1- Bâb: Vahyin Nüzulü Nasıldır Ve İlk Nazil Olan?
2- Bâb: Kur'ân, Kureyş Lisânı İle Ve Arab Lisânı İle
Nazil Oldu
3- Kur'ân'ın Sahîfeler İçinde Toplanması Babı
7- Bâb: Cibril Kur'ân'ı Peygamberce Arzeder İdi
8- Peygamberin Sahâbîlerinden Meşhur Olan Kur'ân
Üstâdları Babı
9- Fâtihatu'l-Kîtâb'ın Fazîleti Babı
10- El-Bakara Sûresi'nin Fazîleti Babı
11- El-Kehf Sûresi'nin Fazîleti Babı
12- El-Feth Sûresi'nin Fazîleti Babı
13- "Kul Huve'llâhu Ahad" Sûresi'nin Fazileti
Babı
14- El-Muavvizât Sûrelerinin Fazileti Babı
15- Kur'ân'ın Okunması Sırasında Es-Sekîne'nin Ve
Meleklerin İnmesi Babı
17- Kur'ân'ın Diğer Sözlere Üstünlüğü Babı
18- Azîz Ve Celîl Olan Allah'ın Kitabiyle Vasiyyet Babı
19- Bâb: Kuıtân'la Yetinmeyen Kimse Ve Yüce Allah'ın Şu
Kavli:
20- Kişinin Kur'ân Sahibine Gıbta Etmesi Babı
22- Mushaf'a Bakmaksızın Ezberden Kur'ân Okumak Babı
24- Binek Üzerinde Kur'ân Okumak Babı
25- Kur'ân'ı Çocuklara Öğretmek Babı
26- Kur'ân'ı Unutmak; Bir Kimse "Ben Şu Âyetleri
Unuttum" Der Mi? Ve Yüce Allah'ın'.
27- "El-Bakara Sûresi", "Şunun
Sûresi" Ve "Şunun Sûresi" Demekte Bir Zarar Görmeyen Kimse Babı
31- Kur'ân Okumakta Ses Güzelliği Babı
Dâvûd Peygamberin Ses Güzelliği İle "Tercî"1 Ve
"Evvâb" Ta'bîrlerine Âid Tefsir Özeti:
32- Başkasından Kur'ân Dinlemeyi Seven Kimse Bâbî
33- Okutucu Olan Kimsenin Okuyucuya "Hasbuke(=Sana
Yeter)1' Sözü Babı
34- Bâb: Kur'ân Ne Kadar Müddette Okunup Hatmedilir?
35- Kur'ân Okuma Esnasında Ağlamak Babı
37- Bâb: Kur'ân Üzerinde Kalbleriniz Birleştikçe Kur'ân
Okuyunuz
Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle
(Kur'ânhn
Faziletleri Kitabı) [1]
İbn Abbâs:
"el-Muheymin"
(ei-Mâide: si), "el-Emîn" demektir; Kur'ân, kendinden önceki herbir
kitâb üzerine emindir, demiştir [2].
1-.......Efaû
Seleme şöyle dedi: Bana Âişe ile İbn Abbâs haber verip şöyle dediler: Peygamber
(S), kendisine Kur'ân indirilir olduğu hâlde on sene Mekke'de, on sene de
Medine'de ikaamet etti [3].
2-.......Mu'temir
bize tahdîs edip şöyle dedi: Ben babamdan işittim Ebû Usmân şöyle demiştir:
Bana haber verildi ki, Cibrîl aleyhi's-selâm Peygamber'e gelmişti. Bu sırada
Peygamber'in yanında (kadınlarından) Ümmü Seleme bulunuyordu. Cibrîl,
Peygamber'le konuşmaya başladı. (Sonra kalkıp gitti.) Peygamber (S) Ümmü
Seleme'-
ye:
— "Bu kimdir?" diye sordu, yâhud
kendi dediği gibi bir sual sordu.
Ümmü Seleme:
— Bu Dıhye'dir, dedi. Ümmü Seleme yine şöyle
dedi:
— Allah'a yemîn ederim
ki, Peygamber'in Cibrîl haberini sahâ-bîlerine haber vermek üzere îrâd ettiği
hutbesini işitinceye kadar ben Cibril'i, başka değil, muhakkak Dıhye sandım.
(Râvî:) Ümmü Seleme ya
böyle yâhud kendi dediği gibi bir söz söyledi, dedi.
Babam şöyle dedi: Ben
Ebû Usmân'a:
— Sen bu hadîsi kimden işittin? diye sordum. O:
— Usâmetu'bnu Zeyd'den, dedi [4]
3-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle dedi: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Peygamberlerden
hiçbir peygamber yoktur ki, ona mucizelerden (kendi zamanlarındaki) insanların
inandıkları kadar verilmiş olmasın. Mu'cize olarak bana verilen ise, ancak
Allah'ın bana vah-yettiğidir. Bunun için kıyamet gününde ben, peygamberlerin en
çok tâbi'i bulunanı olacağımı ümîd ederim"[5].
4-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle haber verdi: Yüce Allah, Rasûlü'nün üzerine vefatından
evvele kadar arka arkaya vahy indirdi.
Hattâ O'nu, vahy en
çok olduğu zaman vefat ettirdi. Bundan sonra Rasûlullah (S) vefat etti [6].
5-.......Esved
ibn Kays demiştir ki, Cundeb ibn Sufyân(R)'dan işittim, şöyle dedi: Rasûlullah
(S) rahatsızlandı. Bir kadın geldi:
— Yâ Muhammedi Ben
umarım ki şeytânın Seni bırakmış olsun. Görüyorum ki, bir gece yâhud iki
gecedir Sana yaklaşmadı, dedi.
Bunun üzerine Azız ve
Celîl olan Allah "Ve'd-duhâ vel-leyli izâ secâ mâ veddeake Rabbuke ve mâ
kala" sûresini indirdi [7].
Bu, birçok âyetlerde
"Kur'ânen Arabiyyen", "Bilisânin Arabiyyin mübînin"
şeklinde sarîh olarak beyân edilmiştir [8].
6-.......Enesibn
Mâlik haber verip şöyle dedi: Usmân, Zeydibn Sabit, Saîd ibnu'1-Âs, Abdullah
ibnıTz-Zubeyr ve Abdurrahmân ibnu'l-Hâris ibn Hişâm'a sûreleri Mushaflara
nakletmelerini emretti ve o istinsah hey'etindeki son üç kişiye hitaben:
— Sizler ve Zeyd ibn
Sabit, Kur'ân'ın Arabça lügatlerinden herhangi Arabça bir lügatte ihtilâf
ettiğiniz zaman, o lügati Kureyş lisâ-niyle yazınız. Çünkü Kur'ân, Kureyş
kabilesinin dili ile indirildi, dedi.
Onlar da böyle
yaptılar [9].
7-.......Atâ
ibn Ebî Rebâh şöyle dedi: Bana Safvân ibn Ebî Ya'Iâ ibn Umeyye şöyle haber
verdi:
— Ya'lâ, keski ben
Rasûlullah'i, üzerine vahy indirildiği sırada göreydim, der dururdu.
Nihayet Peygamber (S)
Cı'râne'de bulunduğu zaman, üzerinde bir kumaş kendisini gölgelendirmiş ve
yanında da sahâbîlerinden birtakım insanlar bulunduğu sırada, güzel koku
sürünmüş bir kimse yanına çıkageldi. Ve:
— Yâ Rasûlallah! Güzel
koku süründükten sonra bir cübbe içinde umre için ihrama giren kimse hakkında ne
dersiniz? diye sordu.
Peygamber, bir müddet
baktı. Akabinde kendisine vahy geldi. Bunun üzerine Umer, Ya'lâ'ya
"Gel" diye işaret etti. Ya'lâ geldi ve başını, Peygamber'i örtmekte
olan örtünün içine soktu. Peygamber'i yüzü kızarmış, uyuyan kimsenin gidip gelen
nefesi gibi horulduyor vaziyette gördü. Peygamber'in hâli bir müddet böyle
devam etti. Sonra Peygamber'den bu hâl sıyrıldı. Bunun üzerine Peygamber:
— "Biraz evvel umreden bana suâl soran
kimse nerede?" diye sordu.
Hemen o suâli soran
kimse arandı ve bulunup Peygamber'in yanına getirildi. Peygamber:
— "Sendeki kokuya gelince, onu üç kerre
yıka, üzerindeki cüb-beye gelince, onu da çıkar, sonra haccında yapmakta
olduğun fiilleri umrende de yap" buyurdu [10].
8-.......Zeyd
ibn Sabit şöyle demiştir: Ebû Bekr Yemâme'de şehîd olanların ölümünü müteâkib
haber yollayıp beni çağırdı. Yanında Umer ibn Hattâb da bulunuyordu. Ebû Bekr
bana şu sözleri söyledi: Umer bana geldi ve:
— Yemâme gününün
şiddetli harbinde Kur'ân hafızlarından birçoğu şehîd oldu. Ben diğer harb
sahalarında da harbin şiddetli olup Kur'ân hafızlarının şehîd edilmelerinden,
bu sebeble de Kur'ân'dan büyükçe bir kısmın zayi' olup gitmesinden endîşe
ediyorum. Binâenaleyh ben senin, Kur'ân'ın kitâb hâlinde toplanmasını
emretmeni düşünüyorum, dedi.
Ben Umer'e:
— Rasûlullah'ın yapmadığı bir işi nasıl
yaparsın? dedim. Umer:
— Vallahi bu hayırdır, dedi, ve bana müracaatta
devam etti. Nihayet Allah benim göğsümü bu işi için açtı ve ben de Umer'in
düşündüğü bu işte onun
gibi düşündüm.
Zeyd dedi ki: Bu
sözlerden sonra Ebû Bekr, bana hitaben şunları söyledi:
— Sen genç ve akıllı
bir erkeksin, biz seni hiçbir kusurla ittihâm etmiyoruz. Sen Rasûlullah için
vahyi yazıyordun. Binâenaleyh sen Kur'ân'ı tetebbu' et ve onu bir araya topla!
Zeyd buna karşı:
Vallahi eğer bana dağlardan bir dağın nakledilmesini teklîf etmiş olsalardı, o
iş benim üzerime, bana emrettiği bu Kur'ân'ı toplama işinden daha ağır olmazdı,
dedi.
Zeyd dedi ki: Ben:
— Sizler, Rasûlullah'ın yapmadığı bir işi nasıl
yapıyorsunuz? dedim.
Ebû Bekr:
— Allah'a yemîn ederim ki, bu hayırlı bir
iştir, dedi.
Ve Ebû Bekr bana
müracaatta devam etti. Nihayet Allah, Ebû Bekr'le Umer'in akıllarını yatırdığı
ve göğüslerini ferahlandırdığı bu işe, benim de aklımı açtı ve gönlümü
ferahlandırdı. Bunun üzerine ben de Kur'ân'ın ardına düşüp gereği gibi
araştırdım ve onu yazılı bulunduğu hurma dallarından, ince taş levhalardan ve
hafızların ezberlerinden topladım. Nihayet et-Tevbe Sûresi'nin sonunu Ebû
Hu-zeyme el-Ensârî'nin yanında buldum. O âyeti ondan başka kimsenin yanında
bulmadım. Bu âyet, "Le kad câekum rasûlun min enfusi-kum azîzun aleyhi mâ
anutum.,." sözlerinden Berâe Sûresi'nin sonuna kadar devam eden âyetti [12].
Neticede toplanan bu sahîfeler, tâ Allah kendisini vefat ettirinceye kadar Ebû
Bekr'in yanında bulundu. Sonra hayâtı müddetince Umer'in yanında kaldı. Bundan
sonra Umer'in kızı Hafsa'nın yanında kaldı [13].
9-.......İbn
Şihâb şöyle tahdîs etti: Ona da Enes ibn Mâlik şöyle tahdîs etmiştir: Ermenistan
fethinde Suriyeliler'le, Azrebîcân fethinde de Iraklılar'la birlikte harb eden
Huzeyfetu'bnu'I-Yemân, bunların Kur'ân'ı çeşitli şekillerde okumalarının
kendisine verdiği endîşe üzerine Usmân'm yanına geldi ve ona:
— Ey Mü'minlerin
Emîri, sen, Kur'ân'ı okumakta Yahûdîler'le Hnstiyanlar'ın kendi kitâblarını
okumakta uğradıkları ayrılığa benzer bir ihtilâfa düşmeden evvel bu ümmete
yetiş, bu işin icâbına bak, dedi.
Bunun üzerine Usmân,
Hafsa'ya haber gönderip:
— Bize Kur'ân'm yazılı
olduğu sahîfeleri gönder de, biz sûreleri Mushaflara nakledelim, sonra da o
sahîfeleri tekrar sana iade edelim, dedi.
Bunun üzerine Hafsa
muhafaza ettiği Kur'ân'ı Usmân'a gönderdi. Usmân da Zeyd ibn Sabit, Abdullah
ibnu'z-Zubeyr, Saîd ibnu'l-Âs ve Abdurrahmân ibnu'l-Hâris ibn Hişâm'dan kurulu
istinsah hey'-etine emir verdi. Onlar da bu asıl nüshadaki sûreleri Mushaflara
istinsah edip naklettiler. Usmân bu istinsah işinin başında, Zeyd'in Medîneli
olması yüzünden Kureyşli olan üç kişiye hitaben:
— Sizler Zeyd ibn
Sabit ile Kur'ân'dan herhangi birşeyde ihtilâf ettiğiniz zaman, Kur'ân'ı Kureyş
lisânı ile yazınız. Çünkü Kur'ân, Ku-reyş lisânı ile nazil olmuştur, dedi [14].
Onlar da işte böyle
yaptılar, nihayet sahîfeleri Mushaflara istinsah edip naklettikleri zaman,
Usmân asıl sahîfeleri tekrar Hafsa'ya iade etti.
Hey'et ferdlerinin
istinsah ettikleri Mushaflar'dan birer Mushaf'ı da her tarafa gönderdi. Bu
gönderdiği (resmî) Mushaflar'ın dışında kalan ve içinde Kur'ân yazılı bulunan
her sahîfenin yâhud mushafın da yakılmasını emretti [15].
İbn Şihâb şöyle dedi:
Bana Zeyd ibn Sâbit'in oğlu Harîce haber verdi: O, babası Zeyd ibn Sâbit'ten
şöyle dediğini işitmiştir: Mushaf'ı istinsah ettiğimiz sırada ben el-Ahzâb
Sûresi'nden bir âyeti kaybettin^ Hâlbuki ben Rasûlullah'm o âyeti okumakta olduğunu
işitir dururdum. (Böyle iken ben o âyeti yazılı olarak bulamamıştım.) O âyeti
şiddetle araştırdık. Nihayet onu Huzeymetu'bnu Sabit el-EnsârîJnin yanında
(yazılı) bulduk. En sonu onu da (hey'etin kararıyle) Mushaf'taki kendi
sûresine kattık. O âyet şudur:
"Mü 'minlerin
içinde Allah 'a verdikleri sözde sadâkat gösteren nice erler var. îşte onlardan
kimi adadığını ödedi, kimi de (bunu) bekliyor. Onlar hiçbir suretle
(ahidlenni) değiştirmediler"(e\-Ahzâb. 21) [16].
10-.......Ubeyd
ibnu's-Sebbâk şöyle dedi: Zeyd ibn Sabit şöyle dedi: Ebû Bekr bana haber
gönderip çağırdı da:
— Sen, Rasûlullah (S)
için vahyi yazıyordun. Binâenaleyh sen Kur'ân'ın ardına düşüp gereği gibi
araştır, dedi.
Bunun üzerine ben de
Kur'ân*m ardına düşüp gereği gibi araştırdım. Nihayet et-Tevbe Sûresi'nin
sonundaki iki âyeti Ebû Huzey-me el-Ensârî'nin yanında buldum, onları ondan
başka bir kimsenin yanında (yazılı olarak) bulamadım. O iki âyet şunlardır:
"And olsun» size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin
sıkıntıya uğramanız ona çok ağır ve güç gelir. Üstünüze çok düşkündür. Mü
'-minleri cidden esirgeyicidir, bağışlayıcıdır o. (Sana îmân etmekten) yüz
çevirirlerse de ki: Bana Allah yeter. O'ndan başka hiçbir tanrı yok. Ben ancak
O'na güvenip dayandım. O, büyük Arşhn sahibidir" (et-Tevbe: 128-129) [18].
11-.......
el-Berâ şöyle dedi: "Lâ
yestevVl-kaaidune minel mü'minîne vel-mucâhidünefîsebîlVllâhi..."
(en-Nisâ: 95) âyeti nazil olduğu zaman Peygamber (S):
— "Bana Zeyd'i çağır, levha, divit ve
kürek kemiği -yâhud: kürek kemiği ve divit- getirsin" buyurdu.
Sonra:
— "Yaz: Lâ yestevVl-kaaidun..."
buyurdu. Peygamber'in sırtının arkasında, a'mâ olan Amr ibnu Ümmi
Mektûm vardı. O:
— Yâ Rasûlallah! Ben
gözleri zarara uğramış bir kimseyim, binâenaleyh bana ne emredersin? dedi.
Akabinde bu âyetin
yerinde: "Lâ yestevVl-kaaidune
mine'l-mü 'minine fî sebili'ilâhi gayru ulVd-darari... "(en-Nisâ: 95)
nazil oldu [19].
"Kur'ân yedi harf
üzere indirildi"
12-.......İbn
Şihâb şöyle dedi: Bana Abdullah'ın oğlu Ubeydullah tahdîs etti. Ona da Abdullah
ibn Abbâs şöyle tahdîs etmiştir: Rasû-lullah (S) şöyle buyurmuştur:
"Cibril bana Kur'ân'/ bir okunuş üzerine okuttu. Ben ona müracaat ettim
ve durmadan bunun artmasını isterdim. O da bana artırırdı. Nihayet yedi türlü
okunuşa erişti (yânî yedi türlü okunuşu geçmeyip orada durdu)" [20].
13-.......İbn
Şihâb dedi ki: Bana Urvetu'bnu'z-Zubeyr tahdîs etti. Ona da Mısver ibn Mahrame
ile Abdurrahmân ibn Abd el-Kaarî tahdîs etmişlerdir. Onlar da Umer
ibnu'l-Hattâb şöyle derken işitmiş-lerdir; Ben Rasûlullah'ın sağlığında
(namazda) Hişâm ibn Hakîm'i el-Furkaan Sûresi'ni okurken işittim. Ve onun
okuyuşuna kulak tutup dinledim. Bir de baktım ki, Hişârn bu sûreyi
Rasûlullah'ın bana okutmadığı birtakım lehçelerle okuyor. Az kaldı namazın
içinde onun üzerine atılacaktım. Fakat selâm verinceye kadar güçlükle
sabrettim. (Selâm verince kaçırmamak için) hemen ridâsım göğsünün üzerinde
toplayıp:
— Senden işitmiş
olduğum bu sûreyi sana kim okuttu? dedim. Hişâm:
— Onu bana Rasûlullah okuttu, dedi.
— Yalan söyledin.
Çünkü Rasûlullah bu sûreyi bana, senin okuduğundan başka bir lehçe ile
okutmuştur, dedim.
Ve onu yakasından
tutarak Rasûlullah'a götürdüm.
— Yâ Rasûlallah! Şunun
el-Furkaan Sûresi'ni, Sen'in o sûreyi bana okutmadığın birtakım lehçeler
üzerine okurken işittim, dedim.
Rasûlullah (S) bana:
— "Hişâm'ın yakasını bırak" buyurdu.
Ona da:
— "Yâ Hişâm, oku!" diye emretti.
O da, kendisini
okurken işitmiş olduğum kıraati Rasûlullah'a karşı okudu. Bunun üzerine
Rasûlullah:
— "Bu sûre böyle indirildi"
buyuruldu. Bundan sonra:
— "Yâ Umer, sen de oku!" diye
emretti.
Ben de vaktiyle bana
okutmuş olduğu okuyuşla okudum. Bana da:
— "Bu sûre böyle indirildi. Şübhesiz bu
Kur'ân yedi harf (yedi lügat ve yedi lehçe) üzerine indirilmiştir. Bunlardan
hangisi kolayınıza gelirse, onu okuyunuz" buyurdu [21].
14-.......İbn
Cureyc haber verip şöyle dedi: Bana Yûsuf ibn Mâ"hek haber verip şöyle
dedi: Ben Mü'minlerin annesi Âişe'nin yanında idim. Derken onun yanına Iraklı
bir kimse çıkageldi de:
— Kefenin hangisi daha
hayırlıdır? dedi. Âişe:
— Yazık sana! (Artık
ölümünden sonra hislerin bâtıl olduğu için) sana hangi şey zarar verebilir ki?
dedi.
Bu sefer o Iraklı zât:
— Ey mü'minlerin
annesi, bana kendi Mushaf'ını göster, dedi. Âişe:
— Niçin? diye sordu. O zât:
— Ben ümîd ederim ki,
Kur'ân'ı senin Mushaf'ına göre te'lîf ederim. Çünkü Kur'ân te'lîf edilmiş
olmayarak okunuyor, dedi.
Âişe:
— Diğer sûrenin
kıraatinden evvel Kur'ân'in hangi sûresini okumuş olsan sana ne zarar verir
ki? Kur'ân'dan ilk nazil olan Mufas-sal'dan, içinde cennet ve ateş zikrolunan
bir sûredir. Nihayet insanlar İslâm'a döndükleri zaman, halâl ve haram nazil
oldu. Şayet ilk evvel "Şarab içmeyin " yasağı inseydi, insanlar
elbette: Biz ebeden şarâbı bırakmayız, derlerdi. Ve şayet yine ilk evvel
"Zina etmeyin" yasağı inmiş olsaydı, insanlar muhakkak: Biz zinayı
ebeden bırakmayız, diyeceklerdi. Yeminle söylüyorum ki, ben henüz oyun oynayan
bir kız çocuğu iken Mekke'de Muhammed'e: "BeVVs-sâatu meviduhum ve's-sâatu
edhâ ve emerru=Daha doğrusu onlara va *d olunan asil vakit, o saattir. O saat
daha belâlı ve daha acıdır"(ei-Kamer: 46) inmiştir, el-Bakara ile en-Nisâ
Sûreleri ancak ben Peygamber'in yamndayken inmişlerdir, dedi.
Râvî dedi ki: Bundan
sonra Âişe, o Iraklı için Mushaf'ı meydana çıkardı ve o şahsa sûrenin -bir
rivayette: Sûrelerin- âyetlerini imlâ ettirip yazdırdı [23].
15-.......Ebû
İshâk dedi ki: Ben Yezîd oğlu Abdurrahmân'dan işittim, o şöyle dedi: Ben İbn
Mes'ûd'dan işittim, o, Benû İsrâîl (yânî el-İsrâ), el-Kehf, Meryem, Tâhâ ve
el-Enbiyâ Sûreleri hakkında, bu sûreler ilk atiklerdendirler, bunlar kadîm
sûrelerdendirler, diyordu [24].
16-.......el-Berâ
(R): Ben "Sebbih isme Rabbike'UaHâ"sûresini, Peygamber'in Medine'ye
gelmesinden evvel öğrendim, dedi [25].
17-.......Şakîk
şöyle dedi: Abdullah (ibnMes'ûd): Ben Peygamber'in herbir rek'atte ikişer
ikişer okumak âdetinde olduğu uzunluk ve kısalıkça birbirine yakın bulunan
sûreleri kat'î olarak bilmişim-dir, dedi. Müteakiben Abdullah oturduğu yerden
kalktı, odasına girdi, beraberinde Alkame de girdi. Sonra Alkame dışarıya
çıktı. Biz hemen Alkame'ye bu sûreleri sorduk. Alkame:
— İbn Mes'ûd'un
te'lîfi üzere el-Mufassal'm evvelinden yirmi sûredir. Onların sonuncusu
"Hâmîmler"dir, "//d. Mim. ed-Duhân" ve "Amme
yetesâelûn", dedi [26].
Mesrûk, Aişe'den; o da
Fâtıma aleyhi's-selâm'dan şöyle demiştir: Peygamber (S) bana gizlice şöyle söyledi:
"Her sene Cibril, Kur'ân'ı benimle bir kerre mukaabele ederdi. Bu sene iki
defa mukaabele eyledi. Öyle sanıyorum ki, ecelim yaklaşmıştır" [27].
18-.......İbn
Abbâs (R) şöyle dedi: Peygamber (S) hayırda insanların en cömerdi idi. En
cömerd olduğu zaman da ramazân ayında idi. Çünkü ramazân ayı çıkıncaya kadar
Cibril her gece O'nunla mulâkî olur, Rasûlullah da Kur'ân'ı Cibril'e arzeder
idi. İşte bundan dolayı Cibril, Peygamber'e kavuştuğu zaman, Peygamber hayırda,
esmesi maniaya uğramayan rüzgârdan daha cömerd olurdu [28].
19-.......Ebû
Hureyre şöyle dedi: Cibril, Peygamber'e Kur'ân'ı her sene bir defa arzederdi.
Peygamber'in vefat ettiği yıl içinde O'na iki defa arzetti. Peygamber her sene
on gün i'tikâf ederdi. Ruhunun kabzolunduğu yılda ise yirmi gün i'tikâf etti [29].
20-.......Mesrûk'tan:
Abdullah ibn Amr, Abdullah ibn Mes'ûd'u zikretti de:
— Ben Abdullah ibn
Mes'ûd'u sevmekte devam edeceğim; Peygamber^)'den: "Kur'ân'ı şu dört
kimseden alınız: Abdullah ibn Mes'ûd'dan, Sâlim'den, Muâzibn Cebel'den ve Ubeyy
ibn Ka'b'dan" derken işittim, dedi [31].
21-.......Şakîk
ibn Seleme tahdîs edip şöyle dedi: Bize Abdullah ibn Mes'ûd bir hutbe îrâd
etti de şöyle dedi: Allah'a yeminle söyİtiyorum ki, ben Rasülullah'ın ağzından
yetmiş küsur sûre almışımdır. Yine Allah'a yeminle söylüyorum ki, Peygamber'in
sahâbîleri, benim onların en hayırlısı olmadığım hâlde Allah'ın Kitâbı'm en
iyi bilenlerinden olduğumu muhakkak bilmişlerdir.
Şakîk dedi ki: Ben
topluluk içindeki dâirelerde oturdum da ne söylüyorlar diye dinliyordum. İbn
Mes'ûd'un sözünün gayrisini söyleyen bir tek reddedici işitmedim.
22-.......Alkame
şöyle dedi: Biz Hımıs'ta bulunuyorduk. İbn Mes'ûd Yûsuf Sûresi'ni okudu. Bir
kimse:
— Sûre böyle nazil olmadı, dedi. İbn Mes'ûd:
— Ben Rasûlullah'ın huzurunda okudum da O bana "Güzel
okudun" buyurdu, dedi.
Ve o şahısta şarâb
kokusu buldu. Bunun üzerine:
— Sen Allah'ın Kitâbı'nı yalanlamakla şarâb
içmeyi bir araya mı topluyorsun? dedi ve o şahsa şarâb içme cezası uyguladı.
23-.......
Mesrûk, şöyle dedi: Abdullah (R) şöyle dedi:
— Kendisinden başka
ilâh olmayan Allah'a yemîn ile söylüyorum, Allah'ın Kitâbı'ndan hiçbir sûre
inmedi ki, ben onun nerede indirildiğini bilir olmayayım; yine Allah'ın
Kitâbı'ndan hiçbir âyet indirilmedi ki, ben onun ne hakkında indirildiğini
bilir olmayayım.
Eğer Allah'ın
Kitâbi'nı benden daha iyi bilir, kendisine develerin ulaştırabileceği bir
kimsenin mevcûd olduğunu bileydim, muhakkak biner, ona giderdim [32].
24-.......Katâde
tahdîs edip şöyle dedi: Ben Enes ibn Mâlik'e:
— Peygamber(S)'in
zamanında Kur'ân'ı cem' edenler kimlerdir? diye sordum.
Enes:
— Dört kişidir; hepsi
de Ensâr'dandır: Ubeyy ibn Ka'b, Muâz ibn Cebel, Zeyd ibn Sabit ve Ebû Zeyd,
dedi.
Bu hadîsi el-Fadl,
Hüseyin ibn Vâkıt'tan; o da Sumâme'den; o da Enes'ten isnâdıyle rivayet
etmesinde Hafs ibn Umer'e mutâbaat eylemiştir.
25-......Enes
şöyle dedi: Peygamber (S) vefat etti. Kur'ân'ı şu dört kişiden başkası
toplamadı: Ebu'd-Derdâ, Muâz ibn Cebel, Zeyd ibn Sabit ve Ebû Zeyd.
