3- Peygamber(S)'İn: 'Ümmetimin helaki beyinsiz birtakım
gençlerin elleriyledir" Kavli Babı
4- Peygamber(S)'İn: "Vukû'u yaklaşan bir şenden
dolayı vay Arab'ın hâline!" Kavli Babı
5- Fitnelerin Meydana Gelmeleri Babı
7- Peygamber(S)'İn: 'Kim bize silâh çekerse, o bizden
değildir" Kavli Babı
8- Peygamber(S)'İn: "Benden sonra birbirinizin
boyunlarını vuracak kâfirlere dönmeyiniz" Kavli Bâbî
12- Fitneler Ve Zulümler Ehlinin Ferdlerini Çoğaltan
Kimseler Babı
13- Bâb: Müslüman, Değersiz Ve Hayırsız İnsanlar İçinde
Kaldığı Zaman (Ne Yapacaktır)?
14- Fitne Sırasında (Fesad Yeri Olan Şehirlerden Kaçarak)
Çöl Arabları'yla Oturmak Babı
15- Fitnelerden Allah'a Sığınmak Babı
16- Peygamber(S)'İn: "Fitne doğu cihetindedir Kavli
Babı
17- Denizin Dalgalanması Gibi Dalgalanacak Olan Fitne
Babı
24- Zamanın (İlk Hâlinden) Değiştirilmesi, Nihayet
Putlara İbâdet Etmeleri Babı
25- (Hicaz Arazîsinde) Ateş Çıkması Babı
28- Bâb: Medine'ye Deccâl Giremez
Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle
(Fitneler
Kitabı)
1-.......Abdullah
ibnu Ebî Muleyke şöyle demiştir: Esma bintu Ebî Bekr (R) söyledi ki, Peygamber
(S) şöyle buyurmuştur: "Ben (kv-yâmet gününde) havzımın başında benim
yanıma gelecek olanları beklerim. Derken benim yakınımda birtakım insanlar
yakalanırlar. Ben:
— Onlar benim ümmetimdir; derim. Allah:
— Sen onların senden
sonra dînlerinden arkalarına dönüp gittiklerini bilmezsin! buyurur".
Abdullah ibn Ebî
Muleyke:
— Allah'ım, bizler
topuklarımız üzerinde arkamıza dönmekten yâhud (dînimizde) fitnelere
uğratılmaktan Sana sığınırız! demiştir.
2-.......Abdullah
ibn Mes'üd (R) şöyle dedi: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Ben sizin havuz
başına ilk varan öncünüzüm. Yemîn olsun orada sizden bir takım adamlar bana
kaldırılıp gösterilecek, hattâ ben onlara vermek üzere elimi uzatırım ki, bu
sırada onlar çekilip benden uzaklaştırılırlar. Ben:
— Ey Rabb'im! Onlar
benim sahâbîlerimdirler! derim. Yüce Allah:
— Sen onların senden
sonra dînde neler îcâd ettiklerini bilmezsin! buyurur" [2]
3-.......Ebû
Hazım şöyle demiştir: Ben Sehl ibn Sa'd(R)'dan işittim, o şöyle diyordu: Ben
Peygamber (S)'den işittim, o şöyle buyuru-yordu: "Ben sizin havuz başında
öncünüzüm. Ona gelen içer, ondan içen ebediyyen bir daha susamaz. Ve muhakkak
benim yanıma bir-takım kavimler gelecekler ki, ben onları tanırım, onlar da
beni tanırlar. Sonra benimle onlar arasına bir perde konulur".
Ebû Hazım dedi ki: Ben
bu hadîsi kendilerine tahdîs ederken Nu'-mân ibn Ebî Ayyaş da işitti ve:
— Sen bu hadîsi
Sehl'den bu şekilde söylerken işittin mi? diye sordu.
Ben de:
— Evet, dedim.
Ebû Hazım şöyle dedi:
Ve ben Ebû Saîd el-Hudrî üzerine şehâ-det ediyorum ki, muhakkak surette ben
ondan işittim, o şu sözler ziyâde ederek Peygamber'in şöyle buyurduğunu
söylüyordu:
— "Onlar muhakkak
bendendirler, derim. Bana:
— Sen onların senin
ardından ne tebdiller yaptıklarını bilmezsin, denilir.
Ben de:
— Benden sonra (dînde)
değiştirme yapanlar uzak olsunlar, uzak olsunlar! derim" [3].
Abdullah ibn Zeyd de:
Peygamber (S)
"Havuz başında bana kavuşuncaya kadar sabrediniz" buyurdu, demiştir [5].
4-.......Bize
Zeyd ibnu Vehb tahdîs etti: Ben Abdullah ibn Mes'ûd(R)'dan işittim, şöyle dedi:
Rasûlullah (S) bizlere:
— "Sizler benden
sonra istikbâlde (dünyâ işleri ve paylarında) başkalarının size tercih
edildiğini ve (dîn işlerinde de) hoşlanmayacağınız birtakım (bid'atlı) işler
göreceksiniz" buyurdu. Sahâbîler:
— Yâ Rasûlallah! Bu
vaziyet karşısında bizlere nasıl hareket etmemizi emredersiniz? diye sordular.
Rasûlullah:
— "Emirlere istedikleri haklarım eda
ediniz, kendi hakkınızı da Allah'tan isteyiniz" buyurdu [6].
5-.......Ebû
Recâ'dan; o da İbn Abbâs(R)'tan tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle
buyurmuştur: "Her kim emîrinden meydana gelen bir hareketi fena görürse,
sabretsin (isyankâr vaziyet almasın). Çünkü her kim sultândan (yânî ona
itaatten) bir karış dışarı çıkarsa, o, Câhiliyet ölümüyle ölür" [7].
6-.......
Bana Ebû Recâ el-Utâridî tahdîs edip şöyle dedi: Ben İbn Abbâs(R)'tan işittim,
Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Her kim emîrinden hoşlanmayacağı bir
şeyin meydana geldiğini görürse, onun fenalığına sabretsin (isyan etmesin).
Çünkü herkim (İslâm) camiasından bir karış ayrılır da ölürse muhakkak o,
Câhiliyet ölümü ile ölür" [8].
