1- Bâb: Allah'ın İlmi (Yânı Hükmü) Üzere Yazan Kalem{İn
Mürekkebi) Kurudu
4- Bâb: Ameller Sonlarına Göredir
5- Yapılan Nezrin Kulu Ancak Kadere Götürüp Atması Babı
6- "La havle velâ kuvvete illâ bi'llâhi" Babı
7- Bâb: Ma'sûm Olan, Ancak Allah'ın Ma'sûm Kıldığı
Kimsedir
Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle
(Kaza
ve Kaderle İlgili Hadîsler Kitabı) [1]
1-.......Abdullah
(ibn Mes'ûd-R) şöyle dedi: Bize dâima doğru söyleyen ve kendisine de doğru
bildirilen Rasülullah (S) şöyle tahdîs etti: "Sizin herbirinizin
(yaratılışının başlangıcında) ana-baba maddeleri, kırk gün anasının karnında
toplanır. Sonra o maddeler bir o kadar zaman içinde katı bir kan pıhtısı hâlini
alır. Sonra yine bir o kadar zaman içinde bir çiğnem olur. Sonra (dördüncü
tekâmül safhasında) Allah bir melek gönderir de bu melek (ona rûh üfürür) ve
dört kelime ile yânî rızkını, ecelini, şakı yâhud satd olduğunu yazmakla
emrolunur. Allah'a yemin ederim ki, sizlerden biriniz yâhud bir adam ateş
ehlinin ameliyle amel etmeye devam eder, nihayet kendisiyle cehennem arasında
bir kulaç yâhud bir zira'dan başka mesafe kalmaz. Bu sırada (meleğin ana
karnında yazdığı) yazı, o kişinin önüne geçer. Bu sefer o kimse cennet ehlinin
ameliyle amel etmeye devam eder ve cennete girer. Ve yine bir kimse cennet
ehlinin ameliyle amel eder, nihayet kendisiyle cennet arasında bir zira' yâhud
iki zirâ'dan başka mesafe kalmaz. Bu sırada yazı onun Önüne geçer. Bu defa da o
kimse ateş ehlinin ameliyle amel eder ve ateşe girer".
Râvî Âdem ibn Ebî
Iyâs: "Ancak bir zira'" demiştir ' [2].
2-.......Bize
Hammâd, Ubeydullah ibn Ebî Bekr ibn Enes'ten; o da Enes ibn Mâlik(R)'ten tahdîs
etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah rahime bir melek
tevkil etti. (Nutfe düşünce) melek:
— Ey Rabb'im! Bir
nutfedir! Ey Rabb'im! Bir kan pıhtısıdır! Ey Rabb'im! Bir çiğnem ettir! der.
Allah bir mahlûk
hükmedip yaratmak istediğinde melek:
— Ey Rabb'im, erkek
midir yâhud dişi midir? Bedbaht mıdır yâhud mes'ûd ve bahtiyar mıdır? Rızık
nedir? Ecel nedir? sorularını sorar.
Bunlar anasının
karnında iken böylece yazılır"[3]
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli: "... Ve Allah onu bir ilim üzere sapıttı... " (ei-câsiye: 23) [4].
Ve Ebû Hureyre de:
Peygamber (S) bana: "Yâ Ebâ Hureyre! Senin kavuşacağın mukadderatı yazan kalemin
mürekkebi) kurumuştur. Şu hâl üzere, sen
ister hadımlaş, ister
bırak (müsavidir)" buyurdu, dedi [5].
İbn Abbâs da:
"tşte bunlardır ki, hayırlarda sür'at yarışı yaparlar ve bunlar onun için
tâ önde gidenlerdir"
(ei-Mü'minûn: 6i)
âyeti hakkında: Onlar için saadet öne geçmiştir (yânî onların tâatlere rağbet
edip koşmaları,
Allah'ın takdiriyle
saadetin onlardan önce olması sebebiyledir), demiştir [6].
3-.......
İmrân ifan Husayn (R) şöyle dedi: Bir kimse:
— Yâ Rasûlallah!
Cennet ehli, ateş ehlinden (ayırdedilip) tanınıyor mu? diye sordu.
Rasûlullah (S):
— "Evet (ayırdedilip bilinir)/"
buyurdu.
O zât:
— Öyleyse (yânı
cennetlik, cehennemlik ezelde biliniyorsa) işleyip çalışanlar niye böyle amel
edip duruyorlar? dedi.
Rasûlullah:
— "Herkes niçin yaratılmışsa, onun için
çalışır -yâhud: Kendisi için kolaylaştırıhp hazırlanan şey için çalışır-"
buyurdu [7].
"Allah onların ne
yapacaklarını en bilendir"
4-.......İbn
Abbâs (R) şöyle dedi: Peygamber(S)'e müşriklerin çocuklarından soruldu da:
"Allah müşriklerin çocuklarım yaratırken, bunların (nasıl yaşayıp) ne
işleyeceklerini en iyi bilendir" buyurdu [8].
5-.......İbn
Şihâb şöyle dedi: Ve bana Atâ ibn Yezîd haber verdi ki, kendisi Ebû
Hureyre'den şöyle derken işitmiştir: Rasûlullah(S)'a müşriklerin
zürayetlerinden (onların küçükken ölmelerinden) soruldu da: 'Allah onların ne
yapacaklarını en iyi bilendir" buyurdu.
6-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:
— "Her doğan,
ancak fıtrat üzere doğar. Bundan sonra anası babası onu Yahûdîyaparlar,
Nasrönîyaparlar. Nitekim hayvan, derli toplu bir yavru meydana getirir.
Kusursuz doğan bu hayvan yavrularının içinde sizler kulağı, dudağı, burnu,
ayağı kesik olanını buluyor musunuz? Nihayet sizler o hayvan yavrularının
kulaklarını yarıp yırtanlar oluyorsunuz". Sahâbîler:
— Yâ Rasûlallah! Küçük
iken ölen kimse hakkında ne re'y edersin, bize haber ver! dediler.
Rasûlullah:
— "Onların ne işleyeceklerini Allah en
bilendir" buyurdu [9].
"Allah'ın emri
muhakkak yerini bulan bir kaderdir (el-Ahzâb: 38)[10].
7-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Kadın, kendi
kızkardeşinin çanağındaki ni'meti kendi kabına boşaltmak için onun talâkını
istemesin, (kendisine tâlib olacak kişi ile) nikahlansın. Çünkü ona da takdîr
edilen şey vardır" [11].
8-.......Usâme
ibn Zeyd (R) şöyle dedi: Ben Peygamber(S)'in yanında idim. Derken O'na
kızlarından birinin elçisi geldi. Yanında Sa'd ibn Ubâde, Ubeyy ibn Ka'b, Muâz
ibn Cebel vardı.
