2- Farzları Kabul Etmekten Çekinenlerin Ve Dînden Dönmeğe
Nisbet Edilenlerin Öldürülmeleri Babı
6- Ülfet İçin Ve İnsanların Kendisinden Dağılmamaları
İçin Hâricîler'le Kıtali Terkeden Kimse Babı
8- Te'vîl Ediciler Hakkında Gelen Haberler Babı
Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle
(Mürtedlerin
ve Hakk'a Karşı İnâd Eden Kâfirlerin Tevbe Etmelerini istemek, Onlarla Kıtal
Etmek, Allah 'a Ortak Koşanın Günâhı, Dünyâda ve Âhiretteki Ukubeti Kitabı) [1]
Yüce Allah şöyle
buyurdu: "... Çünkü şirk, elbetfe büyük bir zulümdür {Lukmân: 13) [2];
"(And olsun ki
sana da9 senden evvelkilere de (şu) vahyolunmuştur:) Eğer ortak tanırsan,
celâlim hakkı için, amelin boşa gider ve muhakkak hüsrana düşenlerden
olursun" (ez-zumen 65).
1-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Şu "îmân edenler, bununla beraber
îmânlarım haksızlıkla da bulaştırmayanlar; işte (ancak) onlardır ki (korkudan)
emîn olmak hakkı kendilerinindir. Onlar doğru yolu bulmuş kimselerdir"
(ei-Enâm: 82) âyeti indiği 2amân, bu, Peygamberin sahâbîleri üzerine ağır geldi
ve:
— Bizim hangimiz îmânına zulüm
karıştırmamıştır! dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (S):
— "Bu, sizin düşündüğünüz haksızlık
değildir. Lukmân Peygam-ber'in sözünü işitmiyor musunuz: Şübhesiz ki (Allah'a)
şirk elbette büyük bir zulümdür" buyurdu [3].
2-.......
Bize Abdurrahmân ibnu Ebî Bekre, babası Ebû Bekre(R)'den tahdîs etti ki, şöyle
demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Büyük günâhların en büyükleri
Allah'a ortak koşmak, ana-baba-ya âsî olmak ve yalan şâhidliğidir".
"Yalan şâhidliği" yâhud "Yalan söz söyleme"yi UÇ kerre
tekrar etti. Peygamber bunu durmadan tekrar ediyordu, nihayet biz:
— Keşke sükût etse!
dedik [4].
3-.......Abdullah
ibn Amr (R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'e bir A'râbî geldi de:
— Yâ Rasûlallah! Büyük
günâhlar nedir? diye sordu. Rasûlullah:
— "Allah'a ortak
kılmaktır" buyurdu. A'râbî:
— Bundan sonra nedir? dedi. Rasûlullah:
— "Bundan sonra
anaya babaya âsî olmaktır" buyurdu. Bedevi:
— Bundan sonra nedir?
dedi. Rasûlullah:
— "el-Yemînu'l~gamûs'tur" buyurdu.
Râvî dedi ki: Ben:
— "el-Yemînu'1-gamûs" nedir? diye
sordum. O da:
— Yemininde yalancı
olduğu hâlde, müslümân bir kimsenin malını kesip alan yemindir, dedi [5].
4-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Bir adam Rasûlullah'a:
— Yâ Rasûlallah! Câhiliyet
zamanında (müslümân olmadan önce) işlediğimiz günâhlardan dolayı ceza görecek
miyiz? diye sordu.
Rasûlullah (S) şöyle
cevâb verdi:
— "Her kim müslümânlıkta güzel hareket
ederse, câhiliyet hayâtında işlediği günâh ile muaheze olunmaz. Fakat her kim
müslümânlıkta (sebat etmeyip irtidâd etmek) fenalığında bulunursa (ve küfür
üzere ölürse) o, hem evvelce câhiliyetteki ameliyle, hem de sonra
müs-lümânlıktaki küfür ve irtidâdıyle muaheze olunur (ebedî cehennemde
kalır)" [6].
Yüce Allah şöyle
buyurdu:
"Kendilerine
apaçık deliller gelmiş, o Peygamberdin şübhesiz bir hakk olduğuna şâhidlik de
etmişler iken, îmânlarının arkasından küfre sapan bir kavmi Allah nasıl
hidâyete erdirir? Allah zalimler güruhunu hidâyete götürmez. Muhakkak Allah'ın,
meleklerin, bütün insanların la 'neti onların tepesine!
İşte onlar; onların
cezaları! Onlar bunun içinde ebedî kalıcıdırlar. Kendilerinden ne azâb
hafifletilir, ne de onlara bakılır. Bundan sonra tevbe ve ıslâh edenler müstesna.
Çünkü Allah cidden mağfiret edici, çok merhamet edicidir. Hakikat îmânlarının
arkasından küfretmiş, sonra da küfrünü artırmış olanların tevbeleri asla kabul
olunmaz* İşte onlar sapıkların tâ kendileridir" (Âiu imrân: 86-90) [8].
Ve Yüce Allah buyurdu:
"Ey îmân edenler,
eğer kendilerine kitâb verilenlerin içinden herhangibir zümreye boyun eğecek
olursanız, sizi îmânınızdan sonra döndürüp kâfirler yaparlar" (Âlu imrân:
100).
Ve Yüce Allah buyurdu:
* 'Hakikat îmân edip
de sonra küfre sapanlar, sonra yine îmân ederek küfre dönenler, sonra da
küfürlerinde ileri gidenler; Allah onları mağfiret edecek değildir. Onları bir yola
iletecek de değildir" (en-Nisâ: 137).
Ve yine şöyle buyurdu:
"Ey îmân edenler,
içinizden kim dîninden dönerse, Allah -müzminlere karşı alçak gönüllü,
kâfirlere karşı onurlu ve zorlu, kendisinin onları seveceği, onların da kendisini
seveceği- bir kavim getirir (ki, onlar Allah yolunda savaşırlar ve hiçbir
kınayanın kınamasından çekinmezler...)" (ei-Mâide: 54).