7-.......Cunâde
ibnu Ebî Umeyye şöyle demiştir: Bizler, hasta hâlinde iken, Ubâde ibnu's-Sâmit(R)'in
yanma girdik ve ona:
— Allah seni
iyileştirsin, sen bize Peygamber(S)'den işittiğin ve Allah'ın onunla seni
faydalandıracağı bir hadîs tahdîs et, dedik.
O şöyle dedi:
Peygamber (S) bizi (Ensâr cemâatini Akabe gecesi bey'at için) çağırdı. Biz de
kendisiyle bey'at ettik.
Ubâde dedi ki:
Peygamber'e, Ensâr üzerine bir borç olarak bizden aldığı ahid ve mîsâkta şöyle
söyleyip bey'at ettik: "Allah ve Ra-sûlü'nün emirlerini dinleyip onlara
hem neş'eli, hem kederli zamanımızda; hem zor, hem kolay hâlimizde itaat etmek
ve âmirlerimiz kendi arzularını nefislerimiz üzerine tercîh etseler dahî
onlara itaat etmek ve niza (ve kıtal) etmemek üzere bey'at ettik, ancak emî-rin
açık bir küfrünü görseniz, onun küfrü hakkında yanınızda Allah'ın Kitâbı'ndan
kuvvetli bir deliliniz olması hâli müstesnadır" [9].
8-.......Bize
Şu'be, Katâde'den; o da Enes ibn MâIik(R)'ten; o da Useyd ibn Hudayr(R)'dan
şöyle tahdîs etti: Ensâr'dan bir kimse Peygamber(S)'e geldi de:
— Yâ Rasûlallah! Beni
zekât âmili veya bir yere vâlî ta'yîn buyurmaz mısınız? Nitekim
(Muhacirler'den) fulânı ta'yîn ettiniz! diye ta'rîz eyledi.
Rasûhıllah:
— "(Ey Ensâr
cemâati!) Şübhesiz sizler benden sonra yakında (böyle dünyâ işlerinde)
başkalarının size tercîh edildiği zamana kavuşacaksınız. Bununla beraber yine
de siz sabrediniz! Nihayet (kıyamet günü) bana kavuşacaksınız" buyurdu [10].
9-.......Bize
(Emevîler'den) Amr ibnu Yahya ibn Saîd tahdîs edip şöyle dedi: Bana dedem Saîd
ibn Amr haber verip şöyle dedi: Ben (bir kerre Muâviye zamanında) Medine'de
Peygamber'in mescidinde, Ebû Hureyre ile beraber oturuyordum. Yanımızda Mervân
ibnu'l-Hakem de vardı. Ebû Hureyre (R):
— Ben (kendisi
fıtraten) doğru sözlü olan ve (Allah tarafından) doğruluğu tasdik olunan
Rasûlullah(S)'tan: "Ümmetimin helaki, Ku-reyş'ten birkaç gencin
ellerindedir" buyururken işittim, dedi.
Mervân:
— Allah'ın la'neti o
gençlerin üzerine olsun! dedi. Ebû Hureyre:
— Eğer Fulân oğulları ve Fulân oğulları diye
isimlerini söylemek isteseydim, muhakkak söylerdim, dedi.
Emevîler'den Amr ibnu
Yahya dedi ki:
— Mervân oğullan İslâm
hükümetini alarak Şam'a mâlik oldukları sırada büyükbabam Saîd ibn Amr ile
beraber Mervân oğullan'-na giderdik. Bir kerresinde büyükbabam orada birtakım
genç genç Mervân oğulları'nı gördü de bize: Belki şu gençler bu ümmetin helakine
sebeb olacak gençlerden olabilirler, dedi (de Ebû Hureyre hadîsine işaret
etti). Biz de büyükbabama: (Rasûlullah'ın bu haberini) sen daha iyi bilirsin!
dedik [11].
10-.......Zeyneb
bintu Cahş (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) uykudan yüzü kıpkırmızı olarak
uyandı da:
— "Lâ ilahe
ille'ttah! Vukû'u yaklaşan bir şenden, büyük bir fitneden dolayı vay Arab'ın
hâline! Bu gün Ye'cûc ve Me'cûc şeddinden şunun gibi bir delik açıldı!"
buyuruyordu.
Sufyân ibn Uyeyne (şağ
şehâdet parmağının ucunu dibine getirip yummakla bu parmağın iki boğumu
Sürülmüş yılan gibi olmasıy-le) doksan işareti yaptı yâhud yüz işareti bağladı.
(Zeyneb dedi ki:)
—Bizim içimizde bu
kadar sâlih kimseler varken, biz helak olur
muyuz? denildi.
Peygamber:
Hakem, Rasûlullah'ın
hayâtı zamanında işlediği kötülüklerden dolayı Taife sürülmüş ve Mervân orada
dünyâya gelmişti. Ebû Bekr ve Umer devrinde de orada sürgün yaşayan bu baba ve
oğul, Hz. Usmân halîfe olunca,
— "Evet, pislik
(yânî fısk, fucûr, fuhuş ve ma'siyet) çoğaldığı zaman (helak olursunuz)"
buyurdu [12].
11-.......Usâme
ibn Zeyd (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) yüksek bir yerden Medîne evleri
arasından yükselen köşklere baktı da:
— "Benim görmekte olduğum fitneleri sizler
görebiliyor musunuz?" buyurdu.
Sahâbîler:
— Hayır, dediler. Rasûlullah:
— "Şübhesiz ben, evlerinizin aralarına
dökülen fitne ve felâket mahallerini, şiddetli yağmur sellerinin açtığı yarlar
gibi (gözümle) görüyorum" buyurdu [13].
12-.......Bize
Ma'mer, ez-Zuhrî'den; o da Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den; o da Ebû Hureyre(R)'den
tahdîs etti ki, Peygamber (S):
— "(Kıyametin yaklaşması alâmetleri
şunlardır:) Zaman birimleri birbirine yakın olur (yıllar ay, aylar gün, günler
de saat gibi hızla geçer). Allah 'a kulluk ve hayır amelleri eksilir, kalblere
şiddetli cimrilik atılıp yerleştirilir, birçok fitneler meydana gelir ve
hercümerc çoğalır" buyurdu.