Enes: Ve biz, bu Ebû
Zeyd'e vâris olduk, dedi (Çünkü bu Ebû Zeyd, Enes'in amcası idi ve zürriyet
bırakmamıştı) [33].
26-.......
İbn Abbâs dedi ki: Umer şöyle dedi: Alî bizim en iyi hüküm verenimizdir; Ubeyy
de bizim en iyi okuyanımızdır. Bizler ise,
Ubeyy: "Ben onu
Rasûlullah'ın ağzından aldım, binâenaleyh ben hiçbir neshedici şeyden dolayı
Rasûlullah'tan almış olduğum okuyuşu terketmem" der olduğu hâlde, Ubeyy'in
kavlinden bir kısmını muhakkak terketmekteyiz. Ubeyy: Yüce Allah şöyle
buyurdu: "Mâ nen-sah min âyetin ev nense'hâ ne'ti bi-hayrin minhâ ev
mw//7iâ"(ei-Bakara: 106), şeklinde okurdu [34].
27-.......Ebû
Saîd ibnu'l-Muallâ şöyle dedi: Ben Mescid'de namaz kılıyordum. Peygamber (S)
beni çağırdı. Ben de O'na icabet etmedim. (Namazdan sonra vardığımda:)
— Yâ Rasûlallah, ben
namaz kılıyordum, diye özür beyân ettim. Rasûlullah:
— "Kur'ân'da Allah: Ey îmân edenler, sizi,
size hayât verecek şeylere da'vet ettiği zaman Allah 'a ve Rasûlü 'ne icabet
edin... (ei-Enfâi: 24) buyurmadı mı?" dedi.
Sonra Rasûlullah bana;
— "Haberin olsun, sen mescidden çıkmadan
evvel ben sana muhakkak Kur'ân'daki en büyük sûreyi öğreteceğim" buyurdu.
Sonra elimi tuttu.
Mescidden çıkmak istediğimiz zaman ben:
— Yâ Rasûlallah, Sen
bana "Muhakkak sana Kur'ân'daki en büyük sûreyi öğreteceğim"
demiştin, dedim.
Rasûlullah (S):
— "O sûre el-Hamdu ÜllâhiRabbVl-âlemîn'dir
ki, namazlarda tekrar olunan yedi âyet ve bana verilen azîm Kur'ân 'dır"
buyurdu [35].
28-.......Ebû
Saîd Hudrî şöyle dedi: Biz, bize âid bir yolculukta bulunuyorduk. Derken bir
yerde konakladık. Akabinde bir kız geldi ve:
— Kabilenin büyüğü
(bir akreb tarafından) sokulmuştur. Erlerimiz yanımızda yoklardır. Binâenaleyh
sizlerden bir ilâç yapıcı var mıdır? dedi.
O kızm beraberinde bir
adam kalktı. Biz onu rukye yapar olarak bilmiyorduk. O kimse, o sokulmuş olan
kimseye rukye yaptı. Sokulmuş olan kimse derhâl iyileşti. Ve bizden giden o
kimse için otuz koyun verilmesini emretti. Ve bizlere de süt içirdi. Bizden
olan kimse bize dönünce ona:
— Sen rukyeyi güzel
yapar miydin yâhud sen rukye yaparrmy-
dın? dedik. O:
— Hayır yapmazdım. Ben
ona Ümmü'l-Kitâb'ı okumaktan başka bir rukye yapmadım, dedi.
Biz kendi kendimize;
— Biz gelinceye yâhud
Peygamber'e bu olan işleri arzedip so-runcaya kadar hiçbirşey ihdas etmeyin,
bildirmeyin, dedik.
Nihayet Medine'ye geldiğimizde
bunu Peygamber(S)'e zikrettik.
— "Fatiha Sûresi'nin bu kadar müessir bir
duâ olduğunu ona öğreten nedir?" dedi.
Sonra seriyye halkına:
— "Şimdi sürüyü taksim edin, benim için de
bir pay ayırın" buyurdu.
Ebû Ma'mer de şöyle
dedi: Bize Abdu'l-Vâris tahdîs etti. Bize Hişâm tahdîs etti. Bize Muhammed ibn
Şîrîn tahdîs etti. Bana Ma'-bed ibn Şîrîn, Ebû Saîd Hudrî'den bunu tahdîs etti [36].
29-.......Ebû
Mes'ûd(R)'dan: Peygamber (S): "Her kim bir gecede iki âyeti
okursa..." buyurdu. H
30-.......Ebû
Mes'ûd (R) şöyle dedi: Peygamber (S): "Her kim bir gecede el-Bakara
Sûresi'nin sonundan iki âyeti okursa, artık ona o gece (ibâdet etmek, o gece
âfetlerden ve şeytân şerrlerinden emîn olmak üzere) kifayet eder" buyurdu [37].
31- Ve Usmân
ibnu'l-Heysem şöyle dedi: Bize Avf, Muhammed ibn Sîrîn'den; o da Ebû
Hureyre'den tahdîs etti. O şöyle demiştir: Rasûlullah (S) beni ramazân zekâtını
muhafazaya tevkil etti. Bir gece bana birisi geldi. Sadaka hurmasından
avuçlamaya başladı. Ben onu yakaladım ve:
— Seni muhakkak
Rasûlullah'ın huzuruna çıkaracağım, dedim. Ebû Hureyre, hadîsi yukarıda geçtiği
gibi anlattı (Hadîs, Kitâbu'l- Vekâle'de mufassalan geçti). Nihayet o kimse:
— Yatağına (uyumaya)
girdiğinde "Âyete'l-Kursî"yi bitirinceye kadar oku! (Sabaha kadar)
seninle beraber Allah tarafından bir muhafız bulunmakta devam eder. Sabaha
girinceye kadar sana şeytân da yaklaşamaz, dedi.
Bunun üzerine
Peygamber:
— "O, çok yalancı olduğu hâlde, bu sefer
sana doğru söylemiş, îşte o (insan suretinde) bir şeytândır" buyurdu [38].
32-.......el-Berâ
şöyle dedi: (Sahâbîlerden) bir kimse el-Kehf Sûresi'ni okuyordu. Yambaşında da
iki uzun iple bağlanmış olan at vardı. Atı bir bulut ihata etti ve gittikçe yaklaşmağa
ve yaklaşmağa başladi. Bundan dolayı at da ürkmeğe başladı. Sabaha erişince o
kimse Peygamber(S)'e geldi ve bunu kendisine zikretti. Peygamber (S):
— "Bulut gibi
görünen şey, sekînettir. Kur'ân 'ı tebcil için inmiştir" buyurdu [39].
33-.......Umer
ibn Hattâb'ın kölesi Eşlem şöyle dedi: Rasûlullah (S) seferlerinin birinde
(Hudeybiye dönüşünde) yoluna devam ediyordu. Umer ibn Hattâb da geceleyin
O'nunla beraber gidiyordu. Bu sırada Umer, Rasûlullah'a birşey sordu. Fakat
Rasûlullah (vahy ile meşgul bulunduğundan) Umer'e cevâb vermedi. Umer sonra
yine sordu. Rasûiullah yine cevâb vermedi. Umer (Rasûlullah işitmedi sanarak)
bir daha sordu. Rasûlullah yine cevâb vermedi. Bunun üzerine Umer kendi
kendine:
— Ey Umer, anan seni
kaybetsin (de yok olasın)! Bak üç kerre Rasûlullah'a sorguda ısrar ettin de,
bunların hepsine Rasûlullah cevâb vermedi, dedi.
Umer dedi ki: Bunun
üzerine devemi sürdüm. Hakkımda (tev-bîh olarak) Kur'ân inmesinden korktum da
kaafilenin önüne geçtim. Fakat çok geçmedi, bir çağırıcının çağırmasını
işittim. Ve (kendi kendime):
— Şimdi hakkımda
Kur'ân inmiş olmasından hakîkaten korktum, dedim.
(Bu korku içinde)
Rasûlullah'a geldim ve selâm verdim. Rasûlullah (sevinç içinde) bana:
— ' 'Bu gece bana bir sûre indirildi ki, o sûre
bana, üstüne güneş doğan herşeyden muhakkak daha sevimlidir" buyurdu.
Sonra:
"Innâfetehnâlekefethanmubînâ... ~ Biz senin istikbâlin için parlak bir
fetih ve zafer (kapısını) açtık..." âyetini okudu [40].
Bu konuda Amre,
Âişe'den; o da Peygamber(S)'den senedi ile gelen hadîs de vardır [41].
34-.......Ebû
Saîd Hudrî şöyle demiştir: Bir kişi, diğer bir kişinin bütün gece tekrar
tekrar "Kul huveHlâhu ahad" Sûresi'ni okuduğunu işitti. Sabah olunca
Rasûlullah'a geldi ve o diğer kişinin sâdece bu sûreyi okumasını azımsayarak,
bunu Rasûlullah'a zikretti. Rasûlullah (S) da cevaben:
— "Hayâtım elinde
olan Allah 'a yemîn ederim ki> bu sûreyi okumak, elbette bütün Kur'ân'ın
üçte birine denk olur" buyurdu.
Ve râvî Ebû Ma'mer
yine Ebî Saîd'e varan diğer bir rivayette şunu ziyâde etti [42]: Ebû
Saîd şöyle dedi: Bana kardeşim Katâde-tu'bnu'n-Nu'mân haber verip şöyle dedi:
Bir kimse Peygamber zamanında seher vaktinde kalkıp "Kul huve'llâhu
ahad" Sûresi'ni okur, onun üzerine başkasını ziyâde etmezdi. Biz sabaha
dâhil olduğumuz zaman bir kimse Peygamber'e geldi. Hadîsin bundan sonrası yukarı-ki
hadîsin şevki gibidir [43].
35-.......Ebû
Saîd Hudrî şöyle dedi: Peygamber (S) sahâbîlerine hitaben:
— "Sizden herhangi biriniz bir gecede
Kur'ân 'in üçte birini okumaktan âciz olur mu?" diye sordu.
Bu teklîf sahâbîlere
güç geldi de:
— Yâ Rasûlallah! Bizim hangimiz buna takat
yetirir? dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (S):
— "Allâhu'I-vâhidu's-samedu sûresi, Kur'ân'ın
üçte birisidir" buyurdu [44]..
Firabrî şöyle dedi:
Ben, Ebû Abdillah el-Buhârî'nin varrâkı olan Ebû Ca'fer Muhammed ibn Ebî
Hatim'den işittim, o şöyle diyordu: Ebû Abdillah el-Buhârî; Bu hadîs, İbrâhîm
en-Nahaî'den; o da Ebû Saîd'den insadiyle mürsel'dir (yânî munkatı'dır);
ed-Dahhâk el-Meşrıkî'den; o da İbn Saîd'den senediyle ise müsned'dir (yânî muttasıl'dır),
dedi [45].
36-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) bir rahatsızlık duyduğu zaman kendi üzerine
Muavvize (=Sığındıncı) sûrelerini okur, nefes ederdi. Hastalığı şiddetlendiği
zaman O'na ben okur ve O'nun elinin bereketini ümîd ederek, kendi eliyle O'na
meshederdim [46].
37-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) her gece yatağına geldiği zaman iki elini
birleştirir, sonra bunlara nefes ederdi. Şöyle ki: İki eline "Kul
huve'llâhu ahad", "Kul eûzu bi-Rabbi'l-felâk" ve ' 'Kul eûzu bi
Rabbi 'n-nâs'' sûrelerini okur (ellerine nefes eder), sonra bunlarla
vücûdundan yetişebildiği yerlere sıvazlardı. Elleriyle sıvazlamaya başı ve
yüzü üzerinden başlar, vücûdunun ön kısmım da sıvazlardı. Bu okuyup nefes
ederek vücûdunu meshetmeyi üç defa tekrarlardı [47].
38-.......Useyd
ibn Hudayr (R) şöyle dedi: Bir kerre Useyd gece vakti el-Bakara Sûresi'ni
okuyordu. Atı da yanında bağlanmıştı. Kur'ân'ı okuyorken birden at deprenmeye
başladı. Useyd sustu. O susunca at da sâkinleşti. Useyd tekrar okumağa başladı.
At yine şahlandı. Useyd sustu, at da sâkinleşti. Bundan sonra Useyd bir daha
okumağa başladı, at yine hırçmlaştı. Useyd de artık vazgeçti. Useyd'in oğlu
Yahya ise ata yakın bir yerde (yatmakta) idi. Atın çocuğa bir zararı
dokunmasından endîşe ederek, çocuğu geriye çekti. Bu sırada başını kaldırıp
göğe baktığında (beyaz bulut gölgesine benzer bir sis içinde kandiller gibi
birtakım şeylerin parlamakta olduklarını gördü de) nihayet onu göremez oldu [48].
Sabah olduğunda Useyd,
Peygamber'e bunu söyledi. Peygamber ona:
— "Oku ey Hudayr oğlu, oku ey Hudayr
oğlu!" dedi,
Useyd:
— Yâ Rasûlallah, atın Yahya'yı çiğnemesinden
endişelendim. Çünkü çocuk ata yakın bir yerde idi. Başımı kaldırıp çocuğa
gittim. Başımı göğe doğru kaldırdığımda, beyaz bulut gölgesine benzer bir sis
içinde kandiller gibi birçok şeylerin parlamakta olduklarını gördüm. Artık bu
beyaz gölge tabakası içindeki ışıklı parlak cisimler manzumesi göğe doğru
çekilip çıktı. Nihayet onu görmez oldum, dedi.
Peygamber (S):
— "Bilir misin onlar nedir?" buyurdu.
Useyd:
— Hayîr, dedi. Peygamber:
— "Onlar meleklerdi, senin Kur'ân okuyuş
sesine yaklaşmışlardı. Eğer okumaya devam etseydin, sabaha kadar seni
dinlerlerdi. İnsanlar da onlara bakarlardı. Onlar insanların gözünden
gizlenemezlerdi" buyurdu [49].
Râvî İbnu'1-Hâd: Bana
bu hadîsi Abdulah ibn Habbâb, Ebû Saîd el-Hudrî'den, Useyd ibnu Hudayr'dan
tahdîs etti, dedi.
39-.......Abdulazîz
ibn Rufey' şöyle dedi: Ben Şeddâd ibn Ma'kıl ile beraber îbn Abbâs'ın yanma
girdim. Şeddâd ibn Ma'kıl, îbn Abbâs'a:
— Peygamber (S) birşey bıraktı mı? diye sordu.
İbn Abbâs:
— Mushaf'ın iki yanını
kuşatan cildler arasında bulunandan başka birşey bırakmadı, dedi.
Biz yine beraberce
Muhammed ibnu'l-Hanefiyye'nin yanına girdik ve ona da aynı suâli sorduk.
Muhammed ibnu'l-Hanefiyye de:
— iki kap arasında
bulunandan başka birşey bırakmadı, dedi[50].
40-.......Ebû
Musa'dan: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Kur'ân okur mü'min kimsenin
benzeri, tadı güzel, kokusu güzel turunç -portakal- meyvesi gibidir. Kur'ân
okumaz mü'minin benzeri, tadı güzel ve fakat kokusu olmayan hurma gibidir.
Kur'ân okuyan fâcir kimsenin benzeri, kokusu güzel, tadı acı rey hâne otu
gibidir. Kur'ân okumayan fâcir kişinin benzeri ise tadı acı, kokusu yok Ebû
Cehil karpuzu gibidir" [51].
41-.......
Abdullah ibn Dînâr tahdîs edip şöyle dedi: Ben İbn Umer'den işittim, Peygamber
(S) şöyle buyurmuştur: "Geçmiş ümmetlerin müddetlen içinde sizin
müddetiniz, ancak ikindi namazı ile güneşin batması arasındaki müddet gibidir.
Sizin meseliniz ile Ya-hûdîler ve Hristiyanlar'ın meseli, birtakım işçiler
tutan şu kimsenin meseli gibidir: O kimse:
— Gündüzün yarısına kadar
benim için birer kırat yevmiyeye karşılık kim çalışır? dedi.
Yahudiler çalıştı.
Sonra:
— Gündüzün yarısından
ikindiye kadar birer kırat yevmiyeye kim çalışır? dedi.
Hrıstiyanlar çalıştı.
Sonra sizler ikindiden
akşama kadar ikişer kırat ikişer kırat yevmiye ile çalışıyorsunuz. Eski
ümmetler:
— Biz çok çalıştık, az ücret aldık, dediler.
Allah:
— Hakkınızdan eksilttim mi? buyurdu.
— Hayır, dediler. Allah:
— İşte bu, benim fadlımdır ki, ben onu
dilediğime veririm, buyurdu [52].
42-.......Talhatu'bnu
Musarnf tahdîs edip şöyle dedi: Ben, Abdullah ibn Ebî Evfâ'ya:
— Peygamber (S) vasiyyet etti mi? diye sordum.
O:
— Hayır, dedi. Ben de:
— Öyle ise, insanlara vasiyyet nasıl yazıldı,
yâhud Peygamber vasiyyet etmediği hâlde insanlar nasıl vasiyyetle emrolundular?
dedim.
Abdullah ibn Ebî Evfâ:
— Peygamber, Allah'ın
Kitâbı'na tutunmakla vasiyyet etti, dedi [53].
"Sana
indirdiğimiz o Kitâb -ki karşılarında okunup duruyor- onlara kâfi gelmedi mi?
Onda îmân edecek bir kavim için elbette bir rahmet ve bir öğüt var"
(el-Ankebût: 51) [54].
43-.......Ebû
Hureyre şöyle diyordu:.Rasûlullah (S): "Allah, Peygamber'e Kur'ân'ı
tegannt etmesi karşılığı kadar hiçbir şey için mükâfat vermemiştir"
buyurdu.
Râvî Ebû Seleme'nin
bir arkadaşı ona "Yeteğannâ bihi" sözüyle "Yecheru bihi (=
Demek istiyor)" dedi(;aslında: "İstima' etmemiştir", fakat
bundan murâd bol mükâfattır) [55].
44- Bize Alî
ibnu Abdillah tahdîs etti. Bize Sufyân ibn Uyeyne, ez-Zuhrî'den; o da Ebû
Seleme ibn Abdirrahmân'dan; o da Ebû Hu-reyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber
(S): "Allah, Peygamber'e Kur'-ân'ı tegannî etmesi karşılığı kadar
hiçbirşey için mükâfat vermedi" buyurdu.
Sufyân ibn Uyeyne: "Yeteğannâ"
lafzının tefsiri "Yesteğnî bi-hi"dir, dedi. (Yânî "Kur'ân'la
tegannî eder" demek, "Onunla yetinir, mustağnî olur" demektir,
dedi.)
45-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah(S)'tan işittim, şöyle buyuruyordu:
"Şu iki kişiden başkasına gıbta edilmez: Bunlardan biri, Allah kendisine
Kitâb'ı verdi, o da bu Kitâb'la gece saatlerinde kaaim oldu (onu okuyup
uyguladı). Diğeri de Allah kendisine mal verdi, o da bu malı gece saatlerinde
ve gündüz saatlerinde sadaka yapar durur" [57].
46-.......Ebû
Hureyre şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "İki kimseden
başkasına gıbta edilmez: Biri, Allah ona Kur'ân öğretmiş, o da gecenin
saatleriyle gündüzün saatlerinde Kur'ân okur ve komşusu işitir de: Keski
Fulân'a verilen Kur'ân ni'meti gibi bana da verilseydi ve onun amel ettiği gibi
ben de amel etseydim, der. İkincisi, Allah ona da mal vermiştir, o da malını
hakk yolunda sar-/etmektedir. Bunu bilen bir kimse: Keski şu Fulân kimseye verilen
mal gibi bana da verilse de onun hayır işlediği gibi ben de işleseydim diye
imrenir" [58].
'Sizin en hayırlınız
Kur'ân öğrenen ve öğretendir*'.
47-.......
Usmân(R)'dan Peygamber (S): "Sizin
en hayırlınız Kur'ân'ı öğrenen ve öğretendir" buyurdu.
Hadîsin râvîsi Sa'd
ibn Ubeyde şöyle dedi: Ebû Abdirrahmân es-Sulemî, Usmân ibn Affân'ın halifeliği
zamanından Haccâc ibn Yûsuf es-Sakafî zamanı oluncaya kadar insanları okuttu..
Ebû Abdirrahmân es-Sulemî:
— İşte Kur'ân'ı
öğrenen ve öğretenin efdaliyeti hakkında Usmân'-ın Peygamber'den rivayet ettiği
bu hadîstir ki, beni şu Kur'ân okutma makaamıma oturtmuştur, dedi.
48-.......Ebû
Abdirrahmân es-Sulemî'den: Usmân ibn Affân şöyle dedi:
— Peygamber (S):
"Muhakkak ki en faziletli olanınız, Kur'ân'ı öğrenen ve öğretendir"
buyurdu [59].
49-.......Sehl
ibn Sa'd (R) şöyle demiştir: Peygamber'e bir kadın geldi de kendi nefsini
Allah'a ve Rasûlü'ne hibe ettiğini söyledi. Peygamber:
— "O kadına bir sevb ver" buyurdu.
Adam:
— Bulamıyorum, dedi. Peygamber (S):
— "Ona velev demirden yapılmış bir halka
ver" buyurdu. O zât özür beyân edip hüzünlendi.
Bu sefer Peygamber:
— "Kur'ân'dan sende ne var?" diye
sordu. O zât:
— Şu ve şu sûreler var, dedi. Peygamber:
— "Öyleyse Kur'ân
'dan sende bulunan o sûreler karşılığında seni o kadınla evlendirdim"
buyurdu [60].
50-.......
Sehl ibn Sa'd şöyle demiştir: Bir kadın Rasûlullah'a geldi de:
— Yâ Rasûlallah! Ben
nefsimi sana hibe etmek için geldim, dedi.
Rasûlullah kadına
baktı. Bakışı yukarıya kaldırıp doğrulttu, sonra başını aşağıya indirdi. Kadın,
Peygamber'in kendisi hakkında her-hangibir hüküm vermediğini görünce oturdu.
Müteakiben Peygamber'in sahâbîlerinden bir kimse ayağa kalktı da:
— Yâ Rasûlallah! Eğer
Sen'in bu kadına ihtiyâcın yoksa, beni onunla evlendir, dedi.
Rasûlullah (S) ona:
— "(Mehr olacak) birşeyin var mı?"
diye sordu. O zât:
— Hayır vallahi yâ Rasûlallah (yoktur), dedi.
Rasûlullah:
— "Akrabanın yanına git de bak, birşey
bulacak mısın?" buyurdu.
Bunun üzerine o zât
gitti, sonra dönüp geldi de:
— Hayır vallahi yâ Rasûlallah, hiçbirşey
bulamadım, dedi. Rasûlullah:
— "Bak, velev demirden bir yüzük olsun
(bul)" buyurdu. O zât yine gitti, sonra dönüp geldi de:
— Hayır yâ Rasûlallah,
demirden bir yüzük de bulamadım. Ve-Iâkin şu izârım (belden aşağı örten
ihramım) var. -Sehl: Onun ridâsi, yânî belden yukarısını örten ihramı yoktu,
dedi.- Bunun yarısı onun olsun, dedi.
Bunun üzerine
Rasûlullah:
— "İzârınla ne yapabilirsin; onu sen
giyersen kadının üstünde ondan birşey bulunmaz, açıkta kalır; kadın giyerse
senin üzerinde ondan birşey kalmaz, sen çıplak kalırsın" buyurdu.
Adamcağız bulunduğu
yere oturdu. Bu oturuşu uzayınca da nihayet kalkıp (üzüntülü hâlde) gitti.
Rasûlullah bu zâtın (hüzünlü ve ümîdsiz) arkasını çevirip gittiğini görünce,
onun geri getirilmesini emretti. O zât çağırıldı. Geldiği zaman:
— "Kur'ân'dan senin ezberinde ne
var?" diye sordu.
— Ezberimde şu sûre,
şu sûre, şu sûre var! diye birtakım sûreler saydı.
Rasûlullah ona:
— "Sen bu sûreleri ezberinden okuyor
musun?" diye sordu O zât:
— Evet (okuyorum), dedi. Rasûlullah:
— "Öyleyse git, Kur'ân 'dan ezberindeki
sûrelerle seni bu kadına mâlik kıldım" buyurdu [62].
51-.......
İbn Umer'den, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur:
"Kur'ân
sâhibi(hâfız kişi)nin benzeri, bağlı devenin sahibinin misâli gibidir. Eğer
deve sahibi devesini gözetler durursa onu elinde tutabilir, ona dikkat etmeyip
bırakıverirse deve kaçar gider" [63].
52-.......Abdullah
ibn Mes'ûd şöyle dedi: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Kur'ân sahihlerinin
birisi için şu şu âyetleri unuttum demesi ne fena şeydir. Bunun yerine
unutturuldu denilmek gerektir. Kur'ân sahibi olan hafızlar! Sizler Kur'ân 'ı
dâima okuyup müzâkere ediniz! Çünkü Kur'ân'ın hafız kişilerin gönüllerinden
ayrılıp kaçması develerin boşanıp kaçmasından daha şiddetlidir".
53- Bize
Usmân ibn Ebî Şeybe tahdîs etti. Bize Cerîr ibn Abdilhamîd, Mansûr ibnu'I-Mu'temir'den,
bundan evvelki hadîsin benzerini tahdîs etti.
Râvî Bişr ibn
Abdillah, bu hadîsi Abdullah ibnu'l-Mubârek'ten; o da Şu'be'den diye rivayet
etmekte Muhammed ibn Ar'ara'ya mutabaat etti.
Abdulmelik ibn
Abdilazîz ibn Cureyc de, Abdete'bne Ebî Lu-bâbe'den; o da Şakîk ibn Seleme'den,
Şakîk'in: Ben Abdullah ibn Mes'ûd'dan işittim, ben Peygamber(S)'den işittim,
diye bu hadîsi bu senedle rivayet etmekte Muhammed ibn Ar'ara'ya mutâbaat etti.
54-.......
Ebû Musa'dan: Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Kur'ân'ı ezberde
tutmaya ihtimam ediniz. Nefsim elinde olan Allah'a yemîn ederim ki, Kur'ân'ın
hafızadan çıkıp kaçması, bağlı develerin (ihtimâmsızlık yüzünden) boşanıp kaçmalarından
daha şiddetlidir" [64].
55-.......Abdullah
ibn Muğfel: Ben Mekke fethi günü Rasülullah(S)'ı binek hayvanı üzerinde
el-Fetih Sûresi'ni okurken gördüm, demiştir [66].
56-.......
Saîd ibn Cubeyr şöyle dedi: Sizin Kur'ân'dan el-Mufassal adını vermekte olduğunuz
kısım, içinde hiç nesh bulunmayan el-Muhkem'dir.
Ve yine Saîd ibn
Cubeyr dedi ki; İbn Abbâs: Ben on yaşında iken, Kur'ân'ın el-Muhkem kısmını
okumuş olduğum hâlde Rasûlullah (S) vefat etti, demiştir.
57-.......Saîd
ibn Cubeyr şöyle demiştir: İbn Abbâs (R):
— Ben Rasûlullah (S)
zamanında el-Muhkem'i hafızamda topladım, dedi.
Ben de îbn Abbâs'a:
— el-Muhkem nedir? diye sordum. İbn Abbâs:
— el-Mufassai'dır, dedi [67].
"Biz seni
okutacağız da sen asla unutmayacaksın. Allahhn dilediği başka39 (ei-A'iâ: 5-7)
kavli babı
58-.......Âişe
(R) şöyle dedi: Peygamber (S) mescidde Kur'ân okumakta olan bir kimsenin sesini
işitti de: "Allah ona merhamet eylesin. Yemin olsun o bana, fulân sûreden
şu şu âyetleri hatırlatmıştır" buyurdu.
59-.......Buradaki
rivayette Hişâm "Ben o âyetleri (unutmak sebebiyle) fulân sûreden
düşürmüştüm" lafzını ziyâde etti.
Alî ibn Mushir ile
Abdetu ibnu Süleyman bu hadîsi Hişâm'dan rivayet etmekte Muhammed ibn Ubeyd'e
mutâbaat etmişlerdir.
60-.......Âişe
şöyle demiştir: Rasûlullah (S) geceleyin bir sûre içindeki âyetleri okumakta
bulunan bir kimsenin sesini işitti de: "Allah ona merhamet eylesin! And
olsun o kimse bana, şu şu sûrelerden bana unutturulmuş bulunan şu ve şu
âyetleri hatırlatmıştır" buyurdu [68]
61-.......Abdullah
İbn Mes'ûd şöyle dedi: Peygamber (S): "Kur'ân 'ı ezberleyenlerin biri için
'Ben şu ve şu âyetleri unuttum' demesi ne kötü sözdür. Bunun yerine söylenmesi
gereken söz 'Unutturuldu' sözüdür" buyurdu [69].
