve Kastallânî). Fethu'l-Bârî'de daha geniş bilgiler ve şiirler vardır.

[298] Hadîsin başhğa uygunluğu meydandadır. Bu hadîs, aynı sened ve (çok az farklı olarak) aynı metinle Sulh Kitabı, "Bu Fulân ibn Fulân'm sulh anlaşmasıdır na­sıl yazılır bâbı"nda geçmişti (Aynî).

[299] Buhâri hadîsi burada iki yolla getirmiştir. Bu yollardan biri aynı metinle Sulh Kitabı, "Müşriklerle sulh bâbı"nda geçmişti.

[300] Bu da pek az farkla Hacc Kitabı, "Peygamber kaç umre yaptı bâbı"nda geç­mişti.

[301] Bu hadîslerin başlığa uygunlukları meydandadır. Bunlar bâzı farklarla daha ön­ceki kitâblarda da geçmişlerdi. Son hadîste Peygamber'le evlenişi bildirilen Mey­mûne, Haris kızı el-Hilâ!iyye(R)'dir. Meymûne, 51 yılında Şerifte vefat etmiştir.

[302] Mûte gazvesi, müslümânlarla Bizanslılar arasında yapılan muharebelerin baş­langıcıdır. Sebebi, Peygamber'in elçisinin öldürülmesidir. Şöyle ki: Peygamber, Busrâ Emîri Şurahbîl ibn Amr'a, sahâbîlerden Haris ibn Umeyr eliyle bir mek-tûb gönderip onu İslâm'a da'vet etmişti. Haris ibn Amr, Mûte'den geçerken Şurahbîl'e elçilik sıfatını bildirdi. Bunun üzerine Şurahbîl, Hâris'i küstahça Öl­dürdü. O güne kadar Peygamber'in elçilerinden hiçbirisinin hayâtına saldınl-mamıştı. Her asırda her millette elçi öldürmek İnsanlığa ve milletlerarası münâsebetlere aykırı sayıldığından, bu cinayete karşı bir harekette bulunmak zarurî oldu. Bunun için Peygamber, sekizinci yılda üçbin kişilik bir ordu hazır layıp, âzâdlı kölesi Zeyd ibn Hârise'nin emrinde gönderdi. Ve ordunun Haris ibn Umeyr'in şehîd edildiği Mûte kasabasına kadar gitmesi ve oradan Şurahbîl ile üzerlerinde hükümrân olduğu kabilelerin İslâm'a da'vet edilmesi, gerekirse harb edilmesini emretti.

Öbür tarafta Şurahbîl, bunu haber alarak yüzbin kişilik büyük bir ordu hazırladı. Kuvvetler arasındaki büyük fark sebebiyle müslümânlar çok kayıp vererek Hâlid ibnu'i-Velîd'in ustaca tabyesi sayesinde geri çekilip, Medine'ye ulaştılar...

[303] ibn Umer bu şehâdetiyle Ca'fer'in yiğitliğini ve düşmandan yüz çevirmediğini ifâde etmiştir.

[304] Bu iki hadîs arasında yara sayısında farklılık vardır. Bu şöyle giderilebilir: Elli yara göğüste ve ön tarafta, doksan yara ise vücûdun her tarafında bulunmuş olabilir. Adedlerin tahsisi ziyâdeye aykırı olmaz; yâhud birinde bir çeşit yara sayılmıştır

[305] Bu "Allah'ın kılıcından maksad, Hâlid ibn Velîd idi. Bundan sonra Hâlid "Sey-fullah = Allanın kılıcı" şeref lakabıyle anılmıştır.

[306] Bu hadîsin bir rivayeti Cenazeler Kitâbı'nda geçmişti

[307] ibn Umer bununla Ca'fer'in Mûte harbinde kesilen iki koluna bedel, Allah'ın ona iki kanat ihsan ettiğini ve onun bunlarla uçtuğunu bildiren hadîse işaret et­miş oluyor. Bundan dolayı Ca'fer, "Tayyar" şeref lakabını almıştır.

[308] Hâlid'in bu beyânı, onun yüksek kumandanlığına ilâveten, büyük kahramanlı­ğı ve cenkçiliğinin en parlak delilidir.

[309] Abdullah ibn Revâha'mn Mûte'de şehîd olduğu haberi kendisine ulaştığı zaman Amre'nin ona ağlamaması, vaktiyle bir hastalığında bayıldığı sırada ona ağla­dığı vakit, Abdullah'ın ona ağlamayı nehyetmiş olmasındandır. Böylece Amre, kardeşinin nehyini sadâkatle tutmuş oluyor.

[310] Siyer kitâblannda bu sefer, Gâlib ibn Abdillah el-Leysî Gazvesi adiyle zikredi­lir. İbn Sa'd'ın beyânına göre, bu seriyye yedinci yılın ramazânında tertîb edi­lip, Necd diyarında Batnû Nahl'İn arka tarafında Mıkaa adlı yerde toplanan Benû Ahvel, Benû Âbid ibn Sa'Iebe eşkıyası üzerine gönderilmişti. Burası ile Medîne arasında sekiz günlük uzaklık vardı. Yüzotuz mevcûdlu olan bu seriyye Gâlib ibn Abdillah'ın emrinde gönderildiği için, bu unvan ile anılmıştır. Usâme ibn Zeyd de bu seriyyede bulunduğu için, Buhârî bu babın başlığında Usâme'yi zikretmiştir.

[311] Hadîsten anlaşıldığına göre, bu kuvvet düşmanı dağıtmış ve harb edenlerini öl­dürmüştür. Koyunlarını ve diğer hayvanlarını ganîmet alıp Medîne'ye getirmiştir.

Usâme, Peygamber'in ısrarlı sorularından çok sıkılıp utanmıştı. "Bugün­den önce keski İslâm'a girmiş olmayaydım" sözü, sıkılmasının ve üzüntüsünün derecesini belâgatle ifâde etmektedir. Peygamber de bu ısrarlı sorularıyle Lâ ilahe ille'llah diyenin öldürülemiyeceğini kaanünlaştirmış oluyor.

[312] Burada ayrı ayrı yollardan gelen bu hadîslerin başlığa uygunlukları, Usâme'nin zikredilmesi yönündendir. Son hadîste râvî Yezîd ibn Ebû Ubeyd'in unuttum dediği kalan üç gazvenin de Mekke'nin fethi, Tâif ve Tebûk gazveleri olduğunu sarihler beyân etmişlerdir.

[313] Mekke fethi gazvesinin sebebi Hudeybiye barış andlaşmasmın maddelerinden birinin Kureyş tarafından bozulmuş olmasıdır. Bu sebeb üzerine Rasûlullah gizlice sefer hazırlığına başladı ve Gıfâr, Eşlem, Eşca', Muzeyne, Cuheyne, Suleym ka­bilelerine "Allah'a îmân edenler silâhlanarak ramazânın ilk günlerinde Medi­ne'ye gelsin!" diye haber gönderdi. Bu kabileler halkı, Rasûlullah'ın sadâkatlerine güvendiği kimselerdir. Huzâa kabilesine de Mekke yollarını tutup emniyete al­malarını emretti. Aynı zamanda Rasûlullah, kendisini aksi yönde meşgul göstere­rek Necd taraflarına bir seriyye hazırlayıp gönderdi. Bütün bu hazırlıklar gizli tutuluyordu. Bununla beraber Hâtıb ibn Ebî Beltaa bu vaziyeti hissederek bir mektûbla Kureyş'e bildirmek istedi. Fakat gelecek olan hadîsinde de görüleceği üzere bu teşebbüs gerçekleşmedi. Nihayet Tevhîd Dîni'nin büyük önderi İbrâ-hîm Halîlullah'ın torunu Muhammed (S), tevhidi yükseltmek ve müşrikliği im­ha ve onun timsâlleri olan asırlık putları yere sermek üzere, hicretin sekizinci yılında ramazânın onuncu günü onbin kişilik ordusuyla Mekke'ye doğru hare­ket etti. 

[314] Bu mektûb şu mealde imiş: "Amma ba'du! Ey Kureyş cemâati, Rasûlullah size karşı gece karanlığı gibi ve sel gibi akan bir ordu ile geliyor. Allah'a yemîn ede­rim ki, Rasûlullah üzerinize yalnız başına gelse bile Allah O'na yardım edip size gâlib kılacak ve verdiği va'di yerine getirecektir. Başınızın çâresine bakınız ve's-selâm" (Aynî).

Hâtıb bu kadını on dînâra tutmuştu. Rasûlullah Mekke'nin fethi günü bu kadının, Ebû Sufyân'ın karısı Hind ile beraber öldürülmesini emretmişti. Fa­kat bu kadın Abdulmuttalib oğulları'mn âzâdlı cariyelerinden olduğu için affe­dilmesi rica edilmiş ve affolunmuştur. Umer'in halifeliği devrinde bir süvârînin atının çiğnemesiyle ölmüştür (Aynî).

[315] Bu hadîsin bir rivayeti Cihâd Kitabı, "Câsûs bâbı"nda geçmişti. Müfessir Mu-câhid: Bu âyet, Hâtıb ve onun gibi Mekke müşriklerine sırr verenler hakkında indi; böyle olduğu âyetten açık olarak anlaşılmaktadır, demiştir. Ebû Umer de: Âyetteki "Ey Mü 'minler" hitabında Hâtıb da dâhil bulunduğundan, Allah, Hâ-tıb'in îmânına şehâdet etmiştir, demiştir.

Hâtıb, mühim hizmetlerde bulunmuştur. Bunlardan birisi Hudeybiye dö­nüşünde hicretin altıncı yılında Peygamber tarafından bir mektûbla Mısır ve İs­kenderiye meliki Mukavkıs'a gönderilmesidir. Bu seferinde İbn Ebî Beltaa, Mukavkıs'm yanında beş gün kalmış ve birtakım hediyelerle dönüp gelmiştir: Bu hediyeler, Düldül adında beyaz bir katır, Gufeyr adında bir merkeb, elbise­ler... ve Peygamber'in oğlu İbrâhîm'in anası Mâriye ve kızkardeşi Şîrîn idi. Pey­gamber, Sîrîn'i Hassan ibn Sâbit'e hediye etti. İbn Beltaa, Ebû Bekr zamanında da Mısır'a gönderilmiş ve Mısırhlar'Ia sulh akdi yapmıştır. Bu sulh, Amr ibnu'l-As'ın hicretin yirminci yılında Mısır'ı fethi zamanına kadar yürürlükte kalmış­tır. Hâtıb tacir idi. Hicretin otuzuncu yılında vefat etmiş ve namazını Usmân (R) kıldırmıştır. Vefatında dörtbin dînâr nakid ile birçok servet bıraktı (Aynî' den özetlendi).

[316] Bunlar İbn Abbâs hadîsinin çeşitli yollardan gelen rivayetleridir. Son hadîste ordu mevcudu onbindir. tbn İshâk'ın rivayetinde ise ordu mevcudu onikibin dir. İhtimâl ki, Medine'de techîz edilen ordu onbin askerdi, İkibin de yolda ka­bilelerden gelip katılmışlardır.

[317] Bunlar hep İbn Abbâs hadîsinin farklı senedlerden gelen çeşitli rivayetleridir. Bun­ların ifâde ettiği husus özetle şudur: Rasûlullah Medine'den ramazân içinde Mek­ke fethi gazvesine oruçlu olarak çıkmış, yolda Kedîd mevkiine geldiğinde orucunu bozmuştur. Kendisiyle beraber sahâbîler de oruçlarını bozmuşlardır.

286 rakamlı İbn Abbâs hadîsinde "Rasûlullah, Huneyn seferine ramazânda çıktı..." ifâdesinde bir müşkillik görülmüşse de bunun ramazânın sonunda Hu-neyn'e çıkılmış olması veya Huneyn seferine Mekke'de iken ramazân içinde ka­rar verilmiş olması şeklinde anlamakla giderilebileceği ileri sürülmüştür.

[318] Hadîsin başlıktaki soruya cevâb olan yeri "Rasûlulİah bayrağının el-Hacûn mev­kiinde dikilmesini emretti" sözüdür. Hacûn, Ebû Kubeys  Dağı'nın yamacın-dadır. Buraya Muhassab, Ebjâh isimleri de verilir.

Hadîste anılan Merru'z-Zahrân, Mekke'ye onaltı mil uzaklıktadır.

Mekke'ye girecekleri cihetleri ta'yîn etmiş ve "Bir hücuma uğramadıkça sakın harbetmeyiniz!" diye tenbîhlemiş ve bundan yalnız dokuz kişiyi istisna etmişti. Bunlar Ka'be'nin örtüsü altına sığınmış olsalar bile öldürülmelerini emretti. Bütün fırkalar arızasız Mekke'ye girdikleri hâlde, yalnız Hâlid'in fırkası hücuma uğ­radı, îbn İshâk'm rivayetine göre, Kureyş'ten Süheyl ibn Amr, Safvân ibn Umey-ye, İkrime ibn Ebî Cehl taraflarından hazırlanan bir şerir çetesi bunların emri altında Hâlid ibnu'l-Velîd'in süvârî kuvveti üzerine ok atnjaya başlamışlar ve hadîste isimleri bildirilen İki mücâhidi şehîd etmişlerdir. Bunun Üzerine Hâlid müdâfaa harbine başlayıp, bir hamlede bunlardan onüçünü öldürmüş, geri ka­lanı da kaçıp dağılmışlardır.                                          '

Buradaki rivayetinin birinde Urve, Hâlid'in Mekke'nin üst tarafındaki Ke­dâ semtinden Mekke'ye girdiğini, Rasûlullah'ın da alt taraftaki Kudâ yoluyla girdiğini bildirmişti. Bu İse sahîh rivayetlere aykırıdır. Buhârî, bundan sonraki (51.) bâbda Rasûlullah'ın, Mekke'nin alt tarafından, Kedâ mevkiinden; Hâlid'in de alt taraftaki Kudâ semtinden girdiğine dâir hadîsleri toplamıştır.

[319] Hadîsin başlığa uygunluğu "Fetih günü" lâfzındadır. Bu hadîs Tefsîr ile Kur'ân'-ın Fazîletleri Kitâblan'nda da gelecektir

[320] Bu hadîste Zuhrî, kendisine sorulan "Ebû Tâlib'e kim vâris oldu?" sorusunu kısaca cevâblamıştır. Hacc Kitâbı'nda geçen hadîste bu, daha tafsîllidir: "... Akîl ve kardeşi Tâlib, Ebû Tâlib'e vâris oldular. Hâlbuki Ca'fer ile Alî, Ebû Tâlib'e vâris olmadılar. Çünkü bunlar müslim idiler. Akîl ile Tâlib ise kâfir idi­ler".

Bu hadîse göre ez-Zuhrî mes'eleyi şöyle açıklamış oluyor: Ebû Tâlib'in dört oğlu vardı. Bunlardan AkÜ ile Tâlib müslümân olmayıp, Mekke'de harb darın­da kaldıklarından Ebû Tâlib'e vâris olmuşlardır. Atî ile Ca'fer Medine'de bu­lunduklarından vâris olamamışlardır.

[321] Kinâne oğulları Hayfı, Hacün, Muhassab, Ebta1 adlanyle de anılır. Ebû Ku-beys Dağı'mn yamacındadır. Daha önce geçen bir hadîste Peygamber'in sanca­ğını Hacûn mevkiine diktirdiği bildirilmişti ki, işte burası Kinâne oğulları'nın yurdudur. Peygamber'in çadırı da oraya kurulmuştur. Peygamber'in konak yeri olarak burasını seçmesi ve burada ikaamet etmesi, büyük bir ilâhî intikaamı ha­tırlamaya vesile olacağı içindir: Kureyş ile Kinâne oğulları, Hâşim ve Abdul-muttalib oğulları'yle bütün medenî ilişkileri kesmeye ve bunların Kureyş'e, yânî müşrikliğe boyun eğmelerine kadar bu boykotu sürdürmeye burada yemîn ede­rek andlaşmışlardı. Onlar bu ittifakı bir vesîka ile tesbît edip Ka'be içine asmış­lardı. Bu andlaşmanın yürürlükte kaldığı üç sene Kureyş ile Kinâne oğullan, Hâşim ve Muttalib oğulları'nı, Hâşimîler mahallesinde muhasara altında tut­muşlardı

[322] Peygamber'in öldürülmesini emrettiği İbnu Hatal, İslâm'a girip sonra dînden çıkmış, haksız yere birçok insanlar öldürmüştü. Onun iki tane şarkıcı cariyesi vardı, bunlar Rasûlullah'ı hicvedip tegannî ederlerdi (Kastallânî).