Sahâbîler:
— Yâ Rasûlallah! O here nedir? diye sordular.
Rasûlullah da iki kerre:
— "Öldürme, öldürme!" buyurdu [14].
Şuayb, Yûnus, el-Leys,
ez-Zuhrî'nin kardeşinin oğlu; bu üçü de ez-Zuhrî'den; o da Humeyd'den; o da Ebû
Hureyre'den; o da Pey-gamber(S)'den olmak üzere söylediler [15].
13-.......Şakîk
şöyle dedi: Ben Abdullah ibn Mes'ûd'un ve Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nin beraberinde
idim, bu ikisi: Peygamber (S) "Kıyametin kopmasının önünde öyle bir takım
günler vardır ki, onlarda Yeryüzüne cahillik inip yayılır, ilim kaldırılır ve
öldürmekten ibaret olan hercümerc çoğalır" buyurdu, dediler.
14-.......Bize
Şakîk tahdîs edip şöyle dedi: Abdullah ibn Mes'ûd ile Ebû Mûsâ oturdular da
birbirlerine hadîs söylediler. Ebû Mûsâ:
— Peygamber (S):
"Kıyametin önünde öyle günler vardır ki, onlarda ilim kaldırılır,
cahillik inip yayılır, katiden ibaret olan hercü-merc çoğalır" buyurdu,
dedi.
15-.......Ebû
Vâil şöyle demiştir: Ben Abdullah ibn Mes'ûd ile Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nin beraberinde
oturmakta idim. Ebû Mûsâ (R): Ben Peygamber(S)'den bundan önceki hadîsin
benzerini işittim. "Here" Habeş dilinde "Öldürmek"tir, dedi
[16].
16-.......BizeŞu'be,
Vâsıl ibn Hayyân'dan; odaEbû Vâil'den;
o da Abdullah ibn
Mes'ûd'dan tahdîs etti. Zannediyorum ki, Abdullah bu hadîsi Peygamber'e
yükselterek şöyle buyurdu, dedi: "Kıyametin kopmasından önce here günleri
vardır ki, onlarda ilim zail olur ve cehalet meydana çıkar".
Ebû Mûsâ:
"Here", Habeş dilinde "ÖIdürmek"tir, dedi.
Ebû Avâne, Âsım'dan; o
daEbû Vâil'den söyledi ki, Ebû Mûsâ el-Eş'arî, Abdullah ibn Mes'ûd'a:
— Sen Peygamber (S)'in
zikretmiş olduğu kıyametten önceki o here günlerini biliyorsun, deyip bundan
önceki hadîs tarzında söylemiştir.
İbn Mes'ûd:
— Ben
Peygamber(S)'den: "Kendileri hayâtta bulunup da kıyametin koptuğu zamana
erişen kimseler, insanların şerrlilerindendir" buyururken işittim,
demiştir [17].
"Bundan sonra
gelecek zaman, muhakkak evvelkinden daha şerrli olacaktır"
17-.......Bize
Sufyân es-Sevrî tahdîs etti ki, ez-Zubeyr ibnu Adiyy şöyle demiştir: Biz
Haccâc'dan karşılaştığımız_zulümden dolayı Enes ibn Mâlik'e gidip şikâyet
ettik. Enes ibn Mâlik (R):
— Sabrediniz! Çünkü
bundan sonra üzerinize gelecek zaman, muhakkak bundan daha şerrli olacaktır. Ve
bu fenalık (siz ölüp de) Rabb'inize kavuşuncaya kadar (asırlarca) böyle sürüp
gidecektir. Ben bu sözü Peygamberiniz(S)'den işittim, dedi [18].
18-.......Peygamber'in
zevcesi Ümmü Seleme (R) şöyle demiştir: Bir gece Rasûlullah (S) dehşetle
uyandı da şöyle buyuruyordu: "Subhânallah! Allah bu gece ne hazîneler
indirdi! Ve ne fitneler indirildi! Hücrelerin sahibeleri olan kadınları (yânî
zevcelerini) namaz kılmaları için kim uyandırır? Dünyâda nice giyinik kadınlar
vardır ki, âhirette çıplaktırlar" [19].
19-.......Bize
Mâlik, Nâfi'den; o da Abdullah ibn Umer(R)'den haber verdi ki, Rasûlullah (S):
"Her kim biz müslümânlara silâh çekip kıtal ederse, artık o biz
müslümânların camiasından değildir" buyurmuştur [20].
20-.......
Bize Ebû Usâme; Bureyd'den; o da Ebû Burde'den;
o da Ebû Mûsâ
eI-Eş'arî(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Her kim bize silâh
çekerse, artık o bizden değildir" buyurmuştur [21].
21-.......Hemmâm
ibn Münebbih şöyle demiştir: Ben Ebû Hureyre(R)'den işittim, Peygamber (S)
şöyle buyurmuştur: "Sakın sizin biriniz silâhını (çıkarıp da) dîn
kardeşine işaret etmesin! Çünkü işaret eden kimse bilmez, belki şeytân eline
hız verip çeker de (dîn kardeşini vurur) bu suretle cehennemden bir çukura yuvarlanır"
[22]
22-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne tahdîs edip şöyle dedi: Ben Amr ibn Dînâr'a;
— Yâ Ebâ Muhammedi Sen
Câbir ibn AbdilIah(R)'tan: Bir adam mescidden geçti, yanında (demirleri
meydanda) okları vardı. Rasû-Iullah (S) ona "Demirlerinden tut (da kimseye
dokunmasınlar)" buyurdu, derken işittin mi? diye sordum.
Amr ibn Dînâr:
— Evet işittim, diye
cevâb verdi.
23-.......Bize
Hammâd ibn Zeyd, Amr ibn Dînâr'dan; o da Câbir ibn Abdillah(R)'tan şöyle
tahdîs etti: Bir adam mescidden geçti, yanında demirlerim meydana çıkarmış
olduğu birçok okları vardı. Rasûlullah (S) tarafından, okların herhangibir
müslümâna dokunup yaralamaması için, demirli taraflarından tutması emrolundu.
24-.......