62-.......Ebû
Mes'ûd el-Ensârî şöyle dedi: Peygamber (S): "ei-Bakara Sûresi'nin sonundan
iki âyet: her kim bu iki âyeti bir gecede okursa, bunlar o kimseye kifayet
ederler" buyurdu [71].
63-.......
ez-Zuhrî şöyle dedi: Bana Urvetu'bnu'z-Zubeyr, el-Mısver ibn Mahrame ve
Abdurrahmân ibn Abdin el-Kaarî hadîsinden haber verdi. Bu iki zât, Umer
ibnu'l-Hattâb'dan şöyle derken işitmişlerdir: Ben, Rasûlullah'ın sağlığında
Hişâm İbn Hakîm ibn Hi-zâm'ı el-Furkaan Sûresi'ni okumaktayken işittim. Onun
okuyuşuna kulak tuttum, duydum ki, Hişâm bu sûreyi Rasûlullah'm bana okutmadığı
birtakım lehçeler üzere okuyor. Az kaldı namazın içinde üzerine atılıp onunla
çekişecektim. Fakat onu bekledim. Nihayet selâm verince (kaçırmamak için) hemen
ridâsmı göğsünün üzerinde toparlayıp:
— Senden işittiğim bu sûreyi sana kim okuttu?
dedim.
— Bana bu sûreyi
Rasûlullah okuttu, dedi.
— Yalan söyledin.
Allah'a yemîn ederim ki, senden işittiğim bu sûreyi bana muhakkak Rasûlullah
okutmuştur, dedim.
Ve onu yakasından
çekerek Rasûlullah'a götürdüm de:
— Yâ Rasûlallah! Ben
bunu, el-Furkaan Sûresi'ni, Sen'in bana okutmamış olduğun birçok lehçeler üzere
okurken işittim. Hâlbuki el-Furkaan Sûresi'ni bana okutan Sen'sin, dedim.
Bunun üzerine
Rasûlullah (S):
— "Yâ Hişâm, o sûreyi oku!" diye
emretti.
Hişâm da o sûreyi
benim kendisinden işitmiş olduğum kıraatle okudu.
Rasûlullah:
— "Sûre böyle indirildi" buyurduktan
sonra:
— "Oku yâ Umer!" diye emretti.
Ben de o sûreyi,
kendisinin bana okutmuş olduğu okuyuşla okudum. Bitirdiğimde Rasûlullah:
— "Sûre böyle indirildi" buyurdu.
Bundan sonra da Rasûlullah:
— "Şübhesiz bu Kur'ân yedi harf üzere
indirilmiştir. Binâenaleyh kolay gelenini okuyunuz" buyurdu [72].
64-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) geceleyin mescidin içinde Kur'ân okumakta
olan bir okuyucunun sesini işitti de: "Allah o kimseye merhamet eylesin.
Yemîn olsun o kimse bana şu ve şu sûreden (unutturulması sebebiyle) düşürdüğüm
şu ve şu âyetleri hatırlattı" buyurdu [73].
Ve yine Yüce Allah'ın:
"5/z onu bir Kur'ân olmak üzere (âyet âyet) ayırdık ki> insanlara karşı
onu dura dura (ağır ağır, tane tane) okuyasın..±" (ei-îsrâ: ioö) kavli;ve
mekruh olan okuyuşun, şiirin kesik kesik sür'atle okunması gibi Kur'ân'ın çabuk
çabuk okunması olduğu. "Fîha yufraku" (ed-Duhân: 4),
"Yufassalu" demektir.
İbn Abbâs:
"Faraknâhu" (ei-tsrâ: ioö), "Fassalâhu" demektir, dedi [74].
65-.......Ebû
Vâil Şakîk ibnu Seleme şöyle dedi: Biz kuşluk vakti Abdullah ibn Mes'ûd'un
yanma gittik. Bir kimse: — Ben dün gece el-Mufassal'ı okudum, dedi. Bunun
üzerine İbn Mes'ûd: — Şiir okuyuşu gibi çabuk çabuk okudun. Bizler kıraati
işittik.
Ve ben Peygamber'in
okumak i'tiyâdmda olduğu uzunlukta birbirine yakın olan sûreleri el-Mufassal
grubundan on sekiz sûreyi ve "Hâ Mîm" ailesinden iki sûreyi elbette
ezberimde tutmaktayım, dedi [75].
66-.......
İbn Abbâs (R) "Onu acele etmen için dilini onunla
depretme
"(d-Kıyâme. 16) kavli hakkında şöyle dedi: Rasûlullah (S), Cibril
kendisine vahy getirdiği zaman, vahyi çabuk ezberlemek kasdıyle dilini ve
dudaklarını kımıldatırdı, bu da kendisine şiddetli olurdu da kendisine vahy
geldiği bundan anlaşılırdı. Bunun üzerine Allah "Lâ uksimu
bi-yevmVl-kıyâmeti" Sûresi'ndeki şu âyetleri indirdi:
"Onu acele etmen
için dilini onunla depretme. Onu toplamak, onu okutmak şübhesiz bize âiddir.
Öyleyse biz onu okuduğumuz vakit, sen onun kıraatine uy" (yânî: Biz onu
indirdiğimiz zaman sen yalnız dinle). "Sonra onu açıklamak da hakikat bize
âiddir".
İbn Abbâs: "Onu
senin lisânınla beyân etmek bize âiddir" dedi.
Ve yine İbn Abbâs:
Cibril O'na geldiği zaman sessizce dinler, o gittiği zaman ise Allah'ın O'na
va'd ettiği gibi gelen vahyi okurdu, dedi [76].
29- OKUMADA UZATILACAK
HARFLERİ UZATMAK BABI
67........Katâde
tahdîs edip şöyle dedi: Ben Enes ibn Mâlik'e, Peygamber'in okuyuşunu sordum da,
o:
— Peygamber (S),
uzatılması gereken harfleri uzatırdı, dedi [77].
68-.......
Katâde şöyle dedi: Enes ibn Mâlik'e:
— Peygamber'in okuyuşu nasıl idi? diye soruldu.
Oda:
— Peygamber'in okuyuşu, uzatılacak harfleri
uzun okur ıdı,
dedi.
Sonra Enes (misâl
olarak) BismVMhVr-rahmânVr-rahîmh okudu da;
— Peygamber BismVMh\ uzatır, er-Rahmân\ uzatır
ve er-Rahîm'i uzatır idi, dedi [78].
69-.......Ebû
Iyâs tahdîs edip şöyle dedi: Ben Abdullah ibn Mugaffel'den işittim, o şöyle
dedi: Ben Peygamber(S)'i dişi devesi -yâhud erkek devesi- üzerinde Kur'ân
okurken gördüm; deve Peygamber'e yol aldırıyor, Peygamber de el-Feth Sûresi'ni
-yâhud el-Feth Sûresi'n-den- yumuşak bir okuyuşla okuyordu. Peygamber tercî'
yaparak okuyordu [79].
"Dağlan ve
kuşları, Dâvûd ile birlikte tesbîh etmek üzere ram etmiştik. Bunları yapanlar
bizdik" (ei-Enbiyâ: 74).
"Şâmm hakkı için
Davud'a bizden birfadl verdik: Ey dağlar çınlayın onunla beraber ve ey kuşlar!
dedik ve ona demiri yumuşattık." (Sebe': 10)
"Hakîkaten sânım
hakkı için Davud'a, en güzel inâbe etmiş olan Dâvûd Peygamber'e bizden, bizim
tarafımızdan, yânî ale'1-âde değil, ilâhî azameti ayrıca bir hususiyetle ifâde eden,
mahzâ ilâhî bir atıyye, fevkalâde bir mu'cize olarak bir fadl, o vakte kadar
diğer peygamberlere verilenden fazla bir âyet, bir ni'met verdik. Şöyle ki (Yâ
Cibâlu evvibî maahu): Ey dağlar, dedik, onunla beraber te'vîb yânî tercî'
yapın, ötün, çınlayın! (Ve't-Tayraı) Siz de ey kuşlar!- Yukarıda geçen
el-Enbiyâ: 74. âyeti, gelecek olan Sâd Sûresi'nin 17-19. âyetleri bunun
tefsiri demektir. Yâ'nî Dâ-vûd'a öyle güzel bir ses, öyle şanlı bir edâ
verilmişti ki, akşam sabah tesbîh ettikçe onun sesine bütün dağlar ve kuşlar
iştirak eder, çınlar öterlerdi. Demek ki, güzel sesle hüsnü elhân Davud'un
husûsî bir fazileti, kuşları dahî başına toplayan bir mu'cizesi olmuştu. Bu
ma'nâ iledir ki, Dâvûdî savt meşhur olduğu gibi, Davud'un mezamiri de
meşhurdur. Bu güzel san'-atı, İslâm'da mutlak surette kötülenmiş zannedenler
olmuştur. Fakat bilmek lâzım gelir ki, kötülenmiş olan fısk lahinleridir.
Yoksa Kur'ân okurken tertîl ve savt güzelleştirmesi emredilmiştir. Bu bâbda
sahîh hadîs kitâbla-rında hayli hadîsler vardır. Birçokları gınanın, yânî
mûsikînin te'sîrini rû-hânî zannederler. Böyle bir zann, ruhu hevâ
zannetmektir. Ses bir hevâ ihtizazı olduğu için mûsikînin doğrudan doğruya
verdiği te'sîr ve heyecan, bir buse zevki gibi cismânî ve asabî bir te'sîrdir.
Teğannî ancak bir kelimenin, bir kelâmın ma'nâsını ruha duyurmağa hizmet
etmesi i'tibâriyle-dir ki ruhanî bir kıymet olabilir. Fısk ehli, hep şehevânî
mevzûlarla cismânî heyecan aradığı için, ma'nâyı öldürerek sâde â'sâba basan
kuru nağmelerle cismânî te'sîr arar. Bu ise rûhânî şuuru terbiye değil, ifna
eder. Belki fâsık için bütün şuurundan geçip akletmez bir mest olmak bir
zevktir. Fakat dînin, şer'in vermek istediği zevk bu değil, güzel ma'nâlı,
mukaddes şuurlu bir hayât yaşatmaktır. Seri' istiyor ki Kur'ân okunurken ses
güzel-leştirilsin, teğannî edilsin, ancak nazmı bozarak, ma'nâyı unutturarak
kuru ses ta'kîb eden fısk ehli lahinleri ve nağmeleriyle değil, elfâzm
tecvidini, fesahatini bozmayarak, ma'nâsını belâğatinin incelikleriyle duyarak
şuurlu bir hayât yaşatacak olan bir lahn ile okunsun ki, buna Peygamber'in
hadîsinde "Yuhûnu
Arab" ta'bîr buyurulması, biz Kur'ân okurken Hz. Davud'un mu'cizesini
yaşamış oluruz. Nitekim Kur'ân'ı güzel okuyan hakkında "Âlu Davud'un
mizmârlarından bir mizmâr verilmiştir" diye sitayiş buyurulmuştur. Hz.
Davud'un dağları teshir eden, uçan kuşları durduran mu'cizesi de kura bir ses
oyunundan ibaret mücerred terennümler değil, ruhtan kopup Huda'ya arz olunan
takdisler ve teşbihler idi. Nitekim bu ma'nâyı belâgatle ifâde için onun
maiyyetinde dağlar zevi'1-ukûl gibi gösterilerek "Fa Cibâlu " diye
nida "Ve't-Tayra" onun mahalline atıf edilmiştir. Dağlar, kuşlar
böyle musahhar olduğu gibi ve ona demiri de yumuşattık. (Hakk Dîni, V,
3946-3949).
Onlar ne derlerse sabr
et. Kulumuzu, o kuvvet sahibi Davud'u hatırla. Çünkü o çok tercîyapar(evvâb)
idi. Çünkü biz dağları (kendisine) musahhar kıldık ki, bunlar akşamleyin ve
işrâk vakti -kuşluk vakti- onunla birlikte durmayıp tesbîh ederlerdi. Toplanıp
gelen kuşları da. Toplu olarak hepsi onun için tercî' yapar(ewâb)idi (Sâd:
n-19).
"Evvâb, Tevvâb
vezninde Evb'den mubâleğah ismi faildir. Evb, Râ-gıb'ın beyanına göre rucûun
bir nev'i, iradî olan kısmıdır. Dönülmesi lâzım gelen yere dönmek demektir. Bu
ma'nâdan Evvâb, Tevvâb gibi Allah'a çok rucû' eden demek olur. Onun için burada
1 Jjı sur jı £Wj« diye tef-sîr etmişlerdir. Ancak reccâ', hem rucû'dan, hem de
müteaddîsi olan re-ci'den olabilir. Reci* ise irca' ve tercî' man'âlarına
geldiğine ve seste tercî', nağme ve ahenk yapmak veya sadâ vermek demek
olduğuna göre reccâ', iyi tercî' yapan mürecci' ma'nâsıni dahî ifâde etmiş
olur. Nitekim L- • * juUW (Sebe': ıo) de bu ma'nâ açıktır. Bu münâsebetle
evvâb, Mucâhid'-den rivayet olunduğu üzere bir de müsebbih, çok tesbîh eden
ma'nâsına tefsîr edilmiştir ki Ebu's-Suud bunun vechinde şöyle diyor: İkinci
evvâb, müsebbi yerine konmuştur, çünkü tesbîhi tercî' yapıyordu, mürecci' de
reccâ'dır. Çünkü ard ardına fiiline rucû' eder durur. Evvâb, Allah Taâ-lâ'ya
çok rucû' eden tevvâb demek olduğuna göre de çok tevbekâr olanın âdeti çok
zikru tesbîh ve takdîs etmektir. Kaamusda evb, kasd ve istikaa-met ira'nâlarına
dahî geldiğinden evvâb, çok doğru ve azimkar demek de olabilir. Şu halde evvâb
bir çok ma'nâlara muhtemil bir kelime olduğundan hepsini aynı bir kelime ile
terceme kaabil olmıyacaktır. Evvelâ Allah'a rucû' sûfîlerin iradî mevt ta'bîr
ettikleri fena fillah makaamıdır ki tevbe ve inâbe bunun başıdır. Bu makaamda
sâdır olan her kuvvet ilâhîdir. Onun için te'yîd ve kuvvetinin illetinde şöyle
buyuruluyor. Çünkü o bir evvâb idi. • *~ JM-ı ^s~ w > Hakîkaten biz dağlan
onun maiyyetinde musahhar kılmıştık. Öyle ki dağlar < ji^vtj^ı,^^-.»akşam ve
işrak vakıtları tesbîh ederlerdi. Bunun zahiri onunla beraber sesle tesbîh
etmeleri, onun tes-bîhine te'vîb ve tercî' tarikiyle cevâb vermeleridir.
Rasûlulah'm avucunda taşların tesbîhi kabilinden olduğu da söylenmiştir...
(Hakk Dîni, VI, 4086-4090).
70-.......Ebû
Musa'dan, Peygamber (S) ona hitaben: "Yâ Ebâ Mûsâ! Muhakkak sana Dâvûd
Peygamberin nağmelerinden bir nağme -bir sadâ ahengi- verilmiştir" buyurdu
[80].
71- Bize
Umer ibn Hafs ibn Gıyâs tahdîs etti. Bize babam tah-dîs etti. Bize el-A'meş,
İbrahim'den; o da Abîde'den tahdîs etti. Abdullah ibn Mes'ûd şöyle dedi:
Peygamber (S) bana:
— "Haydi bana karşı Kur'ân oku" diye
emretti.
Ben:
.
— Kur'ân Sana
indirildiği hâlde ben onu Sana karşı mı okuyayım? dedim.
Peygamber:
- "Ben Kur'ân 'ı
kendimden başkasından işitmeyi severim " buyurdu [81].
72-.......Abdullah
ibn Mes'ûd şöyle dedi: Peygamber (S) bana:
— "Haydi bana karşı oku" diye
emretti. Ben:
— Yâ Rasûlallah!
Kur'ân Sana indirildiği hâlde, onu Sana karşı mı okuyacağım? dedim.
Peygamber:
— "Evet" buyurdu.
Bunun üzerine ben
en-Nisâ Sûresi'ni okumağa başladım. Nihayet şu "Her ümmetten birer şâhid,
onların üzerine de seni bir şâhid olarak getirdiğimiz zaman hâlleri nice
olur" (en-Nisâ: 4i) âyete geldiğimde, Peygamber:
— "Şimdilik sana
yeter" buyurdu.
Ben Peygamber'e
döndüm, bir de baktım ki, Peygamber'in iki gözü yaş döküyordu [82].
Ve Yüce Allah'ın:
"Artık Kurlarımdan
kolay geleni okuyun" (ei-Muzzemmii: 20) kavli [83].
73- Bize Alî
ibnu'l-Medînî tahdîs etti. Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs edip şöyle dedi:
Abdullah ibn Şubrume bana:
— Ben kişiye
Kur'ân'dan ne mikdârmın kâfî geleceğine baktım da üç âyetten daha az bir süre
bulamadım, dedi.
Bunun üzerine ben de:
— Hiçbir kimseye üç
âyetten daha az okuması lâyık olmaz, dedim [84].
Alî ibnu'l-Medînî
şöyle dedi: Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs etti. Bize Mansür ibnu'l-Mu'temir,
tbrâhîm en-Nahaî'den; o da Ab-durrahmân ibn Yezîd'den haber verdi. Ona da
Alkame, Ebû Mes'ûd'dan haber vermiştir. Alkame şöyle demiştir: Ben Ebû
MesJ-ûd'a Beyt'i tavaf eder hâlde kavuştum; Ebû Mes'ûd, Peygamber(S)'i (ve
O'nun): "Bir gecede el-Bakara Sûresi'nin âhirinden iki âyeti okuyan
kimseye hu iki âyet kifayet eder" sözünü zikretti [85].
74-.......Abdullah
ibn Amr şöyle dedi: Babam beni asâletli bir aile kadını ile evlendirdi ve her
zaman geçimimiz hususunda göz kulak olup, gelininden kocası Abdullah hakkında
sorguda bulunurdu. Karım da:
— Abdullah erkek nev'i
arasından öyle güzel bir kocadır ki, biz ona geldiğimizden beri aile döşeğimize
ayak basmadı (yatmadı), örtülü eteğimizi araştırıp yoklamadı, demiştir.
Babam Amr'in bu
yoldaki incelemeleri uzayınca, nihayet Pey-gamber'e oğlunun bu hâlini arzetti.
Peygamber de:
— "Abdullah'ı bana getir" buyurdu.
Sonra Peygamber(S)'e kavuştuğumda bana:
— "Nasıl oruç tutarsın?" diye sordu.
Ben de:
— Her gün, dedim.
— "Nasıl hatmedersin?" dedi.
— Her gece, dedim. Bunun üzerine Peygamber:
— "Her ayın üç gününde oruç tut, her ayda
bir Kur'ân'ı okuyup hatmeyle" buyurdu.
Ben:
— Bundan çoğuna da gücüm yetişir, dedim.
Peygamber:
— "Öyleyse her haftada üç gün oruç
tut" buyurdu. Ben:
— Bundan çoğuna da gücüm yetişir, dedim.
Peygamber:
— "İki gün iftar et, bir gün oruç
tut" dedi. Ben de:
— Bundan çoğuna da gücüm yetişir, dedim.
Peygamber:
— "Oruçların en faziletlisi olan Dâvûd
Peygamber orucu tut ki,
bir gün oruç, bir gün
iftardır. Bir de yedi gecede bir kerre Kur'ân'ı okuyup hatmeyle" buyurdu.
(Abdullah sonraları bu
hadîsi rivayet ederken:)
— Ah keski ben,
Rasûlullah'm bana verdiği ruhsatı kabul edeydim, îşte şimdi yaşlandım, zayıf
düştüm! diye hayıflanıyordu.
Bundan dolayı
ihtiyarlık çağında Abdullah ibn Amr, Kur'ân'm yedide birini gündüzden
ailesinden bâzılarının yanında okurdu ve gece okuyacağı Kur'ân'ı gündüz okuyup
hazırlardı ki, gece okuması hafiflesin. Oruç hususunda kuvvetli bulunmak
isteyince de birkaç günler arka arkaya oruç tutmazdı ve bu oruç tutmadığı
günleri sayardı ve -Peygamber'den ayrıldığı sıradaki ibâdet hayâtından birşey
bırakmayı çirkin gördüğünden- oruç tutmadığı günlerin sayısınca arka arkaya
oruç tutardı.
Ebû Abdillah el-Buhârî
dedi ki: Râvîlerin bâzısı, "Üç gecede bir defa hatmet"; bâzısı
"Beş gecede hatmet" dedi diye rivayet etmiştir. Abdullah ibn Amr'dan
rivayet eden râvîlerin çoğu "Yedi gecede bir defa hatmet" dedi, diye
rivayet ettiler [86].
75-.......Abdullah
ibn Amr: Peygamber (S) bana: "Sen Kur'ân'ı ne kadar müddet içinde
okuyorsun?" diye sordu.
76- Bana
İshâk tahdîs etti. Bize Ubeydullah ibnu Mûsâ, Şeybân en-Nahvî'den; o da Yahya
ibn Ebî Kesîr'den; o da Zuhre oğullan'-nın âzâdlısı Muhammed ibn
Abdirrahmân'dan; o da Ebû Seleme'-den haber verdi. Yahya ibn Ebî Kesîr: Ben
kendimi bu hadîsi Ebû Seleme'den işittim sanıyorum, dedi. Bundan biraz
durakladıktan sonra, kendisine bu hadîsi Muhammed ibn Abdirrahmân vâsitasıyle
işitmiş olduğu tahakkuk etti: Ben bu hadîsi Ebû Seleme'den işittim; o da
Abdillah ibn Amr'dan, dedi. Amr şöyle demiştir: Rasûlullah (S):
— "Kur'ân'ı bir ayda oku" diye
emretti. Ben:
— Kendimde kuvvet buluyorum, dedim. Nihayet
Rasûlullah:
— "Kur'ân'ı yedi günde oku, bunun üzerine
artırma!" buyurdu [87].
77- Bize
Sadaka ibnu'I-Fadl tahdîs etti. Bize Yahya ibn Kattan, Sufyân es-Sevrî'den; o
da Süleyman el-A'meş'ten; o da İbrâhîm en-Nahaî'den; o da Abîdete'den; o da
Abdullah ibn Mes'ûd'dan haber verdi. Yahya: Hadîsin bâzısı Amr ibn
Murre'dendir, dedi. İbn Mes'-ûd: Peygamber (S) bana şöyle buyurdu:,., dedi.
78- Bize
Müsedded, Yahya'dan; o da Sufyân'dan; o da el-A'meş'ten; o da İbrahim'den; o da
Abîdete'den; o da Abdullah ibn Mes'ûd'dan tahdîs etti. A'meş şöyle dedi:
Hadîsin biri "Bana Amr ibnu Murre, İbrahim'den tahdîs etti"
senediyledir. Ve keza "Sufyân'ın babasından; o daEbu'd-Duhâ'dan; o da
Abdullah ibn Mes'ûd'dan" senediyledir.
Abdullah ibn Mes'ûd
şöyle dedi: Rasûlullah (S):
— "Bana karşı oku" diye emretti. Ben:
— Kur'ân Sana
indirildiği hâlde, Sana karşı mı okuyayım? dedim. Rasûlullah:
— "Ben Kur'ân'ı benden başkasından işitmeyi
arzu ederim " dedi.
İbn Mes'ûd dedi ki:
Bunun üzerine ben en-Nisâ Sûresi'ni okudum. Nihayet "Her ümmetten birer
şâhid, onların üzerine de seni bir şâhid olarak getirdiğimiz zaman hâlleri
nasıl olur?"(en-Nisâ: 4i> âyetine ulaştığımda, Peygamber bana:
— "El çek -yâhud: Tut-!" diye
emretti.
Ben Peygamber'in iki
gözünü gördüm ki, onlar yaş akıtıyorlar [89].
79-.......Buradaki
senedle gelen rivayette Abdullah ibn Mes'ûd şöyle demiştir: Peygamber (S):
— "Bana oku" dedi. Ben:
— Sana indirildiği hâlde, Sana karşı mı
okuyayım? dedim. Peygamber:
— "Ben kendimden başkasından işitmeyi
severim" buyurdu [90].
80-.......Alî
(R) şöyle dedi: Ben Peygamber (S)'den işittim, şöyle buyuruyordu:
"Zamanın sonunda yaşlan küçük, akılları az, tecrübeleri kıt bir zümre
yetişecektir. Onlar mahlükaatın hayırlısı olan Peygamber'in sözünden
bahsedecekler. Fakat bunlar şiddetle atılan okun avı delip avdan öteye çıktığı
gibi, îslâm Dîni'den hemen çıkıvereceklerdir. Onların îmânları boğazlarından
öte geçmeyecektir. Siz onları her nerede rastgelirseniz hemen öldürünüz. Çünkü
(bunlar bozguncu anarşistlerdir;) bunları öldürmekte, öldüren kişiye kıyamet
gününde ecr ve sevâb vardır" [92].
81-.......
Ebû Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Ben RasûlulIah(S)'tan işitim, şöyle
buyuruyordu: "Sizin içinizden öyle zümreler türeyecektir ki, siz onların
namazlarının yanında kendi namazlarınızı, onların oruçlarının yanında kendi
oruçlarınızı, onların iyi işleri yanında kendi iyi işlerinizi küçük
göreceksiniz. Onlar Kur'-ân da okuyacaklar. Fakat Kur'ân(m feyzi) onların
hançerelerini geçmeyecek. Onlar okun avdan (delip) çıktığı gibi dînden çıkacaklar:
Okun sahibi (avı delip geçen) okunun demirine bakar (kan nâmına) birşey
göremez. Ağaç kısmına bakar, orada da birşey göremez. Yelesine bakar, onda da
kan bulaşığı göremez. Sonra avcı (acaba ava dokunmadı mı?) şübhesi ilefûk
(denilen yayın girecek) yerine bakar (orada da kan izi göremez)" [93].
82-.......Katâde,
Enes ibn Mâlik'ten; Ebû Musa'dan: Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Kur'ân'ı okuyan ve onunla amel eden mü'min kişi, tadı güzel, kokusu da
güzel portakal meyvesi gibidir. Kur 'ân 'ı okumayan, fakat onunla amel eden mü
'min kişi ise hurma .meyvesi gibidir; onun tadı güzel, fakat kokusu yoktur.
Kur'ân'ı okuyan münafık kişinin meseli, kokusu güzel, fakat tadı acı reyhâne
bitkisi gibidir. Kur'ân'ı okumayan münafık kişinin meseli de tadı acı yâhud
kötü ve kokusu acı Ebû Cehil karpuzu gibidir" [94].
83-.......
Cundeb ibn Abdillah'tan: Peygamber (S): "Kalbleriniz ülfet edip birleştiği
müddetçe Kur'ân 'ı okuyunuz, Kur'ân üzerinde ihtilâf ettiğiniz zaman da artık
kalkıp ondan dağdınız" buyurdu [95]
84-.......Cundeb'den:Peygamber
(S) şöyle buyurdu: "Kur'ân üzerinde gönülleriniz birleştiği müddetçe
okuyunuz. Kur'ân hakkında ihtilâf ettiğiniz zaman da artık kalkıp ondan
dağıtınız".
Ebû Imrân'dan; o da
Cundeb'den rivayet edilen bu hadîsi ref etmekte Haris ibnu Ubeyd ile Saîd ibnu
Zeyd, Sellâm ibnu Muti'a mutâbaat etmişlerdir. Zikredilen bu hadîsi Hammâd ibn
Seleme ile Ebân ibn Yezîd ref etmeyip, Cundeb .üzerine mevkuf olarak rivayet
etmişlerdir. (Lâkin Müslim, Ebân hadîsini merfû' olarak rivayet etmiştir.)
Gunder, zikredilen bu
hadîsi, Şu'be'den; o da Ebû Imrân'dan rivayet etti. Ebû İmrân: Cundeb'den
işittim, diyordu.
Ve İbn Avn da bu
hadîsi Ebû Imrân'dan; o da Abdullah ibn Sâ-mit'ten; o da Umer ibnu'1-Hattâb'dan
onun kavli olarak rivayet etti.
Cundeb'den rivayet
etmek, isnâd bakımından daha sahîh; bu hadîsi Umer'den rivayet edişten de daha
çoktur.