— Kızının oğlu can
çekişmektedir, dedi. Peygamber, kızına:
— "Allah'ın aldığı ve Allah'ın verdiği
herşey Kendisine âiddir. Ve herşey bir ecele, bir müddete bağlanmıştır. Onun
için sen sabret ve bu sabrın sevabını Allah'tan bekle!" diye haber
gönderdi [12].
9-.......Ebû
Saîd el-Hudrî (R) şöyle haber vermiştir: Kendisi Peygamber(S)'in yanında
otururken Ensâr'dan bir adam gelip:
— Yâ Rasûlallah!
Bizler kadın esirlere nail olduk. Biz malı arzu ediyoruz (bu kadınların gebe
kalmalarını istemiyoruz). Azl hakkında ne düşünürsün? diye sordu.
Bunun üzerine
Rasûlullah:
— "Sizler bunu yapıyor musunuz? Bunu
yapmamanız size vâ-cib değildir (yânî azl yapmamanız size vâcib kılınmamıştır).
Fakat şu bir hakikat ki, Allah'ın (takdîr edip) dünyâya çıkmasını yazmış olduğu
herbir ne/s, muhakkak dünyâda vücûd bulacaktır" buyurdu [13].
10-.......Huzeyfe
(ibnu'l-Yemân -R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bize bir hutbe yaptı da bu
hutbesinde kıyamet kopuncaya kadar olacak mühim hiçbirşeyi terketmeyip muhakkak
zikretti. Bunu belleyen belledi, bellemeyen câhil kaldı. Eğer ben birşeyi
unuttum sanıp da şimdi onu hatırlıyorsam, bu bilgim, kişinin bildiği birşey
hafızasından kaybolup da sonra onu görüp bilmesi gibidir.
11-......Alî
ibn Ebî Tâlib (R) şöyle demiştir: Bizler Peygamber'in beraberinde oturuyorduk.
Peygamber'in beraberinde bir dey-nek vardı, onunla yere dürtüp vuruyordu. Bu
sırada:
— "Sizden herbir kişinin ateşten yâhud
cennetten olan oturağı muhakkak takdîr olunup yazılmıştır" buyurdu.
Topluluktan bir adam
da:
— Yâ Rasûlallah,
bizler Allah'ın bu takdirine dayanmayalım mı? diye sordu.
Rasûlullah:
— "Hayır, sizler çalışıp amel yapın, her
şey e ve herkese ameli hazırlanıp kolaylaştırılmıştır" buyurdu.
Sonra şu âyetleri
okudu: "Bundan sonra kim verir ve sakınırsa, o en güzeli de tasdik ederse,
biz de onu en kolaya hazırlarız. Amma kim cimrilik eder, kendini müstağni görür
ve o en güzeli yalan sayarsa biz de ona o en güç olanı hazırlarız*.. "
(ei-Leyi: 5-10).
12-.......Ebû
Hııreyre (R) şöyle dedi: RasûIullah(S)'ın maiyyetinde Hayber'de hazır bulunduk.
Rasûlullah beraberinde bulunanlardan olup İslâm'ı iddia etmekte olan
kimselerden (Kuzman adında) bir adam için:
— "Bu, nâr ekimdendir" buyurdu.
Kıtal zamanı gelince,
bu adam çok şiddetli bir kıtal yaptı, kendisinde yaralar pekçok oldu ve sonunda
yaralar onu harekete gücü yetmez kılıp yerinde mıhladı. Akabinde Peygamber'in
sahâbîlerin-den bir adam geldi de:
— Yâ Rasûlallah! Senin ateş ehlinden olduğunu
söylediğin o adam hakkında düşüncen nedir? O zât Allah yolunda en çetin
nev'-inden kıtal yaptı ve pekçok yaralar aldı! dedi.
Bunun üzerine
Peygamber:
— "Dikkat et! O ateş ehlindendir"
buyurdu. Müslümanların bâzısı nerdeyse Peygamber'in bu sözünde şüb-
heye düşeceklerdi.
Durum bu hâl üzere iken, o yaralı adam birden yaraların şiddetli acısını
hissetti de hemen elini ok kuburuna uzattı ve oradan bir ok çıkardı ve onunla
intihar edip kendisini öldürdü. Bunu gören müslümânlardan birtakım adamlar
sür'atle Rasülullah'-ın yanma gittiler ve:
— Yâ Rasûlallah! Allah
Sen'in sözünü doğru çıkarıp tasdîk buyurdu, o fulân adam intihar edip kendini
öldürmüştür! dediler.
Bunun üzerine
Rasûlullah:
— "Yâ Bilâl! Kalk (insanlara şu hakîkati)
i'lânet: Cennete mü'-min olandan başkası girmeyecek ve muhakkak ki Allah bu
İslâm Dî-nî'ni (isterse) fâcir kişi ile de te'yîd edecektir!" buyurdu [14].
13-.......Bana
Ebû Hazım, Sehl ibn Sa'd(R)'dan şöyle tahdîs etti:
Peygamber(S)'in
yaptığı bir gazvede, Peygamber'in beraberinde müslümânlardan yana harbederek
müslümânlara en büyük fayda veren bir adam vardı. Peygamber ona doğru baktı da:
— "Her kim ateş ehlinden olan bir kimseye
bakmak arzu ederse, şu adama baksın!" buyurdu.
Bu söz üzerine oradaki
topluluktan bir kimse, o adamın arkasından gitti. O adam hakîkaten müşrikler
aleyhine insanların en şiddetli darbeler indirmekte olan bir halet üzerinde
idi. Nihayet yaralandı da (acılara sabredemeyip) çabuk ölmek istedi. Ve hemen
kılıcının sivri tarafını iki memesinin arasına koydu ve üzerine yüklendi.
Nihayet kılıcın ucu iki küreğinin arasından dışarı çıktı (ve öldü). Onu ta'kîb edip
gözetleyen zât -ki Huzâî Esüm'dür- sür'atle Peygamber'in yanına döndü ve:
— Ben şehâdet ediyorum ki, Sen Allah'ın
Rasûlü'sün! dedi. Rasûlullah:
— "Bu şehâdetin sebebi nedir?" diye
sordu. Huzâî:
— Sen fulân kimse için "Ateş ehlinden olan
bir kimseye bakmak arzu eden, şu adama baksın" demiştin. Hâlbuki o zât,
bizim içimizde müslümânlara faydalı olmak yönünde, bizim en büyük olanımızdan
biri idi. Bu sözünüzden, ben onun cihâd üzere ölmeyeceğini bilmiştim. Onu
ta'kîb ettim, yaralanınca (acısına sabredemeyip) acele ölmek istedi de, kendini
öldürdü, dedi.
O sahâbînin bu sözü
üzerine Peygamber:
— "Şübhesiz bir
kul, cennet ehlinden olduğu hâlde ateş ehlinin amelini işler, bir kul da ateş
ehlinden olduğu hâlde cennet ehlinin amelini işler. Ameller ancak sonuncuları
ile değerlendirilir" buyurdu [15].