Hiçkimse Peygamber'in Mekke fethinde ihramdan çıktığını rivayet etme­miştir. İmâm Mâlik bundan, Peygamber'in harb sebebiyle Mekke'ye ihrâmsız girdiğini tahmin etmiştir.

[323] Bu hadîs, Hacc Kitâbi'nda, Peygamberler Kitâbı'nda ve diğerlerinde bâzı fark­larla geçmişti: Peygamber'in iktibas edip söylediği bu âyetlerin tamâmı şöyle­dir:

"De ki: Hakk geldi, bâtıl yok oldu. Şübhesiz ki bâtıl dâima zeval bulucudur" (el-lsrâ: 81); "De ki: Hakk geldi. Bâtıl ne ibtidâen, ne de iâdeten birşey yarat­maya kaadir olamaz" (Sebe': 49).

[324] İbn Abbâs, Peygamber'in, Beyt'in içinde namaz kıldığım nefyetti. Bilâl ise na­maz kıldığını isbât etti. Kaaide olarak isbât edenin rivayeti, nefyedenin rivayeti önüne geçirilir

[325] Buhârî bu bâbda Rasûlullah'ın fetih yılında Mekke'ye en yüksek tarafı olan Kedâ mevkiinden girdiğini bildiren hadîsleri getirmiş ve doğru olanın bu olduğunu isbât etmek istemiştir.

[326] Bu hadîs, Peygamber'in fetih yılında "Yarın konağımız inşâallah Kinâne oğul­ları Hayfı'dir..."sözlerinde bildirdiği konaklama yerine muhalif olmaz. Çün­kü Peygamber, Ümmü Hâni'in evinde ikaamet etmemiş, ancak yıkanıp sekiz rek'at namaz kılmış, sonra da Kinâne oğulları yurduna dönmüştür. Peygam­ber'in çadırı orada kurulmuş, sancağı  da oraya dikilmiştir (Kastallânî).

[327] Bu hadîsin burada getirilme sebebi Tefsîr'de geleceği üzere, kendisine "tzâ câe nasrullâhi ve'l-fethu"Sûresi indirildikten sonra, Peygamber her kıldığı namaz­da muhakkak bu sözleri söylerdi ifadesidir. Bu hadîsin bir rivayeti Namaz Kita­bı; "Rukû'da duâ bâbı"nda da geçmişti.

[328] Bu hadîsin, yukarıda geçen 50 rakamlı "Fetih gazvesi babı" başlığına uygunlu­ğu, içinde Mekke fethinden ibaret olan "Fetih" isminin bulunmasıdır. Ondan sonraki bâblar ise, hep o 50. baba tâbi'dirler. Bunu uyanıklıkla anla! (Aynî).

[329] Hadîsin başlığa uygunluğu "Mekke fethinin ertesi günü" sözlerindedir. Bu ha­dîsin bir rivayeti İlim Kitâbı'nda, "İlme hazır olanlar, gâib olanlara teblîğ etsin bâbı"nda geçmişti. Orada da açıklandığı gibi, bu Amr ibn Saîd ibni'1-Âs, Eme-vîler hanedanından ve valilerinden olup Yezîd ile Mervân ve Abdulmeİik zama­nında, Abdullah ibn Zubeyr(R)'e karşı ordular hazırlayıp sevketmiş, nihayet halifelik sevdasına düştüğü için Abdulmeİik ile de. harbetmiş ve onun tarafın­dan sulh ve emândan sonra aldatılarak Öldürülmüştür...

[330] Bu hadîs, Buyu' Kitâbı'nm sonlarında daha uzun bir metinle geçmişti

[331] Bu hadîsin şerhinde İbn Hacer şöyle demiştir: Enes hadîsi ile İbn Abbâs hadîsi arasında müddette çatışma vardır. Ben şunu düşünüyorum ki, Enes hadîsi Veda Hacci'ndaki ikaamettir. Çünkü o sefer, Peygamber'in Mekke'de on gün ikaa­met ettiği seferdir. Çünkü Peygamber zu'I-hiccenin dördüncü günü Mekke'ye girdi ve ondördüncü günü de çıkmıştır. İbn Abbâs hadîsi ise Mekke fethi sefe-rindeki ikaametidir. Ben bunu delilleriyle Namazı kısaltma bâbı'nda takdim ettim ve orada Enes hadîsinin Veda Haccı'nda olduğunu açıkça belirttim. Belki Bu-hârî bu hadîsi, buraya zikrettiklerimi işaret için girdirmiş ve bunu da zihinleri keskinleştirmek için açıklamamıştır (Fethu'l-Bârî).

Hakîkaten Namazı kısaltma bâbmdakİ hadîs şöyledir:

Enes (R) şöyle demiştir: Biz Peygamber (S) ile birlikte (hacc niyetiyle) Me-dîne'den Mekke'ye çıktık. Medine'ye döndüğümüz zamana kadar Peygamber bize, akşam namazlarından başka namazları hep ikişer rek'at kıldırdı.

Enes'e: — Mekke'de ikaamet ettiniz mi? diye soruldu.

Enes:

— (Evet) Mekke'de on gün ikaamet ettik, dedi.

[332] Bu İbn Abbâs hadîsleri Mekke fethi seferindeki ikaametİ anlattıkları için baş­lıkla ilgisi meydandadır.

[333] Asıllarda böyle başlıksız gelmiştir. Bu uBâb", en-Nesefî rivayetinde mevcûd de­ğildir. Birçok kerreler zikrettik ki, "Bâb" lâfzı böyle başlıksız, yânî unvansız gelirse, bu, kendinden önceki bâbdan bir fasıl gibi olur (Aynî).

[334] Buhârî bu ta'lîki et-Târîhu's-Sagîr ile el-Edebu'l~Mufred'de Abdullah ibn Sa­lih'ten; o da el-Leys'ten senediyle getirmiştir. Bu Abdullah ibn Sa'lebe'nin sa-hâbîliği sabittir. O, hicretten önce veya sonra doğmuştu. Buhârî bunu burada "Mekke fethi yılında" sözü münâsebetiyle kısaltarak getirmiştir.

[335] Bunun da "Fetih gazvesi" başlığına uygunluğu "Fetih yılında" sözündedir. Ebû Cemîle İle babasının sahâbî oldukları zikredilmiştir. Usûl âlimleri: Rasûlullah'a çağdaş olan âdil kişi, ben sahâbîyim dediği zaman, btl sözü zahiren doğru ka­bul edilir, demişlerdir (Aynî).

[336] Bu zâtın ismi bâzı Buhârî nüshalarında Amr ibn Seleme şeklinde lâm'ın fethİy-le, bâzılarında da Amr ibn Selime şeklinde lâm'ın kesriyle zabtolunmuştur

[337] Bu Amr ibn Seleme hadîsinin Mekke fethi gazvesinde zikredilmesi sebebi ve bu başlığa uygunluk noktası, bu hadîste Rasûlullah ile Kureyş arasındaki siyâsî düş­manlığın ve harb vaziyetinin netîcesini bekleyen Arab kabilelerinin, Mekke'nin fethi üzerine takım takım İslâm topluluğuna koştuklarının bildirilmiş olması­dır. Bu târihe kadar Arablar birer birer müslümân olurlarken, Mekke'nin fethi üzerine dalga dalga, küme küme, kabîle kabîle müslümân olmağa başlamışlar­dır. Bunun böyle olacağı vukû'undan evvel en-Nasr Sûresi'nde haber verilmiş­ti. Bu sûrenin inme zamanını ta'yînde müfessirlerin görüş ayrılıkları vardır. Bâzılerî Veda Haccı'nda teşrik günlerinde indiğini söylemişlerdir. Beydâvî ve diğer bâzılarına göre bu sûre Mekke'nin fethinden evvel inmiştir...

Hadîste geçen bürde, çubuklu ve dört köşeli kumaş veyâhud abadır ki, Arab­lar ihram gibi bürünürler.                                                                

İmâm Şafiî bu hadîsi delîl yaparak iyiyi, kötüyü ayırdedebilen çocuğun imam olması sahihtir, demiştir.

[338] Hadîsin başlığa uygunluğu "Rasûlullah fetih zamanında Mekke'ye gelince" sö-zündedir Bu hadîs biraz takdîm - te'hîrli bir metinle Buyû'da, "Şübhelerin tef-Sîri bâbı"nda geçmişti.

[339] Hadîsin başlığa uygunluğu "Fetih gazvesi sırasında..." sözündedîr. Bu kadın, Fâtıma bintu Esved el-Mahzûmiyye'dir. Mekke'nin fethi günü yüksek içtimaî mevkiine güvenerek ganîmet malından kıymetli mücevherler çalmıştı... Bu hadîsin başka bir rivayeti Şehâdetler Kitâbı'nda geçmişti.

[340] Bu hadîsler Mucâşi'den olmak üzere ayrı yollardan gelen rivayetlerdir. Başlıkla münâsebetleri Mekke fethinden sonra, Mekke'den Medine'ye hicret etmenin son bulduğunu bildirmekte olmalarıdır.

[341] Bu hadîslerin Mekke fethiyle ilgili ifâdelerinden dolayı başlığa uygunlukları mey­dandadır

Hadîsin "Lâkin bugün cihâd ve niyet vardır" cümlesi, Mekke'den yalnız cihâd kasdıyle ve bir de fazilet tahsili niyetiyle çıkılabilir demektir.

[342] Hadîsin başlığa uygunluğu "Rasûlullah Mekke fethi günü ayağa kalktı da şöyle buyurdu" sözündedir. Bu hadîs Hacc, Cihâd ve diğerlerinde mevsûlen geçmiş­tir. İlim Kitâbı'nda, Ebû Hureyre'den rivayet edilen hadîsin sonunda Abbâs: Yâ Rasûlallah, ızhır otu müstesna olsun. Çünkü bizler onu evlerimizde (inşâda) ve kabirlerimizde kullanıyoruz, demişti.

[343] Ebû Zerr rivayetinde başlık böyle gelmiştir. en-Nesefî rivayetinde ise "Huneyn Gazvesi babı ve Yüce Allah'ın şu kavli..." şeklinde gelmiştir.

Huneyn, Mekke ile Tâif arasında ve Mekke'ye on küsur mil uzaklıkta bir vâdîdir. Meşhur Zu'I-Mecâz Panayırı bu vâdînin kenarında kurulurdu.

[344] Bu âyette "Huneyn gününde" şeklinde bu yerin ismi zikredilmiş ve burada ya­pılan harbe ve cereyan eden hâdiselere kısaca işaret edilmiş olduğu için, Buhârî bunu bâb başında getirmiştir. Huneyn günü, bu harbin yapıldığı hicretin seki­zinci yılı şevvalinin altıncı günüdür. Mekke'nin fethinden onaltı gün sonradır.

Rasûlullah, Mekke'nin fethini tamamlayıp şehrin işlerini düzenlediği sıra­da Hevâzin kabîlesinin müslümânlara karşı harbe hazırlandıkları ve şâirleri Mâ­lik ibn Avf m emrinde toplandıkları haber alındı. Hevâzin kadar kuvvetli olan Benû Sakîf da bunlara katılmıştı. Bunlar diğer kabileleri de yanlarına almışlar ve bütün hayvanları ve kadınlarını da beraberlerinde toplayıp getirmişlerdi. Pey­gamber on, onikibin kişilik bir ordu İle bunlara karşı yürüdü. İki ordu Huneyn vadisinde karşılaştı. Hevâzin okçuları daha önce buraya gelip yerleşmiş, pusu kurmuştu. İslâm ordusunun öncüleri Hâlid ibn Velîd'in emrinde pervasızca gi­diyordu. Düşman ansızın bunları ok yağmuruna tuttu ve kılıçlanyle hücum et­ti. Bu ânî hücumla çokluğuna güvenen İslâm ordusu bozuldu. Öncülerin bozulması geri hatlara da geçip bir panik hâlini aldı. Sonra, gelecek hadîslerde görüleceği üzere, Peygamber'in sebatlı ve cesur müdâheleleriyle ordu kendini toplayıp, karşı hücuma geçti ve Allah'ın âyetlerde haber verdiği yardım ve sekî-net sayesinde zafer mü'minlere geçti.

[345] Abdullah da, babası Ebû Evfâ da sahâbîdirler. Kûfe'de 86. yılda en son vefat eden sahâbî, bu Abdullah'tır. Ebû Hanîfe bu Abdullah'a yetişmiş ve onu gör­müştür.

Hadîsteki "Sen Huneyn gazvesinde bulundun mu?" sorusu, hadîsin başlı­ğa uygun noktasıdır

[346] Bu ve bundan sonra gelen iki hadîs de el-Berâ hadîsinin ayrı yollardan gelen ve bâzı küçük farklılarlarla gelen rivayetleridir. Başlığa uygunlukları meydan­dadır.

[347] Isrâîl ibn Yûnus ile Zuheyr İbn Muâviye hadîslerini müellif, Cihâd Kitâbı'nda; "Al, ben fulânın oğluyum diyen kimse babı" ile "Bozgunluk sırasında sahâbî-leri vasıflayan kimse ve harbde Peygamber'in katıra binmesi bâbı"nda getir­miştir (Aynî).

[348] Buhârî burada bu hadîsi ayrı ayrı iki senedden getirmiştir. Hadîsin başlığa uy­gunluğu meydandadır. Çünkü Hevâzin hey'etinin Peygamber'e gelmesi, Huneyn gazvesi arkasından olmuştur.

[349] Bu ibn Umer hadîsinin başlığa uygunluğu "Huneyn'den döndüğümüz zaman" sözündedir. Buhârî burada hadîsin geliş yollarını ayivayn göstermiştir

[350] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Bunu Müslim, Cihâd ve Siyer'de 13. bâbda rivayet etmiştir: Müslim Ter., V, 370.

[351] Bu da aynı hadîsin başka bir rivayetidir. Buhârî bunu Ahkâm'da getirmiştir.

[352] Evtâs, Huneyn vadisinin eteğinde Zu'1-Mecâz kısmına verilen isimdir. Kaamûs sahibi: Evtâs, Hevâzin diyarında bir vadinin adıdır, demiştir. Bâzı siyer âlimle­rine göre Evtâs, Huneyn vadisinin bir ciheti, bir mıntıkası ve Hevâzin kabilesi­nin yurdudur.

Huneyn harbinde bozguna uğrayan Hevâzin kuvvetlerinin bakıyyesi Evtâs ile Tâif'te toplanmışlardı. Evtâs'dakilerin başında Dureyd ibn Sımme, Tâif'te-kilerin başında da şâir Mâlik ibn Avf bulunuyordu. Her ikisi de harb hazırlığı­na başlamışlardı. Bu sebeble Peygamber buralarda da harb yapmak zorunda kaldı. Evtâs'a Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nin amcası Ebû Âmir emrinde bir kuvvet gön­derdi. Taife de bizzat kendisi gitti.

[353] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Bu hadîsin son fıkrasından duâ etmek için temizlenmenin ve duâ sırasında elleri kaldırmanın müstehâb olduğu hük­mü alınmıştır.

[354] Tâİf, Mekke'nin 120 km. güneyinde Sırat Dağı silsilesi içinde takrîben 1650 m yüksekliğinde bir şehirdir. Burası Sakîf kabilesinin merkezi idi. Kur'ân'da ez-Zuhruf: 31 'de geçen "Karyeten " ta'bîri, Mekke ile Tâif'i birarada İfâde etmek­te ve bu iki şehir arasındaki mühim münâsebeti göstermektedir... Hicretin seki­zinci yılında Mekke'nin fethini müteâkıb, Hevâzin'İn Huneyn'deki yenilgisinin ertesi günü Peygamber, Tâif'i muhasaraya başladı.. {İslâm Ansiklopedisi, XII, 672-674'de Tâif hakkında genişçe bilgiler vardır).