85-.......Abdullah
ibn Mes'ûd, bir kimseyi, kendisinin Peygamber'den hilafını işittiği bir
okuyuşla bir âyeti okurken işitti. (Dedi ki:)
— Hemen o kimsenin
elinden tutup, onu Peygamber'e götürdüm. Peygamber (S): "Her ikiniz de
güzel okuyorsunuz. Binâenaleyh her ikiniz de okuyunuz" buyurdu.
Râvî Şu'be şöyle dedi:
Gâlib zannıma göre Peygamber: "Şüb-hesiz sizden evvelki milletler ihtilâf
ettiler de bu ihtilâfları kendilerini helak etti" buyurdu [96].
Tenbîh
Bu Fadâtlu'l-Kur'ân
Kitâbı'nın bâb başlan ve hadîs metinleri, bir ramazân ibâdeti olarak tercemeye
başlanıp 16 Ekim 1972 Pazartesi yatsıdan sonra bitirilmişti. Onbir yıl sonra
Sahîh'in tercümesi İşi buraya ulaşınca, yine bîr ramazân ibâdeti olmak üzere,
vaktiyle tercüme edilen hadîslere haşiye şeklinde açıklamalar eklenmeye
başlandı. Bu haşiyeleri yazarken Buhârî şerhlerinden ve bilhassa İbn Kesîr'in
FadâHu'I-Kur'ân'mdan faydalanıldı -ki bu tarafımdan tercüme edilip 1978'de
Türdav yayınları arasında neşredilmişti-. Bu hâşiyeİendirme de 19 Haziran
1983/8 Ramazân 1403 Pazar günü ikindi ezanı okunurken müsvedde hâlinde
bitirildi. Allah'ıma sayısız hamd ve senalar olsun!
Bağlarbaşı-Üsküdar Mehmed
Sofuoğlu
[1] Kitâbu't-Tefsîr ile Kitâbu Fadâüi'l-Kur'ân arasındaki
münâsebet açıktır, gizli olmaz. Fadâil, Fadîlet'in cem'idir. Cevherî, Fadl ile
Fadîlet, Naks ile Nakîsa'-mn hilafıdır, demiştir (Aynî).
Buhârî, Kur'ân'm Faziletleri Kitâbı'nı Kitâbu't-Tefsîr'den sonra
zikretti, çünkü Tefsir daha mühimdir. İşte bundan dolayı Tefsir ile başladı
(İbn Kesîr).
[2] İbn Abbâs'ın "el-Muheymin " lâfzının tefsiri
hakkındaki sözüne gelince, Buhârî bununla el-Mâide Sûresi'nde Yüce Allah'ın
Tevrat ve İncîl'in zikrinden sonraki şu kavlini murâd etmiştir: "Sana da
hakk olarak Kitâb 'ı, kendinden evvelki kitabı tasdîk edici (ve doğrultucu) ve
ona karşı bir şâhid olmak üzere gönderdik, o hâlde aralarında Allah'ın
indirdiği İle hükmet..." (el-Mâide: 48).
İbn Abbâs bir rivayette "Muheyminen aleyhi", "Şehîden
aleyhi" (yânî "Onun üzerine bir şâhiddîr") şeklinde söylemiştir.
"Heymene"nin
ash "Hıfzetmek" ve "Gözetmek"tir... Yüce Allah'ın isimlerinde
de "el-Muheymin" (el-Haşr: 23) vardır. Bu, herşey üzerine şâhid,
herşe-yi bakıp gözetici ve muhafaza edici demektir.
Kur'ân'ın diğer
peygamberlerin kitâbları lehine veya onlar üzerine şehâde-ti bir gerçektir.
Ehli kitâbm ilâhî kitâbdan bir nasibe mazhar kılındıkları hâlde kendilerine
hatırlatılan şeylerden büyük bir payı tahrif ettikleri ve unutmuş ol-duklan,
Kur'ân'm şehâdeti cümlesindendir. Ve yine onların kendi kitâblarmın hepsini
muhafaza edemedikleri, muhafaza etmekte olduklarının bir kısmını dahî tahrif
etmiş bulundukları hususu da bu şehâdet cümlesindendir.
[3] Peygamber'in Medine'de on sene ikaamet etmesi,
hakkında hilaf olmayan hususlardandır. Nübüvvetten sonra Mekke'de ikaamet
müddeti ise, meşhur olan onüç senedir. Çünkü kendisi kırk yaşında iken O'na
vahy indirilmiş, sahîh rivayete göre de altmış üç yaşında iken vefat
etmiştir... îbn Abbâs'm on sayısı üzerindeki fazlayı, kelâmda kısaltma yapmak
için kaldırmış olması muhtemeldir. Çünkü Arablar çok defa konuşmalarındaki
kesirleri kaldırırlar...
Bu hadîsin Kur'ân'm Faziletleri ile münâsebet ciheti şudur: Kur'ân'ın
ilk defa nuzûle başlaması, şerefli bir mekânda ve şerefli bir zamanda vâki'
olmuştur -ki, o mekân el-Beledu'l-Harâm, o zaman da Ramazân ayıdır-
binâenaleyh Kur'ân için hem zaman şerefi, hem mekân şerefi bir yere gelmiştir.
İşte bundan dolayı Ramazân ayında Kur'ân tilâvetini çok yapmak müstehâb olur.
Çünkü Ramazân ayı, Kur'ân'm inmeğe başladığı aydır. Ve yine bundan dolayıdır
ki, Cibril Kur'ân'ı her sene Ramazan ayında Rasûlullah ile mukaabele ederdi. Nihayet
Rasûlullah'm vefat edeceği yıl olunca, Cibrîl Kur'ân'ı te'kîd ve tamâmiy-le
tesbît etmekiçin iki defa mukaabele etmiştir. Ve keza bu hadîste Kur'ân'm bir
kısmının Mekkî, bir kısmının Medenî olduğunun beyânı da vardır. Mekkî,
hicretten evvel inendir. Medenî ise, ister Medîne'de olsun yâhud ondan başka
herhangi bir şehirde olsun, hattâ Mekke'de yâhud Arafe'de olsun, müsâvî olarak
hicretten sonra inendir... (İbn Kesîr).
[4] Buhârî bu hadîsin bir rivayetini Alâmâtu'n-Nübüvve'de,
Müslim de Ümmü Se-leme'nin faziletleri bâbı'nda getirmiştir. Hadîsi burada
getirmekten maksad, Allah ile Peygamber arasındaki sefirin Cibrîl olduğudur. O
Yüce Allah'ın şu âyetlerde buyurduğu gibi kerîm, vecâhet, celâlet ve mekânet
sahibi bir melektir:
"O Kur'ân muhakkak
ki Âlemlerin RabbVndendir. O'nu Ruhu 'l-emîn, in-zâr edicilerden olasın diye
senin kalbine ma'nâsı açıkr Arabça bir dil ile indirmiştir. Şübhe yok ki, o
Kur'ân, daha evvelkilerin kitâblarında da vardır, Isrâîl oğullan bilginlerinin
bunu bilmesi de onlar için bir delîl değil miydi?" (eş-Şuarâ: 192-197).
"Muhakkak ki o
Kur'ân çok şerefli bir elçinin (getirdiği) kelâmdır. Çetin bir kudrete
mâliktir. Arş'm sahibi nezdinde çok itibarlıdır. Orada kendisine itaat
olunandır, bir emindir, sizin sahibiniz bir mecnûn değildir" (et-Tekyîr:
19-22).
Binâenaleyh yüceliğine hudûd olmayan Rabb, iki kulunu ve iki elçisini,
Cibril ve Muhammed'i övmüştür... (İbn Kesîr).
[5] Hadîsin başlığa uygunluğu "Mu 'tize olarak bana
verilen ise ancak Allah 'in bana vahyetüğidir" sözünden alınır. Bu hadîs
Kur'ân mu'cizesinin bütün peygamberlere verilenlerden üstünlüğüne ve
faziletine delâlet eder. Nevevî şöyle demiştir: Bu hadîsin ma'nâsında ihtilâf
edilip şu ma'nâlar ileri sürülmüştür:
a. Her peygambere
zamanına göre insanları inanmağa mecbur eden birtakım mu'cizeler verilmiştir.
Benim en büyük ve en açık mu'cizem Kur'ân'dır ki, uslûbundaki belâgati ve
ihtiva ettiği medenî, adlî, içtimaî hükümleri i'tibâriyle böyle bir kitâb başka
bir peygambere verilmemiştir. Bu cihetle ben peygamberlerin en çok ümmetlisi
olacağım.
b. Bana bir Kur'ân mu'cizesi verildi ki, o
kimseyi sihir ile zann ve hayâle düşürmez. Musa'nın asâ mu'cizesinin Fir'avn'ın
sihirbazlarının el çubukluğu ile icra ettikleri şeylere velev ki surette
benzediği gibi, hiçbir şeye benzemeyip görenleri "Acaba?" diye
düşündürmez ve hatâya düşürmez.
c. Öbür peygamberlerin
mu'cizeleri onların hayâtında yaşamış, onlar ölünce mu'cizeleri de son
bulmuştur. Onların mu'cizelerini görmek, ancak kendileriyle yaşayanlara
münhasır kalmıştır. Peygamberimizin Kur'ân mu'cizesi ise kıyamet gününe kadar
devam edecektir...
Kur'ân insanlara
tevatürle nakledilmiştir. İstikbâldeki herbir zaman için de, o indirildiği gibi
sapasağlamdır. Kur'ân, benzerini yâhud on sûresinin yâhud bir sûresinin
benzerini getirmeleri için insanlığa meydan okumuş, her devirdeki insanlar
bundan âciz olmuşlardır; bu meydan okuma kıyamete kadar da devam edecektir.
(el-İsrâ: 88, Hûd: 13, Yûnus: 3, el-Bakara: 23-24).
[6] Hadîsin ma'nâsı şudur: Yüce Allah, Rasûlü üzerine her
vakit ihtiyâç duyulan kadar azar azar birbiri arkasından vahy indirmiştir. Ve
ilk fetretten sonra bir fetret daha vâki' olmamıştır. O ilk fetret de Meleğin
ilk evvel "Ikra9 bismi Rabbike" kavliyle inişinin ardından olmuştu
ki, bu ilk gelişin ardından vahy bir müddet gecikmişti. Sonra vahy kızıştı ve
arka arkaya kesiksiz devam etti. Bu fetretten sonra inen ilk vahy ise "Yâ
eyyuhe'l-müddessir kum fe~enzir" Süresidir.
[7] Bu hadîs ile bundan evvelki hadîsin Kur'ân'm
Faziletleri Kitâbi'nda zikredil-melerindeki münâsebet, Yüce Allah'ın, Rasûlü'ne
büyük ihtimamı (onunla meşgul olması) ve şiddetli mahabbeti olmasıdır. Çünkü
vahyi O'nun üzerine arka arkaya devam ettirmiş ve O'ndan vahyi kesmemiştir.
Bunun içindir ki, Kur'ân O'na ancak fırka fırka indirilmiştir. Hiç şübhesiz
böyle parça parça indirilmesi inayet ve ikramda daha toelîğ olur.
Bu rivayette vahyin kesilip gecikmesi, bir iki gecedir. Bir rivayette
dört gündür. İbn Cureyc'den oniki gün, Kelbî'den onbeş gün, Süddî ve
Mukaatil'den kırk gün diye de rivayetler vardır. Belli ki bu gibi müddetlere
ilim, başlangıcına ilim ile farklı olur. Onu tamâmiyle bilmek, Rasûlullah'm
kendisinden olabilir. Bu ise merfû' olarak rivayet edilmemiştir. Sahîh olarak
bilinen şudur: Bir müddet vahyin gecikmesi vâki' olmuştur. Rasûlullah bundan
hüzün ve ıztırâb duymuş, hâllerinden bu hissedilmiştir. İki üç gece kalkmadığı
görülünce O'nun bu hâlini ta'kîb eden müşrikler Öyle söylenmeğe bir vesile de
bulmuştur. Allah da O'nun kalbine itminan vermek üzere bu sûreyi indirmiştir (Hakk
Dîni, VIII, 5885).
[8] Buhârî bu âyet parçalarını burada başlığa delîl olarak
getirmiştir. Bunlar birçok yerde geçmektedir: "Kur'ânen Arabiyyen"
(Yûsuf: 2, Tâhâ: 112, ez-Zumer: 28, Hâmîm Secde: 3, eş-Şûrâ: 7, ez-Zuhruf: 3);
"Bi-Iisânin Arabiyyin" (en-Nahh 103, eş-Şuarâ: 195, el-Ahkaaf: 12).
[9] Bu hadîs, yakında kendisi üzerine kelâm gelecek olan
hadîsten bir parçadır. Bu-hârî'nin bundan maksadı açıktır. O'da Kur'ân'ın
Kureyş lügati ile İndiği ve Ku-reyş'in de Arab'ın hulâsası olduğudur.
[10] Hadîsin bir rivayeti Hacc Kitâbı'nda da geçmişti.
Hadîsin bu baba girme
sebebi, Kur'ân'ın ve sünnetin her ikisinin de tek bir vahiyle ve tek bir dille
geldiğini tenbîh etmektir denildi. Şöyle de denildi: Buhârî bununla "Biz
hiçbir rasûlü kendi kavminin dilinden başkasıyle göndermedik ki, onlara apaçık
anlatsın... '* (îbrâhîm: 4) âyetinin, Peygamber'in kavmi oldukları için sırf
Kureyş'in diliyle gönderilmesini gerektirmediğine, fakat bütün Arab'ın diliyle
gönderildiğine işaret etmiştir. Çünkü o, onların hepsine gönderilmiştir. Zîrâ
Peygamber kendisine soran bedeviye, sorusunun cevâbı olan vahy indikten sonra,
ona anlayacağı şekilde hitâb etmiştir. Bu da vahyin, Ku-reyşli olsun, gayrisi
olsun, her Arab'ın anlayacağı şekilde inmekte olduğuna delâlet etmiştir. Vahy
de tilâvet edilir yâhud tilâvet edilmez olmaktan daha umûmîdir.
tbn Battal da şöyle
demiştir: Hadîsin başlığa uygunluğu, metluvv olsun, gayrı metluvv olsun vahyin
hepsinin ancak Arab diliyle indiğidir. Bu, Peygam-ber'in Arab ve gayrı Arab
bütün insanlara ve daha başkalarına gönderilmiş olmasını reddetmez. Çünkü
vahyin indiği dil Arapça'dır. O da, bunu Arab taifelerine tebliğ etmektedir.
Onlar da bunu Arab olmayanlara onların dilleriyle tercüme.edeceklerdir... (ibn
Hacer, Aynî).
[11] Buradaki cem' ile murâd, mahsûs bir cem'dir ki, o da
ayrı ayrı yazılmış olan metinlerin sahîfeler içinde toplanması, sonra da bu
sahîfelerin bir Mushaf içinde sûreleri tertîb edilip sıralanmış olarak
toplanmasıdır. Üç bâb sonra "Kur'-ân'ın te'Iîfi babı" gelecektir.
Orada bundan maksad ise âyetlerin bir sûre içinde te'Iîfi yâhud sûrelerin
Mushaf içinde tertibidir (İbn Hacer).
[12] Yânî Zeyd bu âyeti, Peygamber'e vahy yazmakta bulunan
kimselerden diğer birinin yanında yazılmış olarak bulamamıştır. Yoksa bu âyeti
ondan başkası ezber etmemişti demek değildir. Zîrâ bu âyeti pekçok kimseler
ezber etmişler de namaz içinde ve namaz hâricinde tilâvet etmekte idiler.
[13] Buharı bu hadîsi el-Câmi'u's~Sahîh'm birkaç yerinde
getirmiştir. İşte bu Kur'-ân'ı yazılı bulunduğu dağınık yerlerden bir araya
toplama işi, Ebû Bekr'İn yaptığı işlerin en güzeli, en büyüğü ve en
azametlisidir... Ebû Bekr, her okuyucunun tamâmını ezber etmeye muktedir olması
için Kur'ân-ı Azîm'i yazılı bulunduğu dağınık yerlerinden derleyip kitâb
hâlinde topladı. Ve işte bu toplama Yüce Allah'ın "Kur'ân't biz indirdik
biz, onun koruyucuları daşübhesiz ftfeız "(el-Hıcn 9) kavlinin sırrından
olmuştur.
İşte böylece Ebû Bekr es-Sıddîk, hayırları toplamış, şerrli işleri men'
eylemiştir. Allah ondan razı olsun ve onu da razı kılsın. İşte bundan dolayı
birçok imamlar Alî ibn Ebî Tâlib(R)'nin: "Mushaflar hususunda insanların
en büyük ecirlisi Ebû Bekr'dİr. Çünkü Ebû Bekr Kur'ân'ı İki levha arasında
toplayanların birincisidir" dediğini rivayet etmişlerdir. Bu, sahîh bir
isnâddır (İbn Kesîr)
[14] Yânî.kitabetin resminde meselâ hemzeli ve gayrisi
nev'inden olmakta ihtilâf ettiğiniz zaman, onu Kureyş dili ve lehçesine uygun
olan resimle yazınız. Çünkü Kur'ân, Kureyş lehçesiyle inmiştir. Çünkü Kureyş
lehçesi Rasûiullah'ın lehçesi-dir ve Arab lehçelerinin en fasihidir. Cibril
Peygamber'e diğer Arab lügatleri ve lehçeleriyle, Kur'ân'ın tertîli kendilerine
kolaylaşsın ve ma'nâsmı düşünmekten alıkoymasın diye, sırf bir ruhsat olarak
okumuştur.
[15] Bu emrin hikmeti şudur: Hafsa'mn yanından alman
Mushaf, resmî mushafla-' rm istinsah edilip yazılmış oldukları aslî Mushaf'tır.
Bu resmî Mushaf'ların toplanma ve istinsahları hususunda hey'et ferdleri çok
ciddî ve samîmi araştırma yapmışlardır. Binâenaleyh resmî Mushaflardan
başkalarının var olmasını mü-bâh kılmaktan, onların bâzısında yanlış bulunması
yâhud yalan ve ihtilâf için herhangi bir sebeb bulunması cihetinden endîşe
edilirdi.
[16] İşte "Mushaflar istinsah ettirip resmîleştirerek
Kur'ân'ın en mükemmel şekilde" muhafazasına ve nesilden nesile tam ve
ihtilafsız olarak intikaalini temîn,ât altına almaktan ibaret olan" bu
muazzam iş, Mü'minlerin Emîri Usmân itin Af-fân(R)'m en büyük
menkabelerindendir.
Hiç şübhesiz ki, Kur'ân'dan herhangi birşeyin zayi' olup gitmemesi için
Kur'-ân'm muhafazasına, ilk iki büyük zât Ebû Bekr ile Umer, Usmân'a sebkat etmişler,
bu işi ondan önce te'mînât altına almışlardır. Usmân ise insanları, Kur'ân
hususunda ihtilâf etmemeleri için bir okuyuş üzerinde toplamıştır. Bu iş üzerinde
sahâbîlerin hepsi Usmân'a muvafakat etmişlerdir. Ancak Abdullah ibn
Mes'-ûd'dan, onun resmî mushaflar yazan kimselerden olmaması sebebiyle bir
öfkesi rivayet edilmiştir. Bu öfkeyle, Usmân'm "İmâm Mushaf'tan
başkalarının yakılmalarını'' emrettiği zaman kendi adamlarına ellerinde bulunan
mushafları saklamalarını emretmişti. Bundan sonra İbn Mes'ûd da muvâfakata
dönmüştür. Hattâ Alî ibn Ebî Tâlib: "Eğer Usmân bu işi yapmamış olsaydı,
onu muhakkak bizzat ben yapardım" demiştir. Binâenaleyh Dört îmânı,
yânîEbû Bekr, Umer, Usmân ve Alî bu işin dînî maslahatlardan olduğu üzerinde
ittifak etmişlerdir. Bu dört zât ise öyle halîfelerdir ki, Rasûluüah (S) onlar
hakkında "Benim sünnetime iyi yapışın, benden sonra da Râşid Haiîfeler'in
sünnetine" buyurmuştur. (Ahmed, Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbn Mâce... İrbâd
-R-dan) -İbn Kesîr, Fadâilu 'I-Kur 'ân-
[17] Buhârî bu başlık ile yalnızca Zeyd ibn Sâbit'i
kasdetmiştir. Çünkü Zeyd vahyi en çok yazan kimse olduğu ve yazma işi ile
uğraşıp meşgul olması çok olduğu için ona ahd lamı ile "el-Kâtib"
ismini vermiştir (İbn Hacer).
tbn Hacer buradaki
hadîsin şerhinde Mekke'deki ve Medine'deki vahy kâ-tiblerini şöyle zikretti:
Peygamber'e vahy yazanlardan bâzıları topluca şunlardır: 4 Halîfe, 5. Zubeyr
ibnu'l-Avvâm, 6. ve 7. Saîd ibnu'1-Âs ibn Umeyye'nin iki oğlu Hâlid ve Ebân, 8.
Hanzalatu'bnu'r-Rabî' el-Esedî, 9. Muaykıb ibn Ebî Fâtıma, 10. Abdullah
ibnu'l-Erkam ez-Zuhrî, 11. Şurahbîl ibn Hasene, 12. Abdullah ibn Revâha ve
diğerleri...
[18] Hadîsin başlığa uygunluğu, Ebû Bekr'in Zeyd'e hitaben
"Sen Rasûlullah için vahyi yazıyordun" sözündedir. Bu hadîsin bir
rivayeti daha önce de geçmişti.
Bu âyetlerin bu suretle
Kur'ân'a konulması, sonraları şöyle bir tenkide uğramış ve derin bir
incelemeye vesîle olmuştur: "Kur'ân'ın birinci şartı Tevatür iken Zeyd ibn
Sabit yalnız Huzeyme'nin yanında bulduğu âyetleri nasıl olup da Mushaf'a
koyabilmiş ve Kur'ân'dan sayabilmiştir?" deniliyor ve buna şöyle cevâb
veriliyor:
Tevatür vardır - yoktur mes'elesi, Peygamber'in sahâbîlerinden sonraki
devre âiddir. Tâbi'î ve Etbâu Tâbi'î zamanlarına nisbetle tasavvur olunur.
Sahâbîlere gelince, onlar Peygamber'den herhangi bir âyetin Kur'ân olduğunu
işitince, onun Kur'ânhğını kat'î olarak bilirlerdi.
el-Ahzâb ve et-Tevbe
âyetlerinin Huzeyme gibi yüksek bir sahâbînin yanında bulunması ayrıca bir
i'tibâr ve emniyet medarı olmuştur. Bunun için Zeyd ibn Sabit bu hadîsinde
Huzeyme'nin yalnız başına şâhidliğini, Rasûlullah'm iki şahidin şâhidliğine
denk ve müsâvî tuttuğunu bildirmiştir.
Bu el-Ahzâb ve Berâe
âyetlerinin Kur'ânİyetinin şahinliğinde, Zeyd ibn Sâ-bit'in zatî fazileti ve
ilmî kudret ve i'tibârı da hesâb edilmelidir...
Zeyd bu üç âyeti yalnız
kendi ictihâdıyle de Mushaf'a koymuş değildir. O, başkanlık ettiği ilmî şûranın
kararıyle hareket etmiştir. En sonra bu şûranın karan, usulen halifelik
makaamının tasdikine arz olunmuş ve neşredilen bir tebliğ ile bütün sahâbîlerin
ma'lûmu olup sükûtî bir icmâ' mün'akid olmuştur. Mushaf dışmda-'Kur'ân olarak
ne bir âyet, ne bir sûre kalmamıştır... Yukarıdaki deliller bu hakikate de
zarurî bir ilim ve ıttıla bahşeder (İbn Kesîr, Fadâilu'l-Kur'ân).
[19] Hadîsin başlığa uygunluğu apaçık meydandadır.
[20] Buhârî bunun bir rivayetini Bed'u'l-Halk'da da
getirdi. Müslim bir defa Yû-nus'tan, bir defa da Ma'mer'den, bu ikisi de
Zuhrî'den olmak üzere bu tarzda rivayet etti (Müslim Ter. II, 462-467).
Bunu İbnu Cerîr de Zührî hadîsinden olmak üzere rivayet etti. Sonra râvî
İbn Şihâb şöyle demiştir: Yedi harfe dâir ma'lûmât bana ulaştı. Bununla yalnız
bir medlulü ifâde eden müteaddid zelîkaya müsâade buyurulduğuna muttali' oldum.
Yoksa halâl ve harama dâir hiçbir kelime üzerinde ihtilâf yoktur (İbn Kesîr).
[21] Hadîsin başlığa uygunluğu son fıkrası olduğu açıktır.
Bunun bir rivayeti Husû-mât Kitâbı'nda geçmiş ve orada bâzı açıklamalar
verilmişti.
Hadîsin sonundaki
"Seb 'atu ahruf{ = Yedi harf) "ta'bîri, yedi lügat ve yedi lehçe ve
yedi şîve demektir. Buhârî'nin İbn Abbâs'tan rivayet ettiği hadîse göre Kur'ân
başlangıçta bir lügat ve bir lehçe üzerine indirildiği halde -ki bu Kureyş
lehçesi idi- Rasûlullah Kur'ân'ın kabileler arasında çabuk yayılması için diğer
Arab kabilelerinin lehçeleri üzerine de okunmasını arzu ediyordu. Bu yolda
ısrarlı dualar sonunda yedi kabilenin lehçesi üzerine de okunmasına izin verildi...
Kur'ân'ın her kelimesi değil, bâzı kelimeleri yedi lehçe ile okunmuştur. Kur'ân
bu suretle yayıldıktan sonra Peygamber'in vefatı yılının ramazânında Cibril'le
yapılan el-Arzatu'1-Âhire'de Kureyş lehçesi kararlaştı. Şu da bilinsin ki, bu
lehçe farkı, bir nev'ilenmeden ibarettir, ma'nâ yönünden bir çelişki gerektirmez.
Nitekim Abdullah ibn Mes'ûd: "Ben değişik kabilelerin Kur'ân kıraatlerini
dinledim, hepsini ma'nâ yönüyle birbirlerine yakın buldum. Aranızda Helumme,
Akbil demeniz gibi ki, ikisi de Geliniz diye çağrıdan ibarettir" demiştir.
Âlimler bu yedi harfin ma'nâsı hakkında çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir:
a. Bundan murâd Akbil, Taâl ve Helumme gibi
muhtelif lafızlarla birbirine yakın ma'nâlardan meydana gelen yedi vecîhtir.
b. Bundan maksad, Kur'ân'ın hepsi yedi harf
üzere okunur demek değildir. Lâkin bâzısı bir harf, yânî bir lehçe üzere,
bâzısı da diğer bir lehçe üzere okunur...
c. Kur'ân'ın yedi lügati -lehçesi-, kabilelerin
kendi lehçelerinde birbirine muhalefet etmelerine rağmen, hâsseten Mudar
kabilelerine münhasırdır. Çünkü Usmân: Kur'ân Kureyş lugatiyle indi, demiştir.
Kureyş ise en-Nadr ibnu'l-Hâris oğullan'dır.
d. Bütün kıraat
vecihleri yedi şeye dönmektedir: Harekesi değişmeyen, sureti ve ma'nâsı da
değişmeyen, sureti değişmeyip ma'nâsi değişen,...
e. Yedi harften maksûd emir, nehiy, va'd,
vaîd... gibi ma'nâlardır... (ibn Kesir). ,
[22] Tek sûrenin âyetlerini toplama yâhud sûreleri tertîbli
olarak bir Mushaf'ta toplama.
[23] Burada te'lîften maksad, sûrelerin tertibidir. Bu
Iraklı zât evvelâ hangi kefen daha hayırlı ve daha fazîletlidir diye sormuştur.
Âişe de ona: Bu, sorulmağa, kasdedilmeğe ve hazırlanmağa i'tinâ gösterilmesi
gerekmeyen şeylerdendir. Çünkü bunda fâidesiz külfete girme vardır... şeklinde
konuşmuş ve sorduğu şeyin mühim bîr iş olduğunu zannetmesin diye, kelâmda
ciddiyet ve cehd göstermemiştir... Sonra o Iraklı zât, Âişe'ye Kur'ân'ın
tertibinden sordu. Böylece büyük bir suâle geçti. Ve Âişe'ye Kur'ân'ı te'lîf
edilmemiş olarak, yâni sûreleri sıralanma mış olarak okuduğunu haber verdi. Bu,
Mü'minlerin Emîri Usmân'm bugün meşhur olan tertîb üzere te'lîf edilmiş olan '
'İmâm Mushafları'' etrafa göndermesinden ve bu Mushafları lâzım kılmasından
önce idi. Allah en iyi bilendir. İşte bunun için Âişe, o kimseye:
— Kur'ân'm sûrelerinden
hangisi ile başlasan sana zarar vermez. Şübhesiz ilk inen sûre, içinde cennet
ve cehennem zikredilen sûredir, diye haber vermişti.