Bize Ebû Usâme, Bureyd'den; o da Ebû Burde'den; o da Ebû Mûsâ(R)'dan tahdîs
etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Herhangibiriniz mescidimizin
yâhud çarşımızın birinden yanında demirli oklar varken geçecek olursa, okların
demirlen üzerinden tutsun -yâhud: Onlardan birini müslümânlardan bir kimseye
isabet ettirmemek için demirlerini avucunun içiyle alıp tutsun-!" buyurdu
[23].
25-.......Bize
Şakîk tahdîs edip şöyle dedi: Abdullah ibn Mes'ûd (R): Peygamber (S): "Müslümâna sövmek fısk,
onunla kıtal etmek küfürdür" buyurdu, demiştir [24].
26-.......
Bana Vâkıd, babası Muhammed ibn Zeyd'den haber verdi ki, İbn Umer (R)
Peygamber(S)'den: "Benden sonra birbirleri-nizin boyunlarını vuracak
kâfirlere dönmeyiniz" buyururken işitmiş-ür [25].
27-.......Bize
İbnu Şîrîn, Abdurrahmân ibn Ebî Bekre'den; o da babası Ebû Bekre'den ve diğer
bir adamdan -ki o, kimse (yânî Hu-meyd ibn Abdirrahmân) benim nefsimde
Abdurrahmân ibn Ebî Bekre'den daha faziletlidir- tahdîs etti ki, Ebû Bekre
(R): Rasûlullah (S) Minâ'da Nahr gününde insanlara hutbe yaptı da:
— "Bu hangi gündür biliyor musunuz?"
buyurdu. Sahâbîler:
— Allah ve Rasûlü en bilendir! dediler.
Hattâ biz, Rasûlullah
bu güne eski adından başka bir ad verecek sandık.
Rasûlullah:
— "Bu, nahr günü
değil midir?" buyurdu. Biz:
— Evet yâ Rasûlallah, nahr günüdür! dedik.
Rasûlullah:
— "Bu içinde bulunduğunuz hangi beldedir?
Bu, Mekke beldesi değil midir?" buyurdu.
Bizler:
— Evet yâ Rasûlallah, Mekke'dir! dedik.
Rasûlullah:
— "Şu hâlde iyi biliniz ki, bu ayınızda,
bu beldenizde, bu gününüzün haram olduğu gibi kanlarınız, mallarınız,
namuslarınız ve bedenlerinizin dış yüzü olan derileriniz birbirinize haramdır
(Her türlü saldırıdan korunmuştur). Dikkat edin! Bunu sizlere tebliğ ettim
mi?" buyurdu.
Bizler:
— Evet tebliğ ettin!
dedik. Rasûlullah:
— "Allah'ım, şâhid ol!" dedikten
sonra:
— "Bunu burada hazır bulunanlar, burada
hazır bulunmayanlara (yânî müstakbel nesillere) tebliğ etsin. Çünkü bâzı
tebliğ edici bunu kendisinden daha iyi belleyecek olana tebliğ edebilir"
buyurdu.
Muhammed ibn Kesîr:
Tebliğ böyle olmuştur (yânî tebiîğ çok ker-re böyle hafızlardan daha iyi hafız
olanlara yapilagelmiştir), dedi. Rasûlullah:
— ''Benden sonra birbirinizin boyunlarını
vuracak kâfirlere dönmeyiniz" buyurdu.
Abdurrahmân ibn Ebî
Bekre şöyle dedi: Câriye ibnu Kudâme onu yaktığı vakit, el-Hadramî'nin
yakıldığı gün olunca, Câriye kendi askerlerine:
— Ebû Bekre Nufey'e
bakınız; o teslîm ve inkıyâd üzere mi yâ-hud değil mi? dedi.
Askerler ona:
— İşte bu Ebû Bekre'dîr
ki, o senin el-Hadramî'ye yaptığın işi görmektedir (belki o seni söz yâhud
silâhla reddetmektedir), dediler.
Abdurrahmân ibn Ebî
Bekre, geçen senedle şöyle dedi: Bana annem, Ebû Bekre Nufey'den: Onun
(onların: Belki o seni silâh yâhud sözle inkâr etmiştir, dediklerini işittiği
zaman): Eğer onlar evimde üzerime girmiş olsalardı, ben onlara karşı kendimi
müdâfaa etmek için bir kamış deyneğini de uzanıp tutmazdım! dediğini tahdîs
etti [26].
28-.......İbn
Abbâs (R): Peygamber (S): "Benden sonra (gerisin geri giderek) dîninizden
dönüp de birbirlerinizin boyunlarını vuracak kâfirler olmayınız" buyurdu,
demiştir [27].
29-.......Cerîr
ibn Abdillah el-Becelî (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Veda Haccı'nda bana:
— "İnsanları sustur da dinlesinler!"
diye emretti. İnsanlar sükût ettikten sonra:
— "Benden sonra birbirinin boyunlarını
vuran kâfirlere dönmeyiniz!" buyurdu [28].
'Fitne zamanında
oturanın fitnesi, ayakta durandan hayırlı olur".
30-.......(Buradaki
iki senedle) Ebû Hureyre (R): Rasûlullah (S) şöyle buyurdu, demiştir:
"Yakın gelecekte birtakım fitneler olacaktır. Fitne zamanında (ona
karışmayıp) oturan kişi, ayakta durandan hayırlıdır. O zaman ayakta duran da
(fitne sebeblerini hazırlamaya) gidenden hayırlıdır. Bu yolda yürüyen de
bi'Ufiil fesada çalışandan hayırlıdır. Her kim fitne olacağını bilip de, onu
görmeğe çalışırsa, muhakkak onun kahrına uğrar. Her kim o fitne zamanı iltica
edecek veya sığınacak bir yer bulursa, hemen sığınsın (fesâdcılara karışmasın)"
[29].
31-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "İleride
birtakım fitneler olacaktır. Fitne zamanlarında oturan kimse, ayakta durandan
hayırlıdır. Ayakta duran da yürüyenden hayırlıdır. Yürüyen de koşandan
hayırlıdır. Fitneyi görmeğe çalışan onun şerrini görür. Her kim fitne zamanı
iltica edecek veya sığınacak bir yer bulursa, hemen ona sığınsın!' [30].
