94- KİTABU'L-AHKAM.. 3

1- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 3

2- Bâb: Emirler Kureyştendir 3

3- Hikmetle Hüküm Verenin Ecri Babı 4

Hilâfet'te KureyşIi Olmanın Şart Kılınmasmdaki Hikmet ve Sakıt Olmasının Keyfiyeti 4

4- İmâmın (Devlet Başkanının, Onun Ta'yîn Ettiği Emirlerinin) Allah'a Ma'siyet Olmayan Emirlerini Dinlemek Ve İtaat Etme(Nin Vucûbu) Babı 5

5- Bâb: 6

6- Bâb: 6

7- Emirlik İsteği Üzerine Hırslı Olmanın Mekrûhluğu Babı 6

8- Bir Topluluğu Koruyup Gözetlemek Vazifesi Verilip De O Topluluğa Nasihat Etmeyen Kimse Babı 6

9- Bâb: İnsanlar Üzerine Meşakkat Girdiren Kimseye Allah Da Meşakkat Verîr 7

10- Yolda İken Hükmetmek Ve Fetva Vermek Bârı 7

11- Peygamber(S)'E Âid (Huzuruna İnsanların Girmelerine Mâni Olacak) Kapıcılar Olmadığının  Zikredilmesi Babı 7

12- Hâkim, Öldürülmesi Vâcib Olan Kimse Üzerine Üstünde Bulunan İmâmdan. Bunun İçin Ayrıca İzin Almaksızın Öldürmekle Hüküm Verir Babı 8

13- Bâb: Hâkim Yâhud Müftî Öfkeli Hâlde Hüküm Ve Fetva Verir Mi? 9

14- Hâkim İçin (Haddler Gibi Allah Hakları Dışındaki Hususlarda) İnsanların İşlerinde, Zanlardan Ve Töhmetten Korkmadığı Zaman Kendi Bilgisi İle Hükmetmek Hakkı Olduğu Görüşünde Olan Kimse Babı 9

15- "Bu Fulânın Yazısıdır" Diye Mühürlenmiş Yazı Üzerine Şâhidlik Etme; Bu Nevi'den Yazı Üzerine Şâhidliğin Caiz Olacak Ve Kendilerine Şâhidliğin Dar Olacağı, Yânı Caiz Olmayacak Olanlar, Hâkimin Kendi Âmillerine Mektûb Yazması İle Kaadının Diğer Kaadıya Mektûb Yazmasının Hükmü Babı 10

16- Bâb: İnsan Ne Zaman Kaadı Olmaya Hakk Kazanır? 11

17- Hâkimlerin Ve (Müslümanların İşlerini Yüklenen) Hükümet Âmir Ve Me'murlarının Rızıkları Bârı 12

18- Mescidde Hüküm Veren Ve Yine Mescid İçinde La'netleşme Yaptıran Kimse Babı 12

19- Mescid İçinde Hüküm Veren Ve Nihayet Dînî Cezalardan Bir Ceza Vermeğe Geldiğinde, Cezayı Hakk Eden Kimsenin Mescidden Çıkarılmasını Emreden Kimse Babı 13

20- İmâmın Da'vâ Sırasında Hasımlara Öğüt Vermesi Babı 13

21- Kaadılığı Üzerine Alması Zamanında Yâhud Üzerine Almadan Önce İki Hasımdan Birisi İçin Bu Hâkimin Huzurunda Olacak Olan Şâhidliğin Hükmü Nedir? Babı 13

22- Vâlî, Bir Yere İki Kumandan Gönderdiği Zaman Onlara Birbirlerine İtaat Etmelerini Ve Birbirlerine Öfkelenip İsyan Etmemelerini Emretmesi Babı 15

23- Hâkimin (Düğün İçin Olan) Da'vete İcabet Etmesi Babı 15

24- Devlet Âmir Ve Me' M Urla Rina Verilen Hediyelerin Hükmü) Babı 15

25- Kölelerin Kaza Ve Hâkimlik Vazifelerine Ta'yîn Olunmaları Ve Memleketler Üzerine Vâlî Ve Kumandan Yapılmaları Babı 16

26- İnsanların Siyâset İşlerini Üzerlerine Alan Ve Onların Bu İşlerini Koruyup Tedbîreden Arîf Yânı İşbilir Kişiler Babı 16

27- Bir Kimsenin Sultânın Huzurunda Sultânı Medhetmesi. Oradan Çıktığında Da Bunun Zıddını Söylemesinin Çirkin Olması Babı 17

28- (Allah Haklarında Değil De İnsan Hakları Hususunda) Hazır Olmayan Kimse Üzerine Hüküm Verme Babı 17

29- Bâb: 17

30- Kuyu Ve Benzerî (Havuz, Ev Ve Su Harkı) Hakkında Hüküm Verme Babı 18

31- Malın Çoğu Ve Azı Hakkında Hüküm Vermek Babı 18

32- İmâmın (Devlet Başkanının) İnsanların Mallarını Ve Akarlarını {Borçlarını Tam Ödetmek Ve Faydalandırmak İçin) Satın Alması Babı 18

33- Kumandanlar Hakkinda Hiçbir Söz Bilmiyerek Kötüleme Yapanın Kötülemesine Aldırmayan Kimse Babı 19

34- "El-Eleddıtl-Hasım" -Ki "Husûmeti Devamlı Olan"-Kimse Babı 19

35- Bab: Hakim Zulüm İle Hükmettiği Yâhud İlim Ehline Zıdd Bir Hüküm Verdiği Zaman, Onun Bu Hükmü Reddedilir 19

36- İmâm (Yânî Devlet Başkanı) Bir Kavme Gelir Ve Onların Aralarını İyileştirip Düzeltir Babı 20

37- Bâb: Hüküm Yazıcısının Emîn Ve Akıllı Bir Kimse Olması Müstehâb Olur 20

38- Hâkimin, Kendi Emrindeki Âmir Ve Metorlarına; Kaadının Da İnsanların Mallarını Ve Haklarını Yazıp Korumakla Vazifeli "Eminler" Denilen Me'mûrlarına Yazı Yazması Babı 21

39- Bâb: Hâkime, Müslümanlara Âîd İşlerde Bakıp Tahkik Etmesi İçin Tek Başına Bir Adamı Göndermesi Caiz Olur Mu? 21

40- Hâkimlerin İfâdeleri Tercüme Ettirmeleri (Yânî Sözleri Kendi Dilinden Başka Bir Dille Tefsîr Ettirmeleri) Ve Bir Tek Tercüman Caiz Olur Mu? Babı 22

41- İmâmın (Yânı Devlet Başkanının) Vâlî, Âmir, Kumandan Ve Me'mûrlarını Hesaba Çekmesi Babı 23

42- İmâmın {Yânî Devlet Balkanının) Sırdaşları Ve Devlet İşlerini Danışıp İstişare Ettiği Kimseler Babı 23

43- Bâb: İmâm (Yânî Devlet Başkanı) İnsanlarla Nasıl Bey'at Yapar (Yâhud: İnsanlar İmâmla Nasıl Bey'at Ederler)?. 23

44- (Bir Halette Te'kîd İçin) İki Kerre Bey'at Eden Kimse Babı 25

45- Bedevî Arablar'ın (İslâm Ve Cihâd Üzerine) Bey'at Etmeleri Babı 25

46- Küçük Çocuğun Bey'atı Babı 25

47- Bey'at Ettikten Sonra Bey'atinden Geri Dönmek İsteyen Kimse Babı 26

48- Bir İmâma (Devlet Başkanına Allah'a Tâat Maksadıyle Değil De) Sırf Dünyâ Menfaati İçin Bey'at Eden Kimse Babı 26

49- Kadınların Bey'ati Babı 26

50- Yaptığı Bir Bey'ati Bozan Kimse Babı 27

51- Vefat Ardında Halîfe Ta'yîn Etmek Babı 27

52- Bâb. 29

53- Birbirleriyle Çekişen Hasımların, Töhmet Ve Ma'siyet Ehli Olanların, Bu Sıfatla Tanınmalarından Sonra Evlerden Çıkarılmaları Babı 29

54- Bâb: İmâm İçin Mücrimleri Ve Ma'siyet İşleyenleri Konuşmaktan, Kendilerini Ziyaret Etmekten Ve Benzeri Şeylerden Men1 Etmesi Caiz Olur Mu?. 29


Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle

 

94- KİTABU'L-AHKAM

(Hükümler Kitabı) [1]

 

1- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

'Ey îmân edenler, Allah 'a itaat edin. Rasûle ve sizden olan emir sahihlerine de itaat edin... " (en-Nisâ: 59) [2].

 

1-.......ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Ebû Seleme ihmi Abdirrahmân haber verdi ki, kendisi Ebû Hureyre(R)'den şöyle derken işit-miştir: Rasûlullah (S): "Her kim bana itaat ederse, Allah'a itaat etmiştir. Her kim bana isyan ederse, Allah'a isyan etmiştir. Her kim benim emîrime itaat ederse, bana itaat etmiştir. Her kim de benim emîrime isyan ederse, bana isyan etmiştir" buyurdu [3].

 

2-.......Bana Mâlik, Abdullah ibn Dinar'dan; o da Abdullah ibn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Dikkat ediniz! Herbirerleriniz güdücüdür ve herbirerleriniz elinin altındakilerden sorumludur. Şöyle ki, insanlar üzerinde bulunan en büyük imâm (yânı devlet başkanı) da bir güdücüdür ve o da idaresi altında bulunanlardan sorumludur. Erkek, kendi ev halkı üzerinde bir güdücüdür, o da eli altındakilerden sorumludur. Kadın da kocası­nın ev halkı ve çocukları üzerinde bir güdücüdür ve o da onlardan so­rumludur. İnsanın hizmetçisi de efendisinin malı üzerinde bir güdücüdür ve o da o malların korunmasından sorumludur. Dikkat edin! Hâsılı herbirerleriniz güdücü ve herbirerleriniz güttüğünüz şeylerden sorum­lusunuz!" [4].

 

2- Bâb: Emirler Kureyştendir

 

3-.......Bize Şuayb tahdîs etti. ez-Zuhrî şöyle demiştir: Muhammed ibn Cubeyr ibn Mut'ım, Kureyş tarafından elçilikle gönderilen bir hey'et arasında bulunduğu hâlde, Muâviye'nin huzurunda iken geçen bir vak'ayı ve ondan işittiklerini şöyle rivayet etmiştir: Abdul­lah ibn Amr ibni'l-Âs'ın "Kahtânîler'den birisi ileride melik olacaktır" diye tahdîs ettiğini Muâviye duymuştu. Bundan sinirlenen Muâviye (hey'et karşısında) ayağa kalkıp, Allah'ı şanına lâyık sıfatlarla sena etti. Sonra "Amma ba'du" (fasıl hitâbıyle söze başlayıp şöyle) dedi:

— Ey Kureyş hey'eti! Kesin olarak bildirildiğine göre, sizden bâzı kimseler Allah'ın Kitâbı'nda olmayan, Rasûrullah(S)'tan nakledilme­yen birtakım hadîsler tahdîs ve naklediyor oldukları bana ulaştı. Emîn olunuz ki, onlar, sizin câhillerinizdir. Ben, sahibini delâlete sürükle­yen bu bâtıl sözlerden sizleri sakındırırım. Çünkü ben Rasûlullah(S)'-tan: "Şu hilâfet işi Kureyş'te bulunacaktır. Onlar dînî vecîbelerini îfâ ve adalet icra ettikleri müddetçe, onlara hiçbir kimse düşmanlık ede-miyecektir. Eğer onlar dînden, adaletten saparlarsa, bu hâlde Allah Kureyş'i yüzüstü ateşe sürçtürür" buyururken işittim, dedi.

Bu hadîsi İbnu'l-Mübârek'ten; o da Ma'mer'den; o da Zuhrî'-den; o da Muhammed ibn Cubeyr'den rivayet etmekte Nuaym ibn Hammâd, Şuayb'e mutâbaat etmiştir [5].

 

4-.......Bize Âsim ibn Muhammed tahdîs edip şöyle dedi: Ben babam Muhammed ibn Zeyd'den işittim, o şöyle diyordu: Dedem İbn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S): "Kureyş'ten iki kişi kaldık­ça, şu hilâfet işi Kureyş'ten zail olmaz" buyurdu [6].

 

3- Hikmetle Hüküm Verenin Ecri Babı

 

Çünkü Yüce Allah'ın şu kavli vardır:

'Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse, onlar fâşıkların tâ kendileridir" (el-Mâide: 47)  [7].

 

Hilâfet'te KureyşIi Olmanın Şart Kılınmasmdaki Hikmet ve Sakıt Olmasının Keyfiyeti

 

Hilâfet'ten esâs gaye olan şeriat hükümlerini tenfîz ve ümme­tin işlerini tanzîm, kuvvet ve iktidara dayanmış bulunduğundan, hi­lâfetin şartlarından asıl ve akdemi, kuvvet ve kudrettir. İslâm'ın evvelinde Kureyş kabilesi büyük bir aşiret idi ki, şeref, haseb, nç-seb, sayı çokluğuyla ve mülkün muhafazasında, ümmetin işlerini görmekte, şeriat hükümlerini infazda kuvvet ve kudret cihetinden diğer kabilelerden daha üstün durumda idi. Binâenaleyh, hilâfet va­zifesini icraya Kureyş kabilesinde fevkalâde liyâkat ve isti'dâd bu­lunmaktaydı. İşte bundan dolayıdır ki, Peygamber "İmâm Kureyş'tendir" hadîsi ile hilâfet işini Kureyş kabilesine tahsis bu­yurmuştur. Yoksa bu hadîsten maksad, Kureyş'in sırf Peygamber'in sülâlesine intisâblan demek değildir. Çünkü "Bizpeygamberler mîrâs bırakmayız" hadîsi ile peygamberlerin mîrâs bırakmadıkları açık­lanmıştır. Binâenaleyh birinci hadîs ile hilâfet ve imametin Kureyş kabilesine tahsis buyurulması, o hilâfetin en önde gelen şartı olan kuvvet ve kudretin onlarda tamamen mevcûd bulunmasına dayan­maktaydı.

Peygamber vefat ettiği gün, Kureyş ile Ensâr halîfe seçimi için Benû Sâide sakîfesinde toplandıktan sonra Ensâr "Kureyş'ten bir emîr, Ensâr'dan bir emîr ta'yîn olunmak" fikrini ortaya almışlar­sa da, Kureyş kabilesi o sırada hilâfetin hem sıhhat ve hem evlevi-yetinin şartlarını tamamen hâiz olup, her cihetten hilâfete ehliyet ve istihkaakları bulunduğundan, Ebû Bekr "İmâm Kureyş'tendir" hadîsini hüccet getirerek, Ensâr'ı susturup hem Muhacirler, hem de Ensâr topluluğu beraberce Ebû Bekr'e bey'at etmişlerdi. Bu şekil­de hilâfet makaamı Kureyş'in idaresine geçmiş oldu. Bu târihten i'-tibâren hilâfet makaamı Râşid Halîfeler zamanında kamilen (noksansız), Emevî ve Abbasîler zamanlarında da noksan olarak Ku­reyş kabilesinin uhdesinde bulundu.

Fakat Abbasî Saltanatı'nın sonlarında, şevket ve satvetlerine, kuvvet ve kudretlerine bir zayıflık ve bozukluk ânz olarak, hilâfe­tin ilk önde gelen şartım kaybettiler. O sırada nüfuz ve iktidar ka­zanmış olan Deylem ve Selçuk kabîleleri, bunca zamandan beri Kureyş kabilesinin uhdesinde devam etmiş olan İslâm Hilâfeti'ni uh­delerine aldılar...

Daha önce arzedilen Hilâfet'in Hâşim ve Kureyş kabilelerine mensûb olması, hilâfetin sıhhatinin şartı olmayıp, evleviyetinin şartı olduğundan, ihtiyâç ânında sakıt olacağına ve binâenaleyh Kureyş kabilesine mensûb olmayan halîfenin de hilâfeti sahîh olduğuna İs­lâm âlimlerinin pekçoğu kaail olmuşlardır. Sahîh-iMüslim'de de: "Sizdin üzerinize başı kuru üzüm gibi siyah Habeşli bir köle ta'yîn olunsa, onu dinleyip itaat ediniz" ve "Sizleri Allah Kitâbı'na göre idare edecek olan emîriniz Habeşli bir köle olsa bile ona itaat ediniz" hadîsleri... ile KureyşIi olma şartının ortadan kalkarak, KureyşIi ol­mayan halîfenin hilâfeti sahîh olduğunu açıklamışlardır.

Binâenaleyh Emevî ve Abbasî halîfelerinin hilâfeti nasıl sahîh ise, sıhhatinin şartlan bulunduğunda Selçuklu ve Osmanlı pâdişâh­larının hilâfetleri de sahîh olmuştur...

Şu kadar var ki, gerek Emevî ve Abbasî ve gerekse Selçuklu halîfelerinin, hilâfetin hem sıhhat ve hem evleviyetinin şartlarını ta­mamen üzerlerinde toplamamış olduklarından, Râşid Halîfeler dev­rinde olduğu gibi, hilâfetleri kâmil değildir. Bunda ise Osmanlı Halîfesi ile Abbasî ve Emevî Halîfesi arasında asla fark yoktur. Bi­nâenaleyh gerek Emevî, Abbasî; gerekse Selçuklu ve Osmanlı ol­sun, bir halîfeye bey'at olunduktan sonra "Allah'a ve Rasûlü'ne ve sizden olan emir sahihlerine itaat ediniz" (en-Nisâ: 59) âyeti gere­ğince, bütün müslümânların ve himâyesi altında bulunan gayrimüs­limlerin, halîfeye itaat ve boyun eğmeleri vâcibdir. (İskilipli Mehmed Atıf, Şeriat Medeniyeti, Şâmil Yayınevi, İstanbul, 2. baskı, s.25-28).

Hamîdullah'ın Rasûlullah Muhammed (İrfan Yayınevi, 1973) adlı eserinin 323. sahîfesinde bu hadîsle ilgili güzel bir tevcih daha vardır. Oradan bir paragraf:

"İmamlar (devlet başkanları) Kureyş'tendir" şeklindeki hadî­sin ne sebeb ve ne münâsebetle söylenmiş olduğu ma'lûmumuz de­ğildir. Ben şahsen bu hadîsin bir emir değil de, olacak şeyi önceden haber vermeftebşîrjden ibaret olduğu görüşündeyim...

Hz. Umer daha sonra ölüm döşeğinde iken kendi yerine geçe­cek olan kimseyi ta'yîndetereddüd içinde iken: "Âh! Şayet Huzey-fe'nin âzâdlı kölesi Salim hayâtta olsaydı, hiç tereddüdsüz onu, yerimi alacak kimse olarak gösterirdim" sözünü tekrarlayıp dur­muştur. İşte bu Salim, bir Kureyşli değildi."

 

5-.......Abdullah ibn Mes'ud (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "İki hasletten başkasına hased olunmaz. Bunlar da Allah'ın kendisine bir mal verip de o malı hakk yolunda tüketmeye muktedir kıldığı kimse, diğeri de Allah'ın kendisine hikmet verdiği, o da hu hikmetle hükmeder ve onu başkalarına öğretir olan kimsedir" [8].

 

4- İmâmın (Devlet Başkanının, Onun Ta'yîn Ettiği Emirlerinin) Allah'a Ma'siyet Olmayan Emirlerini Dinlemek Ve İtaat Etme(Nin Vucûbu) Babı

 

6-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Sizler valilerinizin, kumandanlarınızın emirlerini dinleyi­niz ve onlara itaat ediniz; üzerinize ta'yîn olunan vâlî, başı siyah ku­ru üzüm gibi Habeşli bir köle olsa bile" [9].

 

7-.......İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle bu­yurdu: "Her kim emîrinden kerîh gördüğü bir iş meydana geldiğini görürse, onun fenalığına sabretsin (isyan etmesin)/ Çünkü her kim (İslâm) camiasından bir karış ayrılır da ölürse, muhakkak o, Câhili-yet ölümü ile ölür" [10].

 

8-.......Bana Nâfî\ Abdullah ibn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Pey­gamber (S): "Devlet âmirlerinin sevdiği yâhud sevmediği hususlar­daki emirlerini dinlemek ve ma'siyetle emrolunmadıkça itaat ve icabet etmek müslim kişi üzerine vâcib bir haktır. Ma'siyetle emrolunduğu zaman da onları dinlemek ve boyun eğmek yoktur" buyurmuştur [11].

 

9-.......Alî ibn Ebî Tâlib (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bir seriyye gönderdi de başlarına Ensâr'dan bir adamı kumandan ta'ym etti ve askerlere kumandanlarına itaat etmelerini emretti. Yolda ku­mandan maiyyetine öfkelendi de:

— Peygamber (S) bana itaat etmenizi emretmiş değil mi? dedi. Askerler:

— Evet emretti! dediler. Kumandan:

— Kat'î olarak size emrettim ki, muhakkak odun toplayacaksı­nız ve bir ateş yakacaksınız, sonra da ateşin içine gireceksiniz! dedi.

Sahâbîler odun topladılar, bir ateş yaktılar. (Bâzısı) ateşin içine girmeyi kasdettikleri zaman, bir kısmı diğer bir kısmına bakmaya ve:

— Bizler Peygamber'e ancak ateşten kaçmak için tâbi' olmuşuz­dur; böyle iken şimdi biz bu ateşe girer miyiz? dedi.

Onlar böyle konuşma yaptıkları sırada ateşin alevi söndü ve ku­mandanın da öfkesi sâkinleşti. Sonra bu vak'a Peygamber'e zikrolu-nunca, Peygamber (S):

  "Eğer mucâhidler bu ateşe girseler di, ebediyyen ondan dışarı çıkamazlardı. Çünkü âmire itaat, ancak ma'kûl ve meşru' olan emirler hakkındadır" buyurdu [12].

 

5- Bâb:

 

"Emirlik ve idarecilik istemeyen kimseye; Allah bu işte ona yardım eder".

 

10-.......Abdurrahmân ibn Semure (R) şöyle demiştir; Peygam­ber (S) bana şu öğüdü verdi:

— "Yâ Abderrahmân! Sen kimseden emirlik isteme! Eğer sen is­teyerek sana emaret ve başkanlık verilirse, istediğin şey ile yalnız bı­rakılırsın. Eğer emirlik ve başkanlık, sen istemeden sana verilirse, (Allah tarafından) emirlik işi üzerinde yardım olunursun. Bir de sen birşeye yemîn edip de başkasını ondan daha hayırlı gördüğünde, ye­mininden keffâret verip, o hayırlı işi işle!" [13].

 

6- Bâb:

 

"Emirlik isteyen kimse, emirlik işinde yalnız bırakılıp yardım olunmaz".

 

11-.......Abdurrahmân ibn Semure (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S) bana şöyle buyurdu:

— "Yâ Abderrahmân ibn Semure! Sakın sen emir olmak iste­me! Eğer sen isteyerek sana emirlik verilirse, istediğin şey ile yalnız bırakılırsın (Allah'ın yardımına nail olamazsın). Eğer emirlik ve baş­kanlık, sen istemeden sana yöneltilirse, bu iş üzerine yardım olunur­sun. Bir de sen bir şeye yemîn eder de başkasını ondan daha hayırlı gördüğünde, yemininden keffâret verip o hayırlı olan işi işle!" [14].

 

7- Emirlik İsteği Üzerine Hırslı Olmanın Mekrûhluğu Babı

 

12-.......Bize İbnu Ebî Zi'b, Saîd el-Makburî'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Mu­hakkak ki sizler emarete (yüksek idare mevki' ve makaamlarına) çok hırslı oluyorsunuz- Hâlbuki emaret (kötü idareciler için) kıyamet gününde nedamet olacaktır. O yüksek mevki' ne güzel süt-anadır (em­mekle doyulmaz), fakat ondan ayrılmak da memeden fena bir ayrılıştır (ki, hüznü çekilmez) " [15].

Ve Muhammed ibn Beşşâr şöyle dedi: Bize Abdurrahmân ibnu Humrân tahdîs etti. Bize Abdulhamîd ibn Ca'fer, Saîd el-Makburî'-den; o da Umer ibnu'I-Hakem'den; o da Ebû Hureyre'den, onun kavli olarak tahdîs etti [16].

 

13-.......Ebû Mûsâ (R) şöyle demiştir: Ben, beraberimde kav­mim Eş'arîler'den iki kimseyle Peygamber'in huzuruna girmiştim. O iki adamdan biri:

  Yâ Rasûlallah, beni bir me'mûriyete ta'yîn et! dedi. ~ Diğeri de bunun gibi bir me'mûriyet istedi.

Bunun üzerine Rasûlullah (S):

  "Biz bu iş üzerine onu isteyen ve ona hırslı olan kimseyi ta'-yîn etmeyiz" buyurdu [17].

 

8- Bir Topluluğu Koruyup Gözetlemek Vazifesi Verilip De O Topluluğa Nasihat Etmeyen Kimse Babı

 

14-.......Bize Ebû'l-Eş'as, Hasen Basrî'den tahdîs etti ki, (Bas­ra Emîri) Ubeydullah îbnu Ziyâd, Ma'kıl ibn Yesâr(R)'ı vefatı has­talığı içinde ziyaret etmişti. Ma'kıl, İbnu Ziyâd'a şöyle dedi:

— Ben sana Rasûlullah'tan işittiğim bir hadîs tahdîs edeceğim: Ben Peygamber(S)'den şöyle buyururken işittim: "Bir kul ki, Allah onu halkı görüp gözetmek üzere vâlî kılar da, o, hayırlı irşâdiyle hal­kı muhafaza etmezse, elbette o kişi cennet kokusu koklayamayacaktır [18].

 

15-.......Hasen Basrî şöyle demiştir: Biz Ma'kıl ibn Yesâr(R)'a

 

9- Bâb: İnsanlar Üzerine Meşakkat Girdiren Kimseye Allah Da Meşakkat Verîr

 

16-.......Tarîf Ebû Temime şöyle dedi: Ben, tabiî âlimi Safvân Nibn Muharnz'a, sahâbî Cundeb ibn Abdillah el-Becelî'ye ve Safvân'm arkadaşlarına, bir mecliste hâzır bulunup şâhid oldum. Cundeb on­lara vasiyet ediyordu. Safvân ve arkadaşları Cundeb'e:

  Sen RasûlulIah(S)'tan herhangi birşey işittin mi? dediler (de onu söylemesini istediler).