Bu sûre İkra' Sûresi
değilse, Âişe'nin, içinde va'd ve vaîd bulunan el-Mufassal sûrelerinin cins
ismini irâde etmiş olması muhtemeldir...
Sûreler içinde
âyetlerin tertibine gelince, bunda hiçbir ruhsat yoktur; bu, takrîri yukarıda
geçtiği gibi, tamâmıyle Rasûlullah tarafından yapılmış tevkîfî bir iştir.
Bundan dolayı Âişe, o şahsa bu hususta bir ruhsat vermedi. Fakat kendi
Mushaf'ını o şahıs için ortaya çıkardı ve ona sûrelerin âyetlerini imlâ ettirdi
ve Allah en iyi bilendir... (İbn Kesîr).
[24] Buhârî bunu yalnız olarak tahrîc etmiştir. Bundan
maksad, ibn Mes'ûd'un Mus-haf'ındaki bu sûrelerin tertibinin Usmân'm
Mushaf'ları gibi olduğunu zikretmektir. İbn Mes'ûd'un "Min
ıtâki'l-uveli" sözü, "İnmesi kadîm olanlardan" demektir. "Ve hunne min telâdî" sözü de
"İlk kazanılanlardan ve ezber edilenlerdendir" demektir.
[25] Bu, sıhhatinde Buhârî ile Müslim'in ittifak ettiği bir
hadîstir. Bu hadîs, hicret hadîsinden bir parçadır. Bu hadîsten maksad
"Sebbih isme Rabbike'l-a'lâ"nm hicretten evvel inmiş Mekkî bir sûre
olduğunu ortaya koymaktır. Ve Allah en iyi bilendir (İbn Kesîr).
[26] Bu, el'Câmi'u's-Sahîh'in Ebû Zerr rivayetidir. Bundan
başka olan Buhârî nüshalarında "Hâ.Mim. ed-Duhân" ve "Amme
yetesâelûne" sözleri düşmüştür.
İşte İbn Mes'ûd'dan gelen bu te'lîf garîbdir; Usmân Mushafı'na muhaliftir.
Çünkü Usmân Mushafı'ndaki el-Mufassal grubu, el-Hucurât Sûresi'nden Kur'ân'm
sonuna kadar olan kısımdır. ed-Duhân Sûresi buraya hiçbir veçhile girmez...
(İbn Kesîr).
[27] Buhârî bunu burada muallak olarak zikretti.
Alâmâtu'n-Nübüvve'de ve diğer yerlerde senedini de tam olarak getirmiştir.
[28] Bu hadîsin bir rivayeti Sahîh'm evvelinde Vahy
Kitâbı'nda geçmişti. Bu, şahinliğinde ittifak edilmiş hadîslerdendir.
[29] Cibril'in Kur'ân'ı Peygamber'e her sene muâraza
etmesinden maksad, Allah'tan Peygamber'e vahyettiği Kur'ân'ı, kendisindekiyle
karşılaştırmasıdir. Bunu da bakî kalanın kalması, nesh olunanın gitmesi için,
bir pekiştirme, sabitliğini ebedî kılma ve bir koruma olarak yapıyordu. İşte bu
maksad için Peygamber, ömründeki son yıl içinde Kur'ân'ı Cibril'e iki kerre
arzetti, Cibril de Kur'ân'ı O'nunla böylece iki kerre mukaabele etti. Peygamber
bu İki kerre karşılaştırmadan ecelinin yaklaştığını anladı.
Usmân (R) da İmâm Mushaf'ı işte bu "Son arza" üzerine topladı.
Bu toplama işini de aylar arasından ramazân ayına tahsis etti. Çünkü Kur'ân'ın
vah-yedilmeye başlaması, ramazân ayında olmuştu. İşte bundan dolayı ramazân
ayında Kur'ân'ı birbirine karşı okumak ve tekrar etmek müstehâb olur. Yânı bir
kerre biri okur, öteki dinler; diğerinde ise dinleyen okur, öbürüsü dinler...
(İbn Kesîr).
[30] Yânî Kur'ân'ı ezberlemekle ve öğretmesine girişmekle
meşhur olanlar. Bu "Kurrâ" lafzı selef örfünde Kur'ân hakkında
tefakkuh eden.kimse için de kullanılırdı (İbn Hacer).
[31] Buhârî bunu el-Menâkıb Kitâbı'nda birkaç yerde
getirmişti.
İşte bu dört zâtın ikisi ilk Muhacirler'dendir. Bunlar Abdullah ibn
Mes'ûd ile Ebû Huzeyfe'nin himayesinde bulunan Sâlim'dir. Bu Salim,
müslümanların ulularından ve değerlilerindendi. Peygamber'in Medine'ye
gelmesinden önce insanlara imamlık yapardı. Bu dört kişiden diğer ikisi de
Ensâr'dandır. Bunlar Muâz ibn Cebel ile Ubeyy ibn Ka'b'dır. İşte bu ikisi de
hakkıyle büyük ve ulu iki zâttırlar. Allah hepsinden razı olsun! (İbn Kesîr).
[32] Burada arka arkaya gelen bu üç hadîs, İbn Mes'ud'la
ilgilidir.
Bunların hepsi haktır, doğrudur. Bu sözler, kişinin bizzat kendisinden
bilmekte olduğu, bazen başkalarının bilemeyecekleri nevi'den olan haberlerdendir.
Kişinin böyle kendinden haber vermesi, bir ihtiyâç için ise caiz olur. Nitekim
Yüce Allah da Yûsuf Peygamber'in Mısır ülkesinin sahibine karşı kendisinden
bahsedip: "Beni memleketin hazîneleri üzerine me'mûr et. Çünkü ben onları
iyice korumaya muktedirim, bilenim" (Yûsuf: 55) dediğini Yûsuf'tan haber
vermiştir, tbn Mes'ûd'u medh ve sena olarak Rasûluîlah'm: "Kur'ân'ı dört
kişiden okuyunuz..." buyurup da bu dördü saymaya İbn Mes'ud'la başlaması
kâfidir (îbn Kesîr).
[33] Bu hadîsin zahiri,sahâbîlerden sâdece bu dört kişiden
başkasının Kur'ân'ı cem' etmemiş olduğudur. Hâlbuki hadîsin ma'nâsı böyle
değildir. Aksine, hakkında hiç şübhe edilmeyen hakikat; Kur'ân'ı Muhacirler'den
dctoir çok kimselerin cem1 etmiş bulunduklarıdır.Belki Enes'in maksadı
Ensâr'dan bu dörtten başkası Kur'ân'ı cem' etmedi demektir. Ve işte bunun için
muttafakun aleyh olan birinci rivayette Ensâr'dan bu dört kişiyi zikretmiş ve
onlar da: Ubeyy ibn Ka'b'dır... diye saymıştır. Buhârî'nin yalnız olarak
rivayet ettiği hadîslerden olan ikinci rivayette ise Ebu'd-Derdâ, Muâz ibn
Cebel, Zeyd ibn Sabit ve Ebû Zeyd vardır. Bunların hepsi meşhur kimselerdir.
Ancak bu Ebû Zeyd meşhur değildir. Zîrâ o ma'rûf değildir ve ancak bu hadîste
tanınmıştır. Onun isminde de İhtilâf edilmiştir; Vâkıdî: Onun ismi Kays
ibnu's-Seken ibn Kays ibn Zeûrâ ibn Haram ibn Cündüb ibn Âmir ibn Ganem ibn
Adiyy ibni'n-Neccâr'dır dedi. İbnu Nu-meyr ise: Onun ismi, Sa'd ibn Ubeyd
ibni'n-Nu'mân ibn Kays ibn Amr ibn Zeyd ibn Umeyye'dir, Evs kabîlesindendir
dedi. Bunlar Evs'ten Kur'ân'ı cem' eden iki kişidir denildi. Bunu Ebû Umer ibn
Abdilberr hikâye etti. Bu ise uzak bir görüştür. Vâkıdî'nin kavli ise daha
sahîhtir. Çünkü o zât Hazrecli'dİr. Zîrâ Enes: Biz ona vâris olduk, demiştir,
onlar ise Hazrec kabîlesindendirler. Lâfızların birinde Enes: Ebû Zeyd benim
amcalarımdan idi, demiştir. Katâde de Enes'in şöyle dediğini nakletti. Ben iki
kabîle ile Evs ve Hazrec kabîleleriyle övünüyorum. Evs kabîlesi meleklerin yıkadığı
Hanzala ibn Ebî Âmir bizdendir, an cemâatinin -yâhud arkadan esen rüzgârın-
himaye etmiş olduğu Âsim ibn Sabit bizdendir, ölümünden dolayı Arş'ın titrediği
Sa'd ibn Muâz bizdendir, şâhidli-ği iki erkeğin şâhidliğîne denk kılınan
Huzeymetu'bnu Sabit bizdendir, dedi. Buna karşı Hazrec kabîlesi de: Bizden dört
kişi var ki, bunlar Rasûluîlah'm zamanında Kur'ân'ı cem' etmişlerdir: Ubeyy
ibn Ka'b, Muâz ibn Cebel, Zeyd ibn Sabit ve Ebû Zeyd, dedi. İşte bunun hepsi
Vâkıdî'nin sözünün sahîh olduğuna delâlet etmektedir. İşte bu Ebû Zeyd, bir kaç
kişinin zikrettiğine göre Bedir'de hâzır bulunmuştur. Mûsâ ibn Ukbe (141) de
ez-Zuhrî'den naklen: Ebû Zeyd Kays ibnu's-Seken, Hicret'ten sonra onbeşinci
senenin başında Ebû Ubeyd Köprüsü gününde öldürüldü, demiştir.
Muhacirler'den de
Kur'ân'ı cem' eden kimselerin bulunduğuna delîl şudur: Ebû Bekr es-Sıddîk ki,
Rasûlullah onu, kendi hastalığı zamanında bütün Muhacirler ve Ensâr topluluğu
üzerine imâm yapıp öne geçirmiştir. Hâlbuki Rasûlullah: "Bir topluluğa
onların içinde Allah'ın Kitâbi'nı en iyi okuyanları imamlık eder"
buyurmuştur. Öyleyse eğer Ebû Bekr onların içinde Allah'ın Kitâbi'nı en iyi
okuyan kimse olmuş olmayaydı, Rasûlullah onu sahâbîler topluluğu üzerine imâm
yapıp öne geçirmezdi. Bu ifâde eş-Şeyh Ebû'l-Hasen Alî ibn İsmâîl el-Eş'arî'nin
takrir ettiği muhakemenin mazmunudur. Bu takrir def edilemez ve bunda şübhe de
olunamaz. Hafız İbnu's-Sem'ânî (615) bu hususta bir risale cem' etmiştir. Ben
de bunun takririm Müsnedu'ş-Şeyhayn'da genişietmişimdir.
Kur'ân'ı tamâmıyle cem'
eden Muhacirler'den biri de Usmân ibn Affân'-dır. O yakııjda zikredeceğimiz
gibi Kur'ân'ı bir rek'âtte okumuştur. Bunlardan bir diğeri Alî ibn Ebî
Tâlib'dir. Onun, Kur'ân'i İndiriliş sırasına göre cem' ettiği söylenir. Biz
bunu daha evvel takdîm etmiş bulunuyoruz. Onlardan bir diğeri Abdullah ibn
Mes'ûd'dur. Onun: "Allah'ın Kitâbı'ndan hiç bir âyet yok ki, ben o âyetin
nerede indiğini ve ne hakkında indiğini bilmiş olmayayım. Şayet Allah'ın
Kitâbi'nı benden daha iyi bilir, ve kendisine bineklerin ulaştırabileceği bir
kimse bileydim elbette binib o zâta giderdim" dediği de daha önce
geçmişti.
Onlardan bir diğeri de
Ebû Huzeyfe'nin himayesinde olan Sâlim'dir. O ne-cîb seyyidlerden ve nakîb
imamlardan idi, Yemâme harbinde şehîden öldürülmüştür.
Yine onlardan biri,
derya âlim, Rasûlullah'm amcası oğlu ve Tercemânu'l-Kur'ân olan Abdullah ibn
Abbâs'tir. Mucâhid'in şöyle dediği yukarıda geçmişti: Ben Kur'ân'ı iki kerre
İbn Abbâs'a arz ettim, her bir âyetin yanında duruyor ve kendisine o âyetin ma'nâsım
soruyordum.
Yine onlardan biri
Abdullah ibn Amr'dir. Nitekim en-Nesâî ile İbn Mâce, İbn Cureyc'den; o da
Abdullah ibn Ebî Muleyke'den; o da Yahya ibn Hakîm ibn Safvân'dan olmak üzere
şu hadîsi rivayet etmişlerdir: Abdullah ibn Amr: Ben Kur'ân'ı cem' ettim ve her
gece kıraat ettim. Benim Kur'ân'ı her gece okumam haberi Rasûlullah'a ulaştı
da o: "Kur'ân'ı bir ay içinde okuyup hatmet" buyurdu demiştir. Râvî
bu hadîsin tamamını böylece zikretmiştir (İbn Kesîr).
Enes ibn Mâlik'den
"Kur'ân'ı sahâbîlerden dört kişiden başkası cem' etmedi" dediği
şeklinde zikredilen bu hasr, kat'î olarak hatâdır. Bu hatânın râ-vîlerin
birinden olması caizdir. Lâkin hadîsciler bu hadîsin senedinin sahîh olmasına
tâbi' olarak metnin sahîhliği İçin de bir vecih aramakla meşgul olmuşlardır.
Hafız İbn Hacer, Fethu'l-Bârtfe bir çok ihtimaller îrâd ettikten sonra Enes'in
bu sözüne cevâb olmak üzere muhakkıkların söyledikleri görüşleri tamâmıyle
almıştır. Nassı şudur:
el-Kâadi Ebû Bekr
el-Bâkıllânî ve diğerleri Enes'in bu hadîsinden bir çok cevâblarla cevâb
vermişlerdir. Birincisi: Bunun mefhûmu muhalifi yoktur, binâenaleyh bunlardan
başkalarının Kur'ân'ı cem' etmiş olmamaları lâzım gelmez. İkincisi: Murâd,
Kur'ân'ı nazil olduğu bütün vecihler ve kıraatler üzerine bu dört zâttan başkası
cem' etmedi, demektir. Üçüncüsü: Kur'ân'dan, tilâvetinin ardından nesh
edilenleri ve nesh edilmemiş olanları bu dört kişiden başkası cem' etmedi
demektir. Bu görüş ikinci görüşe yakındır. Dördüncüsü: Kur'ân'ın cem'
edilmesinden murâd, diğerlerinin hilâfına vasıtasız olarak onu bizzat
Ra-sûlullah'ın kendi ağzından almaktır. Buna göre bâzılarının Kur'ân'ı almaları
bir vâsıta ile olması muhtemil olur. Beşincisi: Bunlar dâima Kur'ân'ı takrir etme
ve öğretme işiyle meşgul olmuşlardır da bundan dolayı böyle Kur'ân'ı cem'
edenler olarak meşhur olmuşlardır. Ve yalnız bunların bu hâlini bilen kişiye,
başkalarının halleri gizli kalmıştır da o kimse Kur'ân'ı cem' etme işini kendi
bilgisine göre sâdece bu dört zâta hasretmiştir. Hâlbuki iş haddizatında böyle
değildir. Yâhud da diğerlerinin gizli kalmalarına sebeb, onların riya ve
kendini beğenme gailesinden korkmuş olmalarıdır, böyle tanınmamakla o gaileden
emîn olunmuştur. Altıncısı: Cem'i ile murâd, yazmaktır. Binâenaleyh bu
diğerlerinin sırf hafıza ile ezberlemiş olarak cem' etmiş olmalarını
nefyetmez. Buradaki dört kişiye gelince; onlar hem yazılı olarak, hem de sırf
hafızadan ezberlemiş olarak Kur'ân'ı cem' etmişlerdir. Yedincisi:-Murâd, her
bir insan Rasûlullah zamanında Kur'ân'ı ezberlemeyi tamamlaması ma'nâsıyle
Kur'ân'ı cem' ettiği ni açıklamamıştır. Sâdece buradaki dört zât, diğerlerinin
hilâfına bunu açıklamışlardır. Diğerleri bunu açıkça söylememiştir. Çünkü
gerçekte sahâbîlerden her biri Kur'ân'ın cem'ini ancak Rasûlullah'm vefatı
sırasında Kur'ân'dan en son âyet nazil olduğu ve tebliğ edildiği zaman
tamâmiyle ikmâl etmişlerdir. Muhtemil ki, bu en son âyete ve en son nazil
olmuşa benziyen âyetlere, daha önce bütün Kur'ân'i cem' etmiş olan kimselerden
sâdece bu dört zât hâzır olmuştur. Her ne kadar bu son nazil olan âyetlere,
diğer âyetleri apaçık şekilde cem' etmemiş olan kimseler de hâzır bulunmuş
iseler de. Sekizincisi: Kur'ân'ın cem'in-den murâd, dinlenip ona itaat edilmesi
ve mûcebiyle amel olunmasıdır.
Ahmed, ez-Zühd'de
Ebu'z-Zinâd tarîkinden şu hadîsi tahrîc etmiştir: Bir kimse Ebu'd-Derdâ'nm
yanma geldi de: Benim oğlum Kur'ân'ı cem' etmiştir, dedi. Bunun üzerine
Ebu'd-Derdâ da: Yâ Allah, gufranını taleb ederim, Kur'ân'ı ancak onu dinleyip
itaat eden kimse cem' etmiştir, dedi. Bu İhtimallerin çoğunda ve bilhassa
sonuncusunda bir külfete giriş vardır. Ben bunlardan önce diğer bir ihtimâle
imâ etmiştim, o da murâdm, bu dört kişiyi Evs'in karşısında, Hazrec kabilesi
lehine isbât etmek olduğudur. Binâenaleyh bu hadîs, Evs ve Haz-rec kabîleleri dışındaki
Muhâcirler'den ve onlardan sonra gelenlerden Kur'ân'ı cem' edenlerin
mevcudiyetini nefyetmez. Bir de Enes bunlardan başkaları kendisine gizli
olmadığı halde maksadının sırf bunlarla ilgili bulunmasından dolayı, sâdece
bunlar üzerine iktisar etmiştir de denilmesi muhtemildir.
Birçok hadîslerden
zahir olan şudur: Ebû Bekr, Peygamber'in hayâtında Kur'ân'ı ezbere biliyordu.
Peygamber gönderildiği ilk Mekke yıllarında Ebû Bekr'in, kendi evinin avlusunda
bir mescid bina ettiği, ve orada Kur'ân'ı devamlı okur olduğu geçmişti. Ebû
Bekr'in okuduğu o Kur'ân metinleri her ne kadar Kur'ân'dan o zaman nazil olmuş
bulunan metinlere hamledilirse de bu, vukuunda hiç şübhe edilemiyecek bir
husustur. Buna Ebû Bekr'in, Peygamber'le Mekke'de bulundukları ilk sıkıntılı
yıllarda dahî Kur'ân'ı Peygamber'den almaya olan şiddetli hırsı ve gönlünü
Kur'ân için boşaltması ve Peygamber'le Ebû Bekr'in biribirleriyle çok sık
buluşup beraber olmalarını da ilâve etmelidir. Hattâ Aişe, hicret hadîsinde
geçtiği gibi, Peygamber'in kendi evlerine sabah akşam gelmeyi i'tiyâd
edindiğini söylemiştir. Müslim "Bir kavme, Allah'ın Kitâbı'nı en iyi
okuyanları imamlık eder" hadîsini Sahîh'inde rivayet etmiş ve ben de o
hadîse yukarıda işaret etmiştim. Ve yine Peygamber'in, kendi hastalığı sırasında
kendi yerine imamlık etmesi için Ebû Bekr'e emrettiği de geçmişti ki, bu da Ebû
Bekr'in, sahâbîler içinde Kur'ân'ı en iyi okuyan bir kimse olduğuna delâlet
eder. Ve yine Alî'den de, kendisinin, Peygamhej'in ölümünün akabinde nuzûl
sırasına göre Kur'ân'ı cem' etmiş olduğu haberi geçmişti.
en-Nesâî sahîh bir
isnâdla Abdullah ibn Amr'dan tahrîc etti ki o şöyle demiştir: Ben Kur'ân'ı
cem' ettim ve onu her gece okudum. Benim bu okuyuşum Peygamber'e ulaştı. Bunun
üzerine Peygamber, beni çağırdı da: "Kur'ân'ı bir ay içinde okuyup hatm
eyle" buyurdu. Bu hadîsin aslı Buhârî ve Müslim'in Sa-hîh'lçn içindedir.
Ve diğer bir hadîste İbn Mes'ûd'un ve Ebû Huzeyfe'nin himayesinde bulunan
Sâlim'in zikri de geçmişti. İşte bunların hepsi Muhâcirler'-dendir. Ebû Ubeyd,
Peygamber'in sahâbîlerinden olan meşhur Kur'ân okuyucularını zikretmiş ve
Muhâcirler'den dört Râşid Halîfeleri, Talha'yı, Sa'd'ı, İbn Mes'ûd'u,
Huzeyfe'yi, Sâlim'i, Ebû Hureyre'yi, Abdullah ibn Sâib'i ve Abâdi-Ie'yi
(Abdullah ibn Abbâs, Abdullah ibn Umer, Abdullah ibn Zubey£-Abdullah İbn Amr
ibn Âs'ı); kadınlardan ise Âişe'yi, Hafsa'yı, Ümmü Seleme'yi saymıştır. Lâkin
bunların bâzısı Kur'ân'm cem'ini ancak Peygamber'den sonra ikmâl etmiştir,
binâenaleyh Enes hadîsindeki hasrı reddetmez.
Ebû Davud'un oğlu da
Kitâbu'ş-Şerîa'da Muhacir okuyuculardan olmak üzere Temîn ibn Evs ed-Dârî'yi,
Ukbetu'bnu Âmir'i, Ensâr'dan Ubâdetu'bnu's-Sâmit'i, Ebû Halîme diye künyelenen
Muâz'ı, Mecma' ibn Hârise'yi, Fudâle ibn Ubeyd'İ, Mesleme ibn Mahled'i, ve
diğerlerini saymış ve bunlardan bâzılarının Kur'ân'ı Peygamber'den sonra cem'
ettiklerini tasrîh etmiştir. Kur'ân'ı cem' edenlerden biri de yukarıda geçtiği
üzere Ebû Mûsâ el-Eş'arî'dir. Bunu Ebû Amr ed-Dânî zikretti. Sonraki âlimlerden
bâzısı Amr ibnu'I-Âs'ı, Sa'd ibn Ubbâd'ı ve Ümmü Varaka'yı da sahâbîlerin
okuyucularından saymışlardır. (Muhammed Reşid Rızâ) (Bu sayımlara göre
sahâbîlerden Kur'ân'ı tamamiyle cem1 edib oku-yuşuyla da meşhur olan hafızların
sayısı 29 oluyor. Bunlardan dördü kadın, 25'i erkektir).
[34] Bu hadîs, büyük olan bir kimsenin haddizatında hatâ
olduğu hâlde bazen birşe-yİ doğru zannederek söyleyebileceğine delâlet
etmektedir. İşte bunun için İmâm Mâlik şöyle demiştir: "Hiçbir kimse
yoktur ki, sözünden bir kısmı alınır, bir kısmı da reddedilir olmasın. Bu hükümden
ancak şu kabrin sahibinin (yânî Peygamber'in) sözü müstesnadır. O'nun
sözlerinin hepsi makbuldür. Allah'ın sale-vâtı ve selâmı Üzerine olsun!"
[35] Bu hadîsin bir rivayeti Tefsîr Kitâbı'nm başmda
geçmişti.
Kendisinden başkaları
daha uzun ise de, el-Fâtiha'nın Kur'ân Sûrelerinin en büyüğü olması, okunması
üzerine sabit olan sevabın büyüklüğü yönündendir.
Bu hadîsin mühim bir
noktası, el-Fâtiha Sûresi'ne "es-Seb'u'l-Mesânî" isminin
verilmesidir. Seb\ yedi sayısının adıdır. el-Fâtiha da ittifakla yedi âyettir.
Şu kadar ki, Hanefîler Besmele'yi el-Fâtiha'dan saymamışlar da "En'amte
aleyhhn"i müstakil bir âyet saymışlardır. Şâfîîler ise bunun aksine,
Besmele'yi el-Fâtiha'dan bir âyet saymışlar, "En'amte aleyhinizi müstakil
bir âyet saymamışlardır.
Mesânî, Mesnâ'mn
cem'idir; iki, çift ve tekrarlanmış ma'nâsmadır. el-Fâtiha'nm okunması namâzm
her rek'atinde tekrarlandığı yâhud eklenen sûre ile çiftlendiği için böyle
isimlendirilmiştir. "And olsun ki, biz sana tekrarlanan yediyi ve şu Büyük
Kur 'ân 'i verdik'' (el-Hicr: 87) âyetindeki ' 'es-Seb'«'1-MesânV' ile
el-Fâtiha murâd olunduğunda bu Ebû Saîd hadîsi nasstır, kuvvetli bir delildir.
Kur'ân ismi, tamâmında vâki' olduğu gibi, bâzısında da vâki' oluyor. Buna
Yüce Allah'ın Yûsuf Sûresi'ni kasdederek: "Biz sana bu Kur'ân't vahyet-mek
suretiyle en güzel beyânı kıssa olarak sana anlatacağız.: " (Yûsuf: 3)
âyeti delâlet etmektedir.
[36] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Çünkü bu hadîs,
el-Fâtiha'nın fadlı-na açık olarak delâlet etmektedir. Bunun bir rivayeti İcâre
Kitâbı'nda, "Ruk-yede verilen şey bâbı"nda geçmişti.
Kurtubî şöyle demiştir:
el-Fâtiha, Kur'ân'ın başlangıcı olmak ve Kur'ân'ın ilimlerinin hepsini hâvî
olmakla üstün oldu. Çünkü o, Allah'ı senayı, ibâdetini ikrarı, O'na ihlâsı,
O'ndan hidâyet istemeyi, ni'metlerinin hakkını ödemekten acze, mâad işine ve
inkarcıların akıbetinin beyânına işareti içine almaktadır ki, bunların hepsi
onun rukye yeri olmasını gerektirecek şeylerdendir (İbn Hacer).
[37] Hadîsin başlığa uygunluğu "Kefetâhu"
sözünden alınır. Çünkü bunun ma'nâ-larından biri "bu iki âyet gece ibâdeti
yerine kifayet eder" demektir. Parantez içindeki ziyâdenin ilk kısmı
Abdullah İbn Umer'in rivayetinden alınmıştır. Bu yeterliliğin, gece ibâdeti
yerine yeterlilik, gece okuması yerine yeterlilik, insan ve şeytân şerrine
karşı yeterlilik olması şıkları söylenmiştir. Yeterliliğin bu iki âyete tahsis
edilmesi, Azız ve Celîl olan Allah'ın sıfatlarını, Rasûl'ün ve sahâbî-lerin
örnek îmânlarını, îmân esâslarını en güzel ve en câmialı yedi duâ cümlesini
içine almasındandır.
[38] Bu hadîsin tam bir rivayeti Vekâlet Kitâbı'nda
geçmişti.
Âyete'1-Kursî, Allah'ın sıfatlarını en mükemmel surette toplayıp
öğrettiği için Peygamber (S): "Kur'ân'daki âyetlerin en büyüğü
Âyete'l-Kursî'dir" buyurmuştur.
[39] Bu hadîsin bir rivayeti el-Feth Sûresi'nin tefsiri
sırasında geçmişti. Başlığa uygunluğu, okunmasıyle sekînenin inmesidir.
Bu hadîste bulut gibi
görülen şeyin adı "Sekine" olduğu bildirilmiştir. Se-kîne kelimesi
müteşâbîh bir lafızdır. Medlulünü ta'yîn için birçok görüşler söylenmiştir.
Bunlardan birisi melekleri ihtiva eden bir varlık olduğudur. Bu hadîs de bunu
te'yîd eder mâhiyettedir.
Nevevî şöyle demiştir: Muhtar olan, es-Sekîne'nin, içinde tuma'nîne ve
rahmet bulunan mahlûklardan olmasıdır. Beraberinde melekler vardır. Kur'ân'da
ve hadîste Sekînet lafzı tekrar tekrar gelmiştir. Geldiği herbir yerde
zikredilen ma'nâlardan yakışana hamledilir. Bu bâbda zikrolunana yakışan,
Dahhâk'ın görüşü olan rahmettir (Aynî).