"İki müslümân
kılıçları ile karşılaştıkları zaman...
32-.......Bize
Hammâd, ismini söylemediği bir adamdan; o da Hasen Basrî'den tahdıs etti ki
(Ahnef ibn Kays) şöyle demiştir: Ben Alî ile Muâviye arasındaki harb fitnesi
günlerinde silâhımla çıkmıştım. Akabinde beni Ebû Bekre karşıladı da:
— Nereye gitmek istiyorsun? diye sordu. Ben de:
— Rasülullah'ın amcası
oğluna (yânî Alî'ye) yardım etmek istiyorum, dedim.
Ebû, Bekre bana şöyle
dedi:
— Rasûlullah (S):
"İki müslümân kılıçlarıyle birbirlerine yöne-lip vuruştukları zaman, ikisi
de (yânî öldüren de, ölen de) ateştedir" buyurdu. Öldüren böyledir, ama
ölene ne oldu? diye soruldu. Rasûlullah: "Ölen de arkadaşını öldürmek
istemiştir" buyurdu.
Hammâd ibn Zeyd şöyle
dedi: Ben bu hadîsi Eyyûb es-Sahtıyânî ile Yûnus ibn Ubeyd'e zikrettim de, bunu
onların da bana tahdîs etmelerini istiyordum. Onların ikisi de: Bu hadîsi
Hasen Basrî ancak el-Ahnef ibn Kays'tan; o da Ebû Bekre'den olmak üzere rivayet
etmiştir, dediler [31].
33- Bize
Süleyman tahdîs etti. Bize Hammâd bu hadîsi tahdîs etti.
Ve Muemmel de şöyle
dedi: Bize Hammâd ibn Zeyd tahdîs etti. Bize Eyyûb, Yûnus, Hişâm ibn Hasan ve
Muallâ ibnu Ziyâd, Hasen Basrî'den; o da el-Ahnef ten; o da Ebû Bekre'den; o da
Peygam--ber(S)'den olmak üzere tahdîs ettiler.
Ve bunu Ma'mer,
Eyyûb'dan rivayet etti. Bunu Bekkâr ibnu Ab-dilazîz, babasından; o da Ebû
Bekre'den rivayet etti.
Ğunder de şöyle dedi:
Bize Şu'be, Mansûr'dan; o da Rıb'î ibn Hırâş'tan; o da Ebû Bekre'den; o da
Peygamber'den tahdîs etti.
Hâlbuki Sufyân
es-Sevrî bunu Mansûr'dan diye yükseltmedi [32].
34-.......Ebû
îdrîs el-Havlânî, Huzeyfe ibnu'l-Yemân(R)'dan şöyle derken işitmiştir:
İnsanlar Rasûlullah(S)'a
(geleceğe âid)
hayırdan sorarlardı. Ben de (İslâm Ümmeti'ne gelecek) şerrden -o şerrin bana
erişmesinden korkarak- sorardım. Bu endîşe ile bir kerresinde:
— Yâ Rasûlallah! Biz
vaktiyle Câhiliyet devrinde şirk ve küfür içinde idik. Sonra Allah bize şu
büyük İslâm hayrını getirdi. Bu hayır ve saadetten sonra gelecek bir şerr ve
fitne var mıdır? diye sordum.
Rasûlullah:
— "Evet vardır" buyurdu. Ben:
— O şerrden ve fitneden sonra bir hayır ve
salâh var mıdır? dedim.
Rasûlullah:
— "Evet bir hayır ve salâh vardır. Fakat
onun içinde bâzı şerr ve fesâd bulunacak (hayrı bulandıracak, duruluğunu
bozacak)" buyurdu.
Ben:
— O hayrın
(temizliğini bulandıracak) kiri nedir? diye sordum. Rasûlullah:
— "O devrin âmirlerinden bir zümre ümmeti
benim sünnetim ve yolumun hilâfına idare edecekler. Sen o devrin âmir ve
valilerinden bâzılarının hareketlerini (doğru bulup) tasvîb, bâzılarının hareketlerini
de (çirkin bulup) reddedeceksin!" buyurdu.
Ben:
— Yâ Rasûlallah! Bu
karışık hayır devrinden sonra, yine bir şerr ve fesâd devri gelecek midir?
-dedim.
Rasûlullah:
— "Evet
gelecektir. O devirde birtakım da'vetçiler (propagandacılar) halkı cehennem
kapıları üzerine çağıracaklar. Her kim onların da'vetine icabet ederse, onu
cehenneme atacaklar" buyurdu.
Ben:
— Yâ Rasûlallah! Bu da'vetçileri bize
vasfetseniz!? dedim. Rasûlullah:
— "Onlar bizim milletimizden insanlardır.
Bizim dillerimizle ko-
nuşurlar (hâlbuki
gönüllerinde hayırdan eser yoktur)" buyurdu. Ben:
— Yâ Rasûlallah! O
devir bana yetişirse (yânî ben o devirde yaşarsam) nasıl hareket etmemi
emredersiniz? dedim.
Rasûlullah:
— "İslâm cemâatine mutâbaat et ve onların
devlet başkanlarına itaat eyle!" buyurdu.
Ben:
— Yâ Rasûlallah!
Onların bir cemâati yoksa, başlarında devlet başkanları da yoksa? dedim.
Rasûlullah:
— "O takdirde sen bu fırkaların hepsinden
ayrıl (evine çekil). Velev ki, bu ayrılman bir ağaç kökünü ısırman suretiyle
(meşakkatli) olsa bile. Artık ölüm sana erişinceye kadar, sen bu ayrılık üzere
bulun!" buyurdu [33].