Ve yine şöyle buyurdu:
"Kalbi îmân üzere
mutmain olduğu hâlde zorlamaya uğratılanlar müstesna olmak üzere, kim îmânından
sonra Allah'ı tanımaz, fakat küfre göğüs açarsa, işte Allah'ın gazabı o
gibilerin başındadır. Onların hakkı en büyük bir azâbdır. Bunun sebebi şudur:
Çünkü onlar dünyâ
hayâtını âhiretten daha üstün sevmişlerdir ve çünkü Allah kâfirler güruhuna
hidâyet vermez. Onlar öyle kimselerdir ki, Allah, kalblerinin, kulaklarının ve
gözlerinin üstüne mühür basmıştır. İşte gafil olanlar da onların tâ
kendileridir. Hiç şüphesiz onlar âhirette de hüsrana uğrayanların tâ
kendileridir.
Sonra senin Rabb'in,
işkencelere uğratıldıklarından sonra yurtlarından hicret edenlerin,bundan sonra
da savaşanların, göğüs gerenlerin lehindedir şübhesiz. Hakikat senin Rabb yin bunların
ardından da çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir. Bu kat'îdir" (en-Nahl:
106-110).
'(Fitne katiden de
beterdir.) Kâfirler, güçleri yetse, sizi dininizden dö'ndürünceye kadar sizinle
savaşmalarında devam edeceklerdir. İçinizden kim dîninden döner de o kâfir
olarak ölürse, onların yaptığı işler dünyâda da,âhirette de boşa gitmiştir.
Onlar, o ateşin arkadaşlarıdır. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar '' (el-Bakara:
217).
5-.......İbn
Abbâs'ın kölesi îkrime şöyle demiştir: Alî ibn Ebî Tâlib(R)'e birkaç zındîk
getirildi de, o da bunları yaktı. Alî'nin bu zındıklara yakma cezası uygulaması
haberi İbn Abbâs'a ulaşınca, îbn Abbâs (R):
— Ben olaydım
Rasûlullah(S)'ın "Allah'ın azabı ile azâblama-yınt" diye nehyi olduğu
için, onlara yakma cezası uygulamazdım. Ben o zındıkları, Rasûlullah'ın
"Dînini tebdil eden kimseyi öldürünüz!" kavlinden dolayı öldürürdüm,
dedi [9].
6-.......
Bize Ebû Burde tahdîs etti ki, Ebû Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle demiştir: Ben
Peygamber'in huzuruna vardım. Yanımda Eş'a-rîler'den iki adam vardı. Onların
biri sağımda, diğeri de solumda idi. Bu sırada Rasûlullah (S) dişlerini
misvâklıyordu. Yanımdaki iki kimse de Rasûlullah'tan iş ve me'mûriyet
istediler. Bunun üzerine Rasûlullah:
—
"YâEbâMûsâ!"yâhud: "YâAbdallahi'bneKays!" buyurdu.
Ebû Mûsâ dedi ki: Ben:
— Seni hakk ile
gönderen Allah'a yemin ediyorum ki, bu iki kimse, gönüllerindeki vazîfe istemeyi
bana bildirmediler ve ben onların böyle bir iş isteyeceklerini bilmiş değildim,
dedim.
Bu sırada ben, O'nun
yukarı kalkmış olan dudağının altındaki misvakına bakıyordum. Rasûlullah:
— "İş dileyen kimseyi biz, işimiz üzerinde
kullanmayız; lâkin sen yâ Ebâ Mûsâ -yâhud: Yâ Abdallahi'bne Kaysl- Yemen 'e
(oraya vâlî olarak) git!" buyurdu.
Sonra onun arkasından
Muâz ibn Cebel (Yemen'in bir bölgesine vazifeli olarak) gitti. Nihayet Muâz,
Ebû Musa'nın yanına geldiği zaman, Ebû Mûsâ onun için bir yastık koydu ve ona:
— Bineğinden in
(ve yastık üzerine otur)! dedi.
Ebû Musa'nın yakınında
bir bağla sıkıca bağlanmış bir adam bulunuyordu. Muâz, Ebû Musa'ya:
— Bu bağlı insan nedir? dedi. Ebû Mûsâ:
— Bu bir Yahûdî idi,
İslâm'a girdi, sonra da yine Yahûdî oldu, dedi.
Ebû Mûsâ, Muâz'a:
— Otur! dedi. Muâz da üç kerre:
— Allah'ın ve
Rasûlullah'ın hükmü olarak, dînînden dönen bu kişi öldürülünceye kadar ben
oturmam! dedi.
Bunun üzerine Ebû
Mûsâ, onunla ilgili emrini verdi, o mürted-de de öldürüldü. Bundan sonra Muâz
ile Ebû Mûsâ gece^yaptıklan ibâdeti zikrettiler: Biri (ki Muâz):
— Bana gelince, ben
gece ibâdeti yapar ve uyurum, ibâdetim hususunda sevâb arzu etmekte olduğum
gibi uykum hakkında da sevâb arzu etmekteyim, dedi [10].
7-.......İbn
Şihâb şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibnu Abdillah ibn Utbe haber verdi ki,
Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) vefat edip Ebû Bekr halîfe
yapıldığı ve Arab kavminden kâfir olanlar kâfirliğe döndükleri zaman, (ordu
gönderilmesinde) Umer:
— Yâ Ebâ Bekr! Bu
insanlara karşı nasıl harb açar, kıtal yaparsın? Hâlbuki Rasûlullah (S):
"Ben insanlarla, onlar >Lâ ilahe ille 'ilâh' deyinceye kadar harb
etmeye emrolundum. Her kim bu 'Lâ ilahe ille İlâh' şehâdet kelimesini söylerse,
hakkı ile olmak hâriç, benden malını ve canım korumuş olur, (gizli küfür ve
ma'siyetinin) hesabı ise, Allah'a âiddir" buyurmuştu, dedi.
Ebû Bekr cevaben:
— Vallahi ben, namaz
ile zekât arasını ayıran kimselerle muhakkak harb ederim. Çünkü zekât, mâlî
bir haktır. Allah'a yemîn ederim ki, bunlar RasûluIIah'a veregeldikleri bir
dişi oğlağı, benden men' ederlerse, bu men' ediş üzerine onlarla muhakkak harb
ederim! dedi.