[40] Hadîsin başlığa uygunluğu son fıkrasında olduğu
apaçıktır. Yânî "Bu gece bana bir sûre indirildi ki, o bana, üzerine
güneş doğan herşeyden çok sevimlidir" sözündedir. Hakîkaten bu sözler
el-Feth Sûresi'nin faziletini en güzel ve en be-lîğ şekilde ifâde etmektedir.
Bu hadîsin bir rivayeti el-Feth Sûresi tefsirinde, bir rivayeti de Hudeybiye
Seferi'nde geçmiş ve oralarda bâzı açıklamalar verilmişti.
[41] Buhârî bu senedle olan hadîsin tamâmını
Kitâbu't-Tevhîd'in başında getirmiştir.
[42] Bu ta'lîkı, en-Nesâî ile el-İsmâîlî, Ebû Ma'mer'den, o
da İsmâîl ibn Ca'fer'-den... tarîkinden mevsûlen rivayet etmişlerdir
[43] Hadîste ne bütün gece Ihlâs okuyanın, ne de bunu
işitip azimsayanın adlan bildirilmemiştir. Bunların adları sarihler tarafından
bildiriliyor ki, dinleyen râvî Ebû Saîd'in kendisi, okuyanın da Katâde İbn
Nu'mân imiş. Ihlâs Sûresi'nin kıraatinin Kur'ân'ın üçte birini okumağa denk
olması keyfiyetini bâzı âlimler, se-vâb yönünden bunun bu mikdâra denk
bulunduğunu söylemişlerdir. Mâzerî de şöyle demiştir: Kur'ân'ın muhtevası
kıssalar, hükümler, Allah'ın sıfatları olmak üzere üç kısma ayrılır. Bu sûre
bunlardan sâdece ilâhî sıfatları ihtiva ettiği için, Peygamber tarafından sevâb
ve faziletçe Kur'ân'ın üçte birisine denk olduğu bildirilmiştir... (Aynî).
[44] Başlığa uygunluğu "Allâhu'I-vâhidu's-samedu
Kur'ân'ın üçte birisidir" sözün-dedir. Bu
"Altâhu'l-vâhidu's-samed"sözü "Kulhuve'llâhu ahad"dan
kinayedir, işte bu, Kur'ân'ın üçte birisidir. Bu hadîsle "Kul huve'llâhu
ahadun"un fazîletini İsbât vardır. Âlimlerden bâzısı: Bu sûre, Tevhîd
Kelimesi'ne benzemektedir. Çünkü bu isbât edici ve nefyedici cümleleri
şâmildir... demiştir (İbn Hacer).
[45] Bunun zahiri şudur: Müellif "Mürsel" lafzını
"Munkatı" yerine, "Müsned" lafzını da "Muttasıl"
yerine kullanmaktadır. Kullanmada meşhur olan ise, Mürsel: Tâbi'î'nin
Peygamber'e izafe etmekte olduğu hadîs; Müsned ise, kendisine kadar senedinde
ittisal apaçık olmak şartıyle, sahâbînin Peygamber'e izafe etmekte olduğu
hadîstir... (Kastallânî).
[46] Bu hadîsi Müslim de Tıbb'da getirmiştir.
Kur'ân-ı Kerîm'de
"Kul eûzu bi-RabbVl-felâk", "Kul eûzu bi-Rabbi'n-nâs'*
Sûrelerine "Muavvizetâni" yâni "İki sığındıncı sûre" denir.
Bu hadîste cemî* sigâsıyle geldiğine ve Arabça'da cemi' en az Üç sayısına
denildiğine göre, "Kul huve'llâhu ahad" Sûresi de bu vasfa
katılmıştır. Rasûlullah dâima bu üç sûre ile taavvüz eder, Allah'a sığınırdı.
Rasûlullah bu sığınma dualarını yalnız hastalanıp rahatsızlandığı zamanlarda
değil, her akşam yatağına yatarken de okurdu. Bundan sonraki hadîs bunun
apaçık delîlidir.
Kur'ân-ı Kerîm bu sığındıncı üç sûre ile son bulmuştur. Bunlar bütün
insanlığa ihsan edilmiş en güzel, en vecîz ve en câmialı sığınma, korunma
dualarıdır. "Kul huve'llâhu ahad", bütün şirk ve imansızlık
şerrlerinden inşam Allah'a sığındırır. Diğer iki sûre de bütün mahlûkaatın
maddî ve ma'nevî, görünür ve görünmez şerrlerinden Allah'a sığındırır. Allah'a
sığınıp Allah'ın himayesine nail olanlar da her türlü şerrlerden kötülüklerden
tam ma'nâsıyle korunmuşlardır: "Allah en hayırlı koruyucudur, O merhamet
edenlerin en merhametlisidir" (Yûsuf: 64), (Müslim Ter, VII, 46,
"2192").
[47] Bu sûreler hakkında Tefsîr'de de bâzı açıklamalar
geçmişti.
[48] Sekîne hakkında daha önce geçtiği yerde bâzı bilgiler
verilmişti.
İbn Hacer şöyle dedi:
Bu ibarede bir kısaltma vardır. Aslı, Ebû Ubeyd'in rivayet ettiği gibi:
"Başını yukarıya kaldırdığında beyaz bulut gölgesine benzer bir sis içinde
kandiller gibi birtakım şeylerin parlamakta olduklarını gördü de nihayet onu
görmez oldu" şeklindedir. Buhârî'de buna benzer birçok hazflar vardır.
Bunun sebebi, râvîlerin bâzısı rivayetinden terketmekte olduğu şey bilindiği
için, rivayeti kısaltır. Buhârî de artık onun aslının kâmil olduğunu tanımayan
kimseler hadîsi anlamasalar da, hadîsi o râvınin kısa lafzı üzere yazar.
Burada rivayetin geri kalanında da kendisinden hazfedilen şeye bir misâl
vardır (Reşîd Rızâ).
[49] Bu ifâde, Âdem oğullarının melekleri görmeleri caiz
olduğuna delâlet eder. Râvî Useyd ibn Hudayr, sahâbîlerin en meşhurlarından
olup Akabe Bey'atı'nda ve Bedir gazvesinde bulunmak meziyyetleriyle beraber, en
yüksek bir hususiyeti de hoş sa-dâ ve edâ ile Ebû Mûsâ el-Eş'arî derecesinde
te'sîrli Kur'ân okumasıdır. Bu se-beble melekler bile okuduğu Kur'ân'ı
dinlemeğe gelmişlerdir. Bunun gibi bir tecellîye el-Kehf Sûresi'ni okurken de
mazhar olmuştu. Useyd, Bedir'den Kudüs'ün fethine kadar bütün hayâtını cihâdla
ve Kur'ân'a hizmetle geçirmiş, hicretin yirminci yılında vefat etmiş. Bakî
kabristanına konulacağı sırada Mü'minlerin Emî-ri Umer, tabutunun iki kolunu
yüklenmek suretiyle yüksek bir hürmet göstermiştir.
[50] Buhârî bu hadîsi yalnız olarak rivayet etmiştir. Bunun
ma'nâsı, Peygamber, kendisinden mîrâs alınacak hiç bir mal ve hiç bir şey
bırakmamış olduğudur. Nitekim Cuveyriye'nin erkek kardeşi olan Amr
İbnu'l-Hâris de: Rasûlullah (S) dînâr, dirhem, erkek köle, dişi köle ve hiçbİrşey
bırakmadı, demiştir.
Ebü'd-Derdâ'nın hadîsinde "Peygamberler altın para ve gümüş parayı
mîrâs bırakmadılar, onlar ancak ilmi mîrâs bırakmışlardır. Her kim bu ilim
mîrâ-smdan almışsa, işte o bol bir pay almıştır" buyurmuştur. İşte bunun
için İbn Abbâs da: Peygamber ancak iki kap arasmdakini, yânî Kur'ân'ı
bırakmıştır, demiştir. Sünnet, Kur'ân'ı tefsîr edici, beyân edici ve tavzîh
edicidir, yânî sünnet, Kur'ân'a tâbi'dir. En büyük maksûd Yüce Allah'ın
Kitâbı'dır. Nitekim Yüce Allah: "Sonra biz o Kitâb 'ı kullarımızdan
seçtiklerimize mîrâs bıraktık. İşte onlardan kimi nefsine zulmedendir, onların
bâzısı mu 'tedildir, onlardan bir kısmı da Allah 'in izniyle hayırlarda öncü
olanlardır, işte bu büyük fadidir" (Fâtın 32) buyurmuştur. (İbn Kesîr)
[51] Buhârî bu hadîsi Sahih1 İvün. başka yerlerinde de
getirmiştir. Hadîsin bâb ismine münâsebet ciheti, güzel kokunun varlığı ve
yokluğunun Kur'ân'la beraber dev-retmesidir. Bu da iyiden ve kötüden çıkan,
diğer bütün sözler üzerindeki şerefine delâlet etmiştir (İbn Kesîr).
[52] Bunun bir rivayeti Namaz Vakitleri Kitabı,
"İkindiden bir rek'âte erişen kimse bâbı"nda geçmişti. Hadîsin bâb
ismine münâsebeti, bu ümmetin, müddetinin kı-sahğıyle beraber, müddetleri uzun
olmasına rağmen geçmiş ümmetlere üstün olmasıdır. Nitekim Yüce Allah:
"Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. iyiliği emreder,
kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız..." (Âlu îmrân: 110) buyurdu.
Müsned'de ve Sünen'de,
Behz ibn Hakîm'den; o da babasından şu hadîs gelmiştir. Dedesi şöyle demiştir.
Rasûlullah (S): "Sizler yetmiş ümmete ağır basıyorsunuz, sizler Allah'a
göre o ümmetlerin en hayırlısı ve en keremlisisiniz" buyurdu.
Son ümmet bu yüksek
şerefe ancak bu Azîm Kitâb olan Kur'ân bereketiyle zafer bulmuştur. Öyle Kur'ân
ki, Allah ona, indirdiği her kitâb üstünde bir şeref vermiş, onu Öncekini
koruyucu, neshedici ve hitâma erdirici kılmıştır. Çünkü geçmiş olan her kitâb
yeryüzüne bir defada toptan inmiştir. Bu Kur'ân ise, hem kendisine, hem de
indirildiği ümmete olan şiddetli i'tinâdan dolayı vakıalara göre parça parça
indirilmiştir. Böylece her bir iniş, geçmiş kitâblardan bir kitabın inişi
gibidir.
Geçmiş ümmetlerin en büyükleri Yahudiler ve Hristıyanlar'dır.
Yahûdîler'e gelince, Allah onları Mûsâ zamanından îsâ zamanına kadar kullandı.
Hristiyanlar' da îsâ'dan, Muhammed'i peygamber göndermesine kadar kullandı.
Sonra da Muhammed Ümmeti'ni kıyametin kopmasına kadar kullandı. Bu son ümmetin
zamanı, gündüzün sonuna benzetilmiştir. Ve Allah geçmiş ümmetlere birer kırat
ücret verdi, bu ümmete ise ötekilere verdiğinin iki katı olarak, ikişer kırat
ikişer kırat ücret verdi. Buna karşı o ümmetler: Ey Rabbimiz! Bize ne oldu ki
amelce biz çoğuz, ücretçe biz azız? dediler. Allah: Ben sizin ücretinizden
herhangi birşey eksilttim mi? buyurdu. Onlar: Hayır, dediler. Allah: İşte bu
benim fadlımdır -yânî size verdiğimin üstünde olan bu ziyâdelik, benim
dilediğime verdiğim bir şeydir-, buyurdu. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurdu:
"Ey îmân edenler, Allah'tan korkun, O'nun Peygamberi'ne de îmân edin ki,
Allah size rahmetinden iki (kat) nasîb versin. Sizin için yürüyeceğiniz bir nûr
lütfetsin. Sizi mağfiret eylesin. Allah çok mağfiret edici, çok merhamet
eyleyicidir."
[53] Buhârî bunu, râvîlerin bakîyyesiyle birlikte diğer
yerlerde de rivayet etti. Ebû Dâvûd ise ancak Mâlik ibn Miğvel'den gelen
tarîklerden rivayet etmiştir.
Bu hadîs de İbn
Abbâs'tan geçmiş olan "Rasûlullah Mushaf'ın iki kabı arasında bulunandan
başka bîr şey bırakmadı" hadîsinin benzeridir.
Bu da şöyledir:
İnsanlar üzerine kendi malları hususunda vasiyyet etmeleri yazılmıştır. Nitekim
Yüce Allah: "Sizden birinize ölüm gelip çattığı vakit -eğer mal
bırakacaksa- anaya, babaya, yakın akrabaya meşru bir surette vasiyyette
bulunmak takva sahihleri üzerinde bir hakk olarak farz edildi" (el-Bakara:
180) buyurdu.
Amma Peygamber'e gelince, O kendisinden mîrâs olunacak birşey bırakmadı.
O malını kendinden sonra cereyan edecek bir sadaka olmak üzere terk edince, mal
hususunda bir vasiyyet yapmaya muhtaç olmadı. O kendisinden sonra Halîfe olacak
birini de ta'yîn üzere vasiyyet etmedi. Çünkü bu iş, Peygamber'-in Ebû Bekr'e
işaretleri ve îmâları ile zahir olmuştu. İşte bundan dolayı Ebû Bekr'e vasiyyet
yapmayı düşündüğü zaman, sonradan bu niyetinden vazgeçip: "Allah da,
mu'minler de ancak Ebû Bekr'e râzî olurlar" buyurmuştu. Hakîkaten de
böyle olmuştur. Ve bir de Peygamber insanlara ancak Allah'ın Kitâbı'na uymayı
vasiyyet etmiştir {İbn Kesîr).
[54] "Men lem yeteğanne bil-Kur'ân" başlığı,
Buhârî'nin Ahkâm'da getirdiği bir hadîsin parçasıdır. Buhârî bunu
"Kur'ân'Ia yetinmeyen kimse" ma'nâsma almış, buna delîl olmak üzere
de müteakiben el-Ankebût: 51. âyetini sevketmiştir. Bu parçanın bir ma'nâsı da
"Kur'ân'Ia avaz yapmayan kimse"dir.
Bu iki ma'nâyı cem* etmek de mümkindir: Kur'ân'ı güzel ses ve avazla okumak,
Kur'ân'daki bilgileri öğrenip uygulamakla yetinip diğer semavî kitâblar-dan
vazgeçmek.
[55] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Bundan sonraki
hadîs de onun başka bir yoldan gelen rivayetidir.
Hadîsteki
"İşitmek" ma'nâsma olan "el-Ezen"den murâd, rızâ ve kabul işit-mesidir.
Bunun benzeri rukû'dan doğrulurken zikredilen "SemValîâhu timen
hamideh" kavlidir. Bunun fiili "Taibe" ve "Taribe"
bâbındandır.
Bu hadîsi Müslim ile
en-Nesâî de Sufyân ibn Uyeyne hadîsinden olmak üzere tahrî etmişlerdir. Bunun
ma'nâsı Yüce Allah hiçbirşeyi, bir peygamberin, aşikâre ilip güzelleştirerek
yaptığı kıraatini kulak tutup dinlemesi kadar kulak tutup dinlememiştir,
demektir. Bu da şundandır: Peygamber'İn kıraatinde, hilkatlerinin kemâlinden
dolayı ses ve savt güzelliği ile haşyet tamamljğı bir yere toplanır. Bu ise
kıraatte gaye olan birşeydir. Münezzeh ve Yüce Allah iyi olsun, fâcir olsun
kullarının hepsinin savtım işitmektedir. Nitekim Âişe (R): "İşitmesi bütün
sesleri ihata eden Allah'ı tesbîh ederim" demiştir. (Buhârî, Tevhîd,
"Kavlullâ-hi Teâlâ: Ve kânellâhu semî'an basîran"). Lâkin Yüce
Allah'ın, mü'min olan
kullarının kıraatlerini
işitip dinlemesi daha büyüktür. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurdu: "Sen
herhangibir işte bulunmayadur, onun hakkında Kur'ân 'dan birşey okumayadur ve
sizler de hiçbir iş işiemeyedurun ki, onun içine daldığınız vakit biz başınızda
şâhidizdir. Ne yerde, ne gökte zerre ağırlığınca birşey Rabb '-inden uzak (ve
gizli) kalmaz. Bundan daha küçüğü ve daha küçüğü de hâriç olmamak üzere hepsi
muhakkak apaçık bir kitâbda(yazûi)dır" (Yûnus: 61).
Sonra Yüce Allah'ın,
peygamberlerinin kıraatlerini dinlemesi, bu büyük hadîsin delâlet ettiği gibi
daha beliğdir. Buradaki "el-Ezen "i kimisi "Enir"
ma'nâ-siyla tefsîr etmiştir. Evvelkisi yânî "işitmek" ma'nâsma olması
daha yakındır. Çünkü şu hadîs bu ma'nâya delâlet etmektedir: "Allah
hiçbirşeyi, Kur'ân'ı te-ğannî ederek yânî aşikâr kılarak okuyan Peygamberi
dinlediği kadar dinlemedi."
Ezen, siyakın da buna
delâlet etmesinden dolayı îstimâ', yânî bir söze kulak tutup dinlemek
ma'nâsınadır. Nitekim Yüce Allah da şöyle buyurdu:
* 'Gök yarıldığı, Rabb
'ini dinleyip boyun eğdiği zaman, ki gök zâten buna lâyık yaratılmıştır. Yer
uzatıldığı, içinde ne varsa atıp bomboş kaldığı (bu hu-sûsda da) Rabb 'ini
dinleyip boyun eğdiği zaman, ki yer zâten buna lâyık olarak yaratılmıştır"
(el-İnşikaak: 1-5). Yânî Rabb'ini dinlediği zaman, ki o zâten buna lâyık olarak
yaratılmıştır. Yânî zâten o, Rabb'inİn emrini dinleyip, ona itaat etmeye lâyık
olarak yaratılmıştır. Binâenaleyh burada "el-Ezen" lâfzı,
"îstimâ"' yânî kulak tutup dinlemekten ibarettir.
Bunun içindir ki, İbn
Mâce'nin sağlam bir senedle Fudâle ibn Ubeyd'den rivayet ettiği bir hadîste
şöyle gelmiştir: Fudâle dedi ki: Rasûlullah (S): "Allah 'm güzel sesli
kimsenin Kur'ân okuyuşuna, şarkıcı kadın sahibi kimsenin kendi şarkıcı kadınını
dinlemesinden daha şiddetli bir dinlemesi vardır" buyurdu.
Sufyân ibn Uyeyne'nin:
"Teğannî" ile murâd; "Onunla yetinir" demektir, kavline
gelince: Eğer o, Kur'ân'Ia dünyâdan yetinir demeği murâd ettiyse -ki Ebû Ubeyd
el-Kaasım ibn Sellâm ve diğerlerinin mutâbaat etmiş oldukları kelâmdan zahir
olan budur- bu, hadîsten murâd olan zahirin hilafıdır. Çünkü o hadîsi râvîlerin
bâzısı "Cehr" ile yânî "Sesli okumak" ile tefsîr etmiştir.
O da okuyuşu güzelleştirme ve okuyuşla sesi inceltmektir. Harmele şöyle dedi:
Ben İbn Uyeyne'den işittim. O: "Yeteğannî bihî"nm ma'nâsı
"Yestağnî bihî" demektir, diyordu.
Bana eş-Şâfiî şöyle
dedi: "Yeteğannî"nin ma'nâsı böyle değildir. Eğer o böyle olaydı
muhakkak "Yeteğânâ" şeklinde olurdu. O ancak Tehazzün etmek yânî sesi
inceltip yufkalaştırmak ve terennüm etmektir. Muzenî ile Rubey' de Şafiî'den
böyle naklettiler.
Buna göre Buhârî'nin bu
baba, Yüce Allah'ın "Sana indirdiğimiz o Kitâb -ki karşılarında okunup
duruyor- onlara kâfî gelmedi mi? Onda îmân edecek bir kavim için elbette bir
rahmet ve bir öğüt var" (e!-Ankebût: 51) kavlini başlık yapmasında bir
nazar yânî tefekkür için bir meydan vardır. Çünkü bu âyet, Peygamber'İn
doğruluğuna delâlet edecek birtakım mu'cizeler isteyen kimselere karşı bir red
olarak zikredilmiştir. Çünkü öncekiyle birlikte âyet şöyledir: "Ona Rabb
-inden (başkaca) âyetler de indirilmeli değil miydi? dediler. De ki: O âyetler
an cak Allah 'm nezdindedir. Ben sâde apâşikâr haber verenim. Sana indirdiğimiz
o Kitâb -ki karşılarında okunup duruyor- onlara kâfî gelmedi mi? Onda îmân
edecek bir kavim için elbette bir rahmet ve bir öğüt var" (el-Ankebût:
50-51). Bunun ma'nâsı "Sen Ummî bir kimse iken, senin üzerine Kur'ân'ı
indirmemiz senin doğruluğuna delâlet edici bir âyet olarak onlara kâfî gelmedi
mi?" demektir. Peygamber'in ümmiliği de şöyle belirtildi: "Sen bundan
evvel hiç bir kitâb okur değildin. Elinle de onu yazmadın. Böyle olsaydı bâtıl
söyleyenler elbette şübhelenirdV (el-Ankebût: 48). Yânî sen böyle ümmî olduğun
halde o Kur'ân'ın içinde evvelkilerin ve sonrakilerin haberlerini getirdin,
demektir. Bu ma'nâ nerede, Kur'ân okurken sesi güzelleştirmek yâhud Kur'ân'la
diğer dünyâ işlerinden mustağnî olmak ma'nâsına olan Kur'ân'la tegannî nerede?
Binâenaleyh her bir takdîre göre baba bu âyetin başlık yapılmasında düşünmeye
bir meydan vardır (İbn Kesir).
"İkinci takdîre
göre bu âyetin baba başlık yapılması, Buhârî sarihlerinin i'timâd ettikleri
zahir bir vecihdir. Bu da mutlak olarak Kur'ân'la yetinip başkasına muhtaç
olmamaktır ki, bunun içine buna uygun olacak herşey girebilir. Bu âyetin nuzûl
sebeblerinden olmak üzere Taberî'nin tahrîc ettiği şu hadîsi zikrettiler:
Müslümanlardan bir grup insan, Ehl-i Kitâb'dan işittiklerinin bâzısını yazmış
oldukları birtakım kitâblarla geldiler. Bunun üzerine Peygamber: "Peygamberlerinin
kendilerine getirdiğinden yüz çevirip diğer peygamberin başkalarına getirdiği
şeylere yönelip rağbet etmesi bir kavme dalâlet olarak kâfî oldu" buyurdu.
Akabinde bu âyet nazil oldu" (Muhammed Reşîd Rızâ).
Bu konuyu İbn Kesîr,
Fadâiiu'l-Kur'ân Kitâbı'nda genişçe ve doyurucu olarak incelemiştir. Mısırlı
Muhammed Reşîd Rızâ da kıymetli haşiyeler ilâve etmiştir: Kur'ân'ın
Faziletleri, Mütercim: Mehmed Sofuoğlu, İstanbul, 1978.
[56] Gıbta, bir kimsenin nail olduğu ni'met sahibinden zail
olmayarak, onun benzerinin kendisi için de olmasını arzu ve temennî etmek,
iştihâ duymaktır. Bu kelimede hased eylemek ma'nâsı da vardır, fakat bu
kötülenmiş ve çirkin bir huy olan hased değil, verilen ma'nâda, has bir
haseddir. Kötülenmiş olan hased: Baş-kasmdaki ni'metin gitmesini isteyerek
benzeri bir ni'metin kendisinde olmasını arzu etmektir.
Iğtıbat da Gıbta'nm iftiâl babı olup, aynı ma'nâyadır.
[57] Hadîsin başlığa uygunluğu "Şu kimseden başkasına hased
edilmez" sözünde-dir. Çünkü burada hasedle murâd, hâs bir haseddir ki, o
da başlığın delâlet etmekte olduğu gıbtadan ibarettir (Aynî).
Bunu bu tarîkten getirmekte Buhârî, Müslim'den ayrıldı. Sufyân'ın
ez-Zuhrî'den gelen rivâyetiyle getirmekte ise ittifak etmişlerdir.
[58] Hadîs'in başlığa uygunluğu meydandadır.
Bu iki hadîsin ihtiva
ettiği ma'nâ, Kur'ân sahibinin imrenilecek güzel bir ni'met içinde bulunduğudur
ki, o da hâl güzelliğidir. Bundan dolayı Kur'ân sahibinin, içinde bulunduğu
güzel hâl ve ni'metle çok sevinip refâk, gına, .sürür ve şadmânî üzere olması
yakışır. Ve bu hâlini gıbta edilmiş kılması mustehab olur. Bir kimsede bulunan
ni'metin benzerini temenni ettiği zaman, İkinci bâb-dan "Ğabatahu,
Yağbituhu, Ğabtan"denilir. Bu, kötülenmiş olan hasedin hi-lâfınadır.
Kötülenen ise, bu hased edici için hâsıl olsun veya olmasın müsâvî olarak,
hased edilmiş kimseden ni'metin zevalini temennî etmektir. İşte bu, dînen
kötülenmiş olan helak edici bir huydur. Bu Yüce Allah'ın Âdem'e ihsan eylediği
kerem, ihtiram ve büyütme ni'metini hased ettiği zaman İblîs'in işlediği
ma'siyetlerin ilkidir. Meşru' ve makbul olan hased ise sevindirici bir halet
üzere bulunan kimsenin bu iyi hâlinin benzerini kendisi için de temennî
eylemektir. İşte bunun için Rasûlullah (S): "İki kişiden başkasına hased
edilmez..." buyurdu da akabinde fâidesi kendisine kasrolan, gece ve
gündüz saatlerinde Kur'ân tilâvet etmek ni'meti ile fâidesi başkalarına geçici
olan gece gündüz mal infâk eylemek ni'metlerini zikretti. Nitekim Yüce Allah da
şöyle buyurdu: "Hakikat, Allah 'in Kitabı 'm okumaya devam edenler, namazı
dosdoğru kılanlar, kendilerine rızk olarak verdiğimizden gizli ve aşikâr infâk
edenler kaViyyen kesâd bul-mıyacak bir kazanç umabilirler" (Fâtır: 29 )
(İbn Kesir)
[59] Başlık, hadîsten bir parça olduğu için, hadîslerle
başlık arasındaki uygunluk son derecededir.
Hedef, Peygamber'in
"En hayırlınız, Kur'ân'ı öğrenen ve öğretendir" buyurmuş olmasıdır.
Bu da, rasûllere tâbi' olan mü'minlerin sıfatlarıdır. Onlar nefislerinde kâmil
kimseler olup başkalarım da mükemmelleştirmeye çalışanlardır. Bu ise yalnız
kendisinde kalıcı fayda ile başkasına geçici faydayı toplamaktır. İşte bu, ne
kendileri fayda veren, ne de faydalanmaları mümkün olanlardan herhangibir
kimseyi faydalanması için terketmiyen cebbar kâfirlerin sıfatının hilâfınadır.
Nitekim Yüce Allah şöyle buyurdu: "Kâfir olup da (insanları) Allah 'm
yolundan men' edenler, biz onların (çektikleri) azabın üstünde, (dünyâda)
çıkarageldikleri fesâdlara mukaabil bir azâb daha katıp artırdık"
(en-Nahl: 88). Ve yine Yüce Allah şöyle buyurdu: "Onlar, hem (insanları)
bundan (Kur'ân'dan veya Peygamber'e yaklaşmaktan) vazgeçirmeye çalışırlar, hem
kendileri ondan uzaklaşırlar. Onlar bilmiyerek kendilerinden başkasını helake
sürüklemiş olmuyorlar" (el-En'âm: 26). Bu kelâm hakkında müfessirlerin
iki görüşünün en sahihine göre ma'nâ, onlar bizzat kendileri ondan ayrılıp
uzak-laşmalariyle birlikte insanları da Kur'ân'a ittibâ etmekten nehyediyorlar
demektir. Binâenaleyh onlar tekzîb ile men' etme suçunu birleştirmişlerdir.