Tâif, tavf maddesinden türemiş olup şehrin etrafını çevreleyen sûr ve yük­sek duvar demektir.

Müttefik kabilelerin Huneyn'de yenilmelerinden sonra Sakîf kabilesi, ken­di yurdu olan Tâif'e çekildi. Hevâzin kabilesinin başkanı ve bütün kuvvetlerin başkumandanı Mâlik ibn Avf da bunların başında bulunuyordu.

Peygamber Huneyn esirleri ve ganimetlerini Cı'râne'de bir muhafız kuvve­tin emrine bırakarak Tâif'e hareketle, onu muhasaraya başladı. Muhasara yir­mi gün kadar sürdü. Muhasara esnasında Selmân'ın öğretmesiyle ilk defa mancınık ile kale çıkmaya mahsûs debbâbeler kullanıldı. Fakat kale çok sağ­lam olduğu ve içeridekilerin de uzun süre dayanacakları anlaşıldığından muha­sara kaldırıldı, ordu ile Cı'râne'ye dönüldü. Tâif halkı bir sene sonra Peygamber'e hey'et göndererek müslümân oldular.

[355] Peygamber'in zevcesi Ummü Seleme'nin anlattığı bu hâdise, Tâif muhasarası sırasında olduğu için hadîs burada getirilmiştir. Muhannes, hâl ve tavrı kadına benzeyen veya kendisim kadınlara benzeten kimsedir.

[356] Tâif muhasarasının 15, 17, 18, 20, 30, 40 gün sürdüğüne dâir çeşitli rivayetler vardır. Eski bir şehir olan ve her tarafı, isminin de delâlet ettiği gibi sağlam bir hisarla çevrilmiş ve içinde aylarca geçindirecek erzak biriktirilmiş bulunan Tâ­if'in uzun zaman dayanacağı anlaşıldı. Bu durum askerî şûrada istişare edildi. Nevfel İbn Muâviye tarafından: "Artık tilki ine kapandı. Uzun zaman muhasa­ra ile çıkabilir. Şimdiki hâlde bir zarar gelmeyeceği de muhakkaktır" görüşü ileri sürüldü. Bu görüş kabul edildiğinden ordunun hareket zamanı i'lân olun­muştur.

İbn Hişâm'ın sîretinde İbn îshâk'm rivayetine göre bâzı kimseler:

— Yâ Rasûlullah, Sakîf oğulları'na beddua etseniz! demişler. Rasûlullah:

  "Yâ Rabb! Sakîf'e doğruyu göster de, onları bizim camiamıza getir!" diye duâ etmiştir.

Hakîkaten çok geçmedi, bir sene sonra Tâifliler gönderdikleri bir hey'etle İslâm Dîni'ni kabul ettiklerini Peygamber'e bildirdiler.

[357] Hadîsin başlığa uyan yeri "Ebû Bekre Tâif Kalesi'nin üstüne çıkmış..." sözle-rindedir. Hadîsin sonundaki rivayette bu husus açıkça belirtilmiştir. Ebû Bek-re'nin adı Nufe' ibn Mesrûh'tur. Haris ibn Kelde'nin kölelerinden olduğu için Nufe' ibn Kelde diye de anılırdı. Nufe'e, Ebû Bekreiakabı Tâif hisarının üstün­den makara ile inmesi vesilesiyle Peygamber tarafından verilmiştir. Bekre, lü­gatte makara demektir.

Tâif ten Ebû Bekre ile kaçanların hepsi vaktiyle müslümân olmuş köle­lerdi. Müslümanlıklarını gizli tutuyorlardı. Bir sene sonra Tâif halkı müslümân olduklarında kölelerini istediler. Peygamber onlara:

— "Bunlar Allah 'in âzâdlılarıdır" buyurmuş ve ancak velâ haklarının ken­dilerine âid olacağı ve bu suretle mîrâslanna nail olabileceklerini bildirmiştir. İbn Sa'd bu yirmiüç köleden onyedisinin isimlerini ve efendilerinin isimlerini bildirmiştir (Aynî).

[358] Hadîsin baş tarafındaki "Mekke ile Medine arasında" sözü hakkında Dâvûdî şöyle demiştir: Burada böyle Mekke ile Medîne arasında şeklinde vâki' olmuş­tur. Bu, kasıdsız bir yanılmadır. Doğrusu Mekke ile Tâif arasında olacaktır. Nevevî ve diğerleri de böyle olduğunu kesin söylemişlerdir (Kastallânî).

Peygamber, Taife gitmezden önce Huneyn gazvesi ganimetlerini Cı'râne'-de toplattırmış ve Tâif ten dönüşte taksim edeceğini umûma duyurmuştu. Be-devî'nin kendisine yaptığını söylediği va'd, bu umûmî va'd olacaktır. Yâhud da Peygamber bedeviye husûsî bir va'dde bulunmuş olabilir.

[359] Bu hâdise, sekizinci hicret yılında Cı'râne'de, Huneyn ganîmetleri taksim edil­diği sırada olmuştur. Huneyn ile Cı'râne birbirine yakındır. Âişe'nin: Ben Ve­da Haccı'nda Peygamber'e güzel koku sürdüm, demesi, onuncu yıldadır. Bu, daha evvelki koku sürünme yasağını neshetmektedir.

Bu hadîsin biraz değişik iki rivayeti Hacc Kitâbı'nın baş taraflarında geç­mişti.

[360] Peygamber bu ten gömleği ve üst elbisesi ta'bîrleriyle Ensâr'ın kendisine yapı­şık ve kendisinin de onlara diğer insanlardan daha yakın olduğunu söylemiştir ki, bu, belîğ bir benzetmedir (Kastallânî).

[361] Peygamber'in son sözleri Peygamberlik alâmetlerinden biri olmuştur. Çünkü hâdiseler Peygamber'in buyurduğu gibi cereyan etmiştir.

[362] Burada arka arkaya Enes ibn Mâlik'in ayrı senedlerle ve bâzı farklılıklarla dört hadîsi getirilmiştir. Bu hadîslerin başlığa uygunlukları meydandadır.

[363] Bu ve bundan sonraki hadîsler de yine aynı konuyla ilgili olarak Abdullah ibn Mes'ûd'dan gelen rivayetlerdir

[364] Bu da, bundan evvel geçen haşiyede de zikrettiğimiz gibi, Abdullah ibn Mes'ûd hadîsinin başka bir yoldan rivayetidir.

Huneyn gazvesinde pek çok esîr ve mal ele geçirilmişti. İbn Hişâm ve di­ğer siyer ve İslâm târihi âlimlerinin bildirdiklerine göre müşrik kabîleler harb sahasına kadın, çocuk ve bütün sürülerini de beraberlerinde getirdikleri için esir­lerin sayısı altıbine ulaşmıştı. Yirmidörtbin deve, kırkbin davar, dörtbin ûkıyye altın ve gümüş toplanıp ganîmet edilmişti. Fakat bunların taksiminde müşkil-lerle karşılaşılmıştı. İnsanların fakirliği, bilhassa bedevi Arablar'm basît yaşa­yışları ve Peygamber'in ta'kîb ettiği yüksek gayeleri anlamamaları bu güçlüğü doğuran sebeblerdi. Peygamber Mekke'nin yeni müslümân olan şeriflerine, on­ların gönüllerini İslâm'a alıştırmak için yüzer deve ihsan etmişti. Bu verilen ve fazla görülen atıyyeler ganîmet mallarının umûmundan değil, fey' denilen, yânî tasarrufu Peygamber'e âid bulunan ganimetin beşte birinden olmakla beraber, bu, Ensâr gençlerinin kıskançlığını harekete getirmişti.

İşte burada arka arkaya sıralanan bu hadîslerde bu ganimet taksimi ile ilgi­li bilgiler verilmiş olmaktadır.

[365] Bu, bundan evvelki îbn Mes'ûd hadîslerinden önce arka arkaya geçmiş olan dört aded Enes hadîslerinin başka bir rivayetidir ki, bununla Enes hadîslerinin bura­daki sayısı beşe ulaşmaktadır. İbn Hacer, bu hadîsin daha önceki Enes hadîsle­rinden sonra konulması gerektiğini, bunun belki de Firabrî'den rivayet eden râ-vîlerin işi olduğunu söylemiştir...

Bu Huneyn vak'ası ve bunu ta'kîben burada yapılan ganimet taksîmi sıra­sında cereyan eden olaylar hakkında derli toplu bilgiler, Elmalılı Tefsîri'nde, et-Tevbe: 25-27. âyetlerinin tefsîri sırasında verilmiştir. Hakk Dîni, III, 2492-2498.

[366] Seriyye, düşman üzerine gönderilen en azı beş, en çoğu üçyüz - dörtyüz asker­den oluşan birliğe denir. Bunlar ekseriya geceleyin giderler. Türkçe'de Çete ta'-bîr olunur... (Kaamûs Ter.)

Peygamber, Mekke fethinden, Huneyn ve Tâif gazvelerinden sonra bâzı se-riyyeler hazırlayarak etrafa göndermiştir. Siyer ve hadîs ıstılahlarına göre seriy-yeler, düşmanın hâlleri ve haraketlerini keşif için, emniyet ve asayişi korumak için, etrafa gönderilmiş olan İslâm da'vetçi ve irşâd hey'etlerini korumak için tertîb edilen küçük askerî kuvvetlerdir. Bu hadîste bunlardan biri anlatılmakta­dır.

[367] Peygamber bu Hâlid seriyyesini Mekke fethi akabinde tertîb etmiş, ve Huneyn'e çıkmazdan önce göndermiştir. Cezîme oğullan yurdu, Yemenliler'in ihrama gi­riş yerleri olan Yelemlem'den sayılır.

İbn Sa'd bu kuvvetin üçyüzelli kişiden meydana geldiğini ve harbetmek üzere değil, İslâm'a da'vet için gönderildiğini bildirmiştir.

Saba', bir dînden çıkıp başka bir dîne girmek ma'nâsmadır. Kureyş müş­rikleri de her müslümân olan kişi hakkında bu ta'bîri kullanırlardı. Yaygın olan bu kullanıştan dolayı İbn Umer, Cezîme oğulları'mn "Saba'nâ saba'nâ" sözle­riyle hakîkaten müslümân olduk demek istediklerini anlamıştı. Hâlid ise bununla yetinmeyerek İslâm kelimesinin açıkça söylenmesi lâzım olduğu içtihadında idi. Bunların bir gayretle ve müşrikâne bir inatla İslâm kelimesini söylemek isteme­diklerine kaani' idi. Ve bu kanâatle onları öldürmüştü. Peygamber de Hâlid'i acele ettiği ve bu işin şer'î vaziyetini tesbît etmediği için duâ ederek şifahî uku­betle yetinmiştir.

Peygamber aynı zamanda Cezîme oğullan'nın uğradığı fecî' vaziyete razı olmayarak, İbn İshâk'm rivayetine göre, Alî'yi yeter mikdârda mal ile onların yurduna gönderip, mal ve can kayıplarının bedellerini, diyetlerini verdir mistir... (Aynî'de daha tafsîlli bilgiler toplanmıştır).

[368] İbn Hacer, kıssanın birden çok olması, yâhud da umûmî ma'nâ üzere olması, yânî Abdullah ibn Huzâfe'nin Peygamber'e yardım etmesi İhtimâline işaret et­miştir.                                                                                        

Bu başlığa göre seriyyeye Ensârî seriyyesi de denildiği, kumandanın Ab­dullah ibn Huzâfe ile Alkame ibn Mucezziz olduğu anlaşılıyor. Abdullah ibnİbn Hacer, kıssanın birden çok olması, yâhud da umûmî ma'nâ üzere olması, yânî Abdullah ibn Huzâfe'nin Peygamber'e yardım etmesi İhtimâline işaret et­miştir.                                                                                       

Bu başlığa göre seriyyeye Ensârî seriyyesi de denildiği, kumandanın Ab­dullah ibn Huzâfe ile Alkame ibn Mucezziz olduğu anlaşılıyor. Abdullah ibn Huzâfe ikinci Habeşe hicretine katılan ilk müslümânlardandir. Kisrâ yanma el­çilikle de gönderilmiştir.

[369] Peygamber burada eskimez bir hayât düstûru koymuştur: "Mahlûka itaat an cak ma'rûfla emirdedir". Bu hadîste mutlak emrin bütün hâlleri şâmil olmaya­cağı hükmü vardır. Çünkü Peygamber kumandana itaat etmelerini buyurdu. Onlar bu emri bütün hâllere, hattâ öfke hâline ve ma'siyetle emretme hâline hamlettiler. Peygamber de onlara itaat emrinin ancak ma'sîyet olmayan husus­larla sınırlandırılmış olduğunu beyân etti (Kastallânî).

[370] Buhârî nüshalarının birçoğunda "Bâb" lâfzı yoktur.

[371] Hadîsin başlığından Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nİn Veda Haccı sırasında Yemen'den döndüğü ve Mekke'de Rasûhıllah'a kavuştuğu hakkındaki hadîslere işaret etti­ği anlaşılıyor. Ebû Mûsâ İle Muâz, ilimleriyle ve Kur'ân'a hizmetleriyle meşhur iki sahâbîdir. Muâz onsekiz yaşında müslümân olup Akabe Bey'ati'nda bulun­muş bir Ensâr genci idi. Bedir'den i'tibâren bütün gazvelerde Peygamber'in ya­nından ayrılmamıştır. Peygamber: "Ümmetimin halâl ve haramı en çok bileni Muâz'dır" buyurmuştu. Ebû Mûsâ da bu değerde idi. Kur'ân okumakta şöhre­ti vardı. Peygamber onun hakkında da: "Ebû Musa'ya Dâvûd Peygamber'in güzel okuyuşlarından bir okuyuş verilmiştir" buyurmuştu.

Bu iki büyük sahâbî Yemen gibi büyük bir memleketin dünyâ işleri arasın­da, hadîste bildirilen ibâdet etme ve Kur'ân okuma hususlarındaki muntazam ve programlı hayâtları bizler için ibret ve örnek alınacak şeydir. Muaz bir gece­yi üçe ayırıyordu: Uyku, namaz, Kur'ân okuma. Uyku bütün dînî ve dünyevi işleri yapmak için vücûdun istirâhatini sağladığı için, onun da namaz kadar se­vaba sebeb olacağını Muâz'dan öğreniyoruz.

[372] el-Buhârî burada hadîsin iki yoldan rivayetini de göstermiştir.

[373] Bunlar Ebû Musa'dan ayrı senedlerle ve birbirini açıklayan bâzı farklılıklarla gelen rivayetlerdir. Bu sonuncusunun daha uzunca bir rivayeti Hacc Kitabı, "Pey­gamber zamanında ihrama girip telbiye eden kimse bâbı"nda geçmişti.

[374] Bunun da bir rivayeti Zekât Kitâbı'nın sonlarında geçmişti. Hadîsle ilgili açık­lamalar da orada verilmişti.

[375] Bu hadîste Muâz'm Yemenliler'e sabah namazı kıldırdığı bildirildiği için, bu, Muâz'm Yemenliler üzerine hem dîn işlerini öğreten, hem de mâlî işlerini idare eden bir vâlî olduğuna delâlet eder. Bundan önce geçen ibn Abbâs hadîsi ise Muâz'm Yemenliler'in mâlî işlerini de İdare eden bir vâlî olduğuna delâlet edi­yordu. Namaz içinde okunan en-Nisâ: 125. âyetini işiten Yemenli ya namazın yabancı bir kelâmla bâtıl olacağını bilmeyen bir câhil idi, ya da kendisi namaz kılanların arka tarafında olup henüz namaza girmemişti.

[376] Bu hadîs, Buhârî'nin Müslim'den ayrı olarak yaptığı rivayetlerdendir. Burada geçen ûkıyye, kırk dirhemdir. Bu hususta hadîsçiler, fakîhler ve lügat âlimleri ittifak etmişlerdir.