14-.......Abdullah
ibn Umer (R): Peygamber (S) birşeyi adamaktan nehyetti de: "Adamak
(kaderden) hiçbirşeyi (şerri ve zararı) geri çevirmez. Ancak yapılan adama
sebebiyle, cimri kimseden mal çıkarılmış olur" buyurdu, demiştir [16].
15-.......Bize
Abdullah ibnu'l-Mübârek haber verip şöyle dedi:
Bize Ma'mer ibn Râşid,
Hemmâm ibn Münebbih'ten; o da Ebû Hu-reyre(R)'den haber verdi ki, Peygamber
(S): "Adamak Âdem oğluna tahmin etmiş olmadığım birşey getirmez. Lâkin
kader, yânî Allah'ın takdiri Âdem oğlunu adak yapmaya sürükler. Nitekim ben de
adama yapan kimseye adadığı şeyi vermesini takdir ederim. Bu hüküm ve
takdirimle o malt cimriden çıkarırım" buyurmuştur.
16-.......Ebû
Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle demiştir: Bizler Rasûlullah(S)'in maiyyetinde bir
gazvede bulunduk. Yolda ilerlerken yüksek bir mevki'e çıktıkça, bir yüksek
yola yükseldikçe, bir vâdî içine indikçe muhakkak buralarda tekbîr getirerek
seslerimizi yükseltmeğe başladık.
Ebû Mûsâ dedi ki:
Rasûlullah bizim yanımıza yaklaştı da:
— "Ey insanlar! Nefislerinize yumuşak
davranın (seslerinizi çok yükseltmeyin)/ Şübhesiz ki, sizler bir sağırı ve bir
gaibi çağırmıyorsunuz. Sizler ancak Semt' ve Bastr olan Allah'a dua
ediyorsunuz!" buyurdu.
Sonra da bana:
— "Yâ Abdallah ibne Kays! Ben sana
cennetin hazînelerinden olan bir kelâm öğreteyim mi: Lâ havle velâ kuvvete illâ
billahi " buyurdu [17].
"Bugün Allah'ın
emrinden hiçbir âsim yoktur'1 (Hüd:43)- "Mâni' olup koruyucu yoktur";
Mucâhid ibn Cebr
"îman kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanıyor?" (ei-Kiyâme: 36)
âyetindeki
"Suden"
lafzını "Haktan başıboş bırakılıp dalâlet içinde gidip gelecekler
mi?" diye tefsir etmiştir [18].
Yine Mucâhid:
"Onu (nefsini)
alabildiğine örten ise, elbette ziyana uğramıştır" (eş-ş'ems: ıo)
âyetindeki "Dessâhâ" lafzını,
"Nefsini
ma'siyetlerle azdırıp körelten" diye tefsir etmiştir [19].
17-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Ebû Seleme, Ebû Saîdel- udrî(R)'den tahdîs etti ki,
Peygamber (S): "Devlet başkanı yapılan herbir halîfenin muhakkak iki tane
sırdaş müşaviri vardır: Bunun birisi ona hayır yolu emredip gösterir ve hayra
teşvik eder, diğeri de ona şerr yolu emredip gösterir ve şerre teşvik eyler. Ma
'sûm olan Allah 'in (fenalıklardan koruyup) ma'sûm kıldığı kimsedir"
buyurmuştur [20].
"Helak ettiğimiz
bir memleket ahâlîsinin hakîkaten (mahşere) dönmemeleri imkânsızdır" (ei-Enbiyâ:
95) [21].
"Nuh'a şu hakikat
vahyolundu: Kavminden gerçek îmân etmiş olanlardan başkası asla îmân
etmeyecektir,
O hâlde
işleyegeldikleri şeylerden dolayı tasalanma" (Hûd: 36).
"Nûh şöyle
demiştir: Ey Rabb'im, yeryüzündekâfirlerden yurt tutan hiçbir kimse bırakma!
Çünkü Sen onları bırakırsan, kullarını yoldan çıkarırlar. Kötüler öz kâfirden
başka evlâd doğurmazlar" (Nuh: 27).
Mansûr ibnu'n-Nu'mân,
İkrime'den; o da İbn Abbâs'tan söyledi ki, "Ve hırmun" lafzı,
Habeşçe'de Vecebe( = Vâcib oldu)" ma'nâsınadır [22].
18-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Ebû Hureyre(R)'nin, Peygamber(S)'den söylediği şu
rivayetinden daha küçük günâha benzer hiçbirşey görmedim: "Şübhesiz Allah
Âdem oğlu üzerine zinadan nasibini takdir edip yazmıştır. Şübhesiz Âdem oğlu
(ezelde) takdir edilen bu akıbete çaresiz ulaşacaktır. İmdi gözün zinası
(mahremi olmayan kadına şehvetle) bakmaktır. Dilin zinası (zevkle) söylemektir.
Nefs de (zina) temenni eder ve iştihâ duyar. (Bu arzu ve iştihâ da nefsin
zinâsıdır). Cinsiyet organı ise, bu organların hepsinin arzularını ya
gerçekleştirir (fiile çıkarır) yâhud (bırakarak) bu organların herbirini
yalanlar" [23].
19-.......İbn
Abbâs (R) bu "Sana gösterdiğimiz o temaşayı ve Kur'ân'da la'net edilen
ağacı biz ancak insanlara bir fitne (ve imtihan) yaptık"kavlindeki ru'yâ,
Rasûlullah(S)'ın Beytu'l-Makdis'e doğru geceleyin yürütüldüğü gece kendisine
uyanık hâlde gösterilip, O'nun da göz görüşü ile görmesidir, demiştir.
Yine îbn Abbâs: ' 'Kur
'ân 'da la 'net edilen ağaç'' da zakkum ağacıdır, demiştir [25].
20-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne tahdîs edip şöyle dedi: Biz bu hadîsi Tâvûs ibn Keysân'dan
belledik. O: Ben,Ebû Hureyre(R)'den işittim, dedi ki: Peygamber (S) şöyle
buyurmuştur: "Âdem ile Mûsâ birbirlerine karşı hüccet getirip çekiştiler.
Mûsâ, Âdem'e:
— Yâ Âdem! Sen bizim babamızdın. Sen bizi
cennetten çıkardığın için, bizleri mahrumiyet ve zarara düşürdün! dedi,
Âdem de ona:
— Yâ Mûsâ! Sen, Allah'ın kelâmı ile seçip
mümtaz kıldığı ve lehine eliyle yazıp çizdiği Musa'sın. Öyle iken sen, Allah'ın
beni yaratmasından kırk sene evvel üzerime takdir buyurduğu bir işten dolayı
beni kınıyor musun? dedi".
Bunu ta'kîben
Peygamber: "BöyleceÂdem, Musa'ya delil ve burhan ile gâlib oldu. Âdem
Musa'ya delîl ve burhanla gâlib oldu" cümlesini üç kerre söyledi.