Nitekim Yüce Allah şöyle buyurdu: "...İşte size Rabb'inizden apaçık bir
hüccet, bir hidâyet, bir rahmet gelmiştir. Artık Allah 'in âyetlerini yalan
sayandan, onlardan yüz çevirenden daha zâlim kimdir? Biz âyetlerimizden yüz
çevirenleri bu sebeble yaman bir p~âb ile cezalandıracağız" (el-En'âm:
157). İşte bu, şerrlİ kâfirlerin hâlidir. Hâlis iyilik sahibi hayırlılarının
hâli ise hem kendi nefsinde kemâle ulaşmak, hem de Peygamber'in: "En
hayırlınız Kur'ân'ı öğrenen ve başkasma da öğretendir" buyurduğu gibi,
başkalarını mükemmelleştirmek hususunda koşup gayret göstermektir. Nitekim Yüce
Allah da şöyle buyurdu: "Allah 'a da'vet ve iyi amel eden ve, ' 'Ben
şübhesiz müslümanlardanım'' diyen kimseden daha güzel sözlü kimdir?"
(Fussilet: 33).
Böyle olan kimse
Allah'a da'vet ile -ki bu da'vet ezan okumak ile olsun yâhud Kur'ân, hadîs,
fıkıh öğretmek kabilinden Allah'ın rızâsı taleb olunan diğer "Allah'a
da'vet" nevilerinden herhangisiyle olsun müsavidir -bizzat sâlih amel
işlemek ve sâlih söz söylemek fiillerini cem' etmiştir ki, bundan daha güzel
halli bir kimse yoktur, s
Ebû Abdirrahmân Abdullah ibn Habîb es-Sulemî el-Kûfî de, işte bu Allah'a
da'vet makaamma rağbet etmiş olan îslâm imamlarından ve muallimlerinden biri
olmuştur. O, Usmân'ın devlet başkanlığından i'tibâren tâ Haccâc'ın günlerine
kadar bu Kur'ân muallimliği makaammda oturup insanlara Kur'ân öğretmekte devam
etmiştir. İnsanlara Kur'ân öğretmenliği yapmakta sabit kaldığı zamanın mikdân
yetmiş sene olmuştur dediler (İbn Kesîr).
[60] Bu hadîs, müteaddid yollardan tahrîcinin sahîhliği
üzerinde ittifak edilmiş bir hadîstir. Bu hadîsten Buhârî'nin kasdettiği hedef,
bu zâtın, Kur'ân'dan öğrenmiş olduğu mikdârda sûreleri bilmekte olduğu ve
Peygamber'in ona, bu kadına öğretmesini emrettiği ve bu sûreleri Öğretmenin de
evlenmeye karşılık kadın için bir sadak (mehr) olmasıdır. Bu, âlimler arasında
hakkında niza edilen bir mes'-eledir: Bu öğretme işinin bir mehr yapılması caiz
olur mu? Yâtmd Kur'ân öğretmeye karşılık ücret almak caiz olur mu? Bu hüküm bu
zâta mı hass olmuştur? Peygamber'in "Kur'ân'dan sende bulunan o sûreler
karşılığında seni o kadınla evlendirdim"; yâhud "Sende bulunanlar
sebebiyle... "sözünün ma'nâsı nedir? Nitekim Ahmed ibn Hanbel de bu ma'nâyı
söylemiştir: Sende bulunanlar sebebiyle onu sana ikram ediyoruz. Yâhud da
sende bulunan sûrelere bedel onu sana ikram ediyoruz. Bu, Sahîh-iMüslim'deki:
"O zât, o sûreleri kadına öğretti" sözünden dolayı en kuvvetli olan
görüştür. İşte bu görüş Buhârî'nin burada kas-detmiş olduğu görüştür. Bu
husustaki ihtilâfın geri kalanının tahrîri Nikâh ve İcâreler bölümlerinde
zikredilmiştir. Yardım isteme ancak Allah iledir (îbn Kesîr).
[61] Buhârî burada Sehl ibn Sa'd'm kendini Peygamber'e hibe
eden kadın hakkındaki hadîsini zikretti. Bu hadîs de başlık yapılan hususta
zahirdir. Çünkü bunda Peygamber o şahsa: "Sen o sûreleri ezberden
okuyabiliyor musun?" dedi. O da: Evet okuyorum, dedi. İştebu.Kur'ân'ı
ezberden okumanın daha faziletli olduğuna delâlet etmiştir. Çünkü ezberden
okuyabilmek, onu başkasına öğretmeye çalışmak da kişiyi daha kuvvetli kılar...
(İbn Hacer)
[62] Ibn Kesîr şöyle demiştir:
Buhârî bu başlıkta
ancak Ebû Hazım ibn Sehl ibn Sa'd'ın biraz evvel geçmiş olan hadîsini
getirmiştir. Bu hadîste Peygamber o kadınla evlenmek isteyen erkeğe hitaben:
"Kur'ân'dan sende ne var?" diye sordu. O zât: Ezberimde şu sûre, şu
sûre var diye bir takım sûreler s vdı. Peygamber ona: "Sen bu sûreleri
ezberinden okuyor musun?" diye sordu. O zât: Evet (okuyorum), dedi. Pey
gamber: "Öyleyse git. Kur'ân'dan ezberindeki sûrelerle seni bu kadına
mâlik kıldım" buyurdu. Buhârî tarafından yazılan bu başlık, Mushaf'a
bakmaksızın ezberden Kur'ân okumanın daha faziletli olduğunu iş'âr edicidir. Ve
Allah en iyi bilendir. Lâkin âlimlerden birçok kimselerin tasrîh ettiği ise,
Kur'ân'ı Mushaf'tan okumanın daha faziletli olduğu görüşüdür. Çünkü Mushaf'tan
okumak hem tilâveti, hem de Mushaf'a bakmayı müştemil olur. Mushaf'a bakmak da
Seleften bir kaç âlimin sarîh olarak beyân ettiği gibi bir ibâdettir. Onlar bir
kimse üzerinden Mushaf'a bakmaksızın bir günün geçmesini kerih görmüşlerdir.
Onlar Mushaf'a bakıp
tilâvet etmenin efdaliyetine İmâm Ebû Ubeyd'in Fadâilu'l-Kur'ân Kitâbi'nda
rivayet ettiği şu hadîsle istidlal ettiler:
Bize Nuaym ibn Hammâd,
Bakıyye ibn el-Velîd'den; o da Muâviye ibn Yahya'dan; o da Suleym ibn
Müslim'den; o da Abdullah ibn Abdirrahmân'dan; o da Peygamber'in sahâbîlerinin
bâzısından tahdîs etti. O şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle dedi:
"Kur'ân'ı Mushaf'a bakarak okumanın, onu ezberden okuyan kimse üzerine
fazileti, farizanın nafile üzerindeki fazileti gibidir". Bu isnâdda bir
zaîflik vardır. Çünkü bu seneddeki Muâviye ibn Yahya, es-Sadefî yâhud
da-el-Etrâblûsî'dir. Hangisi olsa o zât zayıftır. es-Sevrî, Âsim'dan; o da
Zirr'den söyledi ki, İbn Mes'ûd: "Mushaf'a bakmayı devam ettiriniz"
demiştir.
Hammâd ibn Seleme, Alî
ibn Zeyd'den; o da Yûsuf ibn Mâkek'ten; o da İbn Abbâs'tan söyledi ki, İbn Umer
evine girdiği zaman Mushaf'ı yayar ve ondan okur idi. Yine Hammâd Sâbit'ten; o
da Abdurrahmân ibn Ebî Leylâ'dan söyledi ki, tbn Mes'ûd, yanında arkadaşları
toplandıkları zaman Mushaf'ı açarlar, İbn Mes'ûd okur yâhud onlar için tefsîr
eder idi. Bu, sahîh isnâddır. Hammâd ibn Seleme, Haccâc ibn Ertât'den; o da
Suveyr ibn Ebî Fâhıte'den; o da İbn Umer'den söyledi ki, o: Herhangi biriniz
çarşısından döndüğünde Mushaf'ı yayıp açsın ve ondan okusun, demiştir.
A'meş, Heyseme'den
söyledi: Ben tbn Umer'in yanına girdim, o Mushaf'tan okumakta İdi. Benim
girmem akabinde: Bu, geceleyin okumakta olduğum cüz'ümdür, dedi.
işte bu haberler, onun
ondan okunmamak sebebiyle Mushaf'ın muattal olmaması için Mushaf'tan okumanın
matlûb bir iş olduğuna delâlet etmektedir. Bu aynı zamanda sahâbîlerin
yanlarındaki Mushaf bolluğuna ve çokluğuna da delâlet etmektedir ki bu, insanlardan
bir çoğunun bilmediği bir husustur. Olur ki, hafızların bâzısına bir unutma
vâki' olur, o da unuttuğunu Mushaf'tan hatırına yerleştirmeye çalışır. Yâhud
bir kelime veya bir âyetin tahrifi yâhud tak-dîm veya te'hîri vâki' olur, bu
hallerde acele etmeyip teennî eylemek ve subûtunu araştırmak evlâdır. Bu
hususlarda Mushaf'a dönmek ise hafızların ağızlarına dönmekten daha sağlamdır.
Kur'ân'm telkîn edilip
dilde akıtılmasına gelince bunun, telkîn edicinin ağzından alınması daha
güzeldir. Çünkü yazı edaya delâlet etmez. Nitekim sırf yazıdan ezberlemiş
olanların bir çoğunda müşahede edilen, tashîfinin ve galatının çok olmasıdır.
Hal böyle tashîfe ve yanlışa götürdüğünde, kendisini Kur'ân lâfızları üzerinde
vâkıf kılacak bir üstâd bulunduğu zaman, yazıdan ezberlemesi men' edilir.
Üstâd tarafından telkîn olunmakdan acz hâlinde ise "Allah hiç bir kimseye
gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez" (el-Bakara: 286). Binâenaleyh
refâhiyet sırasında caiz olmıyan şey, zaruret indinde caiz olur. Böyle zaruret
hâlinde bâzı kelimeleri aslî lâfızlardan kendi lügati ve lâfzına tahrîf
edebileceği farz olunsa bile Mushaf'tan okuyup ezberlemesinde üzerine bir günâh
yoktur..." (Fadâilu'l-Kur'ân)
[63] Hadîslerin başlığa uygunluğu meydandadır. Bunları
Müslim de Namaz Kitâbi'-nda, "Salâtu'l-Musâfirîn"de getirmiştir:
Müslim Ter., II, 435
[64] Hadîsin başlığa uyguhluğu "Kur'ân'ı ezberde
tutmaya ihtimam ediniz" kelâ-mındadır... (Aynî).
İbn Kesîr şöyle dedi:
Bu hadîslerin mazmunu,
Kur'ân hafızının, Kur'ân'ı unutmağa ma'rûz bırakmaması için Kur'ân'ı çok
tilâvet etmeye, onu ezberinde tutmak için tekrar tekrar okumaya ve ezberinde
tutma ahdini dâima yenileyip durmaya rağbetlen-dirmedir. Çünkü Kur'ân'ı unutmak
büyük bir hatâdır, günahtır. Bundan Allah'a sığınır, muafiyet niyaz eyleriz.
Zîrâ İmâm Ahmed şöyle dedi: Bize Halef ibnu'l-Velîd tahdîs etti. Bize Hâlid,
Yezîd ibn Ebî Ziyâd'dan; o da îsâ ibn Fâ-id'den; o da bir kimseden; o da Sa'd
ibn Ubâde'den tahdîs etti. O şöyle demiştir: Rasûlullah şöyle buyurdu:
"On kişiye amirlik yapmış hiçbir emir yok ki kıyamet günü elleri boynuna
geniş demir kelepçelerle bağlanmış olarak getirilmesin. Onu bu geniş boyun
kelepçelerinden adiden başka hiçbirşey çözüp ayıramaz".
Bu hadîsi Cerîr ibn
Abdilhamîd ile Muhammed ibn Fudayl de Yezîd ibn Ebî Ziyâd'dan böyle, Hâlid ibn
Abdillah'ın rivayet ettiği gibi rivayet ettiler. Bu hadîsi Ebû Dâvûd da,
Muhammed ibnu'l-Alâ'dan; o da İbn İdrîs'den; o da Yezîd ibn Ebî Ziyâd'dan; o
da îsâ ibn Fâid'den; o da Sa'd ibn Ubâde'den; o da Peygamber'den Kur'ân'ı
kıssası ile ve mübhem racülü zikretmeden tahrîc et-< mistir. Keza bu hadîsi,
Ebü Bekr ibn Abbâs, Yezîd ibn Ebî Ziyâd'den rivayet etti. Ve bu hadîsi Saîd de
isnadında vehmederek rivayet etmiştir. Ve bunu Vekî' onun ashabından; onlar da
Zeyd ibn îsâ ibn Fâid'den; o da Peygamber'den mürsel olarak rivayet etti. Bunu
İmâm Ahmed de Ubâdetu'bnu Sâmit'in Mus-ned'inde rivayet edip şöyle demiştir:
Bize Abdussamed tahdîs etti. Bize Abdulazîz ibn Müslim tahdîs etti. Bize Yezîd
ibn Ebî Ziyâd, îsâ ibn Fâid'den tahdîs etti. Ubâde İbnu's-Sâmit şöyle demiştir:
Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "On kişiye emir olan hiçbir kimse yoktur
ki, kıyamet günü elleri boynuna enli demir kelepçe İle bağlanmış olarak
getirilmesin. O kimseyi bu demir kelepçelerden adlinden başka hiçbirşey çözüb
ayıramaz. Ve Kur 'ân 'ı öğrendikten sonra onu unutmuş olan hiçbir kimse yoktur
ki, kıyamet günü Allah'a cüzzâm hastalığına tutulmuş olarak kavuşmasın".
Ve bu hadîsi-Ebû Avâne de Yezîd ibn Ebî Zi-yâd'dan böyle rivayet etti. Bu
hadîste bir ihtilâf vardır. Lâkin bu hadîs, Allah en iyi bilir ki,
rağbetlendirme babında makbuldür. Bilhassa diğer bir tarîkten buna bir şâhid
mevcûd olunca! Nitekim Ebû Ubeyd şöyle dedi: Bize Haccâc tahdîs etti. İbn
Cureyc (150) şöyle demiştir: Enes ibn Mâlik'ten bana tahdîs olundu ki, o şöyle
demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Bana, kişinin, mescid-den
çıkaracağı bir tek çöp ve bir tek pisliğe varıncaya kadar ümmetimin bütün
ücretleri (nail olacakları sevâblar) arzolundu. Yine bana ümmetimin günâhları
da arzolundu ki, ben bunlar içinde Allah 'in Kitâbı'ndan bir âyet veya bir sûre
kendisine verilmiş (öğretilmiş) de bunu unutmuş olan kimsenin günâhından daha
büyük bir günâh görmedim". İbn Cureyc şöyle dedi: Bana Selmân
el-Fârisî'den tahdîs olundu ki, o şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:
"Herhangi birinizin ezberinde bulunup da sonra unutmuş olduğu Allah'ın
Kitâbı'ndan bir tek sûre, kıyamet günü ümmetimin tastamam yükleneceği
günâhların en büyüğündendir".
Ebû Dâvûd, Tirmizî, Ebû
Ya'lâ, Bezzâr ve diğerleri, İbn Ebî Dâvûd -belki İbn Ebî Ziyâd- hadîsinden; o
da, îbn Cureyc'den; o da el-Muttalib ibn Abdillah ibn Hantab'dan olmak üzere şu
hadîsi rivayet etmişlerdir: Enes ibn Mâlik şöyle dedi: Rasûlullah (S) şöyle
buyurdu: "Bana, kişinin mescidden çıkaracağı bir tek çöpe varıncaya kadar
ümmetimin bütün ücretleri arzolundu. Ve bana ümmetimin günâhları da arzolundu
ki ben kişiye verilmiş de sonra unutmuş olduğu, Kur'ân'dan bir tek sûre veya
bir tek âyetten daha azametli bir günâh görmedim". Tirmizî: Garîbdir, biz
bu hadîsi bu tarîkten başka bir tarîkten tanımıyoruz. Ben bu hadîsi Buhârî ile
müzâkere ettim de Buharı bunu garîb addetti, demiştir.
el-Vâlibî de Abdullah
ibn Abdirrahmân ed-Dârimî'den, onun el-Muttalib'in, Enes ibn Mâlik'ten
işitmesini kerîh gördüğünü hikâye etti. (Ben derim ki:) Bunu Muhammed ibn
Yezîd el-Udmî, İbn Ebî Dâvûd'dan; o da tbn Cureyc'den; o da ez-Zuhrî'den; o da
Enes'ten; o da Peygamber'den olmak üzere rivayet etmiştir. Allah en iyi
bilendir.
Müfessirlerin bâzısı bu
ma'nâyı Yüce Allah'ın şu kavli içine katmışlardır: ' ıKim benim zikrimden yüz
çevirirse, onun hakkı da dar bir geçimdir ve biz onu kıyamet gününde kör olarak
haşr ederiz. Ö: Rabbim, beni niçin kör hasrettin? Hâlbuki ben hakîkaten görücü
idim, demiştir. Allah buyurmuştur; Öyledir! Sana âyetlerimiz geldi de sen
onları unuttun! tşte bu gün de öylece unutuluyorsun!" (Tâhâ: 124-126).
İşte onun söylemiş
olduğu söz de budur, her ne kadar bunun hepsi murâd edilmiş değilse de, o bunun
bir kısmıdır. Çünkü Kur'ân tilâvetinden yüz çevirmek, onu unutmaya ma'rûz
bırakmak ve ona i'tînâ göstermemek hâllerinde Kur'-ân'a büyük bir hakaaret ve
hakîr görme ve şiddetli bir taksîr vardır. Bundan Allah'a sığınırız. Bunun
içindir ki, Peygamber: "Kur'ân'ı ezberde tutma ahdini yenileyip
durun", bir lâfızda da: "Kur'ân'ı ezberinizde iyice tutmaya çalı şın,
çünkü Kur'ân'in insanların gönüllerinden ayrılıp kaçması, develerin boşanıp
kaçmalarından daha şiddetlidir" buyurmuştur. "et-Tafassî",
"et-Tahallus" yânî kurtulmak demektir. Bir kimse bir beliyyeden
kurtulduğu zaman, "Tefassâ Fu-lânun mine'l-beliyyetİ" denilir. Hurma
çekirdeğinin hurmadan çıkıp kurtulduğu zaman da "Tafassâ'n-nevâ
mine't-temreti" denilmesi de bu ma'nâdandır. Yânî Kur'ân'ın gönüllerden
kurtulup kaçması, bağsız olarak salıverildikleri zaman develerin uzaklaşıp
gitmelerinden daha şiddetlidir.
Ebû Ubeyd (224) şöyle
dedi: Bize Ebû Muâviye, A'meş'ten tahdîs etti. îb-râhîm şöyle dedi: Abdullah
ibn Mes'ûd şöyle dedi: Şübhesiz ben, Kur'ân okuyucusuna -şayet onu semiz,
besili ve fakat Kur'ân'ı çok unutkan görürsem- elbette öldürürcesine
hırpalarım. Ve Abdullah ibmi'I-Mübârek'in hadîsi, Abdulazîz ibn Ebî
Dâvûd'dandır, o şöyle demiştir: Ben Dahhâk ibn Muzâhim'den işittim, şöyle
diyordu: Kur'ân'ı öğrenip de sonra unutmuş hiçbir kimse yoktur ki, bu hâl ona
kendisinin ihdas etmekte olduğu bir günâh sebebiyle olmasın. Çünkü Yüce Allah:
"Sîzi çarpan her musibet kendi ellerinizin işleyip kazandığı (günahlar) yüzündendir.
Bununla beraber Allah birçoğunu da affeder (de musibete uğratmaz)"
(eş-Şûrâ: 30). Şübhe yok ki Kur'ân'ı unutmak musibetlerin en büyüğündendir.
Bunun için İshâk ibn Râhaveyh ve başkaları: İçlerinde Kur'ân'ı okumayarak
üzerinden 40 günün geçip gitmesi kişiye mekruh olur, nitekim Kur'ân'ı üç günden
az bir müddet zarfında okuması da mekruh olur, demiştir. Nitekim bu hadîs,
bundan sonra Buhârî'nin zikredeceği yerde yakında gelecektir..."
(Fadâilu'l-Kur'ân).
[65] Yânî bu, binek üzerinde binicinin Kur'ân okumasının
cevazını beyân babıdır. Buhârî, bununla binek üzerinde kıraati kerih görenleri
reddetmek İstemiştir.
Binek üzerinde Kur'ân okumanın aslı, bizzat Kur'ân'da da vardır:
"(O Allah ki) bütün mahlûkları sınıf sınıf yaratmış, gemilerden ve
hayvanlardan da bineceğiniz şeyler yapmıştır. Tâ ki, sırtlarında karar
kılasınız, sonra üzerlerine yerleştiğiniz zaman (kalblerinizle) Rabb Hnizin ni
'metini iyice düşünesiniz ve (dilinizle de): 'Bunları bize râm eden Allah 'm
şâm ne yücedir, münezzehtir. Yoksa biz bunlara güç yetiremezdik. Biz herhalde
ancak Rabb 'imize dönüp gidicileriz' diyesiniz" (ez-Zuhruf: 12-14).
[66] Hadîsin başlığa delîlliği meydandadır. Bunun bîr
rivayeti Mağâzî Kitâbı'nda da geçmişti.
[67] Bu hadîsi Buhârî yalnız olarak tahrîc etmiştir. Bunda
çocukların Kur'ân öğrenmelerinin cevazına delâlet vardır. Çünkü İbn Abbâs,
Rasûlullah'ın ölümü sırasında on yaşında iken Kur'ân'ın el-Mufassal bölümünü
hafızasında toplamış olduğunu haber vermiştir, el-Mufassal bölümü, daha Önce de
geçtiği gibi, el-Hucurât Sûresi'nden başlar. O zaman İbn Abbâs'ın yaşı on
senedir.
Buhârî İbn Abbâs'ın:
Rasûlullah vefat etti, ben sünnet edilmiş haldeydim, dediğini de rivayet
etmiştir: Hâlbuki onlar çocuk ihtilâm oluncaya kadar sünnet yapmazlardı. Buna
göre yukarıki hadîs ile bunun arasını cem' için İbn Abbâs'ın on yaşında
ihtilâm olması muhtemel olur. Bir de İbn Abbâs'ın yukarıki rivayette on
rakamını zikretmekte mecaz yapması ve on üzerinde ziyâde olan kesîri terk
eylemesi de muhtemeldir, Allah en iyi bilendir.
Her takdîre göre de bu
hadîste çocukluk devresinde Kur'ân öğretmenin cevazına delâlet vardır, bu
zahirdir. Hattâ bu bazen müstehâb veya vâcib bile ola bilir. Çünkü çocuk
Kur'ân'ı öğrendiği zaman namaz kılarken okuyacağı metinleri tanıyor halde
bulûğa erişir. Ve çocuğun küçüklükte ezberlemesi büyükken ezberlemesinden daha
iyi ve hatırında yapışıp kalması bakımından da daha şiddetli, daha köklü ve
daha sağlamdır. Nitekim bu, insanların hâlinden bilinmiş bir şeydir.
Seleften bâzısı çocuğu
ömrünün başında oyun için biraz terk etmeyi, sonra çocuğun himmetini okuma
üzerine çoğaltmayı müstehâb görmüştür ki, bu da çocuğu evvelâ okumaya
yapıştırmamak, okumaktan bıktırmamak ve okumaktan oyuna saptırmamak içindir.
Bâzısı da çocuk henüz kendisine söyleneni akletmeden ona Kur'ân öğretmeyi kerih
gördü, velâkin çocuk aklettiği ve seçebildiği zaman oluncaya kadar terkolunur
da, himmeti, ihtiyâcı, ezberlemesi ve zihin cömertliğine göre azar azar
öğretilir. Umer ibnu'I-Hattâb, beşer âyet beşer âyet telkîn etmeyi müstehâb
gördü. Bu bize Umer'den sağlam bir senedle rivayet olundu (İbn Kesîr).
[68] Hadîsin başlığa uygunluğu, ma'nâsmın, Peygamber'in şu
şu âyetleri unutması, sonra da onları hatırlamış olması yönündendir.
Bu hadîsi Müslim de Ebû
Usâme Hammâd ibn Usâme'den rivayet etmiştir (Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn...,
Fadâilu'l-Kur'ân; Müslim Tercemesi, II, 433).
"Fakîhler bu gibi
hadîslerle Peygamber üzerine unutmanın cevazına istidlal ettiler. Lâkin onlar
bunu ittifakan tebliğ yolunda olmayan şeylerle kayıtladılar. Binâenaleyh
tebliğ edilecek şeylerin gizlenmeleri caiz olamıyacağı gibi unutulmaları da
caiz olamaz. Peygamber'de gizlemekle unutmanın netîceleri birdir, her ne kadar
diğer insanlar hakkında bunların hükümleri, unutma taksir olmaksızın tabiî bir
şey olması ve sahibi unutmaktan dolayı muaheze edilmemesi bakımından, çeşitli
ise de. Lâkin Allah gönderildikleri şeyler hakkında ri-sâlet hikmetinin bâtıl
olmaması için tebliğini emrettiği şeyleri unutmaktan bütün peygamberlerini
korumuştur. Yüce Allah'ın şu: "Sen asla unutmıyacaksın, Allah'ın dilediği
müstesna" (el-A'lâ: 7) kavlinde râcih olan, buradaki istisnanın, nefyi
te'kîd için olan munkatı' bir istisna olmasıdır. Buna göre ma'nâ şöyledir: Sana
okutacağımız şeyleri unutmak, başkalarında tabiat gereği vâki' olduğu gibi
senden vukuu mümkin olmıyacaktır, mümteni'dir ve hâllerden hiçbir halde sen
unutmıyacaksın; lâkin yalnız Allah bir şeyi sana unutturmak irâde ettiği zaman,
onun bu meşîetini reddedebilecek yoktur, demektir. Bu da âyette işaret edilen
meşîetin vukuuna delâlet etmez. Bu Yüce Allah'ın harfli İbrâhîm Peygamber'in,
müşrik olan kavmine hitabından hikâye olarak bildirdiği şu kavli gibidir:
"Kavmi ona hüccet getirmeye kalkıştı. Odediki; Allah beni doğru yola
iletmişken siz benimle O'nun hakkında hâlâ çekişiyor musunuz? Ben O'na eş
tanıdığınız şeylerden korkmam. Meğer ki Rabb 'im birşey dilemiş olsun. Rabb
-imin ilmi herşeye sargın ve taşkındır. Hâlâ düşünüp öğüt almıyacak mısınız?
Hem A ilah 'in size hiç bir delîl ve burhan indirmediği şeyleri siz O 'na eş
tanıdığınızdan korkmazken, ben eş tuttuğunuz o nesnelerden nasıl korkarım?
Şimdi biliyorsanız (söyleyin), iki zümreden hangisi (korkudan) emîn olmaya daha
lâ-yıkttr?" (el-En'âm: 80-81)
Ve o âyetin ma'nâsı
hakkında Ferrâ(211)nin kavli şudur: Burada Allah'ın bu meşîeti teberrük içindir
ve burada istisna edilen hiçbirşey yoktur.
Bir de menfî olan
nisyânla murâd, onunla ameldir denildi. Bu da fasîh ve kullanılmış bir
mecazdır. Hadîste zikredilen nisyâna gelince, onun mevzuu tebliğ vâki' olmuş
birşeydir. Zannederim ki, o andaki unutması gelip geçici, arızî bir nisyândı.
Şöyle ki, şayet Peygamber o zâtı işitmeden de, sonra o sûreyi oku saydı
muhakkak bu sûreyi tam olarak okuyacaktı. Yoksa Buhârî indinde hadîsin senedi
sahîh olsa da bu rivayet reddedilmiş olurdu. Zira Buhârî dahî gayrileri gibi
râvîlerin hallerinden, zahirden başkasını bilir değildir. Bu zahir, onların rivayetlerini
kabul etmekte kâfî olur, ancak rivayete böyle bir mâni' arız olursa kabul
edilmez. Gördüğün gibi Buhârî bu hadîsi rivayet etmekte infirâd etmiştir.
Kur'ân'ı unutmak ise, o hususta gelmiş olan hadîslerden dolayı büyük günâhlardandır
(Muhammed Reşîd Rızâ).
(el-A'lâ: 5-7.
âyetlerinin tefsiri hakkında Elmahlı Muhammed Hamdi Ya-zır merhumun vecîz ve
kuvvetli îzâhları tekrar tekrar okunmaya değer özelliktedir: Hakk Dîni Kur'ân
Dili, VII, 5758-5761. Müslim Tercemesi, II, 310'da 137 rakamlı haşiyede bu
mes'eleye dâir bir açıklamamız geçmiş, II, 433'te 63 rakamlı haşiyede de buna
bir atıf yapılmıştır).