[377] Sarihler bu iki hadîste haber verilen Yemen hareketleri ve seriyyelerinin Tâif harbinden dönüşten ve Huneyn ganimetlerinin Cı'râne'de taksiminden sonra ol­duğunu bildirmişlerdir.

[378] "Biz görünüşe hükmederiz, içyüzünü ise Allah'tan başka kimse bilmez" demiş oluyor.

[379] Hadîste kendilerine altın cevheri verildiği bildirilen kişiler, Necd havalisi ileri gelenlerinden ve hepsi de kalbleri İslâm'a alıştırılmaya çalışılan (et-Tevbe: 60) kim­selerdendi. Bu suretle onların müslümânlara zarar vermeleri de önlenmiş olu­yordu. Bu altın cevheri, ganimet malının beşte birinden ibaret olup, tasarrufu doğrudan doğruya Peygamber'e âid idi. Hadîste tavsifi yapılan o vahşî kılıklı adamın i'tirâzı yersizdi. O i'tirâza karşı Hâlid'in onu öldürmek istemesi, Pey­gamber'e i'tirâzı pek ağır bir cürüm saymış olmasındandır. Peygamber'in o şa­hıs hakkındaki sözleri de cürmün büyüklüğünü gösterir. Bâzı sarihler bunun Zu'1-Huveysıra isminde bir münafık olduğunu bildirmişlerdir.

Bu hadîsin bir rivayeti Ehâdîsu'l-Enbiyâ'da "Âd'e gelince: Onlar da uğul­tulu, azgın bir fırtına ile helak edildiler" (el-Hâkkaa: 7) babında geçmişti.

[380] Bunun başlığa uygunluğu Alî'nin Yemen'den Veda Haccı sırasında hacca gel­mesi bakımındandır. Bu hadîs Hacc Kitabı, "Peygamber zamanında telbiye edip ihrama giren kimse bâbı"nda aynı sened ve metinle geçmişti.

[381] Bunun da bir rivayeti Hacc Kitabı'nda geçmişti. Buradaki başlığa uygunluğu "Alî ibn Ebî Tâlib Yemen'den bizim yanımıza geldi" sözündedir ki, bu geliş, Veda Hacci'nda olmuştu.

[382] Buradaki hadîslerde de bildirildiği gibi, Zu'1-Halasa, Yemen'de Has'am kabîle-si içinde büyük bir puthânenin adı idi. Mekke'deki Ka'be'yi putlardan temizle dikten sonra Peygamber, Has'am kabîlesindeki o put evini de yıkıp kaldırmak istiyor ve fikri bununla meşgul ve rahatsız olup duruyordu, işte bu huzursuzluk içinde Has'am ileri gelenlerinden bulunan Cerîr'e bu vazifeyi teklîf edip ver­miştir.

[383] Bunun bir rivayeti bu isnâdla Cihâd Kitabı, "Fetihlerde müjde vermek bâbı"n-da geçmişti.

[384] Bu da hadîsin daha tafsîlli olarak gelmiş diğer bir rivayetidir. Becîle râvî Cerîr ibn Abdillah'ın kabîlesidir; nisbetinde Becelî denilir.

[385] Bâzı nüshalarda "Bâb" sözü de vardır. Burası Medîne'ye on günlük mesafede­dir. Buraya Zâtu's-Selâsil ismi, bunlar İslâm aleyhine birbirleriyle sıkı bir bağ­lılık içinde bulunmaları sebebiyle yâhud da orada Selsel denilen bir su bulunduğu için verilmiştir. Bu gazveye çıkış sebebi de bu kabilelerin Medine'nin" etrafını kuşatmak için toplanmaları haberinin alınmasıdır. Bu gazve hicretin sekizinci (bir kavilde yedinci) yılı cumâde'1-âhir ayında yapılmıştır. Peygamber, Amr'ın eline beyaz bir bayrak vermiş, Muhacir ve Ensâr'dan üçyüz kişilik bir kuvvete başbuğ ta'yîn edip yollamıştır. Asker içinde Ebû Bekr, Umer gibi gibi yüksek zâtlar da vardı. Amr, Arab'ın dahî kumandanlarından olduğu için, ,bu ta'yîn onu bir nevi' te'lîf ve taltîf idi. Nitekim Hâlid ibnu'l-Velîd'i de Peygamber bu maksadla Alî ile beraber Yemen'e göndermişti.

[386] Bu gazveden muzaffer olarak dönen Amr, Peygamber'in başbuğ yapmasından ve kazandığı zaferden dolayı Peygamber'in en başta sevdiği kimselerden olabi­leceği ümîdi ve hırsıyle hadîsteki soruları sormuştu.

[387] Hadîsin baş tarafındaki "Ben denizde idim" fıkrası, bâzı nüshalarda "Ben Ye-men'de idim" şeklinde  gelmiştir. Peygamber, Yemen'in asâletli bîr kişisi olan Cerîr'i, Yemenliler'i İslâm'a da'vete göndermişti. Cerîr bu seferden dönerken yine Yemenli iki melik olan Zû Kela' ile Zû Amr'la Medine'ye gelirlerken bu­luşmuş ve hadîsteki konuşmalar bu esnada cereyan etmiştir. Sonra Zû Kela' ka­labalık bir köle kaafilesiyle Medine'ye hicret etmiş, Umer zamanında bunları âzâd edip cihâda yollamıştır. Sıffîn harbinde Alî tarafında iken, 37 yılında öl­dürülmüştür.

Zû Amr'ın bu hadîsin ikinci kısmında söylediği hakîmâne sözleri, onun il­mî, içtimaî ve siyâsî mes'elelerdekİ geniş bilgisine ve olgunluğuna delâlet etmek­tedir. Onun bu sözleri devlet başkanının ileri gelenlerin istişaresi ile ve mümkün olduğu kadar geniş bir seçim ile yapılması hâlinde hayır olduğu, devlet başkanlığı­nın kılıç kuvvetiyle elde edilmiş olması durumunda İse her zaman böyle hayır olmayıp, zulüm ve istibdâd yapabileceklerini ifâde etmektedir. Bu ise idare hu­kukundaki âmme velayetinin ve cumhuriyet sisteminin özetlenmiş güzel bir ifa­desidir.

[388] Bu sahil seferi sekizinci yılda yapılmıştır. Şam'dan gelmekte olan Kureyş kerva­nını gözetlemek için gönderilmiştir.

Kelâmın düzgün olması için şöyle bir takdîr lâzımdır: Peygamber (S) deniz sahili tarafına bir seriyye gönderdi. Onlar yola çıktılar. Bir kervanı gözetli­yorlardı...

Ebû Ubeyde, Bedir ve ondan sonraki bütün gazvelerde hazır bulunmuştur. 58 yaşında iken hicretin 18. yılında çıkan Amvâs taununda Şâm yakınında Ür­dün'de ölmüştür. Kabri orada Amsâ köyü civarında Gorbisan mevkiindedir. Cenaze namazını Muâz ibn Cebel kildırmıştır (Aynî).

[389] Bu hadîsin bir rivayeti Şerîke Kitâbı'nda "Yemekte ortaklık bâbı"nda geçti.

[390] Bu da Câbir hadîsinin diğer yoldan rivayetidir. Burada Amr ibnu Dînâr'ıri riva­yet ettiği son kısımda "Kes" emri dört kerre tekrar edilmiştir. îşte bu suret, mur-selin suretidir. Çünkü Amr ibnu Dînâr, Kays'ın bu hadîsi babasına tahdîs ettiği zamana erişmemiştir. Evet bunu el-Humeydî, kendi Müsned'inde tahrîc etmiştir... Bu cümleleri doğru anlamak için "Kes dedi, ben de ona kestim dedim" şeklinde söylendiğini takdîr etmelidir (Kastallânî).

[391] Bu da Câbir'in o sahil gazvesiyle ilgili rivayetlerinden bir diğeridir. Burada Pey­gamber, onların yedikleri hayvanın mücâhidler için Allah tarafından çıkarılmış bir nzık olduğunu bildirdikten ve böylece onların fiillerini sözüyle doğruladık­tan sonra, onun etinden kalıp da kendisine getirdikleri parçayı bizzat yemek sû-retİyle bu tasvibini fiilen de doğrulamış oluyor.

[392] Bu, Ebû Bekr'in Hacc Emirliği ile dokuzuncu hicret yılında yapılan haccdır ki, Mekke fethinden bir sene sonra ve Rasûlullah'ın bizzat idare ettiği Veda Haccı'n­dan bir sene evvel idi. Sekizinci senede Mekke fethinden sonra Mekke'ye vâlî ta'yîn edilen Attâb ibn Esîd(R)'in emîrliği ile hacc edilmişti. Bütün Arabistan halkı İslâm Dîni'ne girmemiş bulundukları için, sekizinci ve dokuzuncu sene­lerde hep birlikte hacc edilmiş, İslâm'ın hacc mensekleri yanında müşriklerin o çirkin bid'atleri de icra edilmişti. Çıplak olarak tavaf etmek ve "Lâ Şerike /e"den sonra "İllâ şerîken huve leke temlikuhu ve meleke" hezeyanını eklemek de bu bid'atler arasında idi.

Ebû Bekr, o sene Rasûlullah'a vekâleten İslâm usûlü ile hacc menseklerini öğretmeye me'mûr edilmiş olup, beraberinde Medine ehlinden (içyüz kadar sa-hâbî vardı. Peygamber'in kendi elleriyle bezeyip işaretlediği yirmi, kendi tara­fından beş kurbanlık deveyi sevketmişti.

[393] Hadîsin başlığa uygunluğu, Berâe'nin, Ebû Bekr'İn hacc emîrliği sırasında in­meye başlamasıdır. Berâe Sûresi en son inen sûredir. înmeye hicretin dokuzun­cu senesi başlamıştır. Ebû Bekr'i hacc emîri ta'yîn edip gönderdikten sonra bu sûre indi. Bunu hacc mevsiminde insanlara okumak üzere arkasından da Alî'yi me'mûr edip kendi dişi devesi Adbâ'ya bindirerek gönderdi. Ebû Bekr'e gön­derseydiniz, denildi. "Bunu benden, ev halkımdan olan bir kimseden başkası benim adıma tebliğ edemez" buyurdu. Alî yolda Ebû Bekr'e yetişti. Ebû Bekr, Alî'ye: Emîr mi veya me'mûr musun? diye sordu. Me'mûr, dedi. Yürüdüler. Terviye günü olunca Ebû Bekr hutbeyi okudu ve insanlara hacc menseklerini söyledi. Alî de nahr günü Akabe Cemresi yanında kalktı: Ey insanlar, ben size Rasûlullah'ın rasûlüyüm, dedi. Ne ile? dediler. Berâe'den otuz kırk âyet oku­du. Sonra da dedi ki: Şu dört ile emrolundum: Bu seneden sonra bu Beyt'e müşrik yaklaşmayacak; Beyt'i çıplak tavaf etmeyecek; her mü'min nefisten başkası cen­nete girmeyecek; her ahid sahibine ahdi tamamlanacak, diye ilân etti (Hakk Di­ni, III, 2444).

[394] Hudeybiye andlaşmasıyle İslâm'ın siyâsî varlığının Kureyş tarafından tanınma­sı Üzerine Arab kabileleri Peygamber'e hey'etler göndermeye başlamışlardı. Hu-deybiye'den beri nazarî olarak devam eden bu siyâsî varlık, Mekke'nin fethi üzerine mükemmel ordusuyla, idâri ve adlî teşkîlâtıyle fiilî ve hakîkî bir devlet hâlinde kendini gösterince, Arabistan'ın bütün kabileleri hey'etler göndererek bağlılıklarını bildirmişlerdir. Bu hey'etler sebebiyle bu dokuzuncu yıla "Senetu'l-Vufûd = Hey'etler yılı" denilmiştir. İşte Temîm oğulları hey'eti de bunlardan birisidir. Siyercilerin bildirdiklerine göre, Temîm oğullan hey'eti yetmiş yâhud seksen kişi olup içlerinde Ka'ka' ibn Ma'bed, Utârid ibn Hâcib, Akra' ibn Ha­bis, Zıbrıkan ibn Bedr, Amr ibn Ehsem, Hannât ibn Yezîd, Nuaym ibn Yezîd, Kays ibn Âsim, Uyeyne ibn Hısn ve diğer ileri gelenleri vardı. Bunlar bir öğle sıcağında gelmişler ve mescide girerek Peygamber'in odaları arkasında vahşî ve kaba bir şekilde:

— Yâ Muhammed, bize çık! diye bağırmaya başlamışlardı.

O sırada Rasûlullah kuşluk uykusu uyuyordu. Bunun üzerine el-Hucurât Sûresi: 4-5. âyetleri inmiştir. Bu âyetlerin delâletleri veçhile Temîm hey'etinin hepsi müslümân olmuşlar; Peygamber onların kabalıklarını hoş görmüş ve ken­dilerine birtakım hediyeler vermiştir.

[395] îmrân ibn Husayn'ın bu hadîsinin bir rivayeti Bed'u'1-Halk Kitâbı'nm başında da geçmişti. Bu hadîs, Temîm oğullarının cehalet ve kabalıklarının diğer bir safhasını açıklamaktadır.

[396] el-Vâkıdî, Uyeyne'nin bu gönderilme sebebini şöyle zikretti: Temîm oğullan, Huzâa kabilesinden birtakım insanlara baskın yaptılar. Bunun akabinde Pey­gamber, Uyeyne ibn Hısn'ı, içlerinde Ensârî ve Muhacir bulunmayan elli kişilik bir seriyyenin başında Temîm oğullan üzerine gönderdi. Uyeyne onlardan on-bir erkek, onbir kadın ve otuz çocuk esîr alıp geldi, işte bu sebeble Temîm oğul­lan başkanları Medine'ye geldiler. İbn Sa'd: Bu vak'a, hicretin dokuzuncu yılı muharreminde oldu, demiştir (Fethu'l-Bârî).

[397] Temîm oğulları'nın nesebi Mudar'da Peygamber'in neseb zinciri ile birleşir. Bun­dan ötürü Peygamber onların sertlik ve kabalıklarına rağmen, Temîm oğulla-n'm kendi soyundan saymıştır.

Ebû Hureyre hadîsinin bâb ile ilgisi meydandadır.

[398] Bu hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Bunun bir rivayeti Tefsir Kitâbı'nda da gelecektir

[399] Bu Abdu'1-Kays, Bahreyn'de sakin olup Abdu'1-Kays iBn Aksa...ya nisbet edi­len büyük kabiledir. Bunlar Rabîa kabileleri tarafından gönderilmiş seçkin bir elçiler hey'etidir. Bu hey'ette gelenlerin sayısı bazılarınca ondört, bazılarınca daha ziyâdedir. İbn İshâk bu hey'etin Medine'ye ilk gelişi Mekke fethinden bi­raz önce idi, demiştir.

[400] Bu hadîsin bir rivayeti îmân Kitabı, "Beşte bir vermek îmândandır bâbı"nda, bundan daha bütün olarak geçmişti.

[401] Bu da İbn Abbâs hadîsinin başka bir tarîkten rivayetidir. Burada isimleri zikre­dilen kaplarda nebîz kurmak yasak edilmiştir. înşâallah Eşribe Kitâbı'nda gele­ceği üzere, bu kaplardan su ve haram olmayan şerbet vesaire içmeye sonradan ruhsat verilmiştir

[402] Başlığa uygunluğu "Bana Abdu'l-Kays'tan birtakımHnsanlar geW/"sözünde-dir. Bunun bir rivayeti Namaz Kitâbı'mn sonlarında geçmişti.

[403] Bu da burada, içinde Abdu'1-Kays zikredildiği için getirilmiştir. Bunda da Abdu'l-Kays kabilesinin fazileti vardır. Bahreyn, Umman Denizi sahilinde bir memle­kettir. Bugün de hâlâ varlığını sürdürmektedir.