Bunun üzerine Umer:
— Vallahi şunu gördüm
ki, mürtecilerin katli hakkındaki halîfenin bu hükmü, Allah'ın, Ebû Bekr'in
gönlünde yarattığı genişliğin eseridir. Bu sayede onlarla harb etmenin hakk
olduğunu öğrendim! Dedi [11].
8-.......Bize
Şu'be haber verdi ki, Hişâm ibn Zeyd ibn Enes ibn Mâlik şöyle demiştir: Ben
dedem Enes ibn Mâlik(R)'ten işittim, şöyle diyordu: Bir Yahûdî, RasûluIlah(S)'ın
yanına uğradı da ("Ölüm üzerine olsun" demek olan):
— es-Sâmu aleyke! dedi. Rasûlullah da ona:
— "Ve aleyke{ Senin üzerine de olsun).'" diye
mukaabele etti. Bundan sonra Rasûlullah, yanında bulunanlara hitaben:
— "Sizler onun ne söylemekte olduğunu
biliyor musunuz? O: es-Sâmu aleyke, dedi" buyurdu.
Sahâbîler:
— Yâ Rasûlallah! Biz onu Öldürelim mi? diye
sordular. Rasûlullah:
— "Hayır! (Onu öldürmeyiniz!) Kitâb ehli
olanlar size selâm verdikleri zaman, sizler de onlara: 'Ve aleykum( = Sizin
üzerinize de olsun)' şeklinde söyleyiniz!" buyurdu [12].
9-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Bir kerre Peygamber(S)'in huzuruna beş on kişilik bir
Yahûdî, izin isteyip geldiler. Bunlar içeri girince (selâm vermiş olmak için
"Ölüm üzerine olsun" demek olan):
— es-Sâmu aleyke! dediler. Ben (bu hâin sözü
anlayarak):
— Hayır, sâm ve la'net
sizin üzerinize olsun! diye karşılık verdim. Peygamber (S):
— "Yâ Âişe! Şübhesiz Allah refiktir, her
işte yumuşaklıkla muamele etmesini sever" buyurdu.
Ben de O'na:
— Sen onların dediklerini işitmedin mi? dedim.
Peygamber:
— "Ben de: 'Ve aleykum{ = Sizin üzerinize
de olsun)/* dedim" buyurdu [13].
10-.......Bize
Abdullah ibn Dînâr tahdîs edip şöyle dedi: Ben İbn Umer(R)'den işittim, şöyle
diyordu: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Yahudiler herhangibirinize selâm
verdikleri zaman, onlar ancak 'Sâm aleyke' derler. Bunun üzerine siz de 'A
leyke{ — Sizin üzerinize de olsun)' deyiniz!" [14].
(Bu, evvelki bâbdan
bir fasıl gibidir)
11-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Şimdi ben Peygamber(S)'in yüzüne bakıp görür
gibiyim: O, peygamberlerden bir peygamberi hikâye ediyordu ki, kavmi O'nu
dövmüş de, O'nun kanını akıtmışlardı. Fakat O, yüzünden hem kanını siliyor,
hem de:
— "Yâ Rabb!
Kavmimi mağfiret eyle, çünkü onlar bilmiyorlar!" diyordu [15].
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli:
"Allah bir kavme
hidâyet ettikten sonra, sakınacakları şeyleri kendilerine apaçık bildirinceye
kadar onların sapıklığına (hükm)edecek değildir..." (et-Tevbe: 115) [17].
İbn Umer (R) bu
Hâricîler'i Allah'ın müslümân halkının şerirleri görürdü ve: Çünkü onlar,
kâfirler hakkında inmiş olan birtakım âyetlere gittiler de bunları müslümânlar
üzerine te'vîl ettiler, der idi [18].
12-.......Bize
Suveyd ibnu Gafele tahdîs etti. Alî ibn Ebî Tâlib (R) şöyle demiştir: Ben size
RasûlulIah(S)'tan bir hadîs tahdîs ettiğimde, and olsun ki, gökten düşmem bana
O'nun dilinden yalan uydurmamdan daha sevimlidir. Fakat benimle sizin aranızda
görüştüğümüz sıra size birşey tahdîs ettiğimde (ta'rîz etmiş olabilirim).
Çünkü (muhavere de bir harbdir) harb (ise) hud'adır.
Ben Rasûlullah'tan
işittim, O şöyle buyuruyordu: "Zamanın âhirinde yaşları küçük, akılları
zayıf bir kavim meydana çıkacaktır. Onlar mahîûkaatın hayırlısı olan Peygamber
sözünden söyleyecekler. Fakat bunların îmânları boğazlarından öteye
geçmiyecektir. Onlar (şiddetle atılan) okun avdan öteye çıkışı gibi dînden çıkacaklardır.
Siz onlara nerede rastgelirseniz, onları öldürünüz. Çünkü (bunlar bozguncudur),
bunları öldürmekte, öldüren kişiye kıyamet gününde ecir ve sevâb vardır" [19].
13-.......Bana
Muhammed ibn İbrâhîm et-Teymî, EbûSeleme'den ve Atâ ibn Yesâr'dan haber verdi
ki, bu ikisi Ebû Saîd el-Hud-rî(R)'ye gelip ondan Harûriyye'yİ sormuşlar ve:
—Sen Peygamber(S)'den
Harûriyye'yİ zikrettiğini işittin mi? demişler.
Ebû Saîd şöyle
demiştir:
— Ben Harûriyye'nin
kimler olduğunu bilmem. Ben Peygam-ber(S)'den işittim, şöyle buyuruyordu:
"Bu ümmetin içinde ("Bu ümmetten" demedi) bir kavim çıkar ki,
sizler, onların namazlarının yanında kendi namazlarınızı hor görürsünüz- Onlar
Kur'ân okurlar, fakat Kur'ân onların boğazlarından yâhud hançerelerinden öteye
geçmez. Onlar, okun avdan delip çıkışı gibi dînden çıkarlar. Okun atıcısı
(avı delip geçen) okuna bakar, sonra demirine bakar, sonra okun demir geçecek
yerinden yukarıca sarılan sinire bakar (kan izi göremez), sonra avcı şübhe
ederek fûka denilen kiriş yerine kandan birşey bulaşıp bulaşmadığına bakar
(orada da kan izi göremez)/" [20].