Sufyân dedi ki: Bize
Ebu'z-Zinâd, el-A'rec'den; o da Ebû Hu-reyre'den; o da Peygamber'den bunun
benzeri hadîsi tahdîs etti [26].
"Allah'ın
verdiğine mâni' olabilecek hiç yok (vermediğini verebilecek de hiç yok)."
21-.......
Bize Abde ibnu Ebî Lubâbe tahdîs etti ki, el-Mugîre ibn Şu'be'nin himayesinde
bulunan ve kâtibi olan Verrâd şöyle demiştir: Muâviye ibn Ebî Sufyân,
el-Mugîre'ye: "Peygamber(S)'in namazdan sonra ne okuduğunu, işittiğin
üzere bana yaz" diye mektûb gönderdi. Bunun üzerine el-Mugîre bana şunu
söyleyip yazdırdı: Ben Peygamber'den işittim, namazdan sonra şu duayı söylerdi:
"Lâ ilahe
itte'llâhu vahdehu lâ şerike lehû> Allâhumme lâ mania limâ a'teyte velâ
mu'tiye limâ mena'te velâ yenfau zel-ceddi minke'l-ceddu (= Yegâne Allah'tan
başka hiçbir ilâh, hiçbir hakk ma'bûd yoktur. O'nun hiçbir ortağı yoktur.
Allah'ım, Sen'in verdiğine mâni' olabilecek hiç yok, vermediğim verebilecek de
hiç yok. Baht ve zenginlik sahibinin baht ve zenginliği, Sen'in lütuf ve ihsanının
yerine geçip de kendisine fâide vermez)/"
İbn Cureyc de şöyle
dedi: Bana Abde ibn Ebî Lubâbe haber verdi ki, ona da Verrâd, bu hadîsi haber
vermiştir. Sonra bir müddet geçince, ben Şam'a Muâviye'nin yanına (bir vazîfe
ile) gittim. Orada Muâviye'nin bu duayı okumalarını insanlara emrederken
işittim, demiştir [27].
22-.......
Bize Sufyân ibn Uyeyne, Sumeyy'den; o da Ebû Salih'ten; o da Ebû
Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "(Def-îne ve çekmeye güç
yetmeyen) belâ şiddetinden, (insanı helake sürükleyen) zorluk ve meşakkate
erişmekten, kazanın kötüsünden, düşmanın sevinciyle meydana gelecek hüzün ve
kederden Allah'a sığınınız!" buyurmuştur [28].
'Allah, kişi ile kalbi
arasına girer..." (ei-Enfâi: 24) [29].
23-.......Abdullah
ibn Umer (R): Peygamber (S) çok kerre "Hayır, kalbleri altüst eden
Allah'a yemin ederim ki" şeklinde yemîn ederdi, demiştir [30].
24-.......İbn
Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) îbn Sayyâd'a:
— "Gönlümde senin için birşey sakladım,
onu bil!" buyurdu, ibn Sayyâd:
— Gönlündeki "DmV'dur, diye cevâb verdi.
Bunun üzerine Peygamber:
— "Haydi sus, yıkıl git, kadrini (haddini)
geçme!" buyurdu. Umer:
— Yâ Rasûlallah, bana
izin ver de şunun boynunu vurayım! dedi. Peygamber, Umer'e:
— "Onu bırak! Eğer bu Deccâl ise sen ona
(vurmağa) takat yetiremezsin. Deccâl değil ise, onu öldürmekte senin için
hiçbir hayır yoktur" buyurdu [31].
"De ki; Allah'ın
bizim için yazdığından başkası asla bize erişmez* O bizim Mevlâ'mızdır. O'nun
için müzminler yalnız Allah'a güvenip dayanmalıdır"
(et-Tevbe: 51).
"Bizim için
yazdığı", "Bizim için hayırdan, şerrden takdir ve hükmettiği şey
vardır" demektir.
"Ne siz, ne de
tapmakta olduklarınız, onun aleyhinde (hiçbir ferdi) fitneye sürükleyecek
değilsiniz. Meğer ki, kendisi cehenneme girecek kimse olsun" (es-sâffât:
i6i-i63).
Mucâhid bu âyetin
tefsirinde:
'Fâtinîn","Sizler
Allah'ın cehenneme gireceğini yazmış olduğu kimselerden başka hiçbir ferdi
dalâlete düşürücüler değilsiniz" demektir, demiştir.
"Rabb'inin o çok
yüce adını tesbîh et ki, O (herşeyi) yaratıp düzene koyandır. Takdir eden, ona
göre de yol gösterendir..." (ei-Aiâ: ı-3). Yine Mucâhid, bu âyetin
tefsirinde: "Kaddera fehedâ", "Şekaaveti ve saadeti takdir eden
ve bütün hayvanları da otlama yerlerine hidâyet edip götüren" demektir,
demiştir [32].
25-.......Âişe
(R), Yahya ibn Ya'mer'e haber verip şöyle demiştir:
(Ben) Âişe,
Rasûlullah(S)'a tâûn hakkında sordu da, Rasûlullah şöyle buyurdu: "Tâûn
bir azâbdır ki, Allah onu dileyeceği kimseler üzerine gönderir. Yine Allah onu
mü'minler için bir rahmet sebebi kılar: Herbir kul, içinde bulunmakta olduğu
bir beldede ikaamet ederken, orada tâûn çıkar ve kendisi sabrederek, sevâb
umarak, bu tâûn hastalığının yalnız Allah 'in takdîr edip yazdığı kimselere
isabet edeceğini bilerek, o beldeden çıkmayarak orada eğlenir kalırsa,
muhakkak ona bir şehîd ecri gibi sevâb olur" [33].
"...Hamd olsun
Allah'a ki, bizi hidâyetiyle buna kavuşturdu. Eğer Allah bize hidâyet etmeseydi,
kendiliğimizden bunun yolunu bulmuş olmazdık. And olsun ki, Rabb'imizin
rasûlleri gerçeği getirmişlerdir, derler..." (ei-A'râf: 43);
"...Hakîkaten
Allah bana hidâyet verseydi herhalde sakınanlardan olurdum... diyeceği
gündür" (ez-zumen 57) [34].
26-.......el-Berâ
ibn Âzib (R) şöyle demiştir: Ben Hendek kazma günü Peygamber(S)'i gördüm ki, O
bizimle beraber toprak taşıyor ve şu beyitleri söylüyordu:
"Vallahi
levîâ'llâhu ma'htedeynâ Velâ sumnâ veîâ saîleynâ Fe enzilen sekîneten aleynâ Ve
sebbiti'l-akdâme in îâkaynâ Ve'l-müşrikûne kad bağav aleyna İzâ erâdû fitneten
ebeynâ"
(= Vallahi eğer Allah
hidâyet etmeseydi, biz kendiliğimizden doğru yolu bulamazdık. Oruç da tutmaz,
namaz da kılmazdık. Düşmanlarla karşılaşırsak Sen bizim üzerimize sekînet indir
ve ayaklarımızı sabit tut. Müşrikler bize saldırmışlar da bizim çekinmekte
olduğumuz fitne ve fesadı îkaa etmek istedikleri zaman, biz dayatmış,
kaç-mamışızdir.) [35]
[1] Ebû Zerr'in el-Müstemlî'den gelen nüshasında
"Kader Hakkında Bâb" ziyâdesi vardır.