[404] Benû Hanîfe, Mekke ile Yemen arasında, Yemâme mıntıkasında ikaamet eden büyük bir kabiledir. Sumâme ibn Usâl de bu kabilenin ileri gelenlerinden bir kimse idi. Sumâme'nin İslâm'ı kabulü, Benû Hanîfe hey'etinin Medine'ye gel­mesinden öncedir. Sumâme, Mekke fethinden önce müslümân olmuştu. Benü Hanîfe hey'etinin Medîne'ye gelişi ise hicretin onuncu yılındadır.

[405] Hadîs başlığın İkinci kısmına uygundur. Sumâme şirki ve putlara ibâdeti bir dîn saymadığı için, kendinin dînden çıkmadığını yemîn ile te'kîd ederek söylemiştir ki, bu tamâmiyle doğrudur. Çünkü ilmen dîn, akıl ve irâde sahibi İnsanları ken­di arzuları ile hayra sevkeden ilâhî bir müessesedir.

İbn Hişâm'm rivayetinde Sumâme, umre yaptıktan sonra Yemâme'ye git­miş ve Mekke'ye zahire yükleyip götürmelerini Yemâme halkına yasak etmiş­tir. Bunun üzerine Mekkeliler Peygamber'e mektûb yazıp: Sen akrabalara ilgiyi, akrabalık hakkına hürmeti emredersin! diye zahire gönderilmesini istemişler. Peygamber de Sumâme'ye bir mektûb yazıp Mekke'ye zahîre taşıyanlarla Mek­keliler arasındaki yolu boşaltmasını, yânî zahîre nakline müsâade etmesini bil­dirmiştir.

[406] Hadîs başlığın birinci kısmına uygundur. Çünkü Museylime, Benû Hanîfe hey'etı içinde gelmiştir.

Hadîs bu isnâd ile Peygamberlik Alâmetleri bâbı'nda geçmiş ve orada bazı bilgiler verilmişti.

[407] Başlığa uygunluğu, İçinde geçen "Yemâme'nin sahibi" sözünün Museylimetu'l-Kezzâb ismini tazammun etmesi yönündendir.

[408] Başlığa uygunluğu "Yalancı Museylime'ye kaçtık" sözündedir. Bu sözde Ebû. ■ Utarid'in,    kendi kavmi Utârîd oğullan'ndan Museylime'ye tâbi' olanlardan

bulunduğuna işaret vardır. Bu Ebû Recâ İmrân ibn Milhân el-Utârîdî, Peygafîl-ber zamanında müslümân olmuş, fakat Peygamber'i görmemiştir. Utârîd, Te-mîm'den bir batn'dır (Aynî)

[409] Bu hadîste ayrı olarak el-Ansî kıssası yoktur, ancak bunda irsal yoluyla Musey-lime kıssası ve bunun içinde de el-Ansî'nin zikri vardır. Bu el-Esvedu'1-Ansî, San'â'da ortaya çıkıp peygamberlik iddiasına kalkışmış, San'â üzerinde hâki­miyet kurmuştu. Kapısında bin muhafız bulundururdu. Feyrûz onun yanına gir­miş, bâzı tedbîrlerle onu öldürmüştü. Urve'den el-Esvedu'l-Ansî'nin, Peygam-ber'in vefatından bir gün ve bir gece evvel Öldürüldüğü, sonra bu haberin Ebû Bekr'e ulaştırıldığı rivayet edilmiştir (Aynî, Kastallânî).

[410] Necrân, Mekke'ye Yemen tarafından yedi konak uzaklıkta, yetmişüç karyeyi şâmil büyük bir şehirdir. Yemen'in kuzeydoğu tarafında ve Dehnâ çölü'nün ke-narmdadır. Necrân, Hnstiyanlar için bir merkez idi. Ahâlîsi Hrıstiyan olup, ara­larında bir mikdâr Yahûdî de vardı.

[411] İbn Sa'd'm rivayetine göre Rasûlullah, Necrân Hrıstiyanlan'na mektûb gönde­rip Medine'ye da'vet etti. Emirler: Abdu'l-Mesîh Âkıb, maiyyetinde ondört ki­şi ile Medine'ye geldi. İçlerinde en büyük âlimleri Ebû'l-Hâris Alkame ile es-Seyyid el-Eyhem de bulunuyordu. Bunlar Medine'ye gelince mescide girdi­ler. Üzerlerinde Yemen Bürdü denilen ipekli elbiseler, ridâlar vardı. İpekli kef-yeler örtünmüşlerdi. Mescide girince doğu tarafına doğru durup namaz kıldılar. Bunu hoş görmeyen sahâbîlere Peygamber: "Onları serbest bırakınız" buyur­du. Namazdan sonra Peygamber'in huzuruna geldiler. Fakat Peygamber bun­lardan yüz çevirdi ve bunlarla konuşmadı. Bunun üzerine Usmân onlara: İpekli elbiseler içinde geldiğiniz için Peygamber sizlere yönelmedi, dedi. Bunun üzeri­ne Necrân hey'eti o günü kalkıp gittiler. Ertesi gün râhib elbiseleriyle Peygam­ber'in huzuruna geldiler, selâm verdiler. Peygamber de selâmlarım selâm ile karşıladı. Onları İslâm'a da'vet etti. Onlarla îsâ hakkında uzun çekişmeler ya­pıldı, deliller, hüccetler getirildi. Peygamber onlara Kur'ân okudu. Fakat onla­rı ikna' etmek kaabil olmadı. Nihayet Peygamber onlara Âlu İmrân: 6. âyetin­de bildirilen la'netleşmeyi teklîf etti. Düşünmek üzere kalkıp gittiler. Sonra bu yolda la'netleşmeden korkup çekindiler. Hrıstiyan kalarak cizye vergisi vermek üzere anlaşıp gittiler (Aynî).

[412] Bunlar da Huzeyfe ve Enes'ten ayrı senedlerle gelen rivayetlerdir. Bunlarda da Ebû Ubeyde hakkında çok yüksek bir şeref dile getirilmiştir. Buhârî bu Enes hadîsİyle Peygamber'in Ebû Ubeyde hakkındaki sözünün geçen hadîsteki Nec­rân hey'eti sebebiyle söylendiğine işaret etmiştir.

İbn Sa'd'ın rivayetine göre Necrânlılar yazılan anlaşma gereğince, bin ta­kımı receb ayında, bin takımı safer ayında teslîm edilmek üzere ikibin takım elbise, her elbiseyle beraber bir ûkıyye (40 dirhem) nakid verecekler. Yemen'de kargaşalık çıkarsa 30 zırh, 30 kargı, 30 deve, 30 at vereceklerdi. Bu ahidleşmeye göre Necrânlılar, Umer'in devrine kadar yerlerinde kaldılar. Umer zamanında gayrimüslimler Arabistan'dan çıkarıldığında, bunlar da, emlâk ve arazîlerinin bedeli verilerek Küfe civarında yine Necrân adı verilen bir yere naklolundular.

[413] Bahreyn, Basra ile Umman arasında ve Basra Körfezi'nin garb sahilinde bir mıntıkadır. Umman ise Arab yarımadasının güneydoğusunda ve Hindistan'ın karşısında gayet geniş bir kıt'a olup, Hindistan, Iran ve Arabistan'ın ticâret an-barı durumunda idi.

Bu hadîste Umman ve Bahreyn kıssası yoktur. Lâkin Buhârî, Peygamber'­in "Eğer Bahreyn malı gelmiş olursa" sözüyle Bahreyn'e işaret etmiş olması müm-kin olur. Çünkü bu söz, Peygamber'in oraya seriyye gönderdiğine delâlet etmek­tedir.

Bu hadîsin bir rivayeti Kefâlet'te geçmişti.

[414] Eş'arî, Eş'ar'm nisbetidir. Eş'ar, Sebe' neslinden Nebet ibnu Uded adındaki kim­senin lakabıdır. Nebet'İn gövdesi anadan kıllı doğduğu için "Eş'ar" lakabıyle anılmıştır. Sonra bunun neslinden Yemen'de yetişen büyük bir kabîle, buna nisbet edilerek Eş'arîler denilmiştir. Sahâbîler'den Ebû Mûsâ el-Eş'arî de bu kabile­dendir (Kaamûs Ter.).

Bu sözler Şerîket Kitabı, "Yemekte ortaklık bâbı"nda geçen hadîsin bir parçasıdır.

[415] Bu hadîsteki "Min", "Ittısâliye min'i" diye isimlendirilir. Peygamber bu sö­züyle Eş'arîler'in kendisine nisbetlerini, bağlılıklarını ve yakınlıklarını en belîğ bir uslûbla ifâde etmiş oluyor.

Bu hadîsin bir rivayeti Menkabeler'de, "İbn Mes'ûd'un menkabesi bâbı"n-da geçmişti.

[416] Hadîsin başlığa uygunluğu "Biz Eş'arîler'den bir cemâat, Peygamber'in huzu­runa vardık ve ondan {Tebûk seferi için) binek ve yük develeri istedik" sözle­rinden alınır. Çünkü Peygamber, Tebûk gazvesi hazırlığını yaparken Eş'arîler'den bir grup mücâhid gelip kendisinden binek ve yük develeri istemişlerdi.

Yemîn mes'elesiyle ilgili açıklama, inşâallah Yeminler Kitâbı'nda gelecek­tir.

[417] Hadîsi burada getirilme sebebi, "Yemen ahâlîsinden bir grup insan geliverdi" sözüdür. Bu hadîsin daha uzunca bir rivayeti "Temîm oğulları hey'eti bâbı"n-da geçmişti.

[418] Bu hadîsin bir rivayeti Bed'u'1-Halk Kitâbı'nm sonlarında geçmişti.

[419] îmân'ın Yemen'e mensûb olmasında, îmân ve İslâm'ı mal ve canlarıyle te'yîd eden Ensâr'm neseb yönünden Yemenli olmalarına işaret vardır. Bu hadîs, Eş'arî-ler'in de sonradan Yemen'den gelişleri sebebiyle söylendiği için, onlar hakkın­da da bir medh olduğu açıktır.

Bu hadîslerde zikredilen "Şeytânın boynuzu" ta'bîri şeytânın hizbi, üm­meti demektir. Çünkü "Kam", muasır olarak yaşayan insanların tabakası, ilim ehlinden bir tabaka ve bir peygamber çıkıp onunla beraber yaşayanlar ma'nâla-rına gelir. Nitekim Peygamber, sahâbîler için "îmanların hayırlısı benim karn'ım-dır.." buyurmuştur.

[420] Hadîsin başlığa uygunluğu isnâdda ve hadîsin metninde Alkame'nin zikredilmiş olmasından zorlanma ile alınır. Çünkü Alkame, en-Nahaî'dir. en-Naha' ise Ye-men'den büyük ve meşhur bir kabiledir. Bu kabîle ferdleri en-Naha*a nisbet edi­lirler. en-Naha'ın ismi, Habîb ibn Amr ibn|UIe...dır (Aynî).

İbn Mes'ûd'un Alkame hakkındaki sözü de Alkame için büyük bir menka-bedir. Çünkü İbn Mes'ûd, onun okuyuşta kendi benzeri olduğuna şehâdet et­miştir.

Son kısımdan zahir olan, Habbâb, erkeklerin altın yüzükten nehyinin ten-zîhî bir nehiy olduğunu i'tikaad etmekte idi. İbn Mes'ûd ona bu nehyin tahrîmî olduğunu tenbîh etmiş, o da sür'atle altın yüzük takmaktan vazgeçmiştir (Fethu'l-Bârî).

[421] Devs'in kıssası hadîslerde açıklanmıştır. et-Tufeyl ibn Amr ed-Devsî'ye gelir; onun acîb, garîb bir hikâyesi vardır. Ben uzatmak korkusundan onun zikrini dürüp özetledim: O hikâyeden biri şudur: O bir ru'yâ gördü de arkadaşlarına:

  Bu ru'yâyı ta'bîr ediniz, dedi. Onlar:

  Ne gördün? dediler. O da şöyle anlattı:

  Başımı tıraş edilmiş gördüm. Ağzımdan bir kuş çıktı. Bana bir kadın kavuştu ve beni fercinin içine soktu. Babam benî şevkle arıyordu. Derken onunla benim arama bir engel gerildi!

Arkadaşları:

  Ru'yân hayr olsun! dediler. Kendisi:

  Vallahi ben bu ru'yâyı te'vîl ettim, dedi; başımın tıraşına gelince, bu onun kesilmesidir. Kuş, rûhumdur. Beni fercine sokan kadın ise Arz'dır; o be­nim için kazılır, ben de içine gömülürüm. Ben şehîd olarak Öldürülmekle kor­kutuldum. Babamın beni araması ise, şehîdlik aramakta beni muhakkak ma'zi-retli göstermeye çalışacak diye düşündüm, ve babamın bu şehîdlik seferimizde bize katılacağını sanmıyorum, dedi.

Hakîkaten et-Tufeyl, Yemâme günü şehîd edildi. Babası orada yaralandı. Daha sonraları Umer ibnu'l-Hattâb zamanındaki Yermûk harbinde şehîd edil­di (Aynî).

Tufeyl ibn Amr ed-Devsî hakkında şu bilgiler de verilmiştir:

Kavminin şerîfi ve iyi bir şâiri olan Tufeyl ibn Amr ed-Devsî (R), müslü-

mânların pek zahmette oldukları ve Kureyş kâfirlerinin elinden çok çektikleri

bir zamanda Mekke'ye gelmişti. Kureyş'in adamları ona:

— Yâ Eba't-Tufeyl, sen memleketimize geldin. (Peygamber'i kasdederek:) Bu adamın da acâib hâli var. Söylediği söz -ki Kur'ân'dır- sihr gibidir, insanı babasından, kardeşi kardeşinden, kocayı karısından ayırıyor. Seninle kavmin arasına -bizde olduğu gibi- bir tefrika düşmesinden korkarız. Sana nasihatimiz olsun, onunla sakın konuşma. Sözlerini kulağına sakın uğratma! demişler.

Tufeyl dedi ki: Vallahi bu sözü bana o kadar çok söylediler ki, konuşma­mağa, sözünü işitmemeye azmettim. O derecede ki, mescide girdiğim vakit ne olur ne olmaz, belki sözlerini duyarım korkusuyla kulaklarıma pamuk bile tı-kadımdı. Mescidde Rasûlullah'ı gördüm. Ka'be'nin yanında durmuş namaz kı­lıyordu. Ona yakm bir yerde durdum. Sözlerinden bâzılarım işitmemek mümkin olmadı. Hoşuma gitti. Kendi kendime:

  Ben iyiyi kötüyü fark etmeyecek adam değilim. Bu adamın sözlerini dinlememe ve güzel bulursam kabul; bulmazsam terketmeme ne mâni' var! de­dim.

Ve bir tarafa gizlendim. Tâ namazını kılıp evine doğru gidince:

  Yâ Muhammed, Senin kavmin bana şöyle böyle dediler. O kadar ki, Senin sözlerini duymayayım diye kulaklarıma pamuk tıkadım. Bana ne diye­ceksen de! dedim.

Bana İslâm'ı teklîf etti, biraz Kur'ân okudu. Vallahi bundan güzel hiçbir söz işitmediğim gibi, islâm'dan daha münâsib birşey de duymamıştım. Dedim ki:

— Yâ Nebiyyallah! Ben kavmim içinde itaat edilen bir kimseyim. Memle­ketime de dönüp onları da'vet niyetindeyim. Kolaylık olsun diye bana duâ et.

Bunun üzerine "AMhumme'c'al lehu âyeten (= Yâ Allah onun için bir âyet, bir alâmet yarat)" diye duâ buyurdu.

Mekke'den çıktım. Karanlık bir gecede kavmimin ikaamet ettiği su başına bakan tepeye vardığımda iki gözümün arasında kandil gibi parlayan bir nûr peyda oldu. İçimden:

— Aman yüzümde olmasın, belki musle, yânî ukubet izi zannederler, de­dim.