14-.......Bana
Umer (ibnu Muhammed ibn Zeyd ibn Abdillah ibn Umer) tahdîs etti ki, babası ona
Abdullah ibn Umer'den Harûriyye'yİ zikrederek tahdîs etmiş ve şöyle demiştir:
Peygamber (S): "Onlar, okun avdan delip çıkışı gibi İslâm Dîni 'nden
çıkarlar!'' buyurmuştur [21].
15-.......Bize
Ma'mer, ez-Zuhrî'den; o da Ebû Seleme'den haber verdi ki, Ebû Saîd (R) şöyle
demiştir: Peygamber (S) ganimet taksimi yaparken, bu sırada Abdullah ibnu
Zî'I-Huveyrısa et-Temîmî geldi ve:
— Adalet et, yâ Rasûlallah! dedi. Rasûlullah da
ona:
— "Sana veyl olsun! Eğer ben adalet
etmemem kim adalet eder?" buyurdu.
Umer ibnu'l-Hattâb:
—(Yâ Rasûlallah!) Beni
serbest bırak da şunun boynunu vurayım! dedi.
Rasûlullah:
— "Onu terket!
Şübhesiz onun birtakım avanesi vardır ki, sizden biriniz onların namazları
yanında kendi namazını, onların oruçları yanında kendi orucunu muhakkak küçük
görecek. Onlar okun avdan (delip) çıkışı gibi dînden çıkacaklar. (Avı delip
geçen) okun tüyüne bakılır, orada kandan hiçbirşey bulunmaz. Sonra okun demirine
bakılır, orada da hiçbirşey bulunmaz. Sonra okun yaya giriş yerine bakılır,
orada da birşey bulunmaz. Sonra okun ağaç kısmına bakılır, orada da birşey
bulunmaz. Ok, avın işkembesi içindeki şeylere ve kana girip çıkmış, fakat
onlardan hiçbirşey oka yapışıp kalmamıştır. Onların alâmeti, iki etinden biri
-yâhud: İki memesi kadın memesi gibi olan, yâhud: Öteye beriye gidip gelen
büyük bir et parçası gibi olan bir adamdır. Onlar, insanlar (müslümânlar)
arasında bir ayrılma olduğu zaman ortaya çıkarlar!"
Ebû Saîd şöyle dedi:
Ben şehâdet ediyorum ki, bu hadîsi ben Pey-
Kitâbıı
Isütâbeti'I-Mürteddîn/6 799
gamber(S)'den işittim.
Ve yine şehâdet ediyorum ki, Alî (ibn Ebî Tâ-lib Nehrevân'da) bunlarla harb
yapmıştır, ben de onun maiyyetinde idim. Netîcede Peygamber'in vasıflandırdığı
vasıf üzere bir adam (bulunup) getirildi [22].
Ebû Saîd: ''İçlerinden
sadakaların taksîmi) hususunda seni ayıplayacaklar da var. Çünkü eğer
içlerinden kendilerine verilirse hoşlanırlar. Şayet yine kendilerinden
olanlara verilmezse derhâl kızarlar" (et-Tevbe: 58) âyeti bunun hakkında
indi, dedi.
16-.......Bize
Buseyr ibnu Amr tahdîs edip şöyle dedi: Ben Sehl ibn Huneyf'e:
— Sen Peygamber(S)'den
Haricîler hakkında herhangi birşey söylerken işittin mi? diye sordum.
Sehl ibn Huneyf şöyle
dedi:
— Ben Peygamber'den,
elini Irak tarafına uzatarak şöyle buyururken işittim: "Oradan bir kavim
çıkacak ki, onlar Kur'ân'ı okurlar, Kur'ân onların köprücük kemiklerinden
öteye geçmez. Onlar atılan bir okun avı delip çıkması gibi İslâm'dan sür'atle
çıkarlar" [23].
17-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûhıllah (S): "Da'vâları bir olduğu hâlde
iki topluluk birbirleriyle kıtal yapmadıkça kıyamet kopmaz" buyurdu [24].
18- Ebû
Abdillah el-Buhârî şöyle dedi: Ve el-Leys ibn Sa'd şöyle dedi: Bana Yûnus ibn
Yezîd, İbn Şihâb'dan tahdîs etti. Bana Urve ibnu'z-Zubeyr haber verdi ki, ona
da el-Misver ibn Mahrame ile Ab-durrahmân ibn Abdin el-Kaarî haber verdiler;
onlar da Umer ibnu'l-Hattâb(R)'dan şöyle derken işitmişlerdir: RasûIullah(S)'m
hayâtında (namazda) Hişâm ibn Hakîm'in el-Furkaan Sûresi'ni okuduğunu işittim.
Duydum ki, Hişâm bu sûreyi Râsûlullah'ın bana okutmadığı birtakım lehçelerle
okuyordu. Az kaldı üzerine namazın içinde atılacaktım. Fakat selâm verinceye
kadar bekledim. Sonra selâm verince hemen ridâsını -yâhud kendi ridâm ile-
göğsünün üzerinde toparlayıp:
— Bu sûreyi sana -duyduğum
gibi- kim okuttu? diye sordum. Hişâm:
— Bu sûreyi bana Rasûlullah (S) okuttu! dedi.
Ben de ona:
— Yalan söyledin.
Vallahi Rasûlullah bu sûreyi bana, senin okumakta olduğunu işittiğimden başka
türlü okuttu! dedim.
Ve onu yakasından
tutarak Râsûlullah'ın yanına götürdüm ve:
— Yâ Rasûlallah! Ben
şundan el-Furkaan Sûresi'ni, Sen'in bana okutmadığın birtakım lehçelerle
okurken işittim. Hâlbuki el-Furkaan Sûresi'ni bana bizzat Sen öğretmiştin?
dedim.