Kader, kaza ve hüküm
ma'nâsınadır ki, Yüce Allah'ın hazır eylediği zuhuratta hüküm ve kazasıdır.
Bunun ıstılâhî ta'rîfi: Ezelden ebede dek carî olan hâller ve şe'nlerin vukû'u
sureti üzere mevcudatın a'yânmda Allah'ın âdeti üzere vukû'a gelen küllî ilâhî
hükümdür. Şârih der ki: Kader, aslında masdardır. Bâzıları Kader ile Kaza
arasını farkeylediler. Yânî Kader, Yüce Allah'ın işleri vâki' kılmadan evvel
takdir etmesi, Kaza ise o takdiri infaz ile yokluktan fiil hududuna çıkarmaktan
ibarettir ve bu sahihtir. Nitekim Peygamber (S) yıkılmaya yüz tutmuş olan bir
mağaraya uğradı da orayı geçinceye kadar yürüyüşünü sür'atlendirdi. Bunun
üzerine kendisine: Yâ Rasûlallah! Allah'ın kazasından mı kaçıyorsun? denildi.
Peygamber: "Allah'ın kazasından, kaderine kaçıyorum" buyurdu. Ve
Kader bir nesnenin meblâğ ve endazesine denir ve tâb ve takat ma'nâsınadır.
Kader, "7<7ta/?r"ma'nâsınamasdar olur... Takdir, Allah'ın ezelden
ebede kadar halk ve îcâd eyleyeceği mevcudat ve kâinatı vâki' kılmadan evvel
Levhu Mahfûz'da olacağı üzere resmeylemek ma'nâsınadır. Nitekim Kaza, o
resmedilmiş olan işleri vakitleri geldiğinde infaz ve îkaa eylemekten
ibarettir... (Kaamûs Ter.)
İbn Esîr en-Nihâye'dc,
Kader'in Takdir; Kazâ'nm da Halk ma'nâsma olduğunu; Kaza ve Kader'in
birbirinden ayrılmaz iki emir olduklarını, Kader'in esâs, Kazâ'nm da bina
mesabesinde bulunduklarını bildirdikten sonra, bunların aralarım her kim
ayırmak isterse Kaza ve Kader binasını yıkmış olur, diyor, işte bu, "İbn
Esîî'e göre Kaza ve Kader bir ma'nâyadır" sözünün esâsıdır.
Râgıb el-Isfahanı'ye
göre, Kader, Takdir; Kaza tafsil etmek ve kesin surette hükmeylemektir. Bu
surette Kaza, Kader'den daha husûsîdir. Hulâsa: Allah eşyayı yaratmazdan önce
eşyanın mikdârlarını, hâllerini, îcâd zamanlarını, tak dîr edip bilir. Sonra
geçen bu İlmi îcâbı da onları îcâd eder, îmân, küfür, hayır, şerr, menfâat,
mazarrat gibi bütün şe'nler Allah'ın ezelî ilmiyle, İradesiyle, kudretiyle
vücûd bulmuştur. O'nun mülkünde O'nun hüküm ve takdirinden başka" hiçbir
kuvvetin hüküm ve nüfuzu yoktur. Allah bu ezelî ilmi îcâbı dünyâda eşyaya
vücûd verir.
Kaderle ilgili bâzı
âyet mealleri:
"Hiçbirşey hâriç
olmamak üzere (hepsinin) hazîneleri bizim yammızdadır. Biz onları bilinen bir
mikdâr dışında indirmeyiz" (el-Hıcr: 21).
"Allah dilediğini
mahveder, isbât eder. Ana Kitâb O'nun nezdindedir" (er- Ra'd: 39).
"Yerde ve
nefislerinizde herhangibir musibet vukû'a gelmemiştir ki, bu, bizim onu
yaratmamızdan evvel mutlakaa bir kitâbdadtr. Şübhesiz ki, bu, Allah'a göre
kolaydır" (el-Hadîd: 22).
Kur'ân-ı Kerîm'de Kader
ile ilgili çok âyetler vardır.
et-Tegâbun: 1-4
âyetlerine âid güzel bir tefsir: Hakk Dîni, VI, 5020-5022'-den okunmaya değer:
Müslim Ter, VIII, 115, 2. haşiyede.
[2] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Parantez
içindeki kayıtlar, Müslim'in Kader Kitâbı'ndakİ rivayette hadîs metnindedir.
Abdulkerîm ibn Sem'ânî şöyle demiştir: "Kaza ve kader konusunda en
doğru bilgi kaynağı Kitâb ile Sünnet'tir. En doğru hareket de bunlardan ilham
alınarak durmaktır. Bu ilham ile yetinmeyerek ileri gitmek, o hudûdsuz sahada
hayrete ve dalâlete düşmektir. Yoksa kalbe emniyet ve i'timâd verir bir
hareket değildir. Çünkü kaza ve kader bilgisi, Allah'ın kendisine tahsîs ettiği
bir sırdır ki, onun önüne çektiği bir perde ile Allah onu beşerin akıl ve
idrâkine kapamıştır. Onu Allah bildirmedikçe ne peygamberleri, ne de en yakın
melekleri bilmişlerdir. Rivayete göre bu Kader sırrı, bunlara ancak cennete
girdikleri zaman açılacaktır, ondan önce değil". Jbn Sem'ânî'nin bu tezi,
bütün hadîsçilerin mezhebidir (Tecrîd Ter., XII, 246).
[3] Kur'ân-ı Kerîm'de insanın yaratılış ve tekâmül
safhaları dokuz kademe hâlinde zikredilmiştir:
— "And olsun biz insanı çamurdan bir hulâsada yarattık.
— Sonra onu sarp ve
metin bir karargâhta bir nutfe yaptık.
— Sonra o nutfeyi bir
yapışkan kan pıhtısı hâline getirdik.
— Derken o kan
pıhtısını bir çiğnem et yaptık.
— O bir çiğnem eti de kemiklere kalbettik.
— Arkasından o
kemiklere bir et giydirdik.
— Bilâhare onu başka
yaratışla inşâ ettik. Suret yapanların en güzeli olan Allah'ın sânı ne yücedir!
— Sonra siz bunun
arkasından hiç şüphesiz ki öleceksiniz.
— Sonra siz kıyamet
gününde muhakkak diriltilip kaldırılacaksınız" (el-Mü'minûn: 12-16).
Bu hayât safhaları
âhirettekileri de içine alarak başka bir uslûbla (d-Hacc: 5-7) âyetlerinde de
sayılmaktadır.