35-.......Ve
el-Leys, Ebû'l-Esved'den söyledi ki, Ebû'l-Esved şöyle demiştir: (İbnu'z-Zubeyr
zamanında Şâm ehli ile mukaatele etmeleri için) Medine ehli üzerine bir ordu
ayrılmıştı. Ben de kendimi bu orduya yazdırmıştım. Akabinde İkrime'ye kavuştum
da kendimi bu orduya yazdırdığımı ona haber verdim. O beni bundan şiddetle
nehyettikten sonra, şöyle dedi:
— Bana İbn Abbâs (R)
şöyle haber verdi: Müslümanlardan birtakım insanlar (Mekke'de kalıp hicret
etmeyerek) müşriklerin beraberinde oluyorlar ve Rasûlullah'a karşı müşriklerin
şir}c camiasını çoğaltıyorlardı. Harbde düşman saffları arasında bulunan bu
kimselere ok geliyor ve vuruluyor yâhud bunlardan bâzılarına isabet ediyor da
onu öldürüyor yâhud da ona vuruyor da öldürüyordu. İşte Yüce Allah, bunun
üzerine şunu indirdi: "Öz nefislerinin zâlimleri olarak canlarını alacağı
kimselere melekler derler ki: 'Ne işte idiniz?' Onlar: 'Biz Yeryüzü 'nde (dînin
emirlerini uygulamaktan) aciz kimselerdik' derler. Melekler de: 'Allah'ın Ârzh
geniş değil miydi? Siz de orada hicret edeydiniz yaV derler. İşte onların
barınakları cehennemdir. O ne kötü bir yerdir" (en-Nisâ: 97) [34].
36-.......Huzeyfe
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) bize iki hâdise haber verdi. Bunlardan
birini gördüm, öbürüsünü görmeyi de gözlüyorum. Rasûlullah bize (emânetin nasıl
indiğim şöyle) haber verdi: "Emânet (yânî dîn duyguları, adalet ve
emniyet umdeleri ilk önce) sâlih kimselerin gönüllerinin derinliğine iner
(fıtrî duygulanırlar). Sonra o kullar, Kur*ân'dan bilgi alırlar, daha sonra
sünnetten öğrenirler (kesbî duygulanırlar)",
Rasûlullah bize
emânetin ref ini (geri kaldırıldığını) de haber verip şöyle buyurdu:
"(Fıtrî ve kesbî duygulanan bilgin) kişi gece uykusunu uyur. O, uyurken
emânet hafızasından (silinip) alınır da, emânetin eseri (izi, yeri), rengi
uçuk bir nokta hâlinde yanık yeri gibi kalır. Sonra o bilgin kişi bir uyku daha
uyurken emânetin (geri kalan kısmı da) alınır. Bunun eseri ve yeri de balta
sallayan bir işçinin avucunda-ki kabarcık gibi kalır, (bir zaman sonra o da
söner gider). Şu hâlde (o mübarek) emânet, senin ayağına düşürdüğün bir
kıvılcımın düştüğü yerişişirip, senin onu bir kabarcık hâlinde görmen gibidir.
Hâlbuki bu kabarcıkta (vücûdun hayatî uzviyeti üzerinde te'sîr edici) birşey
yoktur (bir zaman sonra söner gider).
Şu vaziyette halk,
birbiriyle alışveriş etmek ve medenî münâsebette bulunmak için (müşkil bir
günün) sabahına erişmiş bulunur. Hiç kimse emâneti edâ etmek imkânını bulamaz.
Şöyle ki: (Kâh) Fulân oğulları içinde emîn bir kimse vardır (emâneti ona
veririm) denilir.
(Kâh) birisinin lehine
"O ne akıllıdır, ne tedbirlidir, o ne zerâfetli zâttır, o ne
kahramandır" diye şehâdet olunur. Hâlbuki hakkında propaganda yapılan
şahsın kalbinde hardal tanesi kadar îmân eseri yoktur." Huzeyfe dedi ki:
Bana öyle bir zaman karşı geldi (öyle bir zamanda yaşadım) ki, o meymenetli
devirde ben kiminle alışveriş edeceğim diye tasalanmazdim. Çünkü medenî
münâsebette bulunacağım kimse müslümânsa onu İslâmı (bana hıyanet etmekten)
men' ederdi, Eğer Hrıstiyan (ve Yahûdî) ise onu (bulunduğu yerin) vâlîsi
hıyanetten men' ederdi. (Bu suretle o devirde umûmî bir emniyet vardı). Bugün
ise ben Fulân ve Fulân'dan başka kimse ile alışveriş edemez oldum [36].
37-.......Bize
Hatim ibn İsmâîl, Yezîd ibn Ebî Ubeyd'den tahdîs etti ki, Seleme ibnu'1-Ekva'
(R) Medine'de Haccâc'ın yanına geldiğinde, Haccâc:
— Ey İbnu'1-Ekva', sen
ayağının iki ökçesine basarak dîninden geri döndün, (Medine'yi bırakıp) çölde
bedevî Arablar'la yaşadın! dedi.
İbnu'1-Ekva':
— Hayır (ben hicret
ettiğim Medine'den yüz çevirmedim), fakat Rasûlullah (S) bana çölde oturmağa
izin verdi, diye karşıladı.
Ve yine Yezîd ibn Ebî
Ubeyd şöyle demiştir: Usmân ibn Affân'-ın şehîd edilmesi vak'asından sonra
Seleme ibnu'1-Ekva' Medîne'den çıkıp Rebeze'ye gitmiş, orada bir kadınla
evlenmiş, o kadın kendisine birtakım çocuklar doğurmuştu. Orada (uzun yıllar)
ikaamet etti. Nihayet vefatından beş-on gün önce Medine'ye gelmişti [38].
38-.......Ebû
Saîd el-Hudrî (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Müslümânın
hayırlı malı koyun olması yakındır. Müslüman onunla dînine sâhib olmak üzere
fitnelerden kaçarak kâh dağların başını, kâh vadilerin yağmur düşen yerlerini
(otlak olarak) seçer" [39].
39-.......
Bize Hişâm ed-Destevâî, Katâde'den tahdîs etti ki, Enes (R) şöyle demiştir:
Sahâbîler Peygamber(S)'e birtakım sorular sordular ve nihayet sormakta ısrar
ettiler. Bunun üzerine Peygamber bir gün minbere çıktı da:
— "Bana her neden soracak olursanız,
muhakkak sizlere beyân ederim" buyurdu.
Ben bu sırada sağa ve
sola bakmaya başladım ki, herbir insan başı elbisenin içinde olarak ağlıyordu.