O nûr hemen sopamın başına geçti. Oradakiler kandil gibi duran o nuru birbirine göstermeye başladılar... Tufeyl(R)'e kendi kabilesi -bundan dolayı "Zu'n-Nûr = Nurlu, nûr sahibi" nâmını verdiler. Tufeyl ibn Amr (R), tafsîlin-den vazgeçtiğimiz maceralarından sonra Devsîler'in îmânına sebeb olmuş ve Hay-ber gazvesi esnasında yetmiş, seksen kimse ile birlikte Peygamber'in yanına gelmiştir. Bunların arasında Ebû Hureyre de vardı (Tecrîd Ter,, II, 338-340; 291 rakamlı hadîsin haşiyesinden).

[422] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Bunun bir rivayeti Cihâd'da, Peygam­ber'in Devs kabilesine duası hakkında geçmişti. O rivayette Ebû Hureyre'nin (yetmiş seksen kadar olan) arkadaşlarıyle birlikte Peygamber'e geldikleri bildi­rilmişti. Bu, Hayber harbi sırasında idi.

[423] Bunun daha tafsîlli bir rivayeti Itk Kitâbı'nda geçmişti.

Ebû Hureyre, Hayber'in fethi sırasında arkadaşlarıyle Yemen'den gelmiş ve müslümân olmuş, Medine'ye gelince de Suffa sahâbîleri sırasına girdirilip, bu irfan yuvasında o muazzam ilmini öğrenip hârika bir hadîs hafızı olmuştur.

[424] Adiyy ibn Hatim, cömertlikle meşhur olan Hatim et-Tâî'nin oğludur. Hicretin yedinci (veya sekizinci) yılında kabilesi adına sefirlikle Medine'ye gelmiş ve ka­bilesi halkının toptan İslâm'a girdiklerini Peygamber'e bildirmişti. Yanma gir­diğinde Peygamber, oturmakta olduğu minderi Adiyy ibn Hâtim'e sunmuş ve onun üstüne oturtmuştur. Dedesi gibi kendisi de çok cömert idi. Bu sebeble hâl tercemesini yazan müellifler "Cevâd ibnu'l-Cevâd = Cömert oğlu cömert" di­ye vasıflandırmışlar dır.

Tayy kabilesinin İslâmiyet'i çok kuvvetli ve samîmi idi. Peygamber'in ve­fatı üzerine bâzı Arab kabileleri dînden dönme faaliyetlerine giriştikleri hâlde, Adiyy ibn Hâtim'in kabîlesİnden hiçbir ferdin böyle çirkin bir hareketi görül­memiştir. Bâzı kabîleler Peygamber'e verdikleri zekâtı, Ebû Bekr'den esirger­ken, Adiyy bizzat kabîlesinin zekâtını hesâb edip Ebû Bekr'e getirmiştir. Adiyy, Medâin'in fethinde bulunmuş, Alî ile Muâviye hâdisesinde Alî'nin yanında yer almıştır. Cemel vak'asında gözü sakatlanmıştır. İbn Sa'd, Tabakaat'mda, hic­retin altmışsekizinci yılında vefat ettiğini bildiriyor.

İslâm'a giriş sebebini İbn İshâk şöyle rivayet etmiştir: Peygamber'in süva­rileri Adiyy'in kızkardeşini esîr almışlar. Kadın, Peygamber'den:

— Baba helak oldu, vâfid yânî elçi de kayboldu; bunun için bana in'âm et, Allah da sana in'âm etsin! diyerek şefkat ve meyi göstermesini istemesi akabin­de, Peygamber onu âzâd etmiş ve:

  "Senin vâfidin kimdir?" diye sormuş. Kadın:

— Adiyy ibn Hatim! demiş. Peygamber:

  "Allah'tan ve Rasûlü'nden kaçan adam?" buyurmuş.

Râvî dedi ki: Kadın, Adiyy'e geldiğinde, ona Rasûlullah'a gitmesini işaret etmiş, bunun üzerine Adiyy gelip İslâm'a girmiştir.

Tirmizî de: O geldiği zaman: İşte Adiyy! demişler. Peygamber daha önce­den "Ben Allah'ın onun elini benim elimin içine koymasını ümîd ediyordum" demiştir (Kastallânî).

[425] Peygamber bu haccda ve sonunda insanlara veda ettiği için, bu hacc "Veda Haca" diye İsimlendirilmiştir. Buna İslâm Haccı da denilir. Çünkü Peygamber Medine'ye hicret ettikten sonra bu haccmdan başka hiç hacc yapmamıştır. Hic­retten önce ise Mekke'de gerek peygamberliğinden önce, gerek sonra birçok de­fa hacc yapmıştır. Haccm farz kılındığını bildiren ÂIu İmrân: 97. âyeti bu sene inmişti. Bir sene önce, yânî hicretin dokuzuncu yılında indiği de rivayet edil­miştir. Buna "Haccetu'I-Belâğ = Teblîğ Haccı" da denilir. Çünkü Peygamber bu haccmda hacc ibâdetinin bütün hükümlerini, rükünlerini nazarî olarak teb­lîğ ettiği gibi amelî olarak da tatbîkaatıni göstermiştir. Buna "Haccetu'l-Kemâl ve't-Tamâm" da denilmiştir. Çünkü hacc ibadetiyle İslâm Dînİ'nin kurduğu bü­tün ibâdet ve medeniyet kaaideleri, Allah'a kulluk ve insanlık esâsları Peygam­ber tarafından tamâmiyle teblîğ edilmiş bulunuyordu. Dînin 'kemâle erdiği, Arafat'ta vakfe yaptığı sıra inmiş olan el-Mâide: 3. âyetinde bildirilmiştir.

[426] Hadîsin başlığa uygunluğu "Biz Veda Haccı'nda Rasûiullah ile beraber çıktık" sözündedîr. Bunun bir rivayeti Hacc Kitabı, "Temettü' ve ıkrân bâbı"nda geç­mişti. Bu hadîsi Müslim de Hacc Kitâbı'nda aynen getirmiştir: Müslim Ter., IV, 57. (III) "1211".

[427] Peygamber'in Veda Haccı, bu haccda tavafı, Haceri Esved'İ isti'lâmı, Safa ile Merve arasında sa'yi gibi haccın bütün mensekleri, rükünleri ve âdabına dâir rivayetler Hacc Kitâbı'nda geçtiğinden, Buhârî'nin buradaki rivayetleri azdır. Arafat Ve Minâ'daki hutbelerine âid olanları ve diğer bâzı hadîsleri ile yetinmiş­tir.

[428] Bu hadîste Rasûlullah'm Ka'be'ye girmesi ve orada namaz kılması, Mekke'nin fethi günü olduğu açıkça bildirilmiştir. Veda Haccı'nda değildir. Bu sebeble şâ-rihler Veda Haccı ile bu hadîs arasında uygunluk bulunmasında güçlük bulun­duğunu beyân etmişlerdir.

[429] Bu hadîsten, ifâda tavafının haccın rükünlerinden biri olduğu, bunu edâ etme­yen hayızlının temizliğini bekleyeceği, tavaf etmedikçe haccm uhdesinden çık­mayacağı anlaşılıyor.

[430] Bu hadîsin baş tarafındaki İbn Umer'in "Biz Peygamber aramızda iken Veda Haccı'nı konuşurduk, fakat Veda Haccı nedir bilmiyorduk" sözünün ma'nâsı şudur: Yânî Peygamber'in vedâ'ı mı yâhud başkasının vedâ'ı mı bilmiyorduk. Nihayet vefat edince, Peygamber'in insanlara vasiyetlerle veda etmiş olduğunu bİldiler. İbn Umer bu hadîsinde Arafat hutbesinin bir kısmını haber vermekte­dir.

[431] Ebû İshâk'ın bu ikinci rivayetinde bir mübhemlik vardır: Rasûlullah'ın, hicret­ten önce, peygamberlikten evvel ve sonra Mekke'de birçok kerreler hacc ettiği bellidir. Burada ise bir hacc yaptığı zikredilmiştir.

[432] Mudar, İbn Nezâr'dır. Kendisine nisbet olunan kabîlenin adıdır. Bunlar receb ayının hürmetine her kabîleden daha çok riâyet ettikleri için, bu hadîste receb ayı bunlara nisbet edilmiştir.

[433] Peygamber'in bu nutku hadîs ve siyer kitâblarmda nakledilmiştir. Buhârî de Sa-/if/i'inde buradan başka İlim, Hacc, Bed'u'1-Halk, Tefsir, Fiten, Udhiye Ki-tâblan'nda bâzı façklarla ve her yerde ayrı ayrı yollarla rivayet etmiştir. Bu sebeble usûl bakımından bu nutkun da Arafat nutku gibi Peygamber'in dilinden çıktı­ğında ilmen hiçbir şübhe yoktur.

Peygamber bu nutkunda evvelâ ay, yıl hesabını tesbît etmiştir. Bunun o devirde mal, can, nâmûs masuniyeti bakımından çok ehemmiyeti vardı. Bütün panayırlar bu haram aylarda emniyet İçinde kurulurdu. Bu takvimin önemi şun­dandır: Bütün Arablar öteden beri bu dört haram aylara hürmet edegelmİşler ve böylece ticâret, san'at, ibâdet gibi beşerî faaliyetler emniyet içinde yapılagel-miştir. Sonradan çapulculuk maksadıyle bu haram ayların yerleri değiştirilmiş, bazen de oniki ay onüçe çıkarılmış, takvimde artırma ve eksiltme gibi birtakım oynamalar ve haksızlıklar yapılmıştır. İşte Peygamber bu Veda Haccı hutbele­rinde bu takvîm bozmalarını düzeltip, ayların ilk yaratıldıkları zamanki gibi yerli yerine geldiklerini tesbît edip bildirmiştir. Peygamber mal, can, nâmûs masuni­yeti bakımından mühim olduğu için haram aylarını adlanyle ta'yîn etmiş, bunu en sâde fikirlere yerleştirmek için de soru-cevâb tarzında gayet belîğ bir uslûb ile ifâde buyurmuştur.

[434] Bunun bir rivayeti îmân Kitâbı'nda geçmişti. Orada da açıklandığı gibi, Mü'-minlerin Emîri Umer İbnu'l-Hattâb'm cevâbı soruya uygun düşmemiş gibi veh-medilebilirse de, bunun soruya uygunluğu üç yönden sabittir: Evvelâ bu âyet Arefe günü ikindiden sonra indiği için bayram gecesi inmiş yâhud inmesiyle he­men bayram tahakkuk etmiş demektir. İkinci olarak cumua günü inmiştir ki, o gün müslümânların her hafta tekrar eden bir bayramıdır. Üçüncü olarak Are­fe gününün kendisi de bayramdır. Nitekim bu hadîs, îshâk ibn Kubeysa rivaye­tinde "Bu âyet, Arefe olan cumua gününde indi. Cumua da, arefe de -Allah'a hamd olsun- bize bayramdır" denilmiş, Taberânî'nin rivayetinde de: "İkisi de bize bayramdır" denilmiştir. Gerek son iki rivayetteki sarahate, gerek Buhârî rİvâyetindeki işarete göre soruya uygun cevâb verilmiş demektir (Ahmed Naîm, Tecrîd Ter., I, 45-46 "42" rakamlı hadîsin haşiyesinden),

[435] Âişe'den gelen bu Veda Haccı hadîslerinin değişik yollardan bâzı farklılıklarla gelen rivayetleri Hacc Kitâbı'nda geçmiş ve bunlarla ilgili açıklamalar da ora­larda verilmişti.

[436] Buhârî bu hadîsi ayrı ayrı sened ve bâzı küçük farklarla Sahîh'ınm on kadar yerinde getirmiştir. Bu cümleden olarak bunun birer rivayeti Cenazeler Kitâbı'-nda ve Vasıyyetler Kitâbı'nda da geçmişti.

Sa'd ibn Ebî Vakkaas, cennetle müjdelenen on sahâbîden biridir. Yedinci olarak İslâm'a girmiştir. İslâm'a girdiğinde 17 yaşında toy bir gençti. "Müslü­man olduğunda yüzümde tüy yoktu" dediğini oğlu Âmir rivayet etmiştir. Ba­bası Sa'd ibnu Havle de müslümân olup hicret etmiş, Bedir'de ve ondan sonraki gazvelerde bulunmuş, Veda Haccı'nda Mekke'de vefat etmiştir. Bu hadîste Pey-gamber'in bir mu'cizesi görülüyor: Sa'd ağır hasta iken, o günlerde babasının vefatı üzerine hayâtından ümîdi azaldığı sırada, onun uzun bir ömür süreceği umudunda olduğunu bildirmişti. Hakîkaten Sa'd, o târihten sonra 45 yıl daha yaşamış, hicretin 55. yılında vefat etmiştir. Sonradan erkek ve kız çocukları da olmuştur.

[437] Buradaki hadîslerin başlığa uygunlukları meydandadır. Bunların bâzı rivayet­leri de Hacc Kitâbı'nda geçmişti.

[438] Bu hadîsin bir rivayeti Hacc Kitabı, "İki namazı birleştirip aralarında nafile kıl­mayan kimse bâbı"nda geçmişti.

Seferde iki namazı bir vakitte birleştirerek kılma hadîsleri ilgili bölümde geçmiş ve gerekli açıklamalar verilmişti.

[439] Tebûk, Hicaz kit'asının kuzey cihetinde Medine ile Şam'ın ortasında suyu ve hurmalığı bulunan bir yerdir. Bu seferde buraya kadar gidildiği için bu isimle anılmıştır. Tebûk seferi Peygamber'in bizzat katıldığı son gazvesidir. Bu sefere hicretin dokuzuncu yılı receb ayında bir perşembe günü çıkmıştır. Tebûk seferi­nin Veda Haccı'ndan önce olduğunda rivayet âlimlerinin ittifakı vardır. Bu se-beble İbn Hacer ve Kastallânî bu başlığın el-Câmi'u's-Sahîh'te Veda Haccı'ndan sonraya konması müstensihlerin hatâsı olabileceğini düşünmüşlerdir.

Bu seferde harb yapılmadı. Fakat büyük güçlükler İçinde otuz-kırk bin ki­şilik kuvvetli bir İslâm ordusu hazırlandığı için, Kur'ân dilinde bu seferin yapıl­dığı zamana "Sâatu'l-usre = Güçlük Zamanı" (et-Tevbe: 117) denilmiştir. Bu sefere, Kur'ân'ın bu işaretinden alarak "Gazvetu'1-Usre = Zorluk Gazvesi" de denildi, bu orduya da "Ceyşu'1-Usre = Zorluk Ordusu" adı verildi.

Bu seferin sebebi: Doğu Roma İmparatorluğu'nun Şam'da İslâm aleyhine büyük bir ordu hazırlamakta olduğu; Cuzâm, Lahm, Gassân, Âmile adlarında­ki Arab kabilelerinin de Rûmlar'la birlikte hareket etmelerinin sağlandığı ve düş­man ordusu öncülerinin Belkaa'ya kadar geldiği haberinin .Peygamber'e ulaşmasıdır. Esasen Peygamber kuzey sınırından; Şâm ve Suriye taraflarından endîşe etmekte bulunduğundan, bu haber üzerine umûmî seferberlik i'lân edip, o devrin en kuvvetli devletlerinden biri olan Doğu Roma imparatorluğu'na karşı büyük bir ordu hazırlamaya koyuldu. Yaz mevsiminin en sıcak günleri idi, ku­raklık ve kıtlık vardı. Yol uzun, düşman kuvvetli idi. Peygamber, müslümân-lardan fedâkârlık ve bu orduya yardım istedi. Zengin sahâbîler büyük yardımlar yaptılar. Usmân bütün levâzımlanyle üçyüz deve ile bin dînâr yardım yapmıştı. Bâzı kimseler de bu seferden geri kalmışlardı. et-Tevbe Sûresi'nin birçok âyet­leri bu seferle ilgilidir.

[440] Hadîsin başlığa uygunluğu "Çünkü bunlar Tebûk gazasında Rasûlullah ile be­raber bu güçlük ordusunda bulunmak istiyorlardı" sözündedir.

