1- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
3- Hikmetle Hüküm Verenin Ecri Babı
Hilâfet'te KureyşIi Olmanın Şart Kılınmasmdaki Hikmet ve
Sakıt Olmasının Keyfiyeti
7- Emirlik İsteği Üzerine Hırslı Olmanın Mekrûhluğu Babı
8- Bir Topluluğu Koruyup Gözetlemek Vazifesi Verilip De O
Topluluğa Nasihat Etmeyen Kimse Babı
9- Bâb: İnsanlar Üzerine Meşakkat Girdiren Kimseye Allah Da
Meşakkat Verîr
10- Yolda İken Hükmetmek Ve Fetva Vermek Bârı
13- Bâb: Hâkim Yâhud Müftî Öfkeli Hâlde Hüküm Ve Fetva
Verir Mi?
16- Bâb: İnsan Ne Zaman Kaadı Olmaya Hakk Kazanır?
17- Hâkimlerin Ve (Müslümanların İşlerini Yüklenen)
Hükümet Âmir Ve Me'murlarının Rızıkları Bârı
18- Mescidde Hüküm Veren Ve Yine Mescid İçinde
La'netleşme Yaptıran Kimse Babı
20- İmâmın Da'vâ Sırasında Hasımlara Öğüt Vermesi Babı
23- Hâkimin (Düğün İçin Olan) Da'vete İcabet Etmesi Babı
24- Devlet Âmir Ve Me' M Urla Rina Verilen Hediyelerin
Hükmü) Babı
28- (Allah Haklarında Değil De İnsan Hakları Hususunda)
Hazır Olmayan Kimse Üzerine Hüküm Verme Babı
30- Kuyu Ve Benzerî (Havuz, Ev Ve Su Harkı) Hakkında
Hüküm Verme Babı
31- Malın Çoğu Ve Azı Hakkında Hüküm Vermek Babı
33- Kumandanlar Hakkinda Hiçbir Söz Bilmiyerek Kötüleme
Yapanın Kötülemesine Aldırmayan Kimse Babı
34- "El-Eleddıtl-Hasım" -Ki "Husûmeti
Devamlı Olan"-Kimse Babı
36- İmâm (Yânî Devlet Başkanı) Bir Kavme Gelir Ve Onların
Aralarını İyileştirip Düzeltir Babı
37- Bâb: Hüküm Yazıcısının Emîn Ve Akıllı Bir Kimse
Olması Müstehâb Olur
41- İmâmın (Yânı Devlet Başkanının) Vâlî, Âmir, Kumandan
Ve Me'mûrlarını Hesaba Çekmesi Babı
44- (Bir Halette Te'kîd İçin) İki Kerre Bey'at Eden Kimse
Babı
45- Bedevî Arablar'ın (İslâm Ve Cihâd Üzerine) Bey'at
Etmeleri Babı
46- Küçük Çocuğun Bey'atı Babı
47- Bey'at Ettikten Sonra Bey'atinden Geri Dönmek İsteyen
Kimse Babı
50- Yaptığı Bir Bey'ati Bozan Kimse Babı
51- Vefat Ardında Halîfe Ta'yîn Etmek Babı
Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle
(Hükümler
Kitabı) [1]
'Ey îmân edenler,
Allah 'a itaat edin. Rasûle ve sizden olan emir sahihlerine de itaat edin...
" (en-Nisâ: 59) [2].
1-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Ebû Seleme ihmi Abdirrahmân haber verdi ki, kendisi Ebû
Hureyre(R)'den şöyle derken işit-miştir: Rasûlullah (S): "Her kim bana
itaat ederse, Allah'a itaat etmiştir. Her kim bana isyan ederse, Allah'a isyan
etmiştir. Her kim benim emîrime itaat ederse, bana itaat etmiştir. Her kim de
benim emîrime isyan ederse, bana isyan etmiştir" buyurdu [3].
2-.......Bana
Mâlik, Abdullah ibn Dinar'dan; o da Abdullah ibn Umer(R)'den tahdîs etti ki,
Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Dikkat ediniz! Herbirerleriniz
güdücüdür ve herbirerleriniz elinin altındakilerden sorumludur. Şöyle ki,
insanlar üzerinde bulunan en büyük imâm (yânı devlet başkanı) da bir güdücüdür
ve o da idaresi altında bulunanlardan sorumludur. Erkek, kendi ev halkı
üzerinde bir güdücüdür, o da eli altındakilerden sorumludur. Kadın da kocasının
ev halkı ve çocukları üzerinde bir güdücüdür ve o da onlardan sorumludur.
İnsanın hizmetçisi de efendisinin malı üzerinde bir güdücüdür ve o da o
malların korunmasından sorumludur. Dikkat edin! Hâsılı herbirerleriniz güdücü
ve herbirerleriniz güttüğünüz şeylerden sorumlusunuz!" [4].
3-.......Bize
Şuayb tahdîs etti. ez-Zuhrî şöyle demiştir: Muhammed ibn Cubeyr ibn Mut'ım,
Kureyş tarafından elçilikle gönderilen bir hey'et arasında bulunduğu hâlde,
Muâviye'nin huzurunda iken geçen bir vak'ayı ve ondan işittiklerini şöyle
rivayet etmiştir: Abdullah ibn Amr ibni'l-Âs'ın "Kahtânîler'den birisi
ileride melik olacaktır" diye tahdîs ettiğini Muâviye duymuştu. Bundan
sinirlenen Muâviye (hey'et karşısında) ayağa kalkıp, Allah'ı şanına lâyık
sıfatlarla sena etti. Sonra "Amma ba'du" (fasıl hitâbıyle söze
başlayıp şöyle) dedi:
— Ey Kureyş hey'eti!
Kesin olarak bildirildiğine göre, sizden bâzı kimseler Allah'ın Kitâbı'nda
olmayan, Rasûrullah(S)'tan nakledilmeyen birtakım hadîsler tahdîs ve
naklediyor oldukları bana ulaştı. Emîn olunuz ki, onlar, sizin câhillerinizdir.
Ben, sahibini delâlete sürükleyen bu bâtıl sözlerden sizleri sakındırırım.
Çünkü ben Rasûlullah(S)'-tan: "Şu hilâfet işi Kureyş'te bulunacaktır.
Onlar dînî vecîbelerini îfâ ve adalet icra ettikleri müddetçe, onlara hiçbir
kimse düşmanlık ede-miyecektir. Eğer onlar dînden, adaletten saparlarsa, bu
hâlde Allah Kureyş'i yüzüstü ateşe sürçtürür" buyururken işittim, dedi.
Bu hadîsi
İbnu'l-Mübârek'ten; o da Ma'mer'den; o da Zuhrî'-den; o da Muhammed ibn
Cubeyr'den rivayet etmekte Nuaym ibn Hammâd, Şuayb'e mutâbaat etmiştir [5].
4-.......Bize
Âsim ibn Muhammed tahdîs edip şöyle dedi: Ben babam Muhammed ibn Zeyd'den
işittim, o şöyle diyordu: Dedem İbn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S):
"Kureyş'ten iki kişi kaldıkça, şu hilâfet işi Kureyş'ten zail olmaz"
buyurdu [6].
Çünkü Yüce Allah'ın şu
kavli vardır:
'Kim Allah'ın
indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse, onlar fâşıkların tâ kendileridir" (el-Mâide:
47) [7].
Hilâfet'ten esâs gaye
olan şeriat hükümlerini tenfîz ve ümmetin işlerini tanzîm, kuvvet ve iktidara
dayanmış bulunduğundan, hilâfetin şartlarından asıl ve akdemi, kuvvet ve
kudrettir. İslâm'ın evvelinde Kureyş kabilesi büyük bir aşiret idi ki, şeref,
haseb, nç-seb, sayı çokluğuyla ve mülkün muhafazasında, ümmetin işlerini
görmekte, şeriat hükümlerini infazda kuvvet ve kudret cihetinden diğer
kabilelerden daha üstün durumda idi. Binâenaleyh, hilâfet vazifesini icraya
Kureyş kabilesinde fevkalâde liyâkat ve isti'dâd bulunmaktaydı. İşte bundan
dolayıdır ki, Peygamber "İmâm Kureyş'tendir" hadîsi ile hilâfet işini
Kureyş kabilesine tahsis buyurmuştur. Yoksa bu hadîsten maksad, Kureyş'in sırf
Peygamber'in sülâlesine intisâblan demek değildir. Çünkü "Bizpeygamberler
mîrâs bırakmayız" hadîsi ile peygamberlerin mîrâs bırakmadıkları açıklanmıştır.
Binâenaleyh birinci hadîs ile hilâfet ve imametin Kureyş kabilesine tahsis
buyurulması, o hilâfetin en önde gelen şartı olan kuvvet ve kudretin onlarda
tamamen mevcûd bulunmasına dayanmaktaydı.
Peygamber vefat ettiği
gün, Kureyş ile Ensâr halîfe seçimi için Benû Sâide sakîfesinde toplandıktan
sonra Ensâr "Kureyş'ten bir emîr, Ensâr'dan bir emîr ta'yîn olunmak"
fikrini ortaya almışlarsa da, Kureyş kabilesi o sırada hilâfetin hem sıhhat ve
hem evlevi-yetinin şartlarını tamamen hâiz olup, her cihetten hilâfete ehliyet
ve istihkaakları bulunduğundan, Ebû Bekr "İmâm Kureyş'tendir"
hadîsini hüccet getirerek, Ensâr'ı susturup hem Muhacirler, hem de Ensâr
topluluğu beraberce Ebû Bekr'e bey'at etmişlerdi. Bu şekilde hilâfet makaamı
Kureyş'in idaresine geçmiş oldu. Bu târihten i'-tibâren hilâfet makaamı Râşid
Halîfeler zamanında kamilen (noksansız), Emevî ve Abbasîler zamanlarında da
noksan olarak Kureyş kabilesinin uhdesinde bulundu.
Fakat Abbasî
Saltanatı'nın sonlarında, şevket ve satvetlerine, kuvvet ve kudretlerine bir
zayıflık ve bozukluk ânz olarak, hilâfetin ilk önde gelen şartım kaybettiler.
O sırada nüfuz ve iktidar kazanmış olan Deylem ve Selçuk kabîleleri, bunca
zamandan beri Kureyş kabilesinin uhdesinde devam etmiş olan İslâm Hilâfeti'ni
uhdelerine aldılar...
Daha önce arzedilen
Hilâfet'in Hâşim ve Kureyş kabilelerine mensûb olması, hilâfetin sıhhatinin
şartı olmayıp, evleviyetinin şartı olduğundan, ihtiyâç ânında sakıt olacağına
ve binâenaleyh Kureyş kabilesine mensûb olmayan halîfenin de hilâfeti sahîh
olduğuna İslâm âlimlerinin pekçoğu kaail olmuşlardır. Sahîh-iMüslim'de de:
"Sizdin üzerinize başı kuru üzüm gibi siyah Habeşli bir köle ta'yîn
olunsa, onu dinleyip itaat ediniz" ve "Sizleri Allah Kitâbı'na göre
idare edecek olan emîriniz Habeşli bir köle olsa bile ona itaat ediniz"
hadîsleri... ile KureyşIi olma şartının ortadan kalkarak, KureyşIi olmayan
halîfenin hilâfeti sahîh olduğunu açıklamışlardır.
Binâenaleyh Emevî ve
Abbasî halîfelerinin hilâfeti nasıl sahîh ise, sıhhatinin şartlan bulunduğunda
Selçuklu ve Osmanlı pâdişâhlarının hilâfetleri de sahîh olmuştur...
Şu kadar var ki, gerek
Emevî ve Abbasî ve gerekse Selçuklu halîfelerinin, hilâfetin hem sıhhat ve hem
evleviyetinin şartlarını tamamen üzerlerinde toplamamış olduklarından, Râşid
Halîfeler devrinde olduğu gibi, hilâfetleri kâmil değildir. Bunda ise Osmanlı
Halîfesi ile Abbasî ve Emevî Halîfesi arasında asla fark yoktur. Binâenaleyh
gerek Emevî, Abbasî; gerekse Selçuklu ve Osmanlı olsun, bir halîfeye bey'at
olunduktan sonra "Allah'a ve Rasûlü'ne ve sizden olan emir sahihlerine
itaat ediniz" (en-Nisâ: 59) âyeti gereğince, bütün müslümânların ve
himâyesi altında bulunan gayrimüslimlerin, halîfeye itaat ve boyun eğmeleri
vâcibdir. (İskilipli Mehmed Atıf, Şeriat Medeniyeti, Şâmil Yayınevi, İstanbul,
2. baskı, s.25-28).
Hamîdullah'ın
Rasûlullah Muhammed (İrfan Yayınevi, 1973) adlı eserinin 323. sahîfesinde bu
hadîsle ilgili güzel bir tevcih daha vardır. Oradan bir paragraf:
"İmamlar (devlet
başkanları) Kureyş'tendir" şeklindeki hadîsin ne sebeb ve ne münâsebetle
söylenmiş olduğu ma'lûmumuz değildir. Ben şahsen bu hadîsin bir emir değil de,
olacak şeyi önceden haber vermeftebşîrjden ibaret olduğu görüşündeyim...
Hz. Umer daha sonra
ölüm döşeğinde iken kendi yerine geçecek olan kimseyi ta'yîndetereddüd içinde
iken: "Âh! Şayet Huzey-fe'nin âzâdlı kölesi Salim hayâtta olsaydı, hiç
tereddüdsüz onu, yerimi alacak kimse olarak gösterirdim" sözünü
tekrarlayıp durmuştur. İşte bu Salim, bir Kureyşli değildi."
5-.......Abdullah
ibn Mes'ud (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "İki
hasletten başkasına hased olunmaz. Bunlar da Allah'ın kendisine bir mal verip
de o malı hakk yolunda tüketmeye muktedir kıldığı kimse, diğeri de Allah'ın
kendisine hikmet verdiği, o da hu hikmetle hükmeder ve onu başkalarına öğretir
olan kimsedir" [8].
6-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Sizler
valilerinizin, kumandanlarınızın emirlerini dinleyiniz ve onlara itaat ediniz;
üzerinize ta'yîn olunan vâlî, başı siyah kuru üzüm gibi Habeşli bir köle olsa
bile" [9].
7-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Her kim emîrinden
kerîh gördüğü bir iş meydana geldiğini görürse, onun fenalığına sabretsin
(isyan etmesin)/ Çünkü her kim (İslâm) camiasından bir karış ayrılır da ölürse,
muhakkak o, Câhili-yet ölümü ile ölür" [10].
8-.......Bana
Nâfî\ Abdullah ibn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Devlet âmirlerinin
sevdiği yâhud sevmediği hususlardaki emirlerini dinlemek ve ma'siyetle
emrolunmadıkça itaat ve icabet etmek müslim kişi üzerine vâcib bir haktır.
Ma'siyetle emrolunduğu zaman da onları dinlemek ve boyun eğmek yoktur"
buyurmuştur [11].
9-.......Alî
ibn Ebî Tâlib (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bir seriyye gönderdi de
başlarına Ensâr'dan bir adamı kumandan ta'ym etti ve askerlere kumandanlarına
itaat etmelerini emretti. Yolda kumandan maiyyetine öfkelendi de:
— Peygamber (S) bana
itaat etmenizi emretmiş değil mi? dedi. Askerler:
— Evet emretti!
dediler. Kumandan:
— Kat'î olarak size
emrettim ki, muhakkak odun toplayacaksınız ve bir ateş yakacaksınız, sonra da
ateşin içine gireceksiniz! dedi.
Sahâbîler odun
topladılar, bir ateş yaktılar. (Bâzısı) ateşin içine girmeyi kasdettikleri
zaman, bir kısmı diğer bir kısmına bakmaya ve:
— Bizler Peygamber'e
ancak ateşten kaçmak için tâbi' olmuşuzdur; böyle iken şimdi biz bu ateşe
girer miyiz? dedi.
Onlar böyle konuşma
yaptıkları sırada ateşin alevi söndü ve kumandanın da öfkesi sâkinleşti. Sonra
bu vak'a Peygamber'e zikrolu-nunca, Peygamber (S):
— "Eğer mucâhidler bu ateşe girseler di,
ebediyyen ondan dışarı çıkamazlardı. Çünkü âmire itaat, ancak ma'kûl ve meşru'
olan emirler hakkındadır" buyurdu [12].
"Emirlik ve
idarecilik istemeyen kimseye; Allah bu işte ona yardım eder".
10-.......Abdurrahmân
ibn Semure (R) şöyle demiştir; Peygamber (S) bana şu öğüdü verdi:
— "Yâ
Abderrahmân! Sen kimseden emirlik isteme! Eğer sen isteyerek sana emaret ve
başkanlık verilirse, istediğin şey ile yalnız bırakılırsın. Eğer emirlik ve
başkanlık, sen istemeden sana verilirse, (Allah tarafından) emirlik işi
üzerinde yardım olunursun. Bir de sen birşeye yemîn edip de başkasını ondan
daha hayırlı gördüğünde, yemininden keffâret verip, o hayırlı işi işle!" [13].
"Emirlik isteyen
kimse, emirlik işinde yalnız bırakılıp yardım olunmaz".
11-.......Abdurrahmân
ibn Semure (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S) bana şöyle buyurdu:
— "Yâ Abderrahmân
ibn Semure! Sakın sen emir olmak isteme! Eğer sen isteyerek sana emirlik
verilirse, istediğin şey ile yalnız bırakılırsın (Allah'ın yardımına nail
olamazsın). Eğer emirlik ve başkanlık, sen istemeden sana yöneltilirse, bu iş
üzerine yardım olunursun. Bir de sen bir şeye yemîn eder de başkasını ondan
daha hayırlı gördüğünde, yemininden keffâret verip o hayırlı olan işi
işle!" [14].
12-.......Bize
İbnu Ebî Zi'b, Saîd el-Makburî'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki,
Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Muhakkak ki sizler emarete (yüksek
idare mevki' ve makaamlarına) çok hırslı oluyorsunuz- Hâlbuki emaret (kötü
idareciler için) kıyamet gününde nedamet olacaktır. O yüksek mevki' ne güzel
süt-anadır (emmekle doyulmaz), fakat ondan ayrılmak da memeden fena bir
ayrılıştır (ki, hüznü çekilmez) " [15].
Ve Muhammed ibn Beşşâr
şöyle dedi: Bize Abdurrahmân ibnu Humrân tahdîs etti. Bize Abdulhamîd ibn
Ca'fer, Saîd el-Makburî'-den; o da Umer ibnu'I-Hakem'den; o da Ebû Hureyre'den,
onun kavli olarak tahdîs etti [16].
13-.......Ebû
Mûsâ (R) şöyle demiştir: Ben, beraberimde kavmim Eş'arîler'den iki kimseyle
Peygamber'in huzuruna girmiştim. O iki adamdan biri:
— Yâ Rasûlallah, beni bir me'mûriyete ta'yîn
et! dedi. ~ Diğeri de bunun gibi bir me'mûriyet istedi.
Bunun üzerine
Rasûlullah (S):
— "Biz bu iş üzerine onu isteyen ve ona
hırslı olan kimseyi ta'-yîn etmeyiz" buyurdu [17].
14-.......Bize
Ebû'l-Eş'as, Hasen Basrî'den tahdîs etti ki, (Basra Emîri) Ubeydullah îbnu
Ziyâd, Ma'kıl ibn Yesâr(R)'ı vefatı hastalığı içinde ziyaret etmişti. Ma'kıl,
İbnu Ziyâd'a şöyle dedi:
— Ben sana
Rasûlullah'tan işittiğim bir hadîs tahdîs edeceğim: Ben Peygamber(S)'den şöyle
buyururken işittim: "Bir kul ki, Allah onu halkı görüp gözetmek üzere vâlî
kılar da, o, hayırlı irşâdiyle halkı muhafaza etmezse, elbette o kişi cennet
kokusu koklayamayacaktır [18].
15-.......Hasen
Basrî şöyle demiştir: Biz Ma'kıl ibn Yesâr(R)'a
16-.......Tarîf
Ebû Temime şöyle dedi: Ben, tabiî âlimi Safvân Nibn Muharnz'a, sahâbî Cundeb
ibn Abdillah el-Becelî'ye ve Safvân'm arkadaşlarına, bir mecliste hâzır bulunup
şâhid oldum. Cundeb onlara vasiyet ediyordu. Safvân ve arkadaşları Cundeb'e:
— Sen RasûlulIah(S)'tan herhangi birşey işittin
mi? dediler (de onu söylemesini istediler).
Cundeb de onlara şöyle
dedi:
— (Evet.) Ben
RasûluIIah(S)'tan işittim: "Her kim duyulsun diye bir iş işlerse, kıyamet
gününde Allah da onun rüsvâytığını duyurur" buyuruyordu. Yine Rasûlullah:
"Her kim de halka meşakkat ve zahmet verirse, Allah da kıyamet gününde o
kimseyi azâb ile cezalandırır" buyurdu.
Bunun üzerine tabiîler
Cundeb'e:
— Bize daha vasiyet et! diye rica ettiler.
Cundeb de şöyle dedi:
— "İnsanın (öldükten sonra) ilk önce
kokuşan organı karnıdır. Her kim şübheli kazançlardan çekinip yalnız halâl
lokma ile geçinmeye gücü yeterse, bunu yapsın! Her kim de kendisiyle cennet
arasını (haksız yere) döktüğü kan ile dolu eliyle ayırmamaya gücü yeterse,
bunu da yapsın!"
(Buhârî Sahîh'inm
râvîsi Firabrî şöyle dedi:) Ben, Ebû Abdillah Muhammed ibn îsmâîl el-Buhârî'ye:
—"Bu hadîsi
Rasûlullah'tan işittim" diyen Cundeb midir? diye sordum.
el-Buhârî.
— Evet Cundeb'dir! diye cevâb verdi [19].
Merv Kaadısı Yahya
ibnu Ya'mer yolda hüküm vermiş, eş-Şa'bî de kendi evinin kapısı Önünde hüküm vermiştir
[20].
17-.......Enes
ibn Mâlik (R) tahdîs edip şöyle demiştir: Ben ve Peygamber (S) beraber
mescidden çıktığımız sırada mescid kapısı üzerindeki gölgeliğin yanında bize
bir adam kavuştu da:
— Yâ Rasûlallah!
Kıyamet ne zaman kopacak? diye sordu. I
Peygamber de ona:
— "Sen kıyamet için ne hazırladın?"
diye sordu.
O adam sanki boyun
eğdi (yâhud bir hâlden diğer bir hâle geçti), sonra da:
— Yâ Rasûlallah, ben
âhiret için oruçtan, namazdan, sadakadan çok bir hazırlık yapmadım. Lâkin ben
Allah'ı ve Rasûlü'nü seviyorum! diye cevâb verdi.
Rasûlullah:
— "Sen sevdiğin kimse ile
berabersin!" buyurdu [21].
18-.......Bize
Sabit el-Bunânî tahdîs etti ki, Enes ibn Mâlik (R) kendi ehlinden bir kadına
hitaben:
— Sen fulânca kadım tanıyor musun? diye
soruyordu. O kadın:
— Evet ben onu tanıyorum, dedi.
Enes şöyle dedi:
Peygamber (S), o kadın bir kabir yanında ağlamakta iken yanına uğradı da ona:
— "(Ey Allah'ın dişi kulu!) Allah'tan kork
ve sabreyle!" buyurdu.
Kadın:
— Haydin benden
uzaklaş! Çünkü Sen benim musibetimden boşsun (yânî musîbetlenmiş değilsin)!
dedi.
Enes dedi ki: Bunun
üzerine Rasûlullah o kadından öteye geçti ve yürüdü. Arkasından o kadının
yanına bir adam (Fadl ibn Abbâs) uğradı ve ona:
— Rasûlullah sana ne söyledi? diye sordu. Kadın
ona:
— Ben O'nun Rasûlullah olduğunu tanımadım,
dedi.
O zât:
— Şübhesiz ki, O elbette Allah'ın Rasûlü'dür,
dedi.
Enes dedi ki: Akabinde
o kadın Peygamber'in kapısına geldi de, O'nun kapısı yanında hiçbir kapıcı
bulmadı ve:
— Yâ Rasûlallah!
Allah'a yemîn ederim ki, ben Seni tanıyamadım! dedi.
Pevşamber de ona:
—"Sabrın kemâli,
musibetin birinci darbesi sırasındadır'''buyurdu [22].
19-.......Bize
babam Abdullah ibnu'l-Musennâ, babasının amcası Sumâme'den tahdîs etti ki,
Enes ibn Mâlik (R) Kays ibn Sa'd (ibn Ubâde el-Ensârî el-Hazrecî)
Peygamber(S)'in önünde emîr tarafından (emniyeti korumak için ta'yîn olunmuş
bulunan) şurtalar sahibi menzilesinde olur idi, demiştir [23].
20-.......BizeEbû
Burde, Ebû Mûsâ(Abdullah ibn Kays el-Eş'arî-R)'dan tahdîs etti ki, Peygamber
(S) onu Yemen'e kaadı olarak göndermiş, onun ardından da Muâz ibn Cebel'i
yollamıştır [24].
21-.......BizeHâlid
el-Hazzâ, HumeydibnHilâl'den;o da Ebû Burde'den; o da Ebû Mûsâ(R)'dan tahdîs
etti ki, bir adam müslü-mân olmuş, sonra da Yahûdîliğe dönmüştü. Bu dîninden
dönen kişi Ebû Musa'nın yanında bağlanmış hâlde dururken, Muâz ibn Cebel de oraya
gelmiş ve:
— Bu bağlı adamın hâli nedir? diye sormuştur.
Ebû Mûsâ da ona:
— Bu zât İslâm'a girmiş, bundan sonra da Yahûdî
olmuştur! diye cevâb verdi.
Muâz ibn Cebel:
— Ben bu dîninden
dönen adamı Allah'ın hükmü ve Rasûlü'-nün hükmü olarak öldürmedikçe yere
oturmam! demiştir [25].
22-.......
Bize Abdulmelik ibn Umeyr tahdîs etti: Ben Abdurrahmân ibn Ebî Bekre'den
işittim, o şöyle dedi: Babam Ebû Bekre, Sîcistân'da hâkim bulunan oğlu Ubeydullah'a
gönderdiği mektubunda:
— Sakın öfkeli iken
iki kimse arasında hükmetme! Çünkü ben Peygamber(S)'den işittim: "İki
kimse arasında hükmedecek hiçbir hâkim, sakın öfkeli bir hâlde iken
hükmetmesin!" buyuruyordu, diye yazmıştır [27].
23-.......Ebû
Mes'ûd el-Ensârî (R) şöyle demiştir: Bir defa Rasûlullah'a bk adam geldi de:
— Yâ Rasûlallah! Fuİân
zât bize namaz kıldırırken o kadar uzatıyor ki, vallahi sabah namazına
gitmekten geri kalıyorum! dedi.
Ebû Mes'ûd dedi ki:
Bunun üzerine Rasûlullah öfke ve heyecan içinde bir hutbe yaptı ki, kendisini o
günkü kadar hiçbir mev'izesin-de o derece heyecan gösterdiğini görmemiştim.
Rasûlullah (hutbe girişinden sonra) şöyle buyurdu:
— "Ey insanlar! İçinizden cemâati nefret
ettirip kaçıranlar vardır! Herhangibiriniz insanlara namaz kıldıracak olursa
hafif kıldırsın. Çünkü cemâatin içinde ihtiyar olanı var, zayıf olanı var,
iş-güç sahibi olanı vardır!" [28].
24-.......Muhammed
ez-Zuhrî şöyle dedi: Bana Salim haber verdi ki, ona da babası Abdullah ibn Umer
(R) şöyle haber vermiştir: Kendisi hayız hâlinde bulunan karısını Peygamber
zamanında boşamış-tı. Babası Umer ibnu'l-Hattâb, oğlunun bu hareketini
Peygamber'e zikretmiş, bundan dolayı Rasûlullah (S), İbn Umer'in bu hareketi
hakkında öfkelenmiş, sonra:
— "Abdullah karısına
dönsün! Sonra temizleninceye, sonra tekrar hayız oluncaya, sonra tekrar
temizleninceye kadar onu kendi yanında tutsun (yânî onunla birlikte yaşasın)/
Kadın ikinci âdetinden temizlendikten sonra, kadını boşamak fikri kendisine
zahir olursa, o takdirde -kadını ile cinsî münâsebet yapmaksızın- kadınını
boşasın" buyurmuştur [29].
Nitekim Peygamber (S),
kocası Ebû Sufyân aleyhine karısı lehine hüküm verdiği zaman, Hind'e:
"Onun malından örfe göre kendine ve çocuklarına yetecek mikdâr şeyi
al" buyurmuştu. Bu, meşhur bir iş olduğu zamandır [31].
25-.......BizeŞuayb,
ez-Zuhrî'den haber verdi: Bana Urvetahdîs etti ki, Âişe(R) şöyle demiştir:Utbe
ibn Rabîa'mn kızı Hind geldi de şöyle dedi:
— Yâ Rasûlallah!
Allah'a yemîn ederim ki, vaktiyle yeryüzünde ev bark sahibi ailelerden hiçbir
ailenin zelîl olmaları, bana Sen'in aile halkının zelîl olmaları kadar sevimli
olmazdı. Sonra bu güne gelince, yeryüzünde hiçbir aile halkının azız olmaları
bana, Sen'in aile halkının azîz olması ve saadeti derecesinde sevimli değildir!
dedi...
Sonra Hind şöyle devam
etti:
— Muhakkak ki, Ebû
Sufyân malını çok sıkı tutucu bir adamdır. Bunun için ben, onun aile
ferdlerinden olan kimseleri onun malından doyurmamda benim üzerime bir günâh
var mıdır? diye sordu.
Rasûlullah da ona:
— "Onun aile ferdlerinden olan kimseleri
onun malından örfe göre doyurmanda sana hiçbir günâh yoktur" buyurdu [32].
Bâzı Adem oğlu:
Hâkimin mektubu
caizdir, ancak haddlerde caiz değildir, dedi. Sonra da: Eğer kati, hatâ ise
hâkimin mektubu caizdir.
Çünkü hatâen kati,
işin aslında kısas olmayacağı için onun nazarında bir maldır, dedi [33].
(Sonra Buhârî buradaki tenakuzu zikredip şöyle
dedi:) Hatâen kati, ancak hâkim indinde katlin hatâ olduğunun sabit olmasının
ardından bir mal olur. Hatâ ile amd'in, işin başında hükümleri birdir
(aralarında hadd
olmakta fark yoktur). Umer ibnu'l-Hattâb, haddler konusunda Yemen'deki âmili
Ya'lâ ibn Umeyye'ye, bir kadınla zina etmiş bir adamın kıssası hakkında mektûb
yazmıştır.
Umer ibnu'l-Abdilazîz
(R) de kendi âmili Zurayk ibn Hakîm'e, kınlrmş bir diş hakkında şâhidliğini
bildiren
bir mektûb yazmıştır.
İbrâhîm en-Nahaî de:
Kaadının diğer kaadıya
mektubu -kendisine mektûb yazılan kaadı, yazıyı ve üzerine mühürlenen mührü başkalarıyla
karışmayacak şekilde tanıdığı zamân- câizdir, demiştir [34].
eş-Şa'bî Amr ibn Şerâhîl
de, kaadı tarafından mühürlenmiş olan mektubun içindekileri geçerli kılıyordu.
İbnu Umer'den de eş-Şa'bî*den rivayet olunanın benzeri rivayet olunuyor [35].
Muâviye ibnu
Abdilkerîm es-Sakafî de şöyle demiştir:
Ben, Basra Kaadısı
Abdulmelik ibn Ya'lâ'nın yanında, yine Basra Kaadısı Iyâs ibn Muâviye'nin
yanında, Hasen Basrf nin yanında, Sumâme ibn Abdillah ibn Enes'in yanında,
Bilâl ibn Ebî Burde'nin yanında, Abdullah ibn Bureyde el-Eslemî*nin yanında,
Amir ibn Abîde'nin yanında, Abbâd ibn Mansûr'un yanında hazır bulunup şâhid
oldum ki, bu fakîh âlimlerin hepsi şâhidlerden bir hazır bulunma olmaksızın
kaadıların mektûblarını geçerli kılıyorlardı. Aleyhinde mektûb getirilmiş olan
kimse "Bu mektûb yalandır" diyecek olursa, ona: "Sen git de bu
mektûbdaki beyyineyi çürütmek yâhud kadın aleyhine delâlet edecek bir delille
bunun uhdesinden çıkış ara!" denilir.
Buhârî şöyle dedi:
Kaadınm mektubunun
sahîhliği üzerine ilk evvel beyyine isteyen, Küfe Kaadısı Muhammed ibnu Ebî Leylâ
ile Basra Kaadısı Sevvâr ibnu Abdillah el-Anberfdir.
Yine Buhârî kendisine
senedle ulaşarak şöyle dedi:
Ve bize Ebû Nuaym
el-Fadl ibn Dukeyn müzâkere olarak şöyle dedi: Bize Ubeydullah ibnu Muhriz
tahdîs edip şöyle dedi:Ben Basra Kaadısı olan Mûsâ ibn Enes ibn Mâlik
et-Tâbifden bir mektûb getirdim ve huzurunda: Benim Kûfe'de bulunan fulân kimse
yanında şu ve şu kadar alacağım vardır diye beyyine getirdim ve ben bu mektubu
Küfe Kaadısı el-Kaasım ibn Abdirrahmân et-Tâbifye Umer İbn Abdilazîz zamanında
getirdim de o bu mektubu geçerli kılıp, onunla amel etti.
Hasen Basrî ile Ebû
Kılâbe, şahidin, bir vasiyetin içindeki şeyleri iyice bilmedikçe şehâdet
etmesini kerih görmüşlerdir. Çünkü şâhid, vasiyetin içinde zulüm ve bâtıl olabileceğini
bilmez, demişlerdir [36].
Ve Peygamber (S)
Huveyyısa ile Muhayyısa kıssası hakkında Hayber Yahûdîleri'ne: "Ya maktulün diyetini verirsiniz yâhud
da bize harb i'Iân etmiş olursunuz!" diye mektûb yazıp göndermiştir [37].
Ve ez-Zuhrî de perde
arkasından kadın üzerine yapılan şehâdette: Eğer o kadını tanımış isen, onun
üzerine şehâdet et, eğer tanımadıysan şehâdet etme! demiştir [38].
26-.......Bize
Şu'be tahdîs edip şöyle dedi: Ben Katâde'den işittim, Enes ibn Mâlik (R) şöyle
demiştir: Peygamber (S) Rûmlar'a mektûb yazmak istediği zaman, sahâbîler:
—Rumlar ancak üzeri
mühürlenmiş bulunan mektubu okurlar! dediler.
Bunun üzerine
Peygamber gümüşten yapılmış bir mühür yüzük edindi. Onun Peygamber'in
parmağmdaki parlaması hâlâ gözümün önündedir. O mühür yüzüğün nakşı
"MuhammedRasûlullah"idi [39].
Hasen Basrî: Aüah
hâkimler üzerine hüküm vermeleri sırasında nefsin hevâsina tâbi' olmamaları ve
insanlardan korkmamaları ve Allah'ın âyetlerini az bir bahâ ile satmamaları
(yânî rüşvet almamaları) hususlarında taahhüd almıştır, dedi ve sonra şu
âyetleri okudu:
"Ey Dâvûd, biz
seni yeryüzünde bir halîfe yaptık. O hâlde insanlar arasında hakla (adaletle)
hükmet. (Hükmünde) hevâ ve hissiyatına tâbi9 olma ki, bu seni Allah yolundan
saptırır. Çünkü Allah yolundan sapanlar, hesâb gününü unuttukları için onlara
pek çetin bir azâb vardır" (su-. 26); yine Hasen Basrî şu âyeti okudu:
"Şübhesiz ki,
Tevrat'ı biz indirdik ki, onda bir hidâyet, bir nur vardır. Kendisini Allah'a
teslim etmiş olan (İsrâîl) peygamberleri Yahudiler'e (âid da'vâlarda) onunla hükmederlerdi.
Âlimler, fakîhler de
Allah'ın o kitabını korumaya me'mûr oldukları için (yine hükümlerini onunla verirlerdi).
Hepsi de onun (Allah tarafından gönderilmiş olduğu) üzerinde ittifakla şâhid
idiler. O hâlde siz insanlardan korkmayın, benden korkun. Benim âyetlerimi az
bir bahâya satmayın. Kim Allah'ın indirdiği hükümler ile hükmetmezse, işte
onlar kâfirlerin tâ kendileridirler" (ei-Mâide: 44>; ve yine Hasen
Basrî şu âyeti okudu: "Davud'u ve Süleyman'ı da (hatırla)! Hani onlar ekin
hakkında hüküm veriyorlardı. Hani kavmin davarı çobansız olarak içinde
yayılmış(zarar yapmış)tı. Onların verdikleri hükmün biz şâhidleri idik. Biz
onun fetvasını hemen Süleyman 'a anlatmıştık. Zâten biz herbirine bir hüküm,
bir ilim vermiştik" (ei-EnbiyS: 78-79). Hasen Basrî dedi ki:
Süleyman en üstün
hükme muvafakat etmesinden dolayı Allah'a hamd etti ve Davud'u râcih olana uygun
hükmettiği için kınamadı. Allah bu iki peygamberin işlerinden zikretmemiş
olaydı, elbette ben kaadıları helak oldular görür idim. (Çünkü Yüce Allah'ın: "Kim Allah'ın indirdiği ile
hükmetmezse, onlar kâfirlerdir" sözü, kasıdlı ve hatalı olanı şâmildir.)
Yüce Allah şu
Süleyman'ı ilmi sebebiyle övdü, şu Davud'u da içtihadı sebebiyle ma'ziretli
gördü.
Muzâhim ibn Zufer
şöyle dedi:
Bize Emîru'l-Mü'minîn
Umer ibnu Abdilazîz şöyle dedi: "Beş haslet vardır ki, kaadı onların
birinden eksiklik
yaptığı zaman onda
ayıplı bir haslet olmuş olur:
Kaadının hâli
anlayışlı, halım, (haramdan el çeken) bir iffetli, çok sağlam ve salâbetli,
şer'î ilimleri iyi bilen ve bir de ilimden çok sorucu ve araştırıcı olmalıdır"
[41].
Kaadı Şurayh da
kaadıhk hizmetine karşılık ücret alırdı [43].
Aişe (R) de: Yetimin
vasisi, işinin ücreti kadar o maldan yer, demiştir. Ebû Bekr es-Sıddîk ile Umer
ibnu'l-Hattâb halîfe seçildiklerinden i'tibâren Beytu'l-mâFden maaş alıp
yemişlerdir [44].
27-.......Bize
Şuayb, ez-Zuhrî'den haber verdi: Bana Nemîr'in kızkardeşi oğlu es-Sâib ibnu
Yezîd haber verdi ki, ona da Huveytıb ibn Abdiluzzâ haber vermiş, ona da
Abdullah ibnu's-Sa'dî şöyle haber vermiştir: Kendisi, halifeliği zamanında
Umer ibnu'l-Hattâb'ın yanma gelmişti. Umer de ona:
— Senin insanların
vâlîlik ve hâkimlik gibi birtakım işlerini üzerine almakta olduğun ve
çalışmanın ücreti sana verildiğinde bunu almak istemediğin bana haber
verilmedi mi? dedi.
O da dedi ki: Ben:
— Evet böyledir,
(benim ücrete ihtiyâcım olmadığı için reddettim), dedim.
Bunun üzerine Umer
bana:
— Bu redd ile neyi
kasdediyorsun? dedi.
Ben de ona:
— Benim birçok
beygirlerim ve kölelerim vardır, ben hayırlı ve rahat bir yaşayış içindeyim.
Ben bu hizmetlerimin ücretinin müslü-mânlar üzerine sadaka olmasını arzu
ediyorum, dedim.
Umer bana:
— Sen ücreti reddetme
işini yapma! Çünkü ben de vaktiyle senin yapmak istediğin işi yapmak istedim.
Şöyle ki: Rasûlullah (S) bana, gördüğüm devlet işlerine karşılık
Beytu'l-mâl'den atıyyemi verirdi de ben de O'na: Sen bu hissemi benden daha
fakır olan kimselere ver! der idim. Nihayet bana büyük bir mal daha verdi. Ben
yine O'na: (Yâ Rasûlallah!) Sen bunu benden daha muhtâc olanlara ver! dedim.
Bunun üzerine Peygamber (S) bana: "Sen bunu al da kendine mal yap veyâhud
sadaka yap! Harîs olmadığın ve isteyicisi de bulunmadığın hâlde sana bu maldan
birşey geldiğinde, sen onu al. Böyle kendi gelmeyen ve nefsin kendisine
meylettiği bir malın arkasından nefsini ta'kîb ettirme!" buyurdu.
Ve ez-Zuhrî şöyle
dedi: Bana Salim ibn Abdillah tahdîs etti ki, Abdullah ibn Umer şöyle demiştir:
Ben babam Umer'den işittim, şöyle diyordu: Peygamber (S) bana devlet hizmetim
karşılığı olan atamı verirdi, ben de O'na:
—Onu benden daha
muhtâc olanlara ver! derdim. Nihayet bana bir kerre daha mal verdi. Ben yine
O'na: —Bunu benden daha muhtâc olanlara ver! dedim. Bunun üzerine Peygamber (S)
bana:
— "Sen bunu al da
kendine mal yap ve kendin sadaka yap. Kendin harîs olmadığın ve isteyicisi de
bulunmadığın hâlde sana bu maldan birşey geldiğinde sen onu al. Böyle kendi
gelmeyen ve nefsin kendisine meylettiği bir malın arkasından nefsini ta'kîb
ettirme!" buyurdu [45].
Umer ibnu'l-Hattâb da
Peygamber'in minberi yanında karı-koca arasında İa'netleşme yaptırmıştır.
Kaadı Şurayh, Şa'bî ve
Yahya ibn Ya'mer de mescid içinde hüküm vermişlerdir. Mervân ibnu'l-Hakem de minber
yanında Zeyd ibn Sabit üzerine yeminle hükmetmiştir. Hasen Basrî ile Basra
Kaadısı Zurâretu'bnu Evfâ da mescidin dışındaki geniş saha içinde hüküm
verirlerdi [46].
28-.......Bize
Suyfân ibn Uyeyne tahdîs etti. ez-Zuhrî şöyle demiştir: Sehl ibn Sa'd (R):
— Ben onbeş yaşında
iken (Uveymir ile Havle bintu Kays'ın) la'-netleşmelerinde hazır bulundum;
Rasûlullah onların arasını ayırdı, demiştir.
29-.......
İbn Cureyc haber verip şöyle demiştir: Bana İbn Şihâb, Sâide oğulları'nın
kardeşi olan Sehl ibn Sa'd'den şöyle haber verdi: Ensâr'dan (Uveymir el-Aclânî
denen) bir adam Peygamber(S)'e geldi de:
— Karısının
beraberinde bir adam bulan kimse hakkında ne dersin? Bu adam onu öldürür mü?
diye sordu.
Akabinde bu karı-koca
mescidde la'netleşme yaptılar, ben de orada hazır bulundum [47].
Umer ibnu'l-Hattâb:
Üzerine ceza gereken kimseyi mescidden dışarıya çıkarınız! demiştir.
Alî ibn Ebî Tâlib'den
de bunun benzeri bir emir zikrolunur [48].
30-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah mescidde iken (Mâiz adındaki) adam geldi
de:
— Yâ Rasûlallah, ben zina ettim! diye nida
etti. Rasûlullah ondan yüz çevirdi. O zât kendi nefsi aleyhine dört
kerre zina i'tirâfı
yapınca, Rasûlullah ona:
— "Sende delilik var mı?" diye sordu.
O zât:
— Hayır, bende delilik yoktur, dedi. Rasûlullah
(S):
— "Bunu götürün de taşla öldürünüz!"
buyurdu.
İbn Şihâb şöyle dedi:
Bana Câbir ibn Abdillah'tan işiten kimse haber verip:
— Ben (Bakı'
yakınındaki cenaze namazı kılınan) Musallâ'da onu taşlayan kimselerin içinde
idim, dedi.
Bu hadîsi Yûnus ibn
Yezîd, Ma'mer ibn Râşid ve İbn Cureyc de ez-Zuhrî'den; o da Ebû Seleme'den; o
da Câbir'den; o da Pey-gamber(S)'den olmak üzere "Recm"de rivayet
etmişlerdir [49].
31-.......
Ebû Seleme'nin kızı Zeyneb'den; o da Ümmü Seleme(R)'den tahdîs etti ki,
Rasûluüah (S) şöyle buyurmuştur:
— "Şübhesiz ben
de ancak bir insanım. Sizler bana da'vâlannı-zı arzediyorsunuz. Belki bâzınız
hüccetini diğerinden daha düzgün ifâde etmiş olabilir. Ben de ondan işitmekte
olduğuma göre hükmederim. Binâenaleyh ben her kimin kardeşinin hakkı olan
birşeyi onun lehine hükmetmiş isem, sakın onu almasın. Ben ona ancak ateşten
bir parça hükmedip kesmekteyimdir" [50].
(Yânî bu hâkim o adam
lehine hasmı aleyhine, bunu kendisinin daha Önceki bilgisiyle, hüküm verir mi yâhud
o adam için başka bir hâkim huzurunda şâhidlik mi yapar?)
Bir insan,herhangi
birşey üzerinde bilmekte olduğu şâhidliğini Kaadı Şurayh'tan istedi de, Kaadi
Şurayh, ona: Emîre, yânî Umer'e git de ben senin için onun huzurunda şâhidlik
yapayım, dedi (de kendi bilgisiyle hükmetmedi) [51].
İbn Abbâs'ın âzâdlısı
İkrime şöyle dedi: Umer ibnu'l-Hattâb, Abdurrahmân ibn Avf a:
— Görüşün nedir, bana haber ver: Sen emîr
olduğun hâlde, bir adamı bir zina suçu yâhud bir hırsızlık suçu
üzerinde görsen, o
kimseye kendi bilgin ile hadd uygular mısın? diye sordu.
(Abdurrahmân: Hayır,
nihayet benden başka biri de beraberimde şehâdet eder, dedi.)
Bunun üzerine Umer,
Abdurrahmân'a:
— Senin şehâdetin, müslümânlardan
herhangibirinin şâhidliğinden ibarettir, dedi.
Abdurrahmân:
— Evet, doğru
söyledin, dedi.
Umer (Recm Ayeti'ni
sırf kendi bilgisiyle Mushaf a katmamasının illetini açıklayarak):
— Eğer insanların
'Umer, Allah'ın Kitâbı'nda artırma yaptı!' demeleri olmasaydı, ben muhakkak
recm âyetini kendi elimle Mushaf a yazardım, dedi [52].
Umer devamla:
Mâiz,Peygamber'in huzurunda dört kerre, zina ettiğini i'tirâf etti de, bunun
üzerine
Peygamber
-onun yanındaki
kimseleri Mâiz üzerine şâhid yaptığı zikrolunmadiği halde- onun recmedilmesini emretmiştir
[53].
Küfe fakîhı Hammâd ibn
Ebî Süleyman:
Zinâ edici kimse hâkim
huzurunda bir kerre zina ettiğini ikrar ederse (beyyine ve dört ikrarı olmadan)
recm olunur, demiştir.
Küfe fakîhı Hakem ibnu
Uteybe de: Dört kerre i'tirâf etmedikçe recm olunmaz, demiştir [54].
32-.......
Bize el-Leys, Yahya ibn Saîd'den; o da Amr ibn Kesîr'den; o da Ebû Katâde'nin
âzâdlısı Ebû Muhammed'den tahdîs etti ki, Ebû Katâde (R) şöyle demiştir:
Rasûlullah (S) Huneyn günü:
— "Her kim bir düşman öldürür ve
öldürdüğüne dâir beyyinesi de olursa, öldürdüğü kimsenin elbise, silâh ve diğer
eşyaları onundur!*' buyurdu.
Bunun üzerine ben
öldürmüş olduğum maktul için bir beyyine, bir şâhid aramağa kalktım. Fakat
benim için onu öldürdüğüme şâ-hidlik yapacak hiçbir kimse bulamadım. Bunun
üzerine oturdum. Sonra bende şu hâl meydana geldi: Ben o sırada bir adamın
Rasûlullah'a sözünü hatırladım. Onun meclisinde oturanlardan bir adam (Esved
ibn Huzâî el-Eslemî):
— Şu Ebû Katâde'nin
zikretmekte olduğu maktulün silâhları benim yammdadır.
Râvî dedi ki: O adam,
Rasûlullah'a:
— Ebû Katâde'yi o
maktulün silâhları yerine başka şeyler ile razı kıl! dedi.
Bunun üzerine Ebû
Bekr:
— Hayır bu olmaz!
Peygamber, Allah ve Rasûlü yolunda mu-kaatele eden bir arslanı bırakıp da, onun
payını Kureyş'ten küçük bir çakala vermez! dedi.
Ebû Katâde dedi ki:
Bunun üzerine Rasûlullah (S), o maktulün silâh ve eşyaları yanında bulunmakta
olan adama emretti de, o da bu silâh ve eşyaları bana teslîm etti. Ben de
onları sattım da bedeliyle bir bustân satın aldım. îşte bu bustân, benim aslına
mâlik olduğum ilk maldır.
Buhârî şöyle dedi:
el-Leys ibn Sa'd'm kâtibi olan Abdullah ibn Salih bana el-Leys'ten olmak üzere
şöyle dedi: Ebû Katâde: Peygamber (S) ayağa kalktı da o maktulün silâh ve
eşyalarını bana teslîm etti, demiştir [55].
Hicaz ehli (yânî Mâlik
ve bu hususta ona uyanlar): Hâkim, hâkimliği üzerine aldığı zaman yâhud daha
önceden birşeye şâhid olup da bilmekte olduğu ilmiyle hüküm veremez. Eğer bir
hasım, hâkimin yanında hüküm verme meclisinde diğer bir kimse lehine bir hakk
ikrar eylese, bâzı fakîhlerin görüşünde o hâkim bunun üzerine hüküm veremez.
Ancak o hâkim ayrıca iki şâhid çağırır ve onları mahkemede bu hasmın ikrarında
hazır bulundurmak suretiyle hükmeder, dediler.
Bâzı Irak ehli de (Ebû
Hanîfe ve tâbi'leri) şöyle dedi: Kaadı, hüküm meclisinde işittiği yâhud
gördüğü şeyle hükmeder; hüküm meclisi dışında olan şeylerle o hususta hüküm
vermez, ancak ikrarında hazır bulunduracağı iki şahidin şehâdetiyle hükmeder.
Irak ehlinden diğer
bâzıları da (Ebû Yûsuf ve ona tâbi' olanlar): Hâkim, iki şâhid olmadan da
hükmeder, çünkü hâkim i'timâd edilip güvenilmiş bir kimsedir. Çünkü şehâdetten
murâd edilen, ancak hakkı bilmektir. Hâkimin ilmi ise şehâdetten daha çoktur!
dediler.
Irak ehlinin bâzısı
da: Hâkim, mallar hususunda kendi ilmi ile hüküm verir, fakat mallar dışındaki
da'vâlarda (meselâ bir adamı zina ederken görse, bunu huzurunda şehâdetle
beyyine olmadıkça) kendi ilmi ile hükmedemez, dediler. (Bu, Ebû Hanîfe ve Ebû
Yûsuf'tan nakledilmiştir.)
el-Kaasım ibn Muhammed
ibn Ebî Bekr de şöyle demiştir: Hâkim için başkasının ilmi olmaksızın sırf
kendi ilmi ile bir hüküm verip infaz etmesi olamaz, kendi ilmi başkasının
şehâdetinden daha çok olmakla beraber (bu doğru olmaz). Çünkü beyyinesiz olarak
sırf kendi ilmiyle hüküm vermekte müslümânlar katında kendi nefsini töhmete
atmak ve onların gönüllerine fâsid zannlar düşürmek vardır. Peygamber (S) de
zannı kerih görmüş de (gelecek hadîste): "Bu kadın ancak Safiyye'dir"
buyurmuştur.
33-.......Bize
İbrâhîm ibn Sa'd, İbn Şihâb'dan; o da Alî ibn Hüseyin Zeynelâbidîn'den tahdîs
etti ki, Safiyye bintu Huyey (R), Peygamber (S) i'tikâf yerinde iken O'nun
yanına ziyarete gelmişti. Safiyye geriye döneceği zaman Peygamber de onunla
beraber kapıya kadar yürümüş, tam bu sırada Ensâr'dan iki kişi yanından geçmiş,
Peygamber onları çağırmış da;
— "Yanımdaki bu kadın Safiyye bintu
Huyey'dir" buyurmuş. Bu iki Ensârî zât:
— Subhânallah = Biz
Allah'ı tenzih ederiz (Rasûlü'nü lâyık olmayan bir harekette bulunmaktan
tenzîh ederiz)! dediler.
Peygamber onlara:
— "Şübhesiz ki şeytân, Âdem oğlu'nun
vücûdunda kan dolaşması gibi akıp dolaşmaktadır!" buyurdu [56].
Bu hadîsi Şuayb, İbnu
Musâfir, îbnu Ebî Atık, İshâk ibnu Yahya topluluğu da ez-Zuhrî'den; o da
Alî'den, yânî Hüseyin'in oğlundan; o da Safiyye'den; o da Peygamber (S)'den
olmak üzere rivayet etmişlerdir.
34-.......Bize
Şu'be tahdîs etti ki, Saîd.ibn Ebî Burde şöyle demiştir: Ben babam Ebû Burde
Âmir ibn Abdillah'tan işittim, o şöyle dedi: Peygamber (S) babam Ebû Mûsâ
el-Eş'arî ile Muâz ibn Cebel'i Yemen'in birer tarafına vazîfe ile gönderip,
onlara:
— "Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız;
müjdeleyip sevindirin, nefret ettirmeyin ve birbirinize hükümde uygunluk
gösterin!" diye emretmiştir.
Ebû Mûsâ Peygamber'e:
— Bizim Yemen arazîmizde
"Biti"' denilen baldan bir içki yapılır! diye sormuş.
Peygamber (S):
— "Sarhoşluk verici her içki haramdır!"
düstûrunu bildirmiştir [57].
Nadr ibn Şumeyl el-Mâzinî, Ebû Dâvûd Süleyman ibn Dâvûd et-
Tayâlisî, Yezîd ibnu
Hârûn, Vekf ibnu'l-Cerrâh, bunların dördü de Şu'be'den; o da Saîd'den; o da
babası Ebû Burde'den; o da Peygam-ber(S)'den olmak üzere bu hadîsi
söylemişlerdir.
Usmân ibn Affân (R),
Mugîre ibn Şu'be'nin bir kölesinin da'vetine icabet etmiştir.
35........Bana
Mansûr, Ebû Vâil'den; o da Ebû Mûsâ el-Eş'ârî(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber
(S): "(Kâfirlerin ellerindeki) esirleri kurtarın ve yapılan düğün ve
yemek da 'veîlerine de icabet eyleyin " buyurmuştur [58].
36-.......
Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs etti ki, ez-Zuhrî, Urve'den işitmiştir. Bize Ebû
Humeyd es-Sâidî (R) haber verip şöyle dedi: Peygamber (S) Esed oğulları'ndan
İbnu'l-Utbiyye denilen bir adamı Suleym oğullan zekâtını toplamak üzere me'nıûr
ta'yîn etti. Bu adam zekât malım alıp geldiğinde:
— (Yâ Rasûlallah!) Bu
sizin zekât malınızdır, bu da bana hediye verilmiştir! dedi.
Bunun üzerine
Peygamber minber üstünde ayağa kalkıp bir hutbe yaptı.
Sufyân ibn Uyeyne yine
şöyle dedi: Peygamber minbere çıktı da Allah'a hamd ve yakışan sıfatlarla övdü,
bundan sonra şöyle buyurdu:
— "Birtakım devlet me'mûrunun hâli nedir
ki, ben onu bir me'-mûriyet üzerine gönderiyorum da, o akabinde geliyor ve 'Şu
sizin mahnızdır, şu da bana âid maldır' diyerek, kendisine bir pay ayırıyor?
Bu adam (bir mal me'mûru olmayıp da) babasının yâhud anasının evinde otursaydı
da o zaman kendisine hediye verilir miydi yâhud verilmez miydi baksaydı ya!
Nefsim elinde bulunan Allah 'a yemîn ederim ki, zekât âmillerinden herhangibir
kişi Beytu'l-mâVden haksız olarak birşey alırsa, kıyamet gününde muhakkak o
kimse çaldığı malı boynuna yüklenerek haşrolup gelecektir: Çaldığı hayvan deve
ise omu-zunda musîbetli develer gibi inliyerek; eğer sığır ise omuz kökünde
avaz avaz bağırarak; koyun ise şiddetle feryâd ederek Arasat meydanına getirilecektir!"
buyurdu.
Sonra RasûluIIah
ellerini, biz O'nun koltuk altlarının kırmızıya karışık beyaz rengini görünceye
kadar kaldırdı ve üç defa:
— "Yâ Rabb! Emirlerini tebliğ ettim mi?
Emirlerini tebliğ ettim mi? Emirlerini tebliğ ettim mi?" diye sordu.
Sufyân ibn Uyeyne
geçen senedle şöyle dedi: Bu hadîsi bize ez-Zuhrî kıssa edip anlattı. Ve Hişâm
da babası Urve'den şunu ziyâde etti: Ebû Humeyd (R): Ben bu hadîsi RasûluIIah'tan
dinlerken iki kulağım işitti, kendisini de bunu söylerken iki gözüm gördü.
Sizler bunu Zeyd ibn Sâbit'e de sorunuz. Çünkü o da benimle beraber bu
konuşmayı işitmiştir, dedi.
ez-Zuhrî: "İki
kulağım işitti" dememiştir.
Buhârî şöyle dedi:
"Huvâr", "Savt" demektir. "el-Cuâru", sığırın
sesi gibi "Tec'erûne( = Böğürüyorlar)" ma'nâsmdandır [59].
37-......
Bize İbnu Cureyc haber verdi. Ona da Nâfi' haber verdi. Ona da İbn Umer (R)
haber verip şöyle demiştir: Ebû Huzeyfe'nin kölesi Salim, Medine'ye ilk hicret
etmiş olan Muhâcirler'e ve Pey-gamber'in sahâbîlerine Kubâ Mescidi'nde imamlık
eder idi. Bu cemâatin içinde Ebû Bekr es-Sıddîk, Umer ibnu'l-Hattâb,
(Mü'minlerin annesi Ümmü Seleme'nin Peygamber'den önceki kocası) Ebû Seleme ibn
Abdi'1-Esed el-Mahzûmî, Zeyd ibn Harise -yâhud: İlk Muhâcir-ler'den Zeyd
ibnu'l-Hattâb el-Adevî- ve Âmir ibnu Rabîa el-Anezî vardı [60].
38-.......
İbnu Şihâb şöyle demiştir: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr tahdîs etti ki, ona da
Mervân ibnu'l-Hakem ile Mısver ibn Mahrame (R) şöyle haber vermişlerdir:
Rasûlullah (S), müslümânlar Hevâzin esirlerinin hürriyete kavuşturulması
hususunda kendilerine izin verdikleri zaman:
— "Şimdi ben
sizden esîrlerini vermeye rızâsı olan kimseleri, rızâsı olmayanlardan
bilemiyorum. Haydi sizler gidiniz de sizin muvafakat emirlerinizi bize işbilir
arifleriniz, nakîbleriniz yükseltip arzetsin-ler" buyurdu.
Bunun üzerine insanlar
yerlerine çekildiler. Kabilelerin arifleri, kabileleri halklanyle konuştular.
Sonra da Rasûlullah'a gelip herbiri kavminin esîrlerini geri vermekten memnun
olduklarını ve Rasûlullah'a esirleri hürriyete kavuşturmak hususunda izin
verdiklerini bildirdiler [62].
39-.......Bize
Âsim ibnu Muhammed ibn Zeyd ibn Abdillah ibn Umer, babası Muhammed ibn Zeyd'den
tahdîs etti: Birtakım insanlar İbn Umer(R)'e:'
— Bizler sultânımızın
huzuruna giriyoruz da onlar lehine; onların yanından dışarı çıktığımız zaman,
konuşmakta olduklarımızın zıd-dını söylüyoruz! dediler.
İbn Umer:
— Biz bu fiili
(Peygamber zamanında) münafıklık sayıyorduk, dedi [63]
40-.......
Bize el-Leys, Yezîd ibn Ebî Habîb'den: o da Irak'tan tahdîs eyledi ki, Ebû
Hureyre (R), RasûluIIah(S)'tan: "İnsanların en şerrlisi, ikiyüzlü olan şu
kimsedir ki, şunlara bir yüzle gelir, bunlara da başka bir yüzle gelir"
buyururken işitmiştir [64].
41-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne, Hişâm'dan; o da babası Urve'den; o da Âişe(R)'den tahdîs
etti ki, Ebû Sufyân'ın karısı Hind bintu Utbe ibn Rabîa, Peygamber(S)'e:
— Şübhesiz Ebû Sufyân
çok cimri bir adamdır, ben onun malından almaya muhtâc oluyorum! dedi.
Peygamber de ona:
— "Örfe göre sâna
ve çocuklarına yetecek mikdâr al!" buyurdu [65].
"Her kimin lehine
mü'min kardeşinin hakkı hükmolunmuşsa sakın o kimse bu hakkı almasın.
Çünkü hâkimin hükmü
haramı halâl kılmaz, halâlı da haram kılmaz".
42-.......
İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr haber verdi ki, ona da Ebû
Seleme'nin kızı Zeyneb haber vermiş; ona da Peygamber'in zevcesi Ümmü Seleme
(R) Rasûlullah(S)'tan haber vermiştir: Rasûlullah (S) Ümmü Seleme hücresinin
kapısı önünde şiddetli bir kavga işitti de onların yanına çıktı ve şöyle
buyurdu:
— "Şübhesiz ben
de bir insanım. Şu muhakkak ki bana sizden iki hasım gelir de bâzınız
(haksızken) diğerinizden meramını daha düzgün ve açık anlatmış olabilir, ben de
o belîğ sözleri doğru zannederek onun lehine hükmedebilirim. Bunun için ben
kimin lehine bir müslümâmn hakkım hükmettim ise, bilsin ki, bu hakk ancak
ateşten bir parçadır. İster onu alsın yâhud onu terketsin!" [66].
43-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Utbe ibn Ebî Vakkaas, kardeşi Sa'd ibn Ebî Vakkaas'a
vasiyet edip:
— Zem'a'nm cariyesi oğlu (Abdurrahmân)
bendendir. Bu çocuğu almalısın! demiş.
Âişe dedi ki:
Mekke'nin fethi senesi (Mekke'ye varıldığında) Sa'd ibn Ebî Vakkaas, çocuğu
yakaladı ve:
— Bu, kardeşim Utbe'nin oğludur. Bunun
nesebinin kendisine katılması için bana vasiyet etmiştir, dedi.
Bunun üzerine Abd ibn
Zem'a ayağa kalkıp:
— Bu benim kardeşimdir, babamın cariyesinin
oğludur; babamın döşeği üstünde doğmuştur, dedi.
Her iki taraf bu niza'
ve da'vâlarım arka arkaya Rasûlullah'a arzettiler. Sa'd ibn Ebî Vakkaas:
— Yâ Rasûlallah, bu
çocuk, kardeşim Utbe'nin oğludur. Nesebinin kendisine katılmasına dâir bana
vasiyeti vardır, dedi.
Abd ibn Zem'a da:
— Bu, benim
kardeşimdir ve babamın cariyesi doğurmuştur; babamın döşeği üstünde doğmuştur,
dedi.
Rasûlullah (S):
— "Yâ Abd ibne Zem 'a! Bu (Abdurrahmân),
senm(kardtşin)dir"
buyurdu.
Sonra da Rasûlullah:
— "Çocuk, döşek sahibinindir; zina edene
de mahrumiyet
vardır" buyurdu.
Sonra da Rasûlullah,
da'vâ konusu olan bu çocuğun sîmâca Ut-be'ye benzediğini görerek, zevcesi Şevde
bintu Zem'a'ya:
— "Ey Şevde! Bundan sonra sen de
Abdurrahmân'dan perde arkasına çekil!" buyurdu.
Bundan sonra
Abdurrahmân, Şevde (vefat edip de) Yüce Allah'a kavuşuncaya kadar mü'minlerin
annesinin yüzünü görmedi [67].
44-.......
Abdullah ibn Mes'üd (R) şöyle demiştir: Peygamber (S): "Bir kimse müslümân
bir kimsenin malını koparmak için, yemininde yalancı olarak habsedip bağlayıcı
yalan bir yemîn ederse, kıyamet gününde o kimse A ilah kendisine gadablı
olduğu hâlde kavuşacaktır" buyurdu.
Bunun üzerine Allah şu
âyeti indirdi: "Hakikat, Allah'a olan ahidlerine ve yeminlerine bedel az
bir bahâyı satın alanlar; işte onlar: Onlar için âhirette hiçbir nasîb yoktur.
Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz, onlara bakmaz, onları temize çıkarmaz.
Onlar için pek acıklı bir azab vardır" (Âiu imrân: 77).
Abdullah
meclistekilere bu hadîsi tahdîs ederken, bu sırada meclise el-Eş'as ibn Kays
gelmiş ve dinleyicilere:
— Bu âyet benim hakkımda ve bir kuyu hususunda
kendisiyle da'vâlaştiğım bir kimse hakkında indi. Pegamber (S) bana:
— "Beyyinen var mı?" diye sordu. Ben:
— Beyyinem yoktur! dedim.' Peygamber:
— "Öyleyse o yemîn etsin!" buyurdu.
Ben:
— Bu takdirde o adam (yalan yere) yemîn eder! dedim.
Bunun üzerine "Hakikat Allah'a olan yeminlerine ve ahidlerine..."
âyeti indi [68].
Sufyân ibn Uyeyne,
Küfe Kaadısı Abdullah ibn Şubrume'den:
Malın azı ve çoğu
hakkında hüküm vermek müsâvîdir, diye söylemiştir [69].
45-.......
Bize Şuayb, ez-Zuhrî'den haber verdi: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr haber verdi ki,
ona da Ebû Seleme'nin kızı Zeyneb haber verdi ki, ona da Ümmü Seleme haber
verip şöyle demiştir: Peygamber (S) kapısının yanında bir husûmet gürültüsü işitti
de hemen onların yanına çıkıp vardı ve onlara:
— "Ben ancak bir
beşerim. Şu da bir gerçek ki, bazen bana hasımlar gelir. Bâzısı diğerinden
daha belîğ konuşucu olabilir. Ben de bu sebeble onu doğru söyledi sanarak, onun
lehine hüküm veririm. Öyleyse ben kimin lehine bir müslümânın hakkını hüküm
vermiş isem (iyi bilsin ki) bu hüküm ateşten bir parçadır. Artık o kimse bu
ateşi alsın yâhud onu terketsin" buyurdu [70].
Peygamber (S) de
"Benden sonra hürsün" denilen bir tedbirli köleyi, Nuaym
ibnu'n-Nahhâm'a satmıştır.
46-.......Bize
Seleme ibnu Kuheyl, Atâ ibn Ebî Rebâh'tan tandîs etti ki, Câbir ibn Abdillah
(R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'e sa-hâbîlerinden (Ebû Mezkûr denilen) bir
adamın kölesini "Hayâtımdan sonra sen hürsün" deyip rnüdebber olarak
azâd ettiği haberi ulaştı. Hâlbuki bu zâtın bu köleden başka hiçbir malı yoktu.
Peygamber (S) o köleyi sekizyüz dirhem rnukaabilinde sattı da sonra onun
bedelini o zâta gönderdi [71].
47-.......Bize
Abdullah ibn Dînâr tahdîs edip şöyle dedi: Ben İbnu Umer(R)'den işittim, şöyle
diyordu: Rasûlullah (S) bir ordu birliği hazırladı da başına Zeyd'in karısının
oğlu Usâme'yi kumandan yaptı. Akabinde onun kumandanlığı konusunda i'tirâzlar
yapıldı. Rasûlullah (S):
— "Sizler şimdi
Usâme'nin kumandanlığı hususuna ta'n ediyorsanız, muhakkak ki siz bundan önce
onun babasının kumandanlığı hakkında da dil uzatmıştınız. Allah'a yemin ederim
ki, Zeyd, kumandanlığa nasıl tamâmiyle lâyık olduysa ve o bana insanların en
sevimlilerinden biri idiyse, hiç şübhesiz şu Usâme de babasından sonra bana
insanların en sevimlilerindendir" buyurdu [72].
"Eledd",
"A'vec", yânî "Eğri" demektir.
48".......Bize
Yahya ibn Saîd-, İbn Cureyc'den tahdîs etti
Ben Ibn Ebî Muleyke'den işittim; o Âişe(R)'den tahdîs ediyordu ki, o:
Rasûlullah (S): "Allah katında insanların en çok nefret edilmişi, husûmeti
şiddetli olan kimsedir" buyurdu, demiştir [73].
59-.......Bıze
Ma'mer ibn HâIid> ez-Zuhrî'den; o da Sâlim'den tahdîs etti ki, babası Ibn
Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Hâlid ıbnu'I-Velîd'i Cezîme oğullan
kabilesi üzerine bir askerî birlikle gönderdi. (Hâlid onları İslâm'a çağırdı.)
Fakat onlar ('Eslemnâ - Biz müslümân olduk" demeyi güzel yapamıyorlardı
da onun yerine "Saba'nâ, saba'nâ - Şirkten çıktık, şirkten çıktık (yânî
müslümân olduk)!" dediler. Bunun üzerine Hâlid bunlardan bir kısmını
öldürmeğe, bir kısmim da esîr etmeğe başladı. Ve bizden, seriyyede bulunan
herbir askere kendi esirini verdi de, bizden herbir askere kendi elindeki esirini
öldürmesini emretti. Bu emir üzerine ben:
— Vallahi ben esirimi
öldürmem; arkadaşlarımdan hiçbirisi de esirini öldürmeyecektir! dedim.
(Suleym oğulları ise
esirlerini öldürmüşlerdi.) Sefer sonunda Pey-gamber'in huzuruna vardığımızda
bunu kendisine arzettik. Bunu duyunca Rasûlullah iki kerre:
— "Allah'ım! Ben Hâlid'in işlediğibu işten
Sana sığınıyorum!" diye duâ etti [74].
50-.......Bize
Ebû Hazım el-Medînî tahdîs etti ki, Sehlibn Sa'd es-Sâidî şöyle demiştir:
Medine civarındaki !Ensâr'dan Amr ibn Avf oğulları arasında bir kavga vardı. Bu
kavga Peygamber (S)'e ulaştı. Peygamber öğle namazını kıldıktan sonra, onların
aralarını düzeltmek üzere yanlarına gitti. Nihayet ikindi namazı vakti gelince
müezzin Bilâl ezan okudu, ikaamet etti ve Ebû Bekr'e namazı kıldırması için
emretti. Ebû Bekr öne geçip namaza durdu. Ebû Bekr namaz içinde iken Peygamber
geldi, insanların safflarını yara yara nihayet Ebû Bekr'in arkasına geldi ve
ona yakın olan saffın içine geçip namaza durdu.
Sehl dedi ki: İnsanlar
(Ebû Bekr'e Peygamber'in gelişini haber vermek için) el çırptılar. Ebû Bekr ise
namaza girdiği zaman, namazı bitirinceye kadar yüzünü başka tarafa çevirmezdi.
Ebû Bekr cemâatin kendisi üzerine el çırpmasının durdurulmamasım görünce başım
çevirdi ve Peygamber'i arkasında namaza durmuş gördü. Peygamber Ebû Bekr'e,
namazım kıldırmağa devam et, diye işaret etti ve eliyle de yerinde durmasını
işaret eyledi. Ebû Bekr yerinde birazcık eğlendi de Peygamber'in "Yerinde
dur" sözünden dolayı Allah'a hamdedi-yordu. Sonra Ebû Bekr geri geri
yürüyerek saffa girdi. Peygamber, Ebû Bekr'in geri çekildiğini görünce öne
geçti ve Peygamber böylece insanlara bu namazı kıldırdı. Namazı bitirince:
— "Yâ Ebâ Bekr!
Ben sana yerinde olup namaza devam etmeni işaret ettiğim zaman seni yerinde
durmaktan men' eden neydi?" diye sordu.
Ebû Bekr:
— Ebû Kuhâfe oğlu için
Peygamber'in önünde imamlık yapması îâyık olmaz, dedi.
Bundan sonra
Peygamber, cemâate:
— "Namazda iken
size herhangibir iş arız olursa erkekler tesbth etsin, kadınlar da el
çırpsın!" buyurdu [75].
51-.......Zeyd
ibn Sabit (R) şöyle demiştir: Ebû Bekr, Yemâme'de şehîd olanların şehîd
olmalarından dolayı bana geldi, yanında Umer de vardı. Ebû Bekr şunları
söyledi: Umer bana geldi ve:
— Yemâme gününün
şiddetli harbinde Kur'ân hafızlarından birçoğu şehîd oldu. Ben diğer harb
sahalarında da harbin şiddetli olup Kur'ân hafızlarının şehîd edilmelerinden,
bu sebeble de Kur'ân'dan büyükçe bir kısmın zayi' olup gitmesinden endîşe
ediyorum. Binâenaleyh ben senin Kur'ân'm kitâb hâlinde toplanmasını emretmeni
düşünüyorum, dedi.
Ebû Bekr, Zeyd'e şöyle
dedi: Ben Umer'e:
— Rasûlullah'ın yapmadığı bir işi nasıl
yaparsın? dedim. Umer bana:
— Vallahi bu toplama
bir hayırdır, dedi ve bana bu hususta müracaatta devam etti.
Nihayet Allah benim
göğsümü, Umer'in göğsünü açmış olduğu iş için açtı da ben de bu işte Umer'in
düşündüğü gibi düşündüm.
Zeyd dedi ki: Ebû Bekr
bana şunları söyledi:
— Sen genç ve akıllı
bir erkeksin. Biz seni hiçbir kusurla ittihâm etmiyoruz. Sen Rasûlullah için
vahyi yazıyordun. Binâenaleyh şimdi sen Kur'ân'ı tetebbu' et ve onu bir araya
topla!
Zeyd buna karşı:
— Allah'a yemîn ederim
ki, eğer bana dağlardan bir dağın nakledilmesini teklif etmiş olsalardı, o iş
benim üzerime, Ebû Bekr'in bana teklîf ettiği bu Kur'ân'ı toplama işinden daha
ağır olmazdı, dedi.
Zeyd dedi ki: Ben:
— Sizler Rasûlullah'ın yapmadığı bir işi nasıl
yapıyorsunuz?
dedim.
Ebû Bekr:
— Allah'a yemîn ederim
ki, bu hayırlı bir iştir, dedi ve Ebû Bekr beni teşvik etmeğe, bana müracaata
devam etti.
Nihayet Allah, Ebû
Bekr'le Umer'in göğüslerini genişletip akıllarını yatırdığı bu işe benim de
aklımı açtı ve gönlümü ferahlandırdı da ben de bu işi onların gördüğü gibi
gördüm. Bunun üzerine ben de Kur'ân'ın ardına düşüp gereği gibi araştırdım ve
onu yazılı bulunduğu hurma dallarından, inceltilmiş deri ve bez parçalarından,
ince taş levhalardan ve hafızların ezberlerinden toplamağa koyuldum. Nihayet
et-Tevbe Sûresi'nin sonunu "Le-kad câekum rasûlun min en-fusikum azîzun
aleyhi mâ anittum..." âyetini nihayetine kadar Huzeyme'nin yâhud Ebû
Huzeyme el-Ensârî'nin beraberinde buldum. Ve en sonu o âyeti de Mushaf'taki
sûresine kattım.
Neticede toplanan bu
sahîfeler tâ Azîz ve Celîl olan Allah kendisini vefat ettirinceye kadar Ebû
Bekr'in yanında kaldı sonra hayâtı müddetince Allah onu vefat ettirinceye kadar
Umer'in yanında kaldı. Bundan sonra Umer'in Hafsa'nın yanında kaldı [76].
Muhammed ibnu
Ubeydillah: "el-Lihâf" ile "el-Hazef'i kas-dediyor, demiştir [77].
52- Bize
Abdullah ibnu Yûsuf tahdîs etti. Bize Mâlik, Ebû Leylâ'dan haber verdi.
H Yine bize İsmâîl ibn
Ebî Uveys tahdîs etti. Bana Mâlik Ebû Leylâ ıbn Abdillah ibn Abdirrahmân ibn
Sehl'den; o da Sehl ibn Ebî Hasme'den haber verdi. O ve kavminin büyüklerinden
birtakım adamlar şöyle haber vermişlerdir: Abdullah ibn Sehl ile Muhayyısa
kendilerine isabet eden bir kıtlık ve fakîrlikten dolayı hurma satın almak
için Hayber'e doğru çıkmışlardır. (Orada birbirlerinden ayrılıp kendi
işleriyle meşgul olmuşlardı.) Sonunda Muhayyısa'ya, Abdullah ibn Senl'ın
öldürülüp bir çukura -yâhud bir pınar içine- atılmış olduğu haber verildi.
Bunun üzerine Muhayyısa, Yahûdîler'e geldi de onlara:
— Vallahi onu sizler
öldürdünüz! dedi. Yahudiler de ona:
— Vallahi onu biz öldürmedik! dediler.
Bundan sonra Muhayyısa
döndü ve Medine'ye, kendi kavminin yanına geldi ve onlara hâdiseyi zikretti.
Bundan sonra Muhayyxsa ve kardeşi Huveyrısa -ki Huveyrısa, kardeşi
Muhayyısa'dan daha bü-
yük idi- ve
öldürülenin kardeşi Abdurrahmân ibn Sehl; her üçü geldiler. Hayber'de bulunmuş
olan Muhayyısa, Peygamber'e bu da'vâyı konuşmaya girişti. Peygamber de
Muhayyısa'ya hitaben:
— "İlk sözü büyüğe bırak, ilk sözü büyüğe
bırak!" buyurdu. Peygamber bu emriyle yaşça büyük olanı kasdediyordu.
Bunun
üzerine Huveyrısa
konuştu, ondan sonra Muhayyısa konuştu. Bunun ardından Rasûlullah (S) onlara
Hayber Yahudileri hakkında:
— "Ya Yahudiler
arkadaşınızın diyetini öderler yâhud da onlar bizimle harb i'lân etmiş
olur!" buyurdu ve bunu Yahûdîler'e yazıp gönderdi.
Onlar tarafından da
Rasûlullah'a:
— "Abdullah'ı biz öldürmedik" diye
mektûb yazıldı.
Bunun üzerine
Rasûlullah, Huveyrısa, Muhayyısa ve Abdurrahmân üçlüsüne hitaben:
— "Sizler bu cinayetin Hayber Yahudileri
tarafından işlendiğine yemîn eder de arkadaşınızın kan badeline hakk kazanır
mısınız?" diye sordu.
Onlar da:
— Bizler buna yemîn edemeyiz, dediler.
Rasûlullah:
— "Öyleyse Yahudiler onu öldürmediklerine
dâir size yemin ederler" buyurdu.
Da'vâcılar:
— (Yâ Rasûlallah!)
Onlar müslümân değillerdir (onların yemîn-lerine nasıl inanalım)? diye
söylediler.
Bunun üzerine
Rasûlullah, öldürülenin diyetini kendi yanından yüz deve olarak ödedi de
sonunda bu develer onların evine girdirildi. Sehl ibn Ebî Hasme, bu develerden
bir dişi deve bana ayağiyle vurdu, demiştir [78].
53-.......
Ebû Hureyre ile Zeyd ibn Hâlid el-Cuhenî (R); ikisi şöyle demişlerdir: Bir
bedevî Arab (hasmıyle beraber) geldi de:
— Yâ Rasûlallah, aramızda Allah'ın Kitabı ile
hükmet! dedi. Ardından hasmı olan adam da ayağa kalkıp:
— Bu doğru söyledi.
Sen bizim aramızda Allah'ın Kitabı ile hükmet! dedi.
Bedevî da'vâyı şöyle
anlattı:
— Benim oğlum bu
adamın yanında ücretli idi. Onun karısıyle zina etmiş. Bâzı kimseler bana:
Oğlunun üzerinde taşlanmak cezası vardır, dediler. Ben de bu adama, oğlum adına
yüz koyun ile bir câriye fidye verip, oğlumu kurtardım. Sonra ben bu mes'eleyi
ilim ehli olanlara sordum. Onlar da bana: Oğlum üzerinde ancak yüz deynek
vurulmak ve bir yıl da gurbete sürgün gönderilmek cezası vardır dediler.
Bunun üzerine
Peygamber (S):
— "Yemin olsun ki, ben muhakkak aranızda
Allah'ın Kitabı ile hükmedeceğim: Câriye ile koyunlar sana geri verilir, oğlun
üzerine yüz deynek vurulmak ve bir yıl gurbete sürgün edilme cezası uygulanır"
buyurdu.
Sonra: Eşlem
kabilesinden olan Uneys adındaki bir sahâbîye hitaben:
— "Yâ Uneys! Bu adamın karısına git!
(İ'tirâf ederse) ona taşlama cezası uygula!" buyurdu.
Akabinde Uneys, o
kadına gitti. (Kadın zina suçunu i'tirâf ettiği için) Uneys ona taşlama cezası
uyguladı [80].
Hârice ibnu Zeyd ibn
Sabit, babası Zeyd ibn Sâbit'ten söyledi ki, Peygamber (S) Zeyd ibn Sâbit'e, Yahûdîler'in
yazısını öğrenmesini emretmiştir.
Zeyd ibn Sabit:
Ben Peygamber'in
onlara gönderdiği mektûblannı yazardım, onların da Peygamber'e yazdıkları
zaman, onların yazıp göndermekte oldukları mektûblannı kendisine okuyordum,
demiştir [81].
Umer ibnu'l-Hattâb da
yanında Alî ibn Ebî Tâlib, Abdurrahmân ibn Avf ve Usmân ibn Affân bulunurlarken,
yanlarında hazır bulunan bir kadına:
Bu kadın ne söylüyor?
diye sormuş. Abdurrahmân ibn Hâtib ibn Ebî Beltea da o kadının sözlerini Umer'e
terceme ederek: Ben "Bu kadın sana iki arkadaşı ile yapmış olduğu işi haber
veriyor" dedim, demiştir [82].
Ebû Cemre (Nasr ibnu
İmrân ed-Dab'î el-Basrî) de:
Ben İbn Abbâs ile
insanlar arasında tercümanlık yapıyordum, demiştir [83].
Bâzı Âdem oğlu da:
Hâkim için iki mütercim zarurîdir, demiştir [84].
54-.......Bize
Şuayb, ez-Zııhrî'den haber verdi. BanaUbeydullah ibnu Abdillah haber verdi ki,
ona da Abdullah ibn Abbâs haber vermiş, ona da Ebû Sufyân ibn Harb şöyle haber
vermiştir: Kendisi Kureyş'ten bir ticâret hey'eti içinde Şam'da bulunduğu
sırada Bizans Kayseri Hırakl, onları bir haberci gönderip çağırtmış. Onun
huzuruna gelmişler. Sonra Hırakl, kendi tercümanına hitaben:
— Şu adamlara söyle de: Ben, bu Ebû Sufyân'a,
"Peygam-ber'im" diyen o adamın vasıflarından bâzı şeyler soracağım.
Eğer bu bana yalan söylerse, sizler bunun sözünü yalanlayınız! dedi... Ve o hadîsin
tamâmım zikretti.
Sonunda Hırakl, kendi
tercümanına:
— Ona şöyle de: Eğer
bu dediklerin doğru ise o zât, yakında şu iki ayağımın bastığı yere mâlik olacaktır!
Dedi [85].
55-.......Bize
Hişâm ibn Urve, babası Urve'den; o da Ebû Humeyd es-Sâidî(R)'den şöyle tahdîs
etti: Peygamber (S) İbnu'l-Utebiyye (veya İbn Luteybiyye denilen) bir zâtı
Suleym oğullan sadakaları üzerine âmil ta'yîn etmişti. Bu adam zekât mallarını
toplayıp geldiği ve Rasûlullah (S) onu hesaba çektiği zaman, bu adam:
— Bu sizin zekât
malmızdır. Bu da bana hediye verilmiştir, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah ona:
— "Eğer sen doğru söyleyen bir kimse isen
(mal me'mûru olmayıp da) babanın evinde yâhud ananın evinde otursaydın sana hediyen
gelir miydi?" buyurdu.
Bundan sonra
Rasûlullah mescidde ayağa kalktı ve insanlara bir hutbe yaptı, Allah'a hamdedip
O'na sena eyledi. Sonra "Amma ba'du —Sözün bundan sonrası şudur"
diyerek şunları söyledi:
— "Ben sizlerden
birtakım adamları, Allah'ın bana tevliyet verdiği bâzı işler üzerine âmil
ta'yîn ediyorum, sonra sizlerden herhan-gibiriniz geliyor ve: Bu mal sizindir,
şu da bana verilen bir hediyedir, diyor! O zât doğru söyleyici bir kimse ise
babasının evinde yâhud anasının evinde otursa da kendisine verilen hediyesi
ona gelecek miydi bir görseydi ya! Allah'a yemîn ederim ki, zekât âmillerinden
herhan-gibiriniz topladığı mallardan haksız olarak herhangi birşey alırsa, muhakkak
kıyamet günü o kimse, aldığı malı boynuna yüklenerek Allah'ın huzuruna
gelecektir. Dikkat edin: Sakın ben sizlerden hiçbir kimseyi, boynunda inlemesi
olan bir deve ile yâhud böğürmesi olan bir sığır ile yâhud melemekte olan bir
davar ile Allah 'in huzuruna gelmesini tanımayayım!" buyurdu.
Sonra iki elini, ben
O'nun iki koltuk altlarının beyazlığım görünceye kadar kaldırdı da:
— "Dikkat edin!
Sizlere Allah'ın emirlerini tebliğ ettim mi?" buyurdu [86].
"el-Bitâne",
"ed-Duhalâ" (yânî başkanın yanına yalnızken giren ve onun gizli
işlerini bilen, millet işlerinden haber verdiklerinde onu tasdik edip gereğiyle
amel ettiği kimseler) demektir.
56- Bize
Esbağ tahdîs etti. Bize İbnu Vehb haber verdi. Bana Yûnus, İbn Şihâb'dan; o da
Ebû Seleme'den; o da Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S)
şöyle buyurmuştur: "Allah Taâlâ bir peygamber gönderdiği ve bir kimseyi
halîfe yaptığı zaman, muhakkak onun iki nevi' sırdaşı olmuştur: Bunun biri ona
ma'rûfu, hayır yolunu emreder ve onu o yola teşvik eyler durur. Öbürüsü de ona
şerri emreder ve onu şerr üzerine teşvik eder durur. Ma'-sûm olan ise Yüce
Allah'ın fenalıklardan koruduğu kimsedir" [87].
Ve Süleyman ibn Bilâl
söyledi ki, Yahya ibn Saîd el-Ensârî: Bana İbn Şihâb bu hadîsi haber verdi,
demiştir. İbn Ebî Atîk'ten, Mû-sâ ibn Ukbe'den ve İbn Şihâb'dan da bunun
benzeri rivayet gelmiştir. Şuayb da ez-Zuhrî'den şöyle dedi: Bana Ebû Seleme,
Ebû Saîd'den Peygamber'in bu sözünün benzerini tahdîs etti. el-Evzâî ile
Muâviye ibnu Selâm da şöyle dediler: Bana ez-Zuhrî tahdîs etti. Bana Ebû Seleme,
Ebû Hureyre'den; o da Peygamber'den tahdîs etti.
İbnu Ebî Hüseyin ile
Saîd ibnu Ziyâd da Ebû Seleme'den; o da Ebû Saîd el-Hudrî'den Peygamber'in bu sözünü
söylediler.
Ubeydullah ibn Ca'fer
de şöyle dedi: Bana Safvân, Ebû Seleme'den tahdîs etti ki, Ebû Eyyûb Hâlid ibn
Zeyd el-Ensârî: Ben Pey-gamber(S)'den bu hadîsi işittim, demiştir [88].
57-.......Ubâde
ibnu's-Sâmit (R) şöyle demiştir: Biz (Ensâr cemâati Minâ'da, Akabe gecesinde)
Rasûlullah(S)'a hem neş'eli hâlimizde, hem kederli zamanımızda emirlerini
dinleyip itaat edeceğimize, meliklik ve valilik işlerine ehil olanlarla niza
etmiyeceğimize (yânî bu işlerde onlarla mukaatele etmiyeceğimize), her nerede
bulunursak bulunalım muhakkak orada hakkı yerine getireceğimize ve hakk söyleyeceğimize
ve Allah yolunda hiçbir kimsenin kınama ve kötülemesinden korkmayacağımıza
dâir bey'at edip söz verdik [89].
58-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Ahzâb sırasında soğuk bir günün
sabahında Hendek kazılan yere çıkıp vardı. Muhacirler ve Ensâr hendek
kazıyorlardı. Peygamber:
— "Allâhumme
inne'l-hayra hayru'l-âhire Feğfir lil-Ensâri ve'l-Muhâcire
(= Yâ Allah! Hayır
ancak âhiret hayrıdır. Sen Ensâr'ı ve Muhâ-cirler'i mağfiret eyle!)"
sözlerini söyledi. Oradaki sahâbîler de O'na:
— Nahnu'llezîne bâyeû Muhammeden Alel-cihâdı mâ
bakînâ ebeden
(= Bizler yaşadıkça
dâima cihâd etmek üzere Muhammed'e bey'at edip söz vermiş kişileriz!) diye
cevâb verdiler [90].
59-.......
Bize Mâlik, Abdullah ibn Dinar'dan haber verdi ki, Abdullah ibn Umer (R) şöyle
demiştir: Bizler Rasûlullah(S)*a, emirlerini dinlemek ve itaat etmek üzere
bey'at ettiğimiz zaman, O bizlere (şefkat ederek): "Gücünüzün yettiği
kadar" buyururdu [91].
60-.......Abdullah
ibn Dînâr tahdîs edip şöyle demiştir: Ben, insanlar Abdulmelik ibn Mervân'ın
halifeliği üzerinde birleştikleri zaman, İbn Umer'in yanında hazır bulundum.
O: "Ben de Allah'ın sünneti ve Rasûlullah'ın sünneti üzere Allah'ın kulu
ve Emîru'l-Mü'minîn Abdulmelik'e gücümün yettiği kadar emirlerini dinlemek ve
itaat etmeye ikrar edip söz veriyorum. Oğullarım da bu suretle bey'at ve ikrar
etmişlerdir" diye mektûb yazdı [92].
61-.......Cerîr
ibn Abdillah el-Becelî (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber (S) ile emir ve
nehiylerini dinlemek ve itaat etmek üzere bey'at ettim, O da bana:
"Gücümün yettiği kadar" kaydını söylememi telkîn buyurdu.
Bir de ben Peygamber'e
herbir müslümâna hayırhah olmak üzerine de bey'at ettim.
62-.......Sufyân
es-Sevrî şöyle demiştir: Bana Abdullah ibn Dînâr tahdîs edip şöyle dedi:
İnsanlar Abdulmelik ibn Mervân'a bey'at ettikleri zaman, Abdullah ibn Umer de
Allah'ın kulu, Mü'minlerin Emîri olan Abdulmelik'e bir mektûb gönderip, bunda:
"Ben, Allah'ın sünneti ve Rasûlü'nün sünneti üzere Allah'ın kulu,
Mü'minlerin Emîri olan Abdulmelik ibn Mervân'a gücümün yettiği nisbette emir ve
nehiylerini dinlemek ve itaat etmeyi ikrar edip söz veriyorum. Oğullarım da
bu suretle ikrar edip bey'at arzetmişlerdir" diye yazmıştır [93].
63-.......Bize
Hatim ibn İsmâîl tahdîs etti ki. Yezîd ibn Ebî Ubeyd şöyle demiştir: Ben
Seleme.ibnu'l-Ekva'a:
— Sizler Hudeybiye günü
Peygamber(S)'e hangi şey üzere bey'at ettiniz? diye sordum.
O:
— (Harb vaktinde
kaçmayıp) ölmek üzere bey'at ettik, diye ce-vâb verdi [94].
64-.......
Cuveyriye ibn Esma, Mâlik'ten; o da Zuhrî'den tahdıs etti ki, ona da Humeyd ibn
Abdirrahmân haber vermiş, ona da Misver ibnu Mahrame (R) şöyle haber vermiştir:
Umer ibnu'l-
Hattâb'ırt kendisinden
sonra halifelik işini kendilerine havale ettiği kimseler toplanıp aralarında
halifeliği kendisine verip akdedecekleri kimse hakkında istişare ettiler. O
zaman Abdurrahmân ibn Avf, o topluluğa şöyle dedi [95]:
— Ben bu hilâfet işi
üzerine sizlerle çekişecek değilim. (Çünkü benim buna rağbetim yoktur.) Lâkin
eğer isterseniz, ben sizin içinizden size, birinizi seçeyim! dedi.
Bu teklif üzerine o
topluluk bu tercîhi Abdurrahmân ibn Avf'a bıraktılar. Onlar kendilerinden
birini tercîh etme işlerini Abdurrah-mân'a havale edince insanlar Abdurrahmân
üzerine meylettiler, hattâ ben insanlardan hiçbir kimseyi o topluluğa tâbi'
olur ve onun izine basar görmüyordum (yânî insanları topluluktan yüz çevirip
onların ardından yürümezler görüyordum). İnsanlar Abdurrahmân üzerine meylettiler.
Çünkü onlar bu geceler içinde halifelik işi üzerine istişare yapıyorlardı.
Nihayet sabahlayıp da Usmân ibn Affân'a bey'at yaptığımız gece olunca, Misver
ibn Mahrame şöyle dedi: Geceden bir taife geçtikten sonra Abdurrahmân ibn Avf
gelip benim kapımı çaldı. Bunun üzerine ben uykumdan uyandım. O bana:
— Ben seni uyumuş
görüyorum. Allah'a yemîn ederim ki, benim bu üç geceden beri gözüme büyük bir
uyku girmedi. Haydi yürü de ez-Zubeyr ibnu'l-Avvâm'ı, SaM ibn Ebî Vakkaas'ı
çağır! dedi.
Bunun üzerine ben de
onun için bu iki sahâbîyi çağırdım.
Abdurrahmân o ikisiyle
gizli konuşup istişare etti. Sonra Abdurrahmân ibn Avf beni tekrar çağırdı da:
— Bana Alî ibn Ebî Tâlib'i çağır! dedi.
Ben Alî'yi de onun
yanına çağırdım. Alî geldi. Abdurrahmân ibn Avf, tâ gece yarısına kadar Alî ile
gizli olarak konuştu. Sonra Alî ibn Ebî Tâlib, onun yanından kendisine tevliyet
verilmesi arzusu ile kalkıp gitti. Abdurrahmân ibn Avf da Alî tarafından
fitneye yönelik bir muhalefet işi meydana gelmesinden endîşe edip durmuştur.
Sonra Abdurrahmân:
— Bana Usmân'ı çağır! dedi.
Ben Usmân'ı da
çağırdım. Abdurrahmân onunla da tâ müezzin sabah ezam ile aralarını ayırıncaya
kadar gizli gizli konuştu. Nihayet insanlara sabah namazını kıldırdığı zaman,
bu şûra topluluğu minberin yanında toplandılar. Abdurrahmân Muhacirler'den ve
Ensâr'dan hazır bulunan kimselere haber gönderip çağırttı. Ordu kumandanlarına
da haber gönderip çağırttı. Bunların hepsi o yıl Umer'le beraber Mekke'ye gelip
buluşmuş ve beraber hacc yapmışlardı (ve Medine'ye de beraber dönmüşlerdi).
Bunlar toplandıkları
zaman Abdurrahmân (minber üzerinde oturup) şehâdet kelimelerini söyledi.
Bundan sonra "Amma ba'du" diyerek, şunları söyledi:
— Yâ Alî! Ben
insanların bu işteki tercihlerine iyice bakıp araştırdım da insanların
Usmân'dan sapmalarım görmedim (yânı insanlar Usmân'ı halifelik işinde
başkaları üzerine tercih ediyorlar gördüm). Onun için sen (benim Usmân'ı tercih
etmemden dolayı) sakın kendi nefsin üzerinde bir kötüleme yolu tutma! dedi.
Abdurrahmân, Usmân'a
hitâb ederek de:
— Yâ Usmân! Ben sana
Allah'ın sünneti, Rasûlü'nün sünneti ve Rasûlü'nden sonra geçen iki halîfesinin
sünneti üzere bey'at ediyorum! dedi.
Ve bu konuşmanın
ardından Abdurrahmân, Usmân'a bey'at etti. Ardından bütün insanlar; Muhacirler,
Ensâr, ordu kumandanları ve bütün müslümânlar da Usmân'a bey'at ettiler [96].
65-.......Seleme
ibnu'1-Ekva' (R) şöyle demiştir: Biz Hudeybiye'de ağaç altında yapılan Rıdvan
Bey'ati'nde Peygamber(S)'e bey'at etmiştik. (Sonra ağacın gölge tarafına dönüp
gelmiştik.) Peygamber bana:
— "Yâ Seiemetu! Sen bey'at etmez
misin?" buyurdu.
Ben:
— Yâ Rasûlallah! Ben ilk taife içinde bey'at
ettim! dedim.
Peygamber:
— "ikinci defa bey'at et!" buyurdu.
Ben de ikinci defa bey'at ettim " [97].
66-Bize
Abdullah ibn Mesleme, Mâlik'ten; o da Muhammed ibnu'l-Munkedir'den; o da Câbir
ibn Abdillah(R)'tan şöyle tahdîs etti. Bir bedevi Arab, Rasûlullah (S) ile
İslâm üzere bey'at etmişti. Sonra bu bedevîye bir humma hastalığı isabet etti
de:
— Yâ Rasûlallah! Benim
bey'atimi çöz (çöle döneyim)! dedi. Rasûlullah bunu kabul etmedi. Sonra tekrar
geldi, yine:
— Yâ Rasûlallah! Benim
bey'atimi çöz (de ben yine çöle gideyim)! dedi.
Rasûlullah yine kabul
etmedi. Bunun üzerine bedevî, Medîne'-den çöle dönmek üzere çıkıp gitti.
Rasûlullah da:
— "Medine,
demirci körüğü gibidir, pislikleri dışarı atar, temiz olanı alıkor"
buyurdu [98].
67-.......Bize
Saîd ibnu Ebî Eyyûb tahdîs edip şöyle dedi: Bana Ebû Akıl Zuhre ibnu Ma'bed,
dedesi Abdullah ibnu Hişâm'dan tahdîs etti. Bu Abdullah ibnu Hişâm, Peygamber
zamanına yetişmiş ve annesi Zeyneb bintu Humeyd, kendisini (Mekke fethinde)
Rasûlullah'a götürdü ve:
— Yâ Rasûlallah! Oğlumla İslâm bey'ati
akdetseniz! dedi. Peygamber (S) de ona:
— "O küçüktür!" buyurdu ve çocuğun
başını, eliyle dokunup okşayarak Abdullah'a (bereketle) duâ eyledi.
Torunu Zuhre:
— Büyük babam Abdullah
ibn Hişâm, bütün ev halkı adına bir tek davar kurban ederdi, demiştir [99].
68-.......Bize
Mâlik, Muhammedibnu'l-Munkedir'den; oda Câbir ibn Abdülah(R)'tan şöyle haber
verdi: Bir A'râbî, Rasûlullah (S) ile İslâm üzere bey'at etti. Akabinde
A'râbî'ye Medine'de sıtma hastalığı isabet etti. Bunun üzerine bu A'râbî,
Rasûlullah'a geldi ve:
— Yâ Rasûlallah! Benim
bey'atimi geriye döndür (de ben çöle gideyim)! dedi.
Rasûlullah bunu kabul
etmedi. Sonra A'râbî yine geldi ve:
— Yâ Rasûlallah! Benim bey'atimi geriye döndür!
dedi. Rasûlullah yine kabul etmedi. Sonra yine gelip:
— Benim bey'atimi geriye döndür! dedi.
Rasûlullah yine kabul
etmedi. Bunun üzerine o A'râbî Medine'den çıkıp gitti. Rasûlullah da:
— "Medine ancak demirci körüğü gibidir;
değersizlerini dışarı
atar, temizlerini de
meydana çıkarır" buyurdu [100].
69........
Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Uç (şahıs
vardır ki) Allah kıyamet gününde onlarla konuşmaz, onları temize çıkarmaz,
onlar için (yaptıklarına karşılık) ağrıtıp incilten müdhiş bir azâb vardır.
Birincisi: Yol üzerinde (ihtiyâcından) fazla bir suyu bulunan ve onu
yolculardan men' eden kimsedir, ikincisi, devlet başkanına yalnız dünyâ
menfâati için muahede eder de devlet başkanı ona istemekte olduğu dünyalığı verirse,
ona yaptığı muâhe*. deye vefa edip yerine getirir, eğer vermezse ona ahdini
yerine getirmez. Üçüncüsü metâını ikindiden sonra bir adama satar ve Allah
adına yemîn ederek bu mata muhakkak şöyle şöyle fıât verilmiştir der. Müşteri
de o mala o kadar fiât verilmemiş olduğu hâlde, onun yaptığı yalan yemini
sebebiyle o kimsenin sözünü doğru kabul eder de o malı ondan o yüksek bedelle
satın alır" [101].
Bu kadınların bey'ati
hâdisesini İbn Abbâs, Peygamber(S)'den olmak üzere rivayet etmiştir [102]
70-.......el-Leys
şöyle demiştir: Bana Yûnus, İbn Şihâb'dan tahdîs etti. Bana Ebû İdrîs
el-Havlânî haber verdi ki, kendisi Ubâde ibnu's-Sâmit(R)'ten şöyle derken
işitmiştir: Bizler bir mecliste otururken Rasûlullah (S) bize şöyle buyurdu:
"Allah'a (ibâdette) hiçbir şeyi ortak etmemek, hırsızlık yapmamak, zina
etmemek, çocuklarınızı öldürmemek, kendiliğinizden uyduracağınız hiçbir
yalanla kimseye bühtan etmemek, hiçbir ma'rûf işte isyan etmemek üzere bana
bey'at ediniz (yânî benimle ahd ediniz). İçinizden her kim sözünde durursa,
onun ecri (mükâfatı) Allah'ın fadi ve keremi üzerindedir. Bu dediklerimden
birini yapıp da ondan dolayı dünyâda îkaab edilirse, bu îkaab ona keffârettir.
Bunlardan birini yapıp da, yaptığı o fiili Allah Taâlâ örtüp gizlerse, onun işi
Allah'a kalır: isterse Allah onu îkaab eder, isterse affeder".
Biz de bu şart üzere Rasûlullah(S)'a
bey'at ettik [103].
71-.......
Bize Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den; o da Urve'den haber verdi ki, Âişe (R)
şöyle demişti:
— Peygamber (S)
kadınlarla ' 'Kadınlar Allah 'o hiçbirşeyi ortak kılmamaları..."
(ei-Mümtehine: 12) âyetinin sözleri ile bey'at ederdi.
Âişe:
— Rasûlullah'm eli
bey'at sırasında hiçbir kadının eline dokun-mamıştır, ancak (nikâh veya milk
ile) mâlik olduğu kadınlar müstesna, demiştir [104].
72-.......Ümmü
Atıyye (R) şöyle demiştir: Bizler Peygamber(S)'e İslâm üzere bey'at ettik.
Şöyle ki, kendisi bize karşı "... Kadınlar Allah 'û hiçbirşeyi ortak
kılmamaları, hırsızlık yapmamaları... '' (ei-Momte-hine: 12) âyetini okudu. Ve
bizi ölü üzerine çığlıkla ma'tem tutmaktan nehyetti. Bunun üzerine kadınlardan
birisi (ki Ümmü Atıyye'nin kendisidir) bey'at etmekten elini çekti ve:
— Yâ Rasûlallah!
Fulâne kadın Câhiliyet ma'teminde bana yardım etmişti. Ben şimdi onun bendeki
hakkını karşılayıp ödemek istiyorum! dedi.
Rasûlullah da o kadına
hiçbirşey söylemedi. Bunun üzerine kadın gitti. Sonra (o kadından müsâade
alarak) dönüp bey'at etti.
Ümmü Atıyye: Benimle
beraber bey'at eden kadınlardan ancak (Enes'in anası ve Ebû Talha'nın karısı
olan) Ümmü Suleym, Ümmü'l-Alâ, Ebû Sebre'nin kızı Muâz ibn Cebel'in karısı
yâhud Ebû Sebre'-nin kızı ve Muâz ibn Cebel'in karısından başkası bu bey'atteki
fer-yâdla ağlamama şartına vefa etmedi, demiştir [105].
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli:
"Gerçek sana
bey'at edenler ancak Allah'a bey'at etmiş olurlar. Allah'ın eli, onların elleri
üstündedir. Şu hâlde
kim bu bağı çözerse,
kendi aleyhine çözmüş olur. Kim de Allah ile sözleştiği şeye vefa ederse, O da
ona büyük bir ecir verecektir" (el-Feth: 10) [106].
73-.......Muhammedibnu'l-Munkedir
şöyle dedi: Ben Câbir ibn Abdıllah(R)'tan ısıttım, şöyle dedi: Bir bedevi,
Peygamber'e geldi de-
— Yâ Rasûlallah! Benimle İslâm üzere bey'at et!
dedi Peygamber de onunla islâm üzere bey'at etti. Sonra ertesi gün
bu bedevi sıtma
hastalığına tutulmuş olarak geldi ve:
— (Yâ Rasûlallah!) Benim bey'atimi çöz! dedi.
RasûluIIah onun bu teklifini kabul etmedi. Adam geri dönün rit-
tıği zaman:
— "Medine şehri demirci körüğü gibidir:
Değersiz olan kiri pası dışarı atar, temiz olanı da ortaya çıkarır"
buyurdu [107].
74-.......Yahya
ibn Saîd şöyle demiştir: Ben (Âişe'nin kardeşinin oğlu) el-Kaasım ibn
Muhammed'den işittim, şöyle dedi: Âişe (R-bir kerre şiddetli bir baş ağrısına
tutuldu da):
— Vay başım, (ölüyorum)! demişti. RasûluIIah
(S) da:
— "Eğer sen ölür de ben hayâtta kalırsam,
senin için mağfiret diler ve senin için duâ ederim!" buyurdu.
Bunun üzerine Âişe:
— Vay başıma gelen
musibete! Vallahi öyle sanıyorum ki, muhakkak Sen benim ölümümü istiyorsun.
Eğer ben ölürsem, muhakkak Sen o son günün gecesinde kadınlarının birisiyle
gerdek olup yaşayacaksın! dedi.
Âişe'nin bu sözü üzerine
RasûluIIah şöyle buyurdu:
— "Yâ Âişe! (Endişelenme!) Asıl ben 'Vay
başıma!' demeliyim (çünkü senden evvel öleceğim). Yâ Âişe! (Hattâ) şimdi ben
Ebû Bekr'e ve oğluna haber göndermek ve -hilâfet dedikoducularının sözlerinden
ve hilâfet umanların temennilerinden nefret ederek- hilâfeti Ebû Bekr'e vasiyet
etmemi kasdettim (yâhud istedim). Fakat sonra düşündüm ki, Allah (hilâfeti Ebû
Bekr'den başkasına müyesser kılmaktan) çekinir. Mü'minler de Ebû Bekr'den
başkasının halîfe olmasını men' ederler. Yâhud Allah Taâlâ (Ebû Bekr'den başkasının
halîfe olmasını) men eder. Mü'minler de (Ebû Bekr'den başkasına bey'at ve
mutâbaatten) çekinirler" [109].
75-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Babam Umer (vurulup vaziyeti ağırlaşınca, dostları
tarafından):
— Yerine bir halîfe ta'yîn etmez misin? diye
sorulmuştu. Umer:
— Eğer yerime halîfe
ta'yîn ve tavsiye edersem (aykırı bir iş yapmış olmam). Çünkü benden hayırlı
olan Ebû Bekr, yerine halîfe ta'-yîn ve tavsiye etti. Eğer ta'ym etmez de (bu
işi ümmete) bırakırsam, şübhesiz benden hayırlı olan Rasûlullah (S) da (muayyen
bir zâtı açıkça söylemeyip bu işi ümmete) bırakmıştır, dedi.
İbn Umer şöyle dedi:
Halîfe ta'yîni teklifine karşı Umer'in verdiği cevâbı, mecliste hazır bulunan
sahâbîler Umer'e karşı takdirle karşılayıp, onu övdüler. Bunun üzerine Umer de:
— Ben bir halef ta'yîn
etmek ve ta'yîninde isabet ederek med-holunmak isterim. Fakat isabet
olunamamasından da korkarım. Ben bu hilâfet işinden ne kârlı, ne de zararlı
olmayarak; başa-baş kurtuldum. Artık şimdi muayyen bir zâtı yerime halef
ederek hayâtımda, Ölümümde mes'ûliyetini yüklenmek istemem! Dedi [110].
76-........ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Enes ibn Mâlik (R) haber verdi ki, kendisi Umer
ibnu'l-Hattâb'ın minber üzerine oturup da yaptığı ikinci hutbesini işitmiştir:
Bu hutbe, Peygamber(S)'in vefatı gününün ertesinde olmuştu. Umer şehâdet
kelimelerini söyledi. Ebû Bekr ise hiç konuşmuyor, susuyordu. Umer şöyle dedi:
— Ben Rasûlullah'm.
yaşayıp da bizim işlerimizi üzerine alıp yazmasını (yâhud düşünüp tedbîr
etmesini) ümîd ederdim.
Umer bu sözüyle,
Peygamberin vefatının kendilerinden sonra olmasını kasdetmektedir.
Umer devamla şöyle
dedi:
— Muhammed Ölmüş ise, şübhesiz Allah Taâlâ
sizin aranızda bir nûr (yânı Kur'ân) bırakmıştır ki, onunla Allah'ın Muhammed'e
hidâyet ettiği doğru yolu bulacaksınız. Şübhesiz Ebû Bekr de Rasû-lullah'ın
sahibi ve (mağarada) "İkinin ikincisidir" (et-Tevbe: 40). Hiç şübhe
yok ki, o, müslümânlann işlerini üzerine almaya en lâyık kimsedir. (Ey hazır
bulunanlar!) Kalkınız ve ona bey'at ediniz! dedi.
Sahâbîlerden bir kısmı
bundan önce Sâide oğullan sakîfesinde Ebû Bekr'e bey'at etmişlerdi. Umûmî
bey'at ise, sakîfede yapılan bey'at gününün sabahında, minber üzerinde yapılan
bu bey'at olmuştu.
ez-Zuhrî, Enes ibn
Mâlik'ten söyledi ki; Enes ibn Mâlik, o gün Umer'in Ebû Bekr'e ısrarla
"Minbere çık!" deyip durduğunu işitmiş ve nihayet Ebû Bekr minbere
çıkınca, insanlar ona umûmî olarak bey'at ettiler, demiştir [111].
77-.......Bize
îbrâhîm ibn Sa'd, babasından (yânî Sa'd ibn İbrâhîm ibn Abdirrahmân ibn Avf
ez-Zuhrî'den); o da Muhammed ibn Cubeyr ibn Mut'ım'den tahdîs etti ki, babası
Cubeyr ibn Mut'ım (R) şöyle demiştir: Bir kerresinde Peygamber (S)'e bir kadın
geldi. Pey-gamber'in ona vereceği birşey hakkında onunla konuştu. (Kadın dönerken)
Peygamber kadına tekrar müracaat etmesini emretti. Bunun üzerine kadın, sanki
Rasûlullah'ın vefatını ifâde etmek isteyerek:
— Yâ Rasûlallah! Ben
gelir de Sen'i bulamazsam ne buyurursun? diye sordu.
Rasûlullah da ona:
— "Şayet beni bulamazsan Ebû Bekr'e gelip
müracaat et!" buyurdu [112].
78-.......Sufyân
es-Sevrî şöyle demiştir: Bana Kays ibn Müslim, Târik ibn Şihâb'dan tahdîs etti
ki, Ebû Bekr (R), Rasûlullah'm vefatından sonra dînden çıkmış ve harble
yenilmiş olan Tayy, Esed, Ga-tafân ve diğer kabilelerin elçilerine hitaben:
— Sizler çöllerde
develerin kuyruklarının arkalarından gidersiniz, nihayet Allah sizlere,
Peygamber'inin halîfesi ve. Muhacirler'i eliyle, bunların sizlere kusur ve
günâhı çok saymakta olacakları bir iş gösterir! demiştir [113].
(Bu, önceki bâhdan bir
fasıl gibidir)
79-.......Bize
Şu'be tahdîs etti ki, Abdulmelik ibn Umeyr şöyle demiştir: Ben Câbir ibn
Semure(R)'den işittim, o şöyle dedi: Ben Pey-gamber(S)'den işittim, O:
"Oniki emir olacaktır" buyuruyordu.
Yine Câbir: Ben ancak
Peygamberdin söylediği bir kelimeyi işit-memiştim. Onu da babam Semure:
— Rasûlullah:
"Bunların hepsi Kureyş'tendir" buyurdu, diye rivayet etti [114].
Umer ibnu'l-Hattâb,
Ebû Bekr'in vefatı üzerine bağırıp çağırarak feryâd ettiği zaman, Ebû Bekr'in
kızkardeşi Ümmü Ferve bintu Ebî Kuhâfe'yi evden dışarı çıkarmıştır [115].
80-.......Bana
Mâlik, Ebû'z-Zinâd'dan; o da el-A'rec'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti
ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Nefsim elinde olan Allah'ayemîn
olsun, içimden öyle geçiyor ki, emredeyim de birçok odun toplatıp yığdırayım.
Sonra namaz için ezan okunmasını emredeyim de birine cemâate imâm olsun
diyeyim. Sonra o cemâati bırakıp (namaza gelmeyen) adamların üzerlerine gidip
(kendileri içlerinde iken) evlerini üzerlerine yakıver ey im! Nefsim elinde
olan Allah'a yemîn ederim ki, cemâatten bu geri kalanlarınızın herhangisi
burada semiz etli bir kemik parçası yâhud iki tane iyi paça bulacağını bilir
olsaydı, elbette yatsı namazına gelip hazır bulunurdu" [116].
Muhammed ibn Yûsuf
el-Firabrî şöyle dedi: Yûnus şöyle dedi: Muhammed ibn Süleyman şöyle dedi: Ebû
Abdillah el-Buhârî: t(Mırmât", "Minsât" ve "Mîdât"
gibi mîmi kesrelenmiş olup, davarın iki tırnağı arasındaki et ma'nâsmadır,
demiştir [117].
81-.......Bizeel-Leys,
Ukayl'den; o da İbn Şihâb'dan; oda Abdurrahmân ibn Abdillah ibn Ka'b ibn
Mâlik'ten; o da Ka'b ibn Mâ-lik'in oğlu Abdullah'tan tahdîs etti. Bu Abdullah,
Ka'b ibn Mâtik'in gözleri kör olduğu zaman, onun oğulları arasından
kendisine.yedici-lik yapanı idi. O şöyle demiştir: Ben babam Ka'b ibn
Mâlik(R)'ten işittim, şöyle dedi: Tebûk gazvesinde Rasûlullah'tan geri kaldığı
zamanki hadîsini zikretti de, bunda şöyle dedi:
—Rasûlullah,
kendisinden seferde geri kalanlardan işte şu üçümüzle konuşmaktan müslümânları
nehyetti. Halk da bizden çekindiler... Bu hâl üzere elli gün kaldık... Rasûlullah, sabah namazını kıldığı zaman
Allah'ın bizim üzerimize tevbesini (pişmanlığımızın kabulünü) i'lân etmiş,
halk bize müjdelemeğe koşmuştu [118].
Kastallânî şöyle dedi:
"Bu, Ahkâm Kitâbı'nın sonudur. Ben bunun şerhini 916 yılının başında
bitirdim. Allah bunda ve bundan sonraki akıbetimizi güzel eylesin. Bütün mühim
işlerimizde bize kifayet eylesin! Herşeyi kaplayan fazl dalgaianm üzerimize
akıtsın. Ve bizi Sıratı Mustakîm'e hidâyet eylesin! Bu şerhi kitabet ve tahrîr
olarak kemâle ulaştırmakta bana yardım eylesin! Beni bununla faydalandırıp
kendi rızâsına hâlis kılsın! Bunu ve bana in'-âm ettiği bütün ni'metleri Yüce
Allah'a emânet eder, kendisinden tâati yolunda ömrümü uzatmasını, bana afiyet
libâsları giydirmesini ve vefatımı rızâ ve İslâm ile tayyıbetu't-tayyibe
içinde kılmasını dilerim. Hamd Allah'a, salât ve selâm da Muhammed'e, O'nun
âli ve ashabına olsun!"
Ben Mehmed Sofuoglu da
4 Ağustos 1984/7 Zu'1-ka'de 1404 cumartesi günü ikindi vaktinde bu kitabın
tercüme ve şerhini bitirirken, Kastallânr'nin bu duasını aynen tekrar eder,
Yüce Allah'tan gerisini de sağlık ve afiyetle tamâma erdirmesini niyaz
eylerim!
[1] Hüküm, lügatte birşeyi başka birşeye isnâd ve isbât
etmektir. İslâm hukukuna göre Hüküm, Allah Taâlâ'nın insanların hâl ve
hareketlerine ilgili olan hitâb-lan, yânî emirleri nehiyleridir. Bu emirler ve
nehiyler ya îcâbîdir ki, bunların ilgilendiği işlerin yapılması yâhud
bırakılması zaruri olur; yâhud da kulun arzu ve tercihine bırakılmış bulunur.
Devlet başkanının ve işleri çözüp bağlama erbabının halk ve cemiyet hakkındaki
emirlerine, nehiylerine itaatin vucûbu da Allah'ın hükmü gereğidir.
[2] ".... Ve aranızdan seçtiğiniz (ellerine millî
nüfuz ve kudret verdiğiniz) emir sâ-hiblerine de itaat ediniz". Zeyd ibn
Eşlem, bu âyetteki "Emîr sâhibleri"yle mu-râd, âmme velayetini,
millet nüfuz ve kudretini temsîl eden devlet adamlarıdır, demiş ve bu âyetten
önceki âyeti okuyarak bu tefsîrindeki isabetini göstermiştir: "Şübhesiz
ki Allah size emânetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz
zaman adaletle hükmeylemenizi emreder. Allah bununla size gffek ne güzel öğüt
veriyor. Şübhesiz ki Allah hakkıyle işitid, hakkıyle görücüdür" (en-Nisâ:
58)
Bu iki âyette devlet
kurumunun ve İslâm idare hukukunun en esaslı hükümlerine işaret olunmuştur ki,
İslâm Ümmeti'nin ilk ve en önemli vazifesi, kendisine ehliyetli ve kudretli
bir devlet başkanı seçmesi ve bu suretle devlet İdaresi kurmasıdır.
Diğer taraftan devlet
idaresi kendilerine birer emânet olarak verilen devlet adamlarına da millet
üzerinde adaletle tasarruf etmeleri emrolunmuştur ki, bu da idare adamlarının
en esaslı ve karşılıklı vazifesi bulunuyor.
Emir sâhiblerine itaat,
milletle hükûmein karşılıklı seçim ve adalet vazîfe-lerİ gereğidir. Hukuken
millet, devlet başkanını seçmek ve onun kurduğu hükümeti kabul etmekle
"Emir sahihleri" denilen idare âmirlerine vekâlet vermiş oluyor.
Vekilin âdil tasarruflarını kabul etmek, müvekkil için hukukî bir zarurettir.
Bu sebeble meşru' ve âdil bir hükümete karşı isyan Allah'a ve Rasûlü'ne karşı
isyan kabul edilmiştir.
Bu âyetteki kayıdlardan
birisi de mü'minlere hitaben ilMinkum = Sizden olan" kaydıdır ki, ma'nâsı
açıktır.Mü'minlerden olmayan ulü'1-emre itaat dînen vâcib kılınmamıştır. Bu
hususta itaat değil, varsa bir ahde riâyet bahis konusu olacaktır...
Fahru'd-dîn er-Râzî: Allah ve Rasûlü'nden sonra bir İçtimaî hey'et hâlinde
kesin itaatleri vâcib kılınan ulü'l-emrden murâd hali ve akd erbabı denilen ve
ittifakları bütün ümmeti temsil ederek Kitâb ve Sünnet'ten sonra doğrudan
doğruya bir şer'î delîl teşkil eden icmâ ehli olması lâzım geldiğini, Allah ve
Peygamber'e itaatten sonra en mutlak itaatin ancak bu olabileceğini, efrâd-ı
ümerâ ve hükkâm ve ulemâya itaat de bunlardan birine müteferri' bulunduğunu
müdellel ve mufassal bir surette beyân etmiştir... (HakkDîni, II, 1375 -1377).
[3] Hadîs, meşru' emir sâhiblerine itaatin Allah'a ve
Peygamber'e İtaat olduğu, bunlara isyanın da Allah'a ve Rasüle isyan olması
düstûruna apaçık delâlet etmektedir. Bunun bir rivayeti daha geniş bir metinle
Mağâzî'nin sonlarında geçmişti.
[4] Başlığa uygunluğu, başlık, imamlara itaat ve haklarını
yerine getirmenin vucû-buna delâlet etmekte ve yine böyle idare edilenlerin
işlerini yerine getirmek, imamlar ve idareciler üzerine vâcib olduğuna delâlet
etmesi bakımındandır. Bu kadar uygunluk da yeterlidir.
Dîn bakımından güdücü ve
güdülen olmadık hiçbir mükellef yoktur. Herkes bir bakıma güdücü ve diğer
bakıma güdülendir. Cemiyetin her ferdi, başkasının ya zatına, ya malına
güdücüdür. Hattâ kendi organları, kuvvetleri ve hasselerinin güdücüsüdür.
Bunlar, güzel muhafaza ile Allah'ın rızâsına aykırı işlerde kullanmamakla
mükelleftir ve bundan sorumludur. Bu hadîs, ferdî ve ic-timâî huzuru te'mîn
edecek muazzam bir düstûrdur. Bunun bir rivayeti Cumu-a'da geçmişti.
[5] Başlığa uygunluğu hadîsin sonundadır. Bunun bir
rivayeti Kureyş'in Menkabe-leri bâbı'nda geçmişti.
Abdullah ibn Amr Tevrat
okur ve orada gördüğü şeyleri Rasûlullah'a is-nâd etmeksizin, bir Tevrat haberi
olarak naklederdi. Bu arada Kahtân'dan bir melik çıkacağını da nakletmişti.
Muâviye, emirliği zamanında bunu duymuş, ve kızarak Kureyş hey'eti karşısında
bu konuşmayı yapmıştır.
Tenbîh: Zaman değişip
de putlara ibâdet olunmadıkça kıyamet kopmaz bâbı'nda Ebû Hureyre'den:
"Kahtân'dan bir adam çıkıp da asâsıyle insanları sev-ketmedikçe kıyamet
kopmaz" hadîsi vardır. Bunda Kahtânlı Melik'in, zamanın âhirinde îmân
ehlinin kabzediimesi sırasında olacağına işaret vardır. Abdullah ibn Amr'in bu
hadîsi Ebû Hureyre'nin bu merfû' hadîsine muvafık olunca, Muâviye'nin
inkârının asla ma'nâsı yoktur... (Bunu İbn Hacer söyledi) (Kastallâ-nî).
[6] Bunun bir rivayeti Menkabeler'de geçti, Müslim de bunu
Mağâzî'de getirmiştir.