Bu sırada bir adam söze başladı ki, o birisiyle kavga ettiği zaman kendisi
babasından başkasına nisbet olunurdu. O zât:
— Ey Allah'ın
Peygamberi! Benim babam kimdir? diye sordu. Peygamber:
— "Baban Huzâfe'dir!" buyurdu. Bunun
üzerine Umer söze başlayıp:
— Biz Allah'ın Rabb'imiz olduğuna, İslâm'ın
dînimiz olduğuna, Muhammed'in rasûl olduğuna razı olduk. Bizler fitnelerin
kötülüğünden Allah'a sığınırız! dedi [40].
Bunun üzerine
Rasûlullah:
— "Ben hayırda veşerrde asla bu günün
benzerini görmüş değilim. Şu muhakkak ki bana cennet ve cehennem sûretlendi de
nihayet ben bu ikisini şu duvarın önünde gördüm" buyurdu.
Katâde dedi ki: Bu
hadîs şu âyetin yanında zikrolunuyor: "Ey îmân edenler, A ilah yın
affettiği şeyleri -ki, eğer size açıklanırsa ve siz bunları Kur'ân inerken
sorup da hükmü kendinize izhâr edilirse fenanıza gidecektir -sormayın. Allah
çok mağfiret edicidir, çok halimdir" (el-Mâide: 101) [41].
Ve Abbâs en-Nersî
şöyle dedi: Bize Yezîd ibn Zura' tahdîs etti. Bize Saîd ibn Ebî Arûbe tahdîs
etti. Bize Katâde tahdîs etti ki, onlara da Enes (R): Allah'ın Peygamberi bu hadîsi
söyledi, demiş ve şunu ilâve etmiştir: Herbir insan başım elbisesi içine
dönerek ağlıyor ve:
— Ben fitnelerin kötülüğünden Allah'a
sığınıcıyım, diyordu. Yâhud da:
— Ben fitnelerin kötülüğünden Allah'a
sığınıyorum, diyordu.
Buhârî dedi ki: Ve
bana Halîfe ibn Hayyât müzâkerede şöyle dedi: Bize Yezîd ibn Zura' tahdîs etti.
Bize Saîd ibn Ebî Arûbe ve Mu'te-mir, babası Süleyman ibn Tarhân'dan; o da
Katâde'den tahdîs etti ki, onlara da Enes, Peygamber(S)'den bu hadîsi tahdîs
etmiş ve: Peygamber:
— "Fitnelerin
şerrinden Allah 'a sığıma hâlde bulunuyorum" buyurdu, demiştir [42].
40-.......Bize
Hişâm ibn Yûsuf, Ma'mer'den; o da ez-Zuhrî'den; o da Sâlim'den; o da babası
Abdullah ibn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) minberin yanında ayağa
kalktı da (doğuyu işaret ederek iki kerre):
— "Fitne şu
taraftadır, fitne şu taraftadır: Şeytânın boynuzu doğduğu yerdedir -yâhud:
Güneşin boynuzu doğduğu yerdedir-" buyurmuştur.
41-.......BizeLeys,
Nâfi'den; o da İbn Umer(R)'den tahdîs etti ki, o: Rasûlullah (S) gündoğusu
tarafına yönelmiş olduğu hâlde:
— "Dikkat edin!
İyi biliniz ki, fitne işte bu taraftadır; şeytânın boynuzu doğduğu yerdedir!"
buyururken işitmiştir [43].
42-.......İbn
Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) zikretti ve:
— "Yâ Allah, Şam'ımızda bize bereket ihsan
et! Yâ Allah, Ye-men'imizde bize bereket ihsan et!" diye duâ etti.
Sahâbîler:
— Yâ Rasûlallah,
Necd'imizde de! diye niyaz ettiler. Rasûlullah:
— "Yâ Allah, bize Şam'ımızda bereket ihsan
eyle! Yâ Allah, bize Yemen'imizde bereket ihsan eyle!" diye duâ etti.
Sahâbîler:
— Yâ Rasûlallah, Necd'imizde de! dediler.
İbn Umer dedi ki:
Zannediyorum Rasûlullah, üçüncü defasında:
— "Zelzeleler ve fitneler işte oradadır.
Şeytânın karn'ı (yânı hi-zib ve ümmeti) de orada çıkacaktır!" buyurdu [44].
43-.......Saîd
ibn Cubeyr şöyle dedi: Bizim yanımıza Abdullah ibn Umer çıktı, biz de
kendisinden bize (rahmet ve ruhsatı şâmil) güzel hadîs tahdîs etmesini ümîd
ettik.
Saîd dedi ki: Bizden
önce bir insan ona doğru ileri geçti de:
— Yâ Ebâ Abdirrahmân!
Bize fitnedeki kıtalden tahdîs et! Yüce Allah "Fitne kalmayıncaya, dîn de
Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın... " (el-Bakara: 193; el-Enfâl;
39) buyuruyor, dedi.
Bunun üzerine İbn Umer
(R):
— Sen fitne nedir bilir misin? Anan seni zayi'
etsin! Muham-med (S) ancak müşriklerle mukaatele ederdi. Onların dînlerine girmek
bir fitnedir. O'mın kıtali, sizin kıtaliniz gibi mülk, yânı iktidar üzerine
değildi, dedi [45].
Ve Sufyân ibn Uyeyne,
Halef ibnu Havşeb'den söyledi ki, selef, fitne inmesi sırasında
İmru'u'l-Kays'ın söylediği şu beyitleri misâl edinip inşâd etmeyi severlerdi [46]:
el-Harhu evvelu mâ
iekûnu fetiyyeten Tes'â bi-zînetihâ îi-kulli cehûii Hattâ izâ'ş-taalet ve şebbe
dırâmuhâ Vellet azûzen gayre zâti haîîli Şemtâe yunkeru îevnuhâ ve îeğayyeret
Mekrûhaten li'ş-şemmi ve't-takbîli
( = Harb evvelinde her
câhil erkek için zînetiyle koşan genç bir kız olur.
Nihayet ateşlendiği ve
yanacak şeyleri yandığı zaman zevci olmayan bir koca karı olarak geri döner.
Ki siyah saçları
beyazla karışmış, renkleri sevilmez koklamak ve öpmek için sevimsiz bir hâle
değişmiştir.)