İnsanı bir safhada
yaratmaya kaadir olan Allah'ın onu tabiî şeklini alıncaya kadar birtakım
tavırlara, kaanûnî tahavvüllere tâbi* tutmasında hiç şübhesiz husûsî ve umûmî
birtakım yararlar ve hikmetler vardır. Bu hikmetleri ilgili ilim dallarındaki
mütehassıslar bulmakta ve yazdıkları eserlerde uzun uzadıya anlatmaktadırlar.
Bu hususlarda tafsilât için tıp, biyoloji, fizyoloji ve benzeri dallarda
yazılan eserlere dönmelidir.
[4] Âyetin tamâmı: "Şimdi bana haber ver: Hevâsım
tanrısı edinmiş, kendini bir ilim üzerine Allah şaşırtmış, kulağını, kalbim
mühürlemiş, gözüne de bir perde germiş bir adama Allah 'tan başka kim hidâyet
edebilir? Hâlâ iyi düşünmeyecek misiniz?"
[5] Ebû Hureyre: Yâ Rasûlallah! Ben genç bir erkeğim. Kötü
bir işte bulunmaktan korkuyorum. Kadınlarla evlenecek dünyalık da bulamıyorum,
dedim. (Erkeklik yumurtalarımı çıkartayım mı? demek istedim.)- Ebû Hureyre'nin
bu suâllerine Rasûlullah, başlıktaki cevâbı vermiştir. Bu hadîs Nikâh
Kitâbı'nın evvelinde geçmişti.
[6] îbn Abbâs'ın bu tefsîrini Alî ibn Ebî Talha yolundan
İbn Ebî Hatim rivayet etmiştir. el-Kirmânî: Âyetin ma'nâsı: Onlar saadet için
insanların önüne geçtiler, demektir; onlar saadetin önüne geçtiler demek
değildir, demiştir.
[7] Bir âyet meali: "De ki: Herbiri kendi aslî
tabîaüne göre hareket eder. O hâlde kimin daha doğru yolda bulunduğunu Rabb 'in
daha iyi bilicidir" (el-îsrâ: 84).
Yânî hepsi, îmân edenler de, îmân etmeyenler de kendi şâkilesi üzere
amel eder. "Şâkile" kelimesi tabîat, âdet, dîn, hulk, niyet, seciyye,
cibilliyet ve mu-şâkil yol gibi çeşitli ve fakat birbirine yakın ma'nâlarla
tefsir edilmiştir. En cemiyetlisi, sonuncusudur. Yânî herkes kendi hâl ve
mîzâcına uygun olan yolda hareket çder, diğer deyişle husûsî hissiyatına göre
iş yapar, demektir.
[8] Bulûğ çağından evvel ölen müşrik çocuklarının
âhiretteki durumları sorulmuştu. Buhârî'nİn Cenazeler Kitabı, 93. bâbdaki 140
rakamlı uzun Semure ibn Cun-deb hadîsinin bir fıkrası şöyledir: "Ağacın
dibindeki ihtiyar, İbrahim'dir, îbrâhîm 'in etrafındaki çocuklar da insanların
evlâdıdır. O ateş yakan da cehennemin bekçisi olan Mâlik'tir..." (bak: 3.
cild, s. 1305-1308). Buradan da müşrik çocuklarının cennetlik olduğu, açıkça
anlaşılmaktadır. İbrâhîm'in etrafındaki çocuklardan "İnsanların
çocukları" diye ta'bîr edilmesi, müslim ve kâfir çocuklarına şumûlü ifâde
eder...
[9] Bu hadîsin bâzı rivayetlerinin sonunda şu ziyâde
vardır: Bundan sonra Ebû Hu-reyre: İsterseniz şu âyeti okuyunuz, dedi: "O
hâlde sen, yüzünü bir muvahhid olarak dîne, Allah Un o fıtratına çevir ki, O,
insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışına (hiçbirşey) bedel
olamaz. Bu dimdik ayakta duran bir dîndir. Fakat insanların çoğu
bilmezler" (er-Rûm: 30).
Bu hadîsin öğrettiği
büyük bir hakîkat de insanlarda dîn duygusunun ve hakikat aşkının fıtrî
oluşudur. Bu hakikati hem bu hadîsteki Peyganiber'in sözleri, hem de sonunda
zikredilen Fıtratu'llah âyeti ifâde etmektedir...
İbn Battal şöyle dedi:
"Allah müşrik çocuklarının ileride ne işleyeceklerini pek iyi bilir"
kavli, üç türlü te'vîl edilebilir:
a. Peygamber tarafından
bu müşrik çocuklarının cennetlik oldukları bildirilmezden evvel, böyle
tevakkuf edilmiş olması.
b. Bu müşrik çocuklarının büyüyüp iradî hareket
çağına geldiklerinde nasıl yaşayacaklarını, hangi dîn üzere öleceklerini Allah
bilir demek olması.
c. Peygamber'in bu sözünün mücmel olması. Ve "Ben sizin Rabb'iniz
değil miyim?" (el-A'râf: 172) âyeti ile tefsîr edilmiş bulunmasıdır. Bu
âyetle işaret buyurulan, umûmî bir ikrardır ki, burada mü'minlerin evlâdı gibi
müşriklerin evlâdı da dâhil bulunur.
[10] Allah'ın emri fiile çıkarılagelmiş bir kaderdir.
Allah'ın emri biçilmiş bir kader bulunuyor. Ezelde bilinip takdîr edilmiş kat'î
bir hüküm bulunuyor. Yâhud ezelde makdûr olmakla beraber mükellefin kudretini
de selbetmez, me'mûr için de mak-dûrdur. Binânenaleyh herkesin mukadderi olan
kaderi başına gelir. Bununla beraber mes'ûliyetine mâni' olmaz [Hakk Dîni, V,
3905).
[11] Ebû Amr ibn Abdilberr şöyle dedi: Bu hadîs ilim ehli
indinde kader hadîslerinin en güzellerindendir. Çünkü herkese ancak Allah'ın
yazmış olduğu şeyin hâsıl olacağına delâlet etmektedir.
Bu hadîsin bir rivayeti Nikâh'ta da geçmişti.
[12] Bunun daha uzun bir rivayeti Cenazeler Kitâbı'nda
geçti. Peygamber kızının ısrarla gelmesini istediği için, kızının evine gitti.
Çocuk kucağına verildi. Çocuk can çekişiyordu. Peygamber gözlerinden yaş
akıtarak sessizce ağlamıştı.
[13] Bunun bâzı rivayetleri Buyu', Mağâzî, Nikâh, Itk'ta da
geçmişti.
Bunun uzunca bir rivayeti Cenâzeler'de, "Kişinin kabir yanında
mev'izası bâbı"nda geçmişti. Bu, Alî'den rivayet edilen meşhur kader
hadîslerinden biridir.