Cundeb de onlara şöyle dedi:

— (Evet.) Ben RasûluIIah(S)'tan işittim: "Her kim duyulsun di­ye bir iş işlerse, kıyamet gününde Allah da onun rüsvâytığını duyurur" buyuruyordu. Yine Rasûlullah: "Her kim de halka meşakkat ve zahmet verirse, Allah da kıyamet gününde o kimseyi azâb ile cezalandırır" buyurdu.

Bunun üzerine tabiîler Cundeb'e:

  Bize daha vasiyet et! diye rica ettiler. Cundeb de şöyle dedi:

  "İnsanın (öldükten sonra) ilk önce kokuşan organı karnıdır. Her kim şübheli kazançlardan çekinip yalnız halâl lokma ile geçin­meye gücü yeterse, bunu yapsın! Her kim de kendisiyle cennet arası­nı (haksız yere) döktüğü kan ile dolu eliyle ayırmamaya gücü yeterse, bunu da yapsın!"

(Buhârî Sahîh'inm râvîsi Firabrî şöyle dedi:) Ben, Ebû Abdillah Muhammed ibn îsmâîl el-Buhârî'ye:

—"Bu hadîsi Rasûlullah'tan işittim" diyen Cundeb midir? diye sordum.

el-Buhârî.

  Evet Cundeb'dir! diye cevâb verdi [19].

 

10- Yolda İken Hükmetmek Ve Fetva Vermek Bârı

 

Merv Kaadısı Yahya ibnu Ya'mer yolda hüküm vermiş, eş-Şa'bî de kendi evinin kapısı Önünde hüküm vermiştir [20].

 

17-.......Enes ibn Mâlik (R) tahdîs edip şöyle demiştir: Ben ve Peygamber (S) beraber mescidden çıktığımız sırada mescid kapısı üze­rindeki gölgeliğin yanında bize bir adam kavuştu da:

— Yâ Rasûlallah! Kıyamet ne zaman kopacak? diye sordu.  I Peygamber de ona:

  "Sen kıyamet için ne hazırladın?" diye sordu.

O adam sanki boyun eğdi (yâhud bir hâlden diğer bir hâle geç­ti), sonra da:

— Yâ Rasûlallah, ben âhiret için oruçtan, namazdan, sadaka­dan çok bir hazırlık yapmadım. Lâkin ben Allah'ı ve Rasûlü'nü se­viyorum! diye cevâb verdi.

Rasûlullah:

  "Sen sevdiğin kimse ile berabersin!" buyurdu [21].

 

11- Peygamber(S)'E Âid (Huzuruna İnsanların Girmelerine Mâni Olacak) Kapıcılar Olmadığının  Zikredilmesi Babı

 

18-.......Bize Sabit el-Bunânî tahdîs etti ki, Enes ibn Mâlik (R) kendi ehlinden bir kadına hitaben:

  Sen fulânca kadım tanıyor musun? diye soruyordu. O kadın:

  Evet ben onu tanıyorum, dedi.

Enes şöyle dedi: Peygamber (S), o kadın bir kabir yanında ağla­makta iken yanına uğradı da ona:

  "(Ey Allah'ın dişi kulu!) Allah'tan kork ve sabreyle!" bu­yurdu.

Kadın:

— Haydin benden uzaklaş! Çünkü Sen benim musibetimden boş­sun (yânî musîbetlenmiş değilsin)! dedi.

Enes dedi ki: Bunun üzerine Rasûlullah o kadından öteye geçti ve yürüdü. Arkasından o kadının yanına bir adam (Fadl ibn Abbâs) uğradı ve ona:

  Rasûlullah sana ne söyledi? diye sordu. Kadın ona:

  Ben O'nun Rasûlullah olduğunu tanımadım, dedi.

O zât:

  Şübhesiz ki, O elbette Allah'ın Rasûlü'dür, dedi.

Enes dedi ki: Akabinde o kadın Peygamber'in kapısına geldi de, O'nun kapısı yanında hiçbir kapıcı bulmadı ve:

— Yâ Rasûlallah! Allah'a yemîn ederim ki, ben Seni tanıyama­dım! dedi.

Pevşamber de ona:

—"Sabrın kemâli, musibetin birinci darbesi sırasındadır'''buyur­du [22].

 

12- Hâkim, Öldürülmesi Vâcib Olan Kimse Üzerine Üstünde Bulunan İmâmdan. Bunun İçin Ayrıca İzin Almaksızın Öldürmekle Hüküm Verir Babı

 

19-.......Bize babam Abdullah ibnu'l-Musennâ, babasının am­cası Sumâme'den tahdîs etti ki, Enes ibn Mâlik (R) Kays ibn Sa'd (ibn Ubâde el-Ensârî el-Hazrecî) Peygamber(S)'in önünde emîr tarafın­dan (emniyeti korumak için ta'yîn olunmuş bulunan) şurtalar sahibi menzilesinde olur idi, demiştir [23].

 

20-.......BizeEbû Burde, Ebû Mûsâ(Abdullah ibn Kays el-Eş'arî-R)'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S) onu Yemen'e kaadı olarak gön­dermiş, onun ardından da Muâz ibn Cebel'i yollamıştır [24].

 

21-.......BizeHâlid el-Hazzâ, HumeydibnHilâl'den;o da Ebû Burde'den; o da Ebû Mûsâ(R)'dan tahdîs etti ki, bir adam müslü-mân olmuş, sonra da Yahûdîliğe dönmüştü. Bu dîninden dönen kişi Ebû Musa'nın yanında bağlanmış hâlde dururken, Muâz ibn Cebel de oraya gelmiş ve:

  Bu bağlı adamın hâli nedir? diye sormuştur. Ebû Mûsâ da ona:

  Bu zât İslâm'a girmiş, bundan sonra da Yahûdî olmuştur! diye cevâb verdi.

Muâz ibn Cebel:

— Ben bu dîninden dönen adamı Allah'ın hükmü ve Rasûlü'-nün hükmü olarak öldürmedikçe yere oturmam! demiştir [25].

 

13- Bâb: Hâkim Yâhud Müftî Öfkeli Hâlde Hüküm Ve Fetva Verir Mi? [26]

 

22-....... Bize Abdulmelik ibn Umeyr tahdîs etti: Ben Abdurrahmân ibn Ebî Bekre'den işittim, o şöyle dedi: Babam Ebû Bekre, Sîcistân'da hâkim bulunan oğlu Ubeydullah'a gönderdiği mektubun­da:

— Sakın öfkeli iken iki kimse arasında hükmetme! Çünkü ben Peygamber(S)'den işittim: "İki kimse arasında hükmedecek hiçbir hâ­kim, sakın öfkeli bir hâlde iken hükmetmesin!" buyuruyordu, diye yazmıştır [27].

 

23-.......Ebû Mes'ûd el-Ensârî (R) şöyle demiştir: Bir defa Rasûlullah'a bk adam geldi de:

— Yâ Rasûlallah! Fuİân zât bize namaz kıldırırken o kadar uza­tıyor ki, vallahi sabah namazına gitmekten geri kalıyorum! dedi.

Ebû Mes'ûd dedi ki: Bunun üzerine Rasûlullah öfke ve heyecan içinde bir hutbe yaptı ki, kendisini o günkü kadar hiçbir mev'izesin-de o derece heyecan gösterdiğini görmemiştim. Rasûlullah (hutbe gi­rişinden sonra) şöyle buyurdu:

  "Ey insanlar! İçinizden cemâati nefret ettirip kaçıranlar var­dır! Herhangibiriniz insanlara namaz kıldıracak olursa hafif kıldır­sın. Çünkü cemâatin içinde ihtiyar olanı var, zayıf olanı var, iş-güç sahibi olanı vardır!" [28].

 

24-.......Muhammed ez-Zuhrî şöyle dedi: Bana Salim haber verdi ki, ona da babası Abdullah ibn Umer (R) şöyle haber vermiştir: Ken­disi hayız hâlinde bulunan karısını Peygamber zamanında boşamış-tı. Babası Umer ibnu'l-Hattâb, oğlunun bu hareketini Peygamber'e zikretmiş, bundan dolayı Rasûlullah (S), İbn Umer'in bu hareketi hak­kında öfkelenmiş, sonra:

— "Abdullah karısına dönsün! Sonra temizleninceye, sonra tek­rar hayız oluncaya, sonra tekrar temizleninceye kadar onu kendi ya­nında tutsun (yânî onunla birlikte yaşasın)/ Kadın ikinci âdetinden temizlendikten sonra, kadını boşamak fikri kendisine zahir olursa, o takdirde -kadını ile cinsî münâsebet yapmaksızın- kadınını boşasın" buyurmuştur [29].

 

14- Hâkim İçin (Haddler Gibi Allah Hakları Dışındaki Hususlarda) İnsanların İşlerinde, Zanlardan Ve Töhmetten Korkmadığı Zaman Kendi Bilgisi İle Hükmetmek Hakkı Olduğu Görüşünde Olan Kimse Babı [30]

 

Nitekim Peygamber (S), kocası Ebû Sufyân aleyhine karısı lehine hüküm verdiği zaman, Hind'e: "Onun malından örfe göre kendine ve çocuklarına yetecek mikdâr şeyi al" buyurmuştu. Bu, meşhur bir iş olduğu zamandır [31].

 

25-.......BizeŞuayb, ez-Zuhrî'den haber verdi: Bana Urvetahdîs etti ki, Âişe(R) şöyle demiştir:Utbe ibn Rabîa'mn kızı Hind geldi de şöyle dedi:

— Yâ Rasûlallah! Allah'a yemîn ederim ki, vaktiyle yeryüzün­de ev bark sahibi ailelerden hiçbir ailenin zelîl olmaları, bana Sen'in aile halkının zelîl olmaları kadar sevimli olmazdı. Sonra bu güne ge­lince, yeryüzünde hiçbir aile halkının azız olmaları bana, Sen'in aile halkının azîz olması ve saadeti derecesinde sevimli değildir! dedi...

Sonra Hind şöyle devam etti:

— Muhakkak ki, Ebû Sufyân malını çok sıkı tutucu bir adam­dır. Bunun için ben, onun aile ferdlerinden olan kimseleri onun ma­lından doyurmamda benim üzerime bir günâh var mıdır? diye sordu.

Rasûlullah da ona:

  "Onun aile ferdlerinden olan kimseleri onun malından örfe göre doyurmanda sana hiçbir günâh yoktur" buyurdu [32].

 

15- "Bu Fulânın Yazısıdır" Diye Mühürlenmiş Yazı Üzerine Şâhidlik Etme; Bu Nevi'den Yazı Üzerine Şâhidliğin Caiz Olacak Ve Kendilerine Şâhidliğin Dar Olacağı, Yânı Caiz Olmayacak Olanlar, Hâkimin Kendi Âmillerine Mektûb Yazması İle Kaadının Diğer Kaadıya Mektûb Yazmasının Hükmü Babı

 

Bâzı Adem oğlu:

Hâkimin mektubu caizdir, ancak haddlerde caiz değildir, dedi. Sonra da: Eğer kati, hatâ ise hâkimin mektubu caizdir.

Çünkü hatâen kati, işin aslında kısas olmayacağı için onun nazarında bir maldır, dedi [33].

 (Sonra Buhârî buradaki tenakuzu zikredip şöyle dedi:) Hatâen kati, ancak hâkim indinde katlin hatâ olduğunun sabit olmasının ardından bir mal olur. Hatâ ile amd'in, işin başında hükümleri birdir

(aralarında hadd olmakta fark yoktur). Umer ibnu'l-Hattâb, haddler konusunda Yemen'deki âmili Ya'lâ ibn Umeyye'ye, bir kadınla zina etmiş bir adamın kıssası hakkında mektûb yazmıştır.

Umer ibnu'l-Abdilazîz (R) de kendi âmili Zurayk ibn Hakîm'e, kınlrmş bir diş hakkında şâhidliğini bildiren

bir mektûb yazmıştır.

İbrâhîm en-Nahaî de:

Kaadının diğer kaadıya mektubu -kendisine mektûb yazılan kaadı, yazıyı ve üzerine mühürlenen mührü başkalarıyla karışmayacak şekilde tanıdığı zamân- câizdir, demiştir [34].

eş-Şa'bî Amr ibn Şerâhîl de, kaadı tarafından mühürlenmiş olan mektubun içindekileri geçerli kılıyordu. İbnu Umer'den de eş-Şa'bî*den rivayet olunanın benzeri rivayet olunuyor [35].

Muâviye ibnu Abdilkerîm es-Sakafî de şöyle demiştir:

Ben, Basra Kaadısı Abdulmelik ibn Ya'lâ'nın yanında, yine Basra Kaadısı Iyâs ibn Muâviye'nin yanında, Hasen Basrf nin yanında, Sumâme ibn Abdillah ibn Enes'in yanında, Bilâl ibn Ebî Burde'nin yanında, Abdullah ibn Bureyde el-Eslemî*nin yanında, Amir ibn Abîde'nin yanında, Abbâd ibn Mansûr'un yanında hazır bulunup şâhid oldum ki, bu fakîh âlimlerin hepsi şâhidlerden bir hazır bulunma olmaksızın kaadıların mektûblarını geçerli kılıyorlardı. Aleyhinde mektûb getirilmiş olan kimse "Bu mektûb yalandır" diyecek olursa, ona: "Sen git de bu mektûbdaki beyyineyi çürütmek yâhud kadın aleyhine delâlet edecek bir delille bunun uhdesinden çıkış ara!" denilir.

Buhârî şöyle dedi:

Kaadınm mektubunun sahîhliği üzerine ilk evvel beyyine isteyen, Küfe Kaadısı Muhammed ibnu Ebî Leylâ ile Basra Kaadısı Sevvâr ibnu Abdillah el-Anberfdir.

Yine Buhârî kendisine senedle ulaşarak şöyle dedi:

Ve bize Ebû Nuaym el-Fadl ibn Dukeyn müzâkere olarak şöyle dedi: Bize Ubeydullah ibnu Muhriz tahdîs edip şöyle dedi:Ben Basra Kaadısı olan Mûsâ ibn Enes ibn Mâlik et-Tâbifden bir mektûb getirdim ve huzurunda: Benim Kûfe'de bulunan fulân kimse yanında şu ve şu kadar alacağım vardır diye beyyine getirdim ve ben bu mektubu Küfe Kaadısı el-Kaasım ibn Abdirrahmân et-Tâbifye Umer İbn Abdilazîz zamanında getirdim de o bu mektubu geçerli kılıp, onunla amel etti.

Hasen Basrî ile Ebû Kılâbe, şahidin, bir vasiyetin içindeki şeyleri iyice bilmedikçe şehâdet etmesini kerih görmüşlerdir. Çünkü şâhid, vasiyetin içinde zulüm ve bâtıl olabileceğini bilmez, demişlerdir [36].

Ve Peygamber (S) Huveyyısa ile Muhayyısa kıssası hakkında Hayber Yahûdîleri'ne:  "Ya maktulün diyetini verirsiniz yâhud da bize harb i'Iân etmiş olursunuz!" diye mektûb yazıp göndermiştir [37].

Ve ez-Zuhrî de perde arkasından kadın üzerine yapılan şehâdette: Eğer o kadını tanımış isen, onun üzerine şehâdet et, eğer tanımadıysan şehâdet etme! demiştir [38].

 

26-.......Bize Şu'be tahdîs edip şöyle dedi: Ben Katâde'den işit­tim, Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Rûmlar'a mek­tûb yazmak istediği zaman, sahâbîler:

—Rumlar ancak üzeri mühürlenmiş bulunan mektubu okurlar! dediler.

Bunun üzerine Peygamber gümüşten yapılmış bir mühür yüzük edindi. Onun Peygamber'in parmağmdaki parlaması hâlâ gözümün önündedir. O mühür yüzüğün nakşı "MuhammedRasûlullah"idi [39].

 

16- Bâb: İnsan Ne Zaman Kaadı Olmaya Hakk Kazanır? [40]

 

Hasen Basrî: Aüah hâkimler üzerine hüküm vermeleri sırasında nefsin hevâsina tâbi' olmamaları ve insanlardan korkmamaları ve Allah'ın âyetlerini az bir bahâ ile satmamaları (yânî rüşvet almamaları) hususlarında taahhüd almıştır, dedi ve sonra şu âyetleri okudu:

"Ey Dâvûd, biz seni yeryüzünde bir halîfe yaptık. O hâlde insanlar arasında hakla (adaletle) hükmet. (Hükmünde) hevâ ve hissiyatına tâbi9 olma ki, bu seni Allah yolundan saptırır. Çünkü Allah yolundan sapanlar, hesâb gününü unuttukları için onlara pek çetin bir azâb vardır" (su-. 26); yine Hasen Basrî şu âyeti okudu:

"Şübhesiz ki, Tevrat'ı biz indirdik ki, onda bir hidâyet, bir nur vardır. Kendisini Allah'a teslim etmiş olan (İsrâîl) peygamberleri Yahudiler'e (âid da'vâlarda) onunla hükmederlerdi.

Âlimler, fakîhler de Allah'ın o kitabını korumaya me'mûr oldukları için (yine hükümlerini onunla verirlerdi). Hepsi de onun (Allah tarafından gönderilmiş olduğu) üzerinde ittifakla şâhid idiler. O hâlde siz insanlardan korkmayın, benden korkun. Benim âyetlerimi az bir bahâya satmayın. Kim Allah'ın indirdiği hükümler ile hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin tâ kendileridirler" (ei-Mâide: 44>; ve yine Hasen Basrî şu âyeti okudu: "Davud'u ve Süleyman'ı da (hatırla)! Hani onlar ekin hakkında hüküm veriyorlardı. Hani kavmin davarı çobansız olarak içinde yayılmış(zarar yapmış)tı. Onların verdikleri hükmün biz şâhidleri idik. Biz onun fetvasını hemen Süleyman 'a anlatmıştık. Zâten biz herbirine bir hüküm, bir ilim vermiştik" (ei-EnbiyS: 78-79). Hasen Basrî dedi ki:

Süleyman en üstün hükme muvafakat etmesinden dolayı Allah'a hamd etti ve Davud'u râcih olana uygun hükmettiği için kınamadı. Allah bu iki peygamberin işlerinden zikretmemiş olaydı, elbette ben kaadıları helak oldular görür idim. (Çünkü Yüce  Allah'ın: "Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, onlar kâfirlerdir" sözü, kasıdlı ve hatalı olanı şâmildir.)

Yüce Allah şu Süleyman'ı ilmi sebebiyle övdü, şu Davud'u da içtihadı sebebiyle ma'ziretli gördü.

Muzâhim ibn Zufer şöyle dedi:

Bize Emîru'l-Mü'minîn Umer ibnu Abdilazîz şöyle dedi: "Beş haslet vardır ki, kaadı onların birinden eksiklik

yaptığı zaman onda ayıplı bir haslet olmuş olur:

Kaadının hâli anlayışlı, halım, (haramdan el çeken) bir iffetli, çok sağlam ve salâbetli, şer'î ilimleri iyi bilen ve bir de ilimden çok sorucu ve araştırıcı olmalıdır" [41].

 

17- Hâkimlerin Ve (Müslümanların İşlerini Yüklenen) Hükümet Âmir Ve Me'murlarının Rızıkları Bârı [42]

 

Kaadı Şurayh da kaadıhk hizmetine karşılık ücret alırdı [43].

Aişe (R) de: Yetimin vasisi, işinin ücreti kadar o maldan yer, demiştir. Ebû Bekr es-Sıddîk ile Umer ibnu'l-Hattâb halîfe seçildiklerinden i'tibâren Beytu'l-mâFden maaş alıp yemişlerdir [44].

 

27-.......Bize Şuayb, ez-Zuhrî'den haber verdi: Bana Nemîr'in kızkardeşi oğlu es-Sâib ibnu Yezîd haber verdi ki, ona da Huveytıb ibn Abdiluzzâ haber vermiş, ona da Abdullah ibnu's-Sa'dî şöyle ha­ber vermiştir: Kendisi, halifeliği zamanında Umer ibnu'l-Hattâb'ın ya­nma gelmişti. Umer de ona:

— Senin insanların vâlîlik ve hâkimlik gibi birtakım işlerini üze­rine almakta olduğun ve çalışmanın ücreti sana verildiğinde bunu al­mak istemediğin bana haber verilmedi mi? dedi.

O da dedi ki: Ben:

— Evet böyledir, (benim ücrete ihtiyâcım olmadığı için reddet­tim), dedim.

Bunun üzerine Umer bana:

— Bu redd ile neyi kasdediyorsun? dedi.

Ben de ona:

— Benim birçok beygirlerim ve kölelerim vardır, ben hayırlı ve rahat bir yaşayış içindeyim. Ben bu hizmetlerimin ücretinin müslü-mânlar üzerine sadaka olmasını arzu ediyorum, dedim.

Umer bana:

— Sen ücreti reddetme işini yapma! Çünkü ben de vaktiyle se­nin yapmak istediğin işi yapmak istedim. Şöyle ki: Rasûlullah (S) bana, gördüğüm devlet işlerine karşılık Beytu'l-mâl'den atıyyemi verirdi de ben de O'na: Sen bu hissemi benden daha fakır olan kimselere ver! der idim. Nihayet bana büyük bir mal daha verdi. Ben yine O'na: (Yâ Rasûlallah!) Sen bunu benden daha muhtâc olanlara ver! dedim. Bunun üzerine Peygamber (S) bana: "Sen bunu al da kendine mal yap veyâhud sadaka yap! Harîs olmadığın ve isteyicisi de bulunma­dığın hâlde sana bu maldan birşey geldiğinde, sen onu al. Böyle ken­di gelmeyen ve nefsin kendisine meylettiği bir malın arkasından nefsini ta'kîb ettirme!" buyurdu.

Ve ez-Zuhrî şöyle dedi: Bana Salim ibn Abdillah tahdîs etti ki, Abdullah ibn Umer şöyle demiştir: Ben babam Umer'den işittim, şöyle diyordu: Peygamber (S) bana devlet hizmetim karşılığı olan atamı ve­rirdi, ben de O'na:

—Onu benden daha muhtâc olanlara ver! derdim. Nihayet bana bir kerre daha mal verdi. Ben yine O'na: —Bunu benden daha muhtâc olanlara ver! dedim. Bunun üzerine Peygamber (S) bana:

— "Sen bunu al da kendine mal yap ve kendin sadaka yap. Ken­din harîs olmadığın ve isteyicisi de bulunmadığın hâlde sana bu mal­dan birşey geldiğinde sen onu al. Böyle kendi gelmeyen ve nefsin kendisine meylettiği bir malın arkasından nefsini ta'kîb ettirme!" bu­yurdu [45].

 

18- Mescidde Hüküm Veren Ve Yine Mescid İçinde La'netleşme Yaptıran Kimse Babı

 

Umer ibnu'l-Hattâb da Peygamber'in minberi yanında karı-koca arasında İa'netleşme yaptırmıştır.

Kaadı Şurayh, Şa'bî ve Yahya ibn Ya'mer de mescid içinde hüküm vermişlerdir. Mervân ibnu'l-Hakem de minber yanında Zeyd ibn Sabit üzerine yeminle hükmetmiştir. Hasen Basrî ile Basra Kaadısı Zurâretu'bnu Evfâ da mescidin dışındaki geniş saha içinde hüküm verirlerdi [46].

 

28-.......Bize Suyfân ibn Uyeyne tahdîs etti. ez-Zuhrî şöyle de­miştir: Sehl ibn Sa'd (R):

— Ben onbeş yaşında iken (Uveymir ile Havle bintu Kays'ın) la'-netleşmelerinde hazır bulundum; Rasûlullah onların arasını ayırdı, demiştir.

 

29-....... İbn Cureyc haber verip şöyle demiştir: Bana İbn Şihâb, Sâide oğulları'nın kardeşi olan Sehl ibn Sa'd'den şöyle haber verdi: Ensâr'dan (Uveymir el-Aclânî denen) bir adam Peygamber(S)'e geldi de:

— Karısının beraberinde bir adam bulan kimse hakkında ne der­sin? Bu adam onu öldürür mü? diye sordu.

Akabinde bu karı-koca mescidde la'netleşme yaptılar, ben de ora­da hazır bulundum [47].

 

19- Mescid İçinde Hüküm Veren Ve Nihayet Dînî Cezalardan Bir Ceza Vermeğe Geldiğinde, Cezayı Hakk Eden Kimsenin Mescidden Çıkarılmasını Emreden Kimse Babı

 

Umer ibnu'l-Hattâb: Üzerine ceza gereken kimseyi mescidden dışarıya çıkarınız! demiştir.

Alî ibn Ebî Tâlib'den de bunun benzeri bir emir zikrolunur [48].

 

30-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah mescidde iken (Mâiz adındaki) adam geldi de:

  Yâ Rasûlallah, ben zina ettim! diye nida etti. Rasûlullah ondan yüz çevirdi. O zât kendi nefsi aleyhine dört

kerre zina i'tirâfı yapınca, Rasûlullah ona:

  "Sende delilik var mı?" diye sordu. O zât:

  Hayır, bende delilik yoktur, dedi. Rasûlullah (S):

  "Bunu götürün de taşla öldürünüz!" buyurdu.

İbn Şihâb şöyle dedi: Bana Câbir ibn Abdillah'tan işiten kimse haber verip:

— Ben (Bakı' yakınındaki cenaze namazı kılınan) Musallâ'da onu taşlayan kimselerin içinde idim, dedi.

Bu hadîsi Yûnus ibn Yezîd, Ma'mer ibn Râşid ve İbn Cureyc de ez-Zuhrî'den; o da Ebû Seleme'den; o da Câbir'den; o da Pey-gamber(S)'den olmak üzere "Recm"de rivayet etmişlerdir [49].

 

20- İmâmın Da'vâ Sırasında Hasımlara Öğüt Vermesi Babı

 

31-....... Ebû Seleme'nin kızı Zeyneb'den; o da Ümmü Seleme(R)'den tahdîs etti ki, Rasûluüah (S) şöyle buyurmuştur:

— "Şübhesiz ben de ancak bir insanım. Sizler bana da'vâlannı-zı arzediyorsunuz. Belki bâzınız hüccetini diğerinden daha düzgün ifâde etmiş olabilir. Ben de ondan işitmekte olduğuma göre hükme­derim. Binâenaleyh ben her kimin kardeşinin hakkı olan birşeyi onun lehine hükmetmiş isem, sakın onu almasın. Ben ona ancak ateşten bir parça hükmedip kesmekteyimdir" [50].

 

21- Kaadılığı Üzerine Alması Zamanında Yâhud Üzerine Almadan Önce İki Hasımdan Birisi İçin Bu Hâkimin Huzurunda Olacak Olan Şâhidliğin Hükmü Nedir? Babı

 

(Yânî bu hâkim o adam lehine hasmı aleyhine, bunu kendisinin daha Önceki bilgisiyle, hüküm verir mi yâhud o adam için başka bir hâkim huzurunda şâhidlik mi yapar?)

Bir insan,herhangi birşey üzerinde bilmekte olduğu şâhidliğini Kaadı Şurayh'tan istedi de, Kaadi Şurayh, ona: Emîre, yânî Umer'e git de ben senin için onun huzurunda şâhidlik yapayım, dedi (de kendi bilgisiyle hükmetmedi) [51].

İbn Abbâs'ın âzâdlısı İkrime şöyle dedi: Umer ibnu'l-Hattâb, Abdurrahmân ibn Avf a:

  Görüşün nedir, bana haber ver: Sen emîr olduğun hâlde, bir adamı bir zina suçu yâhud bir hırsızlık suçu

üzerinde görsen, o kimseye kendi bilgin ile hadd uygular mısın? diye sordu.

(Abdurrahmân: Hayır, nihayet benden başka biri de beraberimde şehâdet eder, dedi.)

Bunun üzerine Umer, Abdurrahmân'a:

  Senin şehâdetin, müslümânlardan herhangibirinin şâhidliğinden ibarettir, dedi.

Abdurrahmân:

— Evet, doğru söyledin, dedi.

Umer (Recm Ayeti'ni sırf kendi bilgisiyle Mushaf a katmamasının illetini açıklayarak):

— Eğer insanların 'Umer, Allah'ın Kitâbı'nda artırma yaptı!' demeleri olmasaydı, ben muhakkak recm âyetini kendi elimle Mushaf a yazardım, dedi [52].

Umer devamla: Mâiz,Peygamber'in huzurunda dört kerre, zina ettiğini i'tirâf etti de, bunun üzerine

Peygamber

-onun yanındaki kimseleri Mâiz üzerine şâhid yaptığı zikrolunmadiği halde- onun recmedilmesini emretmiştir [53].

Küfe fakîhı Hammâd ibn Ebî Süleyman:

Zinâ edici kimse hâkim huzurunda bir kerre zina ettiğini ikrar ederse (beyyine ve dört ikrarı olmadan) recm olunur, demiştir.

Küfe fakîhı Hakem ibnu Uteybe de: Dört kerre i'tirâf etmedikçe recm olunmaz, demiştir [54].

 

32-....... Bize el-Leys, Yahya ibn Saîd'den; o da Amr ibn Kesîr'den; o da Ebû Katâde'nin âzâdlısı Ebû Muhammed'den tahdîs etti ki, Ebû Katâde (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Huneyn günü:

  "Her kim bir düşman öldürür ve öldürdüğüne dâir beyyinesi de olursa, öldürdüğü kimsenin elbise, silâh ve diğer eşyaları onun­dur!*' buyurdu.

Bunun üzerine ben öldürmüş olduğum maktul için bir beyyine, bir şâhid aramağa kalktım. Fakat benim için onu öldürdüğüme şâ-hidlik yapacak hiçbir kimse bulamadım. Bunun üzerine oturdum. Son­ra bende şu hâl meydana geldi: Ben o sırada bir adamın Rasûlullah'a sözünü hatırladım. Onun meclisinde oturanlardan bir adam (Esved ibn Huzâî el-Eslemî):

— Şu Ebû Katâde'nin zikretmekte olduğu maktulün silâhları be­nim yammdadır.

Râvî dedi ki: O adam, Rasûlullah'a:

— Ebû Katâde'yi o maktulün silâhları yerine başka şeyler ile ra­zı kıl! dedi.

Bunun üzerine Ebû Bekr:

— Hayır bu olmaz! Peygamber, Allah ve Rasûlü yolunda mu-kaatele eden bir arslanı bırakıp da, onun payını Kureyş'ten küçük bir çakala vermez! dedi.

Ebû Katâde dedi ki: Bunun üzerine Rasûlullah (S), o maktulün silâh ve eşyaları yanında bulunmakta olan adama emretti de, o da bu silâh ve eşyaları bana teslîm etti. Ben de onları sattım da bedeliyle bir bustân satın aldım. îşte bu bustân, benim aslına mâlik olduğum ilk maldır.

Buhârî şöyle dedi: el-Leys ibn Sa'd'm kâtibi olan Abdullah ibn Salih bana el-Leys'ten olmak üzere şöyle dedi: Ebû Katâde: Peygam­ber (S) ayağa kalktı da o maktulün silâh ve eşyalarını bana teslîm et­ti, demiştir [55].

Hicaz ehli (yânî Mâlik ve bu hususta ona uyanlar): Hâkim, hâ­kimliği üzerine aldığı zaman yâhud daha önceden birşeye şâhid olup da bilmekte olduğu ilmiyle hüküm veremez. Eğer bir hasım, hâki­min yanında hüküm verme meclisinde diğer bir kimse lehine bir hakk ikrar eylese, bâzı fakîhlerin görüşünde o hâkim bunun üzerine hü­küm veremez. Ancak o hâkim ayrıca iki şâhid çağırır ve onları mah­kemede bu hasmın ikrarında hazır bulundurmak suretiyle hükmeder, dediler.

Bâzı Irak ehli de (Ebû Hanîfe ve tâbi'leri) şöyle dedi: Kaadı, hü­küm meclisinde işittiği yâhud gördüğü şeyle hükmeder; hüküm mec­lisi dışında olan şeylerle o hususta hüküm vermez, ancak ikrarında hazır bulunduracağı iki şahidin şehâdetiyle hükmeder.

Irak ehlinden diğer bâzıları da (Ebû Yûsuf ve ona tâbi' olanlar): Hâkim, iki şâhid olmadan da hükmeder, çünkü hâkim i'timâd edilip güvenilmiş bir kimsedir. Çünkü şehâdetten murâd edilen, ancak hakkı bilmektir. Hâkimin ilmi ise şehâdetten daha çoktur! dediler.

Irak ehlinin bâzısı da: Hâkim, mallar hususunda kendi ilmi ile hüküm verir, fakat mallar dışındaki da'vâlarda (meselâ bir adamı zi­na ederken görse, bunu huzurunda şehâdetle beyyine olmadıkça) kendi ilmi ile hükmedemez, dediler. (Bu, Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf'tan nakledilmiştir.)

el-Kaasım ibn Muhammed ibn Ebî Bekr de şöyle demiştir: Hâ­kim için başkasının ilmi olmaksızın sırf kendi ilmi ile bir hüküm ve­rip infaz etmesi olamaz, kendi ilmi başkasının şehâdetinden daha çok olmakla beraber (bu doğru olmaz). Çünkü beyyinesiz olarak sırf kendi ilmiyle hüküm vermekte müslümânlar katında kendi nefsini töhmete atmak ve onların gönüllerine fâsid zannlar düşürmek vardır. Peygam­ber (S) de zannı kerih görmüş de (gelecek hadîste): "Bu kadın ancak Safiyye'dir" buyurmuştur.

 

33-.......Bize İbrâhîm ibn Sa'd, İbn Şihâb'dan; o da Alî ibn Hüse­yin Zeynelâbidîn'den tahdîs etti ki, Safiyye bintu Huyey (R), Pey­gamber (S) i'tikâf yerinde iken O'nun yanına ziyarete gelmişti. Safiyye geriye döneceği zaman Peygamber de onunla beraber kapıya kadar yürümüş, tam bu sırada Ensâr'dan iki kişi yanından geçmiş, Peygam­ber onları çağırmış da;

  "Yanımdaki bu kadın Safiyye bintu Huyey'dir" buyurmuş. Bu iki Ensârî zât:

— Subhânallah = Biz Allah'ı tenzih ederiz (Rasûlü'nü lâyık ol­mayan bir harekette bulunmaktan tenzîh ederiz)! dediler.

Peygamber onlara:

  "Şübhesiz ki şeytân, Âdem oğlu'nun vücûdunda kan dolaş­ması gibi akıp dolaşmaktadır!" buyurdu [56].

Bu hadîsi Şuayb, İbnu Musâfir, îbnu Ebî Atık, İshâk ibnu Yah­ya topluluğu da ez-Zuhrî'den; o da Alî'den, yânî Hüseyin'in oğlun­dan; o da Safiyye'den; o da Peygamber (S)'den olmak üzere rivayet etmişlerdir.

 

22- Vâlî, Bir Yere İki Kumandan Gönderdiği Zaman Onlara Birbirlerine İtaat Etmelerini Ve Birbirlerine Öfkelenip İsyan Etmemelerini Emretmesi Babı

 

34-.......Bize Şu'be tahdîs etti ki, Saîd.ibn Ebî Burde şöyle de­miştir: Ben babam Ebû Burde Âmir ibn Abdillah'tan işittim, o şöyle dedi: Peygamber (S) babam Ebû Mûsâ el-Eş'arî ile Muâz ibn Cebel'i Yemen'in birer tarafına vazîfe ile gönderip, onlara:

  "Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; müjdeleyip sevindirin, nef­ret ettirmeyin ve birbirinize hükümde uygunluk gösterin!" diye em­retmiştir.

Ebû Mûsâ Peygamber'e:

— Bizim Yemen arazîmizde "Biti"' denilen baldan bir içki ya­pılır! diye sormuş.

Peygamber (S):

  "Sarhoşluk verici her içki haramdır!" düstûrunu bildirmiştir [57]. Nadr ibn Şumeyl el-Mâzinî, Ebû Dâvûd Süleyman ibn Dâvûd et-

Tayâlisî, Yezîd ibnu Hârûn, Vekf ibnu'l-Cerrâh, bunların dördü de Şu'be'den; o da Saîd'den; o da babası Ebû Burde'den; o da Peygam-ber(S)'den olmak üzere bu hadîsi söylemişlerdir.

 

23- Hâkimin (Düğün İçin Olan) Da'vete İcabet Etmesi Babı

 

Usmân ibn Affân (R), Mugîre ibn Şu'be'nin bir kölesinin da'vetine icabet etmiştir.

 

35........Bana Mansûr, Ebû Vâil'den; o da Ebû Mûsâ el-Eş'ârî(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "(Kâfirlerin ellerindeki) esir­leri kurtarın ve yapılan düğün ve yemek da 'veîlerine de icabet eyleyin " buyurmuştur [58].

 

24- Devlet Âmir Ve Me' M Urla Rina Verilen Hediyelerin Hükmü) Babı

 

36-....... Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs etti ki, ez-Zuhrî, Urve'den işitmiştir. Bize Ebû Humeyd es-Sâidî (R) haber verip şöyle dedi: Peygamber (S) Esed oğulları'ndan İbnu'l-Utbiyye denilen bir adamı Suleym oğullan zekâtını toplamak üzere me'nıûr ta'yîn etti. Bu adam zekât malım alıp geldiğinde:

— (Yâ Rasûlallah!) Bu sizin zekât malınızdır, bu da bana hedi­ye verilmiştir! dedi.

Bunun üzerine Peygamber minber üstünde ayağa kalkıp bir hutbe yaptı.

Sufyân ibn Uyeyne yine şöyle dedi: Peygamber minbere çıktı da Allah'a hamd ve yakışan sıfatlarla övdü, bundan sonra şöyle buyurdu:

  "Birtakım devlet me'mûrunun hâli nedir ki, ben onu bir me'-mûriyet üzerine gönderiyorum da, o akabinde geliyor ve 'Şu sizin ma­hnızdır, şu da bana âid maldır' diyerek, kendisine bir pay ayırıyor? Bu adam (bir mal me'mûru olmayıp da) babasının yâhud anasının evinde otursaydı da o zaman kendisine hediye verilir miydi yâhud ve­rilmez miydi baksaydı ya! Nefsim elinde bulunan Allah 'a yemîn ede­rim ki, zekât âmillerinden herhangibir kişi Beytu'l-mâVden haksız olarak birşey alırsa, kıyamet gününde muhakkak o kimse çaldığı malı boynuna yüklenerek haşrolup gelecektir: Çaldığı hayvan deve ise omu-zunda musîbetli develer gibi inliyerek; eğer sığır ise omuz kökünde avaz avaz bağırarak; koyun ise şiddetle feryâd ederek Arasat meydanına ge­tirilecektir!" buyurdu.

Sonra RasûluIIah ellerini, biz O'nun koltuk altlarının kırmızıya karışık beyaz rengini görünceye kadar kaldırdı ve üç defa:

  "Yâ Rabb! Emirlerini tebliğ ettim mi? Emirlerini tebliğ et­tim mi? Emirlerini tebliğ ettim mi?" diye sordu.

Sufyân ibn Uyeyne geçen senedle şöyle dedi: Bu hadîsi bize ez-Zuhrî kıssa edip anlattı. Ve Hişâm da babası Urve'den şunu ziyâde etti: Ebû Humeyd (R): Ben bu hadîsi RasûluIIah'tan dinlerken iki ku­lağım işitti, kendisini de bunu söylerken iki gözüm gördü. Sizler bu­nu Zeyd ibn Sâbit'e de sorunuz. Çünkü o da benimle beraber bu konuşmayı işitmiştir, dedi.

ez-Zuhrî: "İki kulağım işitti" dememiştir.

Buhârî şöyle dedi: "Huvâr", "Savt" demektir. "el-Cuâru", sı­ğırın sesi gibi "Tec'erûne( = Böğürüyorlar)" ma'nâsmdandır [59].

 

25- Kölelerin Kaza Ve Hâkimlik Vazifelerine Ta'yîn Olunmaları Ve Memleketler Üzerine Vâlî Ve Kumandan Yapılmaları Babı

 

37-...... Bize İbnu Cureyc haber verdi. Ona da Nâfi' haber verdi. Ona da İbn Umer (R) haber verip şöyle demiştir: Ebû Huzeyfe'nin kölesi Salim, Medine'ye ilk hicret etmiş olan Muhâcirler'e ve Pey-gamber'in sahâbîlerine Kubâ Mescidi'nde imamlık eder idi. Bu ce­mâatin içinde Ebû Bekr es-Sıddîk, Umer ibnu'l-Hattâb, (Mü'minlerin annesi Ümmü Seleme'nin Peygamber'den önceki kocası) Ebû Seleme ibn Abdi'1-Esed el-Mahzûmî, Zeyd ibn Harise -yâhud: İlk Muhâcir-ler'den Zeyd ibnu'l-Hattâb el-Adevî- ve Âmir ibnu Rabîa el-Anezî vardı [60].

 

26- İnsanların Siyâset İşlerini Üzerlerine Alan Ve Onların Bu İşlerini Koruyup Tedbîreden Arîf Yânı İşbilir Kişiler Babı [61]

 

38-....... İbnu Şihâb şöyle demiştir: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr tahdîs etti ki, ona da Mervân ibnu'l-Hakem ile Mısver ibn Mahrame (R) şöyle haber vermişlerdir: Rasûlullah (S), müslümânlar Hevâzin esirlerinin hürriyete kavuşturulması hususunda kendilerine izin ver­dikleri zaman:

— "Şimdi ben sizden esîrlerini vermeye rızâsı olan kimseleri, rı­zâsı olmayanlardan bilemiyorum. Haydi sizler gidiniz de sizin muva­fakat emirlerinizi bize işbilir arifleriniz, nakîbleriniz yükseltip arzetsin-ler" buyurdu.

Bunun üzerine insanlar yerlerine çekildiler. Kabilelerin arifleri, kabileleri halklanyle konuştular. Sonra da Rasûlullah'a gelip herbiri kavminin esîrlerini geri vermekten memnun olduklarını ve Rasûlul­lah'a esirleri hürriyete kavuşturmak hususunda izin verdiklerini bil­dirdiler [62].

 

27- Bir Kimsenin Sultânın Huzurunda Sultânı Medhetmesi. Oradan Çıktığında Da Bunun Zıddını Söylemesinin Çirkin Olması Babı

 

39-.......Bize Âsim ibnu Muhammed ibn Zeyd ibn Abdillah ibn Umer, babası Muhammed ibn Zeyd'den tahdîs etti: Birtakım insan­lar İbn Umer(R)'e:'

— Bizler sultânımızın huzuruna giriyoruz da onlar lehine; onla­rın yanından dışarı çıktığımız zaman, konuşmakta olduklarımızın zıd-dını söylüyoruz! dediler.

İbn Umer:

— Biz bu fiili (Peygamber zamanında) münafıklık sayıyorduk, dedi [63]

 

40-....... Bize el-Leys, Yezîd ibn Ebî Habîb'den: o da Irak'tan tahdîs eyledi ki, Ebû Hureyre (R), RasûluIIah(S)'tan: "İnsanların en şerrlisi, ikiyüzlü olan şu kimsedir ki, şunlara bir yüzle gelir, bunlara da başka bir yüzle gelir" buyururken işitmiştir [64].

 

28- (Allah Haklarında Değil De İnsan Hakları Hususunda) Hazır Olmayan Kimse Üzerine Hüküm Verme Babı

 

41-.......Bize Sufyân ibn Uyeyne, Hişâm'dan; o da babası Urve'den; o da Âişe(R)'den tahdîs etti ki, Ebû Sufyân'ın karısı Hind bintu Utbe ibn Rabîa, Peygamber(S)'e:

— Şübhesiz Ebû Sufyân çok cimri bir adamdır, ben onun ma­lından almaya muhtâc oluyorum! dedi.

Peygamber de ona:

— "Örfe göre sâna ve çocuklarına yetecek mikdâr al!" buyur­du [65].

 

29- Bâb:

 

"Her kimin lehine mü'min kardeşinin hakkı hükmolunmuşsa sakın o kimse bu hakkı almasın.

Çünkü hâkimin hükmü haramı halâl kılmaz, halâlı da haram kılmaz".

 

42-....... İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr haber verdi ki, ona da Ebû Seleme'nin kızı Zeyneb haber vermiş; ona da Peygamber'in zevcesi Ümmü Seleme (R) Rasûlullah(S)'tan haber vermiştir: Rasûlullah (S) Ümmü Seleme hücresinin kapısı önünde şid­detli bir kavga işitti de onların yanına çıktı ve şöyle buyurdu:

— "Şübhesiz ben de bir insanım. Şu muhakkak ki bana sizden iki hasım gelir de bâzınız (haksızken) diğerinizden meramını daha düzgün ve açık anlatmış olabilir, ben de o belîğ sözleri doğru zannede­rek onun lehine hükmedebilirim. Bunun için ben kimin lehine bir müslümâmn hakkım hükmettim ise, bilsin ki, bu hakk ancak ateşten bir parçadır. İster onu alsın yâhud onu terketsin!" [66].

 

43-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Utbe ibn Ebî Vakkaas, karde­şi Sa'd ibn Ebî Vakkaas'a vasiyet edip:

  Zem'a'nm cariyesi oğlu (Abdurrahmân) bendendir. Bu ço­cuğu almalısın! demiş.

Âişe dedi ki: Mekke'nin fethi senesi (Mekke'ye varıldığında) Sa'd ibn Ebî Vakkaas, çocuğu yakaladı ve:

  Bu, kardeşim Utbe'nin oğludur. Bunun nesebinin kendisine katılması için bana vasiyet etmiştir, dedi.

Bunun üzerine Abd ibn Zem'a ayağa kalkıp:

  Bu benim kardeşimdir, babamın cariyesinin oğludur; baba­mın döşeği üstünde doğmuştur, dedi.

Her iki taraf bu niza' ve da'vâlarım arka arkaya Rasûlullah'a arzettiler. Sa'd ibn Ebî Vakkaas:

— Yâ Rasûlallah, bu çocuk, kardeşim Utbe'nin oğludur. Nese­binin kendisine katılmasına dâir bana vasiyeti vardır, dedi.

Abd ibn Zem'a da:

— Bu, benim kardeşimdir ve babamın cariyesi doğurmuştur; ba­bamın döşeği üstünde doğmuştur, dedi.

Rasûlullah (S):

 "Yâ Abd ibne Zem 'a! Bu (Abdurrahmân), senm(kardtşin)dir"

buyurdu.

Sonra da Rasûlullah:

   "Çocuk, döşek sahibinindir; zina edene de mahrumiyet

vardır" buyurdu.

Sonra da Rasûlullah, da'vâ konusu olan bu çocuğun sîmâca Ut-be'ye benzediğini görerek, zevcesi Şevde bintu Zem'a'ya:

  "Ey Şevde! Bundan sonra sen de Abdurrahmân'dan perde arkasına çekil!" buyurdu.

Bundan sonra Abdurrahmân, Şevde (vefat edip de) Yüce Allah'a kavuşuncaya kadar mü'minlerin annesinin yüzünü görmedi [67].

 

30- Kuyu Ve Benzerî (Havuz, Ev Ve Su Harkı) Hakkında Hüküm Verme Babı

 

44-....... Abdullah ibn Mes'üd (R) şöyle demiştir: Peygamber (S): "Bir kimse müslümân bir kimsenin malını koparmak için, yemi­ninde yalancı olarak habsedip bağlayıcı yalan bir yemîn ederse, kı­yamet gününde o kimse A ilah kendisine gadablı olduğu hâlde kavuşa­caktır" buyurdu.

Bunun üzerine Allah şu âyeti indirdi: "Hakikat, Allah'a olan ahidlerine ve yeminlerine bedel az bir bahâyı satın alanlar; işte on­lar: Onlar için âhirette hiçbir nasîb yoktur. Allah kıyamet günü on­larla konuşmaz, onlara bakmaz, onları temize çıkarmaz. Onlar için pek acıklı bir azab vardır" (Âiu imrân: 77).

Abdullah meclistekilere bu hadîsi tahdîs ederken, bu sırada mec­lise el-Eş'as ibn Kays gelmiş ve dinleyicilere:

  Bu âyet benim hakkımda ve bir kuyu hususunda kendisiyle da'vâlaştiğım bir kimse hakkında indi. Pegamber (S) bana:

  "Beyyinen var mı?" diye sordu. Ben:

  Beyyinem yoktur! dedim.' Peygamber:

  "Öyleyse o yemîn etsin!" buyurdu. Ben:

  Bu takdirde o adam (yalan yere) yemîn eder! dedim. Bunun üzerine "Hakikat Allah'a olan yeminlerine ve ahidleri­ne..." âyeti indi [68].

 

31- Malın Çoğu Ve Azı Hakkında Hüküm Vermek Babı

 

Sufyân ibn Uyeyne, Küfe Kaadısı Abdullah ibn Şubrume'den:

Malın azı ve çoğu hakkında hüküm vermek müsâvîdir, diye söylemiştir [69].

 

45-....... Bize Şuayb, ez-Zuhrî'den haber verdi: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr haber verdi ki, ona da Ebû Seleme'nin kızı Zeyneb ha­ber verdi ki, ona da Ümmü Seleme haber verip şöyle demiştir: Pey­gamber (S) kapısının yanında bir husûmet gürültüsü işitti de hemen onların yanına çıkıp vardı ve onlara:

— "Ben ancak bir beşerim. Şu da bir gerçek ki, bazen bana ha­sımlar gelir. Bâzısı diğerinden daha belîğ konuşucu olabilir. Ben de bu sebeble onu doğru söyledi sanarak, onun lehine hüküm veririm. Öyleyse ben kimin lehine bir müslümânın hakkını hüküm vermiş isem (iyi bilsin ki) bu hüküm ateşten bir parçadır. Artık o kimse bu ateşi alsın yâhud onu terketsin" buyurdu [70].

 

32- İmâmın (Devlet Başkanının) İnsanların Mallarını Ve Akarlarını {Borçlarını Tam Ödetmek Ve Faydalandırmak İçin) Satın Alması Babı

 

Peygamber (S) de "Benden sonra hürsün" denilen bir tedbirli köleyi, Nuaym ibnu'n-Nahhâm'a satmıştır.

 

46-.......Bize Seleme ibnu Kuheyl, Atâ ibn Ebî Rebâh'tan tandîs etti ki, Câbir ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'e sa-hâbîlerinden (Ebû Mezkûr denilen) bir adamın kölesini "Hayâtımdan sonra sen hürsün" deyip rnüdebber olarak azâd ettiği haberi ulaştı. Hâlbuki bu zâtın bu köleden başka hiçbir malı yoktu. Peygamber (S) o köleyi sekizyüz dirhem rnukaabilinde sattı da sonra onun bedelini o zâta gönderdi [71].

 

33- Kumandanlar Hakkinda Hiçbir Söz Bilmiyerek Kötüleme Yapanın Kötülemesine Aldırmayan Kimse Babı

 

47-.......Bize Abdullah ibn Dînâr tahdîs edip şöyle dedi: Ben İbnu Umer(R)'den işittim, şöyle diyordu: Rasûlullah (S) bir ordu birliği hazırladı da başına Zeyd'in karısının oğlu Usâme'yi kumandan yaptı. Akabinde onun kumandanlığı konusunda i'tirâzlar yapıldı. Rasûlul­lah (S):

— "Sizler şimdi Usâme'nin kumandanlığı hususuna ta'n ediyor­sanız, muhakkak ki siz bundan önce onun babasının kumandanlığı hakkında da dil uzatmıştınız. Allah'a yemin ederim ki, Zeyd, kuman­danlığa nasıl tamâmiyle lâyık olduysa ve o bana insanların en sevim­lilerinden biri idiyse, hiç şübhesiz şu Usâme de babasından sonra bana insanların en sevimlilerindendir" buyurdu [72].

 

34- "El-Eleddıtl-Hasım" -Ki "Husûmeti Devamlı Olan"-Kimse Babı

 

"Eledd", "A'vec", yânî "Eğri" demektir.

 

48".......Bize Yahya ibn Saîd-, İbn Cureyc'den tahdîs etti  Ben Ibn Ebî Muleyke'den işittim; o Âişe(R)'den tahdîs ediyordu ki, o: Rasûlullah (S): "Allah katında insanların en çok nefret edilmişi, hu­sûmeti şiddetli olan kimsedir" buyurdu, demiştir [73].

 

35- Bab: Hakim Zulüm İle Hükmettiği Yâhud İlim Ehline Zıdd Bir Hüküm Verdiği Zaman, Onun Bu Hükmü Reddedilir

 

59-.......Bıze Ma'mer ibn HâIid> ez-Zuhrî'den; o da Sâlim'den tahdîs etti ki, babası Ibn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Hâlid ıbnu'I-Velîd'i Cezîme oğullan kabilesi üzerine bir askerî birlikle gön­derdi. (Hâlid onları İslâm'a çağırdı.) Fakat onlar ('Eslemnâ - Biz müs­lümân olduk" demeyi güzel yapamıyorlardı da onun yerine "Saba'nâ, saba'nâ - Şirkten çıktık, şirkten çıktık (yânî müslümân olduk)!" de­diler. Bunun üzerine Hâlid bunlardan bir kısmını öldürmeğe, bir kısmim da esîr etmeğe başladı. Ve bizden, seriyyede bulunan herbir askere kendi esirini verdi de, bizden herbir askere kendi elindeki esi­rini öldürmesini emretti. Bu emir üzerine ben:

— Vallahi ben esirimi öldürmem; arkadaşlarımdan hiçbirisi de esirini öldürmeyecektir! dedim.

(Suleym oğulları ise esirlerini öldürmüşlerdi.) Sefer sonunda Pey-gamber'in huzuruna vardığımızda bunu kendisine arzettik. Bunu du­yunca Rasûlullah iki kerre:

  "Allah'ım! Ben Hâlid'in işlediğibu işten Sana sığınıyorum!" diye duâ etti [74].

 

36- İmâm (Yânî Devlet Başkanı) Bir Kavme Gelir Ve Onların Aralarını İyileştirip Düzeltir Babı

 

50-.......Bize Ebû Hazım el-Medînî tahdîs etti ki, Sehlibn Sa'd es-Sâidî şöyle demiştir: Medine civarındaki !Ensâr'dan Amr ibn Avf oğulları arasında bir kavga vardı. Bu kavga Peygamber (S)'e ulaştı. Peygamber öğle namazını kıldıktan sonra, onların aralarını düzelt­mek üzere yanlarına gitti. Nihayet ikindi namazı vakti gelince müez­zin Bilâl ezan okudu, ikaamet etti ve Ebû Bekr'e namazı kıldırması için emretti. Ebû Bekr öne geçip namaza durdu. Ebû Bekr namaz içinde iken Peygamber geldi, insanların safflarını yara yara nihayet Ebû Bekr'in arkasına geldi ve ona yakın olan saffın içine geçip na­maza durdu.

Sehl dedi ki: İnsanlar (Ebû Bekr'e Peygamber'in gelişini haber vermek için) el çırptılar. Ebû Bekr ise namaza girdiği zaman, namazı bitirinceye kadar yüzünü başka tarafa çevirmezdi. Ebû Bekr cemâa­tin kendisi üzerine el çırpmasının durdurulmamasım görünce başım çevirdi ve Peygamber'i arkasında namaza durmuş gördü. Peygamber Ebû Bekr'e, namazım kıldırmağa devam et, diye işaret etti ve eliyle de yerinde durmasını işaret eyledi. Ebû Bekr yerinde birazcık eğlendi de Peygamber'in "Yerinde dur" sözünden dolayı Allah'a hamdedi-yordu. Sonra Ebû Bekr geri geri yürüyerek saffa girdi. Peygamber, Ebû Bekr'in geri çekildiğini görünce öne geçti ve Peygamber böylece insanlara bu namazı kıldırdı. Namazı bitirince:

— "Yâ Ebâ Bekr! Ben sana yerinde olup namaza devam etmeni işaret ettiğim zaman seni yerinde durmaktan men' eden neydi?" di­ye sordu.

Ebû Bekr:

— Ebû Kuhâfe oğlu için Peygamber'in önünde imamlık yapma­sı îâyık olmaz, dedi.

Bundan sonra Peygamber, cemâate:

— "Namazda iken size herhangibir iş arız olursa erkekler tesbth etsin, kadınlar da el çırpsın!" buyurdu [75].

 

37- Bâb: Hüküm Yazıcısının Emîn Ve Akıllı Bir Kimse Olması Müstehâb Olur

 

51-.......Zeyd ibn Sabit (R) şöyle demiştir: Ebû Bekr, Yemâme'de şehîd olanların şehîd olmalarından dolayı bana geldi, yanında Umer de vardı. Ebû Bekr şunları söyledi: Umer bana geldi ve:

— Yemâme gününün şiddetli harbinde Kur'ân hafızlarından bir­çoğu şehîd oldu. Ben diğer harb sahalarında da harbin şiddetli olup Kur'ân hafızlarının şehîd edilmelerinden, bu sebeble de Kur'ân'dan büyükçe bir kısmın zayi' olup gitmesinden endîşe ediyorum. Binâe­naleyh ben senin Kur'ân'm kitâb hâlinde toplanmasını emretmeni dü­şünüyorum, dedi.

Ebû Bekr, Zeyd'e şöyle dedi: Ben Umer'e:

  Rasûlullah'ın yapmadığı bir işi nasıl yaparsın? dedim. Umer bana:

— Vallahi bu toplama bir hayırdır, dedi ve bana bu hususta müra­caatta devam etti.

Nihayet Allah benim göğsümü, Umer'in göğsünü açmış olduğu iş için açtı da ben de bu işte Umer'in düşündüğü gibi düşündüm.

Zeyd dedi ki: Ebû Bekr bana şunları söyledi:

— Sen genç ve akıllı bir erkeksin. Biz seni hiçbir kusurla ittihâm etmiyoruz. Sen Rasûlullah için vahyi yazıyordun. Binâenaleyh şimdi sen Kur'ân'ı tetebbu' et ve onu bir araya topla!

Zeyd buna karşı:

— Allah'a yemîn ederim ki, eğer bana dağlardan bir dağın nak­ledilmesini teklif etmiş olsalardı, o iş benim üzerime, Ebû Bekr'in bana teklîf ettiği bu Kur'ân'ı toplama işinden daha ağır olmazdı, dedi.

Zeyd dedi ki: Ben:

  Sizler Rasûlullah'ın yapmadığı bir işi nasıl yapıyorsunuz?

dedim.

Ebû Bekr:

— Allah'a yemîn ederim ki, bu hayırlı bir iştir, dedi ve Ebû Bekr beni teşvik etmeğe, bana müracaata devam etti.

Nihayet Allah, Ebû Bekr'le Umer'in göğüslerini genişletip akıl­larını yatırdığı bu işe benim de aklımı açtı ve gönlümü ferahlandırdı da ben de bu işi onların gördüğü gibi gördüm. Bunun üzerine ben de Kur'ân'ın ardına düşüp gereği gibi araştırdım ve onu yazılı bulun­duğu hurma dallarından, inceltilmiş deri ve bez parçalarından, ince taş levhalardan ve hafızların ezberlerinden toplamağa koyuldum. Ni­hayet et-Tevbe Sûresi'nin sonunu "Le-kad câekum rasûlun min en-fusikum azîzun aleyhi mâ anittum..." âyetini nihayetine kadar Huzeyme'nin yâhud Ebû Huzeyme el-Ensârî'nin beraberinde buldum. Ve en sonu o âyeti de Mushaf'taki sûresine kattım.

Neticede toplanan bu sahîfeler tâ Azîz ve Celîl olan Allah ken­disini vefat ettirinceye kadar Ebû Bekr'in yanında kaldı sonra hayâtı müddetince Allah onu vefat ettirinceye kadar Umer'in yanında kal­dı. Bundan sonra Umer'in Hafsa'nın yanında kaldı [76].

Muhammed ibnu Ubeydillah: "el-Lihâf" ile "el-Hazef'i kas-dediyor, demiştir [77].

 

38- Hâkimin, Kendi Emrindeki Âmir Ve Metorlarına; Kaadının Da İnsanların Mallarını Ve Haklarını Yazıp Korumakla Vazifeli "Eminler" Denilen Me'mûrlarına Yazı Yazması Babı

 

52- Bize Abdullah ibnu Yûsuf tahdîs etti. Bize Mâlik, Ebû Ley­lâ'dan haber verdi.

H Yine bize İsmâîl ibn Ebî Uveys tahdîs etti. Bana Mâlik Ebû Leylâ ıbn Abdillah ibn Abdirrahmân ibn Sehl'den; o da Sehl ibn Ebî Hasme'den haber verdi. O ve kavminin büyüklerinden birtakım adam­lar şöyle haber vermişlerdir: Abdullah ibn Sehl ile Muhayyısa kendi­lerine isabet eden bir kıtlık ve fakîrlikten dolayı hurma satın almak için Hayber'e doğru çıkmışlardır. (Orada birbirlerinden ayrılıp ken­di işleriyle meşgul olmuşlardı.) Sonunda Muhayyısa'ya, Abdullah ibn Senl'ın öldürülüp bir çukura -yâhud bir pınar içine- atılmış olduğu haber verildi. Bunun üzerine Muhayyısa, Yahûdîler'e geldi de onlara:

— Vallahi onu sizler öldürdünüz! dedi. Yahudiler de ona:

  Vallahi onu biz öldürmedik! dediler.

Bundan sonra Muhayyısa döndü ve Medine'ye, kendi kavminin yanına geldi ve onlara hâdiseyi zikretti. Bundan sonra Muhayyxsa ve kardeşi Huveyrısa -ki Huveyrısa, kardeşi Muhayyısa'dan daha bü-

yük idi- ve öldürülenin kardeşi Abdurrahmân ibn Sehl; her üçü gel­diler. Hayber'de bulunmuş olan Muhayyısa, Peygamber'e bu da'vâyı konuşmaya girişti. Peygamber de Muhayyısa'ya hitaben:

  "İlk sözü büyüğe bırak, ilk sözü büyüğe bırak!" buyurdu. Peygamber bu emriyle yaşça büyük olanı kasdediyordu. Bunun

üzerine Huveyrısa konuştu, ondan sonra Muhayyısa konuştu. Bunun ardından Rasûlullah (S) onlara Hayber Yahudileri hakkında:

— "Ya Yahudiler arkadaşınızın diyetini öderler yâhud da onlar bizimle harb i'lân etmiş olur!" buyurdu ve bunu Yahûdîler'e yazıp gönderdi.

Onlar tarafından da Rasûlullah'a:

  "Abdullah'ı biz öldürmedik" diye mektûb yazıldı.

Bunun üzerine Rasûlullah, Huveyrısa, Muhayyısa ve Abdurrah­mân üçlüsüne hitaben:

  "Sizler bu cinayetin Hayber Yahudileri tarafından işlendiği­ne yemîn eder de arkadaşınızın kan badeline hakk kazanır mısınız?" diye sordu.

Onlar da:

  Bizler buna yemîn edemeyiz, dediler. Rasûlullah:

  "Öyleyse Yahudiler onu öldürmediklerine dâir size yemin ederler" buyurdu.

Da'vâcılar:

— (Yâ Rasûlallah!) Onlar müslümân değillerdir (onların yemîn-lerine nasıl inanalım)? diye söylediler.

Bunun üzerine Rasûlullah, öldürülenin diyetini kendi yanından yüz deve olarak ödedi de sonunda bu develer onların evine girdirildi. Sehl ibn Ebî Hasme, bu develerden bir dişi deve bana ayağiyle vur­du, demiştir [78].

 

39- Bâb: Hâkime, Müslümanlara Âîd İşlerde Bakıp Tahkik Etmesi İçin Tek Başına Bir Adamı Göndermesi Caiz Olur Mu? [79]

 

53-....... Ebû Hureyre ile Zeyd ibn Hâlid el-Cuhenî (R); ikisi şöyle demişlerdir: Bir bedevî Arab (hasmıyle beraber) geldi de:

  Yâ Rasûlallah, aramızda Allah'ın Kitabı ile hükmet! dedi. Ardından hasmı olan adam da ayağa kalkıp:

— Bu doğru söyledi. Sen bizim aramızda Allah'ın Kitabı ile hük­met! dedi.

Bedevî da'vâyı şöyle anlattı:

— Benim oğlum bu adamın yanında ücretli idi. Onun karısıyle zina etmiş. Bâzı kimseler bana: Oğlunun üzerinde taşlanmak cezası vardır, dediler. Ben de bu adama, oğlum adına yüz koyun ile bir câ­riye fidye verip, oğlumu kurtardım. Sonra ben bu mes'eleyi ilim ehli olanlara sordum. Onlar da bana: Oğlum üzerinde ancak yüz deynek vurulmak ve bir yıl da gurbete sürgün gönderilmek cezası vardır dediler.

Bunun üzerine Peygamber (S):

  "Yemin olsun ki, ben muhakkak aranızda Allah'ın Kitabı ile hükmedeceğim: Câriye ile koyunlar sana geri verilir, oğlun üzerine yüz deynek vurulmak ve bir yıl gurbete sürgün edilme cezası uygula­nır" buyurdu.

Sonra: Eşlem kabilesinden olan Uneys adındaki bir sahâbîye hitaben:

  "Yâ Uneys! Bu adamın karısına git! (İ'tirâf ederse) ona taşla­ma cezası uygula!" buyurdu.

Akabinde Uneys, o kadına gitti. (Kadın zina suçunu i'tirâf etti­ği için) Uneys ona taşlama cezası uyguladı [80].

 

40- Hâkimlerin İfâdeleri Tercüme Ettirmeleri (Yânî Sözleri Kendi Dilinden Başka Bir Dille Tefsîr Ettirmeleri) Ve Bir Tek Tercüman Caiz Olur Mu? Babı

 

Hârice ibnu Zeyd ibn Sabit, babası Zeyd ibn Sâbit'ten söyledi ki, Peygamber (S) Zeyd ibn Sâbit'e, Yahûdîler'in yazısını öğrenmesini emretmiştir.

Zeyd ibn Sabit:

Ben Peygamber'in onlara gönderdiği mektûblannı yazardım, onların da Peygamber'e yazdıkları zaman, onların yazıp göndermekte oldukları mektûblannı kendisine okuyordum, demiştir [81].

Umer ibnu'l-Hattâb da yanında Alî ibn Ebî Tâlib, Abdurrahmân ibn Avf ve Usmân ibn Affân bulunurlarken, yanlarında hazır bulunan bir kadına:

Bu kadın ne söylüyor? diye sormuş. Abdurrahmân ibn Hâtib ibn Ebî Beltea da o kadının sözlerini Umer'e terceme ederek: Ben "Bu kadın sana iki arkadaşı ile yapmış olduğu işi haber veriyor" dedim, demiştir [82].

Ebû Cemre (Nasr ibnu İmrân ed-Dab'î el-Basrî) de:

Ben İbn Abbâs ile insanlar arasında tercümanlık yapıyordum, demiştir [83].

Bâzı Âdem oğlu da: Hâkim için iki mütercim zarurîdir, demiştir [84].

 

54-.......Bize Şuayb, ez-Zııhrî'den haber verdi. BanaUbeydullah ibnu Abdillah haber verdi ki, ona da Abdullah ibn Abbâs haber vermiş, ona da Ebû Sufyân ibn Harb şöyle haber vermiştir: Kendisi Kureyş'ten bir ticâret hey'eti içinde Şam'da bulunduğu sırada Bizans Kayseri Hırakl, onları bir haberci gönderip çağırtmış. Onun huzuru­na gelmişler. Sonra Hırakl, kendi tercümanına hitaben:

  Şu adamlara söyle de: Ben, bu Ebû Sufyân'a, "Peygam-ber'im" diyen o adamın vasıflarından bâzı şeyler soracağım. Eğer bu bana yalan söylerse, sizler bunun sözünü yalanlayınız! dedi... Ve o hadîsin tamâmım zikretti.

Sonunda Hırakl, kendi tercümanına:

— Ona şöyle de: Eğer bu dediklerin doğru ise o zât, yakında şu iki ayağımın bastığı yere mâlik olacaktır! Dedi [85].

 

41- İmâmın (Yânı Devlet Başkanının) Vâlî, Âmir, Kumandan Ve Me'mûrlarını Hesaba Çekmesi Babı

 

55-.......Bize Hişâm ibn Urve, babası Urve'den; o da Ebû Humeyd es-Sâidî(R)'den şöyle tahdîs etti: Peygamber (S) İbnu'l-Utebiyye (veya İbn Luteybiyye denilen) bir zâtı Suleym oğullan sadakaları üze­rine âmil ta'yîn etmişti. Bu adam zekât mallarını toplayıp geldiği ve Rasûlullah (S) onu hesaba çektiği zaman, bu adam:

— Bu sizin zekât malmızdır. Bu da bana hediye verilmiştir, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah ona:

  "Eğer sen doğru söyleyen bir kimse isen (mal me'mûru ol­mayıp da) babanın evinde yâhud ananın evinde otursaydın sana he­diyen gelir miydi?" buyurdu.

Bundan sonra Rasûlullah mescidde ayağa kalktı ve insanlara bir hutbe yaptı, Allah'a hamdedip O'na sena eyledi. Sonra "Amma ba'du —Sözün bundan sonrası şudur" diyerek şunları söyledi:

— "Ben sizlerden birtakım adamları, Allah'ın bana tevliyet ver­diği bâzı işler üzerine âmil ta'yîn ediyorum, sonra sizlerden herhan-gibiriniz geliyor ve: Bu mal sizindir, şu da bana verilen bir hediyedir, diyor! O zât doğru söyleyici bir kimse ise babasının evinde yâhud ana­sının evinde otursa da kendisine verilen hediyesi ona gelecek miydi bir görseydi ya! Allah'a yemîn ederim ki, zekât âmillerinden herhan-gibiriniz topladığı mallardan haksız olarak herhangi birşey alırsa, mu­hakkak kıyamet günü o kimse, aldığı malı boynuna yüklenerek Allah'ın huzuruna gelecektir. Dikkat edin: Sakın ben sizlerden hiç­bir kimseyi, boynunda inlemesi olan bir deve ile yâhud böğürmesi olan bir sığır ile yâhud melemekte olan bir davar ile Allah 'in huzuru­na gelmesini tanımayayım!" buyurdu.

Sonra iki elini, ben O'nun iki koltuk altlarının beyazlığım gö­rünceye kadar kaldırdı da:

— "Dikkat edin! Sizlere Allah'ın emirlerini tebliğ ettim mi?" buyurdu [86].

 

42- İmâmın {Yânî Devlet Balkanının) Sırdaşları Ve Devlet İşlerini Danışıp İstişare Ettiği Kimseler Babı

 

"el-Bitâne", "ed-Duhalâ" (yânî başkanın yanına yalnızken giren ve onun gizli işlerini bilen, millet işlerinden haber verdiklerinde onu tasdik edip gereğiyle amel ettiği kimseler) demektir.

 

56- Bize Esbağ tahdîs etti. Bize İbnu Vehb haber verdi. Bana Yûnus, İbn Şihâb'dan; o da Ebû Seleme'den; o da Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Al­lah Taâlâ bir peygamber gönderdiği ve bir kimseyi halîfe yaptığı za­man, muhakkak onun iki nevi' sırdaşı olmuştur: Bunun biri ona ma'rûfu, hayır yolunu emreder ve onu o yola teşvik eyler durur. Öbü­rüsü de ona şerri emreder ve onu şerr üzerine teşvik eder durur. Ma'-sûm olan ise Yüce Allah'ın fenalıklardan koruduğu kimsedir" [87].

Ve Süleyman ibn Bilâl söyledi ki, Yahya ibn Saîd el-Ensârî: Ba­na İbn Şihâb bu hadîsi haber verdi, demiştir. İbn Ebî Atîk'ten, Mû-sâ ibn Ukbe'den ve İbn Şihâb'dan da bunun benzeri rivayet gelmiştir. Şuayb da ez-Zuhrî'den şöyle dedi: Bana Ebû Seleme, Ebû Saîd'den Peygamber'in bu sözünün benzerini tahdîs etti. el-Evzâî ile Muâviye ibnu Selâm da şöyle dediler: Bana ez-Zuhrî tahdîs etti. Bana Ebû Se­leme, Ebû Hureyre'den; o da Peygamber'den tahdîs etti.

İbnu Ebî Hüseyin ile Saîd ibnu Ziyâd da Ebû Seleme'den; o da Ebû Saîd el-Hudrî'den Peygamber'in bu sözünü söylediler.

Ubeydullah ibn Ca'fer de şöyle dedi: Bana Safvân, Ebû Sele­me'den tahdîs etti ki, Ebû Eyyûb Hâlid ibn Zeyd el-Ensârî: Ben Pey-gamber(S)'den bu hadîsi işittim, demiştir [88].

 

43- Bâb: İmâm (Yânî Devlet Başkanı) İnsanlarla Nasıl Bey'at Yapar (Yâhud: İnsanlar İmâmla Nasıl Bey'at Ederler)?

 

57-.......Ubâde ibnu's-Sâmit (R) şöyle demiştir: Biz (Ensâr cemâati Minâ'da, Akabe gecesinde) Rasûlullah(S)'a hem neş'eli hâli­mizde, hem kederli zamanımızda emirlerini dinleyip itaat edeceğimize, meliklik ve valilik işlerine ehil olanlarla niza etmiyeceğimize (yânî bu işlerde onlarla mukaatele etmiyeceğimize), her nerede bulunursak bu­lunalım muhakkak orada hakkı yerine getireceğimize ve hakk söyle­yeceğimize ve Allah yolunda hiçbir kimsenin kınama ve kötülemesin­den korkmayacağımıza dâir bey'at edip söz verdik [89].

 

58-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Ahzâb sırasında soğuk bir günün sabahında Hendek kazılan yere çıkıp vardı. Muhacirler ve Ensâr hendek kazıyorlardı. Peygamber:

— "Allâhumme inne'l-hayra hayru'l-âhire Feğfir lil-Ensâri ve'l-Muhâcire

(= Yâ Allah! Hayır ancak âhiret hayrıdır. Sen Ensâr'ı ve Muhâ-cirler'i mağfiret eyle!)" sözlerini söyledi. Oradaki sahâbîler de O'na:

  Nahnu'llezîne bâyeû Muhammeden Alel-cihâdı mâ bakînâ ebeden

(= Bizler yaşadıkça dâima cihâd etmek üzere Muhammed'e bey'at edip söz vermiş kişileriz!) diye cevâb verdiler [90].

 

59-....... Bize Mâlik, Abdullah ibn Dinar'dan haber verdi ki, Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Bizler Rasûlullah(S)*a, emir­lerini dinlemek ve itaat etmek üzere bey'at ettiğimiz zaman, O bizle­re (şefkat ederek): "Gücünüzün yettiği kadar" buyururdu [91].

 

60-.......Abdullah ibn Dînâr tahdîs edip şöyle demiştir: Ben, insanlar Abdulmelik ibn Mervân'ın halifeliği üzerinde birleştikleri za­man, İbn Umer'in yanında hazır bulundum. O: "Ben de Allah'ın sün­neti ve Rasûlullah'ın sünneti üzere Allah'ın kulu ve Emîru'l-Mü'minîn Abdulmelik'e gücümün yettiği kadar emirlerini dinlemek ve itaat et­meye ikrar edip söz veriyorum. Oğullarım da bu suretle bey'at ve ik­rar etmişlerdir" diye mektûb yazdı [92].

 

61-.......Cerîr ibn Abdillah el-Becelî (R) şöyle demiştir: Ben Pey­gamber (S) ile emir ve nehiylerini dinlemek ve itaat etmek üzere bey'at ettim, O da bana: "Gücümün yettiği kadar" kaydını söylememi telkîn buyurdu.

Bir de ben Peygamber'e herbir müslümâna hayırhah olmak üze­rine de bey'at ettim.

 

62-.......Sufyân es-Sevrî şöyle demiştir: Bana Abdullah ibn Dî­nâr tahdîs edip şöyle dedi: İnsanlar Abdulmelik ibn Mervân'a bey'at ettikleri zaman, Abdullah ibn Umer de Allah'ın kulu, Mü'minlerin Emîri olan Abdulmelik'e bir mektûb gönderip, bunda: "Ben, Allah'ın sünneti ve Rasûlü'nün sünneti üzere Allah'ın kulu, Mü'minlerin Emîri olan Abdulmelik ibn Mervân'a gücümün yettiği nisbette emir ve ne­hiylerini dinlemek ve itaat etmeyi ikrar edip söz veriyorum. Oğulla­rım da bu suretle ikrar edip bey'at arzetmişlerdir" diye yazmıştır [93].

 

63-.......Bize Hatim ibn İsmâîl tahdîs etti ki. Yezîd ibn Ebî Ubeyd şöyle demiştir: Ben Seleme.ibnu'l-Ekva'a:

— Sizler Hudeybiye günü Peygamber(S)'e hangi şey üzere bey'­at ettiniz? diye sordum.

O:

— (Harb vaktinde kaçmayıp) ölmek üzere bey'at ettik, diye ce-vâb verdi [94].

64-....... Cuveyriye ibn Esma, Mâlik'ten; o da Zuhrî'den tahdıs etti ki, ona da Humeyd ibn Abdirrahmân haber vermiş, ona da Misver ibnu Mahrame (R) şöyle haber vermiştir: Umer ibnu'l-

Hattâb'ırt kendisinden sonra halifelik işini kendilerine havale ettiği kimseler toplanıp aralarında halifeliği kendisine verip akdedecekleri kimse hakkında istişare ettiler. O zaman Abdurrahmân ibn Avf, o topluluğa şöyle dedi [95]:

— Ben bu hilâfet işi üzerine sizlerle çekişecek değilim. (Çünkü benim buna rağbetim yoktur.) Lâkin eğer isterseniz, ben sizin içiniz­den size, birinizi seçeyim! dedi.

Bu teklif üzerine o topluluk bu tercîhi Abdurrahmân ibn Avf'a bıraktılar. Onlar kendilerinden birini tercîh etme işlerini Abdurrah-mân'a havale edince insanlar Abdurrahmân üzerine meylettiler, hat­tâ ben insanlardan hiçbir kimseyi o topluluğa tâbi' olur ve onun izine basar görmüyordum (yânî insanları topluluktan yüz çevirip onların ar­dından yürümezler görüyordum). İnsanlar Abdurrahmân üzerine mey­lettiler. Çünkü onlar bu geceler içinde halifelik işi üzerine istişare yapıyorlardı. Nihayet sabahlayıp da Usmân ibn Affân'a bey'at yap­tığımız gece olunca, Misver ibn Mahrame şöyle dedi: Geceden bir ta­ife geçtikten sonra Abdurrahmân ibn Avf gelip benim kapımı çaldı. Bunun üzerine ben uykumdan uyandım. O bana:

— Ben seni uyumuş görüyorum. Allah'a yemîn ederim ki, benim bu üç geceden beri gözüme büyük bir uyku girmedi. Haydi yürü de ez-Zubeyr ibnu'l-Avvâm'ı, SaM ibn Ebî Vakkaas'ı çağır! dedi.

Bunun üzerine ben de onun için bu iki sahâbîyi çağırdım.

Abdurrahmân o ikisiyle gizli konuşup istişare etti. Sonra Abdur­rahmân ibn Avf beni tekrar çağırdı da:

  Bana Alî ibn Ebî Tâlib'i çağır! dedi.

Ben Alî'yi de onun yanına çağırdım. Alî geldi. Abdurrahmân ibn Avf, tâ gece yarısına kadar Alî ile gizli olarak konuştu. Sonra Alî ibn Ebî Tâlib, onun yanından kendisine tevliyet verilmesi arzusu ile kalkıp gitti. Abdurrahmân ibn Avf da Alî tarafından fitneye yönelik bir muhalefet işi meydana gelmesinden endîşe edip durmuştur.

Sonra Abdurrahmân:

  Bana Usmân'ı çağır! dedi.

Ben Usmân'ı da çağırdım. Abdurrahmân onunla da tâ müezzin sa­bah ezam ile aralarını ayırıncaya kadar gizli gizli konuştu. Nihayet insanlara sabah namazını kıldırdığı zaman, bu şûra topluluğu min­berin yanında toplandılar. Abdurrahmân Muhacirler'den ve Ensâr'dan hazır bulunan kimselere haber gönderip çağırttı. Ordu kuman­danlarına da haber gönderip çağırttı. Bunların hepsi o yıl Umer'le beraber Mekke'ye gelip buluşmuş ve beraber hacc yapmışlardı (ve Me­dine'ye de beraber dönmüşlerdi).

Bunlar toplandıkları zaman Abdurrahmân (minber üzerinde otu­rup) şehâdet kelimelerini söyledi. Bundan sonra "Amma ba'du" di­yerek, şunları söyledi:

— Yâ Alî! Ben insanların bu işteki tercihlerine iyice bakıp araş­tırdım da insanların Usmân'dan sapmalarım görmedim (yânı insan­lar Usmân'ı halifelik işinde başkaları üzerine tercih ediyorlar gördüm). Onun için sen (benim Usmân'ı tercih etmemden dolayı) sakın kendi nefsin üzerinde bir kötüleme yolu tutma! dedi.

Abdurrahmân, Usmân'a hitâb ederek de:

— Yâ Usmân! Ben sana Allah'ın sünneti, Rasûlü'nün sünneti ve Rasûlü'nden sonra geçen iki halîfesinin sünneti üzere bey'at edi­yorum! dedi.

Ve bu konuşmanın ardından Abdurrahmân, Usmân'a bey'at etti. Ardından bütün insanlar; Muhacirler, Ensâr, ordu kumandanları ve bütün müslümânlar da Usmân'a bey'at ettiler [96].

 

44- (Bir Halette Te'kîd İçin) İki Kerre Bey'at Eden Kimse Babı

 

65-.......Seleme ibnu'1-Ekva' (R) şöyle demiştir: Biz Hudeybiye'de ağaç altında yapılan Rıdvan Bey'ati'nde Peygamber(S)'e bey'­at etmiştik. (Sonra ağacın gölge tarafına dönüp gelmiştik.) Peygam­ber bana:

  "Yâ Seiemetu! Sen bey'at etmez misin?" buyurdu.

Ben:

  Yâ Rasûlallah! Ben ilk taife içinde bey'at ettim! dedim.

Peygamber:

  "ikinci defa bey'at et!" buyurdu. Ben de ikinci defa bey'at ettim " [97].

 

45- Bedevî Arablar'ın (İslâm Ve Cihâd Üzerine) Bey'at Etmeleri Babı

 

66-Bize Abdullah ibn Mesleme, Mâlik'ten; o da Muhammed ibnu'l-Munkedir'den; o da Câbir ibn Abdillah(R)'tan şöyle tahdîs etti. Bir bedevi Arab, Rasûlullah (S) ile İslâm üzere bey'at etmişti. Sonra bu bedevîye bir humma hastalığı isabet etti de:

— Yâ Rasûlallah! Benim bey'atimi çöz (çöle döneyim)! dedi. Rasûlullah bunu kabul etmedi. Sonra tekrar geldi, yine:

— Yâ Rasûlallah! Benim bey'atimi çöz (de ben yine çöle gide­yim)! dedi.

Rasûlullah yine kabul etmedi. Bunun üzerine bedevî, Medîne'-den çöle dönmek üzere çıkıp gitti. Rasûlullah da:

— "Medine, demirci körüğü gibidir, pislikleri dışarı atar, temiz olanı alıkor" buyurdu [98].

 

46- Küçük Çocuğun Bey'atı Babı

 

67-.......Bize Saîd ibnu Ebî Eyyûb tahdîs edip şöyle dedi: Bana Ebû Akıl Zuhre ibnu Ma'bed, dedesi Abdullah ibnu Hişâm'dan tahdîs etti. Bu Abdullah ibnu Hişâm, Peygamber zamanına yetişmiş ve annesi Zeyneb bintu Humeyd, kendisini (Mekke fethinde) Rasûlullah'a gö­türdü ve:

  Yâ Rasûlallah! Oğlumla İslâm bey'ati akdetseniz! dedi. Peygamber (S) de ona:

  "O küçüktür!" buyurdu ve çocuğun başını, eliyle dokunup okşayarak Abdullah'a (bereketle) duâ eyledi.

Torunu Zuhre:

— Büyük babam Abdullah ibn Hişâm, bütün ev halkı adına bir tek davar kurban ederdi, demiştir [99].

 

47- Bey'at Ettikten Sonra Bey'atinden Geri Dönmek İsteyen Kimse Babı

 

68-.......Bize Mâlik, Muhammedibnu'l-Munkedir'den; oda Câbir ibn Abdülah(R)'tan şöyle haber verdi: Bir A'râbî, Rasûlullah (S) ile İslâm üzere bey'at etti. Akabinde A'râbî'ye Medine'de sıtma hasta­lığı isabet etti. Bunun üzerine bu A'râbî, Rasûlullah'a geldi ve:

— Yâ Rasûlallah! Benim bey'atimi geriye döndür (de ben çöle gideyim)! dedi.

Rasûlullah bunu kabul etmedi. Sonra A'râbî yine geldi ve:

  Yâ Rasûlallah! Benim bey'atimi geriye döndür! dedi. Rasûlullah yine kabul etmedi. Sonra yine gelip:

  Benim bey'atimi geriye döndür! dedi.

Rasûlullah yine kabul etmedi. Bunun üzerine o A'râbî Medine'­den çıkıp gitti. Rasûlullah da:

  "Medine ancak demirci körüğü gibidir; değersizlerini dışarı

atar, temizlerini de meydana çıkarır" buyurdu [100].

 

48- Bir İmâma (Devlet Başkanına Allah'a Tâat Maksadıyle Değil De) Sırf Dünyâ Menfaati İçin Bey'at Eden Kimse Babı

 

69........ Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Uç (şahıs vardır ki) Allah kıyamet gününde onlarla konuş­maz, onları temize çıkarmaz, onlar için (yaptıklarına karşılık) ağrıtıp incilten müdhiş bir azâb vardır. Birincisi: Yol üzerinde (ihtiyâcından) fazla bir suyu bulunan ve onu yolculardan men' eden kimsedir, ikincisi, devlet başkanına yalnız dünyâ menfâati için muahede eder de devlet başkanı ona istemekte olduğu dünyalığı verirse, ona yaptığı muâhe*. deye vefa edip yerine getirir, eğer vermezse ona ahdini yerine getir­mez. Üçüncüsü metâını ikindiden sonra bir adama satar ve Allah adına yemîn ederek bu mata muhakkak şöyle şöyle fıât verilmiştir der. Müş­teri de o mala o kadar fiât verilmemiş olduğu hâlde, onun yaptığı yalan yemini sebebiyle o kimsenin sözünü doğru kabul eder de o ma­lı ondan o yüksek bedelle satın alır" [101].

 

49- Kadınların Bey'ati Babı

 

Bu kadınların bey'ati hâdisesini İbn Abbâs, Peygamber(S)'den olmak üzere rivayet etmiştir [102]

 

70-.......el-Leys şöyle demiştir: Bana Yûnus, İbn Şihâb'dan tahdîs etti. Bana Ebû İdrîs el-Havlânî haber verdi ki, kendisi Ubâde ibnu's-Sâmit(R)'ten şöyle derken işitmiştir: Bizler bir mecliste otururken Ra­sûlullah (S) bize şöyle buyurdu: "Allah'a (ibâdette) hiçbir şeyi ortak etmemek, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarınızı öldür­memek, kendiliğinizden uyduracağınız hiçbir yalanla kimseye büh­tan etmemek, hiçbir ma'rûf işte isyan etmemek üzere bana bey'at ediniz (yânî benimle ahd ediniz). İçinizden her kim sözünde durursa, onun ecri (mükâfatı) Allah'ın fadi ve keremi üzerindedir. Bu dedik­lerimden birini yapıp da ondan dolayı dünyâda îkaab edilirse, bu îkaab ona keffârettir. Bunlardan birini yapıp da, yaptığı o fiili Allah Taâlâ örtüp gizlerse, onun işi Allah'a kalır: isterse Allah onu îkaab eder, isterse affeder".

Biz de bu şart üzere Rasûlullah(S)'a bey'at ettik [103].

 

71-....... Bize Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den; o da Urve'den haber verdi ki, Âişe (R) şöyle demişti:

— Peygamber (S) kadınlarla ' 'Kadınlar Allah 'o hiçbirşeyi ortak kılmamaları..." (ei-Mümtehine: 12) âyetinin sözleri ile bey'at ederdi.

Âişe:

— Rasûlullah'm eli bey'at sırasında hiçbir kadının eline dokun-mamıştır, ancak (nikâh veya milk ile) mâlik olduğu kadınlar müstes­na, demiştir [104].

 

72-.......Ümmü Atıyye (R) şöyle demiştir: Bizler Peygamber(S)'e İslâm üzere bey'at ettik. Şöyle ki, kendisi bize karşı "... Kadınlar Al­lah 'û hiçbirşeyi ortak kılmamaları, hırsızlık yapmamaları... '' (ei-Momte-hine: 12) âyetini okudu. Ve bizi ölü üzerine çığlıkla ma'tem tutmak­tan nehyetti. Bunun üzerine kadınlardan birisi (ki Ümmü Atıyye'nin kendisidir) bey'at etmekten elini çekti ve:

— Yâ Rasûlallah! Fulâne kadın Câhiliyet ma'teminde bana yar­dım etmişti. Ben şimdi onun bendeki hakkını karşılayıp ödemek isti­yorum! dedi.

Rasûlullah da o kadına hiçbirşey söylemedi. Bunun üzerine ka­dın gitti. Sonra (o kadından müsâade alarak) dönüp bey'at etti.

Ümmü Atıyye: Benimle beraber bey'at eden kadınlardan ancak (Enes'in anası ve Ebû Talha'nın karısı olan) Ümmü Suleym, Ümmü'l-Alâ, Ebû Sebre'nin kızı Muâz ibn Cebel'in karısı yâhud Ebû Sebre'-nin kızı ve Muâz ibn Cebel'in karısından başkası bu bey'atteki fer-yâdla ağlamama şartına vefa etmedi, demiştir [105].

 

50- Yaptığı Bir Bey'ati Bozan Kimse Babı

 

Ve Yüce Allah'ın şu kavli:

"Gerçek sana bey'at edenler ancak Allah'a bey'at etmiş olurlar. Allah'ın eli, onların elleri üstündedir. Şu hâlde

kim bu bağı çözerse, kendi aleyhine çözmüş olur. Kim de Allah ile sözleştiği şeye vefa ederse, O da ona büyük bir ecir verecektir" (el-Feth: 10) [106].

 

73-.......Muhammedibnu'l-Munkedir şöyle dedi: Ben Câbir ibn Abdıllah(R)'tan ısıttım, şöyle dedi: Bir bedevi, Peygamber'e geldi de-

  Yâ Rasûlallah! Benimle İslâm üzere bey'at et! dedi Peygamber de onunla islâm üzere bey'at etti. Sonra ertesi gün

bu bedevi sıtma hastalığına tutulmuş olarak geldi ve:

  (Yâ Rasûlallah!) Benim bey'atimi çöz! dedi. RasûluIIah onun bu teklifini kabul etmedi. Adam geri dönün rit-

tıği zaman:                                                                         

  "Medine şehri demirci körüğü gibidir: Değersiz olan kiri pa­sı dışarı atar, temiz olanı da ortaya çıkarır" buyurdu [107].

 

51- Vefat Ardında Halîfe Ta'yîn Etmek Babı [108]

 

74-.......Yahya ibn Saîd şöyle demiştir: Ben (Âişe'nin kardeşi­nin oğlu) el-Kaasım ibn Muhammed'den işittim, şöyle dedi: Âişe (R-bir kerre şiddetli bir baş ağrısına tutuldu da):

  Vay başım, (ölüyorum)! demişti. RasûluIIah (S) da:

  "Eğer sen ölür de ben hayâtta kalırsam, senin için mağfiret diler ve senin için duâ ederim!" buyurdu.

Bunun üzerine Âişe:

— Vay başıma gelen musibete! Vallahi öyle sanıyorum ki, mu­hakkak Sen benim ölümümü istiyorsun. Eğer ben ölürsem, muhak­kak Sen o son günün gecesinde kadınlarının birisiyle gerdek olup yaşayacaksın! dedi.

Âişe'nin bu sözü üzerine RasûluIIah şöyle buyurdu:

  "Yâ Âişe! (Endişelenme!) Asıl ben 'Vay başıma!' demeliyim (çünkü senden evvel öleceğim). Yâ Âişe! (Hattâ) şimdi ben Ebû Bekr'e ve oğluna haber göndermek ve -hilâfet dedikoducularının sözlerinden ve hilâfet umanların temennilerinden nefret ederek- hilâfeti Ebû Bekr'e vasiyet etmemi kasdettim (yâhud istedim). Fakat sonra düşündüm ki, Allah (hilâfeti Ebû Bekr'den başkasına müyesser kılmaktan) çekinir. Mü'minler de Ebû Bekr'den başkasının halîfe olmasını men' eder­ler. Yâhud Allah Taâlâ (Ebû Bekr'den başkasının halîfe olmasını) men eder. Mü'minler de (Ebû Bekr'den başkasına bey'at ve mutâbaatten) çekinirler" [109].

 

75-.......Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Babam Umer (vurulup vaziyeti ağırlaşınca, dostları tarafından):

  Yerine bir halîfe ta'yîn etmez misin? diye sorulmuştu. Umer:

— Eğer yerime halîfe ta'yîn ve tavsiye edersem (aykırı bir iş yap­mış olmam). Çünkü benden hayırlı olan Ebû Bekr, yerine halîfe ta'-yîn ve tavsiye etti. Eğer ta'ym etmez de (bu işi ümmete) bırakırsam, şübhesiz benden hayırlı olan Rasûlullah (S) da (muayyen bir zâtı açıkça söylemeyip bu işi ümmete) bırakmıştır, dedi.

İbn Umer şöyle dedi: Halîfe ta'yîni teklifine karşı Umer'in ver­diği cevâbı, mecliste hazır bulunan sahâbîler Umer'e karşı takdirle karşılayıp, onu övdüler. Bunun üzerine Umer de:

— Ben bir halef ta'yîn etmek ve ta'yîninde isabet ederek med-holunmak isterim. Fakat isabet olunamamasından da korkarım. Ben bu hilâfet işinden ne kârlı, ne de zararlı olmayarak; başa-baş kurtul­dum. Artık şimdi muayyen bir zâtı yerime halef ederek hayâtımda, Ölümümde mes'ûliyetini yüklenmek istemem! Dedi [110].

 

76-........ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Enes ibn Mâlik (R) ha­ber verdi ki, kendisi Umer ibnu'l-Hattâb'ın minber üzerine oturup da yaptığı ikinci hutbesini işitmiştir: Bu hutbe, Peygamber(S)'in ve­fatı gününün ertesinde olmuştu. Umer şehâdet kelimelerini söyledi. Ebû Bekr ise hiç konuşmuyor, susuyordu. Umer şöyle dedi:

— Ben Rasûlullah'm. yaşayıp da bizim işlerimizi üzerine alıp yaz­masını (yâhud düşünüp tedbîr etmesini) ümîd ederdim.

Umer bu sözüyle, Peygamberin vefatının kendilerinden sonra olmasını kasdetmektedir.

Umer devamla şöyle dedi:

  Muhammed Ölmüş ise, şübhesiz Allah Taâlâ sizin aranızda bir nûr (yânı Kur'ân) bırakmıştır ki, onunla Allah'ın Muhammed'e hidâyet ettiği doğru yolu bulacaksınız. Şübhesiz Ebû Bekr de Rasû-lullah'ın sahibi ve (mağarada) "İkinin ikincisidir" (et-Tevbe: 40). Hiç şübhe yok ki, o, müslümânlann işlerini üzerine almaya en lâyık kim­sedir. (Ey hazır bulunanlar!) Kalkınız ve ona bey'at ediniz! dedi.

Sahâbîlerden bir kısmı bundan önce Sâide oğullan sakîfesinde Ebû Bekr'e bey'at etmişlerdi. Umûmî bey'at ise, sakîfede yapılan bey'­at gününün sabahında, minber üzerinde yapılan bu bey'at olmuştu.

ez-Zuhrî, Enes ibn Mâlik'ten söyledi ki; Enes ibn Mâlik, o gün Umer'in Ebû Bekr'e ısrarla "Minbere çık!" deyip durduğunu işit­miş ve nihayet Ebû Bekr minbere çıkınca, insanlar ona umûmî ola­rak bey'at ettiler, demiştir [111].

 

77-.......Bize îbrâhîm ibn Sa'd, babasından (yânî Sa'd ibn İbrâhîm ibn Abdirrahmân ibn Avf ez-Zuhrî'den); o da Muhammed ibn Cubeyr ibn Mut'ım'den tahdîs etti ki, babası Cubeyr ibn Mut'ım (R) şöyle demiştir: Bir kerresinde Peygamber (S)'e bir kadın geldi. Pey-gamber'in ona vereceği birşey hakkında onunla konuştu. (Kadın dö­nerken) Peygamber kadına tekrar müracaat etmesini emretti. Bunun üzerine kadın, sanki Rasûlullah'ın vefatını ifâde etmek isteyerek:

— Yâ Rasûlallah! Ben gelir de Sen'i bulamazsam ne buyurur­sun? diye sordu.

Rasûlullah da ona:

  "Şayet beni bulamazsan Ebû Bekr'e gelip müracaat et!" buyur­du [112].

 

78-.......Sufyân es-Sevrî şöyle demiştir: Bana Kays ibn Müslim, Târik ibn Şihâb'dan tahdîs etti ki, Ebû Bekr (R), Rasûlullah'm vefa­tından sonra dînden çıkmış ve harble yenilmiş olan Tayy, Esed, Ga-tafân ve diğer kabilelerin elçilerine hitaben:

— Sizler çöllerde develerin kuyruklarının arkalarından gidersi­niz, nihayet Allah sizlere, Peygamber'inin halîfesi ve. Muhacirler'i eliy­le, bunların sizlere kusur ve günâhı çok saymakta olacakları bir iş gösterir! demiştir [113].

 

52- Bâb

 

(Bu, önceki bâhdan bir fasıl gibidir)

 

79-.......Bize Şu'be tahdîs etti ki, Abdulmelik ibn Umeyr şöyle demiştir: Ben Câbir ibn Semure(R)'den işittim, o şöyle dedi: Ben Pey-gamber(S)'den işittim, O: "Oniki emir olacaktır" buyuruyordu.

Yine Câbir: Ben ancak Peygamberdin söylediği bir kelimeyi işit-memiştim. Onu da babam Semure:

— Rasûlullah: "Bunların hepsi Kureyş'tendir" buyurdu, diye ri­vayet etti  [114].

 

53- Birbirleriyle Çekişen Hasımların, Töhmet Ve Ma'siyet Ehli Olanların, Bu Sıfatla Tanınmalarından Sonra Evlerden Çıkarılmaları Babı

 

Umer ibnu'l-Hattâb, Ebû Bekr'in vefatı üzerine bağırıp çağırarak feryâd ettiği zaman, Ebû Bekr'in kızkardeşi Ümmü Ferve bintu Ebî Kuhâfe'yi evden dışarı çıkarmıştır [115].

 

80-.......Bana Mâlik, Ebû'z-Zinâd'dan; o da el-A'rec'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuş­tur: "Nefsim elinde olan Allah'ayemîn olsun, içimden öyle geçiyor ki, emredeyim de birçok odun toplatıp yığdırayım. Sonra namaz için ezan okunmasını emredeyim de birine cemâate imâm olsun diyeyim. Sonra o cemâati bırakıp (namaza gelmeyen) adamların üzerlerine gi­dip (kendileri içlerinde iken) evlerini üzerlerine yakıver ey im! Nefsim elinde olan Allah'a yemîn ederim ki, cemâatten bu geri kalanlarını­zın herhangisi burada semiz etli bir kemik parçası yâhud iki tane iyi paça bulacağını bilir olsaydı, elbette yatsı namazına gelip hazır bulunurdu" [116].

Muhammed ibn Yûsuf el-Firabrî şöyle dedi: Yûnus şöyle dedi: Muhammed ibn Süleyman şöyle dedi: Ebû Abdillah el-Buhârî: t(Mırmât", "Minsât" ve "Mîdât" gibi mîmi kesrelenmiş olup, davarın iki tırnağı arasındaki et ma'nâsmadır, demiştir [117].

 

54- Bâb: İmâm İçin Mücrimleri Ve Ma'siyet İşleyenleri Konuşmaktan, Kendilerini Ziyaret Etmekten Ve Benzeri Şeylerden Men1 Etmesi Caiz Olur Mu?

 

81-.......Bizeel-Leys, Ukayl'den; o da İbn Şihâb'dan; oda Abdurrahmân ibn Abdillah ibn Ka'b ibn Mâlik'ten; o da Ka'b ibn Mâ-lik'in oğlu Abdullah'tan tahdîs etti. Bu Abdullah, Ka'b ibn Mâtik'in gözleri kör olduğu zaman, onun oğulları arasından kendisine.yedici-lik yapanı idi. O şöyle demiştir: Ben babam Ka'b ibn Mâlik(R)'ten işittim, şöyle dedi: Tebûk gazvesinde Rasûlullah'tan geri kaldığı za­manki hadîsini zikretti de, bunda şöyle dedi:

—Rasûlullah, kendisinden seferde geri kalanlardan işte şu üçü­müzle konuşmaktan müslümânları nehyetti. Halk da bizden çekin­diler... Bu hâl üzere elli gün kaldık...  Rasûlullah, sabah namazını kıldığı zaman Allah'ın bizim üzerimize tevbesini (pişmanlığımızın ka­bulünü) i'lân etmiş, halk bize müjdelemeğe koşmuştu [118].

 

Kastallânî şöyle dedi: "Bu, Ahkâm Kitâbı'nın sonudur. Ben bunun şerhini 916 yılının başında bitirdim. Allah bunda ve bun­dan sonraki akıbetimizi güzel eylesin. Bütün mühim işlerimizde bize kifayet eylesin! Herşeyi kaplayan fazl dalgaianm üzerimize akıt­sın. Ve bizi Sıratı Mustakîm'e hidâyet eylesin! Bu şerhi kitabet ve tahrîr olarak kemâle ulaştırmakta bana yardım eylesin! Beni bu­nunla faydalandırıp kendi rızâsına hâlis kılsın! Bunu ve bana in'-âm ettiği bütün ni'metleri Yüce Allah'a emânet eder, kendisinden tâati yolunda ömrümü uzatmasını, bana afiyet libâsları giydirme­sini ve vefatımı rızâ ve İslâm ile tayyıbetu't-tayyibe içinde kılma­sını dilerim. Hamd Allah'a, salât ve selâm da Muhammed'e, O'nun âli ve ashabına olsun!"

Ben Mehmed Sofuoglu da 4 Ağustos 1984/7 Zu'1-ka'de 1404 cumartesi günü ikindi vaktinde bu kitabın tercüme ve şerhini biti­rirken, Kastallânr'nin bu duasını aynen tekrar eder, Yüce Allah'­tan gerisini de sağlık ve afiyetle tamâma erdirmesini niyaz eylerim!



[1] Hüküm, lügatte birşeyi başka birşeye isnâd ve isbât etmektir. İslâm hukukuna göre Hüküm, Allah Taâlâ'nın insanların hâl ve hareketlerine ilgili olan hitâb-lan, yânî emirleri nehiyleridir. Bu emirler ve nehiyler ya îcâbîdir ki, bunların ilgilendiği işlerin yapılması yâhud bırakılması zaruri olur; yâhud da kulun arzu ve tercihine bırakılmış bulunur. Devlet başkanının ve işleri çözüp bağlama er­babının halk ve cemiyet hakkındaki emirlerine, nehiylerine itaatin vucûbu da Allah'ın hükmü gereğidir.

[2] ".... Ve aranızdan seçtiğiniz (ellerine millî nüfuz ve kudret verdiğiniz) emir sâ-hiblerine de itaat ediniz". Zeyd ibn Eşlem, bu âyetteki "Emîr sâhibleri"yle mu-râd, âmme velayetini, millet nüfuz ve kudretini temsîl eden devlet adamlarıdır, demiş ve bu âyetten önceki âyeti okuyarak bu tefsîrindeki isabetini göstermiş­tir: "Şübhesiz ki Allah size emânetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hük­mettiğiniz zaman adaletle hükmeylemenizi emreder. Allah bununla size gffek ne güzel öğüt veriyor. Şübhesiz ki Allah hakkıyle işitid, hakkıyle görücüdür" (en-Nisâ: 58)

Bu iki âyette devlet kurumunun ve İslâm idare hukukunun en esaslı hü­kümlerine işaret olunmuştur ki, İslâm Ümmeti'nin ilk ve en önemli vazifesi, ken­disine ehliyetli ve kudretli bir devlet başkanı seçmesi ve bu suretle devlet İdaresi kurmasıdır.

Diğer taraftan devlet idaresi kendilerine birer emânet olarak verilen devlet adamlarına da millet üzerinde adaletle tasarruf etmeleri emrolunmuştur ki, bu da idare adamlarının en esaslı ve karşılıklı vazifesi bulunuyor.

Emir sâhiblerine itaat, milletle hükûmein karşılıklı seçim ve adalet vazîfe-lerİ gereğidir. Hukuken millet, devlet başkanını seçmek ve onun kurduğu hükü­meti kabul etmekle "Emir sahihleri" denilen idare âmirlerine vekâlet vermiş oluyor. Vekilin âdil tasarruflarını kabul etmek, müvekkil için hukukî bir zaru­rettir. Bu sebeble meşru' ve âdil bir hükümete karşı isyan Allah'a ve Rasûlü'ne karşı isyan kabul edilmiştir.

Bu âyetteki kayıdlardan birisi de mü'minlere hitaben ilMinkum = Sizden olan" kaydıdır ki, ma'nâsı açıktır.Mü'minlerden olmayan ulü'1-emre itaat dî­nen vâcib kılınmamıştır. Bu hususta itaat değil, varsa bir ahde riâyet bahis ko­nusu olacaktır... Fahru'd-dîn er-Râzî: Allah ve Rasûlü'nden sonra bir İçtimaî hey'et hâlinde kesin itaatleri vâcib kılınan ulü'l-emrden murâd hali ve akd er­babı denilen ve ittifakları bütün ümmeti temsil ederek Kitâb ve Sünnet'ten son­ra doğrudan doğruya bir şer'î delîl teşkil eden icmâ ehli olması lâzım geldiğini, Allah ve Peygamber'e itaatten sonra en mutlak itaatin ancak bu olabileceğini, efrâd-ı ümerâ ve hükkâm ve ulemâya itaat de bunlardan birine müteferri' bu­lunduğunu müdellel ve mufassal bir surette beyân etmiştir... (HakkDîni, II, 1375 -1377).

[3] Hadîs, meşru' emir sâhiblerine itaatin Allah'a ve Peygamber'e İtaat olduğu, bun­lara isyanın da Allah'a ve Rasüle isyan olması düstûruna apaçık delâlet etmek­tedir. Bunun bir rivayeti daha geniş bir metinle Mağâzî'nin sonlarında geçmişti.

[4] Başlığa uygunluğu, başlık, imamlara itaat ve haklarını yerine getirmenin vucû-buna delâlet etmekte ve yine böyle idare edilenlerin işlerini yerine getirmek, imam­lar ve idareciler üzerine vâcib olduğuna delâlet etmesi bakımındandır. Bu kadar uygunluk da yeterlidir.

Dîn bakımından güdücü ve güdülen olmadık hiçbir mükellef yoktur. Her­kes bir bakıma güdücü ve diğer bakıma güdülendir. Cemiyetin her ferdi, başka­sının ya zatına, ya malına güdücüdür. Hattâ kendi organları, kuvvetleri ve hasselerinin güdücüsüdür. Bunlar, güzel muhafaza ile Allah'ın rızâsına aykırı işlerde kullanmamakla mükelleftir ve bundan sorumludur. Bu hadîs, ferdî ve ic-timâî huzuru te'mîn edecek muazzam bir düstûrdur. Bunun bir rivayeti Cumu-a'da geçmişti.

[5] Başlığa uygunluğu hadîsin sonundadır. Bunun bir rivayeti Kureyş'in Menkabe-leri bâbı'nda geçmişti.

Abdullah ibn Amr Tevrat okur ve orada gördüğü şeyleri Rasûlullah'a is-nâd etmeksizin, bir Tevrat haberi olarak naklederdi. Bu arada Kahtân'dan bir melik çıkacağını da nakletmişti. Muâviye, emirliği zamanında bunu duymuş, ve kızarak Kureyş hey'eti karşısında bu konuşmayı yapmıştır.

Tenbîh: Zaman değişip de putlara ibâdet olunmadıkça kıyamet kopmaz bâ­bı'nda Ebû Hureyre'den: "Kahtân'dan bir adam çıkıp da asâsıyle insanları sev-ketmedikçe kıyamet kopmaz" hadîsi vardır. Bunda Kahtânlı Melik'in, zamanın âhirinde îmân ehlinin kabzediimesi sırasında olacağına işaret vardır. Abdullah ibn Amr'in bu hadîsi Ebû Hureyre'nin bu merfû' hadîsine muvafık olunca, Mu­âviye'nin inkârının asla ma'nâsı yoktur... (Bunu İbn Hacer söyledi) (Kastallâ-nî).

[6] Bunun bir rivayeti Menkabeler'de geçti, Müslim de bunu Mağâzî'de getirmiştir.

[7] Buhârî burada zikrettiği âyetle yetindi. Bunlar 44., 47., 50. âyetlerde "Onlar zâlimlerdir", "Onlar kâfirlerdir" diye sıralanan hükümlerdir. "Her kim Allah'ın indirdiği hükümler ile hükmetmezse, işte bunlar da /âşıktırlar", Yânî Allah'ın hükmünden veya îmândan çıkmış kimselerdir... Ya Allah'ın hükmüne îmân et­tiği hâlde o hükümden hârice çıkmış âsî bir fâsıktır. Veya o gün onu kalben de tanımamak veya istihfaf etmekle îmândan çıkmış kâfir bir fâsıktır. Ve her iki hâlde fâsık, cezasına hakk kazanacaktır. Binâenaleyh Tevrat'a mutabık hük­mü kabul etmeyen Yahûdîler, İncîl'e mutabık hükmü kabul etmeyen Hnstiyan-lar kendi nazarlarında ve i'tikaadlarmda dahî kâfir veya zâlim veya fâsıktırlar, veya hepsidirler. Kezâlİk bunlara benzeyenler de bunlar gibidirler. Küfürleri ilâhî hükmü inkâr veya küçük görmelerinden, zulümleri, hakk mi'yân olan ilâhî hük­mü atıp başka hükümler ile hükmettiklerinden, fıskları da Hakk'ın hükmün­den dışarı çıktıklarından dolayıdır. Şu hâlde ya bu üç vasfın hepsi birliktedir veya herbiri hükümden imtinaa eklenmiş olan bir hâle göre müstakili sıfatlar­dandır {Hakk Dîni, II, 1695-1696).

[8] Başlığa uygunluğu "Allah'ın hikmet verdiği, da bu hikmetle hükmeder ve onu başkalarına öğretir olan kimsedir" sözündedir.

Bunun birer rivayeti İlim ve Zekât'ta da geçmişti. Bundaki hased, meşhur ma'nâsmca hased değil, gıbtadır. Bir kimsenin diğer kimsenin hayır ve güzellik­lerine gıbta etmesi ve ondan meydana gelen güzel amellerin benzerlerinin, ken­dinden de meydana gelmesini temenni edip tahsil yollarını araması kötülenmiş değil, makbuldür. Kötülenmiş olan, hakîkî haseddir ki, hased edilenin ni'meti-nin gitmesini temennî etmektir.

[9] Âmil, büyük küçük bir yeri idareye hükümet tarafından ta'yîn edilen vâlî ve emîre denir. Benzetme yönü saçlarının kara, kıvırcık, kısa ve başının küçük ol­ması gibi şeylerdir. Bu hadîsin bir rivayeti Namaz Kitâbı'nda da geçmişti. Köle nin emîrlik ve vâlîliği sahîh olunca, arkasında namaz kılmak da sahîh olmak lâzım gelir.

[10] Bunun bir rivayeti Fiten'de geçmişti. Müslim de Mağâzî'de getirmiştir.

[11] İtaatin vâcib olmaması, isyan ve ihtilâlin vucûbunu gerektirmez, itaatin mec­burî olmamasıyle İsyan mecburiyeti arasında mülâzemet yoktur. Kötü emîrler ve idareciler hakkında âlimlerin görüşü şudur: Bir fitneye, bir fesada, bir zulme sebeb olmadan azl ve düşürülmesi mümkin olursa def etmek, mümkin olmaz­sa sabretmek ve kalben onun küfür ve ma'siyetini inkâr eylemek. Bunun bir rivayeti Cihâd'da da geçmişti.

[12] Bunun bir rivayeti Mağâzî, Peygamber'in bir askerî birlik göndermesi bâbı'nda geçmişti. Bu birliğin üçyüz yâhud dörtyüz kadar olduğu, kumandanının da Ab­dullah ibn Huzâfe es-Sehmî olduğu bildirilmiştir.

Eğer bu emirle ateşe girselerdi, İntihar etmiş ve ebeden ateşte kalmış ola­caklardı.

"Halika ma'siyette mahlûka itaat yoktur" ve "Tâat ancak ma'rûftadır" hadîsleri de bunu te'yîd edicidir. Şu hâlde âmirin her emri, me'mûru mes'ûli-yetten kurtarmağa kâfi gelmez. Bi'1-farz bir me'mûr, âmirinin emriyle rüşvet alsa veya hırsızlık yapsa, mes'ûliyetten kurtulamaz. Bu ma'nâ "Amirin kaanû-na aykırı emri, me'mûru mes'ûliyetten kurtarmaz" diye de ifâde olunur (Hakk Dîni, II, 1375).

[13] Abdurrahmân ibn Semure, Mekke fethi günü müslümân olmuştu. Abdu'ş-Şems evlâdından ve Mekke'nin eşrafından olduğundan, İslâm'da da emirlik gibi şe­refli bir vazife adaylarından idi. Peygamber ona, kendiliğinden emirlik isteme­mesini, fakat millet tarafından teklif olunursa kabul etmesini ve bu suretle Allah'ın yardımına nail olacağını vasiyet etmişti. Nitekim Abdurrahmân Irak fetihlerinde çalışmış, Sîcİstân ile Kabil, Abdurrahmân'm eliyle fetholunarak bu­ralarda teklif olunan emirliklerde bulunmuştur.

Hadîsteki emaretten maksad, devlet nüfuz ve kudretini temsil eden millî büyük makaamlardır. Bu makaamların arkasında koşan İhtiraslı kişilerin bu ma-kaamlara getirilmemesine de işaret buyurulmuştur.

[14] Bu da aynı hadîsin başka yoldan bir rivayeti olup, başlığa delâleti açıktır. Bun­ların da birer rivayeti Nezirler ve Keffâretler'de geçmişti.

[15] Yânî yüksek mevki'in başlangıcı ne güzel bir süt-anadır! Sonu da ne acı sütten kesicidir! Hadîste kötülenen, me'mûriyet değil, fakat me'mûriyet ihtirasıdır;bu ihtiras ile mevki' ve makaam talebinde bulunmaktır.

[16] Buhârî burada hadîsin başka bir yolunu göstermiş olmaktadır.

[17] Hadîsin başlığa delâleti gayet açıktır. Hadîsteki emaret, yine devlet nüfuz ve kudretini temsîl eden büyük me'mûriyetlerdir. Hadîste bu makaamlara istekli ve hırslı kişilere geçirilmemesine işaret olunmuştur.  "Tâlibu't-tevliyeti Iâ-yuvellâ = Âmme velayeti ve nüfuzunu almak talebinde bulunan bir kişiye âmme velayeti yöneltilmez" düstûru, İslâm idare hukukunda en mühim düstûrlardan birisidir.

[18] Ubeydullah ibn Ziyâd, Muâvİye ve oğlu zamanında Basra vâlîsi idi. Taberânî'-nin el-Mu'cemu'l-Kebîr'inde şu vardır: Hasen Basrî dedi ki: Günün birinde Mu-âviye sefih, kandökücü Ubeydullah ibn Ziyâd'ı Basra'ya vâlî gönderdi, Vâlî kan dökmeğe başladı. O sırada sahâbîlerin büyüklerinden Abdullah ibn Mu-ğaffel (R) aramızda bulunuyordu. Bir gün bu zât, Vâlî îbn Ziyâd'm yanma gitti ve ona:

  İşlediğin bu fenalıklardan vaz geç! dedi. O da:

  Sen kim oluyorsun ki, böyle emrediyorsun? diye karşıladı. İbnu Muğaffel onun yanından çıktı, doğru mescide gitti. Biz:

  Şu sefihin sözüyle halka karşı ne yapacaksın? dedik.

— Ben bilirim ki, İbn Ziyâd, zina mahsûlü bir piçtir. Bu hakikati mescidde halka i'lân etmeden ölmek istemiyorum! dedi.

Sonra çok geçmedi, vefatına sebeb olan hastalığa tutuldu. Hastalığı sıra­sında Vâlî Ubeydullah hasta ziyaretine geldi. İbnu Muğaffel bu sırada Ma'kıl ibn Yesâr'm bu hadîsini Vâlî'ye söyleyerek, uyanmaya çağırdı... (Kastallânî).

[19] Hadîsin ikinci fıkrası zahirdeki rivayet şekline göre mevkuftur, yânî mecliste hazır bulunanlar Cundeb'den daha nasîhat etmesini istediklerinde, o da: "Öl­dükten sonra insanın ilk kokuşan kısmı karnıdır... " diye söze başlamış ve bunu Rasûiullah'a yükseltmemiştir. Fakat bu, hükmen Rasûlullah'a yükseltilmiş olup merfû'dur. Çünkü râvî Cundeb, bunu kendi re'yi >'e söylemiş değildir. Nitekim mevkuf olmak şübhesini gidermek ve hükmen merfû' olduğunu tesbît etmek için Buhârî'nin râvîlerinden Firabrî, bunu Buhârî'ye sormuş, o da cevâbında açıkça "Evet Cundeb'dir" diye beyân etmiştir.

[20] Merv Kaadısı Yahya ibn Ya'mer'in hükmünü İbnu Sa'd Tabakaat'mda sene­diyle getirmiş. Şa'bî'ninkini de yine İbn Sa'd rivayet etmiştir.

[21] Başlığa uygunluğu "Mescidin süddesi yanında" sözünden alınır. Çünkü "Südde" evin önündeki saha yâhud evin kapısı yâhud kapıyı yağmurdan, güneşten koru­mak için yapılan kapı üzerindeki gölgelik ma'nâlarına gelir.

Hadîsin bir haylî rivayetleri vardır. Bunlardan biri Edeb'de "Allah'ı sev­menin alâmetleri bâbı"nda geçmişti.

Hadîsin bir rivayetinde Enes ibn Mâlik şöyle demiştir: Biz:

— Yâ Rasûlallah, âhirette biz de sevdiklerimizle beraber miyiz? diye sorduk.

— "Evet berabersiniz!" diye tasdik buyurdu. Biz bu cevâbdan pekçok israh ve sevinç duyduk

[22] Başlığa uygunluğu "Kadın, Peygamber'in kapışma geldi de O'nun kapısı ya­nında hiçbir kapıcı bulmadı" sözündedir. Bu hadîsin bir başka yoldan rivayeti Cenâzeler'de, "Kabirleri ziyaret bâbı"nda geçmişti. Müslim'in bir rivayetinde "Kendi çocuğu üzerine ağlıyordu" şeklinde gelmiştir.

Hadîs, RasûluIIah'm bütün hayâtı ve zamanının halk arasında geçtiğine, kapısı önünde sultan saraylarındaki gibi, insanların girmesine engel olan bekçi­ler, kapıcılar, muhafızlar olmadığına açıkça delâlet etmektedir.

[23] Başlığa uygunluğu, hadîsin ma'nâsmdan alınır. Çünkü Kays ibn Sa'd, Rasûlul-lah (S) Medine'ye geldiği zaman, O'nun korumasında olur ve O'nun işlerini ye­rine getiricisi bulunurdu. Bu da başlığa girer. el-Kirmânî: Hadîsteki "Kâne yekûnu = Olur idi" diye "Kâne" tekrarının fâidesi istimrar ve devamlılığı be­yândır demiştir... (Aynî).

eş-Şurîa "Gurfe" vezninde "Surat" lafzının müfredi olur. "Çarkacı" ta'-bîr olunan asker Öncüsüne denir, şâir askerden önce düşmanla mukaateleye baş-Iamalanyla gûyâ ki, nefislerini ölüme ta'yîn ve hazır ederler. "Şunlar harb şur-taiarıdır" denir ki, harbe ilk girenler ve ölüme hazırlananlar demektir. Ve "Şur-îa", vâlî, hâkim ve dâbit yardımcılarından husûsî taifeye denir ki, şâirlerinden seçilmek için husûsî alâmetler ile alâmetli, nişanlı olurlar, Farsça'da "Serhenk" denir; tüfekçi-başı, baş-çavuş, kolluk çorbacısı, eşkdâr ustası ve şâir dâbıtan nıa-kûlesinin mecmû'una denir, müfredi "Türkî" vezninde "Şurtî"dir... (Kaamûs Ter.).

Hadîste geçmiş birşeyin daha sonra meydana gelen birşeye benzetilmesi var­dır. Çünkü "Sâhibu'ş-Şurta", Peygamber zamanında valilerden hiçbirinin ya­nında mevcûd değildi. Bu emniyeti korumakla mükellef sınıf, ancak Emevîler Devleti'nde meydana gelmiştir-Enes, Kays ibn Sa'd'ın hâlini dinleyicilere yak­laştırmak istedi de, onu, dinleyicilerin bilmekte oldukları "Sâhibu'ş-Şurta"ya benzetti (Kastallânî).

[24] Bu, Mürtedlerin Tevbe Ettirilmesi Kitâbı'nda "Mürted ve mürteddenin hükmü bâbı"nda bu senedle geçmiş olan uzunca hadîsten bir parçadır. Hadîsin evveli şöyledir: Ebû Mûsâ: Ben Peygamber'e geldim.Yanımda Eş'arîler'den iki adam vardı. Onlardan biri sağımda, diğeri solumda idi. Rasûlullah bu sırada dişlerini misvâklıyordu. O iki adam da Rasûlullah'tan me'mûriyet istediler. Bunun üze­rine Rasûlullah: "Yâ Ebâ Mûsâ!" yâhud "Yâ Abdalîah ibn Kays!" buyurdu. Ben: Seni hakk ile gönderene yemîn ederim ki, bu iki adam gönüllerindekini bana bildirmemişlerdi, ben bunların me'mûriyet isteyeceklerini bilmedim, de­dim. Ben onun dudağının altında misvakının hareketine bakıyor gibiyim. Şöyle buyurdu: "Biz işimiz üzerine, onu isteyeni ta'yîn etmeyiz. Lâkin sen yâ Ebâ Mûsâ -yâhud: Ey Abdalîah ibn Kays-! Yemen'e git!" buyurdu. Sonra onun arkasın­dan Muâz ibn Cebel'i de yolladı... Sonra müslümân olup da ardından Yahûdî olan adamın kıssasını zikretti...

[25] Bu, bundan önceki hadîsin bir rivayetidir. Buhârîbunu da aslından kısaltmak suretiyle vermiştir. Başlığa uygunluğu "Allah'ın hükmü ve Rasûlü'nün hükmü olarak" sözündedir.

[26] Suâlin cevâbı hazfedildi, çünkü onu hadîs açıklamaktadır

[27] Öfke hâlinde hüküm vermekten men'in sebebi, öfke hâlinde iken intikaam al-re hükmetmesi ihtimâli olmasıdır. Fakîhler insanın şuurunda değişikliği gerek­tiren hâlleri, kaza âdabına aykırı saymışlardır. Bunlar çok açlık, çok tokluk, ağrılı ve sızılı hastalık, fazla korku, şiddetli ferah, uyku galebesi, ziyâde sıcak, fazla soğuk zamanlan gibi hâllerdir. Bu gibi hâllerde hâkim hükmünü başka bir güne bırakmalıdır. Kaza âdabı hakkında haberler ve eserler çoktur; hukuk­çular tarafından ayrı kitâblar yazılmıştır.

Ebû Bekre hadîsinin zahirine göre öfkeli iken verilen hükmü Hanbelî fa-kîhleri geçerli ve sahîh bulmamışlardır. Diğer mezheblerde kerâhetli olarak na­fiz ve sahîhtir.

[28] Bunun birer rivayeti ilim Kitabı, "Mev'izede öfke babı" ila Namaz Kitabı, "İmâ­mın kıyamda hafifletme yapması bâbı"nda da geçmişti.

Buhârî bunu burada ancak va'z ve hitabet esnasında heyecan ve öfke izhâr etmenin meşru' olduğunu işaret etmek üzere getirmiştir.

[29] Başlığa uygunluğu açıktır. Bunun birkaç rivayeti Talâk Kitâbı'nda geçmişti.

[30] Buhârî bununla Ebû Hanîfe'nin kavline işaret etti. Çünkü onun mezhebi insan haklarında hâkimin kendi bilgisi ile hükmetmek hakkı vardır, haddler gibi Al­lah haklarında ise hâkimin kendi ilmi ile hükmetmek hakkı yoktur. Ve bunun cevazı hususunda Buhârî iki şart koştu: Biri töhmet olmaması, diğeri de mes'e-fenin şöhreti bulunması. Nitekim Ebû Sufyân'ın aile geçimindekİ cimriliği ve aile nafakasını onun malından alacağı, Hind'in de şikâyeti kıssası gibi.

[31] Bu hüküm meşhurdur. Nafakalar'da ve daha başka yerlerde geçmişti. Buhârî'-nin "Bu meşhur bir iş olduğu zamandır" sözü, mes'elenin belli bir iş olduğu zamandır ma'nâsmadır ki, Ebû Sufyân'ın aile nafakasıyle mükellef oluşu ve karısı Hind'in vâki' olan şikâyeti kıssası gibi... Buhârî bunu hâkimin kendi bilgisi ile hükmetmesi görüşünde olan lehine hüccet için getirdi. Çünkü Peygamber, Hind lehine ve çocukları lehine nafakalarını Ebû Sufyân aleyhine hükmetmiştir. Bu­nu da nafakanın ona vâcib olduğunu bilmekle vermiştir.

[32] Başlığa uygunluğu, hadîsin sonundan alınır. Çünkü orada Peygamber'in kendi ilmi ile hüküm vermesi vardır. Nitekim bu bilgi mes'elesini biz yakında zikret­miştik. Bu hadîsin bir rivayeti Nafakalar Kitabı, "Hind'in kaziyyesi"nde Bu-hârî'nin "Erkek ailesine infâk etmediği zaman kadın için onun malından almak hakkı vardır... babı" dediği yerde geçmişti... (Aynî).

Hİnd, kocası Ebû Sufyân ile beraber Mekke fethi günü müslümân olmuş, ve İslâm'da sebat ve güzel hareket etmiştir. Yermûk harbi'nde de kocasıyle bera­ber hazır bulunmuş, bu muharebede de İslâm mücâhidlerini Rûmlar'a karşı ateşli hitâbeleriyle heyecanlandırıp teşvik etmiştir... Rasûlullah yalnız kaleler, mem­leketler fethetmemiştir. Onlardan daha yalçın ve sert gönülleri de feth etmiştir. İşte Hind'in bu hadîste Rasûlullah'a karşı i'tirâfları ve samîmi beyânları bu ha-kîkatin delîllerindendir!

[33] İmâm Buhârî'nin bu "Ba'zu'n-nâs" ta'bîriyle, mu'tâdı üzere Ebû Hanîfe ile taraftarlarını kasdettiğİ söylenmiştir.

[34] Umer ibnu'l-Hattâb'm mektubunu Abdurrazzâk; Umer ibnu'1-Abdilazîz'inkini Ebû Bekr el-Halâl ve îbrâhîm en-Nahaî'hin haberini de İbn Ebî Şeybe senedle-riyle rivayet etmişlerdir.

[35] eş-Şa'bî'nin bu görüşünü ve diğerlerinin görüş ve uygulamalarını, senedli ola­rak diğer hadîsçiler rivayet etmişlerdir.

[36] Şehâdete mâni' olan şey, ancak şehâdet edeceği şeyi tam bilmemesidir.

[37] Bu, Diyetler Kitabı; "Kasâme bâbı"nda geçen hadîsten bir parçadır. Kıssayı bu­rada kısaca özetleyelim:

Huveyyısa ile Muhayyısa, kardeştirler ve Ensâr'dan Mes'ûd ibn Zeyd'in oğullarıdır. Abdullah ibn Sehl ile Abdurrahmân ibn Seril de kardeş olup, onlar­la amca-oğullandırlar. Bu dört amca oğullarından Mes'ûd'un oğlu Muhayyısa ile Sehl'in oğlu Abdullah, ailelerine hurma satın almak üzere Hayber'e gitmiş­lerdi. Hayber'e vardıklarında satın almak için ayrıldılar. Muhayyısa işini görüp geldiğinde, Abdullah'ın bir sû'-i kasde uğradığını ve kanlar içinde yattığını gör­dü. Onu defnedip Medine'ye geldi. Merhumun kardeşi Abdurrahmân ile kendi kardeşi Huveyyısa ile birlikte her üçü Rasûlullah'a varıp şikâyet ettiler. Rasû-Iullah da Hayber Yahûdîleri'ne bir mektûb gönderdi. Bu rivayette haber veril­diği üzere, bu mektubunda: "Ya maktulün diyetini verirsiniz, yâhud da sizi ahdi bozmuş ve harb i'lân etmiş sayarak, sizinle harb ederiz" diye bildirdi.

Yahudiler: "Biz şer'î muhakemeye hazırız, maktulü biz öldürmedik, Öldü­ren kimseyi de bilmiyoruz" diye cevâb yazdılar.

Bunun üzerine Rasûlullah, Huveyyısa ile iki arkadaşına:

— "Bu cinayetin Hayber Yahudileri tarafından işlendiğine yemîn eder mi­siniz?" diye sordu.

Onlar da:

  Yanında bulunmadığımız ve görmediğimiz bir cinayet hakkında nasıl yemîn ederiz? diye çekindiler.

Rasûlullah da Yahûdîler'den elli kişiye kasâme suretiyle yemîn teklîf edil­mesini söyledi. Da'vâcilar:

— Yahûdîler'in yeminlerine nasıl i'tibâr edelim? diye buna da razı olmadılar. Bunun üzerine Rasûlullah, maktulün diyetini Beytu'i-mâl'den yüz deve ve­rerek, da'vâ sona erdi....

Bunun bir rivayeti Cihâd'da geçtiği gibi, bu kitâbda "Hâkimin kendi âmil­lerine mektubu bâbı"nda da gelecektir.

[38] ez-Zuhrî'nin bu haberini Ebû Bekr ibn Ebî Şeybe senediyle rivayet etmiştir. Bu­nun gereği, erkeğin kadın için şehâdet yaparken, kadını görmesinin şart olma­dığı, fakat kadını sâdece hangi yolla olursa olsun tanımasının yeteceğidir.

[39] Hadîsin başlığa uygunluğu,bunun birçok hükümleri şâmil olması yönündendir. Onlardan biri mühürlü yazı üzerine şâhidliktir. Bu hadîste ise hem yazı, hem de mühür vardır.

Bu mühür yüzükle mühürlenip Rûmlar'a gönderilen mektûb "Vahyin Baş­langıcı Bölümü"nde rivayet edilmiş olan uzun Ebû Sufyân hadîsinde beyân edil­mişti. Mühürle ilgili bâzı hadîsler, Abdest ve Libâs Kitâbları'nda da geçmişti.

[40] el-Kevâkib'ds: Yânî ne zaman hüküm vermeye ehil olur? dedi... Müctehid ol­makla ki, o da Kur'ân hükümlerini, sünnet hükümlerini, kıyâsı ve nevi'Ierini bilen kimsedir. Kur'ân nevi'lerinden ve sünnetten: Âmm, hâss, mücmel, mü-beyyen, mutlak, mukayyed, nass, zahir, nâsıh, mensûh; Sünnet nevi'lerinden: Mütevâtır, âhâd, muttasıl, ve diğer hadîs nevi'leri; Kıyas nevi'lerinden: Kıyâsu'i-ûlâ, müsâvî ve'1-edven... gibi.

[41] Umer ibn AbdİIazîz'in kaadıda olması lâzımdır dediği bu hasletleri Saîd ibn Man-sûr Sünen 'inde; İbn Sa'd de: Tabakaal'mda senedli olarak rivayet etmişlerdir. Buradaki "Sûlen ": İlimden çok sorucu ve araştırıcı sıfatı beşin tamamlayicisı-dır. Çünkü ilmin kemâli ancak suâl ile hâsıl olur, çünkü kendi yamndakinden daha kuvvetli olan, sormakla meydana çıkar.. (Kastallânî).

[42] Rızk, devlet başkanının müslümânlarm işlerini yapan kimselere Beytu'1-mâl'-den tertîb etmekte olduğu ücrettir. Vâlîler, kumandanlar, tahsildarlar, zekât me'-mûrları ve diğer me'mûrlann ücretleri Beytu'l-mâPden verilir.

[43] Kaadı Şurayh, ki o İbnu'l-Hâris ibn Kays en-Nahaî el-Kûfi'dir, Küfe kaadısı-dır. Onu Umer ta'yîn etmişti, Umer'den sonra da Kûfe'de Usmân, Alî ve Hac-câc devirlerinde uzun zaman kaadıhk etmiştir. Yüzyirmi yaşını geçtikten sonra seksen yılından önce vefat etmiştir. Bunu Abdurrazzâk ile Saîd ibn Mansûr se­nedli olarak rivayet etmişlerdir.

[44] Âişe'nin bunu "Velîlerden kim zengin ise (yetîmin malından yemekten) kaçın­sın. Kim de fakir ise o hâlde örf e göre birşey yesin..." {en-Nİsâ: 6) âyetinin nu-zûlü hakkında söylediğini İbn Ebî Şeybe rivayet etmiştir.

Ebû Bekr es-Sıddîk'm halîfe seçildiği zaman Beytu'l-mâl'den ücret aldığı­nı, Buhârî Buyû'da, Umer'in de ücret aldığını İbn Ebî Şeybe ile İbn Sa'd sahîh sened ile rivayet etmişlerdir.

[45] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Bu hadîste dört sahâbı birleşmiştir. Bunun Müslim de Zekât'ta birkaç rivayetini getirmiştir. Müslim'deki bir riva­yette Abdullah'ın oğlu Salim: İşte bundan dolayı babam İbn Umer, kimseden birşey istemez ve kendisine verilen bir şeyi de reddetmez idi, demiştir: Müslim Ter., III, 233-234, 110-112 "104İ"

[46] Burada uygulamaları bildirilen bu zâtların bu uygulamaları İbn Ebî Şeybe ve diğer hadîsçiler tarafından senedli olarak rivayet edilmiştir.

[47] Bu hadîsler daha uzun metinlerle La'netleşme Bölümü'nde geçmişti. Bu hadîs­lerde mescidde la'netieşme yapmanın cevazı hükmü vardır. Evlâ olan ise, mes­cidin bu gibi işlerden korunmasıdır. Bunun gibi bâzı âlimler, mescidde hüküm vermeyi müstehâb görmüşlerdir. Mâlik: Bu kadîm bir iştir, çünkü mescidde ka­dın, zaîf herkes kaadiya ulaşabilir, evinde olduğu zaman ise perdeleme imkâ­nından dolayı insanların hepsi ona rahatça ulaşamaz, dedi. Bâzı âlimler de mescidde hüküm vermeyi kerîh görmüştür... (Kastallânî).

[48] Umer ibnu'l-Hattâb'm bu emrini İbn Ebî Şeybe ile Abdurrazzâk Sahîhayn'm şartı üzere olan bir senedle rivayet etmişlerdir. Alî'nin emrini de İbn Ebî Şeybe rivayet etmiştir.

[49] Hadîsin daha tafsîlli bir rivayeti Hudûd'da geçmişti. Bunu Müslim de Hudûd'-da "Kendi nefsi aleyhine zina iftira eden kimse babı" başlığında, birbirini tef-sîr eden ondan fazla rivayetini ayrı ayrı sahâbîlerden çok güzel bir tertîble getirmiştir. Bu Ebû Hureyre hadîsi de orada, babın ilk hadîsidir. Ondan daha sonra gelen Ebû Saîd hadîsinde şu bilgiler verilmiştir:

Eşlem kabîlesinden Mâiz ibn Mâlik denilen biri Rasûlullah'a geldi ve:

  Ben zina fiiline düştüm, bana zina cezası tatbîk et, dedi. Peygamber onu tekrar tekrar reddetti. Sonra kabîlesinden Mâiz'İn deli olup

olmadığını sordu. Onlar:

— Mâiz'de bir delilik hâli bilmiyoruz. Şu kadar var ki, o bir günâh işlemiş­tir ve vücûduna ceza tatbîk edilmesinden başka hiçbir şeyin kendisini bu günâh­tan çıkaramayacağına inanmaktadır, dediler.

Mâiz tekrar Peygamber'in yanma döndü. Peygamber bizlere recm etme­mizi buyurdu... (Müslim Ter., V, 267-298, "1691-1698").

[50] Başlığa uygunluğu pek açıktır. Rasûlullah bu eskimez öğüdü bütün hukukçula­ra bir düstûr yapmıştır. Bu hadîsin bâzı rivayetleri Mezâlim, Hileleri Terk ve Şehâdetler Kitâbları'nda da geçmişti. Müslim de Kazâ'da getirmişti. Bundan birçok hükümler alınmıştır:

* Hâkim, Peygamber bile olsa, hâkimin hükmü, aslında haram olan birşe­yi halâl kılmaz, halâl olan birşeyi de haram kılmaz.

*  Hâkim cerh ve ta'dîl hususunda sırf ilmi ile hükmedebilmektedir.

*  "Aranızda birbirinizin mallarınızı haksız sebeblerle yemeyin ve kendiniz bilip dururken insanların mallarından bir kısmını günâhla yemeniz için onları hâkimlere aktarma etmeyin" (el-Bakara: 188) âyetinin güzel bir tefsîri olup, ma'-nâsından: "Lisân talâkat ve açıklığı ile hüccet getirerek hüküm kazanmakla, Allah'ın haram kıldığı bîrşey halâl olmaz" hükmü alınabilir...

* Bu hadîs, Peygamber'in kendi içtihadı ile hüküm verebildiğini de gösterir.

*  Her müctehidin içtihadında isabet etmediği mes'eleler bulunduğu da sa­bit olmaktadır.

* "Beliğ sözleri doğru zannederek onun lehine hükmedebilirim" kavlinden, zann ile amelin cevazı da bundan alınabilir.

[51] Bunu Sufyân es-Sevrî Cami 'inde senediyle Abdullah ibn Şubrume'den; o da eş-Şa'bî'den olmak üzere rivayet etmiştir.

[52] Bunu da Sufyân es-Sevrî rivayet etti, Umer bununla kötü hâkimlerin kendi iste­dikleri lehine hüküm vermekte kendi bilgilerini ileri sürmeye bir yol bulmama­ları için, vesileleri kesmek için yapmadığına işaret etmiştir. Hâlbuki Umer'in yanında recm âyeti hakkında sağlam bir şehâdet vardı. "Recm âyeti" sözü ile kasdedilen, Kur'ân olma şartlarını hâiz olmadığı için Mushaf'a girmeyen, fa­kat sünnette sabit olan şu ifâdelerdirYaşlı bir erkek ve yaşlı bir kadın zin â ederlerse, bunları A Hah -tan bir tenkil olmak üzere mutlakaa taşlayın. Allah azizdir, hakimdir".

[53] Bununla Rasûluüah'ın Mâiz üzerine recm ile hükmetmesi, Mâiz'in kendi i'tirâ-fı ile olup etrafındaki kimselerin şehâdetleriyle olmadığına işaret etmiş oluyor.

[54] Bu iki görüşü İbn Ebî Şeybe, eş-Şa'bî yolundan rivayet etmiştir.

[55] Bunun birer rivayeti Buyu', Humus ve Mağâzî'de "Huneyn gazvesi"nde geçti. Müslim de bunu Cihâd ve Siyer'de, "Düşman öldüren mücâhidin, öldürdüğü kimsenin silâh ve eşyalarına hakk kazanması bâbı"nda, "1751" rakamı ile ge­tirmiştir: Müslim Ter., V, 351-352.

[56] Bu hadîsin daha uzun birer rivayeti t'tikâf'ta ve îblîs'in sifatı'nda geçmişti. Bu­hârî bunu burada bundan evvel getirdiği "Bu kadın ancak Safiyye'dir" haberi­ni beyân olarak getirmişir.

Safiyye hadîsini kendi bilgisiyle hüküm vermeye delîl getirme yönü şudur: Peygamber, Ensârî iki kişinin gönlüne şeytân vesvesesinden herhangibirşey düş­mesini kerîh görünce, ismetiyle beraber kendisinde töhmet olmamasını gözet­mesi, başkalarından da töhmet olmamasını gözetmeyi gerekli kılmış olmasıdır (Kastallânî).

[57] Bu hadîsin uzun bir rivayeti Mağâzî Kitâbı'nın sonlarında geçmişti. Peygamber bu büyük ve Yemenli iki sahâbîyi, Yemen'in ayrı iki büyük kıt'asma vâlî olarak göndermiş ve onlara verdiği ta'lîmâtta ebediyyen eskimeyecek idarecilik ve öğ­reticilik düstûrlarını öğretmiştir. Buna birbirlerinize uygun hükümde bulunun ve birbirinize aykırı hükümde bulunmayın. Çünkü ihtilâfınız, tab'alarmızın ih­tilâfına götürür ve bu takdirde aranızda düşmanlık ve muharebe olur buyur­muştur. Bir de Yüce Allah'ın "öm işlerinde üzerine hiçbir güçlük de yükleme-di..." (el-Hacc: 78) buyurduğu gibi, müsamahalı Hanîf Dîni işlerinde hiçbir dar­lık ve zorluk olmamasında emir buyurmuştur (Kastallânî).

[58] Hadîsin başlığa delâleti açıktır. Bâzı hukukçular, hâkimin düğün da'vetlerin-den başka olan yemek da'vetlerine icabetini mahzurlu görmüşlerdir.

[59] Başlığa uygunluğuımeydandadır.Bu hadîsin birer rivayeti Zekât'ta, Yûsuf ibn Musa'dan; Cumua'da ve Nuzûr'da Ebû'l-Yemân'dan; Hibe'de Abdullah ibn Muhammed'den ve Hileleri Terk'te de Ubeyd ibn İsmail'den olmak üzere geç­mişti. Müslim de bunu Mağâzî'de, Ebû Bekr ibn Ebî Şeybe ve diğerlerinden ge­tirmişti.. (Aynî).

Bu hadîste devlet âmir ve me'mûrlarma hediye verilen şeylerin ve sultâna saltanatı sebebiyle verilen şeylerin Beytu'1-mâle âid olacağı, ancak imâmın, ken­disine hediye kabul etmesini mübâh kılmış olduğu kimsenin hediyesi kendisine âid olur (Kastallânî).

[60] Başlığa uygunluğu Ebû Huzeyfe'nin kölesi olan Sâlim'in imamlığıdır. O, zikro-lunan hürlere o mescidde imamlık yapmıştır. Kendisi Kur'ân'ı çok iyi ezberle­yip çok güzel okuyan en başta gelen hafızlardan idi.

Namaz Kİtâbı'nda "Kölelerin imamlığı bâbı"nda buna yakın bir hadîs geçti, fakat orada Ebû Bekr'i zikretmedi. Burada Ebû Bekr'i açıkça söylemesi müşkil görüldü. Çünkü Medine'ye gelmesinden önce Ebû Bekr, Peygamber'in refiki idi. Öyleyse onu onların içinde nasıl zikretti? Beyhakî buna şöyle cevâb verdi:

Sâlim'in, Peygamber'in Medine'ye gelmesinden ve Ebû Eyyüb'un evine kon­masından sonra da namaz kıldırmağa devam etmesi ihtimâli vardır...

Enes'ten: Peygamber (S) "Üzerinize başı kuru kara üzüm tanesi gibi olan bir Habeş/i köle de devlet âmiri ve me'mûru ta'yîn edilmiş olsa, onu dinleyiniz ve itaat ediniz" buyurmuştur. Bu hadîsin namaz ile ilgisi kendisine me'mûriyet havale olunan emîr, vâlî gibi kimselerin namazlarda imâm olmaları sünnet ge­reği olmasıdır. Kölenin emîrtik ve valiliği sahîh olunca, arkasında namaz kılmak da sahîh olmak lâzım gelir. Bu hadîsi Buhârî abd ile mevlâmn, zina çocuğunun, bedevinin, bulûğa varmamış çocuğun imametleri hakkında zikretmiştir... Abd'ın, zina çocuğunun, bedevinin imametleri cumhura göre sahihtir. Yalnız İmâm Mâ­lik: "Köle olan hürlere imâm olamaz" demiştir. Şu kadar ki, içinde okuyucu bulunmazsa, cumuadan mâada namazlarda abde iktidâ edilebilir. Çünkü cu-mua abde vâcib değildir, der... (Tecrîd Ter., II, 542 "401").

[61] Başlığa uygunluğu açıktır. Buhârî bunun bâzı rivayetlerini Vekâlet, Humus, Ma-ğâzî, Itk, Hibe Kitâblan'nda da getirmiş ve oralardaki bâblara delîl olan yönle­ri gösterilmişti. Burada ise her kabîlenin haklarım koruyan, idaresini, siyâset işlerini tedbîr edip çeviren işbilir arifleri olduğu, Rasûlullah'ın bütün ferdlerde değil, ancak kabilelerin bu arîf kişileri aracılığı ile halkın isteklerini öğrendiği ve bunların toplulukların sevk ve idaresinde gerekli olduğu hususları Öğrenilmiş oluyor.

Lügatte şu bilgiler verilmiştir: Arîf, emîr vezninde "Ma'rife"den vasıftır ki "Bilgiç" ta'bîr olunan kimseye denir ve kendi kavminin rical, ahvâl ve fiille­rini bilmeğe muayyen ve muhassas olan kimseye denir. Cem'i "Ura/â" gelir... Ve bir kavmin reîsine denir, riyasette bilindiği içün. Bir kavle göre kavmin na-kîbine denir ki, payesi reîsten aşağı olur, kavmin işlerini ve maslahatlarını o ba­kıp yürütür ve gereken mühim işlerde reîse müracaat eder, kavmin söz sahibi kethüdası olacaktır... Şârih der ki, Arab kaaidesi üzere sergerdeleri ki, emîrdir, ondan aşağıca kârguzârlarına "Nakîb" ve "Menkeb" ve ondan aşağıcasına "Arîf" denir... (Kaamûs Ter.)

[62] Bu hadîste harbî, siyâsî, hukukî, içtimaî ve ahlâkî bakımlardan mühim düstûr­lar ve ibretli hususlar vardır. İbn Battal: İmâmın arifler ta'yîn etmesi meşrü'-dur. Çünkü imâma bizzat bütün işleri görmek mümkin olmaz. Bunun için kendisi yerine bâzı işleri yerine getirmeye yetecek ve kendisine yardım edecek kişiler ta'yûı etmeye muhtâc olur, demiştir.

[63] Çünkü bu bir işi gizleyip, diğer bir işi açığa çıkarmaktır. Bununla, onun küfür olduğu murâd edilmez, fakat bu küfür gibi bir çirkin huydur. Onun için hiçbir mü'mine sultâna karşı olsun yâhud başkasına karşı olsun, yüzüne karşı övüp, arkasından kötülüklerini söylemek yakışmaz.

[64] Müslim'in Abdullah ibn Umer'den rivayet ettiği bir hadîste münafık kişi, iki davar sürüsü arasında şaşırmış bir koyuna benzetilmiştir. Şaşkın koyunun iki sürüden bazen birisine, bazen ötekine koştuğu gibi, münafık da cemiyet içinde bazen bir halk zümresine, bazen de öteki halk zümresine koşar buyurulmuştur: Müslim, Sıfâtu'l-Munâfıkîn ve Ahkâmuhum, rak: 17-"2789".

[65] Ma'rûflu demek, yemekte israf etmiyerek ma'nâsmadır. Şâfiîler'den ve başka­larından bir âlimler topluluğu bu hadîsle, hazır olmayan kimse üzerine hüküm verileceğine delîl getirmişlerdir, Nevevî: Bu istidlal sahîh olmaz. Çünkü bu kıs­sa Mekke'de oldu, Ebû Sufyân Mekke'de hazırdı. Gâib üzerine hükmün şartı, gaibin beldeden gâib olmasıdır...

Bu gâib üzerine hüküm olmayıp, ancak bir fetvadır, demiştir (Kastallânî)

[66] Bu hadîsin birer rivayeti Mezâlim, Hîleleri Terk ve Şehâdetler'de de geçmişti. Eskimez ve ebedî bir hukuk düstûru va'z ettiği apaçık meydandadır.

[67] Başlığa uygunluğu, hükmün zahire göre olması yönündendir. Çünkü Peygam­ber zahir hukuk kaaidesine göre, çocuğu, Abd ibn Zem'a'nın lehine hükmet­miş, çocuğun nesebini ona katmıştır. Çocuğun Utbe'ye benzemesinden dolayı da Sevde'ye ihtiyaten çocuktan perdelenmeyi emretmiştir. Buhârî, Peygamber'-in çocuk aslında Zem'a'nın olmasa da, Zem'a'mn cariyesinin oğlu hakkında zahir hukuk kaaidesine göre hükmettiğine işaret etmişti. Bu hadîsin bâzı rivayetleri Buyu', Muhâribûn, Ferâiz, Vasiyetler Kitâblan'nda da geçmişti. (Kastallânî)

[68] İbn Battal'm dediği gibi bu hadîste hâkimin hükmü zahire göre olup, haramı halâl kılmadığı ve bir mahzuru da mübâh kılmadığı hükmü vardır. Çünkü Pey­gamber, ümmetini yalan bir yemîn ile kardeşinin hakkını koparıp alan kimse­nin ukubetinden sakındırmıştır. Bu âyet de Kur'ân'da gelen en şiddetli tehdîdler-dendir. Bu hadîsin bâzı rivayetleri Şirb, Eşhas, Şehâdetler, Nuzûr, Tefsîr Kitâbla-n'nda geçmiştir.

[69]  Sufyân ibn Uyeyne bunu Abdullah ibn Şubrume'den alarak kendi Câmi'inde böylece zikretmiştir (Aynî).

[70] Başlığa uygunluğu "Her kime bir müslümânın hakkını hükmetmiş isem..." sö­zünden alınır. Çünkü bu aza da, çoğa da uzanır. Hadîsin bir rivayeti yakında geçmişti.

Hadîsin sonundaki "Bu ateş parçasını dileyen alsın, dileyen bıraksın" fık­rası hakkında Sevrî: Bu muhayyer kılma değil, bunun ma'nâsı "Dileyen îmân etsin, dileyen küfretsin" (d-Kehf: 29) kavli gibi, bir vaîd ve tehdîddir. Dilediğiniz işi işleyiniz" (Fussilet: 40) hitabı da böyledir, demiştir.

"Dileyen terketsin" emri, vucûb içindir, denilmiştir..

[71] Bu hadîsin bir rivayeti Buyû'da, "Müdebber kölenin bir ihtiyâç üzerine satıl­ması bâbı"nda geçmişti. Oradaki hadîste Peygamber o fakır zâttan köleyi alıp müzayede ile satılığa çikarmış, sonunda köleyi Ebû Nuaym satın almıştı. Pey­gamber de kölenin bedelini Ebû Mezkûr'e göndererek: "Bu para daha çok se­nin hakkındır, Allah bundan müstağnidir" buyurmuştu. Ölümden sonra hürr olacağı bildirilen müdebber kölenin satılıp satılmayacağı konusunda görüş ay­rılıkları ve tafsîlât vardır. Bunlar yerinden incelenmelidir

[72] Bu i'ürâzlarm asıl sebebi, bu baba ile oğulun köle ve köle çocuğu olmaları idi. Arablar arasında kölenin başkanlığı Câhiliyet zamanında hoş görülmezdi. Fa­kat İslâm Dîni, fıtratan hürr olan İnsanlar arasındaki bu farkı kaldırmış ve Câ-hilîyet devrinde hakîr görülen sınıfı, İslâm'daki kıdemi, hicreti, ilmi, takvası sebebleriyle yükseltmişti. Kaldı ki, bu baba ile oğulun kumandanlık ve yüksek idarecilik hususlarında Peygamber'in iyice bildiği ve Kur'ân'da da işaret edilen büyük kâabiliyet ve meziyetleri vardı... Kur'ân'da sahâbîlerden yalnız bu Zeyd'in İsmi açıkça söylenmiştir: (el-Ahzâb: 37).

[73] Bu "E/erftf"ta'bîri, Kur'ân'da da geçer:

"İnsanlardan öyle kimse vardır ki, onun bu dünyâ hayâtına âidsözü hoşu­nuza gider ve o kalbinde olana Allah h şâhid getirir. Hâlbuki o, düşmanların en yamanıdır" (el-Bakara: 204).

"İşte biz onu (Kur'ân'ı) ancak onunla takvaya erecekleri müjdeleyesin, (ba­tıkla) mücâdele ve inâd edenleri korkutasın diye senin dilinle (indirerek) kolaylaştırdık " (Meryem: 97).

Bunun bir rivayeti Mezâlim ve Tefsîr'de geçmişti.

[74] Başlığa uygunluğu, Peygamber'in duasından alınır ki, Hâlid "Saba'nâ" diyen kimseleri, onların bu sözlerinden maksadlarmm ne olduğunu sormadan, onları öldürmesi işinden teberri' edip Allah'a sığınmıştır. Bunda tbn Umer'in ve arka­daşlarının Hâlid'in öldürme emrine uymamalarını doğrulama vardır... (Aynî).

Peygamber, Hâlid'e ceza vermedi. Çünkü o da bir müctehid idi. Âlimler kaadı bir zulm ile hükmettiği yâhud ilim ehlinin üzerinde bulunduğu hükmün zıddına bir hüküm verdiği zaman, onun bu hükmünün merdûd olduğu, kabul edilmiyeceği üzerinde ittifak etmişlerdir. Hâlid'in yaptığı gibi bir ictihâd üzere ve hatâ olduğu zaman böyledir, bunda günâh düşer, fakat zararı ödemek lâzım gelir. Eğer hüküm katli hakkında ise diyet Beytu'l-mâl'den Ödenir... (Kastallâ-nî).

İbn Sa'd, bu kuvvetin üçyüzelli kişilik olduğunu ve harbetmek üzere değil, İslâm'a da'vet için gönderildiğini bildirmiştir. "Saba"', bir dînden çıkıp baş­ka bir dîne girmek ma'nâsmadır. Kureyş müşrikleri de her müslümân hakkında da bu ta'bîri kullanırlardı. Yaygın olan bu kullanmadan dolayı İbn Umer Cezî­me oğullan'nın "Saba'nâ! Saba'nâ!" sözleri ile hakîkaten "Müslümân olduk" demek istediklerini anlamıştı..Hâlid ise bununla yetinmeyerek İslâm kelimesi­nin açıkça söylenmesinin lâzım olduğu içtihadında idi. Peygamber, Hâlid'i ace­le ettiği ve bu işin şer'î vaziyetini tesbît etmediği için duâ ederek şifahî ukubetle yetinmiştir.

İbn İshâk'ın beyânına göre Alî'yi bir mikdâr mat ile Cezîme oğulları'na gönderip onların can ve mal kayıplarının bedellerini, diyetlerini vermiş, zarar­larını karşılamıştır. Bunun bir rivayeti Mağâzî'de geçmişti.

[75] Bu hadîste hâkimin, hasımlar arasını düzeltmeye teşebbüs etmesinin ve hâki­min, iş bunun için zarurî olduğu zaman aralarını düzeltip ayırmak için husûmet yerine kadar gitmesinin cevazı hükmü vardır (Kastallânî).

Sehl ibn Sa'd es-Sâidî el-Ensârî, Medine'de en son kalan sahibidir. İsmi Hazn ibn Sa'd iken Rasûlullah tefe'ülen ona "Sehl" adını vermiştir. "Hazn", sert ve sarp yer; "Sehl" ise düz ve yumuşak yer demektir. Peygamber'in vefatı sıralarında onbeş yaşında olup kendisinin vefatı 88 yâhud 91 senesindedir.

Amr ibn Avf oğulları Evsîler'den bir koldur. Meskenleri Küba'da idi. Bu-hârî'nin diğer rivayetinde şöyledir: Kubâ ehli bir defa kavga etmişler birbirine girip taş atışmışlar. Bu, Rasûlullah'a haber edildi. Rasûlullah: "Haydi gidelim de barıştıralım" buyurdu denilmiştir.

Bu hadîsin bir rivayeti Namaz Kitabı, "İnsanlara imâm olmak için içeriye giren kimse bâbı"nda da geçmiş ve orada namazla ilgili bâzı açıklamalar veril­mişti.

[76] Başlığa uygunluğu "Sen genç ve akıllı bir erkeksin. Biz seni hiçbir kusur ile itti­hâm etmiyoruz..." sözlerinden alınır.

Bu hadîsten, hâkimin akıllı, zekî, şehâdeti makbul bir kâtib edinmesi, kâ­tibin re'yde hâkime müracaatı ve bâzı hususlarda onunla ortak çalışması gibi hükümler alınmıştır. Kâtibin emîn olması, kitabetinde tama'dan uzak olması, ücretinde emsalin ücretinden fazla almaması, akıllı olması, gafil olmayıp insan­ların haklarını iyi zabtedip koruması gibi sıfatlardır.

Buhârî bunun bâzı rivayetlerini Tefsîr'de, Berâe Sûresi'nde ve Kur'ân'ın Faziletleri Kitâbı'nda getirmişti

[77] el-Hazef iki fetha ile destiye denir, cer' ma'nâsmadır. Ve mutlakaa çamurdan işlenip ateşte pişirilen şey'e denir ki, saksı ta'bîr olunur. Çanak, tabak, küp, testî ve çömlek gibi zarflardır... (Kaamûs Ter.)

[78] Başlığa uygunluğu "Rasûlullah (S) kendisine nakledilen bu haberi ve hükmünü Hayber ehline yazdı" sözündedir. İbn Münîr: Hasımlara yazmanın meşrû'lu-ğundan, başkaları hakkında nâiblere yazmanın cevazı evleviyet yoluyla alınır, demiştir. Buhârî hadîsi burada iki senedle getirmiştir.

Bunun birer rivayeti Cihâd'da ve Kasâme'de geçtiği gibi, bu kitabın başla­rında da kısa bir rivayeti geçmişti.

Abdurrahmân ibn Sehl, öldürülen Abdullah ibn Sehl'in kardeşidir. Her ikisi de Muhayyısa ve Huveyrısa'nın kardeşi oğullandır.

Kastallânî de: Da'vâcılar yemîn etmekten çekindikleri ve da'vâlı olan ka-sâmecilerin yeminlerini de kabul etmediklerinden Rasûlullah, Yahûdîler'i İslâm'a alıştırmak ve onların İslâm'a girmelerini sağlamak maksadıyle da'vâyı uzatma­yarak maktulün diyetini kendisinden ödeyip nizâ'a son vermiştir, demiştir.

[79] Suâlin cevâbı, hadîste verileceği için onunla yetinilip cevâb hazfediimiştir.

[80] Başlığa uygunluğu "Yâ Uneys! Bu adamın karısına git!"... sözünden alınır. Bu­nun zahiri İbn Ebî Zi'b'in dediği gibi: Uneys o kabilede hâkim bulunuyordu, gitti, tahkîk sonucunda i'tirâf ettiği için taşladı.

Bu hadîsin bâzı rivayetleri Vekâlet, Sulh, Eymân ve'n-Nuzûr, Muhâribûn, Vâhİd Haberi ve î'tisâm Kitâblan'nda da geçmiştir.

[81] Buhârî, Hârice'nin bu sözünü ancak muallak olarak Zebâih'de getirmiştir. Bu­nu uzunca bir metinle Târih Kitâbi'nda İsmâîl ibn Ebî Uveys'den; o da Abdur­rahmân İbn Ebi'z-Zinâd'dan; o da babasından; o da Hârice ibn Zeyd'den; o da Zeyd ibn Sâbit'ten olmak üzere senediyle ulaştırıp rivayet etmiştir.

[82] Abdurrahmân ibn Hâtıb, Umer'in huzurunda o kadının mütercimliğini yapı­yordu. Kadın Nubiyeli bir câriye olup İki kişi ile zina etmişti. Bu suçunu i'tirâf ediyordu. Bunu Abdurrazzâk ile Sa'd ibn Mansûr rivayet etmişlerdir.

[83] Ebû Cemre'nİn İbn Abbâs ile insanlar arasında onun derslerini tercüme edip tercümanlık yaptığını Müslim ile en-Nesâî de rivayet etmişlerdir.

[84] "Bâzı Âdem oğlu" ile Ebû Hanîfe ve talebeleri kasdedilmektedir. İbn KurkûT-da, cemi' sîğâsiyle rivayetle: "Çünkü kendi dilinden başka bir dille konuşanlar için ayrı ayrı mütercimler zarurîdir, diller ayrı ayrı olunca, ona göre mütercim­ler de ayrı ayrı olurlar", demiştir.

[85] Bu hadîsin uzun bîr rivayeti kitabın başında Vahy Bâbı'nda geçmişti. Bunun buraya girmesi, kâfir olan HırakPm fiiliyle hüccet getirilemiyeceği bakımından müşkil görülmüş ve buna şöyle cevâb verilmiştir: Hırakl'ın peygamberlik ve ra-sûllük ile ilgili olan hususlardaki istidlali sahihtir. Bu bakımdan başlıkla uygun­luk bu sözlerden ve istidlalden alınabilir. Çünkü Hırakl, peygamberlerin şerîatlerini bilir bir kimse idi... Onun bu sözlerinin, tutunmakta olduğu şerîate uygun olduğuna hamledilir... Buhârî bu başlıkta kendilerine uyulan en büyük imamlardan biri bulunan İbn Abbâs'ın takrirlerinin tercümesini de buna ham­letmiş ve bu sebebden İbn Abbâs'ın, Ebû Cemre'nin kendi takrirlerini tercüme etmesiyle yetinmesini buna hüccet yapmıştır... Bu iki iş de îbn Abbâs'a dönü­cüdür. Çünkü bunun biri kendi tasarrufundandır. Diğeri de onun takrûierin-dendir. Buna Umer'den ve beraberindeki sahâbîlerden nakledilen şeyler de eklenince ve başkalarından bunun hilafı nakledilmeyince, bu hüccet kuvvetli ol­muştur. Fakat bir tercümanın yeterli olup olmayacağı konusunda fakîhler ara­sında görüş ayrılıkları vardır. Muhammed ibn Hasen: İki erkek yâhud bir erkekle iki kadın tercüman zarurîdir, dedi. el-Kerâbisî: Mâlik ve Şafiî'den bir tercümanla yetinmeyi nakletmiştir. İhtilâfın kökü, tercüme işinin haber veya şehâdet olma­sına döner. Bâzıları: Haber vermede tek tercüman yeterlidir, şehâdet yerinde ise, iki tercüman gereklidir, demişlerdir... (Kastallânî).

[86] Bu hadîste devlet başkanının devlet âmir ve me'mûrlarmı kendi işleri hakkında hesaba çekmesi ve onları hediye kabulünden men' etmesinin meşrû'iyyeti hük­mü vardır. Bunun bir rivayeti bundan önce "Âmillere verilen hediyeler ve diğer­leri bâbı"nda geçmişti.

[87] Bu hadîsin bir rivayeti Kader Kitâbı'nda geçmişti.

el-Bitâne: Kitabe vezninde sirr ve serîreye denir... ve bir adamın işleri ve hallerine, mahrem ve hemzâr olan hâssasına ve hemdemine denir ve libâsın as­tarına denir...

ed-Dahîl: Kişinin şu içten dostuna ve hemdemine denir ki, bilcümle gizli işlerine, mahrem her işine ihtilât eder.. (Kaamûs Ter.)

[88] Buhârî burada hadîsin çeşitli geliş yollarını sıralayıp göstermiştir.

[89] Burada devlet başkanı ile hangi maddeler üzere bey'at edileceği keyfiyeti açık­lanmıştır. Bu hadîs seçim veya herhangibir usûl ile devlet nüfuz ve kudretini temsil eden devlet başkanının emirlerini dinleyip itaat etmek ve ona karşı isyan ve kıtale teşebbüs etmemek hususunda açık bir nâsstır. Hadîste sayılan diğer bey'at maddeleri de milleti ayakta tutacak ve hiç eskimeyecek ebedî nizâm düs­tûrlarıdır. Bunu Müslim de Mağâzî'de getirmiştir.

[90] Bunda da sahâbîlerin Muhamrned ile hayatta kaldıkları müddetçe hakk yolun­da cihâd etmek üzere bey'at etmiş kimseler oldukları dile getirilmiştir. Başlığa uygunluk noktası da burasıdır. Bu hadîsin daha bütün bir rivayeti Hendek Gaz­vesi bâbı'nda geçmişti.

[91] Bu hadîsteki "Gücünüzün yettiği kadar" kaydı, Peygamber'in ümmetine olan şefkat ve merhametinden dolayı konan bir kayıt idi.

[92] Hicrî 65 senesi ramazânının üçünde babasının ölmesi üzerine kendisine Şam'da bey'at yenilendiği zaman, Abdulmelik ibn Mervân'a Şâm, Mısır ve civarı halkı ile halifeliğini kabul etmeleri üzerine Abdullah ibn Umer de bir mektûb yaza­rak, hadîste bildirilen şartlarla kendinin ve oğullarının bey'atını bildirmiştir.

Oğullan: Abdullah, Ebû Bekr, Ebû Ubeyde, Bilâl, Umer, Salim, Abdul­lah, Hamza, Abdurrahmân ve Zeyd olmak üzere on kadardır (Kastallânî).

Abdullah ibn Umer gibi yüksek bir zâtın Mervân oğlu'na bey'at etmiş ol­ması, müslümânlan tefrikadan ve içtimaî dağınıklıktan korumak bakımından çok mühim ve gerekli bir siyâsî ve diyânî davranış idi.

[93] Bunun bir rivayeti bir hadîs önce geçmişti.

[94] Bunun daha bütün bir rivayeti Cihâd Kitabı, "Harb etmek üzere bey'at bâbı"n da gemişti. Oradaki hadîsin son kısmında İbnu'l-Ekva'ın râvîsi Yezîd ibn Ebî Ubeyd tarafından:

— (Ey Ebâ Müslim!) O gün siz hangi madde üzerine bey'at etmiştiniz? di­ye sorulmuş da İbnu'1-Ekva':

  Ölmek (ve kat'iyyen dönmemek) üzere, demiştir.

[95] Umer yaralandığı zaman "Yerine bir halîfe tavsiye et" dediklerinde: Rasûlul-lah şu altı zâttan hoşnûd ve razı olarak vefat etti, dedi ve bu altı sahâbînin isimle­rini Usmân, Alî, Talha, Zubeyr, Abdurrahmân ibn Avf, Sa'd ibn Ebî Vakkaas diye açıkça sayıp halifelik seçim ve kararını verecek şûra üyelerini ta'yîn etmişti (Buhârî, Umer'in vurulması).

[96] Bu hadîste diyanetlerine ve dirayetlerine güvenilmiş cemâatin istişare ve ictihâddan sonra, bir şahıs lehine halifelik ahdi yaptıklarında, başkalarının bu akdi çözme­ye hakları olmadığı hükmü vardır. Nitekim Usmân'ın halifelik bey'atma âid ça­lışmalar, araştırma ve istişareler gece-gündüz bütün ciddiyet ve az'imle devam edip öylece.meşrû' olarak gerçekleşmiş ve hiçbir i'tirâza uğramamıştır (Özetle: Kastallânî).

[97] Seleme ibnu'1-Ekva' sahâbîlerin en yiğit ve harbde en sebatlı olanlarından biri olduğundan Peygamber kendisini daha fazla bir şeref olması için ikinci defa bey'­at ettirmiştir. Bunun bir rivayeti Cihâd'da "Harbde bey'at bâbı"nda, Hudeybiye'de geçmişti.

[98] Bunun bir rivayeti Hacc Kitabı  sonlarında Medine'nin Faziletleri bölümünde geçmişti. înşâallah İ'tisâm Kitâbi'nda da gelecektir.

[99] Başlığa uygunluğu, içindeki mübhemliği açıklaması yönündendir. Çünkü Pey­gamber "O küçüktür" buyurduğundan, o küçüktür, ona bey'at lâzım gelmez demiş olmaktadır. Bu zât, Peygamber'in duası bereketiyle her işinde bereketi ve kazancı çok olmuş, kendisi de uzun zaman yaşamıştır. Bunun bir rivayeti Serîket Kitâbi'nda da geçmişti.

[100] Başlığa uygunluğu meydandadır. Bunun bir rivayeti bir bâb önce geçmişti.

[101] Bunun bîr rivayeti Şirb Kitabı, "İhtiyâcından fazla suya mâlik olup da bunu yolcuların kullanmasından men' eden kimsenin günâhı bâbı"nda geçmişti. Ora­daki rivayette Rasûlullah bunun sonunda "Hakikat Allah'a olan ahidîerine ve yeminlerine bedel az bir bahâyı satın alanlar; işte onlar; Onlar için âhirette hiç­birnasîb yoktur. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz, onlara bakmaz, onları temize çıkarmaz. Onlar için pek acıklı bir azâb vardır" (Âlu İmrân: 77) âyetini okumuştur.

Bu üç kişiden biri mal ve mevki' sahibi olmak maksadıyle devlet başkanına bey'at akdi yapıp da emeline erişemeyince ahdini bozan kimsedir. Bu, şübhesiz ahlâksızlığın şekaavet derecesidir. İçtimaî kargaşaya sebeb olacak bir kimsedir. Esas i'tibâriyle müslümânlık, devletçi bir dîndir. Her vesîle ile devlet başkanına ve siyâsî otoriteye itaati emreder ve onun başkanlığı altında ümmetin birlik ve düzenliğinin korunmasını ister.

[102] Buhârî bununla îydeyn Kitâbı'nda İbn Abbâs'ın rivayet ettiği bayram namazın­dan sonra el-Mumtehine: 12. âyetini okuyarak, bundaki şartlarla kadınlardan bey'at ve taahhüd almasına işaret etmiştir.

Buradaki hadîsin "Kadınlar bey'ati" başlığında zikrinin sebebi, bu bey'at, Kur'ân'da kadınlar hakkında gelmiş ve onlarla tanınmış, sonra erkekler hak­kında da kullanılmış olmasıdır.

[103] Bu ilk Akabe gecesinde olan bey'attir ki, onda, el-Mumtehıne Sûresi'ndeki "Ey Peygamber, mü 'min kadınlar, Allah 'a hiçbirşeyi ortak kılmamaları, hırsızlık yap­mamaları, zina etmemeleri, evlâdlarını öldürmemeleri, elleriyle ayakları arasın­dan bir iftira düzüp getirmemeleri, herhangibir iyilik hususunda sana âsî olma­maları şartıyle, sana bey'atleşmeye geldikleri zaman bey'atlerini kabul et. Onlar için Allah 'tan mağfiret isteyiver. Şübhesiz Allah çok mağfiret edici, çok merha­met eyleyicidir1' (Âyet: 12) kavlinin nutkettiği bey'at şartlarının ayniyle vâki' ol duğundan, buna "Bey'aîu'n-Nisâ = Kadınlar Bey'aîi"denilmiştir. Bu şartlarla mükellef olmakta erkekler ve kadınlar müsavidirler. İkinci Akabe'de ise Ensâr, evlâd ve ıyâllerini nasıl müdâfaa ve himaye ederlerse, Rasûlullah'ı da öylece mü­dâfaa ve himaye etmek üzere bey'at etmişler ve ahdlerini hakkiyle îfâ eyleyerek kendilerinden sonra tâ kıyamete kadar İslâm'a girmiş ve girecek olanlara veliy-yi ni'met olmuşlardır.

[104] Bu Kadınlar Bey'atİ sonraları bir çok defalar yapılmıştır. Medine'ye hicret edil­diğinde de kadınlardan aynı şartlarla bey'at alınmıştı. Mekke fethinde de evve­lâ erkekler, sonra da kadınlardan bey'at alındı. Kadınlarla kâh sözle, kâh Rasûlullah'm elini batırdığı bir su kabına kadınların da ellerini batırmaları su­retiyle olmuştu...

[105] Bunun bir rivayeti Cenazeler Kitabı, "Ölü üzerine bağırıp çağırmak şiddetle ağ­lamaktan nehy bâbı"nda geçmişti. Oradaki hadîste Ümmü Atıyye: Peygamber (S) biz kadınlardan bey'at aldığında ölüye nevhâ etmiyeceğimize dâir de söz al­mıştı. Beş kadından başka bizden hiçbir kadın (o sıradaki) ahdini îfâ etmedi. (Bu beş kadın) Ümmü Suleym, Ümmü'1-Alâ, Muâz'ın karısı olan Ebû Sebre kızı ve daha iki kadındır. Yâhud Ebû Sebre kızı ile Muâz'ın karısı ve daha bir kadındır, demiştir.

[106] Çünkü Rasûl'e Rasûl olması haysiyetiyle itaat, O'nu gönderene itaattir... Bu­nun inmesi Hudeybiye'de ağacın altında yapılan Rıdvan Bey'ati hakkındadır. Kaçmamağa veya ölüme söz vererek bey'atleşmiş idiler. Fakat mefhûm umûmî olmak lâzım gelir. "Allah'ın eli onların ellerinin üstünde", yâm bey'atleşme bir alım-sattm gibi elele vererek karşılıklı bir mukaavele ve ivâzlaşma hâlinde İse de, hakikatte bundan İstifâde edecek olanlar onlardır. Çünkü Allah'ın eli onla­rın ellerinin fevkindedir. İbn Cerîr Tefstr'inde der ki: Bunda iki vecih vardır: Birisi, bey'at yaparlarken Allah'ın eli onların ellerinin fevkinde demektir. Çün­kü onlar Allah'ın Peygamberi'ne bey'at etmekle, Allah'a bey'at etmiş oluyor­lardı. Birisi de: Allah'ın kuvveti onların kuvvetinin fevkindedir demektir... (Hakk Dîni, VI, 4413).

[107] Bu hadisin bir rivayeti yakında "Bedevîler'in bey'ati bâbı"nda geçmişti.

[108] Halifenin olumu sırasında kendisinden sonra yerine geçecek bir halîfe ta'yîn et­mek  yahud kendirinden birisini halîfe seçmeleri için bir cemâat ta'yîn eylemek babı.

[109] Başlığa uygunluğu "Ebû Bekr'e ve oğluna haber göndermek ve ona vasiyet et­memi kasdettim yâhud arzu ettim..." sözlerinden alınır.

el-Muhelleb: Bunda Ebû Bekr'in halifeliğine kesin bir delîl vardır. Bu Ebû Bekr'e va'd edilen şeylerdendir. Nitekim Peygamberlik alâmetlerinden olarak va'd edildiği gibi oldu, demiştir... (Aynî).

Hadîsin sonundaki şekk, râvîdendir. Müslim'in bir rivayetinde: "Ebû Bekr'i çağırın da ona bir yazı yazayım. Çünkü ben temenni edicinin temenni etmesin­den endîşe ediyorum. Fakat Allah ve mü'minler Ebû Bekr'in (hilâfetinden) baş­kasını kabul etmezler..." şeklindedir.

Bu hadîste muradın ancak hilâfet olduğuna işaret vardır. İşte Buhârî de hadîsten bunu anlayıp, bunu başlık yapmıştır. Bu hadîsin bir rivayeti Tıbb Ki-tâbı'nda da geçmişti (Kastallânî).

[110] Bunun üzerine Umer muayyen bir zâtı yerine halef kılmadı da bu işin ta'yînini altı kişilik bir şûra hey'etine havale etti.

Nevevî şöyle dedi: Yerine bir halef ta'yîni ile ve hail ü akd erbabı denilen büyük devlet adamlarının bir zât için oluşan kararlarıyle hilâfetin sıhhatinde âlim­lerin icmâı vardır. Devlet başkam seçimi işinin adedi mahdûd veya gayrımah-dûd şûraya havalesi caiz olduğunda da âlimlerin icmâı vardır. Yine böyle halîfe ta'yîninin vâcib olduğunda ve vucûbun aklî olmayıp şer'î olduğunda da âlimle­rin icmâi vardır. Yalnız A'sam ile bâzı Haricîler, devlet başkanı ta'yîninin vâ­cib olmadığını iddia etmişlerdir.

[111] Başlığa uygunluğu "Şübhesiz o, müslümânlann işlerini üzerine almaya en lâyıktır" sözlerinden alınır.

Umer'in bu ikinci hutbesi, Peygamber'in vefatı günü heyecanından şaşıra­rak: "Muhammed Ölmemiştİr. O muhakkak dönecektir" şeklinde kendisinden sâdır olan birinci hutbesinden bir özür beyân etme gibi olmuştur. Bu ikinci hut­besini Ebû Bekr'e Saîde oğullan sakîfesinde yapılan bey'atten sonra, mescidde-ki umûmî bey'at töreninden önce yapmıştı,

Saîde oğulları sakîfesi, daha önce de bildirildiği üzere, onların mühim hü­kümler ve kararlar için toplantı yapmakta kullandıkları bir mekândır. Bu ha dîste bu bey aıiu sakîtede nazır bulunmayanların bey'ati sebebiyle yapıldığına delâlet vardır... (Kastallânî).

[112] Başlığa uygunluğu hadîsin son fıkrasından alınır. Çünkü o fıkra, Peygamber'-den sonra halîfenin Ebû Bekr olacağını bildirir. Bunun bir rivayeti Ebû Bekr'İn fazileti bâbi'nda da geçmişti. Bu hadîs Ebû Bekr'in halifeliğine en açık deliller­dendir... (Aynî).

[113] Başlığa uygunluğu "Nihayet Allah size Peygamber'inin halîfesi ve Muhâcirler'i eliyle..." sözlerindedir.

Bu, kısaltılmış bir rivayettir. Bunun aslını Humeydî el-Cem' Beyne's-Sahîhayn kitabında daha geniş olarak getirmiştir.

"Develerin kuyrukları ardından gidersiniz" demek, çöllerde deve çobanlı­ğı yaparsınız ma'nâsınadır. Çünkü onlar harbde yenilip de kendilerinden harb âletleri geri alınınca, çöllere silâhsız olarak dönecekler ve artık onlar için deve­lerinin kendilerine sağlayacağı menfaatlerden başka bir yaşayışları olmayacak­tır... (Kastallânî).

[114] Câbir ile babası Semure, İkisi de sahâbîdir. Bu hadîsi baba ile oğul müşterek olarak rivayet etmişlerdir. Emaret iddia eden oniki kişinin Kureyş'ten oldukla­rım Semure rivayet ederek, oğlunun eksiğini tamamlamıştır. Bununla beraber hadîs çok kısa bir metin ile rivayet edilmiştir. Bunun İçin hadîsten istenen ma'-nâyı anlamakta güçlük çekilmiştir. Bâzıları bu "Oniki emîr"in emaretleri Râ-şid Halîfeler'den sonra olduğunu, bâzıları bunların emaretleri arka;arkaya bulunacağını, bâzıları bunların ayrı ayrı zamanlara âid bulunduğunu, bâzıları hepsinin bir zamanda emirliğe kalkışacaklarını iddia etmişlerdir. Enjmeşhûr ta­biî âlimlerinden İbnu Ebî Süfre, bu iddiaları sayıp döktükten sonra şöyle de­miştir: Ben bu hadîsin ma'nâsı hakkında kesin kanâat sahibi olan bir kimseye kavuşmadım. Fakat gâlib bir zanna göre Rasûlullah, kendisinden sonra son de­rece acâib fitneler meydana geleceğini, hattâ bir devirde halk, oniki emîrin ar­kasına takılarak fırkalara ayrılacağım haber verip, ümmeti böyle içtimaî dağınıklık ve başıbozukluktan sakmdirmıştır, denilebilir. Nitekim bu ihtilâflar, Râşid Halîfeler devrinden sonra görülmüştür... (özetlenerek verilmiştir).

[115] Bunu İshâk ibn Râhûye kendi müsnedinde Saîd ibnu'l-Müseyyeb yolundan ri­vayet etmiştir. Umer, Hişâm ibnu'l-Velîd'e: Kalk, kadınları dışarı çıkar! demiş. O da teker teker kadınları dışarı çıkarmış, nihayet Ümmü Ferve'yi de dışarı çı­karmıştır.

[116] Başlığa uygunluğu ma'nâsmdaki mübalağa bakımındandır. Çünkü bunda ev­lerden çıkarma ve evleri ateşle yakma vardır...

Bunun birer rivayeti Namaz Kitabı, "Cemâatle namaz babı" ve Mezâlİm'-de geçmişti (Aynî).

[117] "Paça" diye tercüme edilen lafız "Mırmâfdır ki, kâh paçayla, kâh davarın tırnakları arasındaki ufak et parçalarıyle tefsîr ediliyor. Bazen de ok ta'lîminde kullanılan demirsiz bir nevi' okun adıdır deniliyor. Bir kavle göre de bir nevi' ok oyununda yenenin kullandığı okun adıdır... ilk iki raa'nâya göre, bu da yi­yecekle ilgili olursa da diğer ma'nâlara göre maksad değişmiş olur. "Mırmâ-teyn"İn "Haseneteyn" lafzıyle vasıflanması da ikinci ihtimâli kuvvetlendiriyor. Buna göre cemâati terk edenleri, en hakîr dünyevî istifâde ile en ma'nâsız oyun­ları bile uhrevîbüyük sevâbların aşağısında tutmakla kötülemiş oluyor... (Tec-Tİd Ter, II, 493-494).

[118] Hadîsin başlığa uygunluğu son cüz'ünde olup, başlıktaki soruyu açıklamakta­dır. Bunda üç günden daha fazla müddetle ayrılmanın cevazı vardır. Üç gün­den fazla ayrılmaktan nehye gelince, o nehiy, ayrılması şer'î olmayan kimseye hamledilmiştir. Bu hadîs, uzun bir metinle Mağâzî Kitabı, Tebûk gazvesi bâbı'-nda geçmişti. Kısaltılmış olarak başka yerlerde de birçok kerreler geçti.