Bunun üzerine
Rasûlullah:
— "Hişâm'ın yakasını bırak yâ Umer!"
buyurdu. Ona da:
— "Yâ Hişâm! Oku!" diye emretti.
Hişâm da O'na karşı,
benim kendisinden okuduğunu işittiğim kıraatle okudu. Rasûlullah:
— "Bu sûre böyle indirildi" buyurdu.
Bundan sonra Rasûlullah bana da:
— "Yâ Umer! Oku!" diye emretti. Ben de
okudum. Rasûlullah:
— "Bu sûre böyle indirildi" buyurdu.
Bundan sonra da:
— "Şübhesiz bu Kur'ân yedi lehçe üzerine
indirildi. Bundan hangisi kolayınıza gelirse, onu okuyunuz!" buyurdu [25].
19-.......
Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Şu "imân edenler, bununla beraber
imânlarım haksızlıkla da bulaştırmayanlar; işte (ancak) onlardır ki, (korkudan)
emin olmak hakkı kendilerinindir. Onlar doğru yolu bulmuş kimselerdir''
(ei-En'âm: 82) âyeti indiğinde, bu, Peygamber'in sahâbîleri üzerine ağır geldi
de:
— Hangimiz nefsine zulmetmemiştir! dediler.
Bunun üzerine Rasûlullah (S):
— "Bu, sizin zannetmekte olduğunuz zulüm
değildir. O ancak Lukmân'ın oğluna: 'Yâ oğulcağızım! Allah'a ortak koşma. Çünkü
şirk elbette büyük bir zulümdür' (Lukmân: 13) buyurduğu zulümdür" dedi [26].
20-.......Bize
Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den haber verdi. Bana Mahmûd ibnu'r-Rabî' haber
verip şöyle dedi: Ben Itbân ibnu Mâ-lik'ten işittim, şöyle diyordu: Ertesi
sabah Rasûlullah (S) gün yükseldiği vakit bana geldi. Evimin bir tarafında
bize namaz kıldırdı... Bizimle beraber namaz kılanlardan biri:
— Mâlik ibnu'd-Duhşun nerede? dedi. Bizlerden
bir adam da:
— O, Allah'ı ve Rasûlullah'ı sevmeyen bir
münafıktır! dedi. Bunun üzerine Peygamber (S):
— "Ona böyle demeyiniz! O, Lâ ilahe illellâh...
diyor, bunu da Allah'ın rızâsını istemek için söylüyor" buyurdu.
Itbân için o sözü
söyleyen kimse:
— Evet öyledir (Allah ve Rasûlü en bilendir),
dedi. Peygamber:
— "Şu muhakkak
ki, kıyamet günü tevhîd ile gelecek herbir kul üzerine Allah, ateşi elbette
haram kılmıştır" buyurdu [27].
21-.......Bize
Ebû Avâne, Husayn ibn Abdirrahmân'dan; o da Fulân'dan (ki o, Sa'd ibn
Ubeyde'dir...) tahdîs etti. Son râvî şöyle demiştir: Ebû Abdirrahmân ile Hıbbân
ibnu Atıyye çekiştiler de Ebû Abdirrahmân, Hıbbân'a hitaben, Alî'yi kasdederek:
— Yemîn olsun, senin
sahibinin ne kadar müslümân kanı dökmeye cür'et ettiğini bilmişimdir! dedi.
Hıbbân:
— O buna cür'et etmedi ey babasız kalası! dedi.
Ebû Abdirrahmân:
— Bir şey ki, ben onu bunu söylerken işittim,
dedi. Hıbbân:
— Bu şey nedir? dedi.
Ebû Abdirrahmân şöyle
dedi:
— Alî şöyle dedi:
Rasûlullah (S) beni, Zubeyr'i ve Ebû Mersed'i gönderdi, hepimiz süvârî idik.
Rasûlullah: "Gidiniz; Hâc bustânına kadar gidiniz -Ebû Seleme dedi ki: Ebû
Avâne böyle (cim ile) "Hâc" şeklinde söyledi-. Çünkü o bustânda bir
kadın bulacaksınız ki, onun yanında Hâtıb ibn Ebî Beltea'dan Mekke'deki
müşriklere yazılmış bir sahîfe vardır, o sahîfeyi bana getiriniz!"
buyurdu.
(Alî dedi ki:) Biz
atlarımız üzerinde koşturarak gittik. En sonu Rasûlullah'm bize söylemiş olduğu
yerde, devesi üzerinde gitmekte
olan bir kadın bulduk.
Hâtıb Mekke ahâlîsine Rasûlullah'm kendilerine doğru yürüyeceğini bildiren bir
mektûb yazmıştı. Biz kadına:
— Yanında bulunan
mektûb nerede? dedik. Kadın:
— Bende hiçbir mektûb yoktur! diye inkâr etti.
Biz kadının devesini
çöktürüp, eşyası arasında mektubu araştırdık, fakat hiçbirşey bulamadık, iki
arkadaşım; ez-Zubeyr ile Ebû Mersed:
— Biz bu kadında hiçbir mektûb görmüyoruz!
dediler. Alî dedi ki: Ben de onlara:
— Yemîn olsun ki, biz
Rasûlullah'm hiç yalan söylemediğini bil-mişizdir! dedim.
Bundan sonra Alî,
kendisiyle yemîn edilen Allah adına yemîn etti de, kadına:
— Vallahi sen ya
mektubu çıkarırsın, yâhud ben senin elbiseni muhakkak soyacağım! dedi.
Bunun üzerine kadın
elini, kuşanmakta olduğu izârmın bağına doğru uzattı da oradan sahîfeyi
çıkardı. Alî ile arkadaşları o mektubu Rasûlullah'a getirdiler. Umer:
— Yâ Rasûlallah! Bu
zât Allah'a, Rasûlü'ne ve mü'minlere hainlik yapmıştır; beni bırak da bunun
boynunu vurayım! dedi.
Rasûlullah:
— "Yâ Hâtıb! Bu yaptığın işe seni sevkeden
nedir?" buyurdu.