[441] Peygamber'in bu sözü, Alî'yi yerine vekîl bırakmasının peygamberlikte vekil­lik olmayıp, diğer gazvelerde bıraktığı vekîller gibi emirlikten ibaret olduğunu ifâde etmiştir. Bu gazvede münafıkların pekçok hâlleri günü gününe Kur'ân âyet-leriyle açıklandığı için, bu Tebûk seferine "Gazvetu'l-Fâdiha = Rüsvâyhk Gazvesi" de denilmiştir.

[442] Hadîsin başlığa uygunluğu "Ben Peygamber'in beraberinde bu Usre gazvesin­de bulundum" sözündedir ki, bu da Tebûk gazvesidir

[443] Ka'b ibn Mâlik, Câhiliye devri şâirlerinden biri olup, îkinci Akabe Bey'atı'nda hazır bulunmuştur. Ensâr'm Hazrec kulundandır. Tebûk hâriç, diğer gazveler­de hazır bulunmuştur. Muâviye devrinde elli yâhud elliüçüncü yılda yetmişyedi yaşında vefat etmiştir.

Buradaki âyetin tamâmı, bir önceki ile beraber şöyledir: "And olsun ki Allah Peygamber'ini, içlerinden birtakımının gönülleri he­men hemen eğrilmek üzere iken güçlük zamanında O'na tâbi' olan Muhacir­ler'le Ensâr'ı da tevbeye muvaffak buyurdu ve sonra onların bu tevbelerini kabul eyledi. Çünkü O çok şefkatli, çok merhametlidir. (Savaştan) geri bırakılan üç kişinin (tevbelerini de kabul etti. Çünkü) yeryüzü bunca genişliğine rağmen on­lara dar gelmişti, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah 'in hış­mından yine Allah 'tan başka sığınacak hiçbir yer olmadığını anladılar. Bundan sonra Allah onları da eski hâllerine dönsünler diye, tevbeye muvaffak buyur­du..." (et~Tevbe: 17-18).

[444] Gassânîler, Yemen meliklerinden ve Ezd kabilesinden olup Câhiliyet devrinde Şâm cihetinde yerleşmişlerdi. Çiftçilik ve ekincilikle meşhur olan Gassân adın­daki bu mevkie nisbetle bu adla anılmışlardır. İslâm'dan dörtyüz sene evvel mey­dana çıkıp Rûm Kayseri'ne tâbi' olarak hüküm sürmüşlerdir. Birincileri Cefne ibn Amr olup onanisbetle Âlu Cefne diye de anılmışlardır. Umer'in devlet baş­kanlığı zamanına kadar devam edip, son hükümdarları olan Celebe, tâbi'Ieriyle beraber müslümân olmuş ve kalabalık cemâati ile hacc yapmıştır. Fakat hacc esnasında tavafta ihramını çiğneyen bir hacıyı tokatlamış ve adalete göre kendisinin de tokatlanacağını anlayınca arlanarak Kayser'in yanına kaçmış, Hnsti-yan olmuş ve bu suretle Gassânî hanedanı son bulmuştur.

[445] Ka'b'ın kadınının adı Cubeyr kızı Umeyye'dir. Bu kadın iki kıbleye doğru na­maz kılan ilk müslümân olan Ensâr kadınlarındandır. Vaktiyle o şerefe nail olan Umeyye, şimdi de İslâm târihinin böyle bir tecellîsine şâhid oluyor!

[446] Talha ibn UbeydİIlah cennetle müjdelenen on kişiden biri ve ilk müslümân olan on kişiden birisidir. Rasûlullah, Muhâcirler'le Ensâr arasında kardeşlik kurdu­ğu zaman Talha ile Ka'b'ı kardeş yapmıştı. İşte Ka'b'ı Muhâcirler'den yalnız Talha'nın karşılayıp tebrîk etmesi, o kardeşliğin yüksek tecellîlerinden birisi­dir. Talha gibi menkabeleri islâm târihini dolduran, birçok şanlı vak'alara göre Peygamber tarafından "Talhatu'l-Hayr", "Talhatu'l-Cûd", "Talhatu'l-Feyyâz" gibi unvanlar verilen bir zâtın musâfahası ve tebriki, Ka'b'ın dediği gibi unutul­mayacak bir şeref menkabesidir.

[447] Hadîsin başlığa uygunluğu, olabileceğinin en açığıdır.

Ka'b ibn Mâlik bu uzun hadîsinde Tebük seferine nasıl katılmadığını açık­lamış, bu arada bu şanlı seferin birçok yerlerine de güzeL işaretler yapmıştır. İmâm Buhârî bunu el-Câmi'u's-Sahîh'inin on kadar yerinde uzun ve kısa metinlerle getirmiştir: Vasıyyetler, Cihâd, Peygamber'in Sıfatı, Ensâr Hey'etle-ri, Mağâzî'den iki yerde, Tefsîr'den iki yerde, İsti'zân ve Ahkâm'da. Müslim de bunu Tevbe Kitâbi'nda Ebu't-Tâhir'den uzunluğu ile getirmiştir.

Şârih Aynî (Umdetu'l-Kaarî, VIII, 425-434) bu hadîse dört buçuk sahîfelik bir şerh yazdıktan sonra "Zikredilen Hadîsin Fâideleri" diye bir ara başlığı aç­mış ve burada da yarım sahîfeden fazla tutan bu fâideleri sıralamıştır: Küffâr malını harbsiz taleb etmenin cevazı, haram ayda gazvenin cevazı, gazve yapıla­cak ciheti gizleme maslahati gerektirmediği zaman, açıklamanın cevazı, ... ve en mühimmi de umûmî seferberlik i'Iânı üzerine devletçe yapılan da'vete icabet edilmeyip döneklik ve kaçaklık gösterilmesinin Allah ve Rasûlü tarafından en ağır nefret ve şiddetle karşılanmış olmasıdır. Dînî ve millî olan bu mühim husu­su hiçbir açıklamaya muhtâc olmaksızın, hadîsin satırlarında okuyoruz.

Hadîsin tercümesi, bâzı küçük tasarruflarla Kâmil Miras'ınkinden alınmıştır. et-Tevbe Sûresi'nin büyük bölümü bu seferde cereyan eden olaylara ve bu vesî-le ile münafık zümrelerinin İslâm aleyhine faaliyet ve zihniyetlerini ortaya koy­ma, harb, askerlik, seferberlik mes'eleleriyle ilgili olarak inmiştir. Tebûk seferinde olduğu kadar hiçbir gazvede münafıkların kötülükleri Kur'ân âyetleriyle günü gününe bu derece geniş ortaya konmamıştır. Bu sebeble Tebûk seferine "Gazve-tu'1-Fâdıha = Rüsvâyhk Gazvesi" de denilmiştir ki, münafıkların İçyüzlerini ortaya çıkaran gazve demektir.

[448] el-Hıcr, Medine ile Şâm arasında ve Arabistan'ın kuzeybatı kısmında bir vadi­nin adıdır. Burası Salih Peygamber'in kavmi olan Semûd'un karargâhı idi. Allah bu-kavmi burada kahr ve helak ettiği için, Peygamber buradan geçerken hadîslerde zikredilen tedbîrleri almıştır.

Hıcr hakkında şu bilgiler verilmiştir: Hıcr, Arabistan'da bir mıntıka olup Bişa ve Has'am arazîsi civarındadır. Adını Hıcr ibn Ezd'den almıştır. el-Hıcr havâlîsi pek münbit ve pek zengin idi... Hıcr arazîsinin birçok meşhur.şehirleri vardı... (İslâm Ansiklopedisi, V, 476).

[449] Hadîsin başlığa uygunluğu "Vâdîyi geçinceye kadar..." sözündedir. Çünkü bu sözde vâdîye inmek ve oradan çıkmak ma'nâsı vardır. Başlıkta "Peygamber'in el-Hıcr'dan geçmesi babı" dese idi, hadîse daha yakın olurdu. Bu hadîsin bir rivayeti Ehâdîsu'l-Enbiyâ'da Salih Peygamber'in kıssası sırasında geçmişti; Sa­lih Peygamber'le Semûd kavmi arasındaki vak'alar el-A'râf, eş-Şuarâ, en-Nahl Sûreleri'nde anlatılmıştır.

[450] Bu iki hadîsi Müslim de Kitâbu'z-Zuhd ve'r-Rıkaak'ta müstakil bir bâbda ge­tirmiştir. Müslim Ter., VIII, 533-535; "Ağlayıcılar olmanız müstesna, kendi ne­fislerine zulmeden kimselerin meskenlerine girmeyiniz babı".

[451] Bu bâb böyle başlıksız gelmiştir. Böylesi, kendinden öncekine bir fasıl gibidir. Çünkü buranın hadîsleri Tebûk kıssası hadîslerinin kalanı ile alâkalı bulunmak­tadır. Bundan önceki bâb da yine Tebûk ile ilgili idi, bunu iyi anla! (Aynî)

[452] Başlığa uygunluğu Urve ibnu'l-Mugîre'nin: "Babam muhakkak Tebûk seferin­de dediğini bilmekteyim" sözündedir. Bunun bir rivayeti Abdest Alma Kitâbı'n-da da geçmişti.

[453] Bu hadîsinde Rasûlullah, Tebûk gazvesine ma'ziretlerinden dolayı katılamayıp da Medine'de kalmış olanların, gönülleri ve niyetleri cihâdda onlarla beraber bulunmasından dolayı, onlar gibi her yürüyüş ve her geçişte sevaba nail olduk­larını bildirmiştir.

[454] Kisrâ, eski îrân hükümdarlarının lakabıdır. Kayser de Roma İmparatorlarının lakabıdır. Peygamber'in mektûb gönderdiği kisrâ, İran hükümdarlarının en bü­yük ve en meşhuru olan Nûşirvân'ın torunu Husrev Pervîz idi. Mektubu Bah­reyn'e götüren, ilk Muhacirler'den Abdullah ibn Huzâfe es-Sehmî(R)'dîr. Bahreyn Meliki, Munzir ibn Sâvâ idi.

Rûm Kayseri Hırakl'e gönderilen mektubun sureti ise Vahy Kitâbı'nda ye­dinci hadîs olarak uzun bir metin içinde geçmişti.

[455] İbn îshâk, Kisrâ'ya yazılan mektubun şu mealde olduğunu bildirdi:

"BismVllâhVr-rahmânVr-rahîm. MuhammedRasûlullah'tan Fars büyüğü Kisrâ'ya: Doğru yolda gidenlere, Allah'a ve Rasûlü'ne îmân edenlere, Allah'­tan başka tanrı olmayıp Muhammed, Allah'ın kulu ve peygamberi olduğuna şehâdet edenlere selâm olsun! (Bundan sonra) seni Allah dînine da'vet ederim. Ben, hayâtta olan insanları inzâr için bütün insanlara gönderilmiş A İlah 'in Pey-gamberi'yim. Ey kisrâ! Müslüman ol ki selâmet ve saadette olasın! Eğer kabul etmezsen Mecûsîler'in günâhı boynuna olsun!"

Peygamber'in bedduası kabul buyurulup Husrev Pervîz, oğlu Şirveyh ta­rafından karnı deşilerek öldürüldü. O târîhten i'tibâren gerilemeye başlayan Iran saltanatı, Umer zamanında tamâmıyle yıkılmıştır.

[456] Hadîsin başlığa uygunluk noktası, Kisrâ'nın kızının hükümdar yapıldığının zik-redilmesidir. Peygamber'in mektûb gönderdiği Husrev PervîZi oğlu Şirveyh ta­rafından öldürüldükten sonra, yerine geçen Şirveyh ancak altı yıl yaşayıp bu da ölmüştür. Bu ihtiraslı genç, mevki hırsı ile kardeşlerini de öldürmüştü. Ken­disine halef olacak erkek evlâdı da bulunmadığından, İran tahtının kızın elin­den çıkmasını hoş görmeyen halk, Şirveyh'in kızını tahta geçirmişlerdir. Bunun adı Bûrân'dır.

Ebû Bekre, Peygamber'den işittiği bu sözü hatırlayınca Cemel Vak'ası'n-da Alî'ye karşı harb edenlere katılmamış ve bunu da Allah'ın bir ihsanı bilip nakletmiştir.

"Devlet başkanlığı işini bir kadının eline bırakan millet felah bulmaz" ve-cîzesi, İslâm âmme hukukunun en mühim bir.kaaidesidir. İslâm hukukunda âm­me velayeti denilen devlet teşkîlâtı başkanlığı, ancak bir erkek vatandaş tarafından temsil olunur. Çünkü kadının yaratılışı birçok yönlerden bu çok ağır işi yürüt­meye müsâid değildir...

[457] Sâib, babası Yezîd ile beraber yedi yaşında Veda Haccı'nda bulunduğunu bil­dirmiştir. Buna göre Tebûk karşılaması sırasında altı yaşmda bulunuyormuş de­mek olur. Bu yaşta bir çocuğun Medîne civarındaki Veda Tepesi'ne, çocuklarla beraber gitmiş olması kolayca kabul edilebilir. Bu da Aynî'nin dediği gibi, Bu-hârî'nin Kayser'e, Kisrâ'ya mektûb mes'elesinin dokuzuncu hicret yılına te'hîr edilmesine bir delîl olabilir... Özetlenirse: Peygamber bu seferinde Hıcr vadi­sinden ve Vâdî'l-Kurâ'dan geçerek Tebûk'e vardı. Bir düşmanla karşılaşmadı. Bundan dolayı daha öteye gitmeye lüzum görmedi. Burada yirmi gün kaldı. Bu sırada Rûm Kayseri Hıraklİyus, Hımış vilâyetinde idi. Kayser'in burada bulun­duğu bir sırada Peygamber'in büyük bir ordu ile Şâm civarına kadar gelmesi, Roma Devleti'ne ve o civardaki Arab kabilelerine bir kuvvet gösterişi, bir mey­dan okuma demek olduğundan, harb yapılmamış olsa da bunun siyâsî ehemmi­yeti pek büyük oldu.

Rasûlullah Tebûk'te bulunduğu sırada Kizıldeniz'in kuzeyinde ve Akabe Körfezi'nin sonunda deniz sahilindeki Eyle Hükümdarı Yuhannâ İbn Rûbe ge­lerek senelik bir mikdâr cizye vermek Üzere, sulh olmak istedi. Ve Peygamber ona bir sulh ahidnâmesi yazıp verdi. Bu arada Ezrah, Cerbâ melikleri ile de, Devmetu'l-Cendel Meliki Ukeydir ibn Abdilmelik ile de barış andlaşmaları ya­pıldı. Bu işlerden sonra Medine'ye dönüldü. Medine'ye dönüş çok sevinçli ol­du. Ordunun ve Peygamber'in gelişi haberi Medine'ye ulaşınca, karşılamak üzere bütün halk, kadınlar, çocuklar Medîne dışına çıktılar. Peygamber'in sefere çı­karken ordugâh edindiği Seniyyetu'1-Vedâ = Ayrılık Tepesi'ne kadar gelip orada karşıladılar...

[458] Müellifin bu âyeti burada zikretmesi, başlığın ikinci kısmı olan "Peygamber'in ölümü" fıkrasını te'yîd içindir. Yânî âyetin ma'nâsına göre Peygamber öldü, vefat etti, demenin câizliğini göstermektir.

[459] Başlıktaki bu ta'lîki el-Bezzâr, el-Hâkim ve ei-İsmâîlî Anbese ibn Hâlid; o da Yûnus'tan olmak üzere bu isnâdla tam senedli olarak rivayet etmişlerdir.

"... ibn Esîr'in beyânı üzere eî-Ebher dedikleri damar baştan çıkıp ayağa kadar uzar gider ve şerâyîn dedikleri küçük damarlar ona bitişik olurlar. Başta iken nâme, boğazda verîd, göğüste ebher, arkada vetîn derler ki, yürek damarı­dır. Yürek ona bitişiktir, hareket eder ve şâir şerâyîn ondan şu'belenir. O da­marın kesilmesi helak sebebidir ki, ödü koptu dedikleri budur ve o damara uylukta neşe', baldırda safın derler" (Kaamûs Ter.).

[460] Bu Ümmü'1-Fadl Lubâbe hadîsi, Âişe'nin Ebû Bekr'in imamete ilk geçirildiği bir yatsı namazında olduğu rivayetine uygundur. İki hadîs arasında tam bir irti­bat ve münâsebet vardır.