[14] Başlığa uygunluğu, bu adamın dünyâdaki son amelini
kötü bir işle, intihar ile bitirmiş olması yönündendir. Bunun bir rivayeti
Cihâd'da, "Allah bu dîni fâcir kişi ile de te'yîd eder bâbı"nda da geçmiş
ve orada bâzı açıklamalar verilmişti.
[15] Bunun da bir rivcâyeti Cihâd'da, "Fulân kimse
şehîddir demez bâbı"nda geçmişti.
[16] Nezir, yânî adamak, mübâh olan birşeyi Allah rızâsı
için kendi nefsine vâcib kılmaktır. Bunun nehyedümemesi gerektiği hâlde Peygamber'in
bundan neh-yetmesi, mübâh olan birşeyin taahhüd edilip de sonra onun yerine
getirilmemesi sebebine dayanmıştır. Hattâbî: Nezr'in nehyi, ilmin garîb bir
faslıdır. Birşeyi işlemek evvelâ nehyolunsun, işlenince de îfâsı vâcib olsun;
bu hayrete değer bir-şeydir, demiştir. Sonra bu hayret şöyle açıklanıyor:
Rasûlullah tarafından neh-yolunan nezir, kaderden müstağni ve bizzat maksadı
sağlamaya kâfidir i'tikaad edilen nezirdir. Hattâ halkın birtakım câhil
tabakaları vardır ki, nezrin mukadderatı değiştireceğini sanmak gafletinde
bulunurlar. İşte nehyolunan nezir, nezrin bu nev'idir. Yoksa hayır, şerr;
menfâat, mazarrat Allah'ın kudreti eseri olduğunu ve nezir yalnız kaderin vücûd
bulmasına bir vesileden ibaret bulunduğunu i'tikaad ederek yapılan nezir,
meşrû'dur.
[17] Yânî kul için Allah'a ma'siyetten tahavvül, ancak
Allah'ın korumasiyle olur, kulun Allah'a tâat üzerine muhtâc olduğu kuvvet de
ancak Allah'ın muvaffak kılmasıyle olur. Bu kelâm, en-Nevevî'nin de dediği
gibi, bir teslim olma isteği ve tefvîz kelimesidir ki, kulun kendi nefsi için
hiçbirşeye mâlik olmadığı, bir zarar def etmeye ve bir hayır celbetmeye hiçbir
kuvveti bulunmadığı, kuvvetin de ancak Allah'ın kuvveti ve iradesiyle
bulunabileceği hakîkatine işaret eder. Bunun birer rivayeti "Hayber
gazvesi" ile Dualar Kitabı'nda da geçmişti.
[18] Bâzı nüshalarda "Suden" lafzı, dâl'in
şeddesiyle "Şedden" şeklinde zabtedil-miştİr. Bu zabta göre şu
âyetlere işaret edilmiştir:
"Haydin, siz bana
(bedenî) kuvvetle yardım edin de, sizinle onlar arasına sağlam bir sedd
yapayım" (el-Kehf: 95);
"Biz hem önlerinden bir sed, hem arkalarından bir sed çektik.
Böylece onları sanverdik, artık görmezler" (Yâsîn: 9).
[19] Mucâhid'in bu tefsirlerini Abd ibn Humeyd senedli
olarak rivayet etmiştir
[20] Buhârî bunun bir rivayetini Ahkâm'da getirdi.
[21] Bu âyet, öldükten sonra diriltme işinin takriri ve
sânını büyültmek hususunda gelmiştir... Çünkü kâfirler bunu inkâr ediyorlardı.
Onları tehdîd ve bu inançlarından men' için böyle te'kîdli buyuruldu. Bunu
ta'kîb eden âyetler de kâfirlerin îmân etmeyeceklerini, bunun onlardan
vukû'unun beklenilmeyeceğim haber vermektedirler.
Bunların Kader bâblanna girmesi zahirdir. Çünkü bunlar, kuldan vukû'a
gelecek şeylerle ilgili ilmin önden geçmiş olmasını gerektirir.
[22] Bunu Abd ibn Humeyd, Atâ'dan; o da İkrime'den yoluyla
İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir
[23] Hadîsin başlığa uygunluğu, zina ve zina
da'vetçilerinin, kul üzerine takdir edilip yazılmış olduğu, bunların kaderin
sâbıkhğından hâriç olmadığı yönünden-dir (Kastallânî).
[24] Cumhurun beyânı veçhile bu irâe ve ru'yâ, sûrenin
başında geçen İsrâ Âyeti'n-deki "Âyetlerimizden bâzısını gösterelim
diye" ru'yetine işaret olmasıdır. Zîrâ orada tafsil edildiği veçhile bu
hârika üzerine müşrikler, îmân etmek şöyle dursun, îmân edenlerden bâzılarının
bile irtidâdı gibi büyük bir fitne olmuştu... Ru'yâ, esasen "Buşrâ"
vezninde masdardır. Örfte uyku hâlinde görülenlere isim olmuş ise de, esâs
i'tibâriyle ma'nâsı "Ru'yef'ih, "Görmek" demektir...
"Kur'ân'da la'net edilmiş olan ağacı da" yine onlar için bir
fitne kıldık. Bu mel'ûn ağaçtan murâd, Buhârî ve sâirede rivayet olunduğu üzere
zakkum ağacıdır. Ki es-Sâffât: 62-67ıde; ed-Duhân'da ve el-Vâkıa'da
zikredilmiştir... (HakkDîni, IV, 3185-3187)
[25] İbnu't-Tîn şöyle demiştir; Bu hadîsin Kader Kitâbi'na
girme sebebi Yüce Allah'ın müşriklerin, sâdık olan Peygamber'inin gördüklerini
yalanlamalarım takdir etmiş olduğuna işaret etmesidir. Bu, onların
tuğyanlarında bir artırma olmuştur (Aynî).
[26] Bu kırk sene, Yüce Allah'ın "Ben yeryüzünde bir
halîfe yaratacağım... " (el-Bakara: 30) İle Âdem'e rûh üfürmesi arası
yâhud rûh üfürülünceye kadar çamur hâlinde kalması arasıdır, denildi. Müslim'de
"Çamur hâlinde sûretlendirilmesi ile rûh üfürülmesi kırk senedir"
vardır. Yâhud murâd bunu meleklere açıklaması arasındaki müddettir. Yânî
Âdem'in o hareketi kendinden değildi. Allah Taâlâ tarafından, yerine getirmesi
kaçınılmaz olan bir kaderdi. Peygamber'İn son cümleleri, geçen hükmü takrir,
te'kîd ve gönülleri bu i'tikaad üzre sağlamlaştırmak için bir tesbîttir. Yânî
Allah Âdem'in işini, Âdem'in var olmasından önce Ana Kitâb'da tesbît
etmiştir... (Kastallânî)
[27] Muâviye ibn Ebî Sufyân(R)'m: Rasûluüah(S)'tan işittim,
her namazdan selâm verdikten sonra "Allâhumme lâ mania limâ a'teyte...
minkel-ceddu" derdi, diye rivayeti olduğu gibi, diğer bir rivayette minber
üstünde: "Ey insanlar! Allah'ın ileri götürdüğünü geri bırakacak yok; geri
bıraktığını da ileri götürecek yok. Vermediğini verecek yok; verdiğine mâni'
olacak da yok. Baht ve servet sahibinin baht ve serveti de O'nun lütuf ve ihsanı
yerine geçip fâide vermez... "dedikten sonra, ben bunu Rasûlullah'tan bu
ağaçların, yânî bu minberin üstünde iken işittim, diyerek hadîsi ref etmiştir.