44-.......Bize
Şakîk Ebû Vâil ibn Seleme tahdîs edip şöyle dedi:
Ben Huzeyfe
ibnu'î-Yemân'dan işittim, şöyle diyordu: Bizler Umer ibnu'l-Hattâb'm yanında
oturuyorduk. Umer bir ara:
— Peygamber (S)'in
fitne hakkındaki sözlerini hanginiz ezberinde tutuyor? diye sordu.
Huzeyfe:
— İnsanın ehli, malı,
evlâdı, komşusu yüzünden uğrayacağı fitnelere namaz, sadaka, ma'rûf ile emr ve
münkerden nehy amelleri keffâret eder, dedi.
Umer, Huzeyfe'ye:
— Benim senden sormak
istediğim bunlar değildir, lâkin ben Pey-gamber(S)'in "Denizin
dalgalanması gibi dalgalanacak" buyurduğu fitneyi soruyorum, dedi.
Huzeyfe, Umer'e:
— Yâ Emîra'l-Mü'minîn!
O fitneden senin üzerinde bir korku yoktur. Çünkü muhakkak seninle onun
arasında kilitli bir kapı vardır, dedi.
Umer, Huzeyfe 'ye'
— Kapı kırılacak mı, yoksa açılacak mı? diye
sordu. Huzeyfe:
— Evet kırılacaktır, dedi. Umer:
— Demek ki, o takdîrde ebediyyen
kilitlenmeyecek, dedi. Huzeyfe dedi ki: Ben:
— Evet, dedim.
Şakîk dedi ki: Biz
Huzeyfe'ye:
— Umer kapıyı biliyor muydu? diye sorduk.
Huzeyfe:
— Evet, yarından evvel
bu gece olduğunu bilmekte olduğum gibi (biliyordu). Bunun sebebi şudur: Ben
ona öyle bir hadîs tahdîs ettim ki, onda yalan yanlış hiçbirşey yoktur, dedi.
Şakîk ibn Seleme
el-Esedî: Huzeyfe'ye kendimiz "Kapı kimdir?" diye sormağa cesaret
edemezdik de, Mesrûk ibnu'I-Ecda'a sormasını emrettik. Mesrûk, Huzeyfe'ye:
— Kapı kimdir? diye sordu.
O da:
— Umer'dir, dedi [47].
45-.......
Bize Muhammed ibrm Ca'fer, Şerîk ibn Abdillah'tan; o da Saîd
ibnu'I-Müseyyeb'den haber verdi ki, Ebû Mûsâ el-Eş'arı (R) şöyle demiştir:
Peygamber (S) bir gün bir ihtiyâcı için Medine bus-tânlarından bir bustâna
doğru çıktı, ben de O'nun izi üzerinde arkasından çıktım. Peygamber bustânın
içine girince, ben O'nun kapısı önünde oturdum ve kendi kendime: "Ben
bugün kendisi bana emretmediği hâlde, muhakkak Peygamber'in kapıcısı olacağım"
diye ahdettim.
Peygamber gidip
ihtiyâcını yerine getirdi ve oradaki kuyunun ağzında örülmüş bileziğin üzerine
oturdu ve (serinlemek için) iki baldırını açarak ayaklarını kuyunun içine
doğru sarkıttı. Bu hâlde iken akabinde Ebû Bekr geldi de yanına girmek için
izin istiyordu. Ben Ebû Bekr'e:
— Sen olduğun gibi
burada dur da ben senin için izin isteyeyim, dedim.
Ebû Bekr durdu. Ben
Peygamber'e gelip:
— Ey Allah'ın
Peygamberi, Ebû Bekr yanına gelmeğe izin istiyor, dedim.
Peygamber:
— "Ona izin ver ve kendisini cennetle
müjdele!" buyurdu.
Ebû Bekr girdi ve
Peygamber'in sağ yanına gelip oturdu. O da baldırlarını açıp ayaklarını kuyunun
içine doğru sarkıttı. Akabinde Umer geldi. Ben ona da:
— Olduğun yerde bekle de ben senin için izin
alayım, dedim. Peygamber:
— "Umer'e izin ver ve onu da cennetle
müjdele!" buyurdu. Akabinde Umer de gelip Peygamber'in sol tarafında
oturdu. O
da baldırlarını açıp
ayaklarını kuyuya sarkıttı. Bu suretle kuyunun bileziği doldu ve orada oturacak
başka bir yer kalmadı. Sonra Usmân geldi. Ben ona da:
— Olduğun yerde dur da ben senin için izin
alayım! dedim. Peygamber:
— "Usmân için de
izin ver ve onu kendisine isabet edecek belâ ve imtihan ile beraber cennetle
müjdele!" buyurdu.
Usmân da içeriye girdi
ve onların yanında oturacak bir yer bulamadı da değişik bir yere çekildi ve
nihayet.onların karşılarına gelip kuyunun bir tarafı üzerine oturdu. O da
baldırlarım açtı, sonra ayak- larmı kuyunun içine sarkıttı.
Ebû Mûsâ dedi ki: Ben
bu sırada bir kardeşim için temenni etmeye ve Allah'a onun da buraya gelmesini
duâ etmeye başladım.
Saîd ibnu'l-Müseyyeb:
Ben bu iki sahâbînin Peygamberdin beraberinde ve Usmân'ın yalnız oluşunu,
onların kabirlerinin burada birleşmesi ve Usmân'ın da onlardan ayrı olmasıyle
te'vîl ettim, demiştir [48].
46-.......Süleyman
ibn Mıhrân şöyle demiştir: Ben Ebû Vâil Şakîk ibn Seleme'den işi:tim, o şöyle
dedi: Usmân aleyhinde vuku' bulan fitne esnasında Halîfe'nin sevgili dostu
olan Usâme'ye:
— Usmân'a gitsen de
halk arasındaki fitneyi anlatarak gidermeye çalışsan! denilmişti.
Usâme cevaben:
— Şübhesiz ben
Usnıân'a bu işleri fitne kapısı açmaksızın gizlice söylemişimdir ve o kapıyı
açan ilk kişi ben olmam. Ben, Rasûlul-Iah'tan işittiğim bir sözden sonra,
insanlardan iki kişi üzerine emîