1- (Bâb:) Ve Yüce Allah'ın Şu Kavli :
2- İzârını Kibirlenmeksizin Yerde Sürüyen Kimse Babı
3- Elbiselerde Alt Tarafı Yukarı Kaldırıp Cemreme Yapmak
Babı
5- Elbisesini Kibirlenmekten Dolayı Uzatıp Yerde
Sürükleyen Kimse Babı
6- Saçaklı Elbise Gîyme(Nin Hükmü) Babı
7- Ridâ Denilen Elbiseler Babı
9- Gömleğin Ve Başkasının (Başın Çıkması İçin) Göğsünün''
Yanından Oyulan Yakası Babı
10- Seferde (İhtiyaçtan Dolayı) Yenleri Dar Bir Cübbe
Giyen Kimse Babı
11- Gazvede Yün Cübbe Giyilmesi Babı
12- Kaftan Ve İpek Ferrûce Babı
16- Başı Ve Yüzün Çoğunu Örtmek Babı
18- Bürde Çeşitleri. Hıbere Ve Semle Denilen Giyecekler
Babı
19- Kısa Ve Hamîsa Denilen Örtüler Babı
20- İştimâlıts-Sammâ Giyinişi Babı
21- Bir Tek Kumaş İçinde Sarınıp Bürünmek Babı
22- Damgalı Siyah Yün Kumaş Babı
26- İpek Kumaşı Giymeksîzin Eliyle Dokunan Kimse Bâbî
27- İpek Yaygı Edinme(Nin Hükmü) Babı
28- Kassî (Denilen İpek Kumaş) Giymek Babı
29- Kaşıntılı Hastalık Sebebiyle Erkeklere İpekli
Kumaştan Kullanmalarına Ruhsat Verilmesi Babı
30- Kadınlar İçin İpek Elbise (Kullanmanın Cevazı) Babı
32- Yeni Bir Elbise Giyen Kimseye Yapılacak Duâ Babı
33- Erkekler İçin Zağferân Sürünme(Nîn Nehyi) Babı
34- Zağferân Bitkisiyle Boyanmış Elbise(Nin Hükmü) Babı
37-Tabaklanmış Ve Tabaklanmamış Derilerden Yapılan
Ayakkabılar (Giyilmesi) Babı
38- Bâb: (Kadın, Erkek) Giymeye Sağ İf Ayakkabı İle Başlar
39- Bâb: İnsan Evvelâ Sol Ayakkabıyı Çıkarır
40- Bâb: İnsan Bir Tek Ayakkabı İle Yürümez
41- Bir Ayakkabında İki Tasma Olur Ve Geniş Bir Tasmayı
Da Câîz Gören Kimse Babı
42- (Tabaklanıp Boyanmış) Deriden Kırmızı Çâtmr Bâbi
43- Hasır Ve Benzeri Yaygılar Üzerine Oturmak Babı
44- (Yakaları Ve Yenleri) Alttn Düğmelerle Bağlanmış Elbise Babı
45- Altın Yüzükler (Takmanın Hükmüm Beyân) Babı
46- Gümüş Yüzük Takma(Nın Cevazı) Babı
50- Mühür Yüzüğün Nakşı (Ve Keyfiyeti) Babı
51- Mühür Yuzugun Küçük Parmakta Takılması Babı
53- Mühür Yüzüğü Taktığı Zaman Onun Kaşını ,Elinin İç
Tarafına Getiren Kimse; Babı
54- Peygamber(S)'İn: 'Hiç Kimse Kendi Yüzüğünün Kaşı
Üzerine (Bu Yazıyı) Nakşetmez" Sözü Babı
55- Bâb: Mühür Yüzüğün Nakşı Üç Satır Hâlife Yazılabilir Mi?
56- Kadınlar İçin Yüzük (Takmanın Hükmü) Babı
58- Gerdanlıkların Ariyet Alınması Babı
59- Kadınların Kulaklarına Altın, Gümüş, Boncuk Nevinden
Küpeler Takmalarımın Hükmü) Babı
60- Çocuklar İçin Olan Kokulu Boncuk Gerdanlık Babı
61- Bâb: Kadınlara Benzemeğe Çalışan Erkekler Ve
Erkeklere Benzemeğe Çalışan Kadınlar
62- Kadınlara Benzemeğe Çalışan Erkeklerin Evlerdi Dışarı
Çıkarılmaları Babı
63- Bıyığı Kesip Kırkma(Nın Müstehâblığı) Babı
64- Tırnakları Kesme(Nin Sünnetliği) Babı
65- Sakalları Bol Bırakmak Babı
66- Saç Ağarması Hakkında Zikrolunan Şeyler Babı
67- Baş-Ve Sakal Saçlarının Beyazlığını (Kına Gibi Bir
Madde İle) Boyamak Babı
68- Saçın Kıvırcık Olması Babı
69- Başın Saçlarını Zamk Gibi Yapıştırıcı Bir Madde
Sürmekle Birbirine Yapıştırıp Keçeleştirmek Babı
70- Başın Saçlarını Ortasından İkiye Ayırmak Babı
71- Baştan Sarkan Zülüf Ve Kâküller Babı
72- Baş Saçının Bir Kısmını Tıraş Edip Bir Kısmını Parça
Parça Bulutlar Gibi Bırakma(Nın Hükmü) Babı
73- Kadının Kendi Kocasına İki Eliyle Güzel Kokular
Sürmesi Babı
74- Başta Ve Sakaldaki Güzel Koku(Nun Hükmü) Babı
75- Tarakla Saçları Taramak Babı
76- Hayızlı Kadının Kendi Kocasının Saçını Taraması Babı
77- Saç Sakal Tarama Ve İşe Sağdan Başlama Babı
78- Misk Hakkında Zikredilen Şeyler Babı
79- Güzel Kokudan Kullanmanın Müstehâblığı Babı
80- Güzel Kokuyu Geri Çevirmeyen Kimse Babı
82- Güzellik İçin Dişlerinin Arasını Yontan Kadınlar(In
Kötülenmesi) Babı
83- Saçta (Başkasının Saçıyle) Ekleme Yapmak Babı
84- Yüzlerinin Tüylerini Yoldurtan Kadınlar Babı
85- Saçına Ekleme Yapılmış Kadın Bâbî
86- Bedenlere Döğme Yapan Kadın Babı
87- Bedenine Döğme Yapılmasını İsteyen Kadın Babı
89- Suret Yapan Musavvirlerin Kıyamet Günündeki Azâbları
Babı
92- Sûretli Ve Resimli Şeyler Üzerine Oturmayı Sevmeyen
Kimse Babı
93- Tasvirler Bulunan Yerde Namaz Kılmanın Keraheti Babı
95- İçinde Suret Bulunan Eve Girmeyen Kimse Babı
96- Suret Yapıcıya La'net Eden Kimse Babı
98- Binicinin Binek Üzerinde Arka Tarafına Başka Birini
Bindirmesi Babı
99- Bir Binek Hayvanı Üzerine Üç Kişinin Binmesi Babı
100- Binek Sahibinin Başka Bir Kimseyi Ön Tarafına Bindirmesi
Babı
101- Binek Üzerindeki Binicinin Arka Tarafına Başka
Birini Bindirmesi Babı
102- Binek Üzerinde Kadını Erkeğin Arka Tarafına
Bindirme(Nin Cevazı) Babı
103- Sırtüstü Yatmak Ve Ayağın Birini Diğeri Üzerine
Koymak Babı
Rahman ve Rahîm olan Allah 'in ismiyle
(Giyilen
Şeyler - ve Hükümleri- Kitabı)
"De ki: Allahhn
kullan için çıkardığı zîneti, temiz ve hoş rızıkları kim haram etmiş. De ki:
Onlar dünyâ hayâtında îmân edenler içindir. Kıyamet günü ise yalnız onlara
mahsûstur. İşte biz âyetleri, bilirler için böyle tafsil ederiz" (el-A'râf:
32) [2].
Peygamber (S) de:
"(Ey mü'minler)
israf etmeksizin ve kibirlenmeksizin yiyiniz, içiniz, giyiniz, sadaka
veriniz!" buyurmuştur [3].
İbn Abbâs da: İki şey;
israf ve kibir günâhları sana tecâvüz etmediği müddetçe, halâldan her
istediğini ye, her istediğini giy, demiştir [4].
1-.......Bana
Mâlik, Nâfi'den, Abdullah ibn Dînâr'dan ve Zeyd ibn Eslem'den tahdîs etti ki,
bunların üçü de Mâlik'e İbn Umer(R)'den şöyle haber veriyorlardı: Rasûlullah
(S): "Elbisesini kibirle yerlerde sürüyen kimseye Allah (merhamet bakışı
ile) bakmaz" buyurmuştur [5].
2-.......Bize
Mûsâ ibn.Ukbe, Salim ibn Abdillah'tan; o da babası Abdullah ibn Umer(R)'den
tahdîs etti ki, Peygamber (S):
— "Büyüklenerek
izârını (uzatıp yerde) sürükleyen kimseye Allah kıyamet günü (merhamet
bakışıyle) bakmaz" buyurmuştur.
Ebû Bekr es-Sıddîk:
— Yâ Rasûlallah! Benim
izânmın yanlarından birisi -ben onu sürünmekten koruyup dikkat etmezsem-
muhakak sarkar (yerde sürünür), dedi.
Peygamber de ona:
— "Sen bu sarkıtmayı büyüklenmek için yapanlardan
değilsin" buyurdu [6].
3-.......Ebû
Bekre (R) şöyle demiştir: Biz Peygamber'in yanında bulunurken güneş tutuldu.
Bunun üzerine Peygamber (S) kalkıp acele ile elbisesini ardından sürükleye
sürükleye yürüdü, nihayet mescide geldi. İnsanlar (mescidden çıkmalarının
ardından) hemen mescide döndüler. Peygamber insanlara iki rek'at namaz
kıldırdı. Güneş de açıldı. Sonra Peygamber bize yöneldi ve:
— "Şübhesiz Güneş
ve Ay, Allah 'in âyetlerinden iki âyettir. Siz bu âyetlerden böyle birşey
gördüğünüz zaman, hemen namaz kılın ve açılıncaya kadar Allah'a dua
ediniz!" buyurdu [7].
4-.......Ebû
Cuhayfe (Vehb ibn Abdillah es-Suvâî-R) şöyle demiştir: Ben Bİlâl'i gördüm ki,
o bir harbe getirdi de, onu dikti. Sonra da namaza ikaamet etti. Bunun üzerine
Rasûlullah'ı gördüm ki, O (kırmızı) bir takım elbise giyinmiş ve çemrenmiş
olarak çadırından çıktı da, o dikilen harbeye doğru oradaki insanlara iki
rek'at namaz kıldırdı. Bu sırada gördüm ki, Rasûlullah(S)'ın önünden, dikili
harbenin arkasından insanlar, hayvanlar geçip gidiyorlardı [8].
'Elbisenin iki
topuktan aşağı sarkanı ateştedir"
5-.......Bize
Saîd ibnu Ebî Saîd el-Makburî, Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber
(S): "İzâr denilen elbisenin iki topuktan aşağı sarkanı ateştedir"
buyurmuştur [9].
6-.......Bize
Mâlik, Ebu'z-Zinâd'dan; o da el-A'rec'den; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi
ki, Rasûlullah (S): ''Allah azgınlık ve kibirden dolayı izârını uzatıp yerde
sürükleyen kimseye kıyamet gününde (merhamet bakışıyle) bakmaz"
buyurmuştur.
7-.......Bize
Muhammed ibn Ziyâd tahdîs edip şöyle dedi: Ben Ebû Hureyre(R)'den işittim,
şöyle diyordu: Peygamber (S) -yâhud: Ebû'I-Kaasım (S)-şöyle buyurdu: "Bir
adam takım elbisesi içinde, kendini beğenmiş ve başının saçlarını omuzlarına
kadar sarkıtmış hâlde çalımlı çalımlı yolda yürüdüğü sırada, Allah onu birden
yere geçiri-verdi de, artık o kimse kıyamet gününe kadar kalmak üzere yerin içine
doğru gömülüp gidiyordu".
8-.......
Bana el-Leys tahdîs edip dedi ki: Bana Abdurrahmân ibn Hâlid, İbn Şihâb'dan; o
da Sâlim'den tahdîs etti. Ona da babası Abdullah ibn Umer (R) şöyle tahdîs
etmiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "(Eski ümmetlerden) bir kimse
izânm yerde kibirle sürüdüğü sırada birden yere batırıldı da, artık o kimse
kıyamete kadar kalmak üzere yerin içine gömülüp gidiyordu".
Bu hadîsi ez-Zuhrî'den
rivayet etmekte Yunus ibn Yezîd, Abdurrahmân ibn Hâlid'e mutâbaat etti. Bu
hadîsi Şuayb ibn Ebî Hamza, Zuhrî'den; o da Ebû Hureyre'den senediyle rivayet
etti de, Peygam-ber'e yükseltmedi.
9-.......Bize
babam Cerîribn Hazım haber verdi ki, amcası Cerîr ibn Zeyd şöyle demiştir: Ben
Salim ibn Abdillah ibn UmerMe beraber, onun kapısının önünde bulundum. Bu
hâlde İbn Umer'in oğlu Salim: Ben Ebû Hureyre'den işittim; o da Peygamber(S)'den
işitti diyerek, yukarıki hadîs tarzında söyledi [10].
10-.......Bize
Şu'be tahdîs edip şöyle dedi: Ben Muhârib ibn Disâr'a bir at üzerinde kavuştum.
Kendisi Kûfe'de mahkeme hâkimliği yapmakta olduğu yere gitmekte idi. İşte orada
kendisine bu hadîsi sordum. Bunun üzerine bana tahdîs edip şöyle dedi: Ben
Abdullah ibn Umer(R)'den işittim, şöyle diyordu: Rasûlullah (S):
— "Kibirden dolayı elbisesini yerde
sürükleyen kimseye Allah kıyamet gününde (merhamet bakışıyle) bakmaz"
buyurdu.
Şu'be dedi ki: Ben
Muhârib'e:
— Abdullah ibn Umer bu hadîsinde izânm zikretti
mi? diye sordum.
Muhârib:
— Abdullah izâr ve
gömlek diye tahsis yapmadı (izâr, gömlek ve diğerlerini şâmil olarak
"Elbise" ta'birini kullandı), dedi.
Bu hadîsi İbn
Umer'den; o da Peygamber'den "Elbise" lafzıyle rivayet etmesinde
Muhârib ibn Disâr'a Cebele ibnu Suhaym, Zeyd ibu Eşlem, Zeyd ibn Abdillah
mutâbaat etmişlerdir.
el-Leys de Nâfi'den; o
da İbn Umer'den bunun benzerini söylemiştir.
Mûsâ ibn Ukbe, Umer
ibnu Muhammed, Kudâme ibnu Mûsâ üçlüsü de "Elbisesini büyüklenerekyerde
sürükleyen kimse..." hadîsini İbn Umer'den; o da Peygamber'den rivayet
etmekte, Nâfi'e mutâbaat etmişlerdir [11].
ez-Zuhrfnin, Ebû Bekr
ibn Muhammed'in, Hamza ibn Useyd'in, Muâviye ibn Abdillah ibn Ca'fer'in (yânî
bu dördünün de) saçaklı elbiseler giymiş oldukları zikrolunuyor [12].
11-.......Peygamber'in
zevcesi Âişe (R) şöyle demiştir: Rifâa el-Kurazî'nin karısı Rasûlullah'a geldi.
Ben oturmakta idim. Rasûlul-lah'ın yanında Ebû Bekr de vardı. Kadın:
— Yâ Rasûlallah! Ben
Rifâa'nın nikâhı altında idim. Rifâa beni boşamış ve boşanmamı
kesinleştirmişti. Ondan sonra ben Abdurralı-mân ibnu'z-Zubeyr ile evlenmiştim.
Fakat hakikat şu ki, vallahi yâ Rasûlallah, Abdurrahmân'daki erkeklik âleti şu
elbise saçağı gibi gevşektir, dedi.
Kadın bunu söylerken
kendi üst örtüsünden bir saçak tuttu (da gevşekliği onunla ta'rîf etti).
Âişe dedi ki: Bu
sırada kapının önünde duran ve kendisine henüz içeriye girme izni verilmemiş
olan Hâlid ibn Sa'd da kadının bu sözünü işitti.
Âişe dedi ki: İşte bu
Hâlid:
— Yâ Ebâ Bekr!
Rasûlullah'm huzurunda açık saçık söylemekte olan bu kadını böyle söylemekten
nehyetmelisin! dedi.
Vallahi Rasûlullah,
gülümseme üzerine birşey artırmadı ve kadına:
— "Sanırım ki, sen eski kocan Rifâa'ya
dönmek istiyorsun. İkinci kocan Abdurrahmân senin balçığından tutmadıkça, sen
de onun balçığından tatmadıkça bu olamaz (ona varamazsın)" buyurdu.
Rasûlullah'm bu
kıssada söylediği hüküm, bundan sonra değişmez bir sünnet (yânî kaanûn) oldu [13].
Enes: Bir bedevi
Peygamber(S)'in ridâsını çekti, demiştir [14].
12-.......Alî
(R) şöyle demiştir: (Hamza'nın sarhoşken benim develerimi öldürmesini
Peygamber'e söyleyince) Peygamber (S) ridâ-sını isteyip onu giydi. Sonra
yürüyerek gitti. Ben ve Zeyd ibn Harise arkasından O'nu ta'kîb ettik. Nihayet
Hamza'nın bulunduğu eve geldi. İçeriye girmek için izin istedi. İçeridekiler
gelenlere izin verdiler [15].
Ve Yüce Allah'ın Yûsuf
Peygamber'den hikâye ettiği şu kavli:
"Şu benim
gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne koyun, o iyice görür bir hâle gelir...
'* (Yûsuf: 93)[16].
13-.......Bize
Hammâd, Eyyûb'dan; o da Nâfi'den; o da İbn Umer(R)'den şöyle tahdîs etti': Bir
adam:
— Yâ Rasûlallah! İhrama
giren kimse elbiselerden ne giyer? diye sordu.
Bunun üzerine
Peygamber (S):
— "İhrama giren kimse ne gömlek, ne
donlar, ne bornûs, ne de ayakkabı giyer. Ancak na'leyn bulamadığı takdirde
topuklardan aşağıda olan birşey giysin!" buyurdu [17].
14-.......Câbir
ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Abdullah ibn Ubeyy'in yanma, o
ölüp de kabrine girdirilmesinden sonra geldi. Peygamber onun çıkarılmasını
emretti, o da kabrinden çıkarıldı ve Peygamber'in iki dizleri üzerine konuldu.
Peygamber kendi tükrüğünden onun üzerine nefes etti ve kendi mübarek gömleğini
ona giydirdi. (Peygamber'in kendi gömleğini ona giydirmesinin sebebini) Allah
en bilendir [18].
15-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Abdullah ibn Ubeyy vefat ettiği zaman onun oğlu
Abdullah, Rasûlullah'a geldi ve:
— Yâ Rasûlallah!
Gömleğini bana versen de babamı onun içine kefenlesem, namazını da kılsanız ve
onun için Allah'tan mağfiret is-teyiverseniz! dedi.
Rasûlullah, Abdullah'a
gömleğini verdi ve ona:
— "Cenazenin hazırlanmasını bitirdiğin
zaman bize bildirin" buyurdu.
Abdullah babasının
cenazesini hazırlayıp bitirince bunu Rasûlullah'a bildirdi. Rasûlullah da onun
cenaze namazını kıldırmak için gitti. Namazını kıldıracağı sırada Umer,
Rasûlullah'ı çekti de:
— Allah seni
münafıklar üzerine namaz kılmaktan nehyetmedi mi?
Yüce Allah "Onlar
için istiğfar et yâhud istiğfar etme. Eğer onlar için yetmiş defa istiğfar
dahî etsen yine Allah kendilerini asla mağfiret edecek değildir... "
(et-Tevbe: 80) buyurdu, dedi.
Bunun üzerine:
"Onlardan ölen hiçbir kimseye ebedî dua etme. (Defn ve ziyaret için)
kabrinin başında da durma. Çünkü onlar Allah yı ve Rasûlü 'nü inkâr ile kâfir
oldular, onlar fâşıklar olarak öldüler'1' (et-Tevbe: 84) âyeti indi. Bu âyetten
sonra artık Rasûlullah, ölen münafıklar üzerine cenaze namazı kıldırmayı
terketti [19].
16-.......Bize
İbrâhîm ibn Nâfi' el-Mahzûmî, el-Hasen ibn Müslim'den; o da Tâvûs'tan tahdîs
etti ki,Ebû Hureyre(R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) cimri ile sadaka verici
cömert kimsenin mesellerini şu iki adamın meselleri gibi beyân etti: "Bu
iki adamın üzerinde demirden birer cübbe vardır. Bu cübbe onların ellerini
memelerine ve köprücük kemiklerine doğru sıkıştırıp zorlamıştır. Sadaka verici
kişi bir sadaka verdiği zaman o cübbe onun bedeninden yayılıp genişler, hattâ
onun ayak parmaklarının uçlarını bile kaplar da ayak izlerini siler giderir.
Cimri ise bir sadaka vermek kasdettikçe cübbesi daralmaya başlar ve herbir
halka, vücûdun kendisine değen yerini yakalayıp (şiddetle) sıkar".
Ebû Hureyre dedi ki:
Ben Rasûlullah'ı parmağıyle yakasına doğru şöyle diye işaret ederken gördüm.
Eğer sen onu cübbesini genişletmeye çalışır, cübbenin de genişlemez olduğunu
göreydin (elbette hayret ederdin)!
Tâvûs'un oğlu
Abdullah, babasından; o da Ebû Hureyre'den senediyle el-Hasen ibn Müslim'e
mutâbaat etti. Ebu'z-Zinâd da el-A'rec'den; o da Ebû Hureyre'den senediyle
"İki cübbe" sözüyle rivayette yine el-Hasen ibn Müslim'e mutâbaat etti.
Hanzala da şöyle
demiştir: Ben Tâvûs'tan işittim, şöyle diyordu: Ben Ebû Hureyre'den işittim,
"İki cübbe" sözünü söylüyordu. Ca'fer ibn Rabîa da el-A'rec'den
"İki cünne" yânî "İki kalkan" sözünü söylemiştir [20].
17-.......el-Mııgîre
ibn Şu'be (R) tahdîs edip şöyle demiştir: Peygamber (S) bir hacetini yerine
getirmek için gitti. O işini bitirdikten sonra dönüp geldi. Bu sırada ben
kendisini su alıp karşıladım. Ab-dest aldı. Üzerinde bir Şâm cübbesi vardı.
Ağzını çalkaladı, burnuna su çekti, yüzünü yıkadı. Akabinde o cübbenin
yenlerinden ellerini sıvayıp çıkarmaya davrandı. Yenler çok dar idiler. (Bu
sebeble ellerini sığayıp çıkaramadı.) Bu sefer ellerini cübbenin aşağısından
dışarı çıkardı ve onları da yıkadı. Başı ile ayaklan üzerine de meshetti [21].
18-.......el-Mugîre
ibn Şu'be (R) şöyle demiştir: Ben bir seferde bir gece Peygamber'le birlikte
idim» Bana:
— "Yanında su var mı?" diye sordu.
Ben:
— Evet var, dedim. :
Bunun üzerine
bineğinden indi de gecenin karanlığı içinde benden iyice gizleninceye kadar
yürüdü. Sonra geldi. Ben O'na kaptan su döktüm, O da yüzünü ve ellerini yıkadı.
Üzerinde yünden yapılmış bir cübbe vardı. Peygamber kollarını ondan dışarıya
çıkarmaya muktedir olamadı. Nihayet kollarını cübbenin aşağı tarafından
çıkardı da, öyle yıkadı. Sonra başını meshetti. Sonra ben ayakkabılarını çıkarmak
için ellerimi uzattım.
— "Onlara ilişme! Çünkü ben ayaklarımı
temiz oldukları hâlde (yânî abdestli iken) onların içine soktum" buyurdu,
ve ayakkabıları üzerine meshetti [22].
-Ki bu
"Ferrûce" de kaftandır- "Ferrûce", arkasında yarığı olan
kaftandır, denilir [23].
19-.......el-Mısver
ibn Mahrame (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) sahâbîlerine birçok kaftanlar
dağıttı da bunlardan Mahrame'ye birşey vermemişti. Bunun üzerine Mahrame, oğlu
Mısver'e hitaben:
— Ey oğulcuğum! Haydi beraber Rasûlullah'a
gidelim, dedi. (Mısver dedi ki:) Ben, babam Mahrame'nin beraberinde gittim.
O bana:
— Haydi Peygamber'in yanma gir de O'nu bana
çağır! dedi.
Mısver dedi ki: Ben
Rasûlullah'ı babam için da'vet ettim. Rasûlullah omuzunda bu kaftanlardan bir
kaftan olduğu hâlde, babamın yanma çıktı ve:
— "Bunu senin için sakladım!"
buyurdu.
Mısver dedi ki: Babam
kaftana baktı da kendisi (yânı Rasûlullah):
— "Mahrame razı oldu" dedi [24].
20- Bize
Kuteybe ibn Saîd tahdîs etti. Bize el-Leys, Yezîd ibn Ebî Habîb'den tahdîs etti
ki, Ukbe ibnu Âmir (R) şöyle demiştir: Rasû-lullah(S)'a bir ipek ferrûc hediye
edilmişti. Onu giydi, sonra içinde namaz kıldı. Namazdan çıktıktan sonra onu
istemez gibi bir tavır içinde bedeninden şiddetle çıkardı. Sonra:
— "Bu, mutta
kilere yaraşmaz!" buyurdu.
Bu hadîsi el-Leys'ten
rivayet etmekte Abdullah ibn Yûsuf, Kuteybe ibn Saîd'e mutâbaat etmiştir.
Abdullah ibn Yûsuf'tan başkası "Ferrûcun harîrun = İpek bir ferrûce"
şeklinde söylemiştir [25].
Buharı dedi ki: Bana
Müsedded ibn Muserhed söyledi: Bize Mu'temir tahdîs edip şöyle dedi: Ben babam
Süleyman ibn Tarhân'dan işittim: Ben Enesin üzerinde kalın ipekten sarı bir
bornus gördüm, dedi [26].
21-.......Bana
Mâlik, Nâfi' den; o da Abdullah ibn Unıer(R)' den şöyle tahdîs etti: Bir adam:
— Yâ Rasûlallah!
İhrama giren kimse elbiselerden ne giyer? diye sordu.
Rasûlullah (S):
— "Gömlekler,
sarıklar, donlar, bornuslar, ayakkabılar giymez. Ancak na'leyn bulamayan kimse
ayakkabı giysin de topuklardan aşağısına kadar kessin. Bir de cehri ve
zağferânla boyanmış kumaştan yapılı elbiseler giymez" buyurdu [27]
22-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne, Amr ibn Dinar'dan; o da Câbir ibn Zeyd'den; o da İbn
Abbâs(R)'tan tahdîs etti ki, Peygamber (S): "(İhrâm'da) izâr bulamayan
serâvîl (yânı don) giysin, na'leyn bulamayan da (topuklardan aşağı olan)
huffeyn{ = iki mest) giysinf'bu-yurmuştur.
23-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Bir adam ayağa kalktı da:
— Yâ Rasûlallah!
İhrama gireceğimiz zaman bize ne giymemizi emir buyurursun? dedi.
Rasûlullah:
— "Gömlek,
serâvîl, başlıklar, bornuslar, ayakkabılar giymeyiniz. Ancak iki terliği
bulunmayan kimse olursa, o topuklardan aşağıda olan ayakkabılar giysin. Bir de
kendisine vers vey.â zağferân bitkisi boyaları dokunmuş elbiselerden hiçbirini
giymeyiniz" buyurdu.
24-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Salim, babası Abdullah ibn Umer(R)'den haber verdi ki,
Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "İhrama giren kimse ne gömlek, ne sarık,
ne don, ne bornus, ne cehrî veya zağferânla boyanmış bir kumaş, ne ayakkabı
giyer. Ancak iki terlik bulamayan kimse için ayakkabı giyme ruhsatı vardır.
Şöyle ki, iki terlik bulamayan kimse, ayakkabıları topukların aşağısından
keser" [28].
İbn Abbâs: Rasûlullah
(S) başı üzerine siyah bir kumaş parçası çatıp dolamış olduğu hâlde dışarı
çıktı, demiştir [30].
Enes de: Peygamber (S)
başı üzerine bir bürde kenarını sarıp doladı, demiştir [31].
25-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Müslümanlardan birçok adamlar Habeşistan'a muhacir olarak
gittiler. Ebû Bekr de muhacir olmak üzere hazırlık yapmıştı. Bu sırada
Peygamber (S) ona:
— "Sabret, çünkü ben, bana da (hicret
için) izin verileceğini ümîd etmekteyim" buyurdu.
Bunun üzerine Ebû
Bekr:
— (Yâ Rasûlallah!)
Babam anam Sana feda olsun! Böyle bir izin gelmesini umuyor musun? dedi.
Rasûlullah da:
— "Evet umarım!" diye cevâb verdi.
Bu sebeble Ebû Bekr de
Peygamber'e hicrette yoldaşlık etmek • üzere hemen hareket etmekten vazgeçip
kendini alıkoydu. Bu arada Ebû Bekr, evinde bulunan kuvvetli iki binek devesini
dört ay ağaç yapraklanyle ev içinde besledi.
Râvî Urve dedi ki:
Âişe şöyle dedi: Bir gün biz güneşin en sıcak zamânında.Ebû Bekr'in evinde
oturuyorduk. Ev halkından biri Ebû Bekr'e:
— İşte Rasûlullah,
bize gelmesi alışılmış olmayan bir saatte başını bir sargı ile sarıp örtmüş
olarak geliyor! dedi.
Ebû Bekr de:
— Babam anam O'na feda
olsun! Vallahi O'nu bu saatte buraya muhakkak mühim bir iş getirmiştir! dedi.
Akabinde Peygamber
geldi, içeri girmeye izin istedi, Ebû Bekr
O'na izin verip
buyurun dedi. Bunun üzerine içeriye girdi. Girdiği zaman Ebû Bekr'e:.
— "Yanında kim varsa dışarı çıkar!"
buyurdu, Ebû Bekr de:
— Babam Sana feda olsun yâ Rasûlallah! Onlar
ancak Sen'in ehlin ve mahremindir (yabancı yoktur)! dedi.
Rasûlullah:
— "Bana Mekke'den çıkmak hususunda izin
verilmiştir"buyurdu.
Ebû Bekr de:
— Yâ Rasûlallah! Babam Sana feda olsun! Ben de
sohbetinde ve beraberinde bulunmak isterim! dedi.
Rasûlullah:
— "Evet (sen de berâberimdesin)/"
buyurdu.
Ebû Bekr:
— Babam Sana feda
olsun, yâ Rasûlallah! Şu ikfbineîrdeVefn-den birini al! dedi.
Peygamber:
— "Ancak bedeliyle alırım" buyurdu.
Âişe dedi ki: Biz
Rasûlullah ile Ebû Bekr'in sefer malzemelerini çabucak hazırladık. Her ikisi
için bir dağarcık içinde bir mikdâr azık düzenleyip bir sofra olarak koyduk.
Ağzı bağlanacağı sıra Ebû Bekr'in kızı kardeşim Esma, belinin kuşağından bir
parça kesip ayırdı da onunla dağarcığın ağzını bağladı. İşte bundan dolayı
Esmâ'ya "Zâtu'n-Nitâkayn = İki Kuşaklı" diye isim verildi. Sonra
Rasûlullah ile Ebû Bekr Sevr denilen dağdaki bir mağaraya ulaştılar. Ve orada
üç gece kaldılar. Her gece yanlarında Ebû Bekr'in oğlu Abdullah gecelerdi.
Abdullah çabuk anlayışlı, kavrayışlı, taze bir gençti. Seher vakti Rasûlullah
ile Ebû Bekr'in yanlarından, Mekke'de gecelemiş gibi Ku-reyş ile sabaha
ulaşırdı. Abdullah Rasûlullah ile Ebû Bekr hakkında Kureyş müşriklerinin
hilelerinden duyduğu şeyleri ezberinde tutar, tâ karanlık basınca gelir,
Rasûlullah ile babası Ebû Bekr'e haber verirdi. Ebû Bekr'in kölesi Âmir ibn
Fuheyre (o civarda) bol sütlü sağmal koyun otlatır ve akşamdan bir müddet geçtiğinde
Rasûlullah ile Ebû Bekr'e getirirdi. Onlar da taze süt içerek gecelerlerdi.
Nihayet gecenin sonunda Âmir ibn Fuheyre (mağaranın önüne gelir) sağmal koyuna
seslenirdi (ve alır, yaymağa götürürdü). Rasûlullah ile Ebû Bekr'in mağarada
bulundukları üç gecenin hepsinde Âmir süt işini böyle te'mîn ederdi [32].
26-.......
Bize Mâlik, ez-Zuhrfden; o da Enes(R)'ten tahdîs etti ki, Peygamber (S) Fetih
yılında Mekke'ye, başında miğfer olduğu hâlde girmiştir [33].
Habbâb ibnu'l-Erett:
Peygamber (S) Ka'be'nin gölgesinde bürdesini yastık ederek dayandığı sırada kendisine
geldik de müşriklerin ezalarından şikâyet ettik... demiştir [34].
ücretle tutmak
bâbı"nda kısaltılmış olarak; "Peygamberin hicreti bâbı"nda çok
uzun bir metinle geçmişti.
27-.......Enesibn
Mâlik (R) şöyle demiştir: Ben Rasûhıllah(S)'ın beraberinde yürüyordum.
Rasûlullah'm üzerinde Necrân dokumalarından kalın kenarlı bir bürde (yânî
kaftan) bulunuyordu. Bir çöl Arab'ı bize yetişti de Rasûlullah'ın ridâsım
şiddetli bir çekişle çekti. Hattâ ben o sırada Rasûlullah'm boynu ile omuzlan
arasına baktım da bedevinin ridâyı şiddetle çekmesinden ridânın kaim kenarı
Rasûlullah'm boyun safhasında iz bırakmıştı. Bundan sonra bedevî,
Ra-sûlullah'a hitaben:
— Yâ Muhammedi Yanında
bulunan Allah malından bana bîr-şey verilmesini emret! dedi.
Bunun üzerine
Rasûlullah, bedeviye doğru (şefkatle) baktı, sonra güldü, sonra da ona bir mikdâr
atıyye verilmesini emretti [35].
28-......
Sehl ibn Sa'd (R) şöyle demiştir: Bir gün bir kadın ke-harli dokunmuş bir bürde
ile geldi.
Sehl, râvîsine:
— Sen bürde nedir
bilir misin? diye sordu.
O da:
— Evet bilirim. Bürde,
kenarında saçaklar bırakılarak dokunmuş bir semledir, dedi.
(Sehl devamla şöyle
dedi:) O kadın:
— Yâ Rasûlallah! Bu
bürdeyi ben kendi elimle dokudum, onu Sana giydireceğim! dedi.
Bunun üzerine
Rasûlullah o bürdeyi aldı, zâten kendisinin böyle bir bürdeye ihtiyâcı vardı.
Sonra Rasûlullah bu bürde sırtında onun izârı olmuş hâlde bizim yanımıza çıktı.
Oradaki topluluktan bir sa-hâbî bu bürdeye eliyle dokundu da:
— Yâ Rasûlallah! (Bu ne güzelmiş!) Bunu bana
giydir! dedi. Rasûlullah:
— "Evet" buyurdu ve mecliste Allah'ın
dilediği kadar oturdu. Sonra evine döndü, akabinde o bürdeyi sırtından çıkarıp
dürdü. Sonra da onu isteyen adama gönderdi. Mecliste bulunan topluluk o zâta:
— Sen bunu iyi etmedin, Peygamber'in hiçbir
isteyeni reddetmez olduğunu bildiğin hâlde bunu O'ndan istedin (Peygamber'in
ise buna ihtiyâcı vardı), dediler.
Bunun üzerine o zât:
— Vallahi bu bürdeyi
giymek için istemedim. Ben onu ancak öldüğüm gün benim kefenim olsun diye
istedim, dedi.
Sehl: Hakîkaten bu
bürde o zâtın kefeni oldu, demiştir [36].
29-.......
Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah(S)'tan işitim:
— "Ümmetimden öyle bir zümre cennete girer
ki, onlar yetmiş bindir, yüzleri de ayın ışık saçması gibi ışık saçar"
buyuruyordu.
Bu sırada Ukâşe ibn
Mıhsan el-Esedî, üzerine kaplan derisi gibi çizgili bir semle kaldırarak:
— Yâ Rasûlallah! Beni
de onlardan kılması için Allah'a duâ edi-ver! dedi.
Rasûlullah (S)
da:
— "Yâ Allah! Bunu da onlardan kıl!"
diye duâ etti.
Bundan sonra Ensâr'dan
bir adam da ayağa kalktı ve:
— Yâ Rasûlallah! Beni de onlardan kılmasına
Allah'a duâ edi-ver, dedi.
Rasûlullah:
— "Bu hususta Ukâşe senin önüne
geçti" buyurdu [37].
30-.......Bize
Hemmâm ibn Yahya, Katâde'den; o da Enes'ten tahdîs etti.
Katâde dedi ki: Ben
Enes'e:
— Peygamber(S)'e en
sevimli olan elbise hangisi idi? diye sordum.
Enes:
— Hibere idi, dedi.
31-.......Enes
ibn Mâlik (R): Peygamber(S)'e en sevimli elbise hibere (ve "Bürdü
Yemânî" denilen çubuklu) elbise giymekti, de-mistir.
32-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Ebû Seleme ibnu Abdirrahmân ibn Avf haber verdi. Ona da
Peygamber'in zevcesi Âişe (R): Rasûlullah (S) vefat ettiğinde beyaz hıbre bürdü
ile örtüldü, diye haber vermiştir [38].
33-.......İbn
Şihâb şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibnu Abdillah ibn Utbe haber verdi ki,
Âişe ile İbn Abbâs (R), ikisi de şöyle demişlerdir: Rasûlullah (S) son
hastalığında (çektiği zahmetten dolayi) yanında bulunan bir hamîsayı yüzüne
örter dururdu. Hamîsa kendisine sıkıntı verdikçe yine atıp yüzünü açardı. İşte
o hâlde iken: "Allah'ın la'neti Yahûdîler'in ve Hnstiyanlar'in üzerine
olsun. Onlar peygamberlerinin kabirlerini kendilerine mescidler edindiler"
buyurdu ki, maksadı, onların yaptıklarından ümmeti sakındırmaktı [39].
34-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) bir defasında üstünde damgalar bulunan bir
hamîsa içinde namaz kıldı. Namaz esnasında üstündeki damgalara bir göz atıp
bakmıştı. Namazdan selâm verip çıkınca:
— "Benim şu
hamîsamı Ebû Cehm'e (geri) götürün deAdiyy ibn Ka'b oğulları'ndan Ebû Cehm ibn
Cehm ibn Huzeyfe ibn Gânim'în enbicâniyyesini bana getirin. Çünkü bu hamîsa,
biraz önce beni namazımdan meşgul etti" buyurdu [40].
35-.......Bize
Eyyûb, Humeyd ibn Hilâl'den tahdîs etti ki, Ebû Burde şöyle demiştir: Âişe (R)
bize bir kisâ ve kaba bir izâr çıkardı da:
— Peygamber(S)'in ruhu
işte bu ikisi içinde kabzolundu, dedi [41].
36-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) mülâbeseden (el dokundurma
alışverişinden), munâbezeden (birbirine atma suretiyle yapılan alışverişten)
nehyetti. İki namazdan da nehy buyurdu: Fecr namazından sonra güneş doğuncaya
kadar, ikindi namazından sonra da güneş batmcaya kadar namaz kılmaktan nehy buyurdu.
Ve yine insanın bir tek elbise içinde avret yeri üzerinde onunla gök arasında
elbiseden hiçbirşey olmayarak (yânı avret yerini örtmeyerek) ihtibâ etmesinden
ve iştimâlu's-sammâ giyinişiyle libâsa bürün-mesinden nehy buyurdu [42].
37-.......Ebû
Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) iki türlü giyinişten ve iki
türlü alışverişten nehyetti. Alışverişte mulâme-seden ve munâbezeden nehyetti.
Mulâmese, bir kimsenin gece veya gündüz eliyle diğer birinin kumaşına
dokunmasıdır. Bu adam o kumaşı alt üst etmez, sâdece böyle el dokundurur. Munâbeze
ise bir adamın kendi kumaşını diğer adama doğru atması ve diğer adamın da kendi
kumaşını atmasıdır, ve bu atışma, kumaşa bakmaksızın ve aralarında bir
rızâlaşma da olmaksızın onların zoraki alışverişleri olur.
İki türlü giyinişin
biri iştimâlu's-sammâ'dır. "es-Sammâ", insanın sevbini, ihramını iki
omuzundan biri üzerine koyması ve iki şıkkından birinin açılması, üzerinde
hiçbir sevb bulunmamasıdır. Diğer giyiniş ise insamn büründüğü kumaştan bir
parçasını ferci üzerinde bu-lundurmaksızm, oturur hâlde kendi kumaşıyle ihtibâ
etmesi, yânî onu sarınıp bürünmesidir [43].
38-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) iki türlü giyinişten (ihtibâ ve
istimal giyinişlerinden) nehyetti. İnsanın, büründüğü kumaşın bir parçasını
avret yeri üzerinde bulundurmaksızm bir tek kumaşa sarınıp bürünmesinden ve
insanın iki şıkktan biri üzerinde birşey bulunmayarak bir tek kumaşla
bürünmesinden nehyetti. Bir de mulâmese ve munâbeze sûretleriyle alışveriş
yapmaktan nehyetti.
39-.......
Bize İbn Cureyc haber verip şöyle dedi: Bana İbn Şihâb, Ubeydullah ibn
Abdillah'tan; o da Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S)
iştimâlu's-sammâ giyinişinden ve insanın, ferci üzerinde birşey yokken bir tek
kumaş içinde sarınıp bürünmesinden nehyetmiştir [44].
40-.......Bize
İshâk ibn Saîd, babası Saîd ibnu Fulân'dan -ki o Amr ibnu Saîd ibni'I-Âs'tır-;
o da Hâlid ibnu Saîd'in kızı Ümmü Hâ-lid'den tahdîs etti ki, bu kadın şöyle
demiştir: Peygamber(S)'e birçok elbiseler getirilmişti. Bunların içinde bir
küçük siyah yün kumaş vardı. Peygamber oradaki topluluğa:
— "Bu küçük siyah yün kumaşı kime
giydirelim diye düşünürsünüz?" diye sordu.
Topluluk susup cevâb
vermedi. Peygamber:
— "Ümmü Hâlid'i bana getirin!"
buyurdu.
Bunun üzerine Ümmü
Hâlid küçük bir kızını taşıyarak huzura getirildi. Peygamber o siyah yün kumaşı
eline aldı da onu Ümmü Hâ-lid'e giydirdi. Ve:
— "Sen bunu sağlıkla eskit ve
parçala!" buyurdu.
Hamîsa denilen bu yün
kumaşta yeşil yâhud san damgalar vardı. Bundan sonra Peygamber (S):
— "Yâ Ümme Hâlid! Bu yün kumaşın alemi
(yânî damgası) se-nehtir senektir!" buyurdu.
Bu "Senen"
kelimesi Habeşçe olup, "Güzel" ma'nâsmadır [45].
41-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Annem Ümmü Suleym, kardeşim Abdullah ibn Ebî
Talha'yı doğurduğu zaman bana:
— Yâ Enes! Şu oğlana
bak! Sakın ona zarar verecek hiçbirşey isabet ettirmeden, Peygamber'in yanına
götür, Peygamber onun damağını çiğnemle ovuşturur, dedi.
Bunun üzerine ben
çocuğu Peygamber(S)'e getirdim. O sırada Peygamber bir hurmalık içinde
bulunuyordu, üzerinde hureysiyye denilen yün kumaş vardı. Peygamber (S) fetih
zamanında kendisine gelmiş olan yük develerim damgalamakla meşgul oluyordu [46].
42-.......Bize
Eyyûb es-Sahtıyânî, İkrime'den şöyle haber verdi:
Rifâa karısını (Temime
bintu Vehb'i) boşadı. Sonra o kadınla Abdur-rahmân ibnu'z-Zubeyr el-Kurazî
evlendi.
Âişe dedi ki: Bu
kadının üzerinde yeşil bir baş örtüsü vardı. Ben Âişe'ye geldi de kocası Abdurrahmân'dan
şikâyet edip derd yandı ve cildi üzerinde (döğmeden meydana gelmiş) yeşil bir
lekeyi gösterdi. Nihayet Rasûlullah gelince -İkrime: Kadınlar, birbirlerine
yardım ederler, dedi- Âişe:
— Yâ Rasûlallah! Ben
mü'min kadınların karşılaşmakta oldukları böylesine meşakkat görmedim. Vallahi
bu kadının cildi, üzerindeki örtüden daha yeşildir, dedi.
İkrime dedi ki:
Kadının kocası, kadının Rasûlullah'a gidip şikâyet ettiğini işitti de, o da
Peygamber'e geldi. Beraberinde başka kadından doğma iki oğlu da vardı. Karısı
Temime:
— Vallahi (yâ
Rasûlallah) benim ona karşı beni döğmesine sebeb olacak hiçbir günâhım yoktur.
Ancak ondaki cinsiyet âleti şu elbise saçağı gibi gevşek olduğundan, benim
şehvetimi gideremiyor, dedi ve elbisenin kenarında dokunmamış vaziyette
sarkmakta olan bir saçağı tuttu (gevşekliği gösterdi).
Bunun üzerine kocası
Abdurrahmân:
— Vallahi yalan
söyledi yâ Rasûlallah! Muhakkak ki, ben onu deri silker gibi silkeliyorum {yânı
cima kuvvetim kemâlindedir), fakat o benimle cinsî münâsebet yapmaktan
çekiniyor, (eski kocası) Ri-fâa'yı istiyor! dedi.
Bunun üzerine
Rasûlullah (S) kadına:
— "İş böyle ise, sen Rifâa'ya halâl
olmazsın -yâhud: Sen ona elverişli olmazsın-; tâ bu kocan Abdurrahmân senin
balağından ta-s dıncaya kadar!" buyurdu.
İkrime dedi ki:
Rasûlullah, Abdurrahmân'm beraberindeki iki oğlana baktı da:
— "Bunlar senin oğulların mı?" diye
sordu. Abdurrahmân:
— Evet, dedi.
Rasûlullah, kadına:
— "Kocanın iktidarsızlığından iddia
edegeldiğin iddia işte bu-
dur! Allah'a yemin
ederim ki, Abdurrahmân'm bu çocuklara benzerliği, karganın kargaya benzerliğinden
daha açıktır!" buyurdu [47].
43-.......
Sa'd ibn Ebî Vakkaas (R): Ben Uhud harbinde Peygamber(S)'in solunda ve sağında
iki adam gördüm ki, üzerlerinde beyaz elbiseler vardı. Bu iki kişiyi ben Uhud
harbinden önce de sonra da görmedim, demiştir [48].
44-.......Ebû'l-Esved
ed-Dîlî tahdîs etmiştir. Ona da Ebû Zerr (R) tahdîs edip şöyle demiştir: Ben
bir kerresinde Peygamber(S)'e ziyarete geldim; O, üzerinde beyaz bir elbise
olduğu hâlde uyuyordu. (Döndüm) sonra yine geldim. Bu defa uyanmıştı.
Peygamber:
— "Lö ilahe ille'llâh deyip de sonra bu
ikrar ve îmân üzerine vefat eden her kul muhakkak cennete girecektir!"
buyurdu.
Ben:
— O kul zina etse, hırsızlık yapsa da mı? diye
sordum.
O:
— "Zina etse de, hırsızlık yapsa da
girecektir" buyurdu. Ben:
— Zina etse de, hırsızlık yapsa da mı? diye
tekrar sordum. O:
— "Zina etse de, hırsızlık yapsa da!"
buyurdu. Ben (üçüncü defa):
— Zina etse de, hırsızlık yapsa da mı? diye
sordum. Peygamber:
— "Evet, Ebû Zerr'in burnu toprakta
sürünmesine rağmen o kul zina etse de, hırsızlık yapsa da (cennete
girecektir)/" buyurdu.
Râvî Ebû'l-Esved: Ebû
Zerr bu hadîsi her rivayet ettiğinde: "Ebû Zerr'in burnu toprakta
sürünmesine rağmen" sözünü söylerdi, dedi.
Ebû Abdillah
el-Buhârî: Peygamber'in söylediği bu "Lâ ilahe ille'Hâh diyen her
kul..." sözü, ancak ölüm sırasında yâhud daha önceden günâhlardan tevbe
edip bunlara pişman olduğu ve "La. ilahe Hle'Hâh" dediği zaman
mağfiret olunur da cennete girdirilir, dedi [49].
45-.......Bize
Şu'be tahdîs etti. Bize Katâde tahdîs edip şöyle dedi: Ben Ebû Usmân
en-Nehdî'den işittim, şöyle dedi: Biz (Cezire fetihlerinde Umer'in kumandanı
olan) Utbe ibnu Ferkad'ın maiyye-tinde Ezrabîcân'da bulunurken bize Umer
ibnu'l-Hattâb'm mektubu geldi (içinde şu da vardı): Rasûlullah (S) hâlis ipek
elbise giymekten nehyetmiştir. Yalnız baş parmağı yanındaki iki parrnağıyle
(şehâdet ve orta parmaklanyle) işaret ederek: "Şu kadarı müstesna"
demiştir.
Râvî Ebû Usmân
en-Nehdî: Bizim bildiğimize göre, Rasûlullah bu işaretiyle (libâsın iki parmak
mikdân ipek) alâmetlerini kasdet-mektedir, demiştir.
46-.......Bize
Âsim tahdîs etti ki, Ebû Usmân en-Nehdî şöyle demiştir: Bizler, Ezrabîcân'da
bulunduğumuz sırada Umer bize mek-tûb yazdı (içinde şu hadîs de vardı):
Peygamber (S) ipek elbise giymekten nehyetmiştir. Ancak şu kadarı müstesnadır:
Peygamber bize parmaklarını dizip gösterdi.
Râvî Zuheyr, orta
parmak ile şehâdet parmağını dikip göstermiştir.
47-.......
Bize Yahya ibn Saîd el-Kattân, et-Teymî Süleyman ibn Tarhân'dan tahdîs etti ki,
Ebû Usmân en-Nehdî şöyle demiştir: Bizler (Ezrabîcân'da) Utbe ibn Ferkad'ın
maiyyetinde idik. Umer (R), kumandan Utbe'ye şunu yazdı: Peygamber (S):
"Dünyâda hâlis ipek giyilmez,' giyilirse âhirette ondan birşey
giyilmez" buyurdu [50].
48-.......Bize
babam Süleyman et-Teymî tahdîs etti. Bize Ebû Usmân tahdîs etti ve Ebû Usmân
müsebbiha ve orta parmaklanyle işaret edip gösterdi [51].
49-.......Abdurrahmân
ibn Ebî Leylâ şöyle demiştir: Huzeyfe Medâin şehrinde idi, içmek için su
istedi. Ona Dihkaan, yânî oranın büyük bir adamı gümüş bir kap içinde su
getirdi. Huzeyfe bardağı alıp sahibine fırlattı. Ve:
— Ben bunu ona ilk
defa atmadım. Şu kadar ki, ben onu gümüş bardakla su vermekten nehyetmiştim,
fakat o bundan vazgeçmedi.
Rasûlullah (S):
"Altın, gümüş, ipek, dîbâc; bunlar dünyâda onlara âid zînet, âhirette ise
sizindir" buyurdu, dedi [52]
50-.......Bize
Şu'be tahdîs etti. Bize Abdulazîz ibnu Suheyb tahdîs edip şöyle dedi: Ben Enes
ibn MâhVten işittim. Şu'be dedi ki: Ben Abdulazîz ibn Suheyb'e:
— Enes bunu Peygamber(S)'den mi rivayet etti?
diye sordum. Abdulazîz şiddetli olarak:
— Peygamber(S)'den:
"Her kim dünyâda hâlis ipeği giyerse, âhirette onu asla
giyemeyecektir" buyurdu, dedi.
51-.......Bize
Hammâd ibn Zeyd tahdîs etti. Sabit el-Bunânî şöyle demiştir: Ben Abdullah
ibnu'z-Zubeyr'den işittim, hutbe yaparken Mu-hammed (S): "Her kim ipeği
dünyâda giyerse, onu âhirette giymez" buyurdu, diyordu.
52-.......Bize
Şu'be haber verdi ki, Ebû Zubyân Halîfe ibn Ka'b şöyle demiştir: Ben Abdullah
ibnu'z-Zubeyr'den işittim, şöyle diyordu: Ben Umer ibnu'l-Hattâb'dan işittim,
şöyle diyordu: Peygamber (S): "Her kim dünyâda hâlis ipek giyerse, onu
âhireîte giymez" buyurdu.
(Buhârî dedi ki:) Ve
bize Ebû Ma'mer söyledi: Bize Abdu'l-vâris, Yezîd ed-Dab'î'den tahdîs etti.
Abdullah el-Adevî'nin kızı Muâze şöyle demiştir: Bana Abdullah ibnu'z-Zubeyr*in
kızı Ümmü Amr haber verip şöyle dedi: Ben Abdullah ibnu'z-Zubeyr'den işittim,
o da Umer'-den işitti; Umer de Peygamber(S)'den işitti.
53-.......Bize
Alî ibnu'l-Mübârek, Yahya ibn Ebî Kesîr'den tahdîs etti. îmrân ibnu Hıttân
şöyle demiştir: Ben Âişe'ye ipekten sordum. Âişe:
— İbn Abbâs'a git, ona
sor, dedi.
İmrân dedi ki: Ben İbn Abbâs'a gidip ona da
sordum. O da bana: :
— İbn Umer'e sor,
dedi.
îmrân dedi ki: Ben de
gidip İbn Umer'e sordum. İbn Umer şöyle dedi:
— Bana Ebû Hafs, yânı
Umer ibnu'l-Hattâb haber verdi ki, Rasulullah (S): "Dünyâda ipeği ancak,
âhirette nasibi olmayan kimse giyer! “ buyurmuştur.
— Ebû Hafs doğru
söyledi, Rasûlullah üzerine yalan söylemedi, dedim.
Abdullah ibnu Recâ da
şöyle dedi: Bize Cerîr, Yahya'dan tahdîs etti: Bana İmrân tahdîs edip, bu
hadîsi senediyle anlattı [53].
İpek kumaşa dokunmak
hakkında ez-ZubeydFden; o da ez-Zuhrî'den; o da Enes'ten; o da Peygamber
(S)'den olmak üzere bir hadîs rivayet ediliyor [54].
54-.......
el-Berâ' ibn Âzib (R) şöyle demiştir: Peygamber'e bir ipek kumaş hediye edildi
de bizler hemen ona ellerimizle dokunmaya ve onun güzelliğine hayret etmeye
başladık. Bunun üzerine Peygam ber (S):
— "Sizler buna hayret mi
ediyorsunuz?" buyurdu. Biz:
— Evet (çok beğendik),
dedik. Peygamber:
— "Sa'd ibn
Muâz'ın cennetteki mendilleri bundan daha hayırlıdır!" buyurdu [55].
Abîde ibn Artır
es-Selmânî: İpek yaygı edinmek, giyilmesi gibidir, demiştir [56]
55-.......Cerîr
ibn Hazım tahdîs edip şöyle demiştir: Ben Yesâr ibn Ebî Necîh'ten işittim; o da
Mucâhid'den; o da Abdurrahmân ib-nu Ebî Leylâ'dan ki, Huzeyfe (R): Peygamber
(S) bizleri altın ve gümüş kaplardan içmemizi, bu kaplar içinde yemek yememizi
nehyetti ve yine harîr ve dîbâc denilen hâlis ipek kumaşları giymekten ve bunların
üzerine oturmamızdan da nehyetti, demiştir [57].
Asım ibn Kuleyb, Ebû
Burde'den söyledi ki, o şöyle demiştir: Ben Alî ibn Ebî Tâlib'e:
"el-Kassıyye" nedir? diye sordum. Alî: O bize Şam'dan yâhud Mısır'dan
gelen ipek kumaşlardır ki, bunlar bâzı yeri dokunup, bâzı yeri bırakılarak
kaburga kemikleri tarzında aralık aralık dokunmuşlardır. Bunlarda ipek vardır
ve yine bunlarda turunç gibi yol yol kalın çitâreler vardır. "el-Miysere"(yânî eyer, semer ve
palan minderleri) ise '[', kadınların
kocaları için yapmakta oldukları kadifeler gibi şeylerdir; onları sarartırlar
-yâhud: Onları ". semerlerin üzerlerine koymak için suffa gibi yaparlar-, dedi
[58].
Cerîr ibn Abdilhamîd
de Yezîd ibn Ebî Ziyâd'dan « aldığı
hadîsinde şöyle demiştir: "el-Kassıyye", kaburga ', kemikleri gibi yol yol dokunmuş
kumaşlardır ki, .- bunlar Mısır'dan getirilir, içlerinde has ipek vardır.
"el-Miysere" ise yaban hayvanların derileridir. Ebû Abdillah
el-Buhârî: Rivayeti zikredilen bu Asım ibn Kuleyb'in rivayetinin yollan daha
çok ve "Miysere"nin tefsîrinde (Cerîr'in canavar postlarıdır
şeklindeki tefsirinden) daha sahihtir, dedi [59].
56-.......Buradaki
senedde de el-Berâ' ibnÂzib (R): Peygamber (S) bizleri kırmızı ipek
altlıklardan ve kassî denilen ipekli kumaştan nehyetti, demiştir [60].
57-.......Bize
Şu'be, Katâde'den haber verdi ki, Enes (R): Peygamber (S) Zubeyr ibnu'l-Avvâm
ile Abdurrahmân ibn Avf'a (bir seferde) bedenlerinde uyuz hastalığı meydana
geldiği için, ipekli gömlekler giymelerine ruhsat verdi, demiştir [61].
58-.......Alî
ibn Ebî Tâlib (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bana hulletu siyerâ denilen yol
yol sarı kalemli dokunmuş ipek kumaştan bir takım elbise giydirdi. Müteakiben
ben o elbiseyi giyerek dışarı çıktığımda, Peygamber'in yüzünde öfke eseri
gördüm. Bunun üzerine ben o takımı kadınlarım arasında yarıp bölüştürdüm [62].
59-.......Abdullah
ibn Umer'den (şöyle demiştir): Umer ibnu'l-Hattâb satılmakta olan hulletu siyerâ
ipek bir takım elbise gördü de:
— Yâ Rasûlallah! Keski bunu satın alsan da Sana
geldikleri zaman elçiler için ve cumua günleri giysen! dedi.
Peygamber (S):
— "Bunu ancak âhiretten nasibi olmayan
kimse giyer!" buyurdu. Bundan bir müddet sonra (bunun gibi birçok hülleler
geldi de)
Peygamber, Umer'e
ipekten bir takım elbise gönderdi ve o hülleyi ona hediye etti. Bunun üzerine
Umer:
— (Yâ Rasûlallah!)
Bunu bana verdin. Hâlbuki ben Sen'den bu ipekli kumaş hakkında daha Önce
söylediğin sözleri söylerken işitmi-şimdir, dedi.
Bunun üzerine
Rasûlullah:
— "Ben bunu sana (giymen için değil) ancak
satman yâhud başka birisine (yânî bir kadına) giydirmen için göndermişimdir"
buyurdu [63].
60-.......
ez-Zuhrî Muhammed ibn Müslim: Enes ibn Mâlik (R) bana Rasûlullah'ın kızı Ümmü
Kulsüm aleyhâ's-selâm'ın üzerinde ipek bir siyerâ bürdü gördüğünü haber verdi,
demiştir [64].
61-.......
Bize Hammâd ibn Zeyd, Yahya ibn Saîd'den; o da Ubeyd ibn Huneyn'den tahdîs etti
ki, İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Ben Umer'e, Peygamber(S)'e karşı birbirine
yardım etmiş olan (et-Tahrîm: 4) o iki kadının kim olduğunu sormak isteyerek
bir sene bekledim. Ben onun heybetinden korkuyordum. Nihayet bir gün bir konak
yerinde bineğinden indi ve hacetini yerine getirmek için erâk ağaçlarının içine
girdi. Oradan çıkınca ben bunu kendisine sordum.
— O iki kadın Âişe ve
Hafsa'dır, dedi de sonra şöyle devam etti:
— Bizler Câhiliyet
devrinde kadınları birşey saymazdık. Nihayet İslâm Dînî gelip de Allah onları
("Onlarla iyi geçinin" -en Nisa: ıs-diye) zikredince, bizler Allah'ın
onları zikretmesiyle onları işlerimizden hiçbirine girdirmeksizin, üzerimizde
onlar için hakk olduğunu düşündük. Bir gün benimle zevcem arasında bir söz oldu
da kadın bana karşı sert konuştu. Bunun üzerine ben ona:
— Şübhesiz senin yerin
şurasıdır, yânı senin bana karşı sert konuşacak cür'etin mi var? dedim.
Kadın:
— Sen bana bunu
söylüyorsun. Hâlbuki senin kızın Peygamber'e ezâ veriyor, dedi.
Akabinde ben Hafsa'ya
geldim de ona:
— Ben seni Allah'a ve
Rasûlü'ne âsî olmandan sakındırıyorum, dedim.
Ve Peygamber'e ezası
hususunda başkalarından evvel ona bu öğüdü verdim. Akabinde Ümmü Seleme'ye
gittim, ona da Hafsa'ya söylediğim tarzda söyledim. Ümmü Seleme:
— Sana hayret ediyorum
yâ Umer! Bizim işlerimize girdin, hiç-birşey kalmadı da şimdi Rasûlullah ile
zevceleri arasına girmen mi kaldı? dedi ve bunu tekrar tekrar söyledi.
Ensâr'dan bir komşu
adam vardı. O Rasûlullah'tan kaybolduğu, O'nun meclisinde bulunmadığı zaman
ben Rasûlullah'm yanında bulunurdum ve ona olan şeylerin haberini getirirdim.
Ben Rasûlullah'm meclisinde bulunamadığım zaman o hazır bulunup,
Ra-sûlullah'tan (vahy ve benzeri) olan şeyleri bana getirirdi. O sıralarda
Rasûlullah'm etrafında bulunan melik ve başkan gibi kimseler hep ' Rasûlullah
için doğrulmuş düzelmişlerdi. Düzelmedik yalnız Şam'daki Gassân Meliki
kalmıştı. İşte biz Gassân Meliki'nin bize gelip saldırmasından korkar dururduk.
Derken bir gün Ensârî komşumun geldiğini hissettim. O:
— Şu muhakkak ki bir iş meydana gelmiştir!
diyordu. Ben de ona:
— Nedir o? Gassânî mi geldi? dedim. Ensârî:
— Bundan daha büyük
bir iş! Rasûlullah kadınlarını boşamış! dedi.
Akabinde ben geldim,
bir de gördüm ki, kadınların hücrelerinin hepsinden bir ağlama var! Peygamber
ise birkaç basamakla çıkılır meş-rubesine (şerbetlik denilen sekili hücresine)
çıkmış, kapısının ününde de siyah uşağı duruyor. Ben ona vardım da:
— Benim için içeri girmeye izin isteyiver!
dedim. Peygamber bana izin verdi, yanına girdim. Bir de gördüm ki,
Peygamber bir hasır
üzerinde bulunuyordu. Üzerine yattığı hasır yan tarafında izler yapmıştı.
Başının altında içi lif dolu meşin bir yastık vardı. İçeride asılmış birkaç tane
tabaklanmamış hayvan derisi ile deri tabaklamakta kullanılan bir mikdâr karaz
ağacı yaprağı vardı. Ben Rasûlullah'a, Hafsa ile Ümmü Seleme'ye söylediklerimi
ve Ümmü Seleme'nin bana yaptığı reddiyeyi zikrettim. Rasûlullah güldü. Kendi o
yüksek oda içinde yirmidokuz gece ikaamet etti, sonra oradan ailelerinin yanma
indi [66].
62-.......
ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Haris kızı Hind haber verdi ki, Ümmü Seleme (R)
şöyle demiştir: Peygamber (S) geceden bir vakitte uyandı da şöyle diyordu:
— "Lâ ilahe
ille'llâh! Bu gece ne fitneler indirildi! Ve ne hazîneler de indirildi!
Hücrelerin sahibeleri olan kadınları (yânı mü'min-lerin analarını) kim
uyandırır? Dünyâda nice giyinik kadınlar vardır ki, kıyamet gününde
çıplaktırlar!"
ez-Zuhrî: Bu Hind'in
geniş elbisesinin iki yeninde, parmaklarının arasında birçok düğmeleri vardı,
demiştir [67].
63-.......Hâlid
ibn Saîd'in kızı Hâlid ibnu'z-Zubeyr'in anası şöyle demiştir: Rasûlullah'a
birçok elbiseler getirilmişti. Bunların içinde siyah bir yün elbise vardı.
Rasûlullah (S):
— "Bu siyah yün kumaşı kime giydirelim
dersiniz?" buyurdu. Oradaki topluluk susturuldu. Rasûlullah:
— "Bana Ümmü Hâlid'i getirin!"
buyurdu.
Bunun üzerine ben
Peygamber'in yanına getirildim de Peygamber kendi eliyle onu giydirdi. Ve iki
kerre:
— "(Kızım bunu sağlıkla) eskit
parçala!" diye duâ etti. Peygamber o yün kumaşın damgalarına bakmaya ve
eliyle bana işaret ederek:
— "Yâ Ümme Hâlid, bu senadır (yânî
güzeldir)/" demeye başladı.
"Sena" kelimesi
Habeş dilinde "Güzel" demektir.
Râvî İshâk ibn Saîd:
Bana ehlimden bir kadın "Hamîsa" denilen bu yünlü kumaşı Ümmü
Hâlid'in üstünde gördüğünü haber verdi, demiştir [68].
64-.......Bize
Abdulvâris, Abdulazîz ibn Suheyb'den tahdîs etti ki, Enes (R): Peygamber (S)
erkeğin zağferân sürünmesini nehyetti, demiştir [69].
65-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne, Abdullah ibn Dinar'dan tahdîs etti ki, İbn Umer (R):
Peygamber (S) ihrama giren kimsenin vers bitkisiyle yâhud zağferân bitkisiyle
boyanmış elbise giymesini neh-yetti, demiştir [70].
66-....... Bize
Şu'be, Ebû İshâk'tan tahdîs etti.
O da el-Berâ(R)'dan şöyle derken işitmiştir:
Peygamber (S) uzunla kısa boy arası orta boyda yaratılmıştı. Ben O'nu bir
kerresinde kırmızı bir elbise içinde görmüştüm ki, ben O'ndan daha güzel bkşey
görmedim [71].
67-.......el-Berâ
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bizlere yedi şeyi işlememizi emretti: Hasta
ziyaretine gitmeyi, cenaze arkasından gitmeyi, aksırana duâ etmeyi... Yine
Peygamber bizleri harîr, dîbâc, kassî ve istebrak denilen ipekli kumaşlar
giymekten ve kırmızı ipek altlıklar (yâhud üstlükler) kullanmaktan da nehyetti [72].
68-.......Ebû
Seleme Saîd el-Ezdî şöyle demiştir: Ben Enes ibn Mâlik(R)'e:
— Peygamber (S)
ayağındaki iki ayakkabı ile namaz kılar mıydı? diye sordum.
Enes:
— Evet (kılardı), diye
cevâb verdi [74].
69-.......
Ubeyd ibn Cureyc, Abdullah ibn Umer(R)'e:
— Arkadaşlarından
hiçbirini yapar görmediğim dört şeyi, seni yapıyor görüyorum? dedi.
İbn Umer:
— Nedir onlar? Yâ Ubeydallah ibne Cureyc! dedi.
İbn Cureyc:
— Seni görüyorum ki,
sen Ka'be'nin rükünlerinden el-Haceru'I-Esved ileer-Rüknü'l-Yemânî'den
başkasına el sürmüyorsun. Seni görüyorum ki, tabaklanmış deriden yapılmış
ayakkabılar giyiyorsun. Seni görüyorum ki, sarı boya kullanıyorsun. Bir de
görüyorum, Mekke'de bulunduğun zaman insanlar zu'1-hicce'nin hilâlini
gördüklerinde yüksek sesle telbiyeye başladıkları hâlde, sen terviye yânı
sekizinci gün girmedikçe telbiyeye başlamıyorsun, demiş.
Bunun üzerine Abdullah
ibn Umer de ona hitaben şöyle demiştir:
— Ka'be'nin
rükünlerine gelince, ben Rasûlullah'ın el-Hacerü'l-Esved ile
er-Rüknü'1-Yemânî'den başkasına el sürdüğünü görmedim. Tabaklanmış deriden
ayakkabılara gelince, ben Rasûlullah'ın üzeri kılsız (deriden yapılmış)
ayakkabılar giyip ayağı içinde iken abdest aldığını gördüm. Onun için ben
onları giymeyi severim. Sarı boyaya gelince, Rasûlullah'ın sarı boya ile
(elbisesini veya sakalını) boyadığını gördüm. Ben de onun için o boya ile
boyamayı severim. Telbiye okumaya gelince, ben RasûIulIah(S)'ıh binek hayvanı
Mekke'den Mi-nâ'ya doğru yönelip hareket etmedikçe telbiye ettiğini görmedim [75].
70-.......ibn
Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) ihrama giren kimsenin zağferânla yâhud
vers bitkisiyle boyanmış elbise giymesini nehyetti ve: "İki na'l bulamayan
huffeyn giysin ve onları topuklarının altından kessin" buyurdu.
71-.......İbn
Abbâs (R): Peygamber (S): "îzârı olmayan kimse don giysin; iki na 7/
olmayan kimse de huffeyn, yâni iki mest giysin " buyurdu, demiştir [76].
72-.......Âişe
(R): Peygamber (S) abdest almakta, saçını sakalanı taramakta, ayakkabı giymekte
sağdan başlamayı severdi, demiştir [77].
73-.......el-A'rec'den;
o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur:
"Sizin biriniz ayakkabısını giyeceği zaman sağ ayağı ile başlasın;
çıkaracağı zaman da sol ayağıyle çıkarmaya başlasın! Bu suretle sağ ayak,
giyilen iki ayağın evveli; çıkarılan iki ayağın da sonu olsun!"
74-.......el-A'rec'den;
o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S): "Sakın sizin
biriniz bir tek ayakkabı ile yürümesin! Ya ikisini beraber çıkarsın (çıplak
ayakla yürüsün) yâhud ikisini de beraberce giysin!" buyurmuştur [78].
75-.......Bize
Katâde, Enes ibn Mâlik(R)'ten: Peygamber(S)'in ayakkabısının iki tasması vardı,
diye tahdîs etti.
76-.......Bize
İsâ ibn Tahmân haber verip şöyle dedi: Enes ibn Mâlik (R) bize iki ayakkabı
çıkardı ki, bunlardan herbirinin iki tasması vardı. Sabit el-Bunânî:
— Bunlar, Peygamber(S)'in
ayakkabılarıdır, dedi [79].
77-.......Ebû
Cuhayfe (Vehb ibn Abdillah es-Suvâî-R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'in
yanına geldim. Kendisi o sırada kızıl sahtiyandan yapılmış kırmızı bir çadır
içinde bulunuyordu. Bilâl'i de gördüm ki, Peygamber'in abdest suyunu alıp
getirdi, insanlar o ab-dest suyunu almaya koşuşuyorlardı. O sudan her kimin
eline birşey geçti ise (teberrük için) üzerine sürdü. Ele geçiremeyen ise
arkadaşının elindeki ıslaklıktan aldı [80].
78-.......İbn
Şihâb şöyle demiştir: Bana Enes ibn Mâlik (R) haber verip Peygamber (S)
Ensâr'a haber gönderdi de, onları deriden yapılmış bir çadır içinde topladı,
dedi [81].
79-.......Bize
Mu'temir, Ubeydullah'tan; o da Saîd ibn Ebî Saîd'den; o da Ebû Seleme ibn
Abdirrahmân'dan; o da Âişe(R)'den şöyle tahdîs etti: Peygamber (S) geceleyin
hasırdan bir hücre edinir, namaz kılar, gündüzleyin onu yere yayar ve üzerine
otururdu. Peygamber böyle nafile namazı kılarken insanlar O'nun namazına uyup
namaz kılmaya başladılar, nihayet insanlar çoğaldılar. Bunun üzerine Peygamber
yüzünü insanlara döndürdü de:
— "Ey insanlar,
amellerden gücünüzün yetişebileceği mikdârı atınız. Çünkü Allah, sizler
ibâdetten usanıp bezmedikçe sevâb vermekten bıkmaz- Ve şübhesiz A ilah 'a göre
amellerin en sevimli olanı, az olsa bile devamlı olanıdır!" buyurdu [82].
Ve el-Leys şöyle dedi:
Bana Abdullah ibnu
Muleyke, Mısver ibn Mahrame'den tahdîs
etti ki, babası Mahrame ona:
— Ey oğulcuğum! Peygamber'e bir çok kaftanlar geldiği, O'nun da bunları taksim
ediyor olduğu haberi
bana ulaştı. Haydi
Peygamberin yanına beraber gidelim, demiştir. ,
Mısver dedi ki: Bunun
üzerine biz gittik ve Peygamber'i evinde bulduk. Babam bana:
— Ey oğulcuğum!
Peygamber'i bana çağır! dedi.
Ben Peygamber'i
çağırmayı ağır buldum da Rasûlullah'ı senin yanına mı çağırayım? dedim.
Babam tekrar bana:
— Ey oğulcuğum! (Haydi
çağır!) Çünkü O bir cebbar değildir, dedi.
Bunun üzerine ben
Rasûlullah(S)'i çağırdım.
Rasûlullah,
omuzlarında altın düğmelerle düğmelenip sağlamlaştırılmış dîbâcdan bir kaftan
olduğu hâlde dışarı çıktı ve:
— "Yâ Mahrame! Bu, senin için saklamış
olduğum kaftandır!" buyurdu da, o kaftanı Mahrame'ye verdi [83].
80-.......Bize
Eş'as ibn Suleym tahdîs edip şöyle dedi: Ben Muâviye ibn Suveyd ibn
Mukarrin'den işittim, şöyle dedi: Ben el-Berâ ibn Âzib'den işittim. Allah
ikisinden de razı olsun, şöyle diyordu: Peygamber (S) bizleri yedi şeyi
işlemekten nehyetti: Altın yüzük takmaktan -râvî: Yâhud altın halka takmaktan,
dedi-, harîr, istebrak, dîbâc denilen ipekli kumaşları kullanmaktan, kırmızı
ipek altlık kullanmaktan, kassî denilen ipekli kumaşı kullanmaktan ve gümüş
kaplar kullanmaktan nehyetti. Yine Peygamber bize şu yedi şeyi işlememizi
emretti: Hasta ziyareti yapmayı, cenazelerin ardından gitmeyi, aksı-rana
-{"YerhamukeHlâhu = Allah sana merhamet eylesin!" diye)-duâ etmeyi,
verilen selâmı alıp karşılamayı, da'vet edene icabet etmeyi, yemîn edenin
yeminini kabul etmeyi ve zulme uğramışa yardım etmeyi emreyledi [84].
81-.......Bize
Şu'be, Katâde'den; o daNadr ibnEnes'ten; o da Beşîr ibn Nehîk'ten; o da Ebû
Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) altın yüzük takınmadan
nehyetmiştir.
82-.......Ubeydullah
tahdîs edip şöyle dedi: Bana Nâfı', Abdullah ibn Umer(R)'den şöyle tahdîs etti:
Rasûlullah (S) evvelâ altından bir mühür yüzük edindi. Bunu takındığı zaman
yazılı kaşını avucunun içine alırdı. Rasülullah'ın elinde bunu görünce insanlar
da altın yüzük edinmeye giriştiler. Bunun üzerine Rasûlullah kendi altın mühür
yüzüğünü attı ve gümüşten bir mühür yüzük edindi [85].
83-.......Bize
Ubeydullah, Nâfi'den; o da İbn Umer(R)'den şöyle tahdîs etti: Rasûlullah (S)
evvelâ altından bir mühür yüzük edindi. Onu takındığı zaman yazılı kaşım
avucunun içine gelen tarafa kordu. Rasûlullah bu mühür yüzüğün kaşına
"Muhammedun Rasûlul-lâhi = Muhammed Allah'ın elçisidir" cümlesini
nakşettir misti. İnsanlar da O'nun gibi yüzük edindiler. Rasûlullah halkın da
altın yüzükler edinmiş olduklarını görünce kendi altın mühür yüzüğünü çıkarıp
attı ve:
— "Ben bu altın
mühür yüzüğü ebediyyen takınmam" buyurdu.
Bundan sonra gümüşten
bir mühür yüzük edindi. İnsanlar da gümüşten yüzükler edindiler.
İbn Umer: Bu gümüşten
mühür yüzüğü Peygamber'den sonra Ebû Bekr, sonra Umer, sonra Usmân taktı.
Nihayet Usmân'ın elinden Erîs Kuyusu'nun içine düştü, demiştir [86].
(Bu, geçen bâbdan bir
fasıl gibidir.)
84-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) altından bir mühür yüzük takardı.
Bir gün onu çıkarıp attı da:
— "Ben bunu
ebediyyen takmam!" buyurdu.
Bunun üzerine
parmaklarına altın yüzük takmış olan insanlar da kendi yüzüklerini çıkarıp
attılar [87].
85-.......Bize
el-Leys, Yûnus'tan tahdîs etti ki, İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Enes ibn
Mâlik (R) tahdîs etti ki, kendisi bir gün Ra-sûluilah'ın elinde
gümüşten.yapılmış bir mühür yüzük gördü.
(Enes dedi ki:) Bundan
sonra bunu gören insanlar da kendilerine gümüşten yüzükler yaptırıp bunları
parmaklarına taktılar. Bunun üzerine Rasûlullah (S) kendi parmağındaki mühür
yüzüğünü çıkarıp attı. Akabinde insanlar da parmaklarındaki yüzükleri çıkarıp
attılar [88].
Bu hadîsi ez-Zuhrî'den
(yakın lafızlarla) rivayet etmekte Yûnus'a İbrâhîm ibn Sa'd, Ziyâd, Şuayb ibn
Ebî Hamza mutâbaat ettiler.
İbnu Musâfir,
ez-Zuhrî'den yaptığı rivayetinde "Enes gümüşten bir yüzük gösterdi"
şeklinde söylemiştir.
86-.......Bize
Humeyd et-TavîI haber verip şöyle dedi: Enes ibn Mâlik'e:
— Peygamber (S) bir mühür yüzük edindi mi? diye
soruldu. Enes şöyle dedi:
— Peygamber (S) bir
gece yatsı namazını gece yarısına kadar geciktirdi. Namazı kıldırdıktan sonra
yüzünü bize yöneltti. O zamanki Peygamber'in gümüş mühür yüzüğünün parıltısı
hâlâ gözümün önündedir. Peygamber: "(Bu saatte) insanlar namaz kılıp
uyumuşlardır. Sizler ise namazı beklemekte bulunduğunuz müddetçe hep devamlı
namaz içinde olmaktasınız" buyurdu [89].
87-.......Bize
Mu'temir haber verip şöyle dedi: Ben Humeyd'den işittim; o Enes ibn
Mâlik(R)'ten, Peygamber(S)'in mühür yüzüğü gümüştendi, onun kaşı da
gümüştendi, dediğini tahdîs ediyordu.
Yahya ibn Eyyûb şöyle
dedi: Bana Humeyd tahdîs etti ki, kendisi Enes'ten işitmiştir; o da
Peygamber'den [90].
88-.......Bize
Abdulazîz, babası Ebû Hâzim'dan tahdîs etti ki, Ebû Hazım da Sehl ibn
Sa'd(R)'dan şöyle derken işitmiştir: Peygamr ber(S)'e bir kadın geldi de:
— Ben kendimi Sana
hibe etmeye (kadınlık kıymetimi mehırsiz bağışlamaya) geldim, dedi ve uzun
zaman ayakta dikildi.
Peygamber ona baktı ve
başını indirdi. Kadının ayakta durması uzayınca, orada hazır bulunanlardan bir
adam:
— Eğer bu kadına
Sen'in için bir hacet yoksa, onu benimle evlendir! dedi.
Peygamber ona:
— "Yanında kadına mehr vereceğin birşey
var mı?" buyurdu.
— Hayır yok! dedi.
Peygamber:
— "Ona mehr verecek birşey bak
araştır!" buyurdu.
Bunun üzerine o zât
gitti, sonra dönüp geldi de: • —
Vallahi hiçbirşey bulamadım! dedi. Peygamber yine:
— "Git araştır! Velev ki demirden bir yüzük olsun bul!"
buyurdu. .-h Adam yine gitti, sonra
dönüp geldi ve yine:
— Hayır vallahi, demirden bir yüzük bile
bulamadım! dedi.
Bu fakîr adamın
belinden aşağısını örten bir tek izârı vardı, vücûdunun üst tarafını örtecek
bir ridâsı bile yoktu. Böyle iken adam:
— Ben kadına bu
izârımı mehr olarak veririm, dedi. Peygamber:
— "Senin izârın; eğer onu kadın giyerse,
ondan senin üzerinde hiçbirşey kalmaz; eğer sen giyersen, kadının üzerinde
ondan birşey bulunmaz!" buyurdu.
Bunun üzerine adam
geri çekildi de oturdu. Peygamber sonra onu dönüp giderken gördü de, onun
çağırıl-masmı emretti. Çağırıldı. Peygamber ona:
— "Kur'ân'dan ezberinde ne var?" diye
sordu. v O zât:
— Ezberimde şu sûre
var, şu sûre var! diye birtakım sûreleri saydı.
Peygamber:
— "Kur'ân'dan ezberindeki sûrelere
mukaabil seni bu kadına mâlik kıldım!" buyurdu [91].
89-.......Bize
Saîd ibn Ebû Arûbe, Katâde'den; o da Enes ibn
Mâlik(R)'ten şöyle
tahdîs etti. Peygamber (S) birçok kimselere yâ-hud yabancılardan birtakım
insanlara mektûb yazmak istedi. Sahâ-bîler tarafından kendisine:
— Onlar (yânî
Rûm'dan,Acem'den, Habeş'ten muhâtab olanlar) üzeri mühürlü olmadıkça hiçbir
mektûb kabul etmezler, denildi.
Bunun üzerine
Peygamber, nakşı "Muhammedun Rasûlullah" olan, gümüşten bir mühür
yüzük edindi. Şimdi bile Peygamber'in parmağında yâhud elinde o mühür yüzüğün
parıldaması sanki karşımda gibidir.
90-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) gümüşten bir mühür yüzük edindi.
Bu, hayâtında O'nun elinde kaldı. Sonra O'nun vefatının ardından Ebû Bekr'in
elinde oldu. Sonra onun ölümünün ardından Umer'in elinde oldu. Sonra onun ölümünün
ardından Usmân'ın elinde bulundu. Nihayet Erîs Kuyusu'na düştü. Bu mühür
yüzüğün nakşı "Muhammedun Rasûlulîah"dır [92].
91-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bir mühür yüzük edindi ve:
— "Biz (gümüşten)
bir mühür yüzük edindik, üzerine de bir nakış ("Muhammedun
Rasûlullah") nakşettirdik. Artık hiçkimse (ben hayâtta iken) bu yazıyı
yüzük üzerine nakş ve taklîd etmesin!" buyurdu.
Enes: Ben şimdi Peygamber'in
küçük parmağında o mühür yüzüğün parıldamasını muhakkak görmekteyimdir, demiştir
[93].
92-.......Enes
ibn Mâlk (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Rûmlar'a (yânî Bizans devletine)
mektûb yazmak istediği zaman kendisine:
— (Yâ Rasûlallah!)
Onlar mühürlenmiş olmadıkça Sen'in mektubunu asla okumazlar! denildi.
Bunun üzerine
Rasûlullah gümüşten bir mühür yüzük edindi, bunun nakşı da "Muhammedun
Rasûlullah = Muhammed Allah'ın elçisidir" cümlesidir. Sanki ben
Rasûlullah'in elinde o mühür yüzüğün beyazlığına hâlâ bakıyor gibiyim [94].
93-.......Abdullah
ibn Umer (R), Nâfi'e şöyle tahdîs etmiştir: Peygamber (S) evvelâ altından bir
mühür yaptırdı. Bunu takındığı zaman yazılı kaşını avucunun içine alırdı.
Peygamber'in elinde altın yüzük gören insanlar da altından yüzükler
yaptırdılar. Bunun üzerine Peygamber minbere çıktı da Allah'a hamd ve sena
etti ve akabinde:
— "Ben bu
altından mühür yüzüğü yaptırmıştım. Fakat ben onu bundan sonra
takmayacağım" buyurdu da, parmağından onu çıkarıp attı.
Bunun üzerine insanlar
da altın yüzüklerini ellerinden çıkardılar. Râvî Cuveyriye: Ben Nâfi'in
"Yüzüğü sağ eline takardı" dediğini kuvvetle sanıyorum, demiştir [95].
94-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) gümüşten bir mühür yüzük edindi,
üzerine de "Muhammedun RasûlulIah" cümlesini nakşettirdi. Ve
(insanlara hitaben):
— "Ben gümüşten
bir mühür yüzük edindim ve üzerine de 'Muhammedun Rasûlullah'yazısını
nakşettirdim. Artık sakın hiçbir kimse (ben hayâtta iken) bu yazıyı yüzüğünün
üzerine nakş ve taklîd etmesin!" buyurdu [96].
95- Bana
Muhammed ibn AbdiiJah el-Ensârî tahdîs edip şr le dedi: Bana babam Abdullah
ibnu'I-Müsennâ, Sumâme ibn AbdiILJı'-tan; o da Enes ibn Mâlik(R)'den şöyle
tahdîs etti: Ebû Bekr (R) halîfe seçildiği zaman Enes ibn Mâlik'e (zekât
mikdârlarını bildiren) bir mektûb yazdı. Mühürün nakşı üç satır hâlinde idi:
"Muhammedun"
bir satır, "Rasûlu" bir satır,
ve: "Altâhi" bir satır. Ebû AbdİUah el-Buhârî şöyle dedi: İmâm Ahmed
ibn Hanbel bana şunu ziyâde etti: Bize Muhammed ibn Abdillah el-Ensârî tahdîs
edip şöyle dedi: Bana babam Abdullah ibnu'I-Müsennâ, Sumâme'-den tahdîs etti
ki, Enes ibn Mâlik şöyle demiştir: Peygamber'İn bu mühür yüzüğü hayâtında kendi
elinde bulundu. Ondan sonra Ebû Bekr'in elinde, Ebû Bekr'den sonra da Umer'in
elinde oldu. Usmân halîfe olduğu zaman (da altı sene onun elinde olduktan
sonra) Usmân Erîs Kuyusu'nun başına oturdu.
Enes dedi ki: Usmân
orada mühür yüzüğü parmağından çıkardı da (parmağına sokup çıkarmak suretiyle)
onunla oynamağa başladı. İşte bu sırada mühür yüzük elinden kuyunun içine
düştü.
Enes dedi ki: Biz
Usmân'ın beraberinde üç gün gidip geldik, kuyuya inip çıktık, kuyunun suyunu
çıkararak aradık, fakat bir türlü onu bulamadık [98].
Ve Aişe(R)'nin
üzerinde altın yüzükler vardı" [99].
96-.......Bize
İbn Cureyc haber verdi: Bize el-Hasen ibnu Müslim, Tâvûs'tan; o da İbn
Abbâs(R)'tan haber verdi ki, o:
— Ben, Peygamber (S)
ile birlikte bayram namazında hazır bulundum. Namazı hutbeden evvel kıldırdı
(demiştir).
Ebû Abdillah el-Buhârî
şöyle dedi: İbnu Vehb, İbn Cureyc'ten getirdiği hadîste şunu ziyâde etti:
Peygamber (S) bundan sonra yanında Bilâl olduğu hâlde kadınların bulundukları
tarafa geldi de onlara sadaka vermeyi emretti. Kadınlar artık kaşsız halkaları
ve yüzükleri Bilâl'in eteği içine atmaya başladılar, demiştir [100].
97-.......Bize
Şu'be, Adiyy ibn Sâbit'ten; o da Saîd ibn Cubeyr'den tahdîs etti ki, İbn Abbâs
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bir bayram günü namazgaha çıktı da yalnız iki
rek'at kıldırıp, ondan evvel de sonra da hiçbir namaz kılmadı. Sonra (yanında
Bilâl olduğu hâlde) kadınların bulundukları tarafa geldi de onlara sadaka
vermelerini emretti. Bunun üzerine kadınlar küpelerini, gerdanlıklarını sadaka
olarak vermeye başladılar [102].
98-.......Bize
Hişâm ibn Urve, babası Urve ibnu'z-Zubeyr'den tahdîs etti ki, Âişe (R) şöyle
demiştir; Bir seferde kızkardeşim Esmâ'ya âid olan bir gerdanlık kayboldu.
Peygamber (S) onun aranması için birkaç adam yolladı. Bunlar ararken namaz
vakti de geldi. Kendileri abdestli değillerdi ve bir su da bulamadılar. Artık
çaresiz abdestsiz oldukları hâlde namazı kıldılar. Döndüklerinde onlar böyle
abdestsiz olarak namaz kıldıklarım Peygamber'e söylediler. Bunun üzerine Allah
Teyemmüm Âyeti'ni (ei-Mâide: 6) indirdi.
Abdullah ibnu Numeyr,
Hişâm'dan; o da babasından; o da Âi-şe'den yaptığı rivayette: Âişe bu
gerdanlığı kizkardeşi Esma'dan ariyet olarak almıştı, ziyâdesini getirmiştir [103].
İbn Abbâs:
Peygamber (S)
kadınlara sadaka vermelerini emretti de ben kadınların (altın, gümüş, boncuk,
küpe gibi zînetlerini alıp çıkarmak için) ellerini kulaklarına ve boğazlarına
doğru uzattıklarını gördüm, demiştir [104].
99-.......Bize
Adiyy ibn Sabit haber verip şöyle dedi: Ben Saîd ibn Cubeyr'den; o da İbn
Abbâs(R)'tan ki, o: Peygamber (S) bayram günü yalnız iki rek'at bayram namazı
kıldırıp, bu iki rek'atten evvel de sonra da hiçbir namaz kılmadı. Sonra
yanında Bilâl olduğu hâlde kadınların bulunduğu tarafa geldi de onlara sadaka
vermeyi emretti. Herbir kadın artık kulağındaki küpesini Bilâl'in eteği içine
atmaya başladı, demiştir [105].
100-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Ben Medîne çarşılarından bir çarşıda Rasûlullah'ın
beraberinde idim. Rasûlullah (S) yürüdü, ben de O'nun beraberinde yürüdüm.
(Nihayet Fâtıma'mn evinin avlusunda bir kenara oturdu da torunu Hasen'i
kasdederek) üç kerre:
— "Küçük neredesin? Küçük neredesin? Küçük
neredesin?" diye seslendi.
Ve bana:
— "Alî'nin oğlu Hasen'i çağır!"
buyurdu.
Bunun üzerine Alî'nin
oğlu Hasen, boynunda kokulu boncuk gerdanlığı olduğu hâlde yürüyüp geldi.
Peygamber (S) sarmaşmak üzere elini şöyle yaydı, Hasen de elini açıp yaydı,
Peygamber Hasen'e yapışıp sarmaştı ve:
— "Allah'ım, ben bu çocuğu seviyorum, Sen
de onu sev ve onu seveni de sev!" diye duâ etti.
Ebû Hureyre:
Rasûlullah'ın Hasen hakkında söylediği bu sözIerden sonra artık bana hiçbir
kimse Alî'nin oğlu Hasen'den daha sevgili olmadı, demiştir [106].
101-.......Bize
Şu'be, Katâde'den; o da İkrime'den tahdîs etti ki, tbn Abbâs (R): Rasûlullah
(S) erkeklerden kadınlara benzemeye çalışanlara ve kadınlardan erkeklere
benzemeye çalışanlara la'net etti, demiştir.
Bu hadîsi "Bize
Şu'be haber verdi" diye rivayet eden Amr ibn Merzûk el-Bâhilî, Gunder'e
mutâbaat etmiştir [107].
102-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) erkeklerden kadınlaşanlara ve
kadınlardan da erkekleşenlere la'net etti ve:
— "Böyle
kimseleri evlerinizden dışarı çıkarın!" buyurdu.
İbn Abbâs: Peygamber
fulân kimseyi dışarı çıkardı. Umer de fu-lan kimseyi dışarı çıkardı, demiştir [108].
103-.......Peygamber'in
zevcesi Ümmü Seleme (R), kendinin ve Ebû Seleme'nin kızı olan Zeyneb'e şöyle
haber vermiştir; Peygamber (S) -Tâif muhasarası sırasında- Ümmü Seleme'nin
yanında idi, evde de (kardeşim Abdullah ile) bir muhannes bulunuyordu. Bu
mu-hannes, kardeşim Abdullah'a:
— Yâ Abdallah! Yarın size Tâif fethedilirse,
ben sana Gaylân'-m (şişman) kızına delâlet ederim. O kız (semizlikten) dört
kıvrımla karşılar ve sekiz kıvrımla da arkaya döner, deyiverdi.
Bunun üzerine
Peygamber:
— "Bu kabil kimseler sakın sizin yanınıza
bir daha girmesin!" buyurdu.
Ebû Abdillah el-Buhârî
şöyle dedi: "Dört ile yönelir ve arkasına döner" demek "Karnının
dört bükümü ile yönelir de kendisi bu bükümlerle yönelir gelir" demektir.
"Sekiz ile arkasına döner" sözü de, bu dört bükümün kenarlarıyle
arkasına döner rna'nâsmadır. Çünkü o bükümler kızın iki yanını da çepçevre
kuşatmış ve birbirine katılmışlardır. (Yânı semizlikten dolayı karnı dört
büklümdür. Arkadan bakılınca iki taraftan taşarak sekiz büklüm gürünür.)
Müzekker olarak "Semânın" demiş, müennes olarak
"Semâniyetun" dememiştir. "Etraf" kelimesinin tekili
"Taraftır, bu da müzekkerdir. Çünkü o kimse "Semâniyete etrafın"
demedi [109].
İbn Umer bıyığını
derince kestirirdi, hattâ derisinin beyazı görünürdü ve şu ikisi arasını
alırdı, yânı dudakların iki tarafında olan bıyıkla sakal arasını alırdı [110].
104- Bize
el-Mekkî ibn îbrâhîm, Hanzala'dan; o da Nâfi'den tahdîs etti. el-Buhârî (hadîsi
böyle Mekkî'den tahdîs ettikten sonra) şöyle dedi: Ashabımız el-Mekkî'den
rivayet ettiler. Nâfi' de İbn Umer(R)'den ki, Peygamber (S):
— "Bıyığı derince
kırkmak fıtrattandır" buyurmuştur [111].
105-.......ez-Zuhrî
şöyle dedi: Bize Sufyân ibn Uyeyne, Saîd ibnu'1-Müseyyeb'den; o da Ebû
Hureyre'den; o da Peygamber(S)'den rivayet olarak şöyle tahdîs etti:
"Fıtrat beştir -yâhud: Beş şey fıtrattandır-; Hitan, yânı çocukları sünnet
etmek, avret yerindeki kılları gidermek için ustura tutunmak, koltuk
altlarının kıllarını gidermek, tırnakları kesmek ve bıyığı kırkmak" [112].
106-.......İshâkibn
Süleyman tahdîs edip şöyle dedi: Ben Hanzala'dan işittim; o da Nâfi'den; o da
îbn Umer(R)'den ki, Rasûlul-lah (S):
— "Eteği tıraş
etmek, tırnaklan kesmek ve bıyığı kırkıp kısalî-mak fıtrattandır (yânî
sünnettendir)" buyurmuştur.
107-.......Bize
İbn Şihâb, Saîd ibnu'I-Müseyyeb'den tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R): Ben
Peygamber (S)'den işittim:
— "Fıtrat
(hasletleri) beştir: Sünnet olmak, (etek kıllarını gidermek için) ustura
tutunmak, bıyığı kırkmak, tırnakları kesmek, koltuk altlarım temizlemek"
buyuruyordu, demiştir.
108-.......
Bize Umer ibnu Muhammed ibn Zeyd, Nâfi'den; o da İbn Umer(R)'den tahdîs etti
ki, Peygamber (S):
— "Müşriklere
muhalefet ediniz (hâl ve hareketlerinde onlara benzemeyiniz)/ Sakalları bol
bırakınız, bıyıkları derince kesiniz!" buyurmuştur.
Nâfi' ibn Umer hacc
yâhud umre yaptığı zaman başını tıraş ettirirken sakalının üzerinden eliyle
tutar da elinden fazla olanı makasla alırdı, demiştir [113].
"Hatta afev"
(ei-A'mf. 95), "Nihayet çoğaldılar ve malları da çoğaldı" ma'nâsınadır.
109-.......Bize
Ubeydullah ibn Umer, Nâfi'den haber verdi ki, İbn Umer (R): Rasûlullah (S):
— "Bıyıkları
derince kesiniz, sakalları bol bırakınız!" buyurdu, demiştir [114].
110-.......Bize
Vuheyb, Eyyûb'dan tahdîs etti ki, Muhammed ibn Şîrîn şöyle demiştir: Ben
Enes'e:
— Peygamber (S) saçını
sakalını boyadı mı? diye sordum. Enes (R):
— Peygamber (S) az bir
şeyden başka saç sakal ağarmasına ulaşmadı, dedi.
111-.......Sabit
el-Bunânî şöyle dedi: Enes'e Peygamber'in sakalını boyaması (vâki' olup
olmadığı) soruldu da, Enes (R):
— Şu muhakkak ki,
Peygamber (S) saç sakal boyayacak dereceye ulaşmadı. Eğer ben O'nun
sakalındaki beyaz kılları saymak isteseydim (muhakkak sayardım), dedi.
112-.......Usmân
ibn Abdillah ibn Mevheb şöyle demiştir: Ehlim (yânı Talha ailesi yâhud zevcem)
beni Peygamber'in zevcesi Üm-mü Seleme'ye bir gümüş bardak içindeki su
sebebiyle yolladı.
Hadîsin râvîsi İsrâîl
ibn Yûnus üç parmağını yumdu (üç defa gönderdiler yâhud bardağın boyu bu
kadardı demek istedi).
(Usmân devamla dedi
ki:) O kadehin içinde Peygamber'in saçları vardı. İnsanlar kendilerinden bir
insana göz değmesi yâhud herhangi birşey isabet ettiği zaman Ümmü Seleme'ye
bir kabını gönderirlerdi. İşte bu gönderilmemde ben Ümmü Seleme'nin yanında küçük
bir kaba muttali' oldum ki, onun içinde bir takım kırmızı saçlar gördüm [115].
113-.......Usmân
ibn Abdillah ibn Mevheb: Ben Ümmü Seleme'nin yanına girdim. O bizlere
Peygamber(S)'in saçlarından bir mik-dâr boyanmış saç çıkarıp gösterdi,
demiştir.
(Buhârî geçen senedle
şöyle dedi:) Bize Ebû Nuaym Fadl ibn Dü-keyn söyledi. Bize Nusayr ibn
Ebi'l-Eş'as, İbn Mevheb'den tahdîs etti ki, Ümmü Seleme ona Peygamber'in kırmızı
saçlarını göstermiştir [116].
114-.......EbûHureyre(R):
Peygamber (S): "Yahudiler ve Hrıstiyanlar sakallarının beyazlığını
boyamazlar, siz onlara muhalefet ediniz" buyurdu, demiştir [117].
115-.......Rabîa,
Enes ibn MâIik(R)'ten işitmiştir, o şöyle diyordu: Rasûlullah (S) çok uzun
boylu da değil, kısa da değildi. Rengi (kireç gibi istenmeyen) duru beyaz da
değil, kara yağız da değildi. Saçları (Sudanlılar gibi) kıvırcık ve kısa
değildi, (Hindliler gibi) düz ve uzun da değildi (O, mu'tedil sarkık saçlı
idi). Allah O'nu kırkıncı yaşının başında peygamber olarak gönderdi. Peygamber
olarak on sene Mekke'de, on sene de Medine'de ikaamet etti. Allah O'nu, başında
ve sakalında yirmi tane beyaz saç bulunmayarak Ömrünün altmışıncı senesinin başında
vefat ettirdi [118].
116- Bize
Mâlik ibn İsmâîl tahdîs etti. Bize îsrâîl ibn Yûnus tah-dîs etti ki, dedesi Ebû
İshâk şöyle demiştir: Ben el-Berâ ibn Âzib'den işittim: Ben kırmızı bir takım
elbise içinde Peygamber(S)'den daha güzel bir kimse görmedim, diyordu.
(el-Buhârî dedi ki:)
Arkadaşlarımın bâzısı (yânî Ya'kûb ibn Suf-yân) şeyhim Mâlik ibn İsmâîl'den:
"Peygamber'in başının saçı (sarktığı zaman) omuzlarına yakın uzun olup
orayı döver dururdu" tarzında söylemiştir.
Ebû İshâk Amr
es-Subey'î: Ben bu hadîsi el-Berâ'dan birçok defalar tahdîs ederken işittim. O
bu hadîsi her tahdîs ettiğinde muhakkak güldü, demiştir.
Şu'be:
"Peygamber'in saçları kulak memelerine kadar ulaşırdı" sözünde Ebû
İshâk'a mutâbaat etmiştir [119].
117-.......Bize
Mâlik, Nâfi'den; o da Abdullah ibn Umer(R)'den şöyle haber verdi: Rasûlullah
(S) şöyle ^uyurdu: "Bana bir gece ru'-yâmda kendim Ka'be'nin yanında
gösterildi ve orada esmer erkeklerden görmekte bulunduklarının en güzeli olan
esmer bir adam gördüm ki, yine görmekte olduklarının en güzeli nev'inden bol
bir saçı vardı, saçlarını yeni taramış olup henüz su akıtıyordu, iki adama
yâhud iki adamın omuzlarına dayanarak Ka'be'yi tavaf ediyordu. Ben:
— Bu kimdir? diye
sordum.
— Bu, Meryem'in oğlu îsâ Mesih'tir, denildi.
Bir de başının saçı
çok kıvırcık, sağ gözü şaşı, sanki emsalinin arasından dışa doğru fırlamış bir
üzüm tanesi gibi olan birisiyle karşılaştım ve:
— Bu kimdir? dedim.
— Bu, Mesîh Deccâl'dir, denildi" [120].
118-.......Bize
Katâde tahdîs etti: Bize Enes (R): Peygamber(S)'in saçları iki omuzlarını döver
dururdu, diye tahdîs etti.
119-.......Bize
Hemmâm ibn Yahya, Katâde'den; o da Enes ibn1 MâIik(R)'ten: Peygamber'in saçları
iki omuzunu döver dururdu, diye tahdîs etti.
120-.......Katâde
şöyle demiştir: Ben, Enes ibn Mâlik(R)'e Rasûlullah'ın saçlarından sordum da
Enes şöyle dedi: RasûluIlah(S)'ın saçları düz ve çok uzun da değil, kıvırcık ve
kısa da değildi; O'nun saçları kulaklarıyle omuzu arasında idi.
121-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'in elleri iri ve kaim idi. Ben
O'ndan önce de, sonra da (güzellikte) onun benzerini görmedim. Peygamber'in
saçları kıvırcık da değil, düz de değil; ikisi arası bir kıvamda idi [121].
122-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'in iki eli ve iki ayağı kalındı,
güzel yüzlü idi. Ben O'ndan önce de, O'ndan sonra da güzellikte O'nun
benzerini görmedim. Peygamber'in iki avucu (hilkaten veya ikramca) açık idi [122].
123-.......Bize
Hemmâm ibn Yahya, Katâde'den; odaEnes ibn Mâlik'ten yâhud bir adamdan; o da Ebû
Hureyre'den tahdîs etti. Ebû Hureyre (R): Peygamber (S) iki ayağı kalın ve
güzel yüzlü idi; ben O'ndan sonra O'nun gibisini görmedim, demişti.
Râvî Hişâm ibn Yûsuf
es-San'ânî, Ma'mer ibn Râşid'den; o da Katâde'den; o da Enes'ten: Peygamber
(S)'in iki ayakları iri ve kalın, iki elleri de iri ve kalın idi, diye
söylemiştir.
Ebû Hilâl Muhammed ibn
Suleym de şöyle dedi: Bize Katâde, Enes'ten yâhud Câbir ibn Abdillah'tan:
Peygamber(S)'in iki eli ve iki ayağı iri ve kalın idi, ben O'ndan sonra O'nun benzerini
görmedim, şeklinde tahdîs etti [123].
124-.......Mucâhid
ibn Cebr şöyle demiştir: Biz İbn Abbâs'm, yanında idik. Mecliste bulunanlar
Deccâl'ı (şaşı ve çok yalancıdır diye) zikrettiler. Bunun üzerine İbn Abbâs:
— Şu muhakkak ki, onun
iki gözü arasında "Kâfir" sözü yazılmıştır, dedi.
Ve yine İbn Abbâs:
— Ben Peygamber'den bu
"İki gözü arasında 'Kâfir' yazılmıştır" sözünü işitmedim. Lâkin
Peygamber (S) "îbrâhim el-Halîl'e gelince (onu görmek isterseniz) işte ben
arkadaşınıza bakınız. Musa'ya gelince, o buğday renkli, etli ve toplu bedenli
bir adamdır. Saçları kıvırcık, lifle yularlanmış kızıl bir deve üzerine
binmiş, telbiye ederek Ezrak Vâdîsi'nde akıp giderkenki hâli hâlâ gözümün önündedir"
buyurdu, demiştir [124].
125-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Salim ibn Abdillah haber verdi ki (babası) Abdullah ibn
Umer şöyle demiştir: Ben babam Umer(R)'den işittim:
— Başının saçlarını
enliliğine ören kimse saçlarını tıraş etsin. (İhram dışında) saçlarınızı yapıştırıp keçeleştirmeğe
benzemeyiniz! diyordu.
Abdullah ibn Umer de:
— Yemîn olsun ben
Rasûlullah'm başının saçlarını zamklı bir madde ile toplayıp yapıştırırken
görmüşümdür, diyordu.
126-.......Bize
Yûnus ibn Yezîd, ez-Zuhrî'den; o da Sâlim'deıı haber verdi ki, İbn Umer (R)
şöyle demiştir: Ben Rasûlullah(S)'tan saçlarını zamklı bir madde ile toplayıp
yapıştırmış olduğu hâlde ihramda yüksek sesle telbiye ederken işittim. O şu
sözleri söylüyordu: "Lebbeykellâhumme îebbeyke, îebbeyke lâ şerike leke,
lebbeyke innel-hamde ve'n-nVmete leke, ve'l-mülke lâ şerike leke".
Rasûlul-lah, bu kelimeler üzerine artırma yapmıyordu.
127-.......Bize
Mâlik, Nâfi'den; o da Abdullah ibn Umer'den tahdîs etti ki, Peygamber'in
zevcesi Hafsa (R):
— Yâ Rasûlallah! Bu
insanların hâli nedir? Herkes umre ile ihramdan çıktılar, hâlbuki Sen umren
ile ihramdan çıkmadın? diye sordu.
Rasûlullah (S):
— "Ben başımın saçlarım yapıştırıp telbîd
yaptım, kurbanıma da gerdanlık taktım. Artık ben kurbanımı kesinceye kadar
ihramdan çıkamam" diye cevâb verdi [125].
128-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) hakkında müsbet menfî hiçbirşey ile
emr olunmayan hususlarda kitâb ehline uymayı severdi. Kitâb ehl'i olanlar
saçlarını salıp sarkıtırlardı. Müşrikler ise başlarının saçlarını ortadan iki
tarafa ayırırlardı. Peygamber (evvelâ kitâb ehline uyarak) alm saçlarını
salıverdi. Sonra bunun bir müddet ardından başının saçlarını ortasından ikiye
ayırdı [126].
129-.......Âişe
(R): Peygamber (S) ihrama girmiş olduğu hâlde başının saç ayırım yerlerindeki
kokunun parlaması hâlâ gözümün önündedir, demiştir.
Bu hadîsin
râvîlerinden Abdullah ibn Recâ'nın rivayetinde Peygamber'in saç ayırımında...
şeklinde söylemiştir.
130-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Ben bir gece teyzem Meymûne bintu'I-Hâris'in evinde
geceledim. Rasûlullah (S) o gece nev-beti dolayısıyle onun yanında idi.
İbn Abbâs dedi ki:
Yattıktan bir müddet sonra Rasûlullah kalktı da gece namazı kılmaya başladı.
Ben de kalkıp sol tarafında namaza durdum.
İbn Abbâs dedi ki:
Rasûlullah benim başımın sarkan kâkülünü tuttu da beni sağ tarafına geçirdi.
Bana Amr ibn Muhammed
tahdîs etti. Bize Huşeym tahdîs etti: Bize Ebû Bişr bu hadîsi haber verdi ve
"Zülüflerimden yâhud başımdan tuttu" şeklinde söyledi [127].
131-.......İbn
Cureyc haber verip şöyle demiştir: BanaUbeydulIah ibn Hasf haber verdi; ona da
Nâfi'nin oğlu Umer haber verdi; ona da Abdullah ibn Umer'in hizmetinde bulunan
Nâfi' haber verdi. O da Abdullah ibn Umer(R)'den şöyle derken işitmiştir: Ben
Ra-sûIullah(S)'tan başın bir kısmını tıraş edip bir kısmını parçalı bulutlar
gibi bırakmaktan nehyederken işittim.
Ubeydullah ibn Hafs
el-Umerî şöyle dedi: Ben Nâfi'nin oğlu Umer'e:
— Kazaa nedir? diye
sordum.
Ubeydullah bize
Nâfi'nin oğlunun kelâmından naklederek işaret etti ve Nâfi':
— Çocuğun başını tıraş
edip de alnındaki ve alnının iki tarafındaki saçım tıraş etmeyip bırakmaktır!
dedi, ve eliyle kendi nâsiyesini' ve alnının iki tarafını işaret edip gösterdi,
dedi.
Bu sefer Ubeydullah'a:
— Bu nehiy erkek ve
kız çocukları hakkında müşterek ve müsâ-vî midir? diye soruldu.
Oda:
— Bilmiyorum. O böyle
çocuk, diye söyledi; erkek veya kız yâhud da ikisi müşterek midir, bildirmedi,
diye cevâb verdi.
Ubeydullah dedi ki:
Ben bunu Nâfi'nin oğlu Umer'e tekrar sordum. Bu sefer de şöyle îzâh etti:
— Ey Ubeydallah! Erkek
çocuğunun nâsiyesi ve alnı ile alnının iki tarafındaki sudğunda (yânî göz iîe
kulak arasında) saç bırakmakta bir mahzur yoktur. Çünkü kaza' yalnız nâsiyede
perçem bırakılıp oradan başka yerde saç bırakılmaksızın başın her tarafının
tıraş edilmesidir. Başının yarısı tıraşlı, yarısı da tıraşsız olmak da
böyledir, dedi [128].
132-.......Bize
Abdullah ibn Umer'in hizmetinde bulunan Abdullah ibn Dînâr el-Medenî, İbn
Umer'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) başın bir kısım saçını tıraş edip bir
kısmını tıraş etmeyip, dağınık bulut parçaları gibi bırakmaktan nehyetmiştir [129].
133-.......Âişe
(R): Ben Peygamber(S)'i ihrama gireceği için kendi ellerimle güzel kokularla
kokulandırdım. Ve yine Minâ'da (ilk ihramdan çıkıldığı sırada) Ka'be'ye tavaf
etmek üzere hareket etmeden önce de kendisini güzel koku sürüp kokulandırdım,
demiştir.
134-.......Âişe
(R): Ben Peygamber(S)'i hoşlandığı en güzel koku ile kokulardım. Hattâ sürdüğüm
koku O'nun başında ve sakalında parlayıp şakıdığını hissedip görünceye kadar
sürmeye devam ederdim, demiştir [130].
135-.......Bize
İbnu Ebî Zi'b, ez-Zuhrî'den; o da Seni ibn Sa'd(R)'dan şöyle tahdîs etti: Bir
adam Peygamber'in evindeki bir pencereden içeriye bakmıştı. Bu sırada
Peygamber (S) mıdrâ (denilen demir bir saç ayırma âleti) ile başını kaşımakta
idi. Bunun üzerine o kişiye:
— "Eğer senin
(böyle mahrem yere) bakar olduğunu daha önce bilseydim, şu demiri muhakkak
gözünün içine saplardım. Çünkü izin isteme (vecîbesi) ancak gözler cihetinden
(yânî gözlerin evdeki mah-remliğe bakmaması için) kaanûn yapılmıştır"
buyurdu [131].
136-.......Bize
Mâlik, İbn Şihâb'dan; o da Urvetu'bnu'z-Zubeyr'den haber verdi ki, Âişe (R):
Ben hayızlı olduğum hâlde Rasû-lullah(S)'ın başını tarar idim, demiştir.
Bize Abdullah ibn
Yûsuf tahdîs etti. Bize Mâlik, Hişâm'dan; o da babasından; o da Âişe'den bunun
benzerini haber verdi [132].
137-.......
Bize Şu'be, Eş'as ibn Suleym'den; o da babası Suleym ibnu'l-Esved el-Kûfî'den;
o da Mesrük'tan; o da Âişe(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) saçını sakalını
taramakta ve abdest almasında gücünün yetiştiğince sağdan başlamaktan
hoşlanırdı.
138-.......Bize
Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den; o da Îbnu'1-Müseyyeb'den; o da Ebû
Hureyre(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S) Yüce Allah'ın şöyle buyurduğunu
bildirmiştir: "Âdem oğlu'nun her ameli kendisi içindir. Fakat oruç böyle
değildir. Çünkü oruç, hâlis benim rızâm için yapılan bir ibâdettir. Onun
mükâfatını da ben veririm. Ve elbette oruçlu ağzın (açlık) kokusu, Allah
katında misk kokusundan daha temizdir".
139-.......Âişe
(R): Ben Peygamber(S)'i ihrama girmesi sırasında bulabildiğim en güzel koku ile
kokulandırırdım, demiştir [133].
140-.......Azre
ibn Sabit el-Ensârî tahdîs edip şöyle dedi; Bana Sumâme ibnu Abdillah, dedesi
Enes ibn Mâlik(R)'ten tahdîs etti ki, Enes ibn Mâlik, kendisine hediye edilen
güzel kokuyu reddetmez ve Peygamber (S) de güzel kokuyu geri çevirmezdi, diye
söylemiştir [134].
141-.......Âişe
(R): Ben Veda Haccı'nda Rasûlullah(S)'ı ihramdan çıktığında ve ihrama girmek
istediğinde zerîre (yânı tutya denilen güzel koku)yi kendi ellerimle sürmek
suretiyle kokulandırdım, demiştir [135].
142-.......İbrâhîm
en-Nahaî'den; o da Alkame'den; o da Abdullah ibn Mes'ûd(R)'dan tahdîs etti(ki
o şöyle demiştir): Allah şu kadınlara la'net etmiştir: Döğün yapanlar,
vücûdlarına döğün yaptıranlar, yüzlerinin tüylerini yolduranlar, seyrek dişli
güzel görünmek için ön dişlerinin aralarını yontan sırıtkanlar, Yüce Allah'ın
yarattığım değiştirenler. Bana ne var ki, ben Peygamber(S)'in la'net ettiği
kimselere la'net etmeyeyim? Bu Allah'ın Kitâbı'nda var: "O Rasûl size ne
verdiyse onu alın, size ne yasak ettiyse ondan da sakının" (ei- Haşr: 7) [136].
143-.......Humeyd
ibn Abdirrahmân, Muâviye ibn EbîSufyân'ın hacc yaptığı yıl minber üzerinde
konuşmasından işitmiştir. Muâviye bu arada bir muhafız askerin elinde bulunan
bir tutam saç demetini el uzatıp aldı da şöyle diyordu:
— (Ey Medîneliler!)
Sizin âlimleriniz nerededir? Ben Rasûlul-lah(S)'tan işittim ki, O, şu elimdeki
gibi saçlar(takınmak)dan nehye-diyor ve: "İsrail oğulları; ancak onların
kadınları şu saçları edindikleri zaman helak olmuşlardır" buyuruyordu [137].
144-.......Amr
ibn Murre şöyle dedi: Ben el-Hasen ibn Müslim ibn Yennâk'tan işittim; o,
Safiyye bintu Şeybe'den tahdîs ediyordu. O da Âişe(R)'den. (Âişe şöyle
demiştir:) Ensâr'dan bir kız evlendi. O kız hastalandı da bundan dolayı saçları
döküldü. Ailesi onun saçlarına ekleme yapmak istediler de bunu Peygamber'e
sordular. Bunun üzerine Peygamber (S):
— "Başkasının
saçından saç ekleyen ve saç ekleten kadınlara Allah la'net etti" buyurdu.
Bu hadîsi Ebân ibn
Salih'ten; o da el-Hasen'den; o da Safiyye'-den; o da Âişe'den senediyle
rivayet etmekte İshâk ibn Muhammed, Şu'be'ye mutâbaat etmiştir.
145-.......Bize
Mansûr ibnu Abdirrahmân tahdîs edip şöyle dedi:
Bana annem Safiyye
bintu Şeybe, Esma bintu Ebî Bekr(R)'den şöyle tahdîs etti: Bir kadın
Rasûlullah'a geldi de:
— Ben kızımı nikâh
edip evlendirdim. Sonra kızıma bir hastalık isabet etti ve bu sebeble başının
saçları döküldü. Kocası beni, döküIen saçları kızın başına Koymaya teşvik
ediyor, binâenaleyh ben kızın başına saç ekleyeyim mi? dedi.
Bunun üzerine
Rasûlullah (S) saç ekleyen ve saç ekletmek isteyen kadınları kötüledi.
146-.......Bize
Şu'be, Hişâm ibn Urve'den; o da karısı Fâtıma bintu'I-Munzir'den tahdîs etti
ki, Ebû Bekr'in kızı Esma (R): Peygamber (S) başkasının saçından kendi başına
saç ekleyen ve saç eklettiren kadınlara la'net etti, demiştir.
147-.......Bize
Ubeydullah, Nâfi'den; o da İbn Umer(R)'den haber verdi ki, Rasûlullah (S):
— "Başkasının
saçından kendi başına saç takan, böyle saç taktırmak isteyen, beden üzerine
döğün yapan ve döğün yaptıran kadınlara Allah la'net etti" buyurmuştur.
Nâfi': Döğün, dişlerin
etrafındaki diş etlerinde olur, demiştir.
148-.......Saîd
ibn Müseyyeb şöyle demiştir: Muâviye, gelişlerinin sonuncusu olarak (51.
senede) Medine'ye geldi de bizlere hitâb1 etti. Bu arada birbiri üzerine
durulmuş birkaç demet saç çıkardı ve:
— Ben bunu Yahudi'den
başka bir kimsenin yapacağını düşün-
müyorum. Çünkü Peygamber
(S) bu işi, yânî saçta takma ve ekleme yapıcılığını yalancılık ve bâtıl şey
diye isimlendirmiştir, dedi [138].
149-.......Alkame
şöyle demiştir; Abdullah ibn Mes'ûd, döğün yapan, yüzlerindeki tüyleri yoldurtan,
güzellik için ön dişlerinin aralarını yontturan ve Allah'ın yarattığını
değiştiren kadınlara la'net etmişti. (Bu la'netleme Esed oğullan'ndan Ümmü
Ya'kûb denilen kadına ulaştı.) Bunun üzerine Ümmü Ya'kûb, Abdullah'a:
— Bu la'netleme nedir? dedi. Abdullah:
— Ben Rasûlullah'ın
la'net ettiği kimselere neye la'net etmeyeceğim? Hem bu Allah'ın Kitâbi'nda
var! dedi.
Kadın:
— Vallahi ben Mushaf'ın iki kabı arasında ne
varsa okudum, fakat onu bulamadım, dedi.
Abdullah:
— Vallahi eğer sen onu
gerçekte okuduysan, muhakkak onu bul-muşsundur: "Ve mâ âtâkumu'r-Rasûlu
fe-huzûhu ve mâ nehâkum anhu fe'ntehû(= O Rasûl size ne verdiyse onu alın, size
ne yasak ettiyse ondan da sakının)" (d-Haşr: 7) âyetidir, dedi [139].
150-.......Abdullah
ibn Umer (R): Peygamber (S) başkasının saçından saç takan, böyle saç taktıran,
bedenlere doğun yapan ve dö-ğün yaptıran kadınlara la'net etti, demiştir.
151-.......Bize
Hişâm ibn Urve tahdîs etti ki, kendisi Fâtıma bintu'l-Munzir'den şöyle derken
işitmiştir: Ben Ebû Bekr'in kızı Es-mâ'dan işittim, şöyle dedi: Bir kadın
Peygamber'e geldi de:
— Yâ Rasûlallah! Benim
şu kızıma kızamık hastalığı isabet etti, bu yüzden saçları diplerinden çıkıp
döküldü. Ben bunu evlendirmiş bulunuyorum. Ben şimdi bunun saçına başkasının
saçından ekleme yapayım mı? dedi.
Bunun üzerine
Rasûlullah (S):
— "Allah saç ekleyene ve saç eklenmişe
la'net etti" buyurdu.
152-.......Abdullah
ibn Umer (R): Ben Peygamber(S)'den işittim yâhud Peygamber (S):
"Döğmeyapan, döğme yaptıran, saçlara ekleme yapan, ekleme yaptıran"
buyurdu, yânî Peygamber bunlara Ia'net etti, dedi.
153-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R): Allah bedenlere döğme yapan kadınlara, döğme yaptıran
kadınlara, yüz tüylerini yoldurtan kadınlara, güzellik için ön dişlerinin
aralarını torpilleyip yontturan kadınlara ve Allah'ın yaratmasını değiştiren
kadınlara la'net etti. Bana ne var ki, ben Rasûlullah (S)'in la'net ettiği
kimseye la'net etmeyeyim? Hâlbuki bu, Allah'ın Kitâbı'nda var! demiştir [140].
154-.......Ebû
Hureyre (R): Rasûlullah (S): "Göz değmesi haktır (sabittir)" buyurdu
ve döğme yapmaktan nehyetti, demiştir [141].
155-.......Sufyân
es-Sevrî, tahdîs edip şöyle dedi: Ben Abdurrahmân ibn Âbis'e, Mansûr'un İbrâhîm
en-Nahaî'den; ona da Alka-me'den; ona da Abdullah ibn Mes'ûd'dan gelen hadîsini
zikrettim. O da:
— Ben o hadîsi Ümmü
Ya'kûb el-Esediyye'den; o da Abdullah ibn Mes'ûd'dan olmak üzere Mansûr ibn
Mu'temir'in hadîsi gibi işittim, dedi.
156-.......Avn
ibnu Ebî Cuhayfe şöyle demiştir: Ben babam Ebû Cuhayfe'yi gördüm, o:
— Peygamber (S) kan
aldırma ücretinden, köpek parasından, ribâ yiyiciliğinden, döğme yapıcılığından
ve döğme yaptırıcılığından nehyetti, dedi [142].
157-.......Bize
Cerîr ibn Abdilhamîd, Umâre ibn Ka'kaa'dan; o da Ebû Zur'a'dan tahdîs etti ki,
Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Umer'e, döğme yapar olan bir kadın getirildi.
Bunun üzerine Umer orada hazır bulunan sahâbîlere:
— Sizlere Allah adıyla soruyorum: Döğme yapmak
hakkında Peygamber(S)'den kim birşey işitmişse, onu bize haber versin! dedi.
Ebû Hureyre dedi ki:
Bunun üzerine ben ayağa kalktım da şöyle dedim:
— Ey Mü'minlerin
Emîri! Ben bunun hakkında Peygamber'den işittim, dedim.
Umer de ona:
— Ne işittin? dedi. Ebû Hureyre:
— Ben Peygamber(S)'den
işittim: "(Ey kadınlar!) Sizler döğme yapmayın ve döğme yaptırmak da
istemeyin!" buyuruyordu, dedi.
158-.......Abdullah
ibn Umer (R): Peygamber (S) saça ekleme yapan, ekleme yaptıran, döğme yapan ve
döğme yaptıran kadınlara la'net etti, demiştir.
159-.......Bize
Abdurrahmân ibn Mehdî, Sufyân es-Sevrî'den; o da Mansûr ibnu'I-Mu'temir'den; o
da îbrâhîm en-Nahaî'den; o da Alkame'den tahdîs etti ki, Abdullah ibn Mes'ûd
(R):
— Allah, döğme yapan,
döğme yaptıran; yüzlerinin tüylerini yoldurtan, güzellik için dişlerinin
aralarını yontturup seyrekleştiren, Allah'ın yarattığını değiştiren kadınlara
la'net etti. Bana ne var ki, ben Rasûlullah'ın la'net ettiği kimselere la'net
etmeyeceğim? O, Allah'ın Kitâbı'nda var! demiştir [143].
160-.......Ebû
Talha (Zeyd ibn Sehl el-Ensârî-R) şöyle demiştir: Peygamber (S):
— "İçinde köpek
ve tasvirler bulunan bir eve melekler girmez" buyurdu.
el-Leys ibn Sa'd da
şöyle dedi: Bana Yûnus ibn Zeyd, İbn Şi-hâb'dan tahdîs etti. Bana Ubeydullah
haber verdi ki, kendisi İbn Ab-bâs'tan işitmiştir. O da: Ben Ebû Talha'dan
işittim; o da: Ben, Pey-gamber(S)'den işittim, demiştir [145].
161-.......Müslim
ibn Subayh şöyle dedi: Biz Mesrûk'la beraber Yesâr ibn Numeyr'in evinde idik.
Mesrûk evin sofasında birtakım timsâller (hayvan resimleri) gördü de: Ben
Abdullah ibn Mes'ûd'dan işittim, şöyle dedi:
— Ben Peygamber
(S)'den işittim: "Şübhesiz kıyamet gününde Allah katında insanların en
şiddetli azâblıları suret yapanlardır" bu-yuruyordu, dedi.
162-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle haber vermiştir: Rasûlullah (S):
— "Şübhesiz bu
suretleri yapmakta olanlar, kıyamet gününde azab olunurlar, onlara: Haydi,
yaptığınız suretlere can veriniz! denir" buyurdu [146].
163-.......Bize
Hişâm ibn Abdillah, Yahya ibn Kesîr'den; o da İmrân ibn Hıttân'dan tahdîs etti
ki, ona da Âişe (R) şöyle tahdîs etmiştir: Peygamber (S) kendi evinde, içinde
(Hnstiyanlar'ın) haç resimleri nakşedilmiş bulunan hiçbirşeyi bırakmaz, muhakkak
onu nakzedip bozardı [147].
164-.......Bize
Ebû Zur'a tahdîs edip şöyle dedi: Ben bir kerre Ebû Hureyre ile beraber
Medine'de bir eve girdim. Ebû Hureyre bu evin üst katında bir ressamın resim ve
suretler yapmakta olduğunu gördü de şöyle dedi: Ben Rasûlullah(S)'tan işittim;
O, Yüce Allah'ın şöyle buyurduğunu söylüyordu:
— "Benim yarattığım gibi yaratmağa çalışan
kişiden daha zâlim kim vardır? Haydi onlar (lezzetli ve gıda bolluğu yerinde)
bir tek zerre yaratsınlar!"
Bundan sonra Ebû
Hureyre bir kap su istedi de tâ koltuk altına ulaşıncaya kadar ellerini,
kollarını (İsmâîlî rivayetinde: Ve dizlerine kadar iki ayaklarını) yıkadı.
Ebû Zur'a dedi ki:
Ben:
— Yâ Ebâ Hureyre!
Böyle yukarılara kadar yıkama Rasûlullah'-tan işittiğin birşey midir? dedim.
Ebû Hureyre:
Bu (yânı suyu koltuğa
kadar ulaştırma, cennetteki) süsün sonudur, dedi [148].
165-.......Sufyân
ibn Uyeyne tahdîs edip şöyle dedi: Ben Abdurrahmân ibnu'l-Kaasım'dan işittim. O
günlerde Medine'de ondan daha faziletli kimse yoktu. O şöyle dedi: Ben
babam(el-Kaasım ibn Muhammed ibn Ebî Bekr)'dan işittim, şöyle dedi: Ben
Âişe(R)'den işittim, şöyle diyordu: Rasûlullah (S) bir seferden geldi. Ben de
kendisinde birtakım timsâller bulunan bir perdemi bana âid olan bir raff
üzerine örtmüştüm. Rasûlullah onu görünce yerinden çıkanp yırttı ve:
— "Kıyamet
gününde insanların en şiddetli azâblıları, Allah'ın yaratmasına benzetmeye
çalışan kimselerdir" buyurdu.
Âişe: Müteakiben biz o
perdeyi bir yastık yâhud iki yastık yaptık, demiştir [149].
166-.......Buradaki
senedde Âişe şöyle demiştir: Peygamber (S) bir seferden geldi. Ben de
"Durnûk" denilen ve üzerinde timsâller bulunan bir perde asmıştım.
Rasûlullah bana onu yerinden çıkarmamı emretti, ben hemen onu oradan çıkardım.
Ben Peygamber ile tek bir kaptan yıkanırdım [150].
167-.......Bize
Cuveyriye ibn Esma, Nâfi'den; o da el-Kaasım'dan şöyle tahdîs etti: Âişe (R)
küçük bir yastık satın almıştı, üzerinde birtakım (hayvan) resimleri vardı.
Rasûlullah (S) bunu görünce kapıda dikildi de içeriye girmedi.
(Âişe dedi ki:) Ben:
— İşlediğim günâhtan Allah'a tevbe ederim!
dedim. Rasûlullah:
— "Bu resimli yastık nedir?" buyurdu.
Ben:
— Ben onu üzerine oturman
ve ona dayanıp yaslanman için satın aldım, dedim. ; Rasûlullah:
— "Bu suretlerin sahihleri kıyamet gününde
muhakkak azâb olunurlar ve o kimselere (tehekküm ve aczlerini ortaya koymak
için): Suretlerini yaptığınız bu hayvanları diriltiniz! denilir. Şübhesiz, melekler,
içinde suret bulunan hiçbir eve girmezler" buyurdu [151].
168-.......Bize
el-Leys, Bukeyr'den; o da Busr ibnu Saîd'den; o da Zeyd ibn Hâlid'den; o da
Rasûlullah'ın sahâbîsi olan Ebû Tal-ha'dan tahdîs etti ki, Ebû Talha:
--Rasûlullah (S):
"Melekler, içinde suret bulunan bir eve girmezler" buyurdu,
demiştir.
Busr dedi ki: Bu
hadîsi bana rivayet eden, Zeyd ibn Hâlid'dir. Bunu bana bildirdikten bir zaman
sonra hastalanmış, biz de ona hasta ziyaretine gitmiştik. Eve girdiğimde kapısı
üzerinde bir perde asılı olduğunu, perdede de bir suret bulunduğunu gördüm.
Orada bulunan Ubeydullah el-Havlânî'ye -ki bu, Peygamber'in zevcesi
Meymûne'-nin terbiye edip yetiştirdiği bir kimsedir-:
— İslâm'ın ilk
günlerinde suretin nehyedilmiş olduğunu bize haber veren bu Zeyd ibn Hâlid
değil midir? (Şimdi bu resimli perde nedir ya?) dedim.
Ubeydullah bana:
— Zeyd ibn Hâlid bu
hadîsi Ebû Talha'dan bize naklederken, sonunda "İllâ rakmen fî sevbin{ =
Elbisedeki nakş ve resim müstesnadır)" dediğini işitmedin mi? diye cevâb
verdi.
İbn Vehb de şöyle
dedi: Bana Amr ibnu'l-Hâris haber verdi. Ona da Bukeyr tahdîs etti. Ona da Busr
tahdîs etti. Ona da Zeyd ibn Hâlid tahdîs etti. Ona da Ebû Talha, Peygamber(S)'den
tahdîs etti [152].
169-.......
Bize Abdulazîz ibn Suheyb tahdîs etti ki, Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir:
Âişe'nin kırâm denilen, üzeri resimli, nakışlı bir örtüsü vardı, onunla evinin
bir tarafını örtmüştü. Peygamber (S) Âişe'ye:
— "Şu kırâmını benim
karşımdan al gider! Çünkü üzerindeki tasvirleri namazımda iken hep bana görünüp
duruyor" buyurdu [153].
"İçinde suret
bulunan eve melekler girmez"
170-.......İbnu
Vehb tahdîs edip şöyle dedi: Bana Umer, -ki Muhammed'in oğludur- Sâlim'den
tahdîs etti ki, babası Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir;
— Cibril, Peygamber'le
buluşma va'detmiş de Peygamber'egelmeyi geciktirmişti. Hattâ bu gecikme
Peygamber'e ağır gelince evinden dışarı çıkmıştı. Bu sırada Cibril'e kavuştu
da gecikmesinden dolayı öfkelendiğini ona söyledi. Bunun üzerine Cibrîl de
Peygamber'e: "Biz melekler, içinde suret ve köpek bulunan eve
girmeyiz" dedi [154]
171- Bize
Abdullah ibn MesJeme, Mâlik'ten; o da Nâfi'den; o da el-Kaasım ibn Muhammed'den
tahdîs etti ki, Peygamber'in zevcesi Âişe (R) ona şöyle haber vermiştir: Âişe
küçük bir yastık satın almıştı, üstünde birtakım (hayvan) resimleri vardı.
Rasûlullah (S) bunu görünce kapının önünde dikildi de içeriye girmedi. Âişe bu
sırada Ra-sûîullah'ın yüzündeki hoşnûdsuzluğu sezdi de:
— Yâ RasûlallahJ Ben
AJlah'a ve Rasûlü'ne tevbe ediyorum. Acaba ben ne günâh işledim? dedi.
Rasûlullah:
— "Şu yastığın hâli nedir?" buyurdu.
Âişe de:
— Ben onu Sana üzerine
oturman ve dayanıp yaslanman için & aldım, dedi.
Bunun üzerine
Rasûlullah:
— "Bu suretlerin sahihleri kıyamet gününde
muhakkak azâb o nurlar ve bunları yapan kimselere: Suretlerini yaptığınız bu
hayvc lan diriltiniz! denilir" buyurdu.
Yine Rasûlullah:
— "Şübhesiz içinde suretlerbulunan eve
meleklergirmezler''b yurdu [155].
172-.......Bize
Şu'be, Ebû Cuhayfe'nin oğlu Avn'dan lahdîs etti ki, Ebû Cuhayfe (R) kan alıcı
bir köle satın almıştı. Peygamber (S) kan alma ücretinden, köpek bedelinden,
zina kazancından nehyetti. Ve ribâ yiyene, ribâ yedirene, döğme yapana, döğme
yaptırana, suret yapana Ia'net etti, dedi [156].
"Kim suret
yaparsa kıyamet gününde ona yaptığı surete rûh vermesi teklif olunur. Hâlbuki
o, hayât vermek
kudretinde
değildir".
173-.......Bize
Saîd ibn Ebî Arûbe tahdîs edip şöyle dedi: Ben en-Nadr ibnu Enes ibn Mâlik'ten
işittim; o, Katâde'ye tahdîs ediyordu. en-Nadr şöyle dedi: Ben İbn Abbâs'm
yanında idim. İnsanlar ona birşeyler soruyorlar (o da onlara cevâb veriyordu).
Fakat "Peygamber şöyle buyurdu" diye Peygamber'i zikretmiyordu.
Nihayet kendisine birisi tarafından (Ben şu resimlen yapan ressam bir
kimseyim, hâlim nedir? diye) bir suâl soruldu. Bunun üzerine İbn Abbâs (R):
— Ben Muhammed(S)'den
işittim: "Her kim dünyâda (hayât sahibi) bir suret resmederse, kendisine
kıyamet gününde o surete rûh vermesi teklif olunur. Hâlbuki o hayât üfürücü
değildir (yânı hayât vermek kudretini hâiz değildir)" buyuruyordu, dedi [157].
174-.......BizeEbû
Safvân, Yûnus ibn Yezîd'den; o da İbn Şihâb'dan; o da Urve'den; o da Usâme ibn
Zeyd(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) Fedek dokuması kaplı saçaklı palan
vurulmuş bir mer-keb üzerine binip (henüz çocuk bulunan) Usâme'yi bineğinin arkası
tarafına bindirmiştir [158].
175-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: (Mekke fethi günü) Peygamber (S) Mekke'ye geldiği
zaman kendisini Abdulmuttalib evlâdının oğlancıkları karşıladı. Peygamber
bunlardan birisini devesinin önüne, diğer birisini de arka tarafına bindirdi [159].
Bâzısı da binek
hayvanının sahibi, hayvanın ön tarafına binmeye başkasından daha haklıdır,
ancak başkasına izin vermesi hâli müstesnadır, dedi [160].
176-.......Bize
Eyyûb es-Sahtıyânî tahdîs edip şöyle dedi: İkrime'nin yanında binek üzerine
binen üç kişinin şerrlisi zikrolundu. Bunun üzerine İkrime şöyle dedi: İbn
Abbâs (R) Mekke fethinde, Mekke'ye, Abbâs'm oğlu Kusam'i bineğinin ön tarafına,
kardeşi el-Fadl'ı da arka tarafına bindirmiş -yâhud Kusam'ı arka tarafına,
el-Fadl'ı da ön tarafına bindirmiş- olarak gelmiştir. Bunların hangisi şerr
yâhud hangisi hayırdır? [161].
177-.......Bize
Enes ibn Mâlik (R) tahdîs etti. Muâz ibn Cebel (R) şöyle demiştir: Ben bir
seferde Peygamber (S)'in bindiği bineğin arka tarafına binmiş idim.
Peygamber'le benim aramda, semerin arka ağacından başka birşey yoktu. İşte bu
kadar yakınında bulunurken Rasûlullah:
— "Yâ Muâz!" diye nida etti. Ben:
— Lebbeyke yâ Rasûlallah ve sa'deyke! dedim.
Sonra bir müddet yürüdü. Sonra yine:
— "Yâ Muâz!" diye çağırdı. - Ben:
— Lebbeyke yâ Rasûlallah ve sa'deyke! dedim.
Sonra bir daha yürüdü. Sonra yine:
— "Yâ Muâz!" diye çağırdı. Ben yine:
— Buyur yâ Rasûlallah,
emrine hazırım ve Sana tâata tekrar tekrar yardımcıyım! dedim.
— "Allah'ın kulları üzerinde ne hakkı
vardır bilir misin?" diye sordu.
Ben:
— Allah ve Rasûlü en
bilendir! dedim.
— "Allah 'in kullan üzerinde sabit olan
hakkı, kulların Allah 'a ibâdet etmeleri ve O'na hiçbirşeyi ortak
kılmamalarıdır" buyurdu.
Sonra bir müddet daha
yürüdü. Sonra:
— "Yâ Muâz ibne Cebel!" diye çağırdı.
Ben:
— Buyur yâ Rasûlallah,
emrine hazırım ve Sana tâata tekrar tekrar yardımcıyım! dedim.
— "Bunu yaptıkları zaman kulların Allah
üzerinde sabit olan hakları nedir bilir misin?" dedi.
Ben:
— Allah ve Rasûlü en bilendir, dedim.
Rasûlullah:
— "Bunu
yaptıkları zaman kulların Allah üzerinde sabit olan Kakları, Allah'ın onlara
azâb etmemesidir" buyurdu [162].
178-.......Bize
Şu'be tahdîs etti. Bize Yahya ibnu Ebî İshâk haber verip şöyle dedi: Ben Enes
ibn Mâlik(R)'ten işittim, şöyle dedi: Rasûlullah'ın maiyyetinde Hayber'den
dönüyorduk. Ben üvey babam Ebû Talha'nın bineğinin arka tarafına binmiş idim. O
yol alıyordu. Rasûlullah'ın kadınlarından biri de Rasûlullah'ın bineği üzerinde
arka tarafına binmişti. Birden Rasûlullah'ın dişi binek devesi, ayağı sürçüp
tökezledi. (Rasûlullah ile Safiyye, ikisi birden düştüler.) Ben:
— (Kadın düştü!)
Kadını koruyun! dedim ve hemen binekten yere indim.
Bu sırada Rasûlullah:
— "Bu kadın (yânî Safiyye bintu Huyey)
annenizdir!" diye seslendi.
Ben hemen devenin
semerim sıkıca bağladım, Rasûlullah deveye bindi (ve yola devam ettik).
Nihayet Rasûlullah (S) Medine'ye yaklaşınca yâhud görünce:
— "Ayıbûne, tâibûne, âbidûne li-Rabbinâ
hâmidûne{= Bizler dönücüleriz, günâhlardan tevbe edicileriz, Rabb'imize ibâdet
edicileriz ve ancak O'na hamd edicileriz)" sözlerini söyledi [163].
179-.......Bize
İbnu Şihâb, Abbâd ibn Temîm'den tahdîs etti ki, o amcası Abdullah ibn Zeyd
el-Ensârî (R), Peygamber(S)'in mescidde sırtüstü yatıp bir ayağını diğeri üzerine
kaldırdığını görmüştür [164].
[1] Bâzı nüshalarda burada "bâb" sözü vardır.
[2] Çoklarının rivayetinde âyetin yalnız baş tarafı
zikredilmiştir. Ebû Nuaym ise biraz daha ziyâde etmiştir. (Biz âyetin tamâmını
verdik.) Âyet, mubah ve halâl olan herşeyi âmm ve şâmildir. Yânî işte biz,
medenî hayâtı öğrenmeyi bilen bir kavme medeniyet âdabını bildiren âyetlerimizi
böyle tafsîl ederiz. Bundan ön çeki âyet de bu hususla ilgili olup şöyledir:
"Ey Âdem oğullan, her mescid huzurunda ztnetinizi alın (giyinin). Yiyin,
için, israf etmeyin. Çünkü O (Allah) israf edenleri sevmez".
[3] Bunu Ebû Dâvûd et-Tayâlîsî ile Haris ibn Ebî Usâme
kendi Müsnedberinde, Hemmâm ibn Yahya tarikiyle Katâde'den; o da Amr ibn
Şuayb'dan... senediyle rivayet etmiştir. Bu, Buhârî'de ancak muallak olarak
bulunan hadîsler cüm-lesindendir.
[4] ibn Abbâs'ın bu sözünü de İbn Ebî Şeybe Musannaf'mdz
İbn Uyeyne'den; o da îbrâhîm ibn Meysere'den; o da Tâvûs'tan; o da İbn Abbâs'tan
senediyle rivayet etmiştir... (Aynî).
Giyinmek hakkında şu
âyetler de zikre değer: "Ey Adem oğulları, size çir-} kin yerlerinizi
örtecek bir libâs, bir de giyip süsleneceğiniz bir libâs indirdik. Takva libâsı
ise, o daha hayırlıdır. Bu, Allah Un âyetlerindendir. Tâ ki iyice düşünsünler
(ni'metlerin kadrini bilsinler). Ey Âdem oğulları, şeytân ana ve babanızı,
fena yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak nasıl cennetten
çıkardıysa, sakın size de bir fitne yapmasın. Çünkü o da, kabilesinden olanlar
da sizi, sizin kendilerini göremeyeceğiniz yerlerden muhakkak görürler. Biz şeytânları
îmân etmeyeceklerin velîleri yaptık" (el-A'râf: 26-27).
[5] Elbisenin topuktan aşağı lüzumsuz uzatılması,
kibirlenmek alâmeti idh Kibirlilik ifâde eden bu türlü uzun ve lüks giyinişler
nehyedilmiştir.
[6] Bu hadîs kasıtsız olarak elbisesini sarkıtıp sürüyen
kimseye günâh olmadığını ifâde etmektedir. Demek ki, günâh,kibirlenme
kasdmdadır. Bunun bir rivayeti Ebû Bekr'in fazîleti bâbi'nda geçmişti.
[7] Başlığa uygunluğu "Kalkıp acele ile elbisesini
arkasından sürüyerek yürüdü" sözündedir. Peygamber'in bu fiili de
kibirlenme kasdı olmaksızın elbisesini sarkıtıp yerde sürükleyen kimseye bir
günâh olmadığına açıkça delâlet etmektedir. Bunun birkaç rivayeti Kusûf'ta
geçmişti.
[8] Başlığa uygunluğu "Bir takım elbise giyinmiş ve
çemrenmiş olarak çıktı" sö-zündedir. Bunun bir rivayeti Namâz'da,
"İmâmın sütresi, arkasındakilerin de sütresidir bâbı"nda daha uzunca
bir metinle geçmişti. Buhârî burada hadîsi kısaltarak getirdi.
Müslim'in rivayetinde
bu çemrenmenin zikri sırasında: "Bacaklarının aklığı hâlâ gözümün
önündedir" ta'rîfi vardır.
et-Teşmîr, bir nesneyi
çekip büzmek..., baldırdan ve bacaktan esvabı yuka--n sığayıp çemremek
ma'nâsınadir ki, bacakları sığamak ta'bîr olunur...
el-Hulle, hâ'nın ötresi
ile kumaştan ve başka bezden ridâ ve izârın mecmû ûna denir, elbette
"Hülle" iki parçadan olur, bir parçaya "Hülle" denilmez...
(Kaamûs Ter.).
[9] İzâr, Arablar'ın giydikleri boy elbisesidir ki, bunun
topuktan aşağı lüzumsuz uzatılması, kibirlenmek alâmeti idi. Onun için hadîste
buna ağır ceza ta'yîn edilerek bundan nehyedilmiştir. Şübhesiz ateşte yanacak
olan topuktan aşağı lüzumsuz, yerde çekilip sürüklenen elbise parçası değil,
bunun içinde o hizada bulunan ayaklardır. Burada kinaye olarak elbise
zikredilip ayaklar ve beden kasdedilmiştir.
[10] Hadîslerin başlığa delîllikleri meydandadır. Böyle
kendini beğenmiş olarak, bii-yüklene büyüklene, çalımlı ve şımarık bir yürüşle
yürümek, Kur'ân dili ile de men' edilmiştir: "Yeryüzünde şımarık yürüme.
Zira Allah her kibir taslayanı, kendini beğenip övüneni sevmez""
(Lukmln: İS).
[11] Bütün bu hadîsler ve mutâbaatlar hangi nevi'den olursa
olsun, kibirden dolayı, uzatılıp yerde sürüklenen elbiselerin nehyini ifâde
etmektedirler.
[12] Bunların saçaklı elbiseler giydiklerini başka
hadîsçİler nakletmelerdir.
[13] Hadîsin başlığa uygunluğu "Şu elbise saçağı
gibi" sözündedir. Bunun bir rivayeti Talâk Kitabı, "Üç boşama ile
boşamaya cevaz veren kimse bâbı"nda geçmişti. Hadîsin son cümlesi râvî
ez-Zuhrî'nin kelâmmdandir.
er-Ridâ, omuz üzerine
yâhud iki kürek arasına konularak giyilen bir bezdir, bedenin üst tarafına
mahsûstur (Şerhler).
er-Ridâ, râ'nm kesriyle
ma'rûf bir örtüdür ki, başa ve belden yukarıya bürünecek şal, fûta makûlesine
denir, izâr mukaabilidîr. îzâr, belden aşağıya tutunacak fûta makûlesinden
peştemâlden ibarettir (Kaamûs Ter.)
[14] Enes'in bu sözü dokuz bâb sonra gelecek olan hadîsin
bir parçasıdır.
[15] Bu hadîs uzunca bir metinle Beşte bir Kitâbı'nda
geçmişti.
[16] Arablar'da ridâ ve izâr giymek yaygın ise de gömlek,
yeni olmayıp kadîm bir giyecektir. Buhârî Yûsuf âyetini zikretmekle, gömleğin
kadîm bir giyecek olduğunu işaret etmiştir.
[17] Başlığa uygunluğu "İhrama giren kimse gömlek
giymez..." sözündedir. Bunun birer rivayeti İlim ve Hacc Kitâblan'nda da
geçmişti
[18] Peygamber'in kendi gömleğini ibn Ubeyy'e giydirmesi
sebebleri arasında, Bedir günü Peygamber'in
amcası Abbâs'a, İbn Ubeyy'in kendi gömleğini hediyye etmiş bulunmasına bir
mukaabeledir denilmiştir. Başlığa delâleti açıktır. Bunun daha bütün bir
rivayeti Cenazeler Kitabı; "Ölü kabrinden çıkarılır mı bâbı"n-da
geçmişti.
[19] Bunun da bir rivayeti Tefsîr'de, el-Berâe Sûresi'nde
geçmişti.
[20] Başlığa uygunluğu "Rasûlullah parmağıyle yakas-na
doğru şöyle İşaret ediyordu" sözünden alınır.
Bu hadîsin aslı Buhârî
ve Müslim'in Zekât Kitâbları'nda geçmişti.
[21] Namaz Kitâbı'nda "Şâm cübbesi içinde namaz
kılmak" şeklinde başlık açmıştı. Cihâd'da da "Seferde ve harbde
cübbe" başlığı açmıştı. Bunun aslı Abdest Alma Kitâbı'nda, "Mestler
üzerine mesh bâbı"nda geçti. Bu sefer, Tebûk Seferi idi.
[22] Bu da Abdest Alma Kitabı, "Ayaklan temiz iken
mestleri içine soktuğu zaman bâbı"nda geçmişti. Buradaki başlığa uygunluğu
"Üzerinde yünden bîr cübbe vardı" sözündedir.
[23] Kastallânî:. Kaba, Acemler'in tanınmış libâsından dar
bir cins libâstır diye ta'rîf etmiştir. Bunun ipekten dokunmuş bir kaftan
olduğu da söylenmiştir.
el-Ferrûc: Tennûr
vezninde, küçük çocuk gömleğine denir ve ensesinden yırtmacı olan kaftana denir
ki, üste giyilir. Bu, hâlâ "Ferrâce" dediğimiz şeydir ki, Fârisî'de
"Ferecî" derler (Âsim Efendi).
[24] Hadîsin başlıkla münâsebeti açıktır. Mısver'le babası
Mahranıe ibn Nevfel'in her ikisi de sahâbîdir. Abdu Menâf oğulları'ndandır.
Mısver küçük sahâbîler-dendir. Hicretin beşinci yılında doğmuş, Mekke'nin
fethinden sonra altı yaşında Medine'ye gelmiştir. Hadîste bildirildiği üzere,
babasıyle Rasûlullah'm huzuruna gitmesi bundan sonra olacaktır. Peygamber'in
vefatında sekiz yaşında idi. Rasûlullah'tan hadîs ezberlemiş ve Sahîhayn 'da
rivayet edilmiştir. Kendisi: "Ben Rasûlullah'tan hadîs işittim. O sırada
ben hadîs yüklenecek ve ezberleyecek derecede akıllı, zabtedici bir çağda
idim" demiştir. Babası İse ihtiyar idi. Rasûlullah'ı yanma çağırtması ve
O'nun da icabet etmesi, ihtiyarlığından dolayı idi.
[25] Bu ipek feraceyi hediye eden Dûmetu'l-Cendel Meliki
Ukeydir ibn Abdilmelik'tir. Müslim'in Câbir'den rivayetinde, çıkardığı libâsın
bir ipek kaftan olduğu, bunu çıkarırken de "Bunu giymekten beni Cibril
nehyetti" buyurduğu belirtilmiştir.
Bunun bir rivayeti
Namaz, "İpek ferrûc içinde namaz kılan ve çıkaran kimse bâbı"nda
geçmişti.
[26] Müsedded, Buhârî'nin şeyhidir. Buhârî bunu müzâkere
yoluyla aldığı için, "Bana söyledi" ta'bîriyle getirdi. Bu da mevsûl
ve tam bir hadîstir.
Bornus, başlığı
bedeninden olup ona bitişik bulunan giyecektir.
[27] Bunun bir rivayeti yakında geçmişti.
[28] el-Huff... insanın ayağına giydiği çizmeye, mest,
çedik, tomak makûlesi ayakkabıya denir ki, üzerine meshetmek mümkin olur...
Bir kat olduğu için hafifliğinden dolayı bu isim verilmiştir. Bunun üzerine
giyilen ayakkabıya "Çermûk" denir (Kaamûs Ter,).
Burada açılan bâblarda
onların altında getirilen hadîslerin birbirleriyle münâsebetleri meydandadır.
Bu hadîsler bundan önce de birkaç kerreler geçmiş ve açıklamalar verilmişti.
[29] et-Takannu': Bir kimse başına câr bürünmek, tulga ve
miğfer giymek ma'nâsı-nadır.
el-Makanna': Muazzam
vezninde, basma tulga giymiş adama denir; demirden miğfer giymiş ma'nâsınadır,
el-Kınâ': Kitâb
vezninde baş örtüsüne denir...
el-Asb: Ayn'ın fethi ve
sâd'm sükûnu ile bir nesneyi dürüp bükmek, sarıp bağlamak... ma'nâsınadır.
el-Isâbe: Ayn'ın
kesriyle... ve başa ve alma bağladıkları sargıya denir; çen-ber, dülbend,
kaşbasdı ve baş-bağı gibi. Ve hassaten sarığa denir, amâme gibi. (Kaamûs Ter.)
[30] Bu, Ensâr'm Menkabeleri'nde ve daha başka yerlerde
geçen uzunca bir hadîsin parçasıdır.
İbn Abbâs: Rasûlullah
(ölüm hastalığından biraz önce) üzerinde bir ridâ ile ve ridâsım iki omuzu
üzerine koyarak ve ağrıyan başı üzerine de siyah bir kumaş parçası sarmış
olduğu hâlde mescide çıktı ve nihayet minber üzerine oturdu... şeklinde tahdîs
etmiştir.
[31] Enes'in bu hadîsi de bu bâbda uzunca bir metinle
gelecektir.
[32] Başlığa uygunluğu "îşte Rasûlullah başını bir
sargı ile sanp örtmüş olarak geliyor.." sözündedir. Bu hadîs bu İsnâdla
İcâre'de "Zaruret sırasında müşrikleri
[33] Bunun bâzı rivayetleri Hacc, Cihâd ve Mağâzî
Kitâbları'nda da geçmişti.
el-Miğfer, Minber
vezninde el-Miğfere, el-Gıfâre, "Kitabe" vezninde şu zırh külahına
denir ki, baş kisvetinin altından giyilir, bir kavle göre başı ve yüzü omuzlara
gelince bürüyen zırh külahına denir ki, başa yalnız giyilir ve Türkçe'de
"Tulga" ta'bîr olunur (Kaamûs Ter.).
[34] Bu, Peygamber gönderilmesi bölümünde,
"Peygamber'in ve sahâbîlerinin Mekke'de müşriklerden karşılaştıkları ezalar
bâbı"nda geçen hadîsin bir parçasıdır. Açıklaması orada verilmişti.
[35] Başlığa uygunluğu "Necrân dokumalarından kaim
kenarlı bir bürde" sözünde-dir. Bunun bir rivayeti Hums'ta geçti, Edeb'de
de gelecektir.
[36] Bunun bir rivayeti Cenazeler Kitâbı'nda "Kefenini
Peygamber zamanında hazırlayan kimse bâbı"nda geçmişti.
Buradaki bâzı isimler:
el-Höşıye: Kumaşın iki
tarafındaki saçağa denir. Bu saçak kumaşın kullanılmadığının ve tezgâhtan
çıktığı gibi yeni bir kumaş olduğunun nişânesidir.
el-Burd: Bâ'nm dammıyle
bir nevi' çizgili, yânî çubuklu kumaş adıdır. Ve bir nevi' abaya denir ki,
ihram gibi bedene bürünürler, bu cemi'dir. Müfredi "Bür-de"6ü. Ve
hâlâ bu diyarlarda hırka ta'bîr ettiğimiz libâsa da Burde denilir...
eİ-Hıbere: Bir nevi'
Yemen kumaşının adıdır ki, pamuktan yâhud ketenden dokunan çubuklu bir
kumaştır. Buna "Burdu Yemânî" de denilir.. Tahbîr, tez-yîn ve tahsîn
ma'nâsına olup bu kumaş da yol yol çubuklarla süslendiği için "Sev-bun
muhabber = Süslü kumaş" ta'bîri de vardır.
el-Şemle: Kadife
dedikleri büyük ve tüylü saçaklı ihramdan küçük şu yufka ihrama denir,
Arablarona bütün bedeni bürüyüp sarınırlar... (Kaamûs Ter.) Bu îzâha göre
semle, burde üzerine bürünülen kisvedir.
[37] Bu, Buhârî'nin Müslim'den ayrı rivayet ettiği
hadîslerdendir. Bunun bir rivayeti Tıbb'da ve Musa'nın ölümü'nde geçmişti.
[38] Bu hadîslerin başlığa uygunlukları meydandadır,
bunlardaki giyecek isimlerinin açıklamaları daha önce verilmişti.
[39] Hamîsa, yün yâhud sûftan dört köşeli İki taraflı
zencefil bir nevi' siyah abaya denir ki, pek yumuşak ve dürünce pek az yer
tuttuğu için bu ismi vermişlerdir. Bu hamîsa Şâm kumaşlarından olup Peygamber'e
Ebû Cehm Kuraşî tarafından hediye edilmişti.
[40] Enbicânî, nakşı olmayan, yumuşak, fakat kalın sûf
abaya denir ki, hamîsa kadar kıymetli kumaşlardan sayılmazmış.
Ebû Cehm ibn Cehm ibn
Huzeyfe ibn Ganim el-Kuraşî el-Adevî (R) Mekke fethi günü İslâm'a giren Kureyş
büyüklerindendir.
Bu hadîsin bir rivayeti
Namâz'da daha geniş olarak geçmişti.
[41] Başlığa uygunluk "Kisâ ve kaba bir izâr"
sözündedir. "Kisâ", örtü, yaygı ve kilim ma'nâlarınadır, cem'i
"Eksiye" gelir.
[42] Başlığa uygunluğu "İştimâlu's-sammâ giyinişiyle
libâsa bürünmesinden" sözündedir.
Sevb, kumaş demektir. O
zamanın tam takım elbisesi -biri izâr, diğeri ridâ olmak üzere- iki sevb idi.
Bunun hepsi bir hülle ederdi. Burada bir sevbden mak-sad ridâdır ki, sağ ucunu
sol omuzundan geçirmek ve sol ucunu sağ kolunun altından çıkarmak suretiyle iki
ucunu ya göğsü tarafından, ya arkadan bağlanarak tesettür edilirdi. Bu türlü
giyinmeye "Teveşşuh" "tltihâf" ve "İstimal" de
denir.
Iştimâlu's-Sammâ:
Kumaşla bedevilerin büründükleri gibi bürünmektir ki, ihramı sağ canibinden sol
kolunun ve sol omuzunun üzerinden götürdükten sonra sağ kolunun ve sağ omuzunun
üzerinden atmakla tamamen bürünmekten ibarettir. Elİeri ve ayaklan ve bütün
âzası bağlanmış olur. Bİr kavle göre izâr ve ihram makûlesinden yalnızca bir
kat sevbi bürünmekten ibarettir. Şöyle ki: Eğninde ondan başka sevb olmayıp ve
onun bir tarafını kaldırarak diğer omuza atar, lâkin bedeni tamamen örtmediğinden
avret yerinin bâzısı meydana çıkar... Şârih der ki, ikinci ta'rîf fakîhlerin
kavlidir. İki ta'rîfte de mahzur olduğundan dolayı, Peygamber'in nehyi sâdır
olmuştur... Ve İştemele's-semmâ terkibi İştemete'ş-şetnlete's-sammâe
te'vîlindedir. (Kaamus Ter., IV, 371).
İhübâ': Bir adam
sevbine sarınıp bürünmek, bir kavle göre dülbend ve ks-i mer makûlesi ile
sırtını ve baldırlarını sarıp toplamak ma'nâsınadır... Daha kolay tefsiri,
insan kaba etleri üzerine oturup bacaklarını da dikerek o hey'et üzere
sarınmaktır. Bu tertîbde dikkatsizce sarınan kimsenin, görünmesi haram olan
beden azalarından bâzılarını örtmemesi ihtimâli gâlib olduğu için, böyle
oturanın dikkatli olması lâzım gelir... Herhalde İştimâlu's-sammâile
İfıtibâ'daki nehyin sebebi, haram avret yerinin açılması korkusudur. Avret
yerinin açılmasına mahal vermeyecek derecede olursa haram olmazlar (Tecrîd
Ter., II, 243).
[43] Bunun kısaltılmış bir rivayeti Buyu' Kitâbı'nda,
"Bey'u'l-mulâmese bâbı"nda geçmişti.
Buradaki giyinişlerin
ta'rîfleri de bundan önceki haşiyede verilmişti. Kısaca tekrar edilirse:
el-İştimûl, iftiâl vezninde bir adam ihramını elleri bile dışarıda kalmayıp
bütün bedelini ihata eylemek veçhile bürünmek ma'nâsınadır... .. Bu ma'nâdandir ki, bir adamı bir madde ihram
gibi basıp ihata eylese "İşteme-V
le aleyhi'l-emru(= İş onu tamâmiyle kapladı)" derler {Kaamûs Ter.,
III, 1388). eî-İhîibâ: Bir adam sevbine sarınıp bürünmek, bir kavle göre
dülbend ve . kemer makülesiyle sırtını
ve baldırlarını sarıp toplamak ma'nâsınadır ki dervîşr ler ıstılahında "Kemende girmek"
ta'bîr olunur (Mütercim Âsim Efendi).
[44] Hadîslerin birkaç rivayeti daha önce geçmiş ve ilgili
açıklamalar verilmişti. Başlığa uygunlukları da meydandadır.
[45] Başlığa uygunluğu meydandadır. Bunun bâzı rivayetleri
Cİhâd'da "Farsça konuşan kimse bâbı"nda; ve "Habeşistan'a
hicret bâbı"nda geçmişti. Ümmü Hâ-' lİd, Habeşistan'dan gelen
muhacirlerden idi. Peygamber'in ona karşı Habeşçe söylemesi, onun Habeş dilini
öğrenmiş bulunduğundan idi.
[46] Buhârî bunu Akîka'da bu isnâdla ve fakat metinsiz
olarak işaret etmiş, daha önce ise uzunca bir metinle sevketmiştir. Hadîsteki
"Hureysiyye" ta'bîri Kuzâa kabilesinden Hureys ismindeki bir adama
nisbettir.
[47] Başlığa uygunluğu "Üzerinde yeşil bir örtü
vardı" sözündedir.
[48] Bunun bir rivayeti Uhud gazvesi'nde geçmişti.
Müslim'in rivayetinde bu iki kişinin Cibrîl ile Mîkâîl oldukları açıkça
söylenmiştir.
[49] Başlığa uygunluğu "Peygamber'e geldim. O üzerinde
beyaz bir elbise olduğu hâlde uyuyordu" sözündedir. es-Sefaksî şöyle dedi:
Buhârî'nin buradaki tefsiri hadîsin zahirine muhaliftir. Eğer tevbe şart
olsaydı "Zina etse de, hırsızlık yapsa da" demezdi. Hadîs, zahiri
üzeredir. Kul müslümân olarak Öldüğü zaman, ateşten önce veya sonra cennete
girecektir. Bu, Allah'ın haklarında sünnet ehlinin ittifâkıyle böyledir. Kul
haklarında ise, çoklarına göre hakkın geri verilmesidir... (Kastallânî).
[50] Bunlar aynı konuda ayrı ayrı yollardan bâzı küçük
farklılıklarla gelmiş hadîslerdir. Başlıkla ilgileri meydandadır. Umer (R)
devlet başkanlığı sırasında bölge valilerine ve kumandanlarına zaman zaman
emirnameler, ta'lîmâtlar yazıp yollar, bunlara Peygamber'den hadîsler de
koyarak İslâm'ın getirdiği yüksek medeniyetin esaslarının oralarda öğretilip
yerleştirilmesine çalışırdı.
[51] Buda ayrı yoldan bir rivayettir. Bunda parmaklardan
biri'' Müsebbiha'' ismiy-, , ledir.
Bundan öncekinde "Sebbâbe" ismiyle idi. Bunlar aynı şeydir.
Başparmak-* tan sonra gelen
parmaktır. însan sövme ânında bîrşeye işaret ederken bu parmakla işaret ettiği
için, bu isim verilmiştir. Namaz kılan da tevhide ve Allah'ın ortaktan
tenzihine işaret ederken bu parmakla işaret ettiği için de
"Müsebbiha" ismi verilmiştir.
[52] Huzeyfe, eski İran medeniyetinin tefâhur vâsıtası olan
bardağı tereddüdsüz fırlatıp atmış, gerekçesini de açıklamış ve Peygamber'in
bu konudaki yasağım şiddetli bir surette uygulamaya başlamıştır. Bu kaba bir
hareket değildi, daha önceki ziyafetlerde tekrar tekrar bildirilmiş olan yasağa
ehemmiyet verilmemesi üzerine de uyarıcı ve te'sîrli bir uygulama idi.
[53] Yüce Allah, cennetlikler hakkında "...Orada
elbiseleri de ipektir" (el-Hacc:Fâtır._33) buyurdu.
Âlimler cumhuru bu
hadîslere dayanarak erkeklere ipek giymenin harî olduğuna hükmetmişlerdir.
Harâmlık sebebine gelince, bunun erkekler için râf olması, gurur vesilesi
olması ve kadınlara lâyık olan nevi'den bir süslenn ye kalkışarak kadınlara
benzemesi gibi sebeblerdir.
[54] Bunu et-Taberânî el-Mu'cemu'I-Kebîr'ûz senediyle
rivayet etmiştir.
[55] Başlığa uygunluğu "Bizler ona dokunmaya
başladık" sözündedir. Bunun bir rivayeti "Sa'd ibn Muâz'm menkabeleri
bâbı"nda geçti
[56] Başlığa uygunluğu "Ve ipek üzerine oturmamızı
nehyetti" sözündedir. Bu hadîsin bâzı rivayetleri Eşribe'de, Et'ime'de de
geçti. Fakat onların hiçbirinde bu "İpek üzerine oturma..." ziyâdesi
yoktur. Bu, Buhârî'nin müfredâtındandır (Aynî).
[57] Başlığa uygunluğu "Ve ipek üzerine oturmamızı
nehyetti" sözündedir. Bu hadîsin bâzı rivayetleri Eşribe'de, Et'ime'de de
geçti. Fakat onların hiçbirinde bu "İpek üzerine oturma..." ziyâdesi
yoktur. Bu, Buhârî'nin müfredâtındandır (Aynî).
[58] Bu Âsim ibn Kuleyb hadîsinin bîr rivayetini Müslim de
Libâs Kitâbı'nda getir mistir: Müslim Ter., VI, 346-348 "2078".
[59] Bu hadîsteki ta'bîrlerin açıklaması:
Siyâbun Mudallaa: Bâzı
yerleri dokunmuş, bâzı yerleri dokunmadan bırakılmış olan kumaşa denir ki,
aralık aralık kaburga kaburga tarzında olur. Bir de yol yol ipekle çİtâre
tarzında dokunmuş kumaşa denir.
Mİysere (cem'i:Meyâsir
ve Mevâsir): Mıknese vezninde şu elbiseye denir ki, diğer elbiseler üzerine
giyilmekle onlar dahî kabarıp yükselirler, murâd üstlük libâs olacaktır.
Mi'sere: Eyer yastığına
denir ki, eyer baldırı incitmesin diye edinilir. Bâzı diyarda ona
"Köpçük" ta'bîr ederler. Keza canavar postlarına denir. Harîrden, dîbâcdan olan
eyer ve palan minderlerine denir (Kaamûs Ter.).
Mi'sere: Acemler'in
binme eşyâlarındandır, ipekten, dîbâcdan yapılır ve küçük minder gibi
edinilir. İçi pamuk yâhud yün ile doldurulur. Binici bunu deve semerinin yâhud
at eyerinin üstüne kendi oturağının altına kor (en-Nihâye).
Kassî: İpekle karışık
ketenden dokunmuş bir kumaştır. Mısır'da Tenîs şehri yakınında deniz kenarında
Kass veya Kİss denilen bir beldeye nisbet edilmiştir. Bu kumaş oradan
getirilir imiş. Bâzı hadîs âlimleri de "KassF'nİn aslı
"Kazzî"dir. "Kazzî" de ibrişim denilen ham ipek ma'nâsma
olan "ATazz" kerîmesinin ismi mensubudur, "Kazz"deki zây
harfleri sinlere tebdîi edilerek "Kassî" olmuştur, dediler.
[60] Bunlardan nehyin sebebi, bu kumaşların her devir için
pahalı ve lüks şeyler olması, en âdî kumaştan bile mahrum bulunan bunca
fakirlere karşı tefâhur olacağı, zarurî şeylerden olmayıp fazladan meşgale ve
teferruat olmaları gibi hususlar .
olması muhtemeldir.
[61] İhtiyâç ve zaruret hâllerinde yasak olan şeylerin
kullanılması dînî bir asıldır: "Zaruretler haramları mübâh kılar".
Bu hadîsi Buhârî gibi
Müslim de aynı kitâbda getirmiştir.
[62] Siyerâ kelimesi hakkında Âsim Efendi: "Bir nevi'
alaca kumaştır ki, yol yo! sarı kalemli ve çubuklu olur, dokumasında bol ipek
karışık bulunur" diyor (Kaamûs Ter.).
Bol İpekli olduğu için
nehyedilmiştir. İpeği az olan kumaşın kullanılması
erkekler için de caiz
oluyor. Kumaştaki ipeğin azlığı-çokluğu hususunda Hanefiler kumaşın argacı ile
erişini; Şâfiîler de ağırlığını ölçü olarak kabul etmişlerdir. Hanefîler'e
göre bir kumaşın erişi ibrişim, argacı pamuk, keten, yün olursa o kumaştan
yapılan elbiseyi erkekler için de giymekte be's yoktur.
Alî'nin "Ben onu
kadınlarım arasında yarıp bölüştürdüm" sözünde kendisine izafe ettiği
kadınların annesi Fâtıma bintu F.sed, eşi Fâtıma bintu Rasû-hıllah ve Hamza'nın
kızı Fâtıma olduğu rivayet edilmiştir... (İbn Ebi'd-Dünyâ, Kitâbu‘l-Hedâya).
[63] Başliğa uygunluğu "Onu başkasına giydirmen
için" sözünden alınır. Çünkü bunun ma'nâsı, onu başka bir kadına hibe ve
benzeri bir suretle vermen için, demektir. Bu da ipekli kumaşın kadınlara
halâl olduğuna delâlet eder.
Bunun bir rivayeti Cumua
Kitâbı'nda "Bulabileceği en güzel elbiseyi giyer bâbı"nda geçmiş ve
bâzı açıklamalar verilmişti.
[64] Bu hadîsle de kadınların ipek elbise giymelerinin caiz
olduğuna delîl getirilmiştir. Bunu en-Nesâî de Zînet Kitâbı'nda rivayet
etmiştir.
[65] Yânî Peygamber (S) giyilecek elbiselerden veya
üzerinde oturulacak döşeme ve yaygılardan herhangibir moda üzerinde ısrar edip
darlık yapmaz, bu hususlarda dâima genişlik gösterir, müsamahalı davranır idi.
Çünkü Peygamber moda ta'-yîn etmemiş, sâdece ma'kûl örtünme hududunu
göstermiştir. Milletlerin giyinme ve örtünme nevi'leri ve modaları bölgelere
ve örflere göre ayrı ayrı olur.
[66] Hadîsin başlığa uygunluğu "Bir de gördüm ki,
Peygamber bir hasır üzerinde bulunuyor... ve içi lif dolu deriden bir
yastık.." sözlerinden alınır. Bu hadîsin çok uzun bir rivayeti
"Yüksek oda bâbı"nda, keza Tefsîr'de, et-Tahrîm Sûresi teısîrinde
geçmişti. Daha kısa olarak Nikâh'ta da geçmişti.
Bu hadîste Peygamber'.n
giyim ve yaygı hususlarında ne kadar sâde, gösterişsiz ve mütevâzi' bir hayât
yaşadığı pek açık surette görülmektedir. Allah O'na salât ve selâm eylesin!
[67] Yânî yeninin genişliği sebebiyle bedeninden bir kısmın
meydana çıkmasından endîşe ettiği için düğmelerle düğmeleyip, bedenini
kapatırdı.
Hadîsin başlığa
uygunluğu Peygamber'jn "Nice giyinik kadınlar vardır ki kıyamet gününde
çıplaktırlar" sözüyle mü'minlerin analarını ve onların şahsında bütün
mü'mine kadınları ince, kısa, dar ve bedenlerinin vasıflarını gösteren
elbiseler giymekten sakındırması yönün dendir.
Peygamber bu hadîsinde
kendisinden sonra ümmetinin uğrayacakları fitne ve musibetleri hem de nail
olacakları hudûdsuz ni'met hazînelerini ve rahmeti haber verdiği gibi,
"Giyinik çıplaklar" zümresinden yâhud örtülü olmakla beraber
elbisesinde israf ve aşırılık yapacak nice kadınların meydana çıkacağını da
haber vermiştir. Kadınlarını uyandırmayı istemesi de onlara va'z etmek,
sadakaları çok vermek ve israfı terkeylemeğe teşvik etmek, Peygamber kadınları
olmakla alda-narak ibâdet ve tâatten gaflet caiz olamayacağını bildirmek
içindir...
Bunun bir rivayeti
llim'de de geçmişti.
[68] Başlığa uygunluğu "Sağlıkla eskit ve
parçala" duâsındadır. Bunun bir rivayeti "Siyah hamîsa bâbı"nda
geçmişti.
[69] ez-Zağferân, ma'rûf isimdir ki, Türkçe'de
"Safran" ta'bîr ederler.
ez-Zağfera: Dahraca
vezninde bir nesneyi zağferânla boyamak ma'nâsınadır.
[70] el-Vers: Vâv'ın fethi ve râ'nın sükûnuyle sissim
tarzında bir nebat adıdır. Yemen ülkesine mahsûstur, bir defa ekildikte yirmi
seneye dek çiçek ve meyve vererek kalır... ve onunla boyanmış kumaş cimâ'ı
kuvvetlendiricidir... Türkçe'de "Alaçehre" ve "Yemen
zağferânı" dedikleridir ki, onunla sarı boyanır... (Kaamûs Ter.).
Ahmed ibn Hanbel ve
Sünen sâhibleri Haris Ebû Umâme'den sahîh olarak: Rasûlullah: "el-Bezâzetu
mine'l-îmâni'= Hayatta sadelik îmândandır" buyurduğunu rivayet
etmişlerdir. Erkekler için renkli şeylerle yapılacak vücûd ve yüz süslemesi
mekruh ve çirkin sayılmıştır.^Yalnız yeni evlenen gençler müstesnadır.
[71] Hadîs metnindeki kırmızı hülleyi İbn Humâm: Kırmızı ve
yeşil çubuklu olarak' dokunmuş Yemen kumaşından iki kat elbisedir diye ta'rîf
etmiştir.
[72] Bunun bir rivayeti "Kassî giyme bâbı"nda
geçti. Cenâzeler'de daha uzun olarak geçmişti. Buradaki ipek kumaşların
ta'rîfleri de orada verilmişti. Burada şu kadarını tekrar edelim:
Miysere (cem'i Meyâsir
ve Mevâsir): Mıknese vezninde şu elbiseye denir ki, diğer elbiseler üzerine
giyilmekle onlar dahî kabarıp yükselirler, murâd üstlük libâs olacaktır... Ve
eyer yastığına denir ki, eyer baldırı incitmesin diye edinilir. . Bâzı diyarda ona "Köpcük" ta'bîr
ederler. Keza., ipekten, dîbâcdan olan eyer ve palan minderlerine denir (Kaamûs
Ter.).
[73] en-Niâlu's-sebtiyye: Tabaklanmış deri ile yapılan
ayakkabılar demektir. es-Sibt: Sîn'in kesriyle dıbâğat olunmuş derilerdir...
Yâhud karaz ile yânî palamutjle -
dibâğat olunmuş deriye mahsûstur. Türkçe'de "Gön" ta'bîr
ettikleridir. Sarihin beyânına göre dibâğatla tüyleri izâle olunduğundan
en-Niâlu 's-sebtiyye buna mensûbdur. Ve o ayakkabıya da Sibt denilir (Kaamûs
Ter.).
[74] en-Na'l: Nûn'un fethi ve ayn'ın sükûnuyle ayağı yere
çıplak dokunmaktan koruyacak nesneye denir ki, ayakabı ve pabuç ta'bîr
olunur... bütün nevi'lerini şâmildir. Her mahalde birgûnâ dikip ayaklarına giyerler;
Türkçe'de "Nâleyn" dedikleri ki, çamurlukta giyilir na'leynden
tahrif edilmiştir (Kaamûs Ter.).
[75] Bunun bir rivayeti Abdest Alma Kitâbı'nda geçti.
Giyilen kumaşlar vers veya zağferânla sanya boyandığı gibi, hoşça kokulu olan
bu boya saç-sakal boyamakta da kullanılırdı.
[76] Huffeyn'm ta'rîfi de 14. babın haşiyesinde verilmişti
[77] Bu hususlar giyinmek, mescide girmek, süslenmek,
başını tıraş etmek gibi kerîm fiillerden olan hususlardır. Sümkürmek, istincâ
gibi hususlarda ise soldan başlarlardı.
[78] Sıhhî bir zaruret üzerine tek giyimli olarak yürümek
hâli bu nehiyden müstesnadır.
[79] el-Kıbâl, Kitâb vezninde, ayakkabıda olan tasmaya
denir ki, orta parmakla yanındaki parmağın aralığına geçer, bu hâlâ Haremeyn
ahâlîsinin cemceme tarzında olan na'llerinde olur (Kaamûs Ter.).
[80] el-Kubbe... tepesi daireli binaya denir ki, künbed
ta'bîr olunur... Aslında Arab evlerinden küçük ve yuvarlak çadıra denip,
sonradan mutlaka çadırda kullanıldı (Asım Efendi). Bu ta'rîfe göre Kubbe,
yayvan küçük çadırdır.
Bu hadîsteki vak'a,
Mekke'ye olan seferlerden birinde olmuştu. Peygamber Minâ'ya yakın Abtâh
denilen yerde imiş.
[81] Bu ganîmet taksimi akabinde Ensâr'ı toplayıp onlara
hitâb ettiği zaman olmuştu. Bunun bir rivayeti Humus Kitâbı'nda geçmişti
[82] Başlığa uygunluğu "Hasır yayar, üzerine
otururdu" sözündedir. Bunun birer rivayeti Namâz'da, "Gece namazı
bâbı"nda ve îmân'da, "Dînin Allah'a en sevimlisi... bâbı"nda,
geçmişti.
[83] Başlığa uygunluğu "Omuzunda dîbâcdan altın
düğmeli" sözündedir. Bunun bir rivayeti yakında "Kaftan ve ipek
ferrûc bâbı"nda da geçmişti.
[84] Başlığa uygunluğu "Altın yüzük takmaktan..."
sözündedir.
Bu hadîsin bir rivayeti
Cenazeler Kitâbı'nın evvelinde geçmişti. Orada emirler nehiylerin önüne
geçirilmişti.
Hâtem, tâ'nın fethi ile
yazılı evrakı ve vesikaları damgalamakta kullanılan mühür ve mühür yüzük olup
âlet ismidir. Hatim ise tâ'nm kesresiyle fail ismi olup hatmeden, nihayete
erdiren yâhud mühürleyen demek olur. Bu kelime Kur'ân-ı Kerîm'de de
geçmektedir. Tefsîr'de iki türlü okunduğu ve ma'nâlan bildirilmişti.
"Muhammed adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. Fakat Allah'ın
Rasûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah herşeyi hakkıyle bilendir"
(el-Ahzâb: 40).
[85] Rasülullah'ın bu yüzüğü sâdece parmağa takılan bir
yüzük değil, kaşında "Mu-hammedun Rasûlullah" yazılı olup resmî
vesikaları mühürlemekte kullandığı bir mühür yüzüktü. Bunun için
"Hâtem" kelimesinin "Mühür yüzük" şeklinde tercemesi daha
doğrudur.
[86] Peygamber'in altın yüzükten vazgeçmesinin ve bu
suretle erkeklere haram olmasının sebebleri arasında, piyasada tedavül etmekte
olan altının gitgide halkın parmaklarına geçerek tedavülden alıkonulması ve bu
suretle iktisadî hayât üzerinde ciddî te'sîrler yapması da zikredilebilir.
Peygamber altından mühür yüzük takmakta devam etseydi, yeryüzündeki erkek-kadm
her mü'min du hareketi şübhesiz bir sünnet telâkki edecek, herkes parmağına
küçük-büyük bir mikdâr altın yüzük takacaktı. Bunun neticesinde de çok büyük
bir yekûn tutacak tonlarca altın da ticarî ve İktisadî hareketlerden men'
olunacaktı. Bu habs ve men' ise yalnız İslâm Âlemİ'nin iktisadiyâtım değil,
belki bütün insanlık alemindeki iktisadî hareketleri olumsuz yönden te'sîr
altında bulunduracaktı. Altın yüzük kullanılması bir defa sünnet kabul
edilince de artık hiçbir kaanûn, hiçbir siyâsî ve İdarî tedbîr bunun önüne
geçmeye muktedir olamayacaktı. Bu bakımdan Peygamber'in bizzat parmağından
mühür yüzüğü çıkarıp atması ve bunu ebediyyen takınmayacağım beyân ederek men'
eylemesi, yalnız İslâm Alemi için değil, fakat bütün insanlık için çok büyük
bir iyilik ve büyük bir rahmet olmuştur.
Erîs, Medine'de Kubâ
köyüne yakın meşhur bir bustândır. İçindeki kuyu, bustâna izafetle "Erîs
Kuyusu" diye anılmıştır. Peygamber de bu kuyunun başında otururdu.
[87] Bu, Abdullah ibn Umer'in bundan önce daha bütün olarak
geçen hadîsinin başka yoldan ve daha kısa bir rivayetidir.
[88] Bütün hadîs ehli şöyle dedi: Bu, İbn Şihâb'ın
vehmidir, ibn Şihâb altın yüzükten gümüş yüzüğe saptı. Çünkü İbn Şihâb'mkinden
başka olan Enes rivayetlerinde ma'rûf olan
Peygamber'in gümüş yüzük edinmesi ve onu elinden atmadığıdır. Nitekim
Müslim de hadîslerin bakiyyesinde bunu zikretmiştir (Kaa-di Iyâd).
Hadîsçilerden bâzısı da
ibn Şihâb'ın hadîsini te'vîl ederek, bu hadîsle diğer rivayetler arasını
birleştirmişlerdir. Şöyle ki: Peygamber (S) altın yüzüğü haram kılmak istediği
zaman bir gümüş yüzük edindi. Gümüş yüzüğü takındığında aynı gün İçinde onun
mübâhlığını insanlara öğretmek maksadıyle, onu İnsanlara gösterdi. Sonra altın
yüzüğü çıkardı ve onun tahrîmini insanlara bildirdi. Bunun üzerine insanlar
altın yüzüklerini ellerinden çıkardılar. Binâenaleyh "İnsanlar da
parmaklarındaki yüzükleri çıkarıp attılar" sözü, altın yüzüklerini1
ellerinden attılar demek olur. Bu sahîh bir te'vîldir. Hadîste bunu men' edecek
bir husus yoktur (Nevevî).
[89] el-Fassu; fâ'nın üç harekesiyle ve sâd'ın teşdîdiyle
yüzük kaşına denir... (Kaamûs Ter.).
eİ-Vabîs: Vâv'm fethiyle
yaldırmak ve parlamak ma'nâsınadir... Bu hadîsin bir rivayeti "Yatsı
namazının gecenin yansına kadar geciktirilmesi bâbı"nda geçmişti.
[90] Müslim'in bir bâbındaki rivayetinde Enes tahdîs edip:
Rasûlullah'm mühür yüzüğü gümüştendi, bu yüzüğün kaşı da Habeşî idi, demiştir:
Libâs, 15. bâb.
[91] Başlığa uygunluğu "Velev demirden bir yüzük
olsun... "sözündedir. Bunun birer rivayeti Kur'ân'ın Faziletleri ile
Nikâh'ta da geçmişti. Arablar arasında en sâde ve mütevâzi' giyim tarzı izâr ve
ridâ olduğu hâlde, bu fakirin bilinen bu en basit giyeceği bile tam değildi,
denilmek istenmiştir. İzâr, belden aşağı; ridâ da belden yukarı giyilen
libâstır.
[92] Hadîslerin başlığa uygunlukları meydandadır.
Daha önce de ifâde
ettiğimiz üzere "Hatim "(tâ'nm kesriyle) "Tamamlayan ve sona
erdiren" demektir. Tâ'nm fethiyle "Hâtem" ise yazılı vesîkalan,
mektûblan damgalayan "Mühür" demektir. Bu kelime Kur'ân'da (el-Ahzâb:
40) olduğu gibi, bu hadîslerde de iki okunuşa göre zabt ve tesbît edilmiştir.
Hadîs-lerdeki bu kelimeyi "Mühür yüzük" diye terceme etmeyi daha uygun
bulduk. Çünkü bu yalnız mühür ve yalnız yüzük değildi. Üzerinde
"Muhammedun Rasûlullah" nakşedilmiş bulunduğu ve resmî mektûblar
bununla damgalandığı için, bir mühürdü. Parmağa takılan bir yüzük kaşında
bulunduğu için de yüzük görünüşünde idi. Peygamber'in bu mühür yüzüğü bir
ma'nâca Peygamberlik mührü idi.
Erîs Kuyusu'nun,
Medine'de Kubâ yakınında meşhur bir bustân kuyusu olduğunu daha önce geçen
haşiyede bildirmiştik.
[93] Arabça'da parmak isimleri şöyledir:
îbhâm: Elin olsun,
ayağın olsun; baş parmağa denir.
Sebbâbe: Kezzâbe
vezninde, şehâdet parmağına denilir, gûyâ ki, kişinin li-sânen sövmesine,
kalben öfkesine alâmet olur. Çünkü sövme ve tehdîd vaktinde bu parmak yukarıya kaldırılır. Buna
"Musebbihct" (yânî "Tesbîh edici parmak") dahî denir.
Vustâ: Fu'lâ vezninde,
orta parmaktır.
Bınsir: Orta parmakla
sırça parmak arasında olan parmağa denir ki, "Adsız parmak" ta'bîr
olunur.
Hınsır: Küçük parmağa
denir ki, "Sırça parmak" ta'bîr olunur (Kaamûs Ter.).
Bundan öncekinde açıkça
söylendiği üzere, Peygamber bu mühür yüzüğü yabancı devlet başkanlarına
mektûblar göndermek için, siyâsî vesîkalan mühürlemek için edinmişti. Mühür
yüzük siyâsî bir maksad ve iş İçin edinildiğinden, Peygamber başkalarının
böyle bir yazı ile yüzük edinmelerini men' etmiştir.
Peygamber'in bu mühür
yüzüğünü küçük parmağına taktığı bildirilmiş, ancak sağ elinin mi yoksa sol
elinin mi parmağına taktığı bildirilmemiştir. Bu hususla muhtelif rivayetler
vardır.
[94] Bu hadîste açıkça söylendiği üzere Peygamber, yabancı
devlet başkanlanyle siyâsî münâsebetlere başlaması ve bilhassa Doğu Roma
İmparatorluğu'na gönderilecek İslâm'a da'vet mektubunun mühürlenmesi gereği ile
bu mühür yüzüğü yaptırmıştı.
[95] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Burada râvî
Cuveyriye, kuvvetli bir zannla Nâfi'in: Peygamber mühür yüzüğü sağ eline
takardı, dediğini ziyâde etmiştir.
[96] Daha önce de belirtildiği gibi, Peygamber'İn bu mühür
yüzüğü peygamberlik ve devlet başkanlığı mührü idi. Bu mühür yüzük böyle resmî
evrakı ve mektûb-ları mühürleyip damgalamak maksadıyle edinildiği için
başkalarının bu yazı ile bir mühür yüzük edinmesi Peygamber tarafından açıkça
yasaklanmıştır. Ve bu yasak Peygamber'İn hayâtı zamanına hass idi.
[97] Buharı, hükümden ibaret olan cevâbı, hadîsteki ile
yetinerek başlıkta zikretmedi.
[98] Müslim'de, {Buhârî'de de bir rivayeti geçmiş olan) şu
hadîs de vardır:
İbn Umer (R) şöyle
dedi: Peygamber (S) altından bir mühür yüzük edindi. Sonra bu altın yüzüğü
attı. Sonra da gümüşten, nakşı "Muhammedun Rasûlullah" olan bir
mühür yüzük edindi ve: "Hiç kimse benim şu yüzüğümün nakşım yüzüğüne nakş
ve taklîdetmesin "buyurdu. Rasûlullah bu mühür yüzüğünü takındığjnda
nakşını avucunun iç tarafına getirirdi, işte Saîd ibn Ebi'l-Âs'ın himâyesinde
bulunan Muaykıb'dan Erîs Kuyusu'na düşen yüzük, bu mühür yüzüktü.
Bu iki rivayeti cem'
etmek mümkündür: Halîfeler Peygamber'İn bu mühür yüzüğünü bazen teberrüken
takınmışlardır. Ekser vakitlerde de mühür yüzük bu adı geçen Muaykib'in yanında
kalıyordu. Usmân birşey mühürlemek istediği zaman mührü ondan istiyordu, işte
böyle bir alıp verme sırasında mühür yüzük kuyuya düşmüş, bundan dolayı da
mühür yüzüğün düşmesi, Usmân ile Muaykıb'a nisbet edilmiştir. Müslim Ter. VI,
341-342.
Buhârî'nin diğer bir
rivayet tarîkinde Halîfe Usmân tarafından aynı yazı yazılı gümüş bir mühür daha
yaptırıldığı haber veriliyor.
[99] "Âişe'nin üzerinde alım yüzükler vardı"
ta'Iîkmı İbn Sa'd, Arar ibn Ebî Amr yolundan senedli olarak rivayet etmiştir;
el-Muttalib'in himayesinde bulunan bu Amr ibn Ebî Amr şöyle demiştir: Ben
el-Kaasım ibn Muhammed 'e sordum. O: Yemîn olsun ki ben Âişe'yi, usfurla
boyanmış elbise giver ve ait takar olduğu hâlde gördüm, dedi.
[100] Hadîsi buradaki başlığa yetecek kadar kısaca getirdi.
Bunun tamâmı Namaz Kitabı ile Bayram Namazı Kitâbı'nda geçmişti. Buradaki
"el-Fetah " kelimesi hakkında Âsim Efendi şu bilgiyi vermiştir:
el-Fetah: Fâ'nın fethi, tâ-ı fevkıyyenin sükûnu ve fethiyle bir nevi' büyük
hâtem ismidir ki, el ve ayak parmaklarına geçirirler. Bir kavle göre hâtem gibi
gümüşten bir halkadır, Arab kadınları parmaklarına takınırlar, Hicaz'da yedi
ma'denden yapılıp gelen halkalar gibi. Eğer kaşı olursa "Hâtem"
denir, omınla mühür basıldığı için. Bizim diyarlarda dahî tanınır... Kadınlar
başparmaklarina takınırlar... (Kaamûs Ter.)
[101] Buradaki kelimelerin ma'nâlan:
et-Tîb: Tâ'nın kesriyle
bir nesne pâkize ve Iezîz ve hoş olmak ma'nâsınadır.... Müellifin Basâir'de
beyânına göre, "71b"m aslı hasselerin lezzet aldığı nesneden
ibarettir, taamlar, içecekler vesâir nesnelerden gerek yiyecek ve güzel koku ve
gerek pâkizelik ve hoşmanzarlık cihetiyle olsun ve gerek ma'nevî olsun, halâl
mal gibi.
et-Tîb: Tâ'nın kesriyle
hoş kokulu nesneye denir ki, onunla koku sürülüp kokulanılır, misk, anber, duhn gibi ve halâl
şeye denir...
es-Sihâb: Arab
kadınlarına mahsûs bir nevi' gerdanlıktır ki, "Sükk" ta'bîr olunan
güzel koku terkibiyle karanfilden ve mıhlebden düzerler, onda cev herlerle
ilgili nesne bulunmaz...
el-Hurs:... Altın ve
gümüş halkaya denir, bir kavle göre küpenin halkasına yâhud kadın süs
eşyalarından olan bâzı küçük halkaya denir...
es-Sükk:.... Ve bir
nevi' güzel koku adıdır ki, râmekten edinilir. Râmeki un edip elekten
geçirdikten sonra su ile ma'cûn yaparlar, gereği gibi oğarlar.
Ondan sonra kaba
bulaşmamak için bir mikdâr Mrî yağ ile yağlayıp bir gece olduğu gibi
bırakıldıktan sonra bir mikdâr öğütülmüş hâlis misk katar ve gereği gibi
karıştırır, kurslar (yânî yuvarlak, yassı külçeler) düzüp iki gün terkederler.
Sonra ol kursları çuvaldız ile delip tesbîh taneleri gibi dizerler, bir sene
öylece terkederler. Atîk oldukça kokusu daha hoş olur. Tabîbler arasında bu
"Sükku'I Misk" İle tanınmaktadır (Kaamûs Ter.)
[102] Başlığa uygunluğu meydandadır. Bunun bir rivayeti
bundan önce de geçmişti.
[103] Hadîsin bu ziyâde fıkrası başlığa uygunluk noktasıdır.
Âişe "Cez'u zafâr" dedikleri aklı karalı Yemen boncuğundan yapılmış
onikî dirhem kıymetindeki bu gerdanlığı kızkardeşi Esmâ'dan ariyet almıştı.
Hadîs, Teyemmüm Kitâbı'nda geçmişti.
[104] İbn Abbâs'ın bu sözü Bayramlar Kitâbi'ndaki hadîsin
bir parçasıdır.
[105] Burada küpe sözü açıkça söylenmiştir.
el-Kurtu: KaaPm dammıyle
boncuğa benzejen bir nevi' bitki adıdır... ve küpeye ve bir kavle göre salkım
küpeye denir (Kaamûs Ter.)
[106] Başlıkta ve hadîsteki "Sihâb" isminin
tefsiri yakında geçti. Hadîsin başlığa uygunluğu "Hasen boynunda kokulu
boncuk gerdanlığı olduğu hâlde*yürüyüp geldi" sözündedir. Bu hadîsin bir
rivayeti Alışverişler Kitabı, "Çarşılar hakkında zikredilen şeyler
bâbı"nda geçmişti.
[107] Bunlar "Ahkemu'l-Hâkimîn" olan Yaratan'ın
koymuş olduğu sıfatlardan bâzısını kendilerinden çıkarıp diğer cinsin
sifatlarıyle sıfatlanmaya çalışan, yânî Allah'ın yarattığını değiştirmeye
çalışan kimseler oldukları için la'nete uğramışlar ve kötülenmişlerdir.
[108] el-Muhannes: Müennes vezninde ma'rûftur ki, kadın
haslet olan nâmerd kimseye denir, zarifler ıstılahında "Semaî
müennes" ta'bîr olunur. Tahriîs masda-rından alınmıştır. Bunda fail isim
vezniyle lügattir. Nefsini tahnîs eylediği (yânî eğip iki büklüm eylediği)
için. Mef'ûl isim vezniyle de caizdir; puşt, kahbe lûtî-Iere belini büktürdüğü
için. Türk usanınca "Kekez" ta'bîr ederler (Kaamûs Ter. 'den
sâdeleş"tirerek).
et-Tereccül: Hâiun hân
vaziyet ve tavırlarında erkeksi olmak ma'nâsınadır...
Kadının erkekleşmesi,
konuşmasında, fiillerinde ve hareketlerinde erkeklere benzemeye çalışmasıdır.
İslâm içtimaî âdabına göre, her iki insan nev'İnin fazîleti aslî fıtrat ve
tabîatlerini muhafaza etmektir. Bunlar aslî fıtrat ve tabîat-lerini
değiştirmeğe çalışan, karşı nev'in hâlini taklîde uğraşan bozuk tabîatli kimseler
oldukları için la'netlenmiş ve evlerden çıkarılmaları emredilmiştir.
[109] Başlığa uygunluğu "Böyle kimseler siz kadınların
yanına girmesinler" sözünden alınır. Çünkü bunun ma'nâsı, evden
çıkarılmasıdır.
Bunun bir rivayeti
Mağâzî'de, "Tâif muhasarası bâbı"nda ve Nikâh'ın sonunda
"Kadınlara benzemeye çalışanların evlere girmesinden nehy bâbı"nda
geçmişti.
Hadîste anılan
Gaylân'ın kızı, şişman ve çok semiz olduğu İçin bedeni büklüm büklüm etli ve
yağlı imiş, adı da Bâdiye imiş. '
el-Ukne: Gurfe
vezninde, pek semizlikten karın etinde hâsıl olan yive ve bü-küntüye denir,
cem'i "Ukan "dır "Surad" vezninde.
et-Teakkün: Tefa'ûl
vezninde, pek semizlikten karın etleri yivlenip büküm büküm olmak ma'nâsınadır.
el-Aknâ; Hamrâ vezninde
el-Muakkene, muazzama vezninde, semizlikten karın etlerinde yivler ve büklümler
peyda olmuş kıza elenir... (Kaamûs Ter.)
Musannif el-Buhârî bu
sûrede Libâs'ı bitirince, zînette ortaklık yönünden alâkalı olan şeyleri
zikretmeye başlamak üzere saçlar ve benzeri şeylerle ilgili bâblara girişti ve
bundan sonraki babı söyledi (Kastallânî).
[110] Bunu Tâhâvî, senedli olarak rivayet etmiştir
[111] Yânı bütün peygamberlerin tercih ettikleri ve bütün
şerîatlerin üzerinde ittifak ettikleri kadîm sünnettendir. Böylece o,
insanların, üzerinde yaratıldıkları cı-billî bir iş gibi olmuştur (Kastallânî).
[112] Müslim'in Tahâret'te Âişe'den rivayeti şöyledir: Âişe
(R) şöyle dedi: Rasûlul-lah (S) buyurdu ki: "On şey fıtrattandır:
Bıyıkları kısaltmak, sakalı bol bırakmak, misvak kullanmak, buruna su çekmek,
tırnakları kısaltmak, parmak aralarını yıkamak, koltuk altlarını temizlemek,
eteği tıraş etmek, sidik ve dışkı çıkan yerleri su ile yıkamak". Hadîsin
râvîlerinden Zekeriyyâ dedi ki: Mus'ab, onuncuyu unuttum, onun ağzı çalkamak
olması mümkindir, demiştir. Müslim Tercemesi, I, 335-336, (261).
[113] el-Kirmânî şöyle dedi: Elinin kabzasından fada olanı
kısaltmak için keserdi. Belki îbn Umer başını tıraş ettirmekle sakalını
kısaltmak arasını böylece cem' ederek Yüce Allah'ın şu kavline uyuyordu:
"...înşâallah emniyet içinde (kiminiz) başlarınızı tıraş ederek,
(kiminiz) saçlarınızı kısaltarak korkusuzca muhakkak Mescidi Harâm'a
gireceksiniz..." (el-Feth: 27) (Aynî).
[114] Başlığa uygunluğu meydandadır. Buhârî
"ei-I'fâ" masdarmın "Çok olmak" manâsına geldiğini Kur'ân'dan
bir âyetle göstermiştir.
[115] Başlığa uygunluğu burasıdır. Çünkü bu, saç ağarmasına
delâlet etmektedir. Hadîsin ma'nâsından hâsıl olan özet ise şudur: Ümmü
Seleme'nin yanında, deve çanına benzer küçük bir kap içinde Peygamber'in
saçlarından kırmızı boyalı bir mikdâr saç telleri vardı. İnsanlar hastalıktan
dolayı bunlarla şifâ isterlerdi. Bazen bir su kabının içine onları korlar ve o
suyu içerler, bazen de onları sulu bir tekne içine koyar, içinde Peygamber'in
saçları bulunan o küçük kabın bulunduğu su içine otururlardı. Bu hadîsi îbn
Mâce de Libâs'ta getirmiştir (Kastallâ-nî).
Aynî, hadîsin ma'nâsını
şöyle beyân etmiştir: Bunun beyânı tahrîr üzere şudur: Ümmü Seleme'nin yanında
deve çanına benzeyen küçük bir kap içinde Peygamber'in saçlarından bir mikdâr
kırmızı saç vardı. İnsanlar hastalandıkları zaman bunlarla teberrük eder,
onların bereketiyle şifâ isterler ve O'nun saçından alıp bir su kabına
koyarlar ve İçinde saç bulunan suyu içerlerdi. Böylece kendilerine şifâ hâsıl
olurdu. Usmân'm ailesi onlardan birşey almışlar ve onu gümüş bir kap içine
koymuşlar ve içinde bulunan suyu içmişler, onlara da şifâ hâsıl olmuştur. Sonra
Usmân'ı bu kapla Ümmü Seleme'ye göndermişler, Ümmü Seleme de kabı almış ve onu
cülcüle içine koymuş, Usmân da onun içinde kırmızı saçları görmüştür
{Umdetu'l-Kaarı, X, 278-279).
[116] Bu da geçen hadîsin başka bir rivayetidir. Ümmü
Seleme, Peygamber'e ikram olarak çok çok koku sürmesi sebebiyle Peygamber'in
saçlarının siyahlığı kırmızıya değişmiş olabilir. Çünkü çok koku kullanmak saçların
siyahlığını değiştirir (Kastallânî).
Müslim'de Enes ibn
Mâlik'ten Peygamber'in Veda Hacci'nda tıraş olup ke-
: silen saçlarının
dağıtılmasına müsâade ettiği rivayeti vardır. Bu hadîs saçlarla teberrük
hususunda gayet açıktır (Tecrid Ter., VI, 194-196).
[117] Başlarının ak saçlarını ve sakallarını boyamayan
Yahûdî ve Hrıstiyanlar'a muhalefet emredildiğine göre, boyamakla emrolımmuş
demek olur. Şu kadar ki, bu emir, vücûb için olmayıp mendûbluğa hamledilmiştir,
yânî boyamak men-dûbdur. Fakat her boya ile değil, kına ve benzerleriyle.
Bilhassa siyah boya ile <
ît/iz boyamaktan
nehyedilmiştir. Müslim'in Câbir'den gelen bir hadîsinde "Beyaz saçların
rengini değiştiriniz, fakat siyah boyadan sakınınız!" buyurulmuştur.
[118] Aliyyu'l-Kaarî Mişkât şerhinde re's ile senenin sonu
kasdedildiğini bildirmiştir. Âişe'den Rasûlullah'in altmış üç yaşında vefat
ettiği hadîsi geçmişti. Müslim'de Enes ibn Mâlik'ten gelen diğer bir rivayette
de altmışüç yaşında vefat ettiği haber verilmiştir. İki rivayet de sahîhtir.
Aralarındaki sayı farkına gelince, altmış rivayetinde doğum ve Ölüm
taraflarındaki kesirlerin atıldığına hükmolunur. Mekke ve Medine'deki ikaamet
sayılarında da kesîrler atılmış olarak söylenmiştir.
[119] Hadîsin başlığa uygunluğu,Peygamber'in başındaki saç
topluluğunun bazen omuzlarına, bazen kulak memelerine kadar sarkması
bakımındandır. Bundaki "el-Cümme", başta olan saçın gür ve çok
olanına denir ki, çokluğundan omuzlara kadar iner (Kaamûs Ter.).
[120] Bunda da saç çeşitlerinden kıvırcık ile düz olanı
zikredilmiştir.
el-Ca'd: Ra'd vezninde
kıvırcık saça ve sakala denir ve kıvırcık saçlı kişiye vasıf olur, müennesinde
"Ca'de" denir.
es-Sebt, es-Sebet ve
es-Sabit: Kıvırcık olmayan saça denir.
el-Limme: Kulak
yumuşağından aşağı sarkan saça denir, cem'i "Limem" ve
"Limâm" gelir.
[121] er-Racilu, Ketif vezninde ne kıvırcık, ne de doğru
olan saça denir... düzlük ile kıvırcıklık arası olan saça ve saçı böyle olan
adama denir (Kaamûs Ter.).
[122] Bu hadîslerin
bâzı rivayetleri Peygamber'in vasıflan bâbı'nda da geçmişti.
[123] eş-Şesnu: Parmaklarında kısalık olmaksızın kalınlık
bulunan eldir, bu, erkeklerde övülen bir sıfattır. Çünkü kavramaları daha
şiddetli olur. Kadınlarda ise bu kötülenir (en-Nihâye).
eş-Şesnu: Şîn'in ve
sâ'nın sükûnu ile iri ve kalın uzva denir. eş-Şesenu: Şîn'in ve üç noktalı
sâ'nın fethasıyle, eş-Şusûne, umûme vezninde el iri ve kalın olmak
ma'nâsınadır, dördüncü ve beşinci bâblardan kullanılır (Kaamûs Ter.)
[124] Bunun bu sened ve metin ile bir rivayeti Hacc Kitabı,
"Vâdînin içine inince tel-bîye etmek bâbı"nda geçmiş ve açıklaması da
yapılmıştı.
[125] eî-Telbîd:... ve ihramda olan hacı başının saçları
perîşân olmayıp toplanmak için saçlarına zamk gibi yapıştırıcı bir nesne sürüp
yapıştırmak ma'nâsmadir...
Telbîye: Beytullah'a
hacca gidenlerin ihrama girdiği andan i'tibâren Akabe taşlamasında ilk
taşlamaları atıp halâl oluncaya kadar, yânî ihramdan çıkıncaya kadar hep
"Lebbeyk, Lebbeyk" diye İbrâhîm Peygamber'in ezanına icabetlerini
izhâr ve i'lân etmelerine denir. Telbiye kelimeleri metindeki sözlerdir. Bu
hadîsler Hacc Kitâbı'nda da geçmişti.
[126] Rasûlullah putperestlik rejimi tamâmıyle yıkıldıktan
sonra müşriklere benzemek mahzuru kalmayınca, saçlarını iki bukle hâlinde iki
tarafa ayırıp bırakmaya başlamıştır.
[127] ez-Zuabe zâlm ötresiyle "Sumâme" vezninde,
nâsiye ma'nâsmadır ki aslında başın ön
tarafından alına bitişik olan yerine denir, bıngıldak ile alnın aralığıdır
Sonra orada biten zülüf ve kâküle denilmiştir. Mütercim der ki, esâsda Zuâbe
başın ortasından arkaya doğru sarkan saç demeti ve keysi ile beyân edilmiştir
(Kaamus Ter.).
[128] el-Kaza': İki fetha ile bulut parçalarına denir,
müfredi "Kazaa"dn. Ve çocuğun başının bâzı yerlerinde dağınık bulut
parçaları gibi saç konmağa denir. Ve ol resme konmuş dağınık saç parçalarına
denir...
Ve küçük oğlanı tıraş
ettikten sonra başında alıkonulan parçaya denir. Sarkık saç hey'etinde olur,
bir kavle göre başın ortasında kalan perçeme denir... (Kaa-mûs Ter.).
[129] Bu hadîsleri Müslim de Libâs'ta rivayet etmiştir.
Âsim Efendi'nin bundan
önceki haşiyede naklettiğimiz açıklamasına göre, çocuğun başının bâzı yerlerini
tıraş edip bâzı yerlerinin saçını bulut parçaları gibi dağınık bırakmaktan
nehyedilmiştir. Bu nehyin sebebleri arasında, o devirde böyle perçem bırakmak
Yahudiler, müşrikler, fâsıklar arasında yaygın âdet olması ve genç çocuklar
için töhmet vesilesi olması da zikredilmiştir. Bu sebeble Nevevî, Müslim şerhinde
bunun kerahet olduğunda âlimlerin ittifakı vardır, demiştir. Gazâlî de
îhyâu7-Ulûm 'unda temizlik kasdıyle başın ya tamamen tıraş edilmesinde yâhud da
tamamen saçın bırakılmasında mahzur olmadığını bildirmiştir.
[130] Başta ve sakalda güzel koku bulunmasının cevazını Âişe
annemizin bu hadîsi pek açık ifâde etmektedir.
[131] el-Mıdrâ, mîm'in kesriyle tarağa denir muşt ma'nâsına.
Şârih der'ki, diğer ana kitâblarda Midrâ şu demirden düzülmüş pençe şeklinde
küçük parmaklı kaşığa denir ki, onunla avratlar başlarını kaşıyıp saçlarını
düzeltirler (intehâ). Ve Midrâ, toplu ve sancak ta'bîr olunan demir ve altın
iğneye denir ki, hâtûnlar onunla saçlarını düzeltirler, hâlâ işittiğimize göre
İslâmbol hanımlarının mücevher .,..
iğne ta'bîr ettikleridir... (Kaamûs Ter.).
[132] Hrıstiyanlar hayza hiç ehemmiyet vermezler,
hayizlılarla cinsî münûsebette bile be's görmezler. Bu tefrittir. Yahudiler ise
hayızlılarla bir odada bile oturmaz-
V lar, beraber yiyip içmezler. Arablar
Câhiliyet'te Yahûdîler'in ifratına uymuş-ıV*
lardı. İslâm bu ifrat ve tefriti kaldırarak yalnız hayızlılarla cinsî
münâsebeti haram kılmış ve bu hâldeki kadınları cünüb menzilesinde tutmuştur:
el-Bakara: 222.
Bu ve benzeri hadîsler
Arab'ın hayızlılar hakkındaki bâtıl inançlarım yıkıp haklarındaki şer'î
hükümleri beyân eder (Tecrid Ter., I, 183-184).
[133] Burada arka arkaya getirilen üç başlık île bunlardaki
hadîslerin uygunlukları apaçıktır. Bu hadîslerin bâzıları Oruç ve Hacc Kitâblan'nda
da geçmiş ve ilgili açıklamalar oralarda verilmişti.
[134] Hadîs şöyle de İfâde edilmiştir: "Hadîsin
râvîlerinden Azre ibn Sabit dedi ki: Bir kerre Enes ibn Mâlik'in torunu ve
Basra Kaadısı Sumâme ibn Abdillah'ın huzuruna girmiştim. Sumâme bana güzel bir
koku uzattı da şöyle dedi: (Alınız; dedem) Enes ibn Mâlik güzel bir koku hediye
edilince reddetmezdi ve Peygam-ber(S)'İn de güzel kokuyu reddetmemek âdetinde
olduğunu söylerdi".
[135] ez-Zerûr: Sabûr vezninde göz otuna denir. Ve tutya ve
sırma vesaire gibi ve Ze-mr bir nevi' ıtır adıdır ki, Hind'den gelir, cem'i
"Edile" vezninde "Ezine" gelir. ez-Zerîre: Sefine vezninde
bu dahî "Zerûr" dedikleri ıtırın adıdır, bu isimle ma'rûftur (Kaamûs
Ter.).
Zerîre güzel kokudan bir
nevi'dir, bir takım karışık şeylerden mürekkeb olup bu isimle meşhurdur. Bir
cemâat -ki Nevevî de bunlardandır- bunun güzel kokulu bir kamış unu olduğu ve
Hind'den geldiğini kesin söylemiştir (Kastallânî)
[136] et-Veşm: Yüze, kola veya bedenin herhangibir tarafına
iğne batırıp boya sürerek tesbît edilen nakşa denir, Türkçe'de
"Na'l" ve "Döğün" ta'bîr olunur. Hadîste zikredilen
(el-Haşn 7) âyet, fey' denilen mallar hakkında inmekle beraber,
'' müfessirlerin açıkça söyledikleri gibi,
ma'nâsı her işi şâmildir. Abdullah ibn Mes'-;i
ûd da bu şumûlü, nehyedilmiş olan yukarıki hususlara tatbîk etmiştir. Bu
hadîsin bir rivayeti el-Haşr Sûresi tefsirinde de geçmişti.
[137] "Sizin âlimleriniz nerededir?" hitabı,
Medîne âlimlerinin bu kötü işi değiştir-1 meyip ihmâl ettikleri için, onları
redd ve şiddetli bir tevbîhtir. Bunun bir rivayetini Müslim; Libâs'ta
getirmiştir.
(el-Buhârî şöyle dedi:)
Ebû Bekr ibn Ebî Şeybe şöyle dedi: Bize Yûnus ibn Muhammed tahdîs etti. Bize
Fulayh, Zeyd ibn Eslem'den; o da Atâ ibn Yesâr'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den
tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Allah saç takan kadına, saç taktıran
kadına, döğmeyapan kadına ve döğme yaptıran kadına la'net etti"
buyurmuştur.
[138] İslâm, fıtrata ehemmiyet veren bir dîn olduğundan
"Ahsen-i Takvîm = En güzel kıvam'' (et-Tîn: 4) üzere yaratılan insanın
aslî fıtratını değiştiren vücûd mü-dâhelelerinden ve süslenmek için de olsa
sahte zînetler ve döğün yapmalarından insanları nehyetmiştir. Bu âdetler Arab
kadınları arasında yaygındı. Şimdi ise hemen hemen bütün dünyâda yaygın bir hâl
almıştır. Hattâ perukacılık vesaire
?T isimleri ile bu işleri meslek edinen
zümreler de peyda olmuştur.
Hâlbuki selîm tab'
sâhibleri indinde yaratıcı kudretin bahşettiği güzelliğin
' üstünde bir güzellik
bulmak imkânı yoktur. Eğer olsaydı İnsanları "En güzel biçimde" yarattığını
bildiren Hâlık Taâlâ, insanları o şekil ve surette yaratırdı. İşte bu sebebden
Rasûlullah bu gibi aldatıcı süslemeleri yalancılık ve bâtıl diye isimlendirip
nehyetmiştir.
[139] Bunun bir rivayeti yakında 81. bâbda geçmişti. Orada
da belirtildiği üzere, bu âyet, fey' denilen ganîmet mallarının taksimi
vesilesiyle inmiş olmakla beraber, müfessirlerin açık söyledikleri gibi,
ma'nâsı her emri şâmildir. Abdullah ibn Mes'-ûd, kadına bu âyetin Peygamber'in
yasaklamalarını da şâmil olduğunu göstermiş ve "İşte Peygamber böyle
işleri yapanlara la'net edip bunlardan nehyetti" demiş oluyor.
[140] Bu hadîslerin bâzı rivayetleri daha önce de geçmişti.
151 rakamlı hadîste ismi mef ûl sîgasıyle "Saçma ekleme yapılmış
kadın" lafzıyle gelmiş ve bu, başlığa tamâmiyle uygun düşmüştür.
[141] el-Veşmu: Vâv'm fethi, noktalı şîn'in sükûnu ile
bedende iğne ile açılan şekle denir ki, bir uzvu iğneleyip müteessir eyledikten
sonra üzerine çivit ekip gömgök bir şekil ederler, Türkçe'de Na'l ve Döğün
ta'bîr olunur... (Kaamûs Ter.)
Bu kelime hakkında daha
önce geçen hadîslerde de bilgi verilmişti. Burada bununla ilgili ayrı bir
başlık geldiği için tekrar yazdık.
Göz değmesi hakkındaki
hadîsin bir rivayeti Tıbb'da geçmişti.
[142] Bunun bir rivayeti de Buyu' Kitâbı'nda geçmişti.
[143] Hadîslerin başlığa uygunlukları meydandadır. Bunların
bâzı rivayetleri yakında da geçmişti.
[144] Yânı bu tasvirlerin yapılmaları, kullanılmaları ve
edinilmeleri yönünden olan hükümler babı.
[145] Bunun birer rivayeti Bed'u'1-Halk ve Mağâzî'de geçti.
Yakında daha geniş bir rivayeti gelecektir. Bunu Müslim de Libâs'ta
getirmiştir.
[146] "Haydi can veriniz!" emri, acizliği meydana
çıkarma emridir. Tasvîr yapanların hayât hususundaki aczlerini belâgatle
ortaya koyma ve beyândan ibarettir. Fakîhler ve hadîs âlimlerinin cumhuru bu ve
benzeri hadîsler, hayât sahibi hayvanların resimlerini yapmanın haram olduğuna
hükmetmişler ve ancak hayâtlı olmayan manzara resimleriyle ta'zîm vesilesi
olmayan eşya üzerindeki resimlerin kullanılmasında be's görmemişlerdir.
[147] Peygamber'in üzerine saiîb resimlen nakşedilmiş eşyayı
evinde bulundurmaması ve bunlan bozması, vazîfesi cümlesindendi. Çünkü salîb,
büyük bir dînin sâlik-lerince âdeta put edinilmiş, kudsiyet verilmiş bir
Hrıstiyanlık alâmetidir. Bu ise Peygamber'in getirdiği Tevhîd Dîni'ne tamâmıyle
aykırı idi, Tevhîd'i yerleştirmek için bunun bozulup değiştirilmesi gerekli
idi.
[148] Hadîsin Müslim'in Libâs Kitâbı'ndaki rivayetinde
açıkça söylendiği üzere Ebû Zur'a ile Ebû Hureyre'nin Medine'de girdikleri bu
ev, Mervân'm yâhud Eme-vîler'den Saîd ibn Âs'a âid idi. Bunların ikisi de
birbiri arkasından Muâviye tarafından Medine Vâlîsi ta'yîn edilmişlerdi. Buna
göre bu evin vâlî konağı olmak ihtimâli kuvvetlidir.
Hadîsin sonunda Ebû Hureyre'nin abdestte koltuk altına
kadar yıkamasında söylediği söz, cennetliklerin abdest suyu değen organlarının
nurlu, sekili, süslü olacağı hakkındaki Peygamber müjdesine işarettir. Abdest
Alma Kitabı'-nda geçen o hadîsin sonunda
Peygamber: "Artık sizden gücü yeten bu parlaklığı artırıp uzatsın"
buyurmuştu
[149] el-Kırâm; al perdeye ve duvağa denir. Bir kavle göre
yünden alaca ve nakış işlenmiş ince nihâliye denir ki, kapılara perde ederler.
Yâhud be-gâyet ince zara : ve çarşafa denir (Kaamûs Ter.).
es-Sehve: Suffa ve
eyvana, bir kavle göre iki oda aralığında olan kilere yâhud hazîne odasına
denir. Yâhud raff ve musandıra ve şirvân makûlesine denir ki, ona bâzı ihtiyâç
maddeleri konulur. Yâhud küçük hazîne odası şeklinde odaya denir, yâhud üç dört
ağaçtan çatma tahta pûşa denir ki, üzerine ev eşyaları konulur... (Kaamûs Ter.).
Peygamber perde gibi
ta'zîm ve tekrîm ifâde eder bir surette resimli eşya "'": kullanmayı
kerîh görmüş, fakat yayınmak, basılmak ve örtünmek, üzerinde yatmak gibi ta'zîme
delâlet etmeyecek şekilde kullanmayı mekruh saymamıştır. Nitekim bu hadîste
resimli perde yerinden çıkarılmış, ondan üzerine yatılacak yastık yapılmıştır.
[150] Ben Peygamber'le bir kaptan yıkanırdım" fıkrasını
Buhârî, ayrı olarak Gusl Kitâbı'nda getirmişti. Zahir olan şu ki, o, Âişe'nin
bu perdeyi yıkanma yeri olan' o suffa üzerine asar olmasına hamletmiş, bu
sebeble burada sevketmiş olmasıdır (Kastallânî).
[151] Bu hadîste Âişe'nin yaptığı alışveriş akdini Peygamber
feshetmemiştir. Bu feshetmemenin delaletiyle Peygamber'in bu resimli yastık
hakkındaki sözleri ha-râmlığa değil, belki kerahete hamlolunabilir.
[152] Resimli şeylerden nehy edil meşinin sebebi, resimlere,
suretlere taabbud endişesidir. İslâm Dîni, Tevhîd Dîni; zâtında, sıfatında bir
Allah'a ibâdet dîni olduğundan, Tevhîd, İslâmî umdelerin merkezi olduğundan,
bu noktanın hiçbir suretle şirk ile şaibeli olmaması Peygamber'in büyük bir
titizlikle üzerinde durduğu bir mes'ele idi. Bu sebeble İslâm'ın ilk günlerinde
Peygamber ister ta'zîm, ister ■,
tahkîr ifâde eder şekilde kullanılsın, resimli eşya kullanmayı mutlak
surette neh-
' " yetmişti.
Çünkü Peygamber İslâm'ın bu ilk günlerinde şirk ile mücâdele hâlinde idi.
Beşeriyeti putlara, timsâllere, tasvirlere ibâdet etmekten men'e çalışıyordu.
Resim ve resim yapmak hakkında mutlak surette vaîd ifâde eden hadîsler hep
, ', İslâm'ın bu ilk zamanlarında gelmiştir.
Fakat İslâm'ın şirke galebesi ve hakîkî
zaferi gerçekleştikten
sonra, ilk devirlerdeki kadar şiddetli harekete lüzum kal-
- mamıştı. Tasvir ve timsâllerin ta'zîm ifâde
etmeyecek bir surette kullanılmasına
-', müsâade edilmiştir. Ki, bu müsâade, yukarıki
Ebû Talha hadîsinin son fıkra-
• .. sındaki istisnadan çıkarılmıştır.
Sonraları İslâm Dîni
her tarafa yayılmaya başlayıp Tevhîd akidesi gönüllerde gereği gibi
yerleşince, birçok selef imamları ve fıkhî mezheb sahihleri manzara
resimlerini, tam hilkatlı olmayan insan ve şâir rûh sahibi hayvanların
tasvirini ve ihtiram göstermeyerek bunların kullanılmasını mübâh saymışlardır.
Bu se-1 beble hadîs sarihleri şiddetli
sakındırmaları ihtiva eden hadîsleri tam hilkatlİ olan tasvirlere hasretmişler
ve meselâ belden yukarı çekilen resim i'mâlinde ve kulla-.... nilmasında bir be's görmemişlerdir.
* Buhârî'nin eski sarihlerinden Ebû Süleyman
Hattâbî (öl.385), Ebû Talha
hadîsinin son
fıkrasından istifâde ederek tam hilkatli olmamak gibi bir kayda da lüzum
görmemiş ve sâdece bunun kerahetine kaail olmuştur. Kerahet sebebi olarak da
kalbin mâlâyânî ile meşgul olmasını göstermiştir: "Hayvan şekilleri tasvîr
eden musavvir ile ağaç ve benzeri nakışlar, resimler yapan nakkaaş ve ressamın,
resim ve tasvîr hakkında gelen tehdîde dâhil olmayacağını ümîd ediyo rum. Her
nekadar bu işlerin hepsi mekruh ve kalbi mâlâyânî ile meşguliyette dâhil ise
de!" (Umdetu'i-Kaarî, X, 313).
Bu hadîsin bir rivayeti
88. bâbda 161 rakamıyle de geçmişti. Bunun birkaç rivayetini Müslim de Libâs'ta
getirmiştir: Müslim Ter., VI, 360-362.
[153] Nesâî'nin Sünen'indeki rivayetlerin birinde Âişe, bu
kiramın odaya girerken tâ karşıya gelen tarafa asılmış olanı üzerinde kuş,
diğerinde kanatlı at tasvirleri bulunduğunu zikrediyor... Gerek metindeki
hadîste, gerek o hadîsin Nesâî'deki diğer rivayetinde tasvirlerin namazı
kestiğine ve namazın tekrar kılındığına dâir hiçbir kayıt bulunmadığı için,
bunların hükmü kerahet olduğu istidlal olunur...
[154] Bunun bir rivâyeti^Bed'u'I-Halk'ta geçmişti. Müslim'in
Libâs'ta Âışe'den ge-' tirdiği bir hadîste Âişe'nin evinin içinde bir köpek
yavrusu bulunduğu ve Cibril'in bu yüzden gelmeyi geciktirdiği bildirilmiştir.
[155] Bunun birer rivayeti Buyö'da "Erkekler için
giymesi mekruh olan şeylerde ticâret bâbi"nda ve bu kitabın 91. babının
167 rakamında bulunan eve girmemesinde »
[156] Bunun bir rivayeti de Buyü’da “Köpek bedeli babı”nda
geçmişti
[157] Müslim'de bundan evvel şu hadîs vardır: Saîd ibn
Ebî'l-Hasen şöyle demiştir:
ibn Abbâs'a ressam bir
kimse geldi ve:
— Ben şu suretleri
resmederek geçinirim. Bunlar ve san'atım hakkında bana bir fetva ver, dedi.
İbn Abbâs ona:
— Bana yaklaş! Dedi
Ressam ona yaklaştı.
Sonra tekrar:
— Bana yaklaş! dedi.
Ressam İbn Abbâs'a
yaklaşınca, İbn Abbâs elini bu fetva isteyen ressamın başı üstüne koyarak:
— Şimdi ben sana
Rasûlullah'tan işittiğim bir hadîsi haber vereceğim (iyi dinle): Ben
RasûlulIah(S)'tan işittim, O: "Her musavvir cehennemdedir. Mu-
savvirin tasvir ettiği
her surete kıyamet gününde (Allah) hayât verir de o canlı
suret de cehennemde
kendini yapan sahibine azâb eder" buyuruyordu, dedi.
Bunun ardından İbn
Abbâs, ressama:
— Eğer sen san'atına
devam etmek mecburiyetinde isen, ağaç resmi veya hayât sahibi olmayan vücûd
kısımlarının resmini yap, dedi.
Bu hadîsi Nadr ibn Alî
takrîr etmiştir.
Bu hadîsin bir rivayeti
Buhârî, Buyu', "Kendilerinde rûh olmayan tavsîr-lerin satılması
alınması... bâbi"nda geçmişti: 104. bâb, 168. hadîs.
İbn Abbâs'ın bu
fetvasının delili Tahâvî'nin Ebû Hureyre'den rivayet ettiği hadîsin son
fıkrası olabilir: "... Cibril, Peygamber'e: Senin evinde birtakım at ve
insan misâllerini İhtiva eden bir perde asılıdır. Ya bu resimlerin başlarını
koparmalısın, yâhud bu perdeyi indirip onu yerde yayılan bir yaygı yapmalısın!
Biz melekler, içinde resimler olan eve girmeyiz!" dedi.
[158] Bunun uzun birer rivayeti İlim'de, Cihâd'da ve
Tefsîr'de; Âlu İmrân: 186. âyetin tefsirinde geçti.
[159] Bunun bir rivayeti Hacc'da "Gelen hacıları
karşılama bâbı"nda geçti.
[160] Bunu söyleyen Âmir eş-Şa'bî imiş, bunu İbn Ebî Şeybe
ve Tirmizî, senedli olarak rivayet ettiler.
[161] Hadîsin ma'nâsi şudur: İkrime'nin yanında binek
hayvanı üzerine üç kişinin binmesi şerrdir ve zulümdür diye zikrettiler de,
Önde binen yâhud arkaya binen daha şerrlidir dediler. İkrime bu şerrliliği
Peygamber'in fiilini delîl getirerek reddetti. Çünkü O iki kişiye zulm nisbet
edilmesi caiz olmaz. Çünkü onlar Peygamber'in bindirmesiyle oralara
binmişlerdir, demiş oldu (Kastallânî).
[162] Bu hadîsin bâzı rivayetlerini Buhârî, İlim, Cihâd,
Rikaak, İsti'zân'da; Müslim de îmân'da getirmiştir: Müslim Ter., I, 92-94.
[163] Bunun bâzı rivayetleri Hacc ve Cihâd Kitâbları'nda da
geçti. Hacc'daki rivayet : İbn Umer'den olup şöyle demiştir: Rasûlullah (S) bir
gazadan, bir haccdan, bir umreden döndüğünde her yüksek yerde üç kerre tekbîr
getirir, sonra şöyle duâ ederdi: "Lâ ilahe Üle'llahu vahdehu lâşerîkelehu,
lehu'l-mütkü ve lehu'l-hamdu '.., ve huve ala kullî şey 'in kadîr. Âyîbûne,
tâibûne, âbidûne, sâcidûne, li-Rabbinâ hâmidûn. Sadaka'Uâhu va'dehu venasaru
abdehu vehezeme'l-ahzâbe vahdehu (= Allah'tan başka ilâh yok. Yalnız O var.
O'nun hiçbir ortağı yok. Bütün mülk O'nundur. Bütün hamd de O'nundur. Ve O
herşeye kaadirdir. Biz (Sana) dönücüleriz, tevbe edicileriz, ibâdet
edicileriz, secde edicileriz. Allah va'dinde doğru söylemiştir, kuluna yardım
etmiştir. Yalnız başına büt'in zamanlarda ve mekânlarda müşrik topluluklarını
bozup dağıtmıştır)".
[164] Bu hadîsin bir rivayeti Namaz Kitabı "Mescidde
sırtüstü yatmak babı' 'nda geç-misti. Buhârî'nin orada sevkettiği müteâkıb
rivayet ile şârih Aynî'nin zikrettiği diğer rivayetlerden Ebû Bekr, Umer,
Usmân, İbn Umer, İbn Mes'ûd ve Enes-(R)'in de mescidde bu vaziyette
görüldükleri sabit oluyor. Rivayet edilen Pey-. gamber'in bu fiili ile sahâbîlerin
fiilleri bunun cevazına delâlet eder... Bunu Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve
Nesâî de rivayet etmiştir. Muvaffak kılıcı ancak Allah'tır.