Hâtıb:
— Yâ Rasûlallah! Bende
Allah'a ve Rasûlü'ne mü'min olmaktan başka bir hâl olmamıştır. Lâkin ben
Kureyşler'in yanında kendim için ailemi ve malımı kendisiyle koruyacak bir
minnetdârlık eli olmasını istedim. Yanında bulunan Muhacir sahâbîlerinden
herbir kişinin orada kendi kavminden, ailesini, mallarını muhafaza edecek hısımları
vardır, (benim ise Kureyş'ten himaye edecek kimsem yoktur)! dedi.
Rasûlullah:
— "Hâtıb doğru söyledi, onun hakkında
hayırdan başka bir söz
söylemeyiniz!"
buyurdu.
(Alî dedi ki:) Umer,
Hâtıb hakkındaki sözünü tekrarladı da:
— Yâ Rasûlallah! O,
Allah'a, Rasûlü'ne ve mü'minlere hainlik yapmıştır, beni bırak da onun boynunu
vurayım! dedi.
Rasûlullah ona:
— "Hâtıb, Bedir ehlinden değil midir? Sana
ne bildirir ki, belki Yüce Allah Bedir ehlinin samimî mücâhedelerine muttali'
olmuştu da '(Bundan sonra) ne isterseniz işleyiniz, ben sizler için cenneti
vâ-cib kılmışımdır!' buyurmuştur!" dedi.
Bu söz üzerine Umer'in
iki gözü bol yaşa boğuldu da:
— Allah ve Rasûlü en
bilendir! dedi [28].
Ebû Abdillah el-Buhârî
şöyle dedi: Noktalı hâ ile "Hâh" kelimesi en doğru olanıdır. Lâkin
Ebû Avâne böyle hâ ve noktalı cîm ile "Hacın", "Hâcin"
şeklinde söylemiştir. Bu cîm ile olan yanlıştır. "Hâh Bustânı" Mekke
ile Medine arasında bir yer ismidir. Heysem -Huşeym- (noktalı hâ ile)
"Hâh" diye söylerdi [29].
[1] Bâzı nüshalarda Kitâbu'l-Mürteddîn.... unvanından
sonra "Bâbu men eşrake billahi ve ukûbetihi fi'd-dünyâ ve'1-âhireti ve
kaale'llâhu teâlâ..." şeklinde gelmiştir.
[2] Âyetin baş tarafı şöyledir: "HaniLukmân, oğluna -
o, ona öğüt verirken- şöyle demişti: Oğulcağızım, Allah'a ortak koşma. Çünkü
şirk elbette büyük bir zulümdür".
[3] Bunun bir rivayeti îmân Kitâbı'nda da geçmişti. îmân'a
şirk katmak ya nifak ile yâhud irtidâd suretiyle olur. Müşrik ve münafık
olmayanların mazhar oldukları emn ve emân, cehennemde devamlı kalmaktan emn ve
emândır. Yoksa âsîye azâb olunacağı, birçok nasslar ile sabittir.
[4] Bunun da birer rivayeti Şehâdetler ve Edeb'de geçti.
[5] el-Yemînu'l-gamûs, sahibini günâha ve ateşe daldıran
yalan yemîn demektir, daha önce îzâh edilmişti.
[6] Bu şöyle demektir: Bir kâfir müslümân olur ve
müslümânlıkta sebat ederse, küfür hâlinde işlediği günâhların hepsi affolunur.
Sebat etmez de küfre dönüp irtidâd ederse, o kimsenin hem evvelce küfür
hâlinde işlediği kötülükleriyle, hem müslümân olduktan sonra dönekliği ve
mürtedliği ile yakalanıp cezalanır..
Fakat bundan sonra
mürtedliğinden dönüp müslümân olursa, İmâm Ebû Hanîfe'ye göre "O
küfredenlere söyle ki, eğer vazgeçerlerse
geçmiş (günâhları) mağfiret olunacaktır, eğer (muharebeye) dönerlerse
evvelkiler^ uygulanan) kaa-nûn muhakkak surette devam etmiş olacaktır"
(el-Enfâl: 38) âyeti gereğince o kimse, yeni baştan müslümân sayılıp, yeni
baştan İşlediği hayırla sevâb alır. Ir-tidâdı üzerine yine terkettiği namaz ve
diğer ibâdetlerin kazası lâzım gelmez. "...Kim îmânı tanımayıp kâfir
olursa, herhalde bütün yaptığı boşuna gitmiştir ve o âhirette en çok ziyana
uğrayanlardandır" (eî-Mâide: S) âyeti gereğince, eski İbâdetleri bâtıl
olduğundan, hacc gibi vaktiyle ettiği ibâdeti yeniden îfâ etmesi lâzım gelir
(Aynî, Kastallânî).
[7] Başlığın iki kısmı arasında üç zâtın görüşü vardır.
Ebû Zerr rivayetinde bu üç zâtın görüşleri başlıktan sonra getirilmiştir. Bu üç
zâtın bu görüşlerine göre, erkek ve kadın mürtedler arasında hiçbir fark
olmamış oluyor, hükümleri bir oluyor. Ibn Abbâs'a göre, irtidâd ettiklerinde
kadınlar öldürülmezler. İbn Umer'in görüşünü İbn Ebî Şeybe, diğer ikisinin görüşünü
de Abdurrazzâk rivayet etmişlerdir
[8] "Onlara bakılmaz''^ kadar İslâm'dan sonra irtidâd
ederek Medine'den kaçıp Mekke müşriklerine katılan birkaç kişi hakkında
inmiştir. Bunlar hakkında tev-benin kabul edilmemesi, araştırılmıştır. En üstün
ma'nâ şudur: Çünkü böylele-ri ölüm emaresini görüp hayâttan ümidini kesmedikçe
tevbe edip îmâna gelmezler. Hâlbuki yeis îmânı makbul değildir. Bunun îzâhı
en-Nisâ: 17. âyetidir {Hakk Dîni, II, 1144).
[9] ez-Zındîk: Zây'ın kesriyle seneviyye taifesinden olan
şahsa denir. Bir kavle göre nûr ve karanlığa kaail olan, bir kavle göre
âhirete ve rubûbiyete îmân ve i'ti-kaadı olmayan dînsize denir. Bâzılarına göre
gönlünde kâfirliği gizleyip sureta îmân ve İslâm'ı açıklayan münâfıka denir.
Bâzıları indinde "Zındık", "Zen-deb"in Fârisî muarrabıdır
ki, nâkısatu'1-akl olan nisvâna denir... Cem'i "Zenâdıka"ve
"Zenâdîk" gelir... (Uzun açıklama için: Kaamûs Ter., III, 881-882).
Bunun bir rivayeti Cihâd
Kitabı, "Allah'ın azâbıyle azâblanmaz bâbı"nda, Alî'den geçmiş ve
bâzı açıklamalar verilmişti. Hadîsin buradaki başlığa uygunluğu "Kim
dînini tebdil ederse, onu öldürünüz!" fikrasmdadır. Çünkü dînini
değiştirip tebdîl eden kimse, mürted olmuştur.
[10] Hadîsin başlığa uygunluğu "Ebû Mûsâ onunla ilgili
emrini verdi ve o mürted öldürüldü" kavimdedir. Buhârî bu hadîsi kısa ve
uzun metinlerle İcâre, Mağâ-zV ve Ahkâm Kitâbları'nda da getirmiştir. Müslim de
Mağâzî'de getirmiştir. Bu iki büyük sahâbînin Yemen gibi koca bir ülkenin idarî
işleri arasında ibâdet ve Hakk'a ubudiyet hususlarındaki muntazam programları
bizim için, ve her devirdeki yüksek idareciler için örnek alınacak bir
husustur. Mağâzî'de de geçtiği üzere, Muâz bir geceyi üçe ayırıyordu: Uyku,
namaz, Kur'ân kıraati. Uyku vücûdun ve sıhhatin düzgün olup, bütün dînî ve
dünyevî işlerin yapılması vücûdun sağlığına ve düzgünlüğüne bağlı
bulunduğundan, uykunun da namaz kadar sevabı olacağını Muâz ibn Cebel'den
öğreniyoruz.
[11] Başlığa uygunluğu açıktır. Buhârî bunun bir rivayetini
Zekât'ta getirdiği gibi, İ'tisâm'da da getirecektir. Müslim deîmân'da
getirmiştir.
Hicretin onbirinci yılı
rebnılevvelinin onikinci pazartesi günü Peygamber'-in vefatı üzerine Ebû Bekr
halîfe seçilmişti. Bu târihi ta'kîb eden günlerde bâzı Arab kabileleri Tevhîd'i
ve namazı kabul ettiklerini bildirerek zekâtı vermekten çekinmişler ve böylece
İslâm'ın vâciblerinden olan bir esâsı reddetmişlerdi. Bunlar üzerine Halîfe,
ordu göndermek ve onlarla harb etmek gerektiğini ortaya koydu. Sonunda Umer de
Halîfe'nİn görüşünün doğruluğunu kavrayıp tasdik etmiştir, İslâm Dîni'nin
bütünlüğünü, İslâm Ümmeti'nin hayât ve istikbâlini kurtaran hiç şübhesiz Ebû
Bekr'in bu doğru kararı, azim ve kiyaseti, metanet ve mukaavemeti olmuştu.
(Allah onlardan razı olsun!)
[12] Yânî hakk etmekte olduğunuz la'net ve azâb sizin
üzerinize olsun!
Peygamber(S)'in onu
öldürtmemesi, ancak onun sözünü sövmeye hamlet-memesindendir. Peygamber onun bu
sözünü, çaresiz herkesin başına gelecek olan ölüm ile beddua ma'nâsına
hamletti. Onun İçin cevâbda "Senin üzerine de olsun" dedi. Yânî ölüm
bana da, sana da inecektir, onun için bununla beddua etmeye hiçbir ma'nâ
yoktur. Bu söz, sövme hakkında da sarîh değildir. Bu hadîsi en-Nesâî, ei-Yevm
ve'1-Leyl Kitâbı'nda getirdi (Kastallânî).
[13] Kitâbu'l-Edeb'deki rivayette burada şu ziyâde de
vardır: "Sen de benim dediğimi işitmedin mi? Ben onlara reddettim. Benim
onlar hakkında duam kabul olunur. Fakat onların benim hakkımdaki dilekleri
kabul olunmaz" buyurdu.
[14] Şârih Hattâbî, "Sâm " lafzının Yahûdîler
arasında "Ölüm" ma'nâsına olduğunu bildirmiştir.
Eğer bu lafız Arabça
ise, bu "dan olup " ma'nâsma-dır. Çünkü ölüm herkeste geçecektir...
(Kastallânî).
[15] Bu hadîsi burada zikretmesi, bunun da Peygamber'in
"es-Sâmu aleyke" diyen kimseyi öldürmeyi terketmesiyle unvânlanan
bâb'a katılmış olması yönünden-dir. Bu da Peygamber'in yumuşaklığı ve sabrından
idi. Peygamberler de sabırlı idiler. Yüce Allah: "O hâlde peygamberlerden
azim sahihleri olanların sabrettikleri gibi, sen de sabret. Onlar için acele
etme... " (el-Ahkaaf: 35) buyurdu.
Bu hadîsin bir rivayeti
Enbiyâ'da, "İsrâîl oğulları'nın zikrİ"nde geçmişti.
[16] Haricîler, dînden çıkanlar ve Alî ibn Ebî Tâlib'e,
hakeme gitme işinde reddedip İsyan edenlerdir... Havâric, ehli hevâ ve
bid'atten ma'rûf bir kavimdir ki, insanlardan, yânî müslümânlann cemâatinden
hurûc eylediler. Mezheb cihetinden, kendilerine mahsûs görüşleri vardır.