Bu rivayetlerden anlaşılıyorki, Muâviye bu zikri esasen biliyor, hattâ
Peygamber'den işitmiş bulunuyor. Böyle iken mektûb yazıp istemesi,
bildiklerini kuvvetlendirme ve te'kîd içindir.
"Minke'l-ceddu "daki "Mm"kelimesi,
"Bedeliyye" diye isimlenir. Bu, şu âyetteki "Afin "
gibidir: "Sizler âhirete bedel dünyâ hayâtına mı razı oldunuz?"
(et-Tevbe: 38). Hadîs, Namâz'da, Rikaak'ta, Duâlar'da... da geçmişti.
[28] Bunun bir rivayeti Dualar Kitabı, "Belâ
meşakkatinden Allah'a sığınmak bâ-bı"nda geçmiş ve bâzı açıklamalar
verilmişti.
[29] Âyetin tamâmı şöyledir: "Ey îman edenler, sizi,
size hayât verecek şeylere da '-vet ettiği zaman Allah'a ve Rasûlü'ne icabet
edin. Bilin ki, şübhesiz Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz hakîkaten
yalnız O'na dönüp toplanacaksınız".
"Ona kalbinden, kalbine ondan daha yakın, daha hâkimdir. Ondakini
gönlünden, gönlündekinİ ondan daha iyi bilir ve daha yakından zabt ve temellük
eder. Kudreti o kadar nafizdir ki, yalnız kişi ile başkaları arasına değil,
onunla kalbi araşma girer, "hisseden ben" ile "hissedilen
ben"i birbirinden ayırır. İnsanı bir anda gönlündeki emellerinden mahrum
ediverir. Azimlerini bozuverir, niyetlerini tahvil ediverir, kanâatlerini,
zevklerini değiştiriverir. Onunla kalbinin arasını öyle ayırır, öyle açar ki,
birbirinin zıddı kesilir. İnsanın kendini kendine hasım eder.Kişİ ile kalbinin
arasına öyle girer ki, aklını elinden alıverir, nihayet canını alır,
öldürüverir. Bunun için Allah sizinle kalbiniz arasına perde çektiği ve ölüme
da'vet ettiği vakit icabet etmemeğe ve cebrine mukaavemet eylemeğe imkân
bulamazsınız ve bir lahza sonra başınıza ne geleceğini bilemezsiniz..."
(Hakk Dîni, III, 2386-2387)
[30] Bu hadîsi Yeminler ve Nezirler ile Tevhîd'de de
getirecektir.
[31] Bu hadîsin uzunca bir rivayeti Cenazeler Kitabı,
"Çocuk müslümân olup da öldüğünde üzerine cenaze namazı kılınır mı
bâbı"nda geçmişti. Başlığa uygunluğu "Eğer bu Deccâl ise, sen ona
tokat yetiremezsin" sözündedir. Çünkü ilâhî ilimde onun çıkacağı ve
yapacaklarını yapacağı takdîr edilmiştir. Allah ilminde, yapacaklarını
yapıncaya kadar yaşayacak diye sabit olup, geçmiş olan kimsenin öldürülmesine
seni muktedir kılmaz, eğer seni buna muktedir kılmış olsaydı, bunda Allah'ın
ilminin değişmesi lâzım gelirdi. Allah ise bundan münezzehtir. (Aynî ve
Kastaîlânî).
[32] "Vellezî kaddera fefıedâ": ve O ki takdîr
etti de hidâyet buyurdu, yarattığı herşeye ''Allah herşey için bir ölçü ta'ytn
etti" (et-Talâk: 3) uyarınca, ilim ve iradesiyle bir kader ta'yîn eyledi.
Cinslerinde, nevi'Ierinde, ferdlerinde, sıfatlarında, fiillerinde, ecellerinde
birtakım hususiyetlerle bir hadd ve mikdâr tahsis etti... "Hedâ"nm zahiri
"Allah herşeyin hilkatini verdi, sonra hidâyet edip yolunu gösterdi"
(Tâhâ: 50) gibi, herşeyi gerek tabiî, gerek ihtiyarî surette hilkati gayesine
yöneltmek ma'nâsıyle umûm eşyayı şâmil olmaktır..
"Kaddera", bütün mahlûkaatı zâtlarında ve sıfatlarında
herbirinin hususiyetlerine göre takdirini şâmildir... (Hakk Dîni, VII,
5743-5747).
[33] Yânî kendisi bu hastalığa tutulmasa bile bu sabır,
ümîd ve i'tikaadıyle şehîd sevabına benzer sevâb alır. Hadîsten kasdedilen
budur. Bunun bir rivayeti Tıbb'-da geçmişti.
[34] el-A'râf'taki âyet, mü'minlerin cennete ulaştıkları
zaman söyleyecekleri hamd-dir. ez-Zumer âyeti ise, azâb günü azaba çekilen
kimsenin söyleyeceği pişmanlık sözleridir.
Bu her iki âyet ile babın hadîsi: Allah Taâlâ'nın hidâyeti ve dalâleti
yaratmakta tek olduğuna ve ancak O'nun kullarına kendilerinden irâde ettiği
îmân ve küfür kazanmalarına kudret verdiğine, bunların kullar tarafından
yaratılmış olmadığına açıkça delâlet etmektedir (Aynî).
[35] Bunun bir rivayeti, az farkla Cihâd'da, "Hendek
kazma bâbi"nda geçmişti. Umer ibnu'l-Hattâb(R)'ın halîfeliği zamanında
hicretin 17. yılının sonlarında Şam'a gitmek üzere yola çıkması, Suriye
hududunda Şam'da tâûn olduğu haberi üzerine yaptığı istişareler ve
Peygamber'den nakledilen hadîs gereğince ileri gitmeyip oradan dönerken, ordu
kumandanı Ebû Ubeyde ibnu'I-Cerrâh: Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun?
deyince, Umer: Evet, Allah'ın kaderinden yine Allah'ın kaderine kaçıyoruz!
deyip de bunu hârika bir misâlle demlendirmesi hadîsi de bu kader konusunda
gönle huzur verici bir îzâhtır. Yerinden okunmaya değer: Buhârî, Tibb,
"Tâûn hakkında zikredilen şeyler babı".