[7] Buhârî burada zikrettiği âyetle yetindi. Bunlar 44.,
47., 50. âyetlerde "Onlar zâlimlerdir", "Onlar kâfirlerdir"
diye sıralanan hükümlerdir. "Her kim Allah'ın indirdiği hükümler ile
hükmetmezse, işte bunlar da /âşıktırlar", Yânî Allah'ın hükmünden veya îmândan
çıkmış kimselerdir... Ya Allah'ın hükmüne îmân ettiği hâlde o hükümden hârice
çıkmış âsî bir fâsıktır. Veya o gün onu kalben de tanımamak veya istihfaf
etmekle îmândan çıkmış kâfir bir fâsıktır. Ve her iki hâlde fâsık, cezasına
hakk kazanacaktır. Binâenaleyh Tevrat'a mutabık hükmü kabul etmeyen Yahûdîler,
İncîl'e mutabık hükmü kabul etmeyen Hnstiyan-lar kendi nazarlarında ve
i'tikaadlarmda dahî kâfir veya zâlim veya fâsıktırlar, veya hepsidirler.
Kezâlİk bunlara benzeyenler de bunlar gibidirler. Küfürleri ilâhî hükmü inkâr
veya küçük görmelerinden, zulümleri, hakk mi'yân olan ilâhî hükmü atıp başka
hükümler ile hükmettiklerinden, fıskları da Hakk'ın hükmünden dışarı
çıktıklarından dolayıdır. Şu hâlde ya bu üç vasfın hepsi birliktedir veya
herbiri hükümden imtinaa eklenmiş olan bir hâle göre müstakili sıfatlardandır
{Hakk Dîni, II, 1695-1696).
[8] Başlığa uygunluğu "Allah'ın hikmet verdiği, da bu
hikmetle hükmeder ve onu başkalarına öğretir olan kimsedir" sözündedir.
Bunun birer rivayeti
İlim ve Zekât'ta da geçmişti. Bundaki hased, meşhur ma'nâsmca hased değil,
gıbtadır. Bir kimsenin diğer kimsenin hayır ve güzelliklerine gıbta etmesi ve
ondan meydana gelen güzel amellerin benzerlerinin, kendinden de meydana
gelmesini temenni edip tahsil yollarını araması kötülenmiş değil, makbuldür.
Kötülenmiş olan, hakîkî haseddir ki, hased edilenin ni'meti-nin gitmesini
temennî etmektir.
[9] Âmil, büyük küçük bir yeri idareye hükümet tarafından
ta'yîn edilen vâlî ve emîre denir. Benzetme yönü saçlarının kara, kıvırcık,
kısa ve başının küçük olması gibi şeylerdir. Bu hadîsin bir rivayeti Namaz
Kitâbı'nda da geçmişti. Köle nin emîrlik ve vâlîliği sahîh olunca, arkasında
namaz kılmak da sahîh olmak lâzım gelir.
[10] Bunun bir rivayeti Fiten'de geçmişti. Müslim de
Mağâzî'de getirmiştir.
[11] İtaatin vâcib olmaması, isyan ve ihtilâlin vucûbunu
gerektirmez, itaatin mecburî olmamasıyle İsyan mecburiyeti arasında mülâzemet
yoktur. Kötü emîrler ve idareciler hakkında âlimlerin görüşü şudur: Bir
fitneye, bir fesada, bir zulme sebeb olmadan azl ve düşürülmesi mümkin olursa
def etmek, mümkin olmazsa sabretmek ve kalben onun küfür ve ma'siyetini inkâr
eylemek. Bunun bir rivayeti Cihâd'da da geçmişti.
[12] Bunun bir rivayeti Mağâzî, Peygamber'in bir askerî
birlik göndermesi bâbı'nda geçmişti. Bu birliğin üçyüz yâhud dörtyüz kadar
olduğu, kumandanının da Abdullah ibn Huzâfe es-Sehmî olduğu bildirilmiştir.
Eğer bu emirle ateşe
girselerdi, İntihar etmiş ve ebeden ateşte kalmış olacaklardı.
"Halika ma'siyette
mahlûka itaat yoktur" ve "Tâat ancak ma'rûftadır" hadîsleri de bunu
te'yîd edicidir. Şu hâlde âmirin her emri, me'mûru mes'ûli-yetten kurtarmağa
kâfi gelmez. Bi'1-farz bir me'mûr, âmirinin emriyle rüşvet alsa veya hırsızlık
yapsa, mes'ûliyetten kurtulamaz. Bu ma'nâ "Amirin kaanû-na aykırı emri,
me'mûru mes'ûliyetten kurtarmaz" diye de ifâde olunur (Hakk Dîni, II,
1375).
[13] Abdurrahmân ibn Semure, Mekke fethi günü müslümân
olmuştu. Abdu'ş-Şems evlâdından ve Mekke'nin eşrafından olduğundan, İslâm'da da
emirlik gibi şerefli bir vazife adaylarından idi. Peygamber ona, kendiliğinden
emirlik istememesini, fakat millet tarafından teklif olunursa kabul etmesini
ve bu suretle Allah'ın yardımına nail olacağını vasiyet etmişti. Nitekim
Abdurrahmân Irak fetihlerinde çalışmış, Sîcİstân ile Kabil, Abdurrahmân'm
eliyle fetholunarak buralarda teklif olunan emirliklerde bulunmuştur.
Hadîsteki emaretten
maksad, devlet nüfuz ve kudretini temsil eden millî büyük makaamlardır. Bu
makaamların arkasında koşan İhtiraslı kişilerin bu ma-kaamlara getirilmemesine
de işaret buyurulmuştur.
[14] Bu da aynı hadîsin başka yoldan bir rivayeti olup,
başlığa delâleti açıktır. Bunların da birer rivayeti Nezirler ve
Keffâretler'de geçmişti.
[15] Yânî yüksek mevki'in başlangıcı ne güzel bir
süt-anadır! Sonu da ne acı sütten kesicidir! Hadîste kötülenen, me'mûriyet
değil, fakat me'mûriyet ihtirasıdır;bu ihtiras ile mevki' ve makaam talebinde
bulunmaktır.
[16] Buhârî burada hadîsin başka bir yolunu göstermiş
olmaktadır.
[17] Hadîsin başlığa delâleti gayet açıktır. Hadîsteki
emaret, yine devlet nüfuz ve kudretini temsîl eden büyük me'mûriyetlerdir.
Hadîste bu makaamlara istekli ve hırslı kişilere geçirilmemesine işaret
olunmuştur. "Tâlibu't-tevliyeti
Iâ-yuvellâ = Âmme velayeti ve nüfuzunu almak talebinde bulunan bir kişiye âmme
velayeti yöneltilmez" düstûru, İslâm idare hukukunda en mühim düstûrlardan
birisidir.
[18] Ubeydullah ibn Ziyâd, Muâvİye ve oğlu zamanında Basra
vâlîsi idi. Taberânî'-nin el-Mu'cemu'l-Kebîr'inde şu vardır: Hasen Basrî dedi
ki: Günün birinde Mu-âviye sefih, kandökücü Ubeydullah ibn Ziyâd'ı Basra'ya
vâlî gönderdi, Vâlî kan dökmeğe başladı. O sırada sahâbîlerin büyüklerinden
Abdullah ibn Mu-ğaffel (R) aramızda bulunuyordu. Bir gün bu zât, Vâlî îbn
Ziyâd'm yanma gitti ve ona:
— İşlediğin bu fenalıklardan vaz geç! dedi. O
da:
— Sen kim oluyorsun ki, böyle emrediyorsun?
diye karşıladı. İbnu Muğaffel onun yanından çıktı, doğru mescide gitti. Biz:
— Şu sefihin sözüyle halka karşı ne yapacaksın?
dedik.
— Ben bilirim ki, İbn
Ziyâd, zina mahsûlü bir piçtir. Bu hakikati mescidde halka i'lân etmeden ölmek
istemiyorum! dedi.
Sonra çok geçmedi,
vefatına sebeb olan hastalığa tutuldu. Hastalığı sırasında Vâlî Ubeydullah
hasta ziyaretine geldi. İbnu Muğaffel bu sırada Ma'kıl ibn Yesâr'm bu hadîsini
Vâlî'ye söyleyerek, uyanmaya çağırdı... (Kastallânî).
[19] Hadîsin ikinci fıkrası zahirdeki rivayet şekline göre
mevkuftur, yânî mecliste hazır bulunanlar Cundeb'den daha nasîhat etmesini
istediklerinde, o da: "Öldükten sonra insanın ilk kokuşan kısmı
karnıdır... " diye söze başlamış ve bunu Rasûiullah'a yükseltmemiştir.
Fakat bu, hükmen Rasûlullah'a yükseltilmiş olup merfû'dur. Çünkü râvî Cundeb,
bunu kendi re'yi >'e söylemiş değildir. Nitekim mevkuf olmak şübhesini
gidermek ve hükmen merfû' olduğunu tesbît etmek için Buhârî'nin râvîlerinden
Firabrî, bunu Buhârî'ye sormuş, o da cevâbında açıkça "Evet
Cundeb'dir" diye beyân etmiştir.
[20] Merv Kaadısı Yahya ibn Ya'mer'in hükmünü İbnu Sa'd
Tabakaat'mda senediyle getirmiş. Şa'bî'ninkini de yine İbn Sa'd rivayet
etmiştir.
[21] Başlığa uygunluğu "Mescidin süddesi yanında"
sözünden alınır. Çünkü "Südde" evin önündeki saha yâhud evin kapısı
yâhud kapıyı yağmurdan, güneşten korumak için yapılan kapı üzerindeki gölgelik
ma'nâlarına gelir.
Hadîsin bir haylî
rivayetleri vardır. Bunlardan biri Edeb'de "Allah'ı sevmenin alâmetleri
bâbı"nda geçmişti.
Hadîsin bir rivayetinde
Enes ibn Mâlik şöyle demiştir: Biz:
— Yâ Rasûlallah,
âhirette biz de sevdiklerimizle beraber miyiz? diye sorduk.
— "Evet
berabersiniz!" diye tasdik buyurdu. Biz bu cevâbdan pekçok israh ve sevinç
duyduk
[22] Başlığa uygunluğu "Kadın, Peygamber'in kapışma
geldi de O'nun kapısı yanında hiçbir kapıcı bulmadı" sözündedir. Bu
hadîsin bir başka yoldan rivayeti Cenâzeler'de, "Kabirleri ziyaret
bâbı"nda geçmişti. Müslim'in bir rivayetinde "Kendi çocuğu üzerine
ağlıyordu" şeklinde gelmiştir.
Hadîs, RasûluIIah'm
bütün hayâtı ve zamanının halk arasında geçtiğine, kapısı önünde sultan
saraylarındaki gibi, insanların girmesine engel olan bekçiler, kapıcılar,
muhafızlar olmadığına açıkça delâlet etmektedir.
[23] Başlığa uygunluğu, hadîsin ma'nâsmdan alınır. Çünkü
Kays ibn Sa'd, Rasûlul-lah (S) Medine'ye geldiği zaman, O'nun korumasında olur
ve O'nun işlerini yerine getiricisi bulunurdu. Bu da başlığa girer.
el-Kirmânî: Hadîsteki "Kâne yekûnu = Olur idi" diye "Kâne"
tekrarının fâidesi istimrar ve devamlılığı beyândır demiştir... (Aynî).
eş-Şurîa
"Gurfe" vezninde "Surat" lafzının müfredi olur.
"Çarkacı" ta'-bîr olunan asker Öncüsüne denir, şâir askerden önce
düşmanla mukaateleye baş-Iamalanyla gûyâ ki, nefislerini ölüme ta'yîn ve hazır
ederler. "Şunlar harb şur-taiarıdır" denir ki, harbe ilk girenler ve
ölüme hazırlananlar demektir. Ve "Şur-îa", vâlî, hâkim ve dâbit
yardımcılarından husûsî taifeye denir ki, şâirlerinden seçilmek için husûsî
alâmetler ile alâmetli, nişanlı olurlar, Farsça'da "Serhenk" denir;
tüfekçi-başı, baş-çavuş, kolluk çorbacısı, eşkdâr ustası ve şâir dâbıtan
nıa-kûlesinin mecmû'una denir, müfredi "Türkî" vezninde
"Şurtî"dir... (Kaamûs Ter.).
Hadîste geçmiş birşeyin
daha sonra meydana gelen birşeye benzetilmesi vardır. Çünkü "Sâhibu'ş-Şurta",
Peygamber zamanında valilerden hiçbirinin yanında mevcûd değildi. Bu emniyeti
korumakla mükellef sınıf, ancak Emevîler Devleti'nde meydana gelmiştir-Enes,
Kays ibn Sa'd'ın hâlini dinleyicilere yaklaştırmak istedi de, onu,
dinleyicilerin bilmekte oldukları "Sâhibu'ş-Şurta"ya benzetti
(Kastallânî).
[24] Bu, Mürtedlerin Tevbe Ettirilmesi Kitâbı'nda
"Mürted ve mürteddenin hükmü bâbı"nda bu senedle geçmiş olan uzunca
hadîsten bir parçadır. Hadîsin evveli şöyledir: Ebû Mûsâ: Ben Peygamber'e
geldim.Yanımda Eş'arîler'den iki adam vardı. Onlardan biri sağımda, diğeri
solumda idi. Rasûlullah bu sırada dişlerini misvâklıyordu. O iki adam da
Rasûlullah'tan me'mûriyet istediler. Bunun üzerine Rasûlullah: "Yâ Ebâ
Mûsâ!" yâhud "Yâ Abdalîah ibn Kays!" buyurdu. Ben: Seni hakk ile
gönderene yemîn ederim ki, bu iki adam gönüllerindekini bana bildirmemişlerdi,
ben bunların me'mûriyet isteyeceklerini bilmedim, dedim. Ben onun dudağının
altında misvakının hareketine bakıyor gibiyim. Şöyle buyurdu: "Biz işimiz
üzerine, onu isteyeni ta'yîn etmeyiz. Lâkin sen yâ Ebâ Mûsâ -yâhud: Ey Abdalîah
ibn Kays-! Yemen'e git!" buyurdu. Sonra onun arkasından Muâz ibn Cebel'i
de yolladı... Sonra müslümân olup da ardından Yahûdî olan adamın kıssasını
zikretti...
[25] Bu, bundan önceki hadîsin bir rivayetidir. Buhârîbunu
da aslından kısaltmak suretiyle vermiştir.
Başlığa uygunluğu "Allah'ın hükmü ve Rasûlü'nün hükmü olarak"
sözündedir.
[26] Suâlin cevâbı hazfedildi, çünkü onu hadîs
açıklamaktadır
[27] Öfke hâlinde hüküm vermekten men'in sebebi, öfke
hâlinde iken intikaam al-re hükmetmesi ihtimâli olmasıdır. Fakîhler insanın
şuurunda değişikliği gerektiren hâlleri, kaza âdabına aykırı saymışlardır.
Bunlar çok açlık, çok tokluk, ağrılı ve sızılı hastalık, fazla korku, şiddetli
ferah, uyku galebesi, ziyâde sıcak, fazla soğuk zamanlan gibi hâllerdir. Bu
gibi hâllerde hâkim hükmünü başka bir güne bırakmalıdır. Kaza âdabı hakkında
haberler ve eserler çoktur; hukukçular tarafından ayrı kitâblar yazılmıştır.
Ebû Bekre hadîsinin
zahirine göre öfkeli iken verilen hükmü Hanbelî fa-kîhleri geçerli ve sahîh
bulmamışlardır. Diğer mezheblerde kerâhetli olarak nafiz ve sahîhtir.
[28] Bunun birer rivayeti ilim Kitabı, "Mev'izede öfke
babı" ila Namaz Kitabı, "İmâmın kıyamda hafifletme yapması
bâbı"nda da geçmişti.
Buhârî bunu burada ancak
va'z ve hitabet esnasında heyecan ve öfke izhâr etmenin meşru' olduğunu işaret
etmek üzere getirmiştir.
[29] Başlığa uygunluğu açıktır. Bunun birkaç rivayeti Talâk
Kitâbı'nda geçmişti.
[30] Buhârî bununla Ebû Hanîfe'nin kavline işaret etti.
Çünkü onun mezhebi insan haklarında hâkimin kendi bilgisi ile hükmetmek hakkı
vardır, haddler gibi Allah haklarında ise hâkimin kendi ilmi ile hükmetmek
hakkı yoktur. Ve bunun cevazı hususunda Buhârî iki şart koştu: Biri töhmet
olmaması, diğeri de mes'e-fenin şöhreti bulunması. Nitekim Ebû Sufyân'ın aile
geçimindekİ cimriliği ve aile nafakasını onun malından alacağı, Hind'in de
şikâyeti kıssası gibi.
[31] Bu hüküm meşhurdur. Nafakalar'da ve daha başka
yerlerde geçmişti. Buhârî'-nin "Bu meşhur bir iş olduğu zamandır"
sözü, mes'elenin belli bir iş olduğu zamandır ma'nâsmadır ki, Ebû Sufyân'ın
aile nafakasıyle mükellef oluşu ve karısı Hind'in vâki' olan şikâyeti kıssası
gibi... Buhârî bunu hâkimin kendi bilgisi ile hükmetmesi görüşünde olan lehine
hüccet için getirdi. Çünkü Peygamber, Hind lehine ve çocukları lehine
nafakalarını Ebû Sufyân aleyhine hükmetmiştir.
Bunu da nafakanın ona vâcib olduğunu bilmekle vermiştir.
[32] Başlığa uygunluğu, hadîsin sonundan alınır. Çünkü
orada Peygamber'in kendi ilmi ile hüküm vermesi vardır. Nitekim bu bilgi
mes'elesini biz yakında zikretmiştik. Bu hadîsin bir rivayeti Nafakalar
Kitabı, "Hind'in kaziyyesi"nde Bu-hârî'nin "Erkek ailesine infâk
etmediği zaman kadın için onun malından almak hakkı vardır... babı" dediği
yerde geçmişti... (Aynî).
Hİnd, kocası Ebû Sufyân
ile beraber Mekke fethi günü müslümân olmuş, ve İslâm'da sebat ve güzel hareket
etmiştir. Yermûk harbi'nde de kocasıyle beraber hazır bulunmuş, bu muharebede
de İslâm mücâhidlerini Rûmlar'a karşı ateşli hitâbeleriyle heyecanlandırıp
teşvik etmiştir... Rasûlullah yalnız kaleler, memleketler fethetmemiştir.
Onlardan daha yalçın ve sert gönülleri de feth etmiştir. İşte Hind'in bu
hadîste Rasûlullah'a karşı i'tirâfları ve samîmi beyânları bu ha-kîkatin
delîllerindendir!
[33] İmâm Buhârî'nin bu "Ba'zu'n-nâs" ta'bîriyle,
mu'tâdı üzere Ebû Hanîfe ile taraftarlarını kasdettiğİ söylenmiştir.
[34] Umer ibnu'l-Hattâb'm mektubunu Abdurrazzâk; Umer
ibnu'1-Abdilazîz'inkini Ebû Bekr el-Halâl ve îbrâhîm en-Nahaî'hin haberini de
İbn Ebî Şeybe senedle-riyle rivayet etmişlerdir.
[35] eş-Şa'bî'nin bu görüşünü ve diğerlerinin görüş ve
uygulamalarını, senedli olarak diğer hadîsçiler rivayet etmişlerdir.
[36] Şehâdete mâni' olan şey, ancak şehâdet edeceği şeyi
tam bilmemesidir.
[37] Bu, Diyetler Kitabı; "Kasâme bâbı"nda geçen
hadîsten bir parçadır. Kıssayı burada kısaca özetleyelim:
Huveyyısa ile
Muhayyısa, kardeştirler ve Ensâr'dan Mes'ûd ibn Zeyd'in oğullarıdır. Abdullah
ibn Sehl ile Abdurrahmân ibn Seril de kardeş olup, onlarla amca-oğullandırlar.
Bu dört amca oğullarından Mes'ûd'un oğlu Muhayyısa ile Sehl'in oğlu Abdullah,
ailelerine hurma satın almak üzere Hayber'e gitmişlerdi. Hayber'e
vardıklarında satın almak için ayrıldılar. Muhayyısa işini görüp geldiğinde,
Abdullah'ın bir sû'-i kasde uğradığını ve kanlar içinde yattığını gördü. Onu
defnedip Medine'ye geldi. Merhumun kardeşi Abdurrahmân ile kendi kardeşi
Huveyyısa ile birlikte her üçü Rasûlullah'a varıp şikâyet ettiler. Rasû-Iullah
da Hayber Yahûdîleri'ne bir mektûb gönderdi. Bu rivayette haber verildiği
üzere, bu mektubunda: "Ya maktulün diyetini verirsiniz, yâhud da sizi ahdi
bozmuş ve harb i'lân etmiş sayarak, sizinle harb ederiz" diye bildirdi.
Yahudiler: "Biz
şer'î muhakemeye hazırız, maktulü biz öldürmedik, Öldüren kimseyi de bilmiyoruz"
diye cevâb yazdılar.
Bunun üzerine
Rasûlullah, Huveyyısa ile iki arkadaşına:
— "Bu cinayetin
Hayber Yahudileri tarafından işlendiğine yemîn eder misiniz?" diye sordu.
Onlar da:
— Yanında bulunmadığımız ve görmediğimiz bir
cinayet hakkında nasıl yemîn ederiz? diye çekindiler.
Rasûlullah da
Yahûdîler'den elli kişiye kasâme suretiyle yemîn teklîf edilmesini söyledi.
Da'vâcilar:
— Yahûdîler'in
yeminlerine nasıl i'tibâr edelim? diye buna da razı olmadılar. Bunun üzerine
Rasûlullah, maktulün diyetini Beytu'i-mâl'den yüz deve vererek, da'vâ sona
erdi....
Bunun bir rivayeti
Cihâd'da geçtiği gibi, bu kitâbda "Hâkimin kendi âmillerine mektubu
bâbı"nda da gelecektir.
[38] ez-Zuhrî'nin bu haberini Ebû Bekr ibn Ebî Şeybe
senediyle rivayet etmiştir. Bunun gereği, erkeğin kadın için şehâdet yaparken,
kadını görmesinin şart olmadığı, fakat kadını sâdece hangi yolla olursa olsun
tanımasının yeteceğidir.
[39] Hadîsin başlığa uygunluğu,bunun birçok hükümleri şâmil
olması yönündendir. Onlardan biri mühürlü yazı üzerine şâhidliktir. Bu hadîste
ise hem yazı, hem de mühür vardır.
Bu mühür yüzükle
mühürlenip Rûmlar'a gönderilen mektûb "Vahyin Başlangıcı Bölümü"nde
rivayet edilmiş olan uzun Ebû Sufyân hadîsinde beyân edilmişti. Mühürle ilgili
bâzı hadîsler, Abdest ve Libâs Kitâbları'nda da geçmişti.
[40] el-Kevâkib'ds: Yânî ne zaman hüküm vermeye ehil olur?
dedi... Müctehid olmakla ki, o da Kur'ân hükümlerini, sünnet hükümlerini,
kıyâsı ve nevi'Ierini bilen kimsedir. Kur'ân nevi'lerinden ve sünnetten: Âmm,
hâss, mücmel, mü-beyyen, mutlak, mukayyed, nass, zahir, nâsıh, mensûh; Sünnet
nevi'lerinden: Mütevâtır, âhâd, muttasıl, ve diğer hadîs nevi'leri; Kıyas
nevi'lerinden: Kıyâsu'i-ûlâ, müsâvî ve'1-edven... gibi.
[41] Umer ibn AbdİIazîz'in kaadıda olması lâzımdır dediği
bu hasletleri Saîd ibn Man-sûr Sünen 'inde; İbn Sa'd de: Tabakaal'mda senedli
olarak rivayet etmişlerdir. Buradaki "Sûlen ": İlimden çok sorucu ve
araştırıcı sıfatı beşin tamamlayicisı-dır. Çünkü ilmin kemâli ancak suâl ile
hâsıl olur, çünkü kendi yamndakinden daha kuvvetli olan, sormakla meydana
çıkar.. (Kastallânî).
[42] Rızk, devlet başkanının müslümânlarm işlerini yapan
kimselere Beytu'1-mâl'-den tertîb etmekte olduğu ücrettir. Vâlîler,
kumandanlar, tahsildarlar, zekât me'-mûrları ve diğer me'mûrlann ücretleri
Beytu'l-mâPden verilir.
[43] Kaadı Şurayh, ki o İbnu'l-Hâris ibn Kays en-Nahaî
el-Kûfi'dir, Küfe kaadısı-dır. Onu Umer ta'yîn etmişti, Umer'den sonra da
Kûfe'de Usmân, Alî ve Hac-câc devirlerinde uzun zaman kaadıhk etmiştir.
Yüzyirmi yaşını geçtikten sonra seksen yılından önce vefat etmiştir. Bunu
Abdurrazzâk ile Saîd ibn Mansûr senedli olarak rivayet etmişlerdir.
[44] Âişe'nin bunu "Velîlerden kim zengin ise (yetîmin
malından yemekten) kaçınsın. Kim de fakir ise o hâlde örf e göre birşey
yesin..." {en-Nİsâ: 6) âyetinin nu-zûlü hakkında söylediğini İbn Ebî Şeybe
rivayet etmiştir.
Ebû Bekr es-Sıddîk'm
halîfe seçildiği zaman Beytu'l-mâl'den ücret aldığını, Buhârî Buyû'da, Umer'in
de ücret aldığını İbn Ebî Şeybe ile İbn Sa'd sahîh sened ile rivayet
etmişlerdir.
[45] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Bu hadîste dört
sahâbı birleşmiştir. Bunun Müslim de Zekât'ta birkaç rivayetini getirmiştir.
Müslim'deki bir rivayette Abdullah'ın oğlu Salim: İşte bundan dolayı babam İbn
Umer, kimseden birşey istemez ve kendisine verilen bir şeyi de reddetmez idi,
demiştir: Müslim Ter., III, 233-234, 110-112 "104İ"
[46] Burada uygulamaları bildirilen bu zâtların bu
uygulamaları İbn Ebî Şeybe ve diğer hadîsçiler tarafından senedli olarak
rivayet edilmiştir.
[47] Bu hadîsler daha uzun metinlerle La'netleşme
Bölümü'nde geçmişti. Bu hadîslerde mescidde la'netieşme yapmanın cevazı hükmü
vardır. Evlâ olan ise, mescidin bu gibi işlerden korunmasıdır. Bunun gibi bâzı
âlimler, mescidde hüküm vermeyi müstehâb görmüşlerdir. Mâlik: Bu kadîm bir
iştir, çünkü mescidde kadın, zaîf herkes kaadiya ulaşabilir, evinde olduğu
zaman ise perdeleme imkânından dolayı insanların hepsi ona rahatça ulaşamaz,
dedi. Bâzı âlimler de mescidde hüküm vermeyi kerîh görmüştür... (Kastallânî).
[48] Umer ibnu'l-Hattâb'm bu emrini İbn Ebî Şeybe ile
Abdurrazzâk Sahîhayn'm şartı üzere olan bir senedle rivayet etmişlerdir.
Alî'nin emrini de İbn Ebî Şeybe rivayet etmiştir.
[49] Hadîsin daha tafsîlli bir rivayeti Hudûd'da geçmişti.
Bunu Müslim de Hudûd'-da "Kendi nefsi aleyhine zina iftira eden kimse
babı" başlığında, birbirini tef-sîr eden ondan fazla rivayetini ayrı ayrı
sahâbîlerden çok güzel bir tertîble getirmiştir. Bu Ebû Hureyre hadîsi de
orada, babın ilk hadîsidir. Ondan daha sonra gelen Ebû Saîd hadîsinde şu
bilgiler verilmiştir:
Eşlem kabîlesinden Mâiz
ibn Mâlik denilen biri Rasûlullah'a geldi ve:
— Ben zina fiiline düştüm, bana zina cezası
tatbîk et, dedi. Peygamber onu tekrar tekrar reddetti. Sonra kabîlesinden
Mâiz'İn deli olup
olmadığını sordu.
Onlar:
— Mâiz'de bir delilik
hâli bilmiyoruz. Şu kadar var ki, o bir günâh işlemiştir ve vücûduna ceza
tatbîk edilmesinden başka hiçbir şeyin kendisini bu günâhtan çıkaramayacağına
inanmaktadır, dediler.
Mâiz tekrar Peygamber'in
yanma döndü. Peygamber bizlere recm etmemizi buyurdu... (Müslim Ter., V,
267-298, "1691-1698").
[50] Başlığa uygunluğu pek açıktır. Rasûlullah bu eskimez
öğüdü bütün hukukçulara bir düstûr yapmıştır. Bu hadîsin bâzı rivayetleri
Mezâlim, Hileleri Terk ve Şehâdetler Kitâbları'nda da geçmişti. Müslim de
Kazâ'da getirmişti. Bundan birçok hükümler alınmıştır:
* Hâkim, Peygamber bile
olsa, hâkimin hükmü, aslında haram olan birşeyi halâl kılmaz, halâl olan
birşeyi de haram kılmaz.
* Hâkim cerh ve ta'dîl hususunda sırf ilmi ile
hükmedebilmektedir.
* "Aranızda birbirinizin mallarınızı
haksız sebeblerle yemeyin ve kendiniz bilip dururken insanların mallarından bir
kısmını günâhla yemeniz için onları hâkimlere aktarma etmeyin" (el-Bakara:
188) âyetinin güzel bir tefsîri olup, ma'-nâsından: "Lisân talâkat ve
açıklığı ile hüccet getirerek hüküm kazanmakla, Allah'ın haram kıldığı bîrşey
halâl olmaz" hükmü alınabilir...
* Bu hadîs,
Peygamber'in kendi içtihadı ile hüküm verebildiğini de gösterir.
* Her müctehidin içtihadında isabet etmediği
mes'eleler bulunduğu da sabit olmaktadır.
* "Beliğ sözleri
doğru zannederek onun lehine hükmedebilirim" kavlinden, zann ile amelin
cevazı da bundan alınabilir.
[51] Bunu Sufyân es-Sevrî Cami 'inde senediyle Abdullah ibn
Şubrume'den; o da eş-Şa'bî'den olmak üzere rivayet etmiştir.
[52] Bunu da Sufyân es-Sevrî rivayet etti, Umer bununla
kötü hâkimlerin kendi istedikleri lehine hüküm
vermekte kendi bilgilerini ileri sürmeye bir yol bulmamaları için, vesileleri
kesmek için yapmadığına işaret etmiştir. Hâlbuki Umer'in yanında recm âyeti
hakkında sağlam bir şehâdet vardı. "Recm âyeti" sözü ile kasdedilen,
Kur'ân olma şartlarını hâiz olmadığı için Mushaf'a girmeyen, fakat sünnette
sabit olan şu ifâdelerdirYaşlı bir erkek ve yaşlı bir kadın zin â ederlerse,
bunları A Hah -tan bir tenkil olmak üzere mutlakaa taşlayın. Allah azizdir,
hakimdir".
[53] Bununla Rasûluüah'ın Mâiz üzerine recm ile hükmetmesi,
Mâiz'in kendi i'tirâ-fı ile olup etrafındaki kimselerin şehâdetleriyle
olmadığına işaret etmiş oluyor.
[54] Bu iki görüşü İbn Ebî Şeybe, eş-Şa'bî yolundan rivayet
etmiştir.
[55] Bunun birer rivayeti Buyu', Humus ve Mağâzî'de
"Huneyn gazvesi"nde geçti. Müslim de bunu Cihâd ve Siyer'de,
"Düşman öldüren mücâhidin, öldürdüğü kimsenin silâh ve eşyalarına hakk
kazanması bâbı"nda, "1751" rakamı ile getirmiştir: Müslim Ter.,
V, 351-352.
[56] Bu hadîsin daha uzun birer rivayeti t'tikâf'ta ve
îblîs'in sifatı'nda geçmişti. Buhârî bunu burada bundan evvel getirdiği
"Bu kadın ancak Safiyye'dir" haberini beyân olarak getirmişir.
Safiyye hadîsini kendi
bilgisiyle hüküm vermeye delîl getirme yönü şudur: Peygamber, Ensârî iki
kişinin gönlüne şeytân vesvesesinden herhangibirşey düşmesini kerîh görünce,
ismetiyle beraber kendisinde töhmet olmamasını gözetmesi, başkalarından da
töhmet olmamasını gözetmeyi gerekli kılmış olmasıdır (Kastallânî).
[57] Bu hadîsin uzun bir rivayeti Mağâzî Kitâbı'nın
sonlarında geçmişti. Peygamber bu büyük ve Yemenli iki sahâbîyi, Yemen'in ayrı
iki büyük kıt'asma vâlî olarak göndermiş ve onlara verdiği ta'lîmâtta ebediyyen
eskimeyecek idarecilik ve öğreticilik düstûrlarını öğretmiştir. Buna
birbirlerinize uygun hükümde bulunun ve birbirinize aykırı hükümde bulunmayın.
Çünkü ihtilâfınız, tab'alarmızın ihtilâfına götürür ve bu takdirde aranızda
düşmanlık ve muharebe olur buyurmuştur. Bir de Yüce Allah'ın "öm
işlerinde üzerine hiçbir güçlük de yükleme-di..." (el-Hacc: 78) buyurduğu
gibi, müsamahalı Hanîf Dîni işlerinde hiçbir darlık ve zorluk olmamasında emir
buyurmuştur (Kastallânî).
[58] Hadîsin başlığa delâleti açıktır. Bâzı hukukçular,
hâkimin düğün da'vetlerin-den başka olan yemek da'vetlerine icabetini mahzurlu
görmüşlerdir.
[59] Başlığa uygunluğuımeydandadır.Bu hadîsin birer
rivayeti Zekât'ta, Yûsuf ibn Musa'dan; Cumua'da ve Nuzûr'da Ebû'l-Yemân'dan;
Hibe'de Abdullah ibn Muhammed'den ve Hileleri Terk'te de Ubeyd ibn İsmail'den
olmak üzere geçmişti. Müslim de bunu Mağâzî'de, Ebû Bekr ibn Ebî Şeybe ve
diğerlerinden getirmişti.. (Aynî).
Bu hadîste devlet âmir
ve me'mûrlarma hediye verilen şeylerin ve sultâna saltanatı sebebiyle verilen
şeylerin Beytu'1-mâle âid olacağı, ancak imâmın, kendisine hediye kabul
etmesini mübâh kılmış olduğu kimsenin hediyesi kendisine âid olur (Kastallânî).
[60] Başlığa uygunluğu Ebû Huzeyfe'nin kölesi olan Sâlim'in
imamlığıdır. O, zikro-lunan hürlere o mescidde imamlık yapmıştır. Kendisi
Kur'ân'ı çok iyi ezberleyip çok güzel okuyan en başta gelen hafızlardan idi.
Namaz Kİtâbı'nda
"Kölelerin imamlığı bâbı"nda buna yakın bir hadîs geçti, fakat orada
Ebû Bekr'i zikretmedi. Burada Ebû Bekr'i açıkça söylemesi müşkil görüldü. Çünkü
Medine'ye gelmesinden önce Ebû Bekr, Peygamber'in refiki idi. Öyleyse onu
onların içinde nasıl zikretti? Beyhakî buna şöyle cevâb verdi:
Sâlim'in, Peygamber'in
Medine'ye gelmesinden ve Ebû Eyyüb'un evine konmasından sonra da namaz
kıldırmağa devam etmesi ihtimâli vardır...
Enes'ten: Peygamber (S)
"Üzerinize başı kuru kara üzüm tanesi gibi olan bir Habeş/i köle de devlet
âmiri ve me'mûru ta'yîn edilmiş olsa, onu dinleyiniz ve itaat ediniz"
buyurmuştur. Bu hadîsin namaz ile ilgisi kendisine me'mûriyet havale olunan
emîr, vâlî gibi kimselerin namazlarda imâm olmaları sünnet gereği olmasıdır.
Kölenin emîrtik ve valiliği sahîh olunca, arkasında namaz kılmak da sahîh olmak
lâzım gelir. Bu hadîsi Buhârî abd ile mevlâmn, zina çocuğunun, bedevinin,
bulûğa varmamış çocuğun imametleri hakkında zikretmiştir... Abd'ın, zina
çocuğunun, bedevinin imametleri cumhura göre sahihtir. Yalnız İmâm Mâlik:
"Köle olan hürlere imâm olamaz" demiştir. Şu kadar ki, içinde okuyucu
bulunmazsa, cumuadan mâada namazlarda abde iktidâ edilebilir. Çünkü cu-mua abde
vâcib değildir, der... (Tecrîd Ter., II, 542 "401").
[61] Başlığa uygunluğu açıktır. Buhârî bunun bâzı
rivayetlerini Vekâlet, Humus, Ma-ğâzî, Itk, Hibe Kitâblan'nda da getirmiş ve
oralardaki bâblara delîl olan yönleri gösterilmişti. Burada ise her kabîlenin
haklarım koruyan, idaresini, siyâset işlerini tedbîr edip çeviren işbilir
arifleri olduğu, Rasûlullah'ın bütün ferdlerde değil, ancak kabilelerin bu arîf
kişileri aracılığı ile halkın isteklerini öğrendiği ve bunların toplulukların
sevk ve idaresinde gerekli olduğu hususları Öğrenilmiş oluyor.
Lügatte şu bilgiler
verilmiştir: Arîf, emîr vezninde "Ma'rife"den vasıftır ki
"Bilgiç" ta'bîr olunan kimseye denir ve kendi kavminin rical, ahvâl
ve fiillerini bilmeğe muayyen ve muhassas olan kimseye denir. Cem'i
"Ura/â" gelir... Ve bir kavmin reîsine denir, riyasette bilindiği
içün. Bir kavle göre kavmin na-kîbine denir ki, payesi reîsten aşağı olur,
kavmin işlerini ve maslahatlarını o bakıp yürütür ve gereken mühim işlerde
reîse müracaat eder, kavmin söz sahibi kethüdası olacaktır... Şârih der ki,
Arab kaaidesi üzere sergerdeleri ki, emîrdir, ondan aşağıca kârguzârlarına
"Nakîb" ve "Menkeb" ve ondan aşağıcasına "Arîf"
denir... (Kaamûs Ter.)
[62] Bu hadîste harbî, siyâsî, hukukî, içtimaî ve ahlâkî
bakımlardan mühim düstûrlar ve ibretli hususlar vardır. İbn Battal: İmâmın
arifler ta'yîn etmesi meşrü'-dur. Çünkü imâma bizzat bütün işleri görmek mümkin
olmaz. Bunun için kendisi yerine bâzı işleri yerine getirmeye yetecek ve
kendisine yardım edecek kişiler ta'yûı etmeye muhtâc olur, demiştir.
[63] Çünkü bu bir işi gizleyip, diğer bir işi açığa
çıkarmaktır. Bununla, onun küfür olduğu murâd edilmez, fakat bu küfür gibi bir
çirkin huydur. Onun için hiçbir mü'mine sultâna karşı olsun yâhud başkasına
karşı olsun, yüzüne karşı övüp, arkasından kötülüklerini söylemek yakışmaz.
[64] Müslim'in Abdullah ibn Umer'den rivayet ettiği bir
hadîste münafık kişi, iki davar sürüsü arasında şaşırmış bir koyuna
benzetilmiştir. Şaşkın koyunun iki sürüden bazen birisine, bazen ötekine
koştuğu gibi, münafık da cemiyet içinde bazen bir halk zümresine, bazen de
öteki halk zümresine koşar buyurulmuştur: Müslim, Sıfâtu'l-Munâfıkîn ve
Ahkâmuhum, rak: 17-"2789".
[65] Ma'rûflu demek, yemekte israf etmiyerek ma'nâsmadır.
Şâfiîler'den ve başkalarından bir âlimler topluluğu bu hadîsle, hazır olmayan
kimse üzerine hüküm verileceğine delîl getirmişlerdir, Nevevî: Bu istidlal
sahîh olmaz. Çünkü bu kıssa Mekke'de oldu, Ebû Sufyân Mekke'de hazırdı. Gâib
üzerine hükmün şartı, gaibin beldeden gâib olmasıdır...
Bu gâib üzerine hüküm
olmayıp, ancak bir fetvadır, demiştir (Kastallânî)
[66] Bu hadîsin birer rivayeti Mezâlim, Hîleleri Terk ve
Şehâdetler'de de geçmişti. Eskimez ve ebedî bir hukuk düstûru va'z ettiği
apaçık meydandadır.
[67] Başlığa uygunluğu, hükmün zahire göre olması
yönündendir. Çünkü Peygamber zahir hukuk kaaidesine göre, çocuğu, Abd ibn
Zem'a'nın lehine hükmetmiş, çocuğun nesebini ona katmıştır. Çocuğun Utbe'ye
benzemesinden dolayı da Sevde'ye ihtiyaten çocuktan perdelenmeyi emretmiştir.
Buhârî, Peygamber'-in çocuk aslında Zem'a'nın olmasa da, Zem'a'mn cariyesinin
oğlu hakkında zahir hukuk kaaidesine göre hükmettiğine işaret etmişti. Bu
hadîsin bâzı rivayetleri Buyu', Muhâribûn, Ferâiz, Vasiyetler Kitâblan'nda da
geçmişti. (Kastallânî)
[68] İbn Battal'm dediği gibi bu hadîste hâkimin hükmü
zahire göre olup, haramı halâl kılmadığı ve bir mahzuru da mübâh kılmadığı
hükmü vardır. Çünkü Peygamber, ümmetini yalan bir yemîn ile kardeşinin hakkını
koparıp alan kimsenin ukubetinden sakındırmıştır. Bu âyet de Kur'ân'da gelen
en şiddetli tehdîdler-dendir. Bu hadîsin bâzı rivayetleri Şirb, Eşhas,
Şehâdetler, Nuzûr, Tefsîr Kitâbla-n'nda geçmiştir.
[69] Sufyân ibn
Uyeyne bunu Abdullah ibn Şubrume'den alarak kendi Câmi'inde böylece
zikretmiştir (Aynî).
[70] Başlığa uygunluğu "Her kime bir müslümânın
hakkını hükmetmiş isem..." sözünden alınır. Çünkü bu aza da, çoğa da
uzanır. Hadîsin bir rivayeti yakında geçmişti.
Hadîsin sonundaki
"Bu ateş parçasını dileyen alsın, dileyen bıraksın" fıkrası hakkında
Sevrî: Bu muhayyer kılma değil, bunun ma'nâsı "Dileyen îmân etsin, dileyen
küfretsin" (d-Kehf: 29) kavli gibi, bir vaîd ve tehdîddir. Dilediğiniz işi
işleyiniz" (Fussilet: 40) hitabı da böyledir, demiştir.
"Dileyen
terketsin" emri, vucûb içindir, denilmiştir..
[71] Bu hadîsin bir rivayeti Buyû'da, "Müdebber
kölenin bir ihtiyâç üzerine satılması bâbı"nda geçmişti. Oradaki hadîste
Peygamber o fakır zâttan köleyi alıp müzayede ile satılığa çikarmış, sonunda
köleyi Ebû Nuaym satın almıştı. Peygamber de kölenin bedelini Ebû Mezkûr'e
göndererek: "Bu para daha çok senin hakkındır, Allah bundan
müstağnidir" buyurmuştu. Ölümden sonra hürr olacağı bildirilen müdebber
kölenin satılıp satılmayacağı konusunda görüş ayrılıkları ve tafsîlât vardır.
Bunlar yerinden incelenmelidir
[72] Bu i'ürâzlarm asıl sebebi, bu baba ile oğulun köle ve
köle çocuğu olmaları idi. Arablar arasında kölenin başkanlığı Câhiliyet
zamanında hoş görülmezdi. Fakat İslâm Dîni, fıtratan hürr olan İnsanlar
arasındaki bu farkı kaldırmış ve Câ-hilîyet devrinde hakîr görülen sınıfı,
İslâm'daki kıdemi, hicreti, ilmi, takvası sebebleriyle yükseltmişti. Kaldı ki,
bu baba ile oğulun kumandanlık ve yüksek idarecilik hususlarında Peygamber'in
iyice bildiği ve Kur'ân'da da işaret edilen büyük kâabiliyet ve meziyetleri
vardı... Kur'ân'da sahâbîlerden yalnız bu Zeyd'in İsmi açıkça söylenmiştir:
(el-Ahzâb: 37).
[73] Bu "E/erftf"ta'bîri, Kur'ân'da da geçer:
"İnsanlardan öyle
kimse vardır ki, onun bu dünyâ hayâtına âidsözü hoşunuza gider ve o kalbinde
olana Allah h şâhid getirir. Hâlbuki o, düşmanların en yamanıdır"
(el-Bakara: 204).
"İşte biz onu
(Kur'ân'ı) ancak onunla takvaya erecekleri müjdeleyesin, (batıkla) mücâdele ve
inâd edenleri korkutasın diye senin dilinle (indirerek) kolaylaştırdık "
(Meryem: 97).
Bunun bir rivayeti
Mezâlim ve Tefsîr'de geçmişti.
[74] Başlığa uygunluğu, Peygamber'in duasından alınır ki,
Hâlid "Saba'nâ" diyen kimseleri, onların bu sözlerinden maksadlarmm
ne olduğunu sormadan, onları öldürmesi işinden teberri' edip Allah'a
sığınmıştır. Bunda tbn Umer'in ve arkadaşlarının Hâlid'in öldürme emrine
uymamalarını doğrulama vardır... (Aynî).
Peygamber, Hâlid'e ceza
vermedi. Çünkü o da bir müctehid idi. Âlimler kaadı bir zulm ile hükmettiği
yâhud ilim ehlinin üzerinde bulunduğu hükmün zıddına bir hüküm verdiği zaman,
onun bu hükmünün merdûd olduğu, kabul edilmiyeceği üzerinde ittifak
etmişlerdir. Hâlid'in yaptığı gibi bir ictihâd üzere ve hatâ olduğu zaman
böyledir, bunda günâh düşer, fakat zararı ödemek lâzım gelir. Eğer hüküm katli
hakkında ise diyet Beytu'l-mâl'den Ödenir... (Kastallâ-nî).
İbn Sa'd, bu kuvvetin
üçyüzelli kişilik olduğunu ve harbetmek üzere değil, İslâm'a da'vet için
gönderildiğini bildirmiştir. "Saba"', bir dînden çıkıp başka
bir dîne girmek ma'nâsmadır. Kureyş müşrikleri de her müslümân hakkında da bu
ta'bîri kullanırlardı. Yaygın olan bu kullanmadan dolayı İbn Umer Cezîme
oğullan'nın "Saba'nâ! Saba'nâ!" sözleri ile hakîkaten "Müslümân
olduk" demek istediklerini anlamıştı..Hâlid ise bununla yetinmeyerek İslâm
kelimesinin açıkça söylenmesinin lâzım olduğu içtihadında idi. Peygamber,
Hâlid'i acele ettiği ve bu işin şer'î vaziyetini tesbît etmediği için duâ
ederek şifahî ukubetle yetinmiştir.
İbn İshâk'ın beyânına
göre Alî'yi bir mikdâr mat ile Cezîme oğulları'na gönderip onların can ve mal
kayıplarının bedellerini, diyetlerini vermiş, zararlarını karşılamıştır. Bunun
bir rivayeti Mağâzî'de geçmişti.
[75] Bu hadîste hâkimin, hasımlar arasını düzeltmeye
teşebbüs etmesinin ve hâkimin, iş bunun için zarurî olduğu zaman aralarını
düzeltip ayırmak için husûmet yerine kadar gitmesinin cevazı hükmü vardır
(Kastallânî).
Sehl ibn Sa'd es-Sâidî
el-Ensârî, Medine'de en son kalan sahibidir. İsmi Hazn ibn Sa'd iken Rasûlullah
tefe'ülen ona "Sehl" adını vermiştir. "Hazn", sert ve sarp
yer; "Sehl" ise düz ve yumuşak yer demektir. Peygamber'in vefatı
sıralarında onbeş yaşında olup kendisinin vefatı 88 yâhud 91 senesindedir.
Amr ibn Avf oğulları
Evsîler'den bir koldur. Meskenleri Küba'da idi. Bu-hârî'nin diğer rivayetinde
şöyledir: Kubâ ehli bir defa kavga etmişler birbirine girip taş atışmışlar. Bu,
Rasûlullah'a haber edildi. Rasûlullah: "Haydi gidelim de
barıştıralım" buyurdu denilmiştir.
Bu hadîsin bir rivayeti
Namaz Kitabı, "İnsanlara imâm olmak için içeriye giren kimse bâbı"nda
da geçmiş ve orada namazla ilgili bâzı açıklamalar verilmişti.
[76] Başlığa uygunluğu "Sen genç ve akıllı bir
erkeksin. Biz seni hiçbir kusur ile ittihâm etmiyoruz..." sözlerinden
alınır.
Bu hadîsten, hâkimin
akıllı, zekî, şehâdeti makbul bir kâtib edinmesi, kâtibin re'yde hâkime
müracaatı ve bâzı hususlarda onunla ortak çalışması gibi hükümler alınmıştır.
Kâtibin emîn olması, kitabetinde tama'dan uzak olması, ücretinde emsalin
ücretinden fazla almaması, akıllı olması, gafil olmayıp insanların haklarını
iyi zabtedip koruması gibi sıfatlardır.
Buhârî bunun bâzı rivayetlerini
Tefsîr'de, Berâe Sûresi'nde ve Kur'ân'ın Faziletleri Kitâbı'nda getirmişti
[77] el-Hazef iki fetha ile destiye denir, cer'
ma'nâsmadır. Ve mutlakaa çamurdan işlenip ateşte pişirilen şey'e denir ki,
saksı ta'bîr olunur. Çanak, tabak, küp, testî ve çömlek gibi zarflardır...
(Kaamûs Ter.)
[78] Başlığa uygunluğu "Rasûlullah (S) kendisine
nakledilen bu haberi ve hükmünü Hayber ehline yazdı" sözündedir. İbn
Münîr: Hasımlara yazmanın meşrû'lu-ğundan, başkaları hakkında nâiblere yazmanın
cevazı evleviyet yoluyla alınır, demiştir. Buhârî hadîsi burada iki senedle
getirmiştir.
Bunun birer rivayeti
Cihâd'da ve Kasâme'de geçtiği gibi, bu kitabın başlarında da kısa bir rivayeti
geçmişti.
Abdurrahmân ibn Sehl,
öldürülen Abdullah ibn Sehl'in kardeşidir. Her ikisi de Muhayyısa ve
Huveyrısa'nın kardeşi oğullandır.
Kastallânî de:
Da'vâcılar yemîn etmekten çekindikleri ve da'vâlı olan ka-sâmecilerin
yeminlerini de kabul etmediklerinden Rasûlullah, Yahûdîler'i İslâm'a alıştırmak
ve onların İslâm'a girmelerini sağlamak maksadıyle da'vâyı uzatmayarak
maktulün diyetini kendisinden ödeyip nizâ'a son vermiştir, demiştir.
[79] Suâlin cevâbı, hadîste verileceği için onunla
yetinilip cevâb hazfediimiştir.
[80] Başlığa uygunluğu "Yâ Uneys! Bu adamın karısına
git!"... sözünden alınır. Bunun zahiri İbn Ebî Zi'b'in dediği gibi: Uneys
o kabilede hâkim bulunuyordu, gitti, tahkîk sonucunda i'tirâf ettiği için
taşladı.
Bu hadîsin bâzı
rivayetleri Vekâlet, Sulh, Eymân ve'n-Nuzûr, Muhâribûn, Vâhİd Haberi ve î'tisâm
Kitâblan'nda da geçmiştir.
[81] Buhârî, Hârice'nin bu sözünü ancak muallak olarak
Zebâih'de getirmiştir. Bunu uzunca bir metinle Târih Kitâbi'nda İsmâîl ibn Ebî
Uveys'den; o da Abdurrahmân İbn Ebi'z-Zinâd'dan; o da babasından; o da Hârice
ibn Zeyd'den; o da Zeyd ibn Sâbit'ten olmak üzere senediyle ulaştırıp rivayet
etmiştir.
[82] Abdurrahmân ibn Hâtıb, Umer'in huzurunda o kadının
mütercimliğini yapıyordu. Kadın Nubiyeli bir câriye olup İki kişi ile zina
etmişti. Bu suçunu i'tirâf ediyordu. Bunu Abdurrazzâk ile Sa'd ibn Mansûr
rivayet etmişlerdir.
[83] Ebû Cemre'nİn İbn Abbâs ile insanlar arasında onun
derslerini tercüme edip tercümanlık yaptığını Müslim ile en-Nesâî de rivayet
etmişlerdir.
[84] "Bâzı Âdem oğlu" ile Ebû Hanîfe ve
talebeleri kasdedilmektedir. İbn KurkûT-da, cemi' sîğâsiyle rivayetle: "Çünkü
kendi dilinden başka bir dille konuşanlar için ayrı ayrı mütercimler zarurîdir,
diller ayrı ayrı olunca, ona göre mütercimler de ayrı ayrı olurlar",
demiştir.
[85] Bu hadîsin uzun bîr rivayeti kitabın başında Vahy
Bâbı'nda geçmişti. Bunun buraya girmesi, kâfir olan HırakPm fiiliyle hüccet
getirilemiyeceği bakımından müşkil görülmüş ve buna şöyle cevâb verilmiştir:
Hırakl'ın peygamberlik ve ra-sûllük ile ilgili olan hususlardaki istidlali
sahihtir. Bu bakımdan başlıkla uygunluk bu sözlerden ve istidlalden
alınabilir. Çünkü Hırakl, peygamberlerin şerîatlerini bilir bir kimse idi...
Onun bu sözlerinin, tutunmakta olduğu şerîate uygun olduğuna hamledilir...
Buhârî bu başlıkta kendilerine uyulan en büyük imamlardan biri bulunan İbn
Abbâs'ın takrirlerinin tercümesini de buna hamletmiş ve bu sebebden İbn
Abbâs'ın, Ebû Cemre'nin kendi takrirlerini tercüme etmesiyle yetinmesini buna
hüccet yapmıştır... Bu iki iş de îbn Abbâs'a dönücüdür. Çünkü bunun biri kendi
tasarrufundandır. Diğeri de onun takrûierin-dendir. Buna Umer'den ve
beraberindeki sahâbîlerden nakledilen şeyler de eklenince ve başkalarından
bunun hilafı nakledilmeyince, bu hüccet kuvvetli olmuştur. Fakat bir
tercümanın yeterli olup olmayacağı konusunda fakîhler arasında görüş
ayrılıkları vardır. Muhammed ibn Hasen: İki erkek yâhud bir erkekle iki kadın
tercüman zarurîdir, dedi. el-Kerâbisî: Mâlik ve Şafiî'den bir tercümanla
yetinmeyi nakletmiştir. İhtilâfın kökü, tercüme işinin haber veya şehâdet olmasına
döner. Bâzıları: Haber vermede tek tercüman yeterlidir, şehâdet yerinde ise,
iki tercüman gereklidir, demişlerdir... (Kastallânî).
[86] Bu hadîste devlet başkanının devlet âmir ve
me'mûrlarmı kendi işleri hakkında hesaba çekmesi ve onları hediye kabulünden
men' etmesinin meşrû'iyyeti hükmü vardır. Bunun bir rivayeti bundan önce
"Âmillere verilen hediyeler ve diğerleri bâbı"nda geçmişti.
[87] Bu hadîsin bir rivayeti Kader Kitâbı'nda geçmişti.
el-Bitâne: Kitabe
vezninde sirr ve serîreye denir... ve bir adamın işleri ve hallerine, mahrem ve
hemzâr olan hâssasına ve hemdemine denir ve libâsın astarına denir...
ed-Dahîl: Kişinin şu
içten dostuna ve hemdemine denir ki, bilcümle gizli işlerine, mahrem her işine
ihtilât eder.. (Kaamûs Ter.)
[88] Buhârî burada hadîsin çeşitli geliş yollarını
sıralayıp göstermiştir.
[89] Burada devlet başkanı ile hangi maddeler üzere bey'at
edileceği keyfiyeti açıklanmıştır. Bu hadîs seçim veya herhangibir usûl ile
devlet nüfuz ve kudretini temsil eden devlet başkanının emirlerini dinleyip
itaat etmek ve ona karşı isyan ve kıtale teşebbüs etmemek hususunda açık
bir nâsstır. Hadîste sayılan diğer bey'at
maddeleri de milleti ayakta tutacak ve hiç eskimeyecek ebedî nizâm düstûrlarıdır.
Bunu Müslim de Mağâzî'de getirmiştir.
[90] Bunda da sahâbîlerin Muhamrned ile hayatta kaldıkları
müddetçe hakk yolunda cihâd etmek üzere bey'at etmiş kimseler oldukları dile
getirilmiştir. Başlığa uygunluk noktası da burasıdır. Bu hadîsin daha bütün bir
rivayeti Hendek Gazvesi bâbı'nda geçmişti.
[91] Bu hadîsteki "Gücünüzün yettiği kadar"
kaydı, Peygamber'in ümmetine olan şefkat ve merhametinden dolayı konan bir
kayıt idi.
[92] Hicrî 65 senesi ramazânının üçünde babasının ölmesi
üzerine kendisine Şam'da bey'at yenilendiği zaman, Abdulmelik ibn Mervân'a Şâm,
Mısır ve civarı halkı ile halifeliğini kabul etmeleri üzerine Abdullah ibn Umer
de bir mektûb yazarak, hadîste bildirilen şartlarla kendinin ve oğullarının
bey'atını bildirmiştir.
Oğullan: Abdullah, Ebû
Bekr, Ebû Ubeyde, Bilâl, Umer, Salim, Abdullah, Hamza, Abdurrahmân ve Zeyd
olmak üzere on kadardır (Kastallânî).
Abdullah ibn Umer gibi
yüksek bir zâtın Mervân oğlu'na bey'at etmiş olması, müslümânlan tefrikadan ve
içtimaî dağınıklıktan korumak bakımından çok mühim ve gerekli bir siyâsî ve
diyânî davranış idi.
[93] Bunun bir rivayeti bir hadîs önce geçmişti.
[94] Bunun daha bütün bir rivayeti Cihâd Kitabı, "Harb
etmek üzere bey'at bâbı"n da gemişti. Oradaki hadîsin son kısmında
İbnu'l-Ekva'ın râvîsi Yezîd ibn Ebî Ubeyd tarafından:
— (Ey Ebâ Müslim!) O
gün siz hangi madde üzerine bey'at etmiştiniz? diye sorulmuş da İbnu'1-Ekva':
— Ölmek (ve kat'iyyen dönmemek) üzere,
demiştir.
[95] Umer yaralandığı zaman "Yerine bir halîfe tavsiye
et" dediklerinde: Rasûlul-lah şu altı zâttan hoşnûd ve razı olarak vefat
etti, dedi ve bu altı sahâbînin isimlerini Usmân, Alî, Talha, Zubeyr, Abdurrahmân
ibn Avf, Sa'd ibn Ebî Vakkaas diye açıkça sayıp halifelik seçim ve kararını
verecek şûra üyelerini ta'yîn etmişti (Buhârî, Umer'in vurulması).
[96] Bu hadîste diyanetlerine ve dirayetlerine güvenilmiş
cemâatin istişare ve ictihâddan sonra, bir şahıs lehine halifelik ahdi
yaptıklarında, başkalarının bu akdi çözmeye hakları olmadığı hükmü vardır.
Nitekim Usmân'ın halifelik bey'atma âid çalışmalar, araştırma ve istişareler
gece-gündüz bütün ciddiyet ve az'imle devam edip öylece.meşrû' olarak gerçekleşmiş
ve hiçbir i'tirâza uğramamıştır (Özetle: Kastallânî).
[97] Seleme ibnu'1-Ekva' sahâbîlerin en yiğit ve harbde en
sebatlı olanlarından biri olduğundan Peygamber kendisini daha fazla bir şeref
olması için ikinci defa bey'at ettirmiştir. Bunun bir rivayeti Cihâd'da
"Harbde bey'at bâbı"nda, Hudeybiye'de geçmişti.
[98] Bunun bir rivayeti Hacc Kitabı sonlarında Medine'nin Faziletleri bölümünde
geçmişti. înşâallah İ'tisâm Kitâbi'nda da gelecektir.
[99] Başlığa uygunluğu, içindeki mübhemliği açıklaması
yönündendir. Çünkü Peygamber "O küçüktür" buyurduğundan, o küçüktür,
ona bey'at lâzım gelmez demiş olmaktadır. Bu zât, Peygamber'in duası
bereketiyle her işinde bereketi ve kazancı çok olmuş, kendisi de uzun zaman
yaşamıştır. Bunun bir rivayeti Serîket Kitâbi'nda da geçmişti.
[100] Başlığa uygunluğu meydandadır. Bunun bir rivayeti bir
bâb önce geçmişti.
[101] Bunun bîr rivayeti Şirb Kitabı, "İhtiyâcından
fazla suya mâlik olup da bunu yolcuların kullanmasından men' eden kimsenin
günâhı bâbı"nda geçmişti. Oradaki rivayette Rasûlullah bunun sonunda
"Hakikat Allah'a olan ahidîerine ve yeminlerine bedel az bir bahâyı satın
alanlar; işte onlar; Onlar için âhirette hiçbirnasîb yoktur. Allah kıyamet
günü onlarla konuşmaz, onlara bakmaz, onları temize çıkarmaz. Onlar için pek
acıklı bir azâb vardır" (Âlu İmrân: 77) âyetini okumuştur.
Bu üç kişiden biri mal
ve mevki' sahibi olmak maksadıyle devlet başkanına bey'at akdi yapıp da emeline
erişemeyince ahdini bozan kimsedir. Bu, şübhesiz ahlâksızlığın şekaavet
derecesidir. İçtimaî kargaşaya sebeb olacak bir kimsedir. Esas i'tibâriyle
müslümânlık, devletçi bir dîndir. Her vesîle ile devlet başkanına ve siyâsî
otoriteye itaati emreder ve onun başkanlığı altında ümmetin birlik ve
düzenliğinin korunmasını ister.
[102] Buhârî bununla îydeyn Kitâbı'nda İbn Abbâs'ın rivayet
ettiği bayram namazından sonra el-Mumtehine: 12. âyetini okuyarak, bundaki
şartlarla kadınlardan bey'at ve taahhüd almasına işaret etmiştir.
Buradaki hadîsin
"Kadınlar bey'ati" başlığında zikrinin sebebi, bu bey'at, Kur'ân'da
kadınlar hakkında gelmiş ve onlarla tanınmış, sonra erkekler hakkında da
kullanılmış olmasıdır.
[103] Bu ilk Akabe gecesinde olan bey'attir ki, onda,
el-Mumtehıne Sûresi'ndeki "Ey Peygamber, mü 'min kadınlar, Allah 'a
hiçbirşeyi ortak kılmamaları, hırsızlık yapmamaları, zina etmemeleri,
evlâdlarını öldürmemeleri, elleriyle ayakları arasından bir iftira düzüp
getirmemeleri, herhangibir iyilik hususunda sana âsî olmamaları şartıyle, sana
bey'atleşmeye geldikleri zaman bey'atlerini kabul et. Onlar için Allah 'tan mağfiret
isteyiver. Şübhesiz Allah çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir1'
(Âyet: 12) kavlinin nutkettiği bey'at şartlarının ayniyle vâki' ol duğundan,
buna "Bey'aîu'n-Nisâ = Kadınlar Bey'aîi"denilmiştir. Bu şartlarla
mükellef olmakta erkekler ve kadınlar müsavidirler. İkinci Akabe'de ise Ensâr,
evlâd ve ıyâllerini nasıl müdâfaa ve himaye ederlerse, Rasûlullah'ı da öylece
müdâfaa ve himaye etmek üzere bey'at etmişler ve ahdlerini hakkiyle îfâ
eyleyerek kendilerinden sonra tâ kıyamete kadar İslâm'a girmiş ve girecek
olanlara veliy-yi ni'met olmuşlardır.
[104] Bu Kadınlar Bey'atİ sonraları bir çok defalar
yapılmıştır. Medine'ye hicret edildiğinde de kadınlardan aynı şartlarla bey'at
alınmıştı. Mekke fethinde de evvelâ erkekler, sonra da kadınlardan bey'at
alındı. Kadınlarla kâh sözle, kâh Rasûlullah'm elini batırdığı bir su kabına
kadınların da ellerini batırmaları suretiyle olmuştu...
[105] Bunun bir rivayeti Cenazeler Kitabı, "Ölü üzerine
bağırıp çağırmak şiddetle ağlamaktan nehy bâbı"nda geçmişti. Oradaki
hadîste Ümmü Atıyye: Peygamber (S) biz kadınlardan bey'at aldığında ölüye nevhâ
etmiyeceğimize dâir de söz almıştı. Beş kadından başka bizden hiçbir kadın (o
sıradaki) ahdini îfâ etmedi. (Bu beş kadın) Ümmü Suleym, Ümmü'1-Alâ, Muâz'ın
karısı olan Ebû Sebre kızı ve daha iki kadındır. Yâhud Ebû Sebre kızı ile
Muâz'ın karısı ve daha bir kadındır, demiştir.
[106] Çünkü Rasûl'e Rasûl olması haysiyetiyle itaat, O'nu
gönderene itaattir... Bunun inmesi Hudeybiye'de ağacın altında yapılan Rıdvan
Bey'ati hakkındadır. Kaçmamağa veya ölüme söz vererek bey'atleşmiş idiler.
Fakat mefhûm umûmî olmak lâzım gelir. "Allah'ın eli onların ellerinin
üstünde", yâm bey'atleşme bir alım-sattm gibi elele vererek karşılıklı bir
mukaavele ve ivâzlaşma hâlinde İse de, hakikatte bundan İstifâde edecek olanlar
onlardır. Çünkü Allah'ın eli onların ellerinin fevkindedir. İbn Cerîr
Tefstr'inde der ki: Bunda iki vecih vardır: Birisi, bey'at yaparlarken Allah'ın
eli onların ellerinin fevkinde demektir. Çünkü onlar Allah'ın Peygamberi'ne
bey'at etmekle, Allah'a bey'at etmiş oluyorlardı. Birisi de: Allah'ın kuvveti
onların kuvvetinin fevkindedir demektir... (Hakk Dîni, VI, 4413).
[107] Bu hadisin bir rivayeti yakında "Bedevîler'in
bey'ati bâbı"nda geçmişti.
[108] Halifenin olumu sırasında kendisinden sonra yerine
geçecek bir halîfe ta'yîn etmek yahud
kendirinden birisini halîfe seçmeleri için bir cemâat ta'yîn eylemek babı.
[109] Başlığa uygunluğu "Ebû Bekr'e ve oğluna haber
göndermek ve ona vasiyet etmemi kasdettim yâhud arzu ettim..."
sözlerinden alınır.
el-Muhelleb: Bunda Ebû
Bekr'in halifeliğine kesin bir delîl vardır. Bu Ebû Bekr'e va'd edilen
şeylerdendir. Nitekim Peygamberlik alâmetlerinden olarak va'd edildiği gibi
oldu, demiştir... (Aynî).
Hadîsin sonundaki şekk,
râvîdendir. Müslim'in bir rivayetinde: "Ebû Bekr'i çağırın da ona bir yazı
yazayım. Çünkü ben temenni edicinin temenni etmesinden endîşe ediyorum. Fakat
Allah ve mü'minler Ebû Bekr'in (hilâfetinden) başkasını kabul
etmezler..." şeklindedir.
Bu hadîste muradın ancak
hilâfet olduğuna işaret vardır. İşte Buhârî de hadîsten bunu anlayıp, bunu
başlık yapmıştır. Bu hadîsin bir rivayeti Tıbb Ki-tâbı'nda da geçmişti
(Kastallânî).
[110] Bunun üzerine Umer muayyen bir zâtı yerine halef
kılmadı da bu işin ta'yînini altı kişilik bir şûra hey'etine havale etti.
Nevevî şöyle dedi:
Yerine bir halef ta'yîni ile ve hail ü akd erbabı denilen büyük devlet
adamlarının bir zât için oluşan kararlarıyle hilâfetin sıhhatinde âlimlerin
icmâı vardır. Devlet başkam seçimi işinin adedi mahdûd veya gayrımah-dûd şûraya
havalesi caiz olduğunda da âlimlerin icmâı vardır. Yine böyle halîfe ta'yîninin
vâcib olduğunda ve vucûbun aklî olmayıp şer'î olduğunda da âlimlerin icmâi
vardır. Yalnız A'sam ile bâzı Haricîler, devlet başkanı ta'yîninin vâcib
olmadığını iddia etmişlerdir.
[111] Başlığa uygunluğu "Şübhesiz o, müslümânlann
işlerini üzerine almaya en lâyıktır" sözlerinden alınır.
Umer'in bu ikinci
hutbesi, Peygamber'in vefatı günü heyecanından şaşırarak: "Muhammed
Ölmemiştİr. O muhakkak dönecektir" şeklinde kendisinden sâdır olan birinci
hutbesinden bir özür beyân etme gibi olmuştur. Bu ikinci hutbesini Ebû Bekr'e
Saîde oğullan sakîfesinde yapılan bey'atten sonra, mescidde-ki umûmî bey'at
töreninden önce yapmıştı,
Saîde oğulları
sakîfesi, daha önce de bildirildiği üzere, onların mühim hükümler ve kararlar
için toplantı yapmakta kullandıkları bir mekândır. Bu ha dîste bu bey aıiu
sakîtede nazır bulunmayanların bey'ati sebebiyle yapıldığına delâlet vardır...
(Kastallânî).
[112] Başlığa uygunluğu hadîsin son fıkrasından alınır. Çünkü
o fıkra, Peygamber'-den sonra halîfenin Ebû Bekr olacağını bildirir. Bunun bir
rivayeti Ebû Bekr'İn fazileti bâbi'nda da geçmişti. Bu hadîs Ebû Bekr'in
halifeliğine en açık delillerdendir... (Aynî).
[113] Başlığa uygunluğu "Nihayet Allah size
Peygamber'inin halîfesi ve Muhâcirler'i eliyle..." sözlerindedir.
Bu, kısaltılmış bir
rivayettir. Bunun aslını Humeydî el-Cem' Beyne's-Sahîhayn kitabında daha geniş
olarak getirmiştir.
"Develerin
kuyrukları ardından gidersiniz" demek, çöllerde deve çobanlığı yaparsınız
ma'nâsınadır. Çünkü onlar harbde yenilip de kendilerinden harb âletleri geri
alınınca, çöllere silâhsız olarak dönecekler ve artık onlar için develerinin
kendilerine sağlayacağı menfaatlerden başka bir yaşayışları olmayacaktır...
(Kastallânî).
[114] Câbir ile babası Semure, İkisi de sahâbîdir. Bu hadîsi
baba ile oğul müşterek olarak rivayet etmişlerdir. Emaret iddia eden oniki
kişinin Kureyş'ten olduklarım Semure rivayet ederek, oğlunun eksiğini
tamamlamıştır. Bununla beraber hadîs çok kısa bir metin ile rivayet edilmiştir.
Bunun İçin hadîsten istenen ma'-nâyı anlamakta güçlük çekilmiştir. Bâzıları bu
"Oniki emîr"in emaretleri Râ-şid Halîfeler'den sonra olduğunu,
bâzıları bunların emaretleri arka;arkaya bulunacağını, bâzıları bunların ayrı
ayrı zamanlara âid bulunduğunu, bâzıları hepsinin bir zamanda emirliğe
kalkışacaklarını iddia etmişlerdir. Enjmeşhûr tabiî âlimlerinden İbnu Ebî
Süfre, bu iddiaları sayıp döktükten sonra şöyle demiştir: Ben bu hadîsin
ma'nâsı hakkında kesin kanâat sahibi olan bir kimseye kavuşmadım. Fakat gâlib
bir zanna göre Rasûlullah, kendisinden sonra son derece acâib fitneler meydana
geleceğini, hattâ bir devirde halk, oniki emîrin arkasına takılarak fırkalara
ayrılacağım haber verip, ümmeti böyle içtimaî dağınıklık ve başıbozukluktan
sakmdirmıştır, denilebilir. Nitekim bu ihtilâflar, Râşid Halîfeler devrinden
sonra görülmüştür... (özetlenerek verilmiştir).
[115] Bunu İshâk ibn Râhûye kendi müsnedinde Saîd
ibnu'l-Müseyyeb yolundan rivayet etmiştir. Umer, Hişâm ibnu'l-Velîd'e: Kalk,
kadınları dışarı çıkar! demiş. O da teker teker kadınları dışarı çıkarmış,
nihayet Ümmü Ferve'yi de dışarı çıkarmıştır.
[116] Başlığa uygunluğu ma'nâsmdaki mübalağa bakımındandır.
Çünkü bunda evlerden çıkarma ve evleri ateşle yakma vardır...
Bunun birer rivayeti
Namaz Kitabı, "Cemâatle namaz babı" ve Mezâlİm'-de geçmişti (Aynî).
[117] "Paça" diye tercüme edilen lafız
"Mırmâfdır ki, kâh paçayla, kâh davarın tırnakları arasındaki ufak et
parçalarıyle tefsîr ediliyor. Bazen de ok ta'lîminde kullanılan demirsiz bir
nevi' okun adıdır deniliyor. Bir kavle göre de bir nevi' ok oyununda yenenin
kullandığı okun adıdır... ilk iki raa'nâya göre, bu da yiyecekle ilgili olursa
da diğer ma'nâlara göre maksad değişmiş olur. "Mırmâ-teyn"İn
"Haseneteyn" lafzıyle vasıflanması da ikinci ihtimâli
kuvvetlendiriyor. Buna göre cemâati terk edenleri, en hakîr dünyevî istifâde
ile en ma'nâsız oyunları bile uhrevîbüyük sevâbların aşağısında tutmakla
kötülemiş oluyor... (Tec-Tİd Ter, II, 493-494).
[118] Hadîsin başlığa uygunluğu son cüz'ünde olup,
başlıktaki soruyu açıklamaktadır. Bunda üç günden daha fazla müddetle
ayrılmanın cevazı vardır. Üç günden fazla ayrılmaktan nehye gelince, o nehiy,
ayrılması şer'î olmayan kimseye hamledilmiştir. Bu hadîs, uzun bir metinle
Mağâzî Kitabı, Tebûk gazvesi bâbı'-nda geçmişti. Kısaltılmış olarak başka
yerlerde de birçok kerreler geçti.