Ma'lûm olur ki, üzerine cemâatin ittifak ettikleri hakk imâm
üzerine hurûc eden kimseye "Haricî" derler, gerek ol hurûc sahabe
vaktinde ve gerek tâbiûn zamanında ve gerek her vakitte olsun. Ve ol taifeye
"Hârice" ve tavâifine "Havâric" ıtlak olunur, onlar yedi
fırkadır... (Tafsilât için: Kaamûs Ter., I, 732-733).
[17] Bu âyetle Hâricîler'in ve mülhidlerin kendilerine
hüccet getirilmesi ve tutunduklarının bâtıllığı ortaya konulduktan sonra
öldürülebileceklerine işaret etti. Çünkü âyet buna delâlet etmektedir.
[18] Bu haberi Taberî, Tehzîbu'l-Âsâr'da rivayet etmiştir
[19] Bunun birer rivayeti Alâmâtu'n-Nübüvve ile
Fadâilu'l-Kur'ân'da geçmişti.
Alî ile Muâviye arasında
yapılan Sıffîn harbi sonunda, her iki taraf hakemin hükmüne razı olmayan karar
verdiklerinde, bir zümre Alî'yi tekfir ederek; "Allah'tan başka hakem
olmaz!" demişlerdi. Bu söz, şeklen doğru ve hak bir sözdü (el-En'âm: 57;
Yûsuf: 40, 67). Fakat bâtıl ve kötü bir maksadla söylenmişti. Bunlar millet
için bir başkana gerek olmadığını iddia edip bozgunculuğu ve anarşistliği esâs
kabul etmişler ve cemâatten ayrılmışlardı...
[20] Harûrâ, Küfe kazasında bir karyedir. el-Harüriyye,
Hâricîler'den bir taifedir ki, reîsleri Necdet adındaki' kimse idi, bunlar Harûrâ
adındaki karyeye mensûb-durlar (Kaamûs Ter.).
Bunlar evvelâ Harûrâ'da
toplanmışlardı, bunlar dînde şiddetle tanınmışlardı. Alî (R) bunlarla
mukaatele etmişti.
Bunun bir rivayetini
Müslim, Zekât, "Hâricîler'in ve sıfatlarının zikri", 147 rakamıyle getirmiştir
{Müslim Ter., III, 264).
[21] Bu da zikredilen Ebû Saîd hadîsinin bir kısmıdır.
Ancak onda "Dînden çıkarlar" ta'biriyledir. Burada ise "îslâmdan
çıkarlar" ta'bîriyle gelmiştir.
[22] Bu kısım Müslim'de daha geniştir: "Ebû Saîd şöyle
dedi; Ben bunu Rasûlul-lah'tan işitmiş olduğuma şehâdet ediyorum. Ve yine
şehâdet ediyorum ki, Alî ibn Ebî Tâlib (R) bunlarla kıtal yapmıştır. Ben onun
maiyyetinde idim. Alî, bu hadîste tavsif edilen adamın aranmasını emretti. Adam
arandı, netîcede bulunup getirildi. Hattâ ben ona baktım ve Rasûlullah'ın
yaptığı tavsîf üzere olduğunu gördüm (Müslim, Zekât, "Hâricîler'in ve
sıfatlarının zikri babı", rak: 148).
[23] Bu hadîs de yakın bir metinle Müslim, Zekât,
"Hâricîler'in ve sıfatlarının zikri babı", 159-(1068) rakamında
geçmektedir.
[24] Bu hadîs bu senedle Buhârî'nin Müslim'den ayrı rivayet
ettiği hadîslerdendir. "Da'vâları bir olduğu hâlde", yanî o iki
topluluktan herbiri kendi ictihadiyle kendisinin hakk üzerinde olduğunu,
karşısındakinin bâtıl üzerinde olduğunu iddia ederek... demektir.
[25] Hadîsin başlığa uygunluğu şöyledir: Peygamber Umer'i
Hişâm'a yalancılığa nis bet etmesi ve onu ridâsıyle toplayıp getirmesinden
muaheze etmedi; Umer'i okuyuşla doğrultmak istedi, Hişâm'ı da naklettiği
kıraatte doğruladı, Umer'i de inkârında ma'zîretli kıldı. Bunun birer rivayeti
Husûmât'ta ve Fadâili'l-Kur'ân'da da geçmiş, oralarda da açıklamalar
verilmişti.
[26] Çünkü ni'met, ancak kendisinden olan ile asla ni'met
olmayan arasında eşitlik yapmıştır. Hadîsle başlık arasındaki uygunluk,
Peygamber'in âyetteki zulmü her günâha uzanacak derecede umûm günâhlar ma'nâsma
hamletmeleri ile sahâbîleri serzeniş etmemesi, onların bu te'vîldeki
kusurlarını hoş görmesi bakımındandır. Çünkü bu te'vîl de zahir olmuş bir
hatâdır. Sonra Peygamber, ondaki muradın ne olduğunu, müşkilliği giderecek
şekilde beyân etmiştir. Bunun bir rivayeti bu kitabın evvelinde de geçmişti
(Kastallânî).
[27] Farzlan edâ edip nehiylerden sakındığı takdirde, yâhud
murad cehennemde ebedî kalmayı haram etmiştir.
Başlığa uygunluğu
Peygamber(S)'in, Mâlik ibnu'd-Duhşun hakkında kötü söz söyleyenleri muaheze
etmemesi ve onlara İslâm hükümlerinin bâtını üzere değil, zahire göre
yürütüleceğini beyân etmesi yönündendir.
Bu hadîsin daha
tafsilâtlı bir rivayeti Namaz Kitabı, "Evlerde mescidler bâbı"nda
geçmiş ve genişçe açıklama orada verilmişti (Aynî).
[28] Hadîsin başlığa uygunluğu Peygamber'in, Hâtib'm
te'vîlindeki bahanesini kabul edip, onun doğru söylediğine şehâdet etmesi
yönündendir.
Bu vak'anın rivayetleri
Mekke Fethi'nde, Cihâd'da ve Tefsîr'de el-Mümtehıne Sûresi'nin ilk âyeti
hakkında da geçmiş ve açıklamalar oralarda verilmişti.
[29] Buhârî'nin bu açıklaması el-Müstemlî nüshasında
böylece sabittir.