[69] Bu hadîsi Müslim ile en-Nesâî de Mansûr hadîsinden
olmak üzere rivayet etmişlerdir. Daha önce geçti ki, Ebû Ya'lâ'nm Müsned'inde
ise bunun lâfzı sîn'in tahfifi ile "înnemâ huve nusiye (:O unutuldu)"
tarzındadır.
Bu hadîste ve bundan
evvelki hadîste, bir şahsa, çalışması ve hırs göstermesinin ardından olduğu
zaman, unutmanın meydana gelmesinin kendisi için bir eksiklik olmadığına delîl
vardır.
İbn Mes'ûd'un hadîsinde ayrıca unutmanın husulünü ifâde etmek hususunda
bîr edeb de mevcûddur: Buna göre kişi "Ben şunu unuttum" demez. Çünkü
unutmak, kulun fiilinden değildir. Ve bazen kuldan, unutmaya çalışma, kas-den
gaflet gösterme ve birşeyi hakîr görme nev'inden unutmaya götüren unutma
sebebleri sudur eder. Unutmanın bizzat kendisi kulun fiili değildir. İşte
bundan dolayı Peygamber meçhul sîgasıyla: "Fakat o unutturuldu"
buyurdu. Bu unutturmanın Yüce Allah'a izafe edilmemesinde de yine diğer bir
edeb vardır. Yüce Allah'ın şu kavlinde de unutmak kula İsnâd edilmiştir:
"...Unuttuğun zaman Rabb 'ini an..." (el-Kehf: 24). Allah en iyi
bilir ki bu, müsebbebi zikr ve sebebi irâde ile şayi' olan mecaz bâbındandır.
Çünkü unutmak ancak, bazen günjih olabilen bir sebebden meydana gelir. Nitekim
Dahhâk ibn Muzâhım'den de böyle dediği geçmişti. İşte Yüce Allah, ezan okunması
sırasında gidişi gibi, kalbden şeytânın gitmesi için unuttuğu zaman Rabbini
anıp söylemesini emretmiştir. Hasene de seyyieyi giderir (Hûd: 114). Unutmaya
sebeb olan şey zail olup, yerinden ıraklaşmca, Yüce Allah'ı zikr etmek
sebebiyle unutulan o şeyi hatırlamak hâsıl olur. Allah en iyi bilendir (İbn
Kesîr).
[70] Buhârî bu başlıkla "el-Bakara Sûresi denilmez,
ancak içinde el-Bakara zikredilen sûre, şu zikredilen sûre denilir" diyen
kimseyi reddetmek istemiş gibidir.
[71] Hadîsin başlığa delîlliği açıktır. Bu hadîs, el-Bakara
Sûresi'nin fazileti bâbı'nda geçmişti (Aynî).
[72] Hadîsin başlığa uygunluğu ve delîlliği
"el-Furkaan Sûresi..." sözündedir. Bunun bir rivayeti "Kur'ân
yedi harf üzere indirildi bâbı"nda geçmiş ve orada bâzı açıklamalar
verilmişti.
[73] Bu hadîsin bir rivayeti de yakında "Kur'ân'ı
unutmak bâbı"nda geçmişti.
Sahîhayn'da İbn
Mes'ûd'dan gelen hadîs dahî böyledir: Ibn Mes'ûd Mi-nâ'da vâdî içinden cemreye
taş atıyor ve: Burası, Peygamber'e el-Bakara Sûresi indirilmiş olan makaamdır,
diyordu.
Seleften bâzısı da bunu kerih gördü. Onlar "İçinde şu ve şu
zikredilmekte bulunan sûre" denilmekten başkasını doğru görmediler.
Nitekim böyle hadîs gelmiş ve yukarıda da geçmiştir. Bu hadîs Yezîd el-Fârisî
rivayetinden; o da Ibn Abbâs'tan; o da Usmân'dandır. Usmân şöyle demiştir:
Kur'ân'dan bir şey nazil olduğu zaman Rasûlallah (S): "Bunu içinde şu ve
şu zikredilmekte bulunan sûrenin içindeki şu yerine koyunuz" buyururdu.
Şübhesiz bu daha ihtiyatlı ve daha lâyıktır. Velâkin diğer tarafta sûreleri
isimlendirmeye ruhsat veren bir çok hadîsler de sahîh olmuştur. Bugün
Mushaf'larında sûrelerin başlıklarım koymakta insanların ameli bunun
üzerinedir. Ve muvaffak kılınmak da ancak Allah iledir (Ibn Kesîr).
[74] er-R£telu, bir nesne inci dizisi gibi latîf bir vech
ve mütenâsib bir uslûb üzere muntazam ve müretteb olmak...
et-Terîîl, C Jsö11 ) tef îl vezninde kelâmı yerli yerinde güzel ve
uygun, latîf bir nizâm üzere te'lîf ve tertîb eylemek ma'nâsmadır... Şârih der
ki: Kur'ân tertîli bundan alınmıştır ki, Kur'ân'ı dâne dâne ve rûşen, teenni ve
teemmül ederek yavaş yavaş okumaktan ibarettir...
et-Tereitul, tefa'ul
vezninde sözü acele söylemeyip teennî ve tedebbür ederek söylemek manasınadır
(Kaamus Ter.).
Tertîlin Açıklaması:
"Tertîl bir şeyi güzel tensîk ve tertîb İle kusursuz olarak açık açık
hakkını îfâ ederek tebyîn eylemektir. Aralarında çok değil, biraz açıklık
bulunmakla beraber gayet güzel bir.nizâmda görünen parlak ön dişlere
"Seğrun retel" ta'bîr ederler. Sözü de öyle tane tane, yavaş yavaş,
mühlet ile ve güzel te'lîf ve beyân ile söylemeğe dahî "Tertîtu
kelâm" derler. Kur'ân'ın tertîli de böyle her harfinin, edasının,
nazmının, ma'nâsının hakkını doyura do-yura vererek okunmasıdır. Burada
"Rettil"den sonra "Tertîien" masdarı ile te'kîd olunması da
bu tertîlin en güzel mertebede olması matlûb bulunduğunu gösterir. Bir söz
haddizatında ne kadar güzel olursa olsun, gereği gibi güzel okunmayınca
güzelliği kalmaz. Güzel okumasını bilmiyenler güzel sözleri berbâd ederler.
Kelâmın tertîl ile güzel söylenmesi ve okunması ise, sâde ses güzelliği ile
gelişi güzel eze büze tegannî etmek, saz teli gibi sâde ses üzerinde yürümek
kabilinden bir mûsikî işi değildir. Nazmın ma'nâ ile münâsebeti ve lisân
fasâhati ve belâga-ti hakkıyle gözetilerek, ruhî ve ma'nevî bir mutâbakatle
yerine göre şiddet, yerine göre yumuşaklık, yerine göre medd, kasr; yerine
göre gunne, yerine göre izhâr, yerine göre ihfâ, yerine göre ıklâb, yerine göre
vasi, yerine göre sekt veya vakf ve hâsılı bütün maksad, ma'nâyı duymak ve
mümkin olduğu kadar duyurmak olmak üzere, tecvîd ile okumak işidir. Bunun için
Kur'ân okumakta tertîl ve tecvîd lâzımdır. Tecvîd ile "kaf çatlatmak"
derdiyle çatlatmaktaki ma'nâyı kaybetmek değildir. Kıraat ilmi ve tecvîd
kitâblarında Kur'ân kıraati üç mertebe üzere tasnîf olunmuştur: Tahkik,
tedvir, hadr. Tahkik, meddi munfasılı dört veya beş elif mikdârı çekecek
suretle gayet ağır bir ahenk ile okumaktır. Tedvir, iki veya üç elif mikdârı
çekecek veçhile okumaktır. Hadr da meddi tabîî gibi bir elif mikdârı çekecek
veçhile serî' okumaktır. Bir elif, iki fetha mikdârı demek olduğuna göre, bir
harekenin belli olacak veçhile okunuşundaki ilk ses jnüd-deti ahengin sür'at ve
ağırlığına göre her kıraatin miftâhını teşkü eder. Asım, Hamza, Nâfi'den Verş
kıraatleri tahkik: tbn Âmir, Kisâî kıraatleri tedvir; şâirleri hadr
tarzındadır. Lâkin bunlann hiçbirinde bir harf veya harekenin hakkı çiğnenecek
veçhile okunmak caiz olmıyacağı cihetle, asıl ma'nâsıyle tertîl hepsinde
şarttır. Böyle hadr ve tedvir taksimine cevaz veren ise gelecek olan
"Artık Kur'ân'dan kolay geleni okuyun" (el-Muzzemmil: 20) emridir...
(HakkDîni, VII, 5426-5428).
[75] Hadîs, başlıktaki "Mekruh olan okuyuşun, şiirin
kesik kesik sür'atle okunması gibi Kur'ân'ın çabuk çabuk okunması olduğu"
fıkrasına delildir. Bu hadîsin bir rivayeti Namaz Kitabı, "Bir rek'atte
iki sûre arasını birleştirip cem' etmek bâbı"nda geçmişti
[76] Hadîsin başlığa uygunluğu "Onu acele etmen için
dilini onunla hareket ettirme" kavlinden alınır. Çünkü bu nehy sözü,
okumada teenninin müstehâblığını gerektirir. Bundan da tertîl hâsıl olur
(Aynî).
Buhârî böylece bu
hadîsin tamâmını zikretti. Nitekim bu hadîs, yakında yine gelecektir. Bu,
Buhârî ile Müslim'in sahîhliğinde ittifak ettikleri bir hadîstir. Bunda ve
bundan önceki hadîste kıraati tertîl etmenin, ne tîz tîz, ne de ifrat derecede
sür'atle değil, fakat teemmülle ve tefekkürle okumanın ve kıraatte te-ressul
eylemenin müstehâblığma delîl vardır. Yüce Allah da şöyle buyurmuş tur:
"(Bu Kur'ân) âyetlerini iyiden iyi düşünsünler, temiz akıl sahihleri ibret
alsınlar diye sana indirdiğimiz feyz kaynağı bir kitâbdır" (Sâd: 29) (İbn
Kesîr). Burada geçen et-Terassul, tefa'ul vezninde, bir işi unf ve acele ile tutmayıp,
rıfk ve suhulet ve teennî ile yavaş yavaş tutmak ma'nâsınadır. Dura dura, nfk
ile ve mühletli okuduğu zaman "Teressele fî Kur'âmhi" denilmesi bu ma
-
nadandır.
,
el-Herzeme, Dahraca
vezninde tiz tiz söylemek ve tiz tiz okumak ma nâsı-nadır.
"Yuhezrimu'l-kelâme ve'1-kıraate" denir ki, "Sür'atli söylüyor
ve sür'-atli okuyor" demektir (Kaamûs Ter.).
[77] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Bunu Sünen
sâhibleri de rivayet ettiler.
[78] Bu da aynı hadîsin başka yoldan gelen rivayetidir.
Enes bunda Allah lafzının lamını, Besmele'deki isimleri uzatarak okumuştur. Bu
uzutmaya tabiî medd ismi verilir. Bu medd, harfsiz tahakkuk etmez. Medd
harfleri ise elif, vâv ve sakin yâ'dır
[79] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Bunun birer
rivayeti Mağâzî ve Tefsir Kitâbları'nda da geçti.
et-Tercî': Kıraatte
harekelerin vuruşlarının birbirlerine yakın olmalarıdır -yânî okurken sesi
titretmek, dalgalandırmak, nağme yapmaktır- (Aynî).
Ve ezanda tercî', iki
şehâdet kelimelerinin herbirini yavaşça dedikten sonra sesi yükseltmekle
demekten ibarettir... Şârih der ki, bu İmâm Şafiî kavlidir. Ve savtta tercî',
avazı boğazda terdîd, yânî tekrar eylemekten ibarettir ki, Kur'ân okurken
yâhud beste söylerken nağme ve âhenge çalmaktır... (Kaamûs Ter.).
Bu hadîs "Binek
üzerinde okumak bâbf'nda da geçmiştir. Bunda Peygam-ber'İn bu okuyuşunun Fetih
günü olduğu da vardır. Bu, sıhhatinde ittifak edilen hadîslerdendir.
Tercî'e gelince, bu savtta getirip götürme yapmaktır. Nitekim yine
Buhâ-rî'de "Peygamber'in    demeğe başladığı" hadîsi de vardır.
Muhtemel ki, bu ses götürüp getirmesi, altındaki havyanın hareketinden meydana
gelmiştir. Bu hadîs, sesi böyle ırlamaya vardırsa hayvan üzerinde ve tercî' ile
tilâvetin cevazına delâlet etmiştir. Ve bu, harflerde ziyâde yapma babından da
olmaz. Bu, te'hîr etmek imkânıyle birlikte ve namaz kıbleye doğru olurken, her
nereye yöneltirse yöneltsin hayvan üzerinde namaz kılmasında olduğu gibi, bir
ihtiyâçtan dolayı yapılmıştır. Ve Allah en iyi bilendir (İbn Kesîr).
[80] Hadîsin başlığa uygunluğu şu yöndedir: Hadîsin râvîsi
Ebû Musa el-Eş arı cidden güzel sesli idi. Ve bundan dolayı Peygamber (S) ona:
Sana bir mızmar (yânî güzel ses) verilmiştir" buyurmuştur. Mizmâr, aslında
bir alettir, onun ismi, aralarındaki benzerlik sebebiyle "Güzel ses"
ma'nâsına kullanılmıştır (Aynı). Bu hadîsi Tirmizî de Mûsâ ibn Abdirrahmân'dan;
o da Yahya ei-Hammâmrden- ve onun ismi Abdulhamîd İbn Abdirrahmân'dır- böyle
rivayet etmiş ve: Hasendir, sahîhtir demiştir. Müslim de bunu, Talha ibn Yahya
ibn Talha'dan; o da Ebû Burde'den; o da Ebû Musa'dan rivayet etmiştir. (Müslim,
SalâtuH-Musâfırîn ve kasrihâ..., Istihbâbı tahsînİ's-savt bi'1-Kur'ân; Müslim
Ter-cemesi, II, 437-438). Burada bir de kıssa vardır.
Savt güzelleştirme üzerine kelâm, Buhârî'nİn "Kur'ân'la tegannı
etmiyen kimse" kavli sırasında geçmiştir. Ve ben orada bir çok hükümler
zikretmiştim ki, onları burada tekrar etmekten mustağnî oluyorum. Ve Yüce Allah
en iyi bilendir (İbn Kesîr).
[81] Hadîsin başlığa uygunluğu, Kur'ân'ı arzetmenin bir
sünnet olması sebebiyle Pey-gamber'in başkasından Kur'ân işitip dinlemeyi
sevmesi yönündendir. Bunun da tedebbür ve anlamayı artırma için olması
muhtemeldir. Çünkü dinleyici buna -okuyucunun kıraatle meşgul bulunmasından
dolayı- okuyucudan daha kuvvetli ve daha neşâtlidır (Aynî).
İbn Mâce hâriç, bu
hadîsi el-A'meş'ten gelen yollarla bir cemâat rivayet etmiştir. Hadîsin,
yazılması uzayacak olan birçok yolları vardır. Müslim'in de Talha ibn Yahya ibn
Talha'dan; onun da Ebû Burde'den; onun da Ebû Musa'dan şu hadîsi rivayet
ettiği yukarıda geçmişti: Rasûlullah (S) Ebû Musa'ya:
— "Yâ Ebâ Mûsö! Dün gece Kur'ân okuyuşunu
benim dinler hâlde bulunduğumu buseydin (bu seni hoşlandırırdı)/"
Ebû Mûsâ da O'na:
— Allah'a yemîn ederim ki, eğer Sen'in benim okuyuşumu dinlemekte olduğunu
biliyor olsaydım, elbette okuyuşu Sen'in için iyice süslendirirdim, dedi
{Müslim Ter., II, 437).
[82] Hadîsin başlığa uygunluğu Peygamber'in İbn Mes'ûd'a
hitaben söylediği "Has-buke ( = Sana yeter)" sözündedir. Bu hadîsin
bir rivayeti en-Nisâ Sûresi tefsirinde de geçmiş ve orada bâzı açıklamalar
verilmişti.
[83] Buhârî bu âyeti, okumanın kemmiyeti hakkında bir
hudûdlandırma olmadığına delîl yerinde getirmiştir. Çünkü bu âmmdır,
kolaylaştırmaya göre Kur'ân'dan bir cüz'ü de, daha azı da, daha çoğu da şâmil
olur. Muayyen hudûdlu ve belli vakitü bir cüz gerektirmez. Bu konuda gelen
hadîsler ve haberler de mik-dârda ve vakitte kemmiyetin ta'yînine delâlet etmez
[84] Bunun başlığa uygunluğu üç âyetle bir kemmiyete
delâlet etmesi yönündendir. Lâkin bu da ne vucûba, ne de sünnete göre bir
hudûdlandırma değildir (Aynî).
[85] Bu hadîsin muttafakun aleyh olduğu yukarıda geçmiştir.
Buhârî, Ebû Mes'ûd'dan hadîs almakta Abdurrahmân ibn Yezîd ile Alkame arasını
cem' etmiştir. Bu da sahîhdir. Çünkü evvelâ bu hadîsi Alkame'den işitmiş, sonra
da Ka'be'yi tavaf etmekteyken Ebû Mes'ûd'a kavuşmuş ve ondan bu hadîsi
İşitmiştir. Bu Alî, Ibnu'l-Medînî'dir, şeyhi de Sufyân ibn Uyeyne'dir.
Kendi zamanında
Kûfe'nin fakîhi olan Abdullah(ibn Şubrume)'m söylediği hüküm ise güzel bir
istinbâttır.
Sünen'deki bir hadîste
"Namaz ancak Fötihatu'l-Kitâb ve üç âyetle otur" buyruğu gelmiştir.
Lâkin yukarıdaki hadîs yânî Ebû Mes'ûd hadîsi daha sahîh, daha meşhur ve daha
husûsîdir. Fakat bu Ebû Mes'ûd hadîsinin, Buhârî'nin zikrettiği başlık ile
münâsebet vechinde tefekkür için bir meydan vardır. Allah en iyi bilendir. Ve
şu gelecek olan ikinci hadîs münâsebette daha zahirdir (İbn Kesîr).
Hafız İbn Hacer,
müellifin bu sözüne redd hakkında şöyle dedi: Ebû Mes'ûd hadîsinin bâb başlığı
ile münâsebeti, İbn Kesîr'e gizli olmuştur. Zahir olan ise bu münâsebet, başlık
yapılan âyetin, İbn Uyeyne'nin, Ebû Mes'ûd hadîsinden istidlal ettiği hükme
münâsib olması cihetindendir. Âyetle hadîs arasını cem' eden ise, bunların her
ikisinin, îbnu Şubrume'nin kaail olduğu hükmün hilâfiy-le yetinmeye delâlet
etmesidir (Reşîd Rızâ).
Bu ta'lîkalann sahibi olan Muhammed Reşîd Rızâ şöyle der: Buhârî kastediyor
ki, el-Muzzemmil âyeti, İbnu Şubrume'nin: "(Namazda yâhud gece kıyamında)
hiç bir kimseye üç âyetten daha az okuması lâyık olmaz" sözünü redd
etmektedir. İki âyetle yetinme hususunda sarih ve merfû' olan Ebû Mes'ûd hadîsi
de böyledir ki, o iki âyet, el-Bakara Sûresi'nin sonu olan iki âyettir.
[86] Başlığa uygunluğu, Peygamber'in "Yedi gecede bir
oku" sözündedir.
Buhârî bu hadîsin bir rivayetini Oruç Kitâbı'nda da getirmişti. Orada da
zi kredi id iği gibi, zekî kadın, kocası Abdullah'ın en mühim ve en mahrem aile
ihtiyâcı olan kocalık hakkını gözetmemesini, en iyi delâlet edici bir dille ve
kötülemeyi iş'âr eden bir medihle ifâde etmiş ve bu sözleriyle kocasının namaz
kılmaktan, oruç tutmaktan, hatim sürmekten kocalık vazifesini yerine getirmeye
vakti kalmıyor demek istemiştir.
[87] Hadîslerin başlığa uygunluğu tastamamdır. Hadîslerde
geçen emirlerin hiçbiri vucûb için olmadığı gibi, bu son nehiy de tahrîm için
değildir (Kastallânî).
Şeyh Ebû Zekeriyyâ en-Nevevî el-Beyân (yânı et-Tibyân) kitabında, geçen
haberlerden bir kısmını zikrettikten sonra şöyle dedi: Muhtar olan bunun şahısların
ihtilâfıyle muhtelif olmasıdır. Binâenaleyh kim fikir inceliği ile latifeler ve
ma'rifetlere sâhib ise o okuyacağını kemâliyle anlaması hâsıl olacak mikdâr üzerinde
yetinsin. ilim neşri ve gayrisi gibi dînin ve müslümânların maslahatlarıyle meşgul
bulunan kimse de böyledir. O da kıraati sebebiyle hazırlayıcısı (gözeticisi)
bulunduğu şeyi ihlâl etmiyecek mikdâr üzerine kısaltsın. Bunlardan biri
ol-mıyan İse, usanma ve herzeme (yâni çok sür'atle okuma) hududuna çıkmaksızın
kendini mümkin olduğu mikdâr,çoğaltsın (İbn Kesîr).
[88] Yânî Kur'ân okuma sırasında ağlamanın güzelliğini
beyân babıdır. Çünkü bu, ariflerin sıfatı ve sarihlerin şiarıdır. Yüce Allah
şöyle buyurdu: "İşte bunlar, Allah'ın kendilerine nVmetler verdiği
peygamberlerden, Âdem'in zürriyetinden, Nûh ile beraber taşıdıklarımızdan,
tbrâhîm ile İsmail'in neslinden, hidâyete erdirdiğimiz ve seçtiğimiz
kimselerdendir. Onlara Rahman 'm âyetleri okunduğu zaman, ağlayarak secdeye
kapanırlar" (Meryem: 58).
[89] Hadîs bu isnâdla en-Nisâ Sûresi'nin tefsirinde
geçmişti.
[90] Bu da daha önce geçen hadîsin başka yoldan gelmiş
rivayetidir
[91] Rivayetlerin çoğunda "Fucûr" masdarmdan
"Fecere" olup "Yalan söyleyen, haksızlık edip günâh
işleyen"; bâzısında "Mufâhere" masdanndan "Fahara"
olup "Övünüp iftihar eden kimse" şeklinde gelmiştir.
[92] Hadîsin başlığa uygunluğu ma'nâsından alınır. O da
şöyledir: Kıraat, Allah'tan başkası için olduğu zaman, işte bu insanlara
gösteriş için yâhud onun karşılığında yemek için yâhud da benzeri dünyalık bir
yarar için olmuştur.
Bu hadîsin bir rivayeti Nübüvvet Alâmetlerinde geçmişti. Alî, hadîste
bildirilen tecrübesiz, akılsız gençler zümresiyle Hâricîler'i kasdetmiştir.
Sıffîn harbi sonunda her iki taraf hakeme dönmeye karar verdiklerinde
Haricîler Alî'ye isyan ederek: "Allah'tan başka hakem olmaz"
demişlerdi. Bu söz şeklen doğru ve hakk bir sözdü. Fakat bâtıl ve bozuk bir
maksadla söylenmişti.
[93] Bunun da başlığa uygunluğu, bundan öncekinin uygunluğu
gibidir. Bunun da bir rivayeti daha uzun olarak Nübüvvet Alâmetleri Kitâbı'nda
geçmişti.
[94] Bu hadîs de "Kur'ân'm diğer sözlere üstünlüğü
bâbı"nda geçmişti.
Bütün bu hadîslerin
mazmunu, Allah'a yaklaşma vesilelerinin en büyüğü olan Kur'ân tilâveti ile
gösteriş yapmaktan sakındırmaktır. Nitekim bir hadîste "İyi bil ki sen
ondan -yânı Kur'ân'dan- çıkandan daha büyük bir amel ile Allah 'a as/â
yaklaşamazsın " ibaresi gelmiştir. Alî ve Ebû Saîd hadîslerinde zikredilenler,
Hâricîler'dir. Onlar, îmânları boğazlarından öteye geçmiyen (bozguncu)
kimselerdir. Peygamber diğer bir rivayette: "Sizin herhangi biriniz,
onların okuyuşu yanında kendi okuyuşunu, onların namazları yanında kendi
namazım, onların oruçları yanında kendi orucunu hakir görür" buyurmuştur.
Bu ibâdetlerle beraber onların öldürülmeleri emredilmiştir. Çünkü onlar
amellerinde, işin kendisinde gösteriş yapıcılardır, her ne kadar bâzısı
gösteriş yapmayı kasdetmez olsa da. Şu kadar var ki onlar amellerini sâlih
olmiyan bir i'tikaad üzerine te'sîs etmişlerdir. Bu yüzden onlar amel
hususunda, Yüce Allah'ın şu kavlinde kötü-lenenler gibi olmuşlardır:
"Binasını Allah korkusu ve rızâsı üzerine kuran kimse mi hayırlıdır,
yoksa yapısını yıkılacak bir yarın kenarına kurup da onunla beraber kendisi de
cehennem ateşine çöküp giden kimse mi? Allah zâlimler güruhuna hidâyet
vermez" (et-Tevbe: 109).
Âlimler, Hâricîler'in tekfir edilmeleri, fâsıklığa nisbet.edilmeleri ve
rivayetlerinin reddedilmesi hususlarında ayrı ayrı görüşler ileri
sürmüşlerdir. Nitekim bunun tafsili inşâallah kendi yerinde gelecektir.
Zahir bir kokusu ve acı
bir tadı olan reyhâne bitkisine benzetilen münafık, Kur'ân tilâvetiyle gösteriş
yapan murâî kişidir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurdu: "Hakikat
münafıklar (akıllarınca) Allah 'a oyun etmek isterler. Hâlbuki o, kendi
oyunlarım başlarına geçirendir. Onlar namaza kalktıkları vakit üşene üşene
kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar. Allah'ı ancak birazcık hâtıra
getirirler" (en-Nisâ: 142) (İbn Kesîr).
[95] Başlık hadîsin yarısı olduğu için, uygunluk tamdır.
Bundan sonraki hadîs de başka yoldan gelen bir rivayettir. Buhârî onda hadîsin
daha başka geliş yollarını da topluca göstermiştir.
îbn Kesîr şöyle dedi:
işte bunlar, bu hadîsin çeşitli tarîklerinin zikrinden kısaltma yoluyla
müyesser olanlardır. Bunlardan sahîh olan ise, bu ilmin en büyük üstadı olan
Ebû Abdillah el-Buhârî'nin, hadîsin Cundeb ibn AbdiIIah'dan, Rasûlullah'a
merfûan olanı daha çok ve daha sahihtir diyerek işaret ettiğidir.
Bu hadîsin ma'nâsı şudur: Peygamber ümmetini, kalbleri tilâvet üzerinde
toplu olduğu, Kur'ân'ı tefekkür ve tedebbür edici bulunduğu zamanlarda
Kur'-ân'ı tilâvet etmeye irşâd ve teşvik etmiştir. Kalblerin meşguliyetleri ve
bıkkınlıkları hâlinde ise Kur'ân'ı tilâvet etmemeyi öğütlemiştir. Çünkü kalb
meşguliyeti ve isteksizliğinde Kur'ân tilâvet etmekten istenilen maksad hâsıl
olmaz. Nitekim bir hadîste Peygamber'in şöyle buyurduğu sabittir:
"Amelden, takat yeti-rebileceğiniz şeyleri üzerinize alınız, çünkü Allah
sizler bıkmadığınız müddetçe bıkmayacaktır" (Buhârî). Yine Peygamber:
"Allah'a amellerin en sevimli olanı, sahibinin devamlı yaptığı ameldir
-diğer bir lâfızda: Amellerin Allah'a en sevimli olanı, az olsa da devamlı
olanıdır" buyurmuştur (Fadâilu'l-Kur'ân).
[96] Başlığa uygunluğu hadîsin son fıkrasmdadır. Hadîsin
birer rivayeti daha önce Eşhâs'ta, Ebu'l-Velîd'den; İsrail oğullan'mn Zikri'nde
de Âdem ibn Ebî Iyâs'-tan olmak üzere geçmişti.
Bu hadîsi en-Nesâî de Şu'be rivayetinden tahrîc etti. Bu da yukarıda
geçen hadîsin ma'nâsındadır. Peygamber, kıraatte ihtilâf etmekten, o hususta
nizâ-laşmaktan ve Kur'ân hususunda gösteriş yapmaktan nehyetmektedir.