[461] Hadîsin başlığa uygunluğu "O, Rasûlullah'ın ecelidir..." sözünden alınır. Bu hadîs Mekke fethi gazvesinde unvansız bir bâbda, buradakinden daha bütün olarak geçmişti.

[462] Hadîsin başlığa uygunluğu "O gün Rasûlullah'ın hastalığı arttı" sözündedir.

[463] Bu da hadîsin ayrı senedle gelen başka bîr rivayetidir.

Bu vasiyetname yazma ve sonra geri bırakılması mes'elesi, şiîler için Umer hakkında dedikodu vesilesi olmuştur. Fakat bunfar haksız sözlerdir: "Çünkü Umer, kesin olarak İbn Abbâs'tan daha fakîhtir. Eğer yazıdan maksad, dînin hükümlerini beyân ve onlardaki ihtilâfları kaldırmak ise, Umer bunun el-Mâide: 3 âyetinden hâsıl olacağını bildi. Kıyamete kadar vâki' olacak her vakıanın be­yânı, Kitâb ve sünnette nass veya delâlet olarak mevcûd olduğunu bildi. Pey-gamber'e şiddetli hastalığında bunu yazdırmak bir meşakkatti. Bunun için, beyânı geçen ifâdeler üzerine kısaltmayı düşündü. Bunu da ilim ehline İctihâd ve is-tinbât"kapısının kapanmaması için yaptı. Umer, Peygamber'i hafifletmek ve müc-tehidlere fazilet için yazmayı terketmenin daha doğru olduğunu düşündü. Peygamber'in Umer'e karşı bir redde bulunmaması da onun re'yinin doğrulu­ğuna bir delildir (Kastallânî)

[464] Bu hadîsler Âişe'den ayrı ayrı senedlerle ve bâzı farklılıklarla gelen ve herbirin-de kendisine hass birtakım fâideler bulunan rivayetlerdir. Bunların başlıkla il­gileri apaçık meydandadır.

[465] Hadîsteki "Yâ Allah, beni er-Refîku'l-A'lâ zümresine kat!" duâsmdaki er-Reftku'l-A Vâ'dan murâd, İbn İshâk'a ve Cevherî'ye göre, cennettir. Şârih Hat-tâbî: er-Refîku'1-A 'lâ, Rasûlullah'ın ruhu yüce makaamlara yükselirken kendi­sine yoldaşlık eden meleklerdir, demiştir ki, kelimenin lûgattaki medlulüne daha uygundur. er-ReJtku 'l-A 'İâ'nm bu bâbdaki rivayetlere en uygun ve isabetli tef-sîrinİ şârih Kirmanı yapmıştır. Buhârî'nin bu zekî Türk şârihi: er-ReJfku 'l-A 'lâ, en-Nisâ Sûresi 69. âyetinde "Güzel Refik" diye vasıflanan ve cennet ehli olan peygamberler, sıddîk kullar, şehîdler, sâlih insanlardır, demiştir ki, bu tefsîr, bundan önce tercümesi geçeri Âişe hadîsinin tam bir ifadesidir. Ahmed ibn Han-bel'in rivayetine göre bu tefsîr Âişe'den de naklolunmuştur. Âişe, er-Refıku'l-A 'lâ, en-Nisâ Sûresi (69.) âyetiyle tefsîr olunur, demiştir... (Tecrîd Ter., XI, II).

[466] el-Hâkma, mi'deye denir ve bedende boyun çemberiyle köprücük kemiklerinin aralığına yâhud karnın aşağısına denir.

ez-Zâkına, sahibe vezninde boğaz başına yâhud ucunda olan yumru şişkin­liğe yâhud boyun çemberine yâhud göbekten aşağıca karın yöresine yâhud bo­ğaz çukuruna yâhud karnın üst tarafına denir, cem'i Zevâkın 'dır (Kaamûs Ter,},

[467] Muavvize Sûreler, sığındırıcı sûreler demektir ki, îhlâs ile "Kuleûzu bi-RabbVl-felâk" ve "Kul eûzu bi-RabbVn-nâs" sûreleridir.

[468] Rasûlullah, hastalığının ilk beş gününü âdeti üzere kadınlarının nevbetlerinde geçirmişti. Hastalık şiddetlenip böyle bir izin almaya lüzum görünce de hiçbiri­sinin gönlü kırılmasın diye, bu izni açık bir şekilde istemeyerek "Yarın nerede kalacağım?" şeklinde hissettirmişti.

[469] Rasûlullah'ın bu hutbesi, Namaz, Cumua,  Cenaze, Ensâr'ın Menkabeleri Kitâbları'nda geçmişti.

[470] Peygamber, kabre aşırı ta'zîmin geçmiş ümmetlerde olduğu gibi kendi ümmet­lerini de putperestliğe kadar sürükleyebileceğinden korkuyordu.

[471] Bu hadîslerin tamâmı Namaz Kitâbı'nda geçmişti.

[472] Abbâs bu "Asanın kulu" sözüyle: Yarın Peygamber'in vefatı üzerine birisi ha­lîfe olacak, sonra sen onun bir me'mûru olacaksın, demek istiyor.

[473] Rasûlullah'ın vefatı üzerine Abbâs, Alî'ye: Elini uzat, sana bey'at edeyim, (be­ni görerek) insanlar da bey'at ederler! dedi de Alî bu teklifi kabul etmedi (Kas-tallânî).

[474] Ahmed ibn Hanbel'in Müsned'inde Yezîd ibn Bâbnûs'un Âişe'den rivayetinde: Ebû Bekr Allah'a hamd ve sena etti, sonra da Allah "Muhakkak sen de Ölecek­sin, onlar da elbet ölecekler. Sonra hiç şübhesiz kıyamet gününde hepiniz Rabb '-inizin huzurunda muhakemeye duruşacaksınız" (ez-Zumer: 30-31) buyuruyor, dedi. Sonra da Âlu İmrân: 144. âyeti okudu, şeklindedir (Kastallânî).

[475] Bu hadîste Ebû Bekr'in yiğitliğine bir delîl vardır. Çünkü yiğitliğin ta'rîfi, mu­sibetlerin gelmesi sırasında kalbin oynamayip sabit olmasıdır. Peygamber'in ölü­münden daha büyük bir musibet yoktur. İşte böylece Peygamber'in ölümü sırasında Ebû Bekr'in yiğitliği ve İlmi meydana çıkmıştır (Kastallânî).

Ebû Bekr'in Peygamber'in ölümünden sonra üzerine kapanıp öpmesine ge­lince, o, bu fiilinde de Peygamber'e uymuştur. Tirmizî'nin sahîh olarak rivaye­tinde Usmân ibn Maz'ûn öldüğü zaman, Peygamber de onun cenazesi üzerine kapanmış ve alnından öpmüştür. Peygamber'in techîz ve tekfini: Peygamber pazartesi günü vefat etti, techîz ve tekfîni salı günü yapıldı. Bu mühim vazife, Peygamber'in en yakın hısımları tarafından yerine getirildi: Alî ibn Ebî Tâlib, Abbâs ibn Abdilmuttalib, Fadl ibn Abbâs, Kuseym ibn Abbâs, Usâme ibn Zeyd, Peygamber'in âzâdlısı Şakrân. Bu son hizmeti görmeğe herkes can atıyordu. Bunun için Alî, odanın kapısını kapamağa mecbur olmuştu.

Peygamber'in içinde vefat ettiği kaftanı ve izan soyuldu. Yıkamaya baş­larken vücûdu bir sedir üstüne konuldu. Yıkamayı bizzat Alî yaptı. Abbâs ile oğulları Peygamber'in cesedini bir taraftan öbür tarafa çevirmek vazifesini gör­müşler, Usâme ile Şakrân su dökmüşlerdi. Âişe'den rivayete göre yıkama esna­sında Peygamber'in gömleği çıkarılmayıp onun üstünden oğulmuş, bu suretle Alî'nin eli vücûduna dokunmamıştır. Yıkama bitince üç parça pamuklu bez içi­ne kefenlendi. Bundan sonra cesed sedir üstünde olduğu hâlde, evvelâ erkekler, sonra kadınlar, sonra çocuklar teker teker namaz kıldılar ve kimse İmamlık et­medi. Aişe'nin odası küçük olduğundan namaz kılınması gece yarısına kadar devam etmiştir. Peygamber'in nereye gömüleceği hususunda çeşitli fikirler ileri sürülmüş ise de, nihayet Ebû Bekr, Peygamber'in: "Bir peygamberin ruhunu, Allah, o peygamberin gömülmesini istediği yerde alır" buyurduğunu rivayet ede­rek, Aişe odasında, üstünde vefat ettiği döşeğin bulunduğu yere defnolunması-nı emretti. Bunun üzerine Ensâr'dan Ebû Talha tarafından oraya bir Iahid kazıldı. Çarşamba gecesi, gece yarısında gömüldü. Âişe: Biz Rasûlullah'ın gömüldüğün­den çarşamba gecesi, gece yarısında kürek sesleri duyarak haberdâr olduk, de­miştir (İbn Hişâm'm Sfre'sinden özetlenmiştir).

[476] Hadîs metninde geçen "Ledîd", kaşık gibi birşeyle ağzın bir tarafına hastanın irâdesi olmaksızın konulan ilâca denir. Peygamber "Bana ilâç vermeyiniz!"'de­mekle tedâvîyi değil, devayı ve İlâç diye verilen şeyi reddetmiştir. Çünkü birçok hadîslerinde tedâvî olmayı emretmiştir. Bu vak'ada Peygamber, ilâcın ne oldu­ğunu ve kimin tavsiye ettiğini sormuş. Aile halkı "Ûdu Hindî" ile biraz zeytin­yağı olduğunu ve Esma bintu Umeys'in ta'rîf ettiğini, zâtu'1-cenb için iyi olduğunu söylemişler. Peygamber, hastalığının bu olmadığını ve bu İlâcın bir daha ağzına konmamasını tenbîh etmişti. Fakat aile halkı bu tenbîhe rağmen, Peygamber'in dalgınlığında ilâcı tekrar vermişler. Ayıldığında bu defa işlenen cürmün misliy­le cezası olmak üzere bütün ev halkının Peygamber'in gözü önünde bu ilâçtan almalarını emretti ve bu emir istisnasız yerine getirildi. Peygamber'in hastalığı humma idi ve kendisi soğuk su ile tedâvî ederek hafifliyordu. Zamanımız taba­beti de bunu tatbik etmektedir.

[477] Birinci sorunun hayır cevabiyle ibn Ebî Evfâ, şiîlerin kasdettiği siyâsî ve ilmî nevi'den gizli bir vasiyeti nefyetmiştir. İkinci cevabiyle ise Allah'ın Kitâbı'na tutunmakla, O'nun emir ve yasaklarına uymakla vasiyet etti, demiş oluyor.

[478] Enes, teeddüben bu soruya bir cevâb vermemiş. Ancak hâl dili: Hayır yâ Fâtı­ma! Gönlümüz buna hiç razı olmadı. Fakat biz Rasûlullah'ın emrine imtisal ile ve nefislerimizi cebrederek bu İşi yaptık, demiştir.

Sahih rivayete göre Fâtıma, Rasûlullah'm ölümünden sonra altı ay yaşa­mıştır. Ve bu müddet içinde bir kerre güldüğü görülmemiştir. Bu ölümden son­ra hüzünlü mersiyeler söylemiştir. Şu beyitler Fâtıma'nın mersiyesi cümlesin-dendir:

Ağbara âfâku's-semâ ve kuvvirat Şemsu'n-Nehâri ve azlame'l-asrân Ve'1-ardu mîn ba'dı'n-Nebiyyi kesîbetun Esefun aleyhi kesîrete'r-recfân Fe'l-yebkihî şarku'l-bilâdi ve garbuhâ Ve't-tebkİhî Mudaru ve kullu Yemâ\n

(- O gün gökyüzünün ufukları bozardı. Gün ortasında güneşin ışığı körel-di. Asr evvel ve sânî zamanında kâinatı karanlık içinde bıraktı. Peygamber'in vefatından sonra Arz kürresi O'na teessüründen ve şiddetli ıztırabından bir kum yığını oldu. Artık şimdi şarkın, garbın şehirleri O'na ağlasın! Mudar ve Yemen'in bütün kabileleri matem tutsun!)

Şu da Fâtıma'nın bir mersiyesinin şaheser bir beyti olarak meşhurdur:

Subbet aleyye masâibu lev ennehâ

Subbet ale'l-eyyâmi sime îeyâliyâ

(= Üzerime Öyle musibetler döküldü ki, eğer bu musibetler gündüzler üze­rine dökülseydi,o nurlu gündüzler simsiyah geceler olurlardı.) (Kastallânî, VI, 464 ve Tecrîd Ter., XI, 28).

[479] Bu hadîsin biraz değişik bir rivayeti, bu kitâbda 427 rakamıyle geçmişti.

Âişe'nin, Peygamber'in "Allâhumme er-Refîka'l-A 'lâ" sözünden, O'nun muhayyer kılındığını anlaması, babasının, Peygamber'in "Bîr kul ki, Allah onu muhayyer kıldı" sözünden, o kulun bizzat Peygamber'in kendisi olduğunu an­lamasının benzeridir (Kastallânî).

[480] Kırk yaşında peygamber gönderildiğine ve üç senelik vahy fasılası müddeti de Mekke'deki on sene ikaametine ilâve olunduğuna göre, Medine'deki on senelik hayatiyle beraber altmışüç yıl doldurulmuş olur. Bu sebeble âlimlerin cumhu­ru, altmışüç sayısında ittifak etmişlerdir. Saîd ibnu'I-Müseyyeb, Mucâhid, Şa'-bî gibi en büyük tabiî âlimleri kesin olarak bu sayıya tutunmuşlar ve altmışbeş yaş olmak üzere İbn Abbâs'tan gelen rivayete rağbet etmemişlerdir. Ahmed ibn Hanbel de altmışüç sayısının en sağlam rivayete dayandığını söylemiştir.

[481] Müte muharebesinde başkomutan iken şehîd düşen Zeyd ibn Harise ile Mûte şehîdlerinin intikaamım almak üzere Peygamber bir ordu hazırlamış ve buna Zeyd'in oğlu Usâme'yi komutan ta'yîn etmişti. Fakat bu ordu Medine'den ha­reket etmezden Önce Peygamber hastalandı.

Usâme'nin pek genç olmasından ve bu ordu içinde ilk müslümânlardan bir­çok kimseler bulunduğundan bahisle, onun kumandanlığına i'tirâz edenler bu­lunmuştu.

[482] Bu hadîsin birinci kısmını hatırlatan diğer bir hadîs, "66- Cerîr'in Yemen'e gön­derilmesi bâbı"nda 356 rakamıyle geçmişti. Bunun "Peygamber'in vefatı bâbı"y-le ilgisi "Peygamber'i beş gün önce defnettik" sözündedir.

[483] Buhârî Mağâzî Kitâbı'nın başladığı tarzda bitirmiştir. Kitabın başında burada­ki Zeyd ibn Erkam hadîsi üzerine söz geçmişti (ibn Hacer).

[484] Peygamber'in gazvelerinin sayısı hakkında bu ondokuz sayısından başka, yir-miyedi, hattâ kırk küsur sayıları da rivayet edilmiştir. İbn Sa'd, Tabakaat'mda. bu ihtilâfın sebebi, bâzı rivâyetlerdeki isimlerin öbür rivayetlerde dâhil bulun­ması olduğunu bildirdikten sonra şöyle demiştir: Rivayet âlimlerinin bize bil­dirdiği ve bizzat Peygamber'in katıldığı gazveler yirmiyedidir. Hazırlayıp gönderdiği seriyyeler de kırkyedidir. Peygamber bizzat iştirak ettiği gazvelerde harb ve kıtale de katılmıştır ki, şunlardır: Bedir, Uhud, Mureysİ', Hendek, Ku-rayza, Hayber, Mekke fethi, Huneyn, Tâif gazveleridir.