1- Selâmın Başlangıcı -Meydana Çıkışı- Babı
2- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
3- Bâb: Selâm, Yüce Allah'ın İsimlerinden Bir İsimdir:
4- İnsanlardan Azın Çoğa Selâm Vermesi Babı
5- Binicinin Yürüyene Selâm Vermesi Babı
6- Yaya Yürüyen Kimsenin Oturana Selâm Vermesi Babı
7- Küçüğün Büyüğe Selâm Vermesi Babı
8- Selâm'ın (İnsanlar Arasında) Çok Söylenip Yayılması
Babı
9- Tanıdığa Ve Tanınmayan Kimseye Selâm Vermek Babı
11- Bâb: İzin İstemek Gözden Do Layı (Meşru' Kılınmış)Dır
12- Cinsiyet Organından Başka (Dil Ve Göz Gibi) Diğer
Organların Da Zinası Olduğu Babı
13- Selâm Vermenin Ve İzin İstemenin Üç Kerre Oluşu Babı
14- Bâb: İnsan Bir Eve Çağırıldığı Zaman Geldiğinde İçeri
Girmeden Evvel İzin İster Mi (İstemez Mi)?
15- Çocuklara Selâm Vermek Babı
16- Erkeklerin Kadınlara, Kadınların Da Erkeklere Selâm
Vermeleri Bâbi
17- Bâb: Ev Sahibi, Kapı Çalan Kimseye: "Kimdir
0?" Dediği Zaman "Benim" Diyen(İn Hükmü Nedir)?
18- Selâm Verene "Aleyke's-Selâm=Selâm Sana"
Diye Karşılık Veren Kimse Bâb1
19- Bâb: (Bir Şahıs Diğerine) "Fulân Kimse Sana
Selâm Gönderiyor" Dediği Zaman (Ne Denilir)?
22- Bâb: Zimmet Ehli Olan Kimselere Selâm Nasıl
Karşılanır?
24- Bâb: Kitâb Ehline Mektûb Nasıl Yazılır?
25- Bâb: Mektuba Kimin İsmiyle (Yazanın Mı, Yoksa
Göndebilenînki İle Mi) Başlanır?
26- Peygamber(S)'İn: 'Seyyidinize Ayağa Kalkınız!"
Kavli Babı
27- Musâfaha (Yânı El-Ele Tutuşup Tokalaşmanın
Meşrû'luğu) Babı
28- İki Eli Tutup Musâfaha Etmek Babı
30- Çağırana "Lebbeyke Ve Sa'deyke" Sözleriyle
Cevâb Veren Kimse Babı
34- El İle Ihtıbâ Oturuşu Babı
35- Arkadaşının İki Eli Arasına Dayanan Kimse Babı
36- Bir İhtiyaç Yeyâ Bir Maksadı Yerine Getirmek İçin
Yürüyüşünde Sür'at Yapan Kimse Babı
37- Serîr (Edinmenin Hükmü) Babı
38- (Üzerine Dayanıp Yaslanması İçin) Kendisine Yastık
Atılan Kimse Babı
39- Gündüz Uykusu Ve İstirahatının Cumua Namazından Sonra
Olması Babı
40- Mescid İçinde Uyumak Ve İstirahat Etmek Babı
41- Bir Kavmi Ziyaret Edip De Onlartn Yanında Gündüz
Uykusuna Yatan Kimse Babı
42- (Avret Yeri Açılmaksızın) Nasıl Kolay Olursa Öyle
Oturma(Nın Cevazı) Babı
46- Sırrı Koruyup Saklamak Babı
49- Bâb: Uyuma Sırasında Evin İçinde Ateş Bırakılmaz
50- Geceleyin Kapıların Kilitlenmesi Babı
51- Büyüdükten Sonra Da Sünnet Olmak Ve Koltuk Altlarının
Kıllarını Gidermek Babı
52- Bâb: İnsanı Allah'a Tâatten Alıkoyduğu Zaman Her
Eğlence Bâtıldır
53- Bina Yapmak Hakkında Gelen Şeyler Babı
Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle
(İzin
İsteme Kitabı)
1-.......Bize
Abdurrazzâk, Ma'mer ibn Râşid'den; o da Hemmâm'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den
tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Allah Âdem'i
kendi sureti üzere yarattı. Boyunun uzunluğu altmış zira' idi. Allah onu
yarattığı zaman:
— Git de meleklerden oturmakta olan şu topluluğa
selâm ver ve onların senin selâmını nasıl karşıladıklarını dinle! Çünkü bu, hem
senin, hem de zürriyetinin selâmlaşmasıdır! buyurdu.
Bunun üzerine Âdem,
meleklere:
— es-Seîâmu aleykum, dedi. Onlar da:
— es-Selâmu aleyke ve
rahmetu İlâhi, dediler ve selâmlarına Ve rahmetullâhVyi ziyâde ettiler.
Âdem, beşerin atası
olduğu için her giren kişi Âdem'in (bu güzel) sureti üzere girecektir.
Âdem'den sonra gelen halk, şimdiye kadar onun güzelliğinden birer parçasını
kaybetmeğe devam etti" [2].
"Ey îmân edenler,
kendi evlerinizden başka evlere (ve odalara) sâhibleriyle alışkanlık peyda
etmeden ve selâm da vermeden girmeyin. Bu sizin için daha hayırlıdır.
Olur ki iyice
düşünürsünüz. Eğer orada bir kimse bulamazsanız, size izin verilinceye kadar
içeri girmeyin.
Şayet size 'Geri
dönün' denilirse, dönüp gidin. Bu sizin için daha temizdir. Allah ne yaparsanız
hakkıylebilendir.
Meskûn olmayan,
içerisinde sizin için bir menfâat bulunan evlere girmenizde size bir vebal
yoktur.
Açıklayacağınızı da,
gizleyeceğinizi de Allah bilir" (en-Nûr: 27-29) Saîd ibn Ebi'l-Hasen
el-Basrî, kardeşi el-Hasen el-
Basrfye:
— Gayrı Arab olan
kadınlar göğüslerini ve başlarını açıyorlar, dedi,el-Hasen el-Basrî de kardeşine:
— Gözünü onlardan
çevir! dedi. Buna Azîz ve Celîl olan Allah'ın şu kavli delâlet eder:
"Mü'min erkeklere
söyle: Gözlerini (haramdan) sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar -Katâde:
"Kendilerinehalâl olmayanlardan" demiştir-. Mü'min kadınlara da söyle:
Gözlerini sakınsınlar, ırzlarını korusunlar..." (en-Nûr: 30-31).
Yânî "Hâin
gözlerin haram kılınan şeylere bakmasından".
ez-Zuhrî, hayız
olmamış -veya halâl olmayan- kadınlara bakmak hakkında: Küçük kız olsa bile, kadınlardan
kendisine bakmak ile iştihâ duyulan herhangi birşeye bakmak elverişli olmaz,
demiştir.
Atâ ibn Rebâh da:
Satın almak istemesi
hâli müstesna, Mekke'de satılmakta olan cariyelere bakmayı kerih görmüştür [3].
2-.......ez-Zuhrî
şöyle dedi: Bana Süleyman ibn Yesâr haber verdi. Bana Abdullah ibn Abbâs (R)
haber verip şöyle dedi: Rasûlullah (S) nahr günü Fadl ibn Abbâs'i kendinin arka
tarafına, bineğinin gerisine bindirdi. Fadl, güzel yüzlü, temiz giyimli bir
genç idi. Peygamber insanların kendisine sorup öğrenmeleri için bineğini
durdurdu. Bu sırada Has'am kabilesinden güzel bir kadın RasûluIIah'tan fetva
istemek üzere geldi. Fadl, bu kadına bakmağa başladı. Kadının güzelliği Fadl'ı
hayran etmişti. Fadl o kadına bakarken, Peygamber ona yöneldi de eliyle arkaya
döndürdü: Fadl'in çenesini tuttu ve onun yüzünü kadına bakmaktan öbür tarafa
çevirdi. Kadın:
— Yâ Rasûlallah!
Allah'ın kulları üzerinde bulunan hacc hususundaki farizası babama çok yaşlı
bir ihtiyar hâlinde erişti. Deve üzerine binip düz durmağa gücü yetmiyor. Onun
adına (vekâleten) benim hacc yapmakİığım onun haccı yerine geçer mi? diye
sordu.
Rasûlullah:
— "Evet
(geçer)" buyurdu [4].
3-.......
Bize Zuheyr,Zeyd ibn Eslem'den; o da Atâ ibn Yesâr'dan; o da Ebû Saîd
el-Hudrî(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S):
— "Sizleriyollarda oturmaktan
sakındırırım" buyurdu. Sahâbîler:
— Yâ Rasûlallah! Bizim
için oralarda oturmalarımızdan kurtuluş yoktur, biz yollarda oturup konuşuruz!
dediler.
Bunun üzerine
Rasûlullah:
— "Mâdeni ki sizler için oralarda oturmak
zarureti vardır, öyleyse yola hakkını veriniz!" buyurdu.
Sahâbîler:
— Yolun hakkı nedir yâ Rasûlallah? dediler.
Rasûlullah:
— "Haramdan bakışı kısmak, gelip geçenlere
ezâ vermekten çekinmek, selâm alıp vermek, ma'rufu emredip münkerden
nehyet-mektir" buyurdu [5].
"Bir selâm ile
selâmlandığınız vakit, siz ondan daha güzeli ile alın veya onu ayniyle
karşılayın..." (en-Nisâ: 86) [6].
4-.......Abdullah
ibn Mes'ûd(R) şöyle demiştir: Bizler Peygamber'in beraberinde namaz
kıldığımızda (oturduğumuz zaman):
— Kullarından evvel
Allah'a selâm olsun, Cibril'e selâm olsun, MîkâîPe selâm olsun, fulân ve fulân
meleklere selâm olsun, demiştik.
Peygamber (S) namazdan
çıkınca yüzünü bize döndürdü de:
— "Şübhesiz Selâm, Allah'ın kendisidir.
Sizden herhangi biriniz namaz içinde oturduğu zaman 'et-Tahıyyâtu lillâhi
ve's-salâvâtu ve't-tayyibâtu. es-Selâmu aleyke eyyühe'n-Nebiyyu ve
rahmetu'ttâhi ve berekâtuhû. es-Selâmu aleynâ ve alâ ibâdVllâhVs-sâlihîn'
desin. Çünkü o bunu söylediği zaman, gökte ve yerde olan her sâlih kula isabet
etmiştir. Sonra da: 'Eşhedu en lâ ilahe ille'llah ve eşhedu enne
Muhammeden abduhû ve
rasûluhu * desin. Sonra bu tahiyyâtın ardından istediği duâ sözlerinden seçip
tercih eder" buyurdu. [7].
5-.......Bize
Ma'mer ibri Râşid, Hemmâm ibn Münebbih'ten; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi
ki, Peygamber (S): "Küçük büyüğe, geçen oturana, az da çoğa selâm
verir" buyurmuştur.
6-.......İbn
Cureyc haber verip şöyle demiştir: Bana Ziyâd haber verdi ki, kendisi
Abdurrahmân ibn Zeyd'in âzâdlısı olan Sabit ibn Iyâd'dan; o da Ebû
Hureyre(R)'den şöyle derken işitmiştir: Rasûlullah (S): "Binekli olan yaya
yürüyene, yaya yürüyen oturana, az da çoğa selâm verir" buyurdu.
7-.......İbn
Cureyc haber verip şöyle demiştir: Bana Ziyâd haber verdi ki, ona da
Abdurrahmân ibn Zeyd'in himayesinde bulunan Sabit, Ebû Hureyre(R)'den,
Rasûlullah(S)'ın: "Binici yürüyene, yürüyen oturana, az da çoğa selâm
verir" buyurduğunu haber vermiştir [8].
İbrâhîm ibn Tahmân da
Mûsâ ibn Ukbe'den; o da Safvân ibn Suleym'den; o da Atâ ibn Yesâr'dan söyledi
ki,
Ebû Hureyre (R):
Rasûlullah (S): "Küçük büyüğe, yürüyen oturana, az da çoğa selâm
verir" buyurdu, demiştir [9].
8-.......el-Berâ
ibn Âzib (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) bize yedi şeyi işlememizi emretti:
Hastayı ziyaret etmeyi, cenazelerin ardından gitmeyi, aksırana duâ etmeyi,
zayıfa yardım etmeyi, zulme uğramışa yardım etmeyi, selâmı insanlar arasında
çok söyleyip yaymayı, yemîn edenin yeminini kabul etmeyi emretti. Gümüş kaptan
içmeyi de nehyetti. Bizleri altın yüzük takınmaktan, eyer ve semerlerine ipek
minderler konulmuş bineklere binmekten, harîr, dîbâc, kassî ve istebrak denilen
ipek kumaşlar giyib kullanmaktan da nehyetti [10].
9-.......el-Leys
tahdîs edip şöyle dedi: Bana Yezîd ibn Ebî Habîb, Ebû'I-Hayr'dan; o da Abdullah
ibn Umer(R)'den şöyle haber verdi: Bir adam Peygamber(S)'e:
— İslâm'ın hangi ameli hayırlıdır? diye sordu.
Peygamber:
— "İnsanlara yemek yedirirsin, bildiğine
ve bilmediğine selâm verirsin" buyurdu [11].
10-.......
Bize Sufyân ibn Uyeyne, ez-Zuhrî'den; o da Atâ İbn Yezîd el-Leysî'den; o da Ebû
Eyyûb(R)'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Bir
müslümânın dîn kardeşinden üç günden fazla küs durup ayrılması halâl olmaz: Bu
küsler birbirleriyle karşılaşırlar da şu, ondan yüz çevirir, bu da ondan yüz
çevirir. Hâlbuki bunların hayırlısı, önce selâm vermeye başlayandır".
Sufyân: Bu hadîsi
ez-Zuhrî'den üç kerre işittiğini zikretmiştir [12].
11-.......îbn
Şihâb şöyle demiştir: Bana Enes ibn Mâlik (R) Rasûlullah'ın Medine'ye geldiği
zaman on yaşında olduğunu haber verip şöyle dedi: Ben RasûIullah(S)'a
hayâtının on yılında hizmet ettim. Ben Hicâb Âyeti'nin indirildiği zamanki
iniş sebebini, insanların en iyi bileni oldum. Ubeyy ibn Ka'b bile bu vak'ayı
bana sorardı. Hicâb'ın inişinin evveli, Rasûlullah'm Zeyneb ibnetu Cahş ile
evlenip zifaf olduğu zamandadır. O gün RasûluIIah dâmâd olarak sabaha ulaştı
da insanları düğün aşına da'vet etti. İnsanlar gelip yemekten yediler. Sonra
çıkıp gittiler. Onlardan bir topluluk gitmeyip, Rasûlullah'm yanında oturup
kaldılar. Ve bu kalışı da epey uzattılar. RasûluIIah onların çıkıp gitmeleri
için ayağa kalktı da odadan dışarı çıktı. Ben de O'nunla beraber dışarı çıktım.
RasûluIIah yürüdü, ben de beraberinde yürüdüm. Rasûlullah, Âişe'nin odasının
kapısına kadar gitti. Sonra bu oturanların çıkıp gittiklerini sanarak geri
döndü. Ben de beraberinde döndüm. Nihayet Zeyneb'in yanına girdi. Baktık ki,
konuklar dağılmamış, hâlâ oturmaktalar. RasûluIIah yine geri döndü, ben de
beraberinde döndüm. Âişe odasının kapısına kadar ulaştı. Sonra onların çıkıp
gittiklerini sanarak geri döndü. Ben de beraberinde döndüm. Bu sefer onların
çıkıp gittiklerini gördük. Akabinde Hicâb Âyeti indirildi de, RasûluIIah
benimle kendisi araşma bir .perde gerdi [13].
12-.......Bize
Ebû Mıclez tahdîs etti ki, Enes (R) şöyle demiştir:
Peygamber (S) Zeyneb
bintu Cahş ile evlendiği zaman, insanlar Zeyneb'in odasına girip düğün aşı
yediler. Sonra da oturup konuşuyorlardı. Peygamber kalkmaya hazırlanır gibi
vaziyet alarak bunların kalkıp gitmelerine işaret etti. Fakat onlar
kalkmadılar. Peygamber onların kalkmadıklarını görünce, kendisi kalktı.
Kendisi kalkınca oturanlardan da bir.kısmı kalktı. Topluluğun bakıyyesi oturup
kaldı. Peygamber (diğer kadınlarının odalarına gidip hâl hatır sorduktan sonra)
Zeyneb'in odasına girmek için geldiği hâlde, topluluk hâlâ'oturu-yorlardı.
(Peygamber tekrar Âişe'nin odasına doğru gitti.) Sonra onlar (durumu anladılar
da) kalkıp gittiler. Ben onların kalkıp gittiklerini Peygamber'e haber verdim.
Peygamber geldi ve Zeyneb'in odasına girdi. Ben de içeriye girmeye davrandım.
Peygamber benimle kendisi arasına kapı perdesini indirdi. Yüce Allah şu
âyetleri indirdi:
"Ey îmân edenler,
(bundan sonra) Peygamber'in evlerine yemeğe da 'vet olunmaksızın, vaktine de
bakmaksızın girmeyin. Fakat da '-vet olunduğunuz zaman girin. Yemeği yiyince
dağıtın. Söz dinlemek veya sohbet etmek için (izinsiz) girmeyin. Çünkü bu,
Peygamber'e eza vermekte, O sizden utanmaktadır. Allah ise hakkı açıklamaktan
çekinmez. Bir de O 'nun zevcelerinden lüzumlu birşey istediğiniz vakit perde
ardından sorup isteyin. Bu, hem sizin kalbleriniz için, hem onların kalbleri
için daha temizdir..." (ei-Ahzâb: 53).
Ebû Abdillah
el-Buhârî: Bu hadîste, Peygamber'in kalkıp dışarı çıktığı zaman oturup
kalanlara izin vermediği fıkhı vardır. Ve yine bunda, Peygamber'in onların
kalkmalarını isteyerek kalkmağa davranmasında, böylece ta'rîz etmenin cevazı
hükmü de vardır, demiştir [14]
13-.......
İbn Şihâb şöyle dedi: Bana Urvetu'bnu'z-Zubeyr haber verdi ki, Peygamber'in
zevcesi Âişe (R) şöyle demiştir: Umer ib-nu'1-Hattâb, Rasûlullah(S)'a:
— Kadınlarını perde
arkasına alsan! (Çünkü onlarla iyi de, kötü de konuşuyor), der dururdu.
Aişe dedi ki:
Rasûlullah bunu yapmadı. Peygamber'in kadınları geceden geceye Menâsı' denilen
tarafa doğru ihtiyâçlarını gidermek için dışarıya çıkarlardı. Bir kerresinde
Şevde bintu Zem'a, ihtiyâcı için dışarı çıkmıştı. Şevde, uzun boylu bir
kadındı. Umer ibnu'l-Hattâb mecliste otururken onu görünce:
— Yâ Şevde, ben seni tanıdım, demişti.
Umer bu sözü, Hicâb
emrinin indirilmesini çok istemekte olduğu için söylemişti.
Âişe dedi ki: Bunun üzerine
Azız ve Celîl olan Allah, Hicâb Âye-ti'ni indirdi [15].
14-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne tahdîs etti: ez-Zuhrî: Ben bu hadîsi, senin burada bulunuşun
gibi şekksiz olarak ezberledim, demiştir. Sehl ibn Sa'd (R) şöyle dedi:
Peygamber(S)'in evindeki pencerelerin birinden bir adam içeriye doğru
bakmıştı. O sırada Peygamber, beraberindeki mıdrâ denilen demir bir tarakla
başını (tarayıp) kaşıyordu. O kişiye:
— "Eğer senin
böyle mahrem yere bakar olduğunu daha önce bilseydim, muhakkak şu demir tarağı
gözünün içine saplardım. İzin isteme, ancak gözün görmesinden dolayı vazife
kılınmıştır!" buyurdu [16].
15-.......
Bize Hammâd ibn Zeyd, Ubeydullah ibn Ebî Bekr'den; o da Enes ibn Mâlik(R)'ten
şöyle tahdîs etti: Bir adam Peygam-ber(S)'in hücrelerinin birinden içeriye
uzanıp baktı. Peygamber de mışkas denilen uzunca ok demiri veya demirleriyle o
adama doğru kalktı. '
Enes dedi ki: Ben
Peygamber'e bakıyordum, sanki Peygamber o adamı dürtmek için, onun görmez
tarafından yanaşıyor gibiydi [17].
16-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne, Abdullah ibn Tâvûs'tan; o da babası Tâvûs ibn Keysân'dan
tahdîs etti ki, İbn Abbâs (R): Ben Ebû Hureyre'nin sözünden daha çok küçük
günâha benzer birşey görmedim, demiştir.
H ve bana Mahmûd
tahdîs etti. Bana Abdurrazzâk haber verdi. Bize Ma'mer ibn Râşid, İbn
Tâvûs'tan; o da babasından haber verdi ki, İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Ben
Ebû Hureyre(R).'nin Peygam-ber(S)'den rivayet ettiği hadîsteki kadar küçük
günâha çok benzer hiç-birşey işitmedim. Ebû Hureyre, Peygamber(S)'in şöyle
buyurduğunu söyledi:
— "Allah, Âdem
oğlu üzerine zinadan nasibini yazmıştır. Âdem oğlu (ezelde) takdir edilip
yazılmış olan bu akıbete muhakkak erişecektir: Gözün zinası (yabancı kadına
şehvetle) bakmaktır. Dilin zinası (halâl olmayan sözleri zevk alarak)
konuşmaktır. Nefs de zina temenni eder ve buna arzu ve iştihâ besler (bu da
nefsin zinâsıdır). Cinsiyet organı da bu organların hepsinin arzularım ya
tasdik edip gerçekleştirir (fiile çıkarır) yâhud bunları bırakarak
yalanlar" [18].
17-.......Bize
Sumâme ibn Abdillah, Enes(R)'ten tahdî etti ki, Rasûlullah (S -bir kavmin
yanına gelip) selâm verdiği zaman, üç ker-re selâm verirdi. Keza bir söz
söylediği zaman (anlaşılması için) onu üç kerre tekrar ederdi
[19].
18-.......Ebû
Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Ben Ensâr'ın meclislerinden bir mecliste
(oturmakta) idim. Bu sırada Ebû Mûsâ sanki birşeyden korkmuş gibi geldi de:
— (Umer beni
çağırtmıştı.) Ben Umer'in yanma girmek için üç kerre izin istedim, bana izin
verilmeyince geri döndüm. Umer bana: Seni bize gelmenden men' eden nedir? dedi.
Ben: Senin yanma girmek için üç kerre izin istedim, bana izin verilmeyince
geri döndüm. Çünkü Rasûlullah (S): "Sizden biriniz üç kerre izin istediği
zaman kendisine izin verilmezse, hemen geri dönsün" buyurdu, dedim. Umer:
Vallahi bu rivayet ettiğin hadîs üzerine muhakkak bir beyyine getireçeksin!
dedi. Sizlerde bunu Peygamber'den işitmiş bir kimse var mı? dedi.
Ubeyy ibn Ka'b:
— Vallahi senin
beraberinde bu şehâdeti kavmin en küçüğü bile yerine getirir, dedi.
Ben kavmin en küçüğü
idim. Ebû Mûsâ ile beraber kalkıp gittim ve Umer'e, Peygamber(S)'in bunu
söylediğini haber verdim.
Abdullah
ibnu'l-Mubârek de şöyle dedi: Bana İbn Uyeyne haber verdi. Bana Yezîd ibn
Husayfe, Busr'dan tahdîs etti. Busr: Ben bu hadîsi Ebû Saîd'den işittim,
demiştir [20].
Saîd ibn Ebî Arûbe,
Katâde'den; o da Ebû Râfi'den; o da Ebû Hureyre'den söyledi ki, Peygamber (S):
'Bu çağırılma ve
isteme, onun iznidir (tekrarlamaya muhtaç olmaz)" buyurmuştur [21].
19-.......
Bize Mucâhid ibn Cebr haber verdi ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Ben
Rasûlullah'ın beraberinde evine girdim. Kendişi bir kap içinde süt buldu da
bana:
— "Yâ Ebâ Hırrl
Su/fa ehline git ve onları bana çağır!" buyurdu.
Ebû Hureyre dedi ki:
Ben hemen Suifa ehline gidip onları çağırdım. Hepsi geldiler, içeri girmeye
izin istediler. Rasûlullah (S) onlara izin verdi, onlar da içeri girdiler [22].
20-.......
Bize Şu'be, Seyyâr'dan; o da Sabit el-Bunânî'den; oda Enes ibn Mâlik(R)'ten haber
verdi ki, Enes bir kerresinde çocukların yanına uğrayıp onlara selâm vermiş
ve:.
— Peygamber (S),
çocuklara böyle selâm verirdi, demiştir [23].
21-.......
Bize İbnu Ebî Hazım, babası Ebû Hazım Seleme ibn Dînâr'dan tahdîs etti ki, Sehl
ibn Sa'd (R):
— Biz cumua günleri sevinir, ferahlamrdık,
dedi. Ebû Hazım dedi ki: Ben SehPe:
— Cumua günleri niçin sevinir ferahlamrdınız?
diye sordum. Sehl:
— Bizim ihtiyar bir hanım ninemiz vardı. O
Medîne'de Sâide oğulları yurdundaki bir kuyuya insan gönderirdi. -Buhârî'nin
üstadı Abdullah ibn Mesleme: Metindeki "Budâa"yı, Medine'deki bir hurma
bustânma diye tefsir etmiştir.- O yaşlı kadın silk (yânî çoğundur) bitkisinin
köklerinden alırdı da, onları bir çömleğe atar, bir mikdâr da arpa ezerdi. Biz
cumua namazını kıldığımız zaman gider, o ninemize selâm verirdik. O da
bizlere, pişirdiği bu yemeği takdîm ederdi. Biz de bu yemekten dolayı sevinir,
ferahlamrdık. biz gündüz uykusunu ve gündüz yemeğimizi ancak cumuadan sonra
yapardık, diye cevâb verdi [24].
22-.......Bize
Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den; o da Ebû Seleme Abdurrahmân'dan haber verdi
ki, Aişe (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S):
— "YâÂişelŞu (yanımdaki )Cibril'dir, o
sana selâm okuyor!" buyurdu.
Âişe dedi ki: Ben de:
— Ona da selâm ve
Allah'ın rahmeti olsun! - Rasûlullah'ı kasdederek- Sen bizim görmediğimiz
şeyleri görüyorsun! dedim.
Bu hadîsi ez-Zuhrî'den
rivayet etmekte Ma'mer'e, Şuayb mutâ-baat etmiştir. Yûnus ile en-Nu'mân ibn
Râşid ez-Zuhrî'den rivayetlerinde "Ve berekâtuhu( = Ve Allah'ın
bereketleri)" kısmını da söylemişlerdir [25].
23-....... Muhammed ibnu'l-Munkedir şöyle dedi: Ben
Câbir(R)'den işittim, şöyle diyordu: Ben babam üzerinde bulunan bir borç
hakkında Peygamber(S)'e geldim de kapısını vurup tıklattım. Peygamber:
— "Kim o?" buyurdu. Ben de:
— Ben! dedim.
Peygamber böyle cevâb
vermemden hoşlanmamışçasına:
— "Ene, ene = Ben, ben!" diye ta'rîz
etti [26].
Aişe de: Onun üzerine
de selâm, Allah'ın rahmeti ve bereketleri olsun! demiştir. Peygamber (S) de:
"Melekler,
Âdem'i; Selâm ve Allah'ın rahmeti senin üzerine olsun! diye karşıladılar"
buyurdu [27].
24-.......
Bize Ubeydullah, Saîd ibn Ebî Saîd el-Makbun'den; o da Ebû Hureyre(R)'den şöyle
tahdîs etti: Bir adam mescide girdi. Rasûlullah (S) da mescidin bir tarafında
oturuyordu. O zât (iki rek'-at) namaz kıldıktan sonra gelip Rasûlullah'a selâm
verdi. Rasûlullah da ona:
— "Ve
aleyke's-selâm(= Sana da selâm olsun)/ Sen geri dön de yeniden namaz kıl, çünkü
sen namaz kılmış olmadın!" buyurdu.
Bunun üzerine adam
dönüp (yine kıldığı gibi) namaz kıldı. Sonra geldi, yine selâm verdi.
Rasûiullah da:
— "Ve aleyke's-selâm( = Selâm senin
üzerine de olsun)/ Dön de yine namaz kıl, çünkü sen namaz kılmış olmadın!"
buyurdu.
O zât ikincide yâhud
ondan sonraki seferde:
— Yâ Rasülallah, bana (doğrusunu) öğret! dedi.
Bunun üzerine Rasûiullah şöyle buyurdu:
— "Namaza kalkmak istediğinde güzelce
abdest al, sonra kıbleye dönüp ihram tekbîri al. Sonra ezberinde bulunan
Kur'ân'dan sana kolay gelenini oku. Sonra rukû'a varıp bedenin yatışmış
oluncaya kadar dur. Sonra başım kaldırıp ayakta büsbütün doğruluncaya kadar
dur. Sonra secdeye varıp tâ mutmain oluncaya kadar kal. Sonra başını kaldırıp
tâ mutmain oluncaya (yânî bedenin tamâmiyle sükûna kavuşuncaya) kadar otur.
Sonra yine secdeye varıp bedenin sükûna varıncaya kadar secdede kal. Sonra
başını secdeden kaldırıp bedenin sükûna kavuşuncaya kadar otur. Sonra bu
fiilleri namazının bütününde böylece yap!" [28].
Ebû Usâme Hammâd ibnu
Usâme de son lafızda (yânî "Sükûna kavuşuncaya kadar otur" lafzında)
bunun yerine "Dümdüz doğruluncaya kadar otur" şeklinde söylemiştir [29].
25-.......
Buradaki senedde Ebû Hureyre (R): Peygamber (S):
"Sonra başını
secdeden kaldır da bedenin sükûna kavuşuncaya kadar otur!" buyurdu,
demişir [30].
26-.......Bana
Ebû Seleme ibnu Abdirrahmân tahdîs etti ki, Âişe (R) ona, Peygamber(S)'in
kendisine hitaben:
— "Cibril sana selâm gönderiyor"
buyurunca:
— Onun üzerine de selâm ve Allah'ın rahmeti
olsun! diye ce-vâbladığmı tahdîs etmiştir [31].
27-.......Urve
İbnu'z-Zubeyr şöyle demiştir: Bana Usâme ibnu Zeyd şöyle haber verdi: Bir gün
Peygamber (S), altında Fedek dokuması saçaklı bir örtü bulunan palanlı bir
merkebe bindi, Usâme ibn Zeyd'i de arka tarafına bindirip el-Hâris ibn Hazrec
oğulları yurdundaki (evinde hasta bulunan) Sa'd ibn Ubâde'ye hasta ziyaretine
gidiyordu. Bu, Bedir vak'asından önce idi. Giderken yolda, içinde
müs-lümânlardan, müşriklerden, puta tapanlardan, Yahûdîler'den karışık
birtakım kimselerin bulunduğu bir meclise uğradı. Onların içinde Abdullah ibn
Ubeyy ibn Selûl de vardı.Bu mecliste Abdullah ibn Re-vâha da bulunuyordu.
Merkebin kaldırdığı toz, meclisi kaplayınca Abdullah ibn Ubeyy kaftanı ile
burnunu örttü. Sonra:
— Bizim üzerimize tozlatmaymız! dedi.
Peygamber onlara selâm
verdi. Sonra da orada durup merkeb-den indi ve onları Allah'a da'vet etti,
onlara karşı Kur'ân okudu. Bunun üzerine Abdullah ibn Ubeyy ibn Selûl:
— Ey kişi! Bu
söylemekte olduğun sözler gerçek ise, bunlardan daha güzeli yoktur. Fakat bizim
meclislerimizde bizleri ezâlandırma! Kendi menziline dön, Sana bizden kim
gelirse ona anlat! dedi.
İbnu Revâha:
— Meclislerimizde bizleri
Kur'ân ile ört, bürü! Çünkü biz bunu seviyoruz! dedi.
Bunun üzerine
müslümânlarla müşrikler, Yahudiler sövüşmeye başladılar. Hattâ birbirlerine
doğru kalkışıp vuruşmayı, dövüşmeyi kas-dettiler. Peygamber ise onları devamlı
sâkinleştiriyordu. Nihayet sustular. Sonra Peygamber bineğine binip yürüdü. En
sonu Sa'd ibn Ubâ-de'nin evine varıp içeri girdi ve:
— "Ey Sa'd! -Abdullah ibn Ubeyy'i
kasdederek- Ebû Hubâb'-ın dediğim işitmedin mi? O, şöyle şöyle söyledi"
dedi (vak'ayı anlattı).
Sa'd ibn Ubâde:
— Yâ Rasülallah! Sen
onun kusurunu affet,, ondan yüz çevirip müsamaha eyle! Allah'a yemîn ederim ki,
Allah Sana verdiğini vermiştir. Hâlbuki şu belde halkı Ubeyy'in başına tâc
giydirmeğe, üzerine de meliklere mahsûs olan sarık sarmağa (bu suretle onu
kendilerine melik edinmeğe) ittifak edip hazırlanmışlardı. Allah Taâlâ Sana
ihsan ettiği peygamberlikle onların bu düşüncelerini reddedip imkânsız kılınca,
İbn Ubeyy bu mahrumiyetten dolayı kederlendi. İşte bu kederle İbn Ubeyy,
gördüğün çirkin harekette bulunmuştur! dedi.
Peygamber de onu
affetti [32].
Abdullah ibn Amr da:
Şarâb içenler üzerine selâm vermeyiniz! demiştir [33].
28-.......Abdullah
ibn Ka'b şöyle demiştir: Ben babam Ka'b ibn Mâlik'ten işittim, o Tebûk
gazvesinden özürsüz geri kaldığı zamanki hâlini şöyle anlatıyordu: Ve
Rasûlullah (S) müslümânlan bizimle konuşmaktan nehyetmişti. Ben Rasûlullah'a
geliyor ve O'na selâm veriyordum da gönlümde benim selâmımı alıp dudaklarını
hareket ettiriyor mu yâhud almıyor mu diye söyleniyordum. Nihayet elli gece
tamâm oldu. Sabah namazını kıldırdığı zaman Peygamber (S), Allah'ın bizlerin
tevbelerimizi kabul ettiğini bildirdi [34].
29-.......Âişe
(R) şöyle dedi: Rasûlullah(S)'ın huzuruna Yahûdîler'den bir topluluk girdi de:
— es-Sâmu aleyke(= Ölüm üzerine olsun)!
dediler. Bu çirkin sözü ben anladım da:
— Ölüm ve la'net sizin üzerinize olsun! diye
karşılık verdim. Bunun üzerine Rasûlullah:
— "Yavaş ol yâ Âişe! Muhakkak ki, Allah
herşeyde rıfk ile, yumuşaklıkla muamele etmeyi sever!" buyurdu.
Ben de:
— Yâ Rasûlallah, onların dediklerini işitmedin
mi? dedim, Rasûlullah:
— Ben de onlara: 'O
sizin üzerinize olsun' demişimdir!" buyurdu [35].
30-.......Bize
Mâlik, Abdullah ibn Dinar'dan; o da Abdillah ibn Umer(R)'den haber verdi ki,
Rasûlullah (S): "Yahudiler size selâm verdikleri zaman, onların biri
ancak 'es-Sâmu aleyke(~ Ölüm sana olsun)' der; sen de bunu karşılarken
"Ve aleyke(= O senin üzerine de olsun)' de!" buyurmuş [36].
31-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle dedi: Peygamber (S): "Kitâb ehli olanlar size selâm verdikleri
zaman sizler (onlara karşılık verirken) 'Ve aleykum{ = Sizin üzerinize de)'
deyiniz!" buyurdu [37].
32-.......Alî
ibn Ebî Tâlib (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) beni, ez-Zubeyr
ibnu'l-Avvâm'ı ve Ebû Mersed el-Ganevî'yi gönderdi. Bizim üçümüz de süvârî
idik. Bizlere:
— "Şimdi gidiniz,
Hah bustâmna kadar ilerleyiniz. Orada müşriklerden bir kadın vardır, onun
yanında Hâtıb ibn Ebt Beltea'dan
Mekke müşriklerine
hitaben yazılmış bir sahîfe bulunmaktadır (onu, alıp bana getiriniz)/"
buyurdu.
Alî dedi ki: Biz,
Rasûlullah'ın bize söylediği yerde, devesi üzerinde yol almakta olan o kadına
eriştik. Alî dedi ki: Biz kadına:
— Beraberindeki mektûb nerede? dedik. Kadın:
— Benim yanımda hiçbir mektûb yoktur! dedi.
Biz onun devesini
çöktürüp eşyası içinde mektubu aradık, fakat hiçbirşey bulamadık. Arkadaşlarım
Zubeyr ile Ebû Mersed:
— Biz bir mektûb görmüyoruz, dediler. Alî dedi
ki: Ben kadına:
— Vallahi
Rasûlullah'ın yalan söylediğini hiç bilmiş değilim. Kendi ismiyle yemîn
edilmekte olan Allah'a yemîn ediyorum ki, ya mektubu muhakkak meydana
çıkarırsın, yâhud da ben senin elbiselerini senden soyacağım! dedim.
Alî dedi ki: Kadın
benden bu ciddiyeti görünce elini izârımn düğüm yerine uzattı -kendisi bir
kumaşı beline fûta olarak bağlamış hâldeydi- ve oradan mektubu çıkardı.
Alî dedi ki: Biz de
mektubu Rasûlullah'a getirdik. Rasûlullah, Hâtıb ibn Ebî Beltea'ya:
— "Yâ Hâtıb! Bu yaptığın işe seni sevkeden
nedir?" buyurdu. Hâtıb da şöyle cevâb verdi:
— Bende Allah'a ve
Rasûlü'ne mü'min olmaktan başka sıfat yoktur. Ben dînimi değiştirmedim, tebdîl
de etmedim. Ben Mekkeliler'-in yanında bir minnet ve ni'met elim bulunsun da
Allah o ni'met sebebiyle Mekke'deki ailemi ve malımı korusun istedim.
Sahâbîlerin-den herbirinin orada muhakkak ailesini ve malını Allah'ın onun sebebiyle
koruyacağı bir kimsesi vardır. (Benim ise koruyacak hiçbir kimsem yoktur!)
dedi.'
Hâtıb'm bu savunması
üzerine Rasûlullah orada bulunanlara:
— "Hâtıb doğru söyledi. Artık onun
hakkında hayırdan başka birşey söylemeyiniz!" buyurdu.
Alî dedi ki: Unıer
ibnu'l-Hattâb:
— Şu muhakkak ki, o
Allah'a, Rasûlü'ne ve mü'minlere hainlik yapmıştır. Beni bırak da onun boynunu
vurayım! dedi.
Alî dedi ki: Bunun
üzerine Rasûlullah:
— "Yâ Umer! (Hatib Bedir gazvesinde hazır
bulundu.) Sana ne bildirecek: Belki Allah Bedir'de hazır bulunanların yüksek ve
samî-mî mücâhedelerine muttali' olmuştu da: 'Ey Bedir mücâhidleri! Bundan
böyle ne dilerseniz işleyiniz! Ben cenneti size vâcib kıldım' buyurmuştur!"
dedi.
Alî dedi ki: Bunun
üzerine Umer'in iki gözü yaş akıttı da: — Allah ve Rasûlü en bilendir! dedi [38].
33-.......ez-Zuhrî
şöyle dedi: Bana Ubeydullah ibn Abdillah ibn Utbe haber verdi. Ona da İbn Abbâs
haber verdi; ona da Ebû Suf-yân ibn Harb şöyle haber vermiştir: Kendileri
Şam'da tacirler olarak Kureyş'ten bir topluluk içinde bulunurlarken,
Hıraklıyus'un adamları ona gelmişler... Hadîsi böyle zikretti.
Ebû Sufyân dedi ki:
Sonra Hırakl, Rasûlullah'm mektubunu istedi. Mektûb onun huzurunda okundu.
Mektûbda şunlar vardı: "Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle!
Allah'ın Kulu ve
Elçisi Muhammed'den Rûmlar'ın büyüğü Hı-rakVel Selâm doğruya uyanlara! Amma
ba'du( = Sözün bundan sonrası şudur):..." [39].
el-Leys şöyle dedi:
Bana Ca'fer ibn Rabîa,
Abdurrahmân ibn Hürmüz'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûiullah
(S), İsrâîl oğulları'ndan bir adamı zikretti ki, o bir ağaç parçasını alıp onun
içini oymuş da bu oyuğa bin dînâr ile kendisinden arkadaşına yazılmış bir sahîfe
koymuştur.
Umer ibn Ebî Seleme de
babasından söyledi ki, o da Ebû Hureyre'den işitmiş: Peygamber (S): "Bir
adam bir ağaç parçasını deldi de, içine borcu olan parayı koydu ve bir de
'Fulân kimseden fulân kimseyef diye bir sahîfe yazıp koydu19 buyurdu, demiştir [40].
34-.......Bize
Şu'be, Sa'd ibn İbrahim'den; o da Ebû Umâme ibn Sehl ibn Huneyf ten; o da Ebû
Saîd(R)'den şöyle tahdîs etti: Ku-rayza kabilesi muhâribleri Evs kabilesinin
seyyidi Sa'd ibn Muâz'ın hükmüne razı olup kalelerinden indiler. Peygamber (S)
Sa'd'a haber gönderdi. Sa'd (bir merkeb üzerinde) geldi. Yanına yaklaşınca,
Peygamber Ensâr'a:
— "Haydi ulunuza ayağa kalkınız -yâhud:
Hayırlınıza ayağa kalkınız-!" buyurdu.
Sa'd, Peygamber'in
yanına oturdu. Peygamber, Sa'd'a:
— "Şu Kurayza oğulları senin hükmüne razı
olup indiler!" buyurdu.
Sa'd da:
— Ben bunların harb edenlerinin
öldürülmelerine, kadınlar ve çocuklarının da esîr edilmelerine hükmediyorum,
dedi.
Peygamber:
— "(Ey Sa'd!) Yemin ederim ki, sen Melik
olan Allah'ın hükmettiği ile hükmettin!" buyurdu [41].
Ebû Abdillah
el-Buhârî: Arkadaşlarımdan biri bana evvelinden "Senin hükmüne" kadar
bu hadîsi, senediyle Ebû'l-Velîd'den; o da Ebû Saîd'in kavlinden (yânı kendi
takririnden) olmak üzere anlattı, demiştir.
Abdullah ibn Mes'ûd:
Peygamber (S) elim elinin içinde olduğu hâlde bana teşehhüd duasını öğretti, demiştir
[43].
Ka'b ibn Mâlik de
(tevbesinin kabulü hadîsinde) şöyle dedi: Nihayet mescide girdim. Rasûlullah
oturmuştu,
etrafında sahâbîleri
çevrelenmişlerdi. Hemen Talha ibn Ubeydullah kalktı, bana doğru koşarak geldi, benimle
musâfaha etti (elimi tutup sıktı) ve beni tebrik etti [44].
35-.......Bize
Hemmâm ibn Yahya tahdîs etti ki, Katâde şöyle demiştir: Ben Enes(R)'e:
— Peygamber(S)'in
sahâbîleri arasında musâfaha, yânî el sıkışıp tokalaşmak var mıydı? diye
sordum.
Enes:
— Evet vardı, diye
cevâb verdi [45].
36-.......Hayve
ibnu Şurayh el-Basrî şöyle demiştir: Bana Ebû Ukayl Zuhre ibnu Ma'bed tahdîs
etti ki, kendisi dedesi Abdullah ibn Hişâm'dan şöyle dediğini işitmiştir:
Bizler Peygamber(S)'in beraberinde idik. Peygamber, Umer ibnu'l-Hattâb'ın
elini tutmuş hâldeydi [46].
Hammâd ibn Zeyd de
Abdullah ibnu'l-Mubârek'le iki elini tutmak suretiyle musâfaha etmiştir [47].
37-.......Mucâhid
ibn Cebr şöyle derdi: Bana Abdullah ibnu Sahbara Ebû Ma'mer tahdîs edip şöyle
dedi: Ben İbnu Mes'ûd(R)'dan işittim, şöyle diyordu: Rasûlullah (S) elim O'nun
eli içinde olduğu hâlde teşehhüdü bana öğretti. Rasûlullah bana Kur'ân'dan bir
sûre öğretir gibi şu teşehhüdü öğretiyordu:
"et-Tahıyyâtu
tittâhi ve's-salavâtu ve't-tayyibâtu. es-Selâmu aleyke eyyuhe 'n-Nebiyyu ve
rahmetu İlâhi ve berekâtuhû. es-Selâmu aley-nâ ve alâ ibâdVllâhVs-sâlihîn.
Eşhedu en lâ ilahe HleHlâhu ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve Rasûluhu".
Bunu biz Rasûlullah
aramızda iken böyle söylerdik, ruhu kab-zolunduktan sonra "es-Selâmu ale*n-Nebiyyi"
demeğe başladık [48].
Buhârî: İbn Mes'ud,
"Ale'n-Nebiyyi" demeyi kasdediyor, dedi.
38-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Abdullah ibn Ka'b ibn Mâlik haber verdi. Ona da Abdullah
ibn Abbâs (R) şöyle haber vermiştir: Alî, yânî İbnu Ebî Tâlib, -son hastalığında-
Peygamber(S)'in yanından dışarı çıktı.,.
H ve yine bize Ahmed
ibn Salih tahdîs etti. Bize Anbese tahdîs etti. Bize Yûnus tahdîs etti ki, İbn
Şihâb şöyle demiştir: Bana Abdullah ibn Ka'b ibn Mâlik haber verdi; ona da İbn
Abbâs şöyle haber vermiştir: Alî ibn Ebî Tâlib (R), Peygamber'in vefat ettiği
hastalığı sırasında, Peygamber'in yanından dışarı çıktığında insanlar:
— Yâ Eba'l-Hasen!
RasûluIIah (bu gece) nasıl sabahladı? diye sordular.
Alî:
— Allah'a hamd olsun,
hastalıktan beri' (yânî iyileşmiş) olarak sabahladı! diye cevâb verdi.
Alî'nin bu cevâbı
üzerine babam Abbâs, Alî'nin elini tuttu da Alî'ye:
— Sen Peygamber'in
öleceğini -yâhud: Şu hakîkati- görüp düşünüyor musun? Vallahi sen üç gün sonra
asanın, yânî başkasının kulu (me'mûru) olacaksın! [49]. Vallahi
ben Rasûlullah'ın bu hastalığından yakında öleceğini kuvvetle sanıyorum. Çünkü
ben Abdulmuttalib oğulları'nın yüzlerindeki ölüm alâmetini (tecrübemle)
bilmekteyim. Şİmdi sen bizi Rasûlullah'ın yanına götür de biz (Hâşimîler adına
kendisinden sonra devlet başkanlığı) işinin kimde olacağını kendisinden
soralım. Eğer bu iş bizde olacaksa, biz bunu (Rasûlullah'ın sağlığında)
bilelim. Bizden başkasında olacaksa kendisine söyleyelim de bu işi bize vasiyet
etsin! dedi.
Bunun üzerine Alî:
— Vallahi eğer biz bu
işi Rasûlullah'a sorar, O da bizi bundan men' ederse, (O'nun vefatından) sonra
insanlar bunu (delîl getirerek, halifeliği) bize ebediyyen vermezler. Bu
sebeble ben bu halifelik mes'-elesini Rasûlullah'a ebediyyen sormam! diye yemîn
etti [50].
39-.......
Bize Hemmâm ibn Yahya, Katâde'den; o da Enes(R)'ten tahdîs etti ki, Muâz ibn
Cebel (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'in devesinin arka tarafına
binmiştim. Beni:
— "Yâ Muâz!" diye çağırdı. Ben:
— Lebbeyke ve
sa'deyke! (Buyur, itâatindeyim ve emrine hazırım!) dedim.
Sonra yine bunun gibi
üç kerre daha nida edip çağırdı da (üçüncüsünde):
— Allah 'in kulları
üzerindeki hakkının ne olduğunu biliyor musun?" buyurdu.
Ben:
— Hayır bilmiyorum! dedim.
— "Allah 'in kulları üzerindeki hakkı,
O'na hiçbirşeyi ortak kılmayarak ibâdet etmeleridir" buyurdu.
Sonra bir müddet daha
yürüdü de yine:
— "Yâ Muâz!" diye nida etti. Ben:
— Lebbeyke ve sa'deyke! diye cevâbladım.
— "Onlar bunu yaptıkları zaman, kulların
Allah üzerindeki haklarının ne olduğunu biliyor musun?" diye sordu.
Ben:
— Hayır (bilmiyorum), dedim. Rasûlullah:
— "Kullar bunu işledikleri zaman, kulların
Allah üzerindeki hakları, Allah'ın onları azâb etmemesidir" buyurdu [52].
40- Bize
Hudbe ibn Hâlid tahdîs etti. Bize Hemmâm ibn Yahya tahdîs etti. Bize Katâde,
Enes'ten; o da Muâz'dan bu geçen hadîsi tahdîs etti [53].
41-.......Bize
Zeyd ibn Vehb el-Cuhenî tahdîs edip şöyle dedi:
Vallahi bize Ebû Zerr
Cundeb el-Gıfârî (R) Rebeze'de tahdîs edip şöyle dedi: Ben bir yatsı vaktinde
Peygamber (S) ile beraber Medine'nin dışındaki Harre denilen kara taşlık yerde
yürüyordum. Bizim karşımıza Uhud Dağı çıkınca, Peygamber:
— "YâEbâ Zerr!
Ben Uhud'un benim için altın olmasını ve bu kadar çok altından benim yanımda
borç ödemek için hazırlamakta olduğum bir dînâr bulunduğu hâlde üzerimden bir
gece yâhud üç gece geçmesini arzu etmem, muhakkak bu altınları Allah'ın
kullarına şöyle, şöyle, şöyle harcar infâk ederdim" buyurdu [54].
Râvîdecii ki: Ebû Zerr
"Şöyle, şöyle, şöyle"sözlerini söylerken eliyle bize sağa, sola ve
önüne doğru işaretler yapıp harcama yönlerini gösterdi. Sonra yine:
— "Yâ Ebâ Zerr!" diye seslendi. Ben:
— Lebbeyke ve sa'deyke yâ Rasûlallah! dedim. O:
— "Malca çok zengin olanlar vardır ki,
onlar sevâbca çok azdırlar. Ancak mallarını şöyle, şöyle (Allah'ın kullan
yolunda) harcayanlar müstesnadırlar" buyurdu.
Sonra Rasûlullah bana:
— "Yâ Ebâ Zerr! Ben Sana dönünceye kadar
sen yerinde dur, hiçbir yere ayrılma!" buyurdu ve gidip nihayet gözümden
kayboldu.
Bu sırada ben bir ses
işittim de Rasûlullah'ın bir tehlikeye uğra-tılmasından endîşe ettim ve O'nun
yanına doğru gitmek istedim. Sonra Rasûlullah'ın bana: "Yerinden hiç
ayrılma" sözünü hatırladım da yerimde bekledim. Rasûlullah gelince:
— Yâ Rasûlallah!Ben bir ses işittim de Sen'in
bir tehlikeye uğratılmış olmandan endîşe ettim, yanma gelmek istedim, sonra
bana "Yerinden ayrılmadan bekle" sözünü hatırladım da yerimde dikeldim,
dedim.
Peygamber bana:
— "Bu, Cibril idi. Bana geldi de:
Ümmetimden her kim Allah'a hiçbirşeyi ortak kılmaksızın ölürse cennete girer!
diye haber verdi" buyurdu.
Ben:
— Yâ Rasûlallah! O kul
zina etse ve hırsızlık yapsa da mı (cennete girecek)? dedim.
Rasûlullah:
— "Zina etmiş olsa da, hırsızlık yapmış
olsa da!" buyurdu. Râvî el-A'meş şöyle dedi: Ben Zeyd ibn Vehb'e hitaben:
— Bana bu hadîsin
râvîsi Ebu'd-Derdâ olduğu haberi ulaştı, dedim.
Bunun üzerine Zeyd:
— Şehâdetle yemîn
ederim ki, bu hadîsi bana Rebeze köyünde muhakkak Ebû Zerr Cundeb tahdîs etti,
dedi.
el-A'meş: Ve bana Ebû
Salih de Ebu'd-Derdâ'dan, bunun benzerini tahdîs etti, dedi.
Ebû Şihâb da
el-A'meş'ten yaptığı rivayetinde "O altının üç gün yanımda kalmasını
istemezdim" şeklinde söylemiştir [55].
"Bir kişi öbür
kişiyi oturduğu yerden kaldırmaz
42-.......Bize
Mâlik, Nâfi'den; o da İbn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Bir
kişi öbür kişiyi oturduğu yerden kaldırıp, sonra da onun yerine oturmaz"
buyurmuştur [56].
'Ey îmân edenler, size
meclislerde 'Yer açın' denildiği zaman genişletin ki, Allah da size genişlik
versin. 'Kalkın' denilince de kalkıverin... " (el-Mucâdile: İl) [57].
43-.......Bize
Sufyân es-Sevrî, Ubeydullah'tan; o da Nâfi'den; o da İbn Umer(R)'den tahdîs
etti ki, Peygamber (S) bir kişinin oturduğu yerinden kaldırılmasını ve oraya
başka birisinin oturmasını neh-yetmiş: "Ve lâkin yer açınız ve genişleyip
genişletin" buyurmuştur.
Nâfî*: İbn Umer de bir
kişinin oturduğu yerden kaldırılıp da sonra onun yerine başkasını oturtmayı
kerîh görürdü, demiştir [58].
44-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Zeyneb bintu Cahş ile evlendiği
zaman insanları düğün aşma da'vet etti, insanlar yediler, sonra oturup
konuşuyorlardı.
Enes dedi ki:
Rasûlullah kalkmaya hazırlanır gibi vaziyet aldı (da onların kalkıp gitmelerine
işaret etti). Fakat onlar kalkmadılar. Onların kalkmadıklarını görünce kendisi
kalktı. Rasûlullah kalkınca, O'nun beraberinde insanlardan kalkanlar da
kalktılar. Geride üç kişi oturup kaldılar. Peygamber (Âişe'nin ve diğer
kadınlarının yanlarına dolaşıp da) Zeyneb'in odasına girmek için geldiği
hâlde, onlar hâlâ oturuyorlardı. (Peygamber tekrar dönüp gitti.) Sonra onlar
kalkıp gittiler.
Enes dedi ki: Akabinde
ben gidip Peygamber'e onların gitmiş olduklarını haber verdim. Bunun üzerine
geldi ve içeriye girdi. Ben de O'nunla beraber girmeğe davrandım. Peygamber bu
sırada benimle kendisi arasına (kapıdaki) perdeyi sarkıttı. Yüce Allah da;
"Ey îmân edenler, Peygamber'in evlerine yemeğe da'vet olunmaksızın, vaktine
de bakmaksızın girmeyin,.. Bu, Allah katında büyük bir günâhtır" âb: 53)
âyetini indirdi [59].
Ki bu, kişinin iki
kaba eti ve sağrısı üstüne oturup uyluklarını karnına dayaması ve ellerini
birbirine sarıp baldırları üzerine koyarak oturmasıdır [60].
45-.......Abdullah
ibn Umer (R): Ben Rasûlullah(S)'i Ka'be'nin bir tarafında eliyle şöyle ıhtıbâ
ederek otururken gördüm, demiştir [61]
Habbâb ibn Erett: Ben
Peygamber(S)'in yanına geldim.
O (Ka'be'nin
gölgesinde) bir kaftanı yastık yaparak dayanmış hâldeydi. (Bizim kurtulmamız
için) Allah'a duâ etmez misin? dedim.
Hemen doğrulup oturdu [62].
46-.......Ebû
Bekre Nufey' (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S):
— "Size büyük günâhların en büyüğünü haber
vereyim mi?" dedi.
Sahâbîler:
— Evet haber ver yâ Rasûlallah! dediler.
Rasûlullah:
— "Allah'a ortak tanımak ve ana-babaya
isyan etmektir" buyurdu.
47- Bize
Müsedded tahdîs etti. Bize Bişr bunun benzerini tahdîs etti.
Bunda şu ziyâde
vardır: Peygamber (S) bir yere dayanır hâldeydi, hemen oturdu da:
— "Dikkat edin! Bir de yalan sözdür"
buyurdu. Bunu o kadar çok tekrar ediyordu ki, bizler:
— Keski sussaydı, dedik [63].
48-.......
Ukbe ibnu'l-Hâris (R) tahdîs edip: Peygamber (S) ikindi namazım kıldırdı da
hızlı hızlı yürüdü, sonra evine girdi, demiştir [64].
49-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah ile kıblesi arasında serîr üzerinde yan
yatmış hâlde bulunurdum. Bu hâlde Rasûlullah (S) şeririn ortasına doğru namaz
kılardı. O namaz kılarken benim bir ihtiyâcım olurdu, bu hâlde kalkıp O'nun
kıblesini karşılamayı istemezdim de şeririn ayaklan tarafından sıyrılıp
giderdim [65].
50-.......Ebû
Kılâbe şöyle demiştir: Bana Ebû'l-Melîh haber verip şöyle dedi: Ben senin baban
Zeyd ile beraber Abdullah ibn Amr(R)'m yanma girdik. O bize şöyle tahdîs etti:
Peygamber(S)'e benim oruç tutuşum zikredilmiş. Bu sebeble benim yanıma girdi.
Ben de O'na, içi hurma ağacının lifleriyle doldurulmuş deriden bir yastık
attım. Kendisi yer üzerine oturdu da o yastık benimle kendisi arasında kaldı.
Rasûlullah bana:
— "Her aydan üç gün oruç tutman sana kâfi
gelmiyor mu?" buyurdu.
Ben:
— Yâ Rasûlallah (bundan daha çoğuna gücüm
yeter)! dedim.
— "(Öyleyse her aydan) beş gün tut!"
buyurdu. Ben:
— Yâ Rasûlalîah (bundan çoğuna da gücüm
yeter)!dedim.
— "(Her aydan) yedi gün oruç tut!"
buyurdu. Ben:
— Yâ Rasûlallah (daha fazlasına gücüm yeter)!
dedim.
— "(Her aydan) dokuz gün oruç tut!"
buyurdu. Ben:
— Yâ Rasûlallah (daha çoğuna gücüm yeter)!
dedim.
— "(Her aydan) onbir gün oruç tut!"
buyurdu. Ben:
— Yâ Rasûlallah (bundan çoğuna güç yetiririm)!
dedim.
— "Dâvûd Peygamber'in orucundan fazla oruç
yoktur, o da senenin yarısıdır: Bir gün oruç tutmak, bir gün tutmamaktır"
buyurdu [66].
51-.......İbrâhîm
en-Nahaî şöyle demiştir: Alkame Şam'a gitti, (Şam'daki) mescide varıp iki
rek'at namaz kıldı da:
— Allah'ım! Bana
burada iyi bir meclis arkadaşı ihsan eyle! diye duâ etti.
Sonra Ebu'd-Derdâ'nın
yanına varıp oturdu. Ebu'd-Derdâ ona:
— Sen kimlerdensin? diye sordu. Alkame:
— Küfe ahâlîsindendim (oradan geldim)! diye
cevâb verdi. Ebu'd-Derdâ:
— Rasûlullah'ın
sırrının (gizli haberlerinin) sahibi olan ve kendisinden başkası o sırdan
bilmeyen kimse, yânî Huzeyfe, sizin içinizde değil mi? Yâhud Allah'ın,
Rasülü'nün diliyle, yânî duası üzerine şeytânın şerrinden kurtardığı kimse,
yânî Ammâr, sizin içinizde değil mi? Yâhud Rasûlullah'ın misvak ve yastığının
sahibi olup bunları taşıyan kimse, yânî İbn Mes'ûd, sizin içinizde değil mi?
Abdullah ibn Mes'ûd "Ve'l-leyti izâyağşâ ve'n-nehâri izâ tecellâ"dan
sonrasını nasıl okurdu? dedi.
Alkame:
— "Ve'z-zekeri ve'l-ünsâ" şeklinde
okur (onun kıraatinde "Ve mâ halaka" yoktur), dedi.
Ebu'd-Derdâ:
— Şu Şamlılar bana
"Ve mâ halaka'z-zekerâ ve'l-ünsâ" kırâatinde ısrar ediyorlar, en sonu
beni Rasûlullah'tan işitmiş olduğum kıraatten şübheye düşürmeye yaklaşıyorlar!
Dedi [67].
52-.......
Sehl ibn Sa'd es-Sâidî (R): Biz öğle yemeğini cumua namazından sonra yer,
gündüz uykusu ve istirâhatini de cumua namazından sonra yapardık, demiştir [68].
53-.......Sehl
ibn Sa'd (R) şöyle demiştir: Alî(R)'nin "Ebû Turâb'" kadar kendisine
sevimli olan hiçbir isim yoktu. Şu muhakkak ki o, bu "Ebû Turâb"
ismiyle çağırıldığı zaman bundan pek sevinir, ferahlanırdı. Bir gün Rasûlullah
(S), kızı Fâtıma aleyha's-selâma geldi. Evde Alî'yi bulamadı.
— "Amcanın oğlu nerede?" diye sordu.
Fâtıma:
— Benimle onun
arasında birşey oldu da bana öfkelenip danl-dı. Bu sebeble dışarı çıktı, gündüz
uykusunu evde, benim yanımda uyumadı, cevâbını verdi.
Rasûlullah bir insana:
— "Bak, o nerede!" buyurdu. O adam
gidip geldi de:
— Yâ Rasûlallah, Alî mescidde uyuyor, dedi.
Rasûlullah mescide
geldi. Baktı ki Alî yan tarafına yatmış, ridâ-sı bir yanından sıyrılıp düşmüş,
vücûduna toprak bulanmış. Rasûlullah:
— "Kalk Ebâ Turâb, kalk Ebâ Turâb!"
demeğe ve onun bedeninden toprakları silkmeğe başladı [69].
54-.......Bize
Muhammed ibnu Abdillah el-Ensârî tahdîs edip şöyle dedi: Bana babam Abdullah
ibnu'l-Müsennâ, Sumâme ibn Ab-dillah'tan; o da dedesi Enes ibn MâIik(R)'ten
şöyle tahdîs etti: (Enes'in anası) Ümmü Suleym bintu Milhân, Peygamber (S) için
deriden düzülmüş bir döşek yayardı da Peygamber, onun yanında bu döşek üzerinde
gündüz uykusuna yatardı.
Enes dedi ki:
Peygamber uyuduğu zaman, Ümmü Suleym, Pey-gamber'in terinden ve saçlarından
alırdı da bunları bir şişe içinde toplardı. Sonra bunları râmekten yapılan
güzel koku içinde toplardı.
Râvî Sumâme dedi ki:
Enes ibn Mâlik'e ölüm yaklaştığı zaman, -öldüğünde cesedinde ve kefeninde
kullanılacak kokunun içine Peygam-ber'in teri ve saçlarının bulunduğu bu sükk
kokusundan da katılmasını vasiyet etti.
Sumâme: Vefatında
vasiyet ettiği gibi, cesedinde kullanılan kokunun içine bundan konuldu,
demiştir [70].
55-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle derdi: Rasûlullah (S) Kubâ'ya gittiği zamanlarda teyzem
Ümmü Haram bintu Milhân'ın yanına girerdi, o da kendisine yemek ikram ederdi. O
sırada Ümmü Haram, Ubâde ibnu's-Sâmit'in nikâhı altında idi. Yine bir gün
Rasûlullah onu ziyarete geldi ve evine girdi. Teyzem de O'na yemek ikram etti.
Yemekten sonra Rasûlullah bir müddet uyudu. Sonra gülerek uyandı.
Ümmü Haram dedi ki:
Ben:
— Yâ Rasûlallah! Seni güldüren nedir? diye
sordum. O:
— "Ru 'yâmda bana ümmetimden birtakım
insanlar şu deniz üstündeki gemilere biniyorlar da, hükümdarların tahtları
üzerine kuruldukları gibi kurularak, A ilah yolunda deniz harbine giden
gaziler olarak gösteri/diler" -Râvîİshâk: Yâhud "Tahtlar üzerindeki
melikler gibi" demiştir- buyurdu.
Ben:
— (Yâ Rasûlallah!)
Beni de o deniz gazilerinden kılması için Allah'a duâ ediver! dedim.
Rasûlullah da duâ
etti. Bundan sonra başım yastığa koyup bir müddet daha uyudu. Sonra yine
gülümseyerek uyandı. Ben yine:
— Yâ Rasûlallah! Seni güldüren nedir? diye
sordum. Rasûlullah:
— "Bu defa da bana ümmetimden birtakım
insanlar gösterildi ki, bunlar da yine denizin üstündeki gemilere biniyorlar ve
tahtları üzerine kurulmuş hükümdarlar olarak -yâhud: Tahtları üstüne ku-
rulmuş hükümdarlar
gibi- Allah yolunda gazaya gidiyorlardı" buyurdu.
Ben yine:
— Beni de onlardan kılması için Allah'a duâ
ediver! dedim.
— "Sen birincilerdensin" buyurdu.
Enes dedi ki:
Hakîkaten Ümmü Haram, Muâviye ibn Ebî Suf-yârrın Şâm Valiliği zamanında ve onun
kumandasında tertîb edilen deniz gazasına katılmak üzere gemiye bindi. Denizden
karaya çıktığı zaman bindiği hayvanından düştü de şehîd oldu [71].
56-.......Ebû
Saîd el-Hudrî (R): Peygamber (S) bir tek bez içinde, insanın ferci üzerinde
ondan hiçbirşey bulunmaksızın (onu sarınıp bürünmekten ibaret olan) iki türlü
giyinişten; iştimâlu's-sammâ iie ıhtıbâ giyinişinden nehyetti. Bir de iki türlü
alış-satiştan da neh-yetti, demiştir [72].
Bu hadîsi ez-Zuhrî'den
rivayet etmekte Sufyân ibn Uyeyne'ye, Ma'mer ibn Râşid, Muhammed ibn Ebî Hafsa,
Abdullah ibn Budeyl mutâbaat etmişlerdir.
57-.......
Bize Fırâs ibn Yahya, Âmir ibn Serâhîl eş-Şa'bî'den tahdîs etti ki, Mesrûk
şöyle demiştir: Bana mü'minlerin annesi Âişe (R) tahdîs edip şöyle dedi:
Peygamber'in (vefatı hastalığında) bütün kadınları toplu olarak yanında
bulunuyorduk. Bizden hiçbir kadın ayrı bırakılmış değildi. Fâtıma
aleyhi's-selam yürüyerek bize doğru yönelip geldi: Allah'a yemîn ederim ki,
Fâtıma'nın yürüyüşü Rasü-lullah'ın yürüyüşünden farklı olmazdı (tıpkı O'nun
yürüyüşüne benzerdi). Rasûlullah, Fâtıma'nın gelişini görünce, onu:
— "Merhaba kızım" diye hoşgeldin
sözüyle karşıladı. Sonra Fâtıma'yı sağ yanına yâhud sol tarafına oturttu. Sonra
ona gizlice birşey
söyledi. Bunun üzerine Fâtıma şiddetli bir ağlayışla ağladı. Rasûlullah onun
hüznünü görünce, ona ikinci defa gizlice birşey daha söyledi. Bunun üzerine
Fâtıma gülmeye başladı. Kadınları arasından ben, Fâtıma'ya hitaben:
— Rasûlullah biz
kadınlar arasından yalnız sana gizli birşey tahsis etti. Sonra sen ağlamağa
başladın! dedim.
Rasûlullah kalkınca
ben Fâtıma'ya:
— Rasûlullah'm sana
gizlice söylediği şey ne idi? diye sordum. Fâtıma:
— Ben, Rasûlullah'm
karşısında O'nun gizlice söylediği sırrını
ifşa edip yayacak
değilim, dedi.
Rasûlullah vefat
ettiği zaman, yine ben Fâtıma'ya hitaben:
— Senin üzerinde
bulunan analık hakkım sebebiyle senden yemîn ederek istiyorum ki, muhakkak
bana o sırrı haber vereceksin! dedim.
Fâtıma:
— Şimdi evet, dedi ve o sırrı haber verip şöyle
söyledi:
— Rasûlullah, birinci defasında bana gizlice
söylediği zaman: "Cibril her sene bir defa bütün Kur'ân 'ı kendisiyle
mukaabele eder olduğunu" (söyleyip) "Bu sene Cibril Kur'ân 'ı benimle
iki kerre mukaabele etti. Bunu da ecelin yaklaşmış olmasından başka birşey görmüyorum.
Sen Allah'a ittikaa et ve sabret. Çünkü ben senin için ne güzel bir
öncüyüm!" diye haber verdi. Bunun üzerine ben o gördüğün ağlayışla
ağladım, dedi.
Fâtıma devamla dedi
ki:
— Rasûlullah, bu sözü
üzerine benim sabırsızlanıp üzüldüğümü görünce de ikinci defa bana gizlice
birşey daha söyledi ve:
— "Yâ Fâtıma! Sen mü'min kadınlarının
seyyidesi olmandan razı olmuyor musun -yâhud: Bu ümmetin kadınlarının seyyidesi
olmandan razı olmaz mısın-?" buyurdu [73].
58-.......ez-Zuhrî
tahdîs edip şöyle demiştir: Bana Abbâd ibnu Temîm, amcası Abdullah ibn Zeyd
el-Ensârî'den haber verdi ki, o: Ben RasüIullah(S)'ı mescidin içinde sırtüstü
yatıp bir ayağını diğeri üzerine koymuş hâlde gördüm, demiştir [74].
"Üç kişi bir
arada bulunurken, bunlardan ikisi, üçüncüyü bırakıp gizli konuşmaz".
Ve Yüce Allah'ın şu
kavilleri:
"Ey îmân edenler,
aranızda gizli konuşacağınız vakit, günâhı, düşmanlığı, Peygamber'e isyanı
fısıldaşmayın. İyiliği, takvayı fısıldasın ve ancak huzurunda toplanacağınız
Allah'tan korkun. Fısıltı, sırf şeytândandır, îmân edenleri tasaya düşürmek
içindir. Hâlbuki bu, Allah'ın izni olmaksızın, onlara hiçbir şeyle zarar verici
değildir. O hâlde müzminler ancak Allah'a güvenip dayansınlar" (ei-Mucâdüe:
9-ıo>;
"Ey îmân edenler,
siz Peygamber'e gizli birşey arzetmek istediğiniz vakit, bu mahrem
konuşmanızdan evvel sadaka verin. Bu sizin için daha hayırlı, daha temizdir.
Fakat bulamazsanız, şübhe yok ki, Allah çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir.
Mahrem konuşmanızdan evvel sadakalar vereceğinizden korktunuz mu?
Çünkü işte yapmadınız.
(Bununla beraber) Allah sizin tevbelerinizi kabul etti. O hâlde namazı kılın.
Zekâtı verin. Allah'a ve Rasûlü'ne itaat edin. Allah ne yaparsanız hakkıyle haberdârdır"
(el-Mucâdile: 12-13) [75].
59-.......Bana
Mâlik, Nâfi 'den; oda Abdullah ibn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S):
"Üç kişi bir arada bulundukları zaman, bunlardan ikisi, üçüncüyü bırakıp
da gizli konuşmasınlar" buyurmuştur.
60-.......Süleyman
ibn Tarhân et-Teymî şöyle demiştir: Ben Enes ibn MâIik(R)'ten işittim, şöyle
diyordu: Peygamber (S) bana bir sırr söyledi. Artık ben o sırrı, Peygamber'den
sonra da kimseye haber vermedim. Yemîn olsun annem Ümmü Suleym de onu benden
sordu da ben o sırrı ona da haber vermedim [76].
61-.......Bize
Cerîr, Mansûr'dan; o daEbû Vah"den; o da Abdullah ibn Mes'ûd(R)'dan
tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Üç kişi bir arada
olduğunuz zaman bunlardan ikisi, üçüncüyü kederlendirmemek için, ondan ayrı
gizli konuşmasın! Tâ bu üç kişi insanlara karışıncaya kadar" [77].
62-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) -Huneyn harbinden sonra- bir gün
ganimet mallarını taksîm etti (de bâzı kimselere fazla vermişti). Bunun üzerine
Ensâr'dan (Ma'teb adında) bir adam:
— Muhakkak ki, bu
taksim, kendisinde Allah'ın rızâsı irâde edilmeyen bir taksimdir! dedi.
Ben bunu işitince:
— Dikkat et! Vallahi
ben muhakkak Peygamber'e gideceğim!
dedim.
Akabinde Peygamber'e
vardım, kendisi bir cemâatin içinde bulunuyordu. Yanaştım da o adamın sözünü
yavaşça kendisine söyledim. Peygamber bu uygunsuz sözden dolayı yüzü
kıpkırmızı oluncaya kadar öfkelendi. Sonra:
— "Allah'ın rahmeti Musa'nın üzerine
olsun! O bundan daha çok sözlerle ezâlandırıldı da sabretti!9' buyurdu [78].
"Necvâ",
"Nâceytu" yânî "Gizli söyledim" ma'nâsından bir masdardır.
Yüce Allah onları bu masdarla vasıfladı. Ma'nâ: "Onlar birbirleriyle gizli
gizli fısıldaşıyorlar" demektir [79]
63-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Bir kerresinde yatsı namazı ikaamet edildi, bu
sırada bir adam Rasûlullah (S) ile mescidin bir tarafında yavaş yavaş
konuşuyordu. Konuşması o kadar uzun sürdü ki, nihayet sahâbîleri uyukladılar.
Sonra Rasûlullah ayağa kalktı ve namazı kıldırdı [80].
64-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne, ez-Zuhrî'den; o da Sâlim'den; o da babası Abdullah ibn
Umer(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Uyuyacağınız zaman
evlerinizin içinde ateş bırakmayınız" buyurmuştur.
65-.......Ebû
Mûsâ (R) şöyle demiştir: Bir kerre Medine'de gece vakti bir ev, sâhibleri
içinde iken yandı. Akabinde bu kimselerin hâli Peygamber(S)'e haber verildi.
Peygamber: "Şübhesiz ki, bu ateş sizin için ancak bir düşmandır. Onun için
uyumak istediğiniz zaman ateşi kendinizden söndürünüz" buyurdu [81].
66-.......
Câbir ibn Abdillah (R) dedi ki: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Kaplarınızı
Örtün ve kapılarınızı kapatın; kandillerinizi de söndürün, çünkü fare fitilini
çekebilir ve ev halkının yanmasına se-beb olabilir".
67-.......Câbir
(R) şöyle dedi: Rasûlullah (S): "Geceleyin uyumak istediğiniz zaman
kandilleri söndürünüz, kapıları iyice kapatıp kilitleyiniz, su tulumlarının
ağızlarını sıkıca bağlayınız, yemek ve içecek kaplarının üstlerini de iyice
örtüp kapatınız" buyurdu.
Râvî Hemmâm ibn Yahya:
Ben Atâ'nın "Velev ki, bir ağaçpar-çasıyle olsun" dediğini sanıyorum,
demiştir [82].
68-.......Bize
îbrâhîm ibn Sa'd, îbn Şihâb'dan; o da Saîd ibnu'l- Müseyyeb'den; o da Ebû
Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Fıtrat hasletleri beştir:
Sünnet olmak, avret yerlerini tıraş için ustura kullanmak, koltuk altı
kıllarını gidermek, bıyıkları kısaltmak, tırnakları kesmek" buyurmuştur.
69-.......Bize
Ebu'z-Zinâd, el-A'rec'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah
(S): "îbrâhîm aleyhi's-selâm seksen yaşından sonra keserle sünnet
oldu" buyurmuştur.
Ebû Abdillah el-Buhârî
şöyle dedi; Bize Kuteybe tahdîs etti. Bize el-Mugîre, Ebu'z-Zinâd'dan tahdîs
etti, o bu hadîste şeddeli olarak "Kaddum" şeklinde söyledi ki, bu
(Şam'da) bir yer adıdır [83].
70-.......Bize
İsmâîl ibn Ca'fer, İsrail'den; o da Ebû İshâk'tan haber verdi ki, Saîd ibn
Cubeyr şöyle demiştir: İbn Abbâs'a:
— Peygamber (S) vefat
ettiği zaman sen kim gibi idin? diye soruldu.
İbn Abbâs:
— Ben Peygamber'in
kabzolunduğu günlerde sünnet edilmiştim. İnsanlar çocuklarını bulûğ çağına
erişmelerine kadar sünnet ettirmezlerdi, dedi.
İbnu İdrîs de babası
İdrîs ibn Yezîd'den; o da Ebû İshâk'tan; o da Saîd ibn Cubeyr'den; o da İbn
Abbâs'tan: "Ben Peygamber kab zolunduğunda sünnet edilmiş hâlde idim"
şeklinde söylemiştir [84].
Arkadaşına: "Gel
seninle kumar oynayalım" diyen kimsenin hükmü? Ve Yüce Allah'ın şu kavli:
"insanlar içinde
bilgisizce, Allah yolundan saptırmak, o yolu bir eğlence edinmek için boş lâfa
müşteri olan nice
adam vardır, işte
onların hakkı, horlayıcı bir azâbdir" (Lukmân: 6) [85].
71........
Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Sizden her
kim yemîn eder de yemininde (müşriklerin ye-mîni gibi) 'Lât ve Uzzâ hakkı için'
derse (bunun keffâreti olarak) hemen 'Lâ ilahe illellâh' desin. Arkadaşına
'Gel seninle kumar oynayalım ' diyen kimse de (oynayacağı kumar bedelini)
fakirlere sadaka versin!" [86].
Ebû Hureyre (R)
Peygamber(S)'den:
"Kuzu oğlak
çobanları bina yapmakta birbirleriyle yarıştıkları zaman, işte bu kıyamet
alâmetlerindendir" buyurduğunu söylemiştir [87].
72-.......
Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Ben bir kerre kendimi Peygamber'in
beraberinde kendi elimle beni yağmurdan koruyacak, güneşin sıcaklığından
gölgelendirecek bir ev yaptığımı gördüm. Bu inşâatta Allah'ın mahlûkundan hiçbir
kimse bana yardım etmedi [88].
73-.......
Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs edip şöyle dedi: Amr ibn Dînâr şöyle dedi: îbn
Umer (R): Vallahi ben Peygamber(S)'in ruhu alındığı günden beri bir tek kerpici
diğeri üstüne koymadım, bir hurma fidanı da dikmedim, demiştir.
Sufyân dedi ki: Ben bu
hadîsi İbnu Umer'in ailesinden birine zikrettim de o: Vallahi îbn Umer bir ev
bina etti, dedi.
Sufyân dedi ki: Ben
onun ailesinden birine: Belki ibn Umer bir kerpici diğeri üzerine koymadım,
sözünü, kendi eliyle bina ettiği evi yapmadan önce söylemiştir! Dedim [89].
[1] Bu bâb başlığı başlamak ma'nâsma Bed' ile ve meydana
çıkmak ma'nâsına olan Buduvv ile de gelmiştir,
[2] Başlığa uygunluğu "Şu melekler topluluğuna selâm
ver..." sözünden alınır, çünkü bunda selâmın başlaması vardır. "A!â
sûretihî"dek\ zamîr, Âdem'e döndüğüne göre: Allah, Âdem'i rahim
tavırlarına tâbi' olmaksızın şu görülen hey'etinde yarattı, demek olur. Zamîr
Allah'a döndürenlere göre izafeti teşrif ve tekrîme hamlolunur ve: Allah,
Âdem'i kendi suretinde, güzellikte benzeri bulunmamak suretiyle yarattı, demek
olur. "Eksilme şimdiye kadar devam etti", cennete girdikleri zaman,
ataları Âdem'in yaratılmış olduğu güzellik, tamamlık ve boylu-luğa dönecekler
demektir. Bu: "Hakikat biz insanı en güzel biçimde yarattık, sonra onu
aşağıların aşağısına çevirdik7' (et-Tîn: 4-5) kavlinin ma'nâsıdır da denildi.
Bunun bir rivayeti Bed'u'l-Halk'ta da geçmişti
[3] Âyetteki İstVnâs kelimesini İbn Abbâs
"Îsti'zân-İzin istemek" diye tefsir etmiştir. Hattâ Ubeyy ibn Ka'b
ile İbn Abbâs, âyetteki "Teste'nisû" lafzını "Teste'zinû"
şeklinde okumuşlardır. Ebû Eyyûb el-Ensârî, Peygamber'e âyetteki
"İsti'nâs"m mâhiyeti nedir? die sormuş, O da: "Kişinin tesbîh ve
tekbîr ederekyâhud sesini belli ederek oda sahibinden izin istemesidir"
buyurmuştur. Şu hâlde âyetteki "İstVnâs" dışarıdan gelen bir konuğun
ev sahibinden izin istemesi, ev içindeki ferdlerin de birbirlerinin odalarına
geldiklerinde herhangi bir surette geldiğini duyurması, habersiz içeri
girmemesidir.
İslâm'ın içtimaî âdabında çok önemli olan izin isteme ve selâm konusunu
imâm buhârî bu kitabın başında bir mukaddime hâlinde bu âyetlerle getirmiştir.
[4] Bu hadîste fitne endîşesinden dolayı bakışı kısma
fiili vardır. Bunun gereği fitneden emîn olunduğu zaman bakmanın mümkin
olabileceğidir. Çünkü Peygamber FadPın yüzünü, kadına hayret edip de bakışını
devamlı kılıncaya kadar çevirmedi. Sonra fitneden men' etti de çevirdi. Bunun
bir rivayeti Hacc'da, "Binek üzerinde duramayan adına hacc yapmak
bâbı"nda geçti (Kastallânî).
[5] Hadîsin burada zikredilme sebebi, içinde açıkça bakışı
kısma işinin bulunmasıdır. Bunun bir rivayeti MezâUiri'de de geçmişti (Aynî).
[6] İslâm'dan ev,vel Arablar birbirlerine
"Hayyâke'llahû = Allah sana uzun ömür versin" diye selâmlaşırlardı.
Ömür uzun olur, fakat baştanbaşa felâketle geçebilir. Ası! maksad, hayâtın
daimî selâmeti, ömrün saadet ve refahıdır. Onun İçin İslâm'da selâm
"es-Selâmu aleykum = Selâmet üstünüze olsun" şekline getirildi.
İslâm'ın tahiyyesi ve bu âyetin maksûdu işte budur... Bu âyette, verilen selâm
ya daha güzeli ile, meselâ "Ve aleykumu's-selâm ve rahmetu'ilâhi",
"Ve aleykumu's-selâm ve rahmetu'ilâhi ve berekâtuhû" ile yâhud sâdece
"Ve aleykumu 's-selâmu = Senin üzerine de selâmet'' cümlesiyle mukaabele
edilmesi emrolunuyor... (Meâl-i Kerîm),
Buhârî de bu âyetle tahıyye işinin umûmunun selâm lafzına mahsûs olduğunu
işaret etmiştir.
[7] Başlığa uygunluğu "Selâm, Allah'ın
kendisidir" sözündedir.
Selâm ilâhî isimlerden olunca "es-Selâm ala'llâh", "es-Selâm
ale's-selâm" takdirinde olmuş olur ki, selâmın ma'kûl vechi kalmaz. Bunun
bir iki rivayeti Namaz Kitabı, "Son oturuşta teşehhüd bâbı"nda geçmiş
ve orada bâzı açıklamalar verilmişti.
[8] Buhârî dördüncü bâbda getirdiği hadîste, selâm
vermekle vazifeli olan kimselerin herbiri için ayrı bâblar açarak ayrı
yollardan-hadîsleri bu bâblarda yazmıştır. Bunlarda selâm verme mertebeleri iyice belirtilmiştir. Bu hadîslerdeki
"Selâm verir" haber sığaları, emir ma'nâsına da olabilir ki, buna
göre "Selâm versin" demek olur.
[9] Bu ta'lîki Buhârî el-Edebu'I-Müfred'âz, Ebû Nuaym ile
Beyhakî de kendi ki-lâblannda ulaştırılmış olarak getirmişlerdir.
[10] Bu hadîsin birer rivayeti Cenazeler, Libâs, Edeb,
Tıbb, Eşribe'de geçti. Nuzûr'da da gelecektir.
[11] Bunun bir rivayeti îmân'da da geçti. Müslümanlar
arasında tanışma vesîlesi olduğu için selamlaşmanın içtimâi kıymeti pek
yüksektir. İslâm Dîni, selâm vermek için tanışmış olmayı şart kılmamış,
bildiğine de bilmediğine de selâm vermeyi bir medeniyet vazifesi kılmıştır.
[12] Bunun da bir rivayeti Edeb'de, "Birbirinden
ayrılma bâbı"nda geçmişti.
[13] Bunun birkaç rivayeti Tefsîr'de de geçti. Burada Hİcâb
Âyeti'nden maksad el-Ahzâb: 53. âyetidir. Bu hadîste Enes'in âyetin inişiyle
ilgili husûsî bilgisi olduğuna işaret vardır. Çünkü Ubeyy İbn Ka'b ondan daha
bilgili, yaşça da, kudretçe de ondan büyük olduğu hâlde, bu konuda Enes'ten
istifâde ediyordu.
[14] Buhârî'nin bu sözü Ebû'I-Vakt ve Ebû Zerr'in
ei-Müstemlî'den gelen nüshalarında sabittir, diğerlerinde yoktur. İbn Hacer
Fethu'l-Bâri'de: Yakışan da burada olmamasıdır. Çünkü Buhârî bunu 22 bâb sonra
gelecek olan 33. bâbda ayrı bir bâb yaptı, demiştir (Kastallânî).
[15] Hicâb emrinin indirilmesinden evvel Peygamber
kadınların perdelenmeleri hususundaki Arab'ın carî âdetine ilişmiyordu. Kadınların
perde arkasına çekilmeleri daha hayırlı olacağını bilmekle beraber,
kendiliğinden bir teşrî'a gitmeyip, bu konuda vahyin gelmesini tercih edip
bekliyordu...
Bu hadîsin bâzı
rivayetleri, Abdest Alma Kitabı, "Kadınların ihtiyâçlarını görmek için sahraya
çıkmaları bâbı"nda ve el-Ahzâb Sûresi tefsirinde Umer'in Kur'ân'a uygun
gelen görüşleri bâbı'nda da geçmişti.
el-Ahzâb: 59. âyetinde de hem Peygamber kadınlarının, hem de diğer
mü'-min kadın ve kızlarının giyinip örtünmeleri emr ve ta'rîf edilmektedir.
Orada da belirtildiği gibi, diğer İslâm kadınlarının Peygamber kadınları gibi
perdeli ve münzevî yaşamaları vâcib değildir. Âlimlerin bu hususta ittifakları
vardır. Onlar da zînetlerini açmayarak, seslerinin fıtrî âhengiyle görüşerek
İslâm içtimaî hayâtında caiz görülen her iş sahasında çalışabilirler. Kadınlık
vakaarını koruyarak, edebli giyinerek, ticâret, alışveriş, öğretmenlik,
kefalet, vekâlet, şirket, şehâdet gibi İşlerde her nevi' medenî haklan hâiz
olup hayatî ve içtimaî faaliyetlerde bulunabilirler...
[16] Mıdrâ denilen bu kadın saç tarağını, dilciler şöyle
ta'rîf etmişlerdir: Mıdrâ, kadın saçını ve bilhassa iki taraftaki kısımlarını
tarayıp düzeltmek için kullanılan bir nevi' demir taraktır. Mâşit denilen ve
kadın tuvaleti yapan ve gelin yüzü süsleyen san'atkâr kadınların yanlarında
bulunurdu.
Bunun bir rivayeti Lİbâs'ta, "Taranmak bâbı"nda geçmişti.
[17] Bunun bir rivayetini Bûhârî Diyetler'de; Müslim de
İzin İsteme Kitâbı'nda getirmiştir.
[18] İbn Battal: Bakmak ve konuşmak zina diye isimlendirildi.
Çünkü bunlar hakîkî zinaya da'vet ederler. Bunun için "Fere bunu ya tasdik
eder yâhud bırakıp yalanlar" buyurdu, demiştir (Kastallânî).,
el-Lemem: Delilik ve
küçük günâh ma'nâsınadır... Gûyâ ki başlı başına günâh olmayıp, günâha yakın
bir ma'nâ demektir. Nitekim "Onlar ufak tefek suçlar hâriç olmak üzere,
günâhın büyüklerinden ve fuhuştan kaçınanlardır... " (en-Necm: 32)
âyetinde de el-Lemem, "Küçük günâh" ma'nâsınadır (Kaamûs Ter.).
Bu hadîse göre Allah ezelde Âdem oğlu'na ne takdir ettiyse, muhakkak ona
erişecektir. İnsan oğlunun kudreti, mukadder olan şeyi def etmeye kâfî değildir.
Şu var ki, Allah, kulun göz, dil gibi organlarıyle kazandığı küçük hatâlarını,
yalan bir ru'yâ hâlinde kaldıkça tâ cinsiyet organı bunlan hakîkî zina ile
tasdîk edip gerçekleştirinceye kadar zina suretinde cezalandırmıyor. Fakat zina
gerçekleşince büyük günâh oluyor ve haddi îcâb ediyor.
[19] Bunun bîr rivayeti İlim Kitâbı'nda da geçti.
İbn Battal: Bu sîga umûma gerektir. Lâkin burada husus murâd edilmiştir,
yânı bu hâllerin çoğunda böyle yapardı ma'nâsmadır, demiştir (Aynî).
[20] Bu hadîsin bir rivayetini arka arkaya Müslim de Âdâb
Kitabı, "İzin isteme bâ-bı"nda getirmiştir. Hadîs, İzin istemenin üç
kerre olduğuna açıkça delâlet etmektedir: Müslim Ter., VI, 411-418,
"2153".
[21] Bu ta'lîkı Buhârî el-Edebu'l-Müfred kitabında,
ulaştırılmış olarak getirmiştir. Bunu Ebû Dâvûd da Abdu'1-A'lâ tarîkinden olmak
üzere rivayet etmiştir.
[22] Bu hadîsin daha tafsîlli bir rivayeti Rikaak'ta
gelecektir. Burada geçen "O da'-vet, onun iznidir" sözüyle beraber
"İzin istediler, izin verdi; onlar da içeri girdiler" sözünün zahiri
çelişkidir. Buna zamânm uzaması, yâhud kısa olma-siyle değişiklik olacağı
şeklinde cevâb verildi: Eğer da'vetle geliş arasında zaman uzun olursa, izini
yenilemeye muhtâc olur, yoksa muhtâc olmaz denildi... Sefaksî: İzin isteme her
hâl üzerine daha ihtiyatlı olandır, demiştir (Kastallânî).
[23] Peygamber'in çocuklara selâm vermesi onları İslâm
âdâbma alıştırmak içindir. Bunda tevâzu'luk ve yumuşaklık yoluna girme de
vardır. Bu hadîsi Müslim de İsti'zân'da getirmiştir.
[24] Bu hadîsin birer rivayeti Cumua Kitabı "Namaz
kılındığı zaman yeryüzüne dağılırı..." (el-Cumua: 10) kavli babı"
ile Taamlar Kitâbı'nda da geçmişti.
[25] Bu hadîsin birer rivayeti Bed'u'l-Halk'ta ve Âişe'nİn
Fadlı'nda geçtiği gibi, in-şâallah Allah'ın yardımıyle Rikaak'ta da gelecektir.
[26] Buhârî, hadîsteki cevâbla yetinerek başlıkta bir hüküm
belirtmemiştir. Peygam-ber'in "Kim o?" sorusuna rnünâsib olan cevâb,
"Câbir" adını açıkça bildirmekti.
Çünkü izin istemekten
gaye, gelenin kim olduğunu
ev sahibinin tanımasıdır. "Ene = Ben" dîye kinaye suretiyle cevâb,
gayeyi te'mîn etmiyordu. Bunun için Peygamber "Ene, ene = Ben,
ben"deme, açık olarak "Câbir" de! buyurmuş oluyor.
Bu hadîsi Müslim de îsti'zân'da getirmiştir.
[27] CibrîPin Âişe'ye selâm vermesi hadîsi bundan önceki
bâbda ulaştırılmış bir se-nedle geçmişti. Meleklerin Âdem'e selâm verişleri de
bu kitabın başında birinci bâb olan "Selâmın başlaması bâbı"nda
ulaştırılmış olara!; geçmişti
[28] Hadîsin başlığa uygunluğu kendisine selâm verilenin
ismini selâm lafzının önüne geçirmektedir. "Ve
aleyke's-selâmu"cümlesinde "Aleyke"önde, "Selâm" ondan
sonradır. "Böyiece"den maksad tekbîri, kıraati, rukû'u, sucûdu ve oturuşu
bu ta'rîfe uygun olarak edâ edip yerine getir demektir. Bunu bütün namazında
yapmaktan maksad da, bunları her rek'atte böylece tekrar et demektir. Nitekim
"Bunları her rek'atte ve her secdede yap"rivayeti, bu tekrarı ifâde
eder.
Bu hadîsin bir rivayeti Namaz Kitabı, "Namazda kıraat bâbı"nda
geçmiş ve orada namazla İlgili açıklamalar verilmişti.
[29] Birincisi sucûddan sonraki istirahat celsesine kaail
olana uygundur. Buhârî bu ta'lîkı Eymân ve'n-Nuzûr'da ulaştırmıştır.
[30] Buhârî bunu burada kısaltılmış olarak şevketti. Namaz
Kitabı'nda ise bütünüyle sevketmiştir.
[31] Bunun bir rivayeti yakında geçti. Peygamber (S)
Hadîce'ye Cibril'den Allah'ın selâmını tebliğ edince, o da: Selâm Allah'tır,
selâmet ancak O'ndandır, Cibril'e de selâm olsun! demişti. Bunu Taberânî
rivayet etti. Bunda selâmı tebliğ edeni de selâmla karşılamanın müstehâblığı
hükmü vardır... (Kastallânî).
[32] Bunun birer rivayeti Edeb Kitâbı'nıh sonlarında
"Müşrikin künyesi bâbı"nda; keza Âlu İmrân: 186. âyeti tefsirinde
geçmişti. Burada getirmekten maksad "Peygamber içinde müslümânlardan,
müşriklerden, Yahûdîler'den karışık birtakım kimselerin bulunduğu bir meclise
uğradı ve (umûmî olarak) onlara selâm verdi" sözleridir.
[33] Bunu el-Buhârî el-Edebu'1-Müfred kitabında, senedi
ulaştırılmış olarak getirmiştir.
[34] Bu, Mağâzî'de, Tebûk gazvesinde Ka'b ibn Mâlik'in
tevbesi kıssasında geçen uzun hadîsten bir bölümdür. el-Buhârî burada ondan
ihtiyâcı kadar kısmını zikretmiştir. O da Rasûlullah'ın te'dîb için ona selâm
verip konuşmayı ve selâmlarına karşılık vermeyi nehyetmiş olmasıdır. Hadîste
tevbelerinin de elli gece geçtikten sonra kabul edildiği zikredilmektedir ki,
bu da başlıktaki sorunun bir cevâbı gibidir.
[35] Yânî bizler ve sizler ölümde müsâvîyiz, hepimiz
öleceğiz.
Bunun bir rivayeti Edeb Kitabı, "Peygamber (S) asırlık yapıcı
değildi bâ-bı"nda geçmişti.
[36] Buhârî bunun bir rivayetini "Mürtedlerin tevbe
etmelerini isteme bâbı"nda getirdi.
[37] Bunun da başlığa uygunluğu, kitâb ehlinin selâmını
karşılama keyfiyyeti bulunması yönündendir, Bunda da Peygamber, ümmetine,
onlara sövmeyi değil sâdece onların söylediklerini aynen kendilerine
döndürmeyi öğretmiştir.
[38] Hadîsin başlığa uygunluğu, tarîklerinin birinde
mektubu açtığı ve elbette sahibinin izni olmaksızın işi meydana çıksın diye
ona baktığı fıkrası mevcûd olması yönündendir. Bunun Cihâd'da "Câsûs
bâbı"nda geçen rivayetinde: Biz Hâtıb'ın bu kadınla yolladığı mektubu
Rasûlullah'a getirdik. Onda Hâtıb ibn Ebî Beltea'-dan Mekke müşriklerinden
birtakım insanlara ifadesiyle Rasûlullah'm askerî işlerinden bâzısını onlara
haber veriyordu. Hadîsin bir rivayeti Mağâzî'de "Bedir gazvesinde
bulunanların fazîleti bâbı"nda da geçmişti.
[39] Başlığa uygunluğu "Rahman ve Rahîm olan Allah'ın
ismiyle! Allah'ın kulu ve Elçisi Muhammed'den... " sözlerindedir. Çünkü
bunda kitâb ehline nasıl mektûb yazılacağının bildirilmesi vardır. Hadîs, Vahy
Bâbı'nda geçen uzun hadîsin bir parçasıdır. "Selâm doğruya uyanlara",
Tâhâ: 47'den alınmış, bundan sonra da Âlu İmrân: 64. âyet yazılmıştı.
[40] Başlığa uygunluğu "Fulandan fulâna" sözünden
alınır. Çünkü bunda yazanın kendi ismiyle başlanmış, sonra mektûb gönderilenin
ismi zikredilmiştir. Bu, Kefalet Kitâbı'nda geçen uzunca hadîsin bir
parçasıdır.
[41] Başlığa uygunluk, bir kavmin büyüğüne ikram ve ta'zîm
için ayağa kalkılması-nın meşrû'luğu yönündendir.
Kurayza oğullan da Sa'd
ibn Muâz'm bu hükmünün Tevrat hükmüne uygun olduğunu i'tirâf etmişlerdir.
Zamanımız kaanûnlarına göre de hüküm böyledir. Vatana ihanet eden, düşmanla
birleşerek vatandaşlarına karşı silâh kullanan, devlet başkanına ve onun
harîmine küfredip isyan eden kişinin cezası îdâmdır...
Benû Kurayza Yahudileri
Sa'd ibn Ktfuâz'ın hakemlik etmesini istediler. Sa'd da onlara kendi
inandıkları Tevrat'ın Tesniye bâbı'ndaki ilgili hükmü verdi... -Tesniye: 10-15-
(Hz. Muhammed'in Yüce Şahsiyeti, Abbâs Mahmûd el-Akkaad, mütercim: Alî Husrevoğlu,
s. 110, İzmir 1400/1979).
Bu hadîsin birer rivayeti Cihâd'da ve Mağâzî'de Sa'd ibn Muâz'm fadlı
bâ-bı'nda geçmişti.
[42] Musâfaha, ısmlaşmak için iki adam birbirinin ellerini
tutuşmak ma'nâsınadır, birbirinin elinin safhasını tutup, yüzün safhasıyle mukaabele
ederler (Kaamûs Ter.).
[43] el-Buhârî bunu bundan sonraki bâbda senediyle
getirmiştir.
[44] Bu Tebûk gazvesi hakkında geçen uzun hadîsinden bir
parçadır.
[45] el-Edebu'I-Müfred*de sahîh bir senedle Enes'den: Yemen
ehli geldiler, onlar mu-sâfahayi ilk getirenlerdir... hadîsi vardır.
Tirmizî'deki Enes hadîsinde: Yâ Ra-sûlallah! insan dîn kardeşiyle karşılaşınca
ona ta'zîm için eğilir mi? diye soruldu. Rasûlullah: "Hayır, elini tutar
ve onunla musâfaha edip el sıkışır" buyurdu.
Nevevî'nin dediği gibi karşılaşmada el tutuşup musâfaha etmek üzerinde
ittifak edilmiş bîr sünnettir... (Kastallânî).
[46] el-Buhârî bunu Eymân ve'n-Nuzûr'da tamâmını getirdiği
hadîsten kısaltraıştır. Burada maksadı, el tutmanın ekseriya elin safhasının
diğer kimsenin elinin saf-hasıyle kavuşmasıdır.
[47] Bunu Guncâr, Târîhu Buhara kitabında İshâk ibn Ahmed
ibn Halef yolundan senediyle rivayet etmiştir.
[48] İbn Mes'ûd hitâb sîgasını terkedip gaybet lafzıyle
zikrettiklerini kasdediyor. Lâkin buna da muhalif diğer rivayetler de vardır,
ibn Mes'ûd, Peygamber (S) tarafından söylediğimiz tarzda teşehhüd
öğretildiğini söylerken İbn Abbâs: Biz "es-Selâmu aleyke
eyyuhe'n-Nebiyyu"yn Peygamber hayâtta iken söylerdik, demiş. İbn Mes'ûd
ise: Bize böyle öğretti, biz de böyle öğretiriz cevâbını vermiştir ki, bu son
iki rivayet arasında munâfât vardır. Bu gün ümmetin ameli, Peygam-ber'İn
öğretmesiyle bellenmiş olan "Aleyke eyyuhe'n-Nebiyyu" sîgasıyle selâm
vermek üzere câridir.
Kelâmın siyakım, gâib
sığasını bırakıp da "es-Seiâmu aleyke eyyuhe'n-Nebiyyu..." diyerek
hitâb sığasına dönmekteki hikmet, bu lafızların Peygam-ber'in öğretmesiyle
bellenmiş olmasından dolayı herhangi diğer bir lafızdan daha yüksek ve daha
şerefli olmasıdır (Tecrîd Ter., II, 702-709, "459").
Bu hadîste el tutmak vardır ki, bu, musâfahada mübalağadır ve öğretilen
şeye çok ehemmiyet verildiğini ifâde eder.
[49] Abbâs bu sözüyle Alî'ye: Peygamber'in vefatı üzerine
birisi halîfe olacak, sonra sen onun bir me'mûru olacaksın! demek istiyor.
[50] Buhârî bu hadîsi burada iki yoldan getirdi. Bunun bir
rivayeti Mağâzî'nin sonlarında "Peygamber'in hastalığı bâbı"nda
geçmişti. Başlığın ikinci kısmına uygunluğu "RasûluIIah nasıl
sabahladı?" sözünden alınır. Muânakanın bu hadîste zikri yoktur.
Peygamber'in el-Hasen ile muânakasının zikri Buyu' Kitâbı'nda geçmiştir. İbn
Battâl'ın Mühelleb'den naklettiği gibi, Buhârî burada onu sev-ketmek istemiş,
fakat geçen senedden başka bir senedini hazır edememiştir. Bu-hârî'nin çok defa
tek senedle hadîsi tekrar etme âdeti yoktur... (Kastallânî).
Muânaka, iki kişinin
ellerini birbirinin boyunlarına dolayarak kucaklaşma-sıdır.
Ca'fer: Biz Necâşî'nin yanından dönüp geldiğimizde Peygamber (S) beni
karşılayıp kabul etti ve benimle sarılıp kucaklaştı, demiştir (Taberânî).
[51] el-Lebbu ve el-îlbâbu: Bir yerde eğlenip mukîm olmak ma'nâsmadır.
"Lebbeyke" sözleri, aded iradesiyle tesniye kılınıp hitâb kaafma
muzâf kılınmıştır. Bunun ma'nâsında dört kavil vardır: Evvel zikrolunan ikaamet
ma'nâsma olmakla 'Ben Senin tâatin üzerinde devamlı ikaamet ediyor ve tekrar
tekrar Sana icabet ediyorum' sebkindedir ki, ben Sen'in emir ve fermanına itaat
ve icabet merkezinde tekrar tekrar sabit ve pâydârım demektir...
Lebb kelimesi
"Mahabbet" ma'nâsma da geldiğinden, o ma'nâdan alınmış olarak:
"Lebbeyk", "Benim mahabbetim Sana'dır, başkasına değil" demek
olur.
"Hâlis"
ma'nâsma olan Lebb ve Lebâb'dan alınmış olarak "Lebbeyk", "Benim
ihlâsım, yânî sıdk ve ubudiyetim her zaman Sana'dır" demek olur. Bunun
aslı "Elubbu lebbeyn leke" idi, fiili hazf ve tesniye nûn'u
düşürüldükten sonra kafa muzâf kılındı...
el-Is'âd: Bir adamı saâdetli kılmak, meded ve iane eylemek ma'nâsmadır.
Lebbeyk ve Sa'deyk, beraber kullanılır... Ma'nâlan "Tâatinde mükerreren,
yânî devam üzere mukîm ve hizmetinde mülâzim ve müdavim olurum" demektir.
Zîrâ Is'âd, iane ma'nâsma olduğundan, burada "lanetinde kıyam ve ihtimam
eden kimse gibi hizmet ve ubudiyetinde devamlı kıyam ve İkdam ederim" yâhud
"Hizmet ve ubudiyetinde şâir hizmetçilere is'âd ve iânet ederim"
demektir (Kaamûs Ter., I, 481; 1166-1167).
[52] Bunun birer rivayeti İlim Kitabı, "ilmi bir kavme
tahsis eden kimse bâbi"nda; Libâs'ta, "Kişinin bineğinin arka
tarafına bir başkasını bindirmesi bâbı"nda geçmişti. "Allah'a ibâdet
etmeleri" fıkrası ameJiyyâta; "O'na hiçbirşeyi ortak kılmamaları"
fıkrası ise i'tikaadiyyâta işarettir. Çünkü tevhîd, ibâdetlerin köküdür...
[53] Bu, Muâz hadîsinin diğer bir yoludur. Bu yoldan gelen
hadîs ayniyle Libâs Ki-tâbi'nda geçmiştir.
[54] Ebû Hureyre'den gelen rivayet de buna yakın
ma'nâdadır: Rasûlullah (S): "Benim Uhud Dağı misâli altınım olsa, ondan bir
parçası yanımda bulunarak üç gece geçmesi beni sevindirmez, ancak o parçayı
borç edası diye hazırlamış olmam beni sevindirir" buyurdu (Buhârî,
Kitâbu'I-İstikrâz).
[55] Başlığa uygunluğu meydandadır. Ebû Zerr'in ismi Cundeb
ibn Cunâde'dir; otuz ikinci yılda Rebeze'de vefat etmiştir. Ebu'd-Derdâ'mn ismi
Uveymir ibn Zeyd'dir, otuziki yılında Şam'da vefat etmiştir. Mısır fethinde
hazır bulunmuştur. Ebû Süleyman Zeyd ibn Vehb el-Hemedânî, el-Cuhenî Kudâa
kabîlesindendir. Pey-gamber'e gitmek için yola çıktı, o yolda iken Peygamber
vefat ettiğinden göremedi. Kendisi doksanaltı yılında vefat etti... (Aynî).
Ebû Şihâb, îbn Nâfi'
el-Kinânî'dir. Hannât ve Asğâr lakablarıyla meşhurdur. Kûfeli olup Medâyin'de
ikaamet etmeyi tercih etmiştir. el-Leys ibn Ebî Süleyman'dan, el-A'meş'ten
rivayeti vardır. Kendisinden, Buhârî'nin şeyhlerinden olan Yahya ibn Âdem de,
Müsedded de rivayet etmişlerdir. Ibnu Maîn, onun güvenilir bir râvî olduğuna
şehâdet etmiştir. 171 târihinde vefat etmiştir (Hulâsa).
Bu hadîsin bir rivayeti Kitâbu'I-İstikrâz'da "Borçlan ödeme bâbf'nda geçmişti.
[56] Bu "kaldırmaz, oturmaz"haber fiilleri burada
"kaldırmasın, oturmasın" ma'-nâsına inşâdır, yânî nehiydir.
[57] Ayetin devamı şöyledir: "...Allah, içinizden îmân
etmiş olanlarla (bilhassa) kendilerine ilim verilmiş bulunanların derecelerini
artırır. Allah ne yaparsanız hak-kıyle haberdârdır".
Bu âyet, îmânın ve îmânla beraber ilmin ve âlimlerin yüksekliğine,
derecelerinin yüceliğine açıkça delâlet etmektedir. İlmin yüksek mertebesine
ve fazîle-tine âid pekçok hadîsler vardır. Bunların bir kısmı îlim Kitâbı'nda
verilmişti.
[58] Bu hadîsi İbn Umer'den rivayet eden Nâfi'e, İmâm
Mâlik: Bu nehiy cumua namazına mı âiddir? diye sormuş. Nâfî': Cumuada da,
başka meclislerde de! diye cevâb vermiştir (Cumua Kitabı).
[59] Bunda kendisi için girmiş olduğu hacetini yerine
getirmesinin ardından oturmayı uzatmanın hiç kimseye yakışmayacağı, bu
takdirde ev sahibinin onun yanından kalkıp gitmesi isteğini açıklama hakkı
olduğu, keza onun gitmekte ağır davrandığını açıklama hakkı olduğu hükümleri
vardır. Bu hadîsin bir rivayeti yakında Hicâb Âyeti bâbı'nda geçmişti
(Kastallânî).
[60] el-Ihtıbâ: Bir adam ihramına sarınıp bürünmek, bir
kavle göre dülbend ve kemer makûlesiyle sırtını ve baldırlarını sarıp toplamak
ma'nâsınadir ki, dervişler ıstılahında kemende girmek ta'bîr olunur... (Kaamûs
Ter.).
Buhârî bunu burada
"Kurfusâ" ile tefsir ediyor: el-Kurfusâ:... Çileye giren sûfîlerin
oturması gibi kıynaklanni yere koyup ve uyluklarını karnına kasıp ve dizlerini
dikip, ellerini kemer gibi inciklerden kucaklayarak oturmağa denir. Bİr kavle
göre dizleri üzere gergi gibi kapanarak karnını uyluklarına yapıştırıp,
ellerini koltuklarını kastığı hâlde oturmaktır ki, Bedevî oturuşudur (Kaamûs
Ter.).
Bu nevi' oturuş, dayanacak birşey bulunmayan kırda, bayırda oturana dinlenme
sağlamakla tanınır.
[61] ibn Umer "Şöyle ıhtıbâ ederek" diye bu
oturuş şeklini bi'1-fiil gösterip ta'rif etmiştir. Bunun bir elle ve iki elle
yapılan şekilleri olduğu anlaşılıyor.
[62] Habbâb ibn Erett'in bu hadîsi Nübüvvet Alâmetleri
Kitâbı'nda, senediyle geçmişti.
[63] Bunun bir rivayeti Edeb'de geçmişti.
[64] Namaz Kitabı, "İnsanlara namaz kıldırıp da bir
İhtiyâcı hatırlayan kimse bâ-bı"nda şu ziyâde vardır: İnsanların arasından
hızlı hızlı yürüdü gitti. İnsanlar O'nun bu hızlı gidişinden endîşe ettiler.
Sonra onların yanma çıktı ve onların sür'-atli gitmesinden hayrete düştüklerini
görünce: "Yanımızda bir mikdâr altın bulunduğunu hatırladım da onun benim
gönlümü habsetmesini istemedim ve hemen fakirlere taksim edilmesi emrini verdim"
buyurdu.
Buna yakın bir rivayeti Zekât'ta, "Sadakayı acele vermeyi seven
kimse bâ-bı"nda da geçmişti. Bunlardan, herhangi bir sebeb ve ihtiyâçtan
dolayı hızlı kalkıp gitmenin câizliği sabit oluyor.
[65] er-Râğıb: Serîr, Surûr'dan, yânî
"Sevinmek"ten alınmıştır. Çünkü bu çok ker-re ni'met ehli olanlarda
olur demişti*.
Bu hadîs, Peygamber'in evinde de üzerinde yatılan içi lif dolu bir serîr
(yânî karyolaya benzer birşey) bulunduğunu ve böyle şeyler edinmenin
câizliğini göstermektedir.
[66] Başlığa uygunluğu "Peygamber'e (oturup yaslansın
diye) içi lifle doldurulmuş deriden bir yastık attım" sözündedir. Bu
hadîsin birçok rivayetleri Oruç Kitâbı'nın bâzı bâblarmda ve Dâvûd orucu
bâbi'nda geçmiş, oralarda gerekli açıklamalar verilmişti.
[67] Hadîsin bâzı rivayetleri BedVI-Halk Kitabı,
"îblîs'in sıfatı bâbi"nda; Sahâbî-lerin Menkabeleri Kitabı, Ammâr ve
Huzeyfe'nin menkabeleri bâblarında geçmişti. Burada getirmekten maksad,
Abdullah ibn Mes'ûd'un Peygamber'in misvak, yastık işlerini üzerine alması,
bunları düzeltmek, taşımak ve daha başka suretlerde Peygamber'in husûsî
işlerini ve hizmetlerini görmeye ehemmiyet vermesidir.
el-Leyl Süresi'nin üçüncü âyetini İbn Mes'ûd ile Ebu'd-Derdâ kırâatiyle
"Ve mâ halaka"sız okumak, mütevâtir olan ve Mushaf'ta tesbît olunan
kıraate aykırıdır. Daha önce geçtiği yerde de belirtildiği gibi, belki bu âyet
iki defa inmiş, birincisi "Ve'z-zekeri ve'l-ünsâ" suretinde olup, bu
iki sahâbî bunu ezberlemiş, ikinci defada '' Ve mâ halaka 'z-zekerâ ve
'l-ünsâ'' suretinde inmiş, bu iki sahâbî bunu işitmemiş olup böylece cumhurun
mütevâtiren rivayet ettikleri kıraate muhalefet etmiş olabilirler. Nitekim İbn
Mes'ûd, Muavvizetân Sûreleri'ni de Kur'-ân'dan değil, sanmıştı. Bu iki kıraatin
farkı şudur: Ebu'd-Derdâ kıraatine göre erkek ve dişiye yânî mahlûka; mütevâtir
kıraate göre ise halka, yânî yaratma fiiline yemîn edilmiş olur ki, bu, âyetin
hakîkî medlulüdür; birincisi ise mecazî ma'nâsidır.
[68] Kaylûle, gündüz uyumak ve istirahat etmek
ma'nâsınadır.
Bu hadîs, sahâbîlerin gündüz uykusuna yatma âdetleri olduğunu, cumua
günleri bunu namazdan ve yemekten sonra yaptıkları sabit oluyor. Bunun birer
rivayeti Cumua'nın sonlarında, Tâam'da ve daha sonraki kitâblarda da geçmişti.
[69] Başlığa uygunluğu, Alî'nin mescidde gündüz uykusu
uyuması olduğu açıktır. Alî'nin, Fâtıma'nm yanında gündüz uykusuna yatmayıp da
mescidde yatması, fakır ve yabancı olmayanların da mescidde uyumalarının mübâh
olduğuna de-lîldir.
Bunun bâzı rivayetleri Cumua Kitâbi'nm sonlarında, Edeb Kitâbı'mn birkaç
babında ve "Ebû Turâb künyesiyle künyelenmek bâbı"nda geçmişti.
[70] en-Nıta' ve en-Nata': Meşinden ve sahtiyandan düzülmüş
döşeğe, mindere ve şâir yaygılara denir... (Kaamûs Ter.).
Ümmü Suleym, Peygamber
gelip de onun evinde gündüz uykusuna yattığı zamanlarda terinden, saçlarını
taradığı zaman taraktan veya yastıktan dağılan saçlarını topladığı anlaşılıyor.
Sahâbîler, Peygamber tıraş olduğu zamanlarda saçlarını teberrük İçin alır,
toplarlardı. Enes şöyle dedi: Yemîn olsun ki, ben Rasûlullah'ı berber tıraş
ederken gördüm. Sahâbîlerİ etrafında dolaşıyorlardı. Sahâbîler bir tek küm dahî
yere değil, muhakkak bir İnsan eline düşmesini istiyorlardı (Müslim, Fadâil,
19. bâb, "2325").
Yine Enes: Rasûlullah (S) Veda Haccı'nda başını tıraş ettiği zaman saçından
en evvel alan Ebû Talha oldu, demiştir (Buhârî, Vudû'), Ebû Talha, aldığı bu
saçları RasûluIIah'ın emri üzerine zevcesi Ümmü Suleym'e saklasın diye tes-lîm
etmiştir.
[71] Bu hadîsin bâzı rivayetleri Cihâd Kitabı, "Cihâda
katılmak ve şehâdet için duâ bâbı"nda da geçmişti, Vâkıdî ve siyer âlimlerinin
beyânına göre, bu deniz seferi hicretin 28. yılında Hz. Usmân'm halifeliği
zamanında, Muâviye'nin Şâm Vâ-lîliği sırasında, onun kumandasında yapılmıştı.
Ümmü Haram orada defnedilmiş, türbesi hâlen güney Kıbrıs'ta, Larnaka'da mevcûd
olup ziyaret edilmekte imiş.
[72] Nehyolunan bu iki türlü giyiniş ve oturuş tarzı,
ekseriya bedevilerin giyiniş ve oturuşlarıdır.
İştimâlu's-sammâ: Bir
parça bezden ibaret olan ihramım kişinin bir omu-zuna atarak, vücûdunun bir
tarafını örtmek ve öbür tarafım açık bırakmaktır. Bu nehyolunmuştur.
Ihtıbâ: Bir parça beze
bürünüp, edeb yerini açık bırakarak, dizlerini de karnına dayayıp çömelmek
suretiyle oturmaktır. Ihtıbâ da bu şekilde nehyolunmuştur. Çünkü ıhtıbâmn bu
şekli, 34. bâbdaki 45 rakamlı îbn Umer hadîsinde anlatılan ıhtıbâ şekli
değildir.
O hadîsten ve bundan
anlaşılacağı üzere, Peygamber dayanarak, yaslanarak çeşitli şekillerde
oturmuştur. Çünkü oturmanın kaanûnlaşttrılmış muayyen bir şekli yoktur. Avret
yeri açılmamak ve saygısızlık olmamak şartiyle her şekil ve surette nasıl kolay
olursa öyle oturmak mubahtır. İşte İmâm Buhârî, oturma hususundaki bu genişlik
ve kolaylığı bildirmek maksadıyle bu babı ve ilgili hadîsi burada tekrar
getirmiştir.
Peygamber'in nehyettiği iki türlü alış-veriş şekli de Mulömese ve Munâbe-ze
denilen câhiliye alım-satımları dır. Metâ'ı görüp iyice muayene etmeden, mechûl
üzerine alım satım muâmelesidir ki, şekilleri Alışverişler Kitâbı'nda
anlatıldığı gibi, niza' ve haksızlığı gerektiren bir muamele olduğu için
yasaklanmışlardır
[73] Bu hadîste, cemâat huzurunda bir kimseye gizli birşey
söylemenin cevazına, bunun bir kimseyi dışarıda bırakarak iki kişinin
fısıldaşmasmdan nehy gibi olmadığına, gizli söyleyen kimse üzerine bir
mazarrat olacağı zaman sırrı açıklamanın caiz olmayacağına delîl vardır. Çünkü
Fâtıma, PeygamberMn hastalığı zamanında söylediği sırrı açıklasaydi, kadınları
bundan çok üzüleceklerdi. Keza kendisinin mü'min kadınların seyyidesi olduğunu onlara
o zaman haber vermiş olsaydı, bu da Peygamber'in kadınları üzerine büyük bir
ağırlık olacak, hüzünleri daha da şiddetli olacaktı. Fâtıma, Peygamber'in
vefatından sonra bu endîşelerden emîn olunca, o sırrı böylece haber vermiştir.
Hadîs böylece başlıktaki hükümleri açıklamış oluyor.
Bu hadîsin bazı rivayetleri şu bâblarda geçmişti: "Cibril, Kur'ân'ı
Peygam-ber'le mukaabele yapardı"; "Nübüvvet alâmetleri",
"Rasûlullah'ın okuyuşu menkabeleri"; "Fâtıma'nın
menkabeleri"; "Kur'ân'm Faziletleri", "Cibril Kur'ân'ı
Peygamber'le mukaabele yapardı".
[74] Bü hadîs, mescidde sırtüstü yatmanın cevazına delâlet
eder. Bu konuda gelen diğer hadîsler de mescidde dayanma, yan yatma, bağdaş
kurma gibi istirahat vaziyetlerinin hepsinin caiz olduğunu gösterir. Ancak
yüzükoyun yatma böyle değildir. Onun hakkında "Bu, Allah 'in hiç sevmediği
bir yatıştır" buyurulmuş-tur.
[75] Bu âyetler, Rasûlullah'ın meclisinde kendisine husûsî
olarak fısıldamak suretiyle birşey arzetmek isteyenlerin âdabı hakkında
inmiştir. Sadaka takdim edemeyecek olan fakîrlerin de fısıltı ile ma'rûzâtta
bulunmalarına Gafur, Rahîm sıfatlarının getirilmesiyle ruhsat verilmiştir.
Bu sadaka emri, Rasülullah'a saygı gösterilmesi, fakirlere yardım edilmesi,
suâlde ifrata gidilmemesi, ihlâs erbabı ile münafıkların âhireti sevenlerle dünyâya
tapanların meydana çıkması gibi hikmetleri içine almaktadır (Beydâvî).
[76] Bir kimsee gizli söylenen birşey, onun başkaları
tarafından işitilmesi istenmediği için gizlice söylenmiştir. Bu bakımdan o
sırrı koruyup saklamak ve insanlara yaymamak, bir emânet borcu olmuş oluyor.
Bu hadîsi Müslim de
Enes'in faziletlerinde rivayet etmiştir. Orada bundan önce şu hadîs de vardır:
Enes ibn Mâlik (R)
şöyle dedi: Ben çocuklarla beraber oyun oynarken Rasûlullah (S) benim yanıma
geldi ve bize selâm verdi. Müteakiben beni bir ihtiyâcı için yolladı. Bu
yüzden ben annemin yanma dönmekte geciktim. Geldiğim zaman annem bana:
— Seni şimdiye kadar alıkoyan nedir? diye
sordu. Ben de:
— Rasûlullah beni bir iş için göndermişti,
dedim. Annem:
— Rasûlullah'm bu haceti ne idi? diye tekrar sordu. Ben:
— O bir sırrdır, dedim. Annem:
— Sakın Rasûlullah'm
sırrını hiçbir kimseye söylemeyesin! diye sıkıca ten-bîh etti.
Enes, kendi râvîsi
Sâbit'e: Vallahi eğer bunu bir kimseye söylemiş olaydım, muhakkak sana da
söylerdim ey Sabit! demiştir. (Müslim Ter., VII, 406-407 "2482").
Bâzıları bu sırrın
Peygamber'in kadına mahsûs birşey olduğunu, eğer ilimden birşey olaydı Enes
bunu gizlemeye razı olmazdı, demiştir (Kastallânî).
[77] Üç kişi bir arada iken ikisinin gizli fiskos etmeleri,
üçüncünün bunu kendisine hakaaret sayması veya bir kötülük ve mazarrat
konuştuklarını düşünmesine se-beb olur, böylece kederlenir, huzursuz olur.
İkisinin, üçüncünün bilmediği yabancı bir dille konuşmaları da böyledir.
[78] Hadîsten burada maksad: "Peygamber'e geldim, o
bir cemâat içinde idi. Yanaşıp kendisine o sözü yavaşça söyledim"
fıkrasidir. Çünkü bunda cemâat bakî olduğu müddetçe gizli konuşmadan eziyet
duymayacaklarından, men'in asimin kalkacağına delâlet vardır... (Kastallânî).
Bunun bâzı rivayetleri, Cihâd, Ehâdîsu'l-Enbiyâ, Mağâzî, Edeb
Kitâbla-rı'nda da geçmişti.
[79] Âyetin tamâmı şöyledir: ' 'Onlar seni dinleyecekleri
zaman (hakîkatte) neyi dinleyeceklerini, gizli ve sinsi konuşurlarken o
zâlimlerin: 'Siz büyülenmiş bir kimseden başkasına tâbi' olmuyorsunuz'
diyeceğini biz pek iyi bileniz!" (el-tsrâ: 47).
Necvâ, sırr söyleşmek,
gizli konuşmak, Türkçe'si, Kaamûs Mütercimi'nin ifâdesi veçhile
"Fısıltı" demektir. Yüksek tepe ma'nâsına "Necve"den yâhud
kurtuluş ma'nâsma "Necat "tan alınmıştır. Sırr konuşmak isteyenler,
herkesin çıkamayacağı yüksek yerlere çekilmek yâhud etrafın işitmesinden
kurtulmak istemeleri düşüncesiyle böyle isimlendirilmiş olduğunu söyleyenler
vardır (Hakk Dîni, VI, 4786).
el-Lubâb da şöyle dedi: en-Necvâ isim ve masdar olur, Yüce Allah:
"îz hum necvâ", yânî "Onlar birbirleriyle gizli gizli
konuşuyorlar" buyurdu, ve yine "Herhangi bir üçten bir fısıltı vâki'
oimayadursun, muhakkak ki O, bunların dördüncüsüdür..." (el-Mücâdile: 7)
buyurdu.
[80] Bu hadîs, bir özürden dolayı ikaametten sonra
bekleyeceğine delâlet ettiği gibi, ikaamet ile ihram tekbîri arasında
konuşmanın cevazına da delildir. Bu hadîs *'Kad kaameti's-salâtu" deyince,
ihram tekbîri imâma vâcib olur diyenlerin de aleyhinedir. Bunun bir rivayeti
Namaz Kitabı, "îkaametten sonra imâma bir hacet ânz olması bâbı"nda
geçmişti.
[81] İbnu'I-Arâbî'nin dediği gibi, çünkü ateş
bedenlerimize, mallarımıza düşmanın yok etmeye çalışması gibi felâket getirir,
kendisinde bizim için menfâat olmakla beraber, bu cihetten düşman ta'bîr
edildi.
[82] Bunun bir rivayeti Bed'u'l-Halk'ta geçmişti.
Kelâm sâhibleri
tabîatler hakkında şöyle dediler: Yüce Allah ateşte hareket, hararet, kuruluk,
letafet ve nûr topladı. Ateş bunların her biriyle diğerinin hilâfına olan işler
yapar: Hareketle cisimleri kaynatır, hararetle ısıtır, kurulukla kurutur,
letafetle nufûz eder, nûr ile etrafını aydınlatır. Ateşin faydası insana
hastır. Diğer hayvanların ona ihtiyâçları yoktur. İnsanın ateşten hiçbir hâlde
ihtiyâçsızlığı yoktur. Mecûsîler bunun için ateşe ta'zîm etmişlerdir
(Kastallânî).
[83] Bunun bir rivayeti Peygamberler Kitâbı'nda geçmişti.
"Kadûm", şeddesiz, "marangoz âleti" olan
"Keser"; şeddeli okunduğunda bir yer adı olduğu için, İbrahim
"Kaddum" denen yerde sünnet olmuş olur.
[84] İbn Abbâs hicretten üç sene önce Şı'b'de doğmuştu.
Buna göre Peygamber'in vefatı sırasında onüç yaşında olur. Böylece buluğa
ermiş, Veda Haccı ndan sonra, Peygamber'in vefatından öne sünnet edilmiş
olmaktadır (Kastallânî).
[85] Lehve'l-haâîs: Lâf eğlencesi, eğlence söz; insanı
oyalayan, işinden alıkoyan sözler, asılsız hikâyeler, masallar, romanlar, târîh
kılıklı efsâneler, güldürüce lakırdılar, gevezelikler, tegannîler gibi
eğlendirici sesler...
[86] Hadîsin başlığa ilgisi, yânî izin isteme konusuyla
ilgisi, Kirmânî'nin el-Kevâkib 'de dediği gibidir: Kumar oynamağa çağıran
kimseye eve girmesine izin vermek gerekmeyeceğidir. Sonra bu insanların
toplanması ma'nâsını da içine almaktadır. Hadîsin bir rivayeti en-Necm: 19-20
âyeti tefsîri sırasında da geçmişti.
[87] Ebû Hureyre'nin bu hadîsi îmân Kitâbı'nda senedli
olarak geçti.
[88] Bununla İbn Umer, yaptığı binanın hafif bir çerkeden
ibaret olduğunu bildirmiş oluyor. Bu hadîsi İbn Mâce Zühd'de getirdi.
[89] Sufyân'ın bu son sözü güzel bir i'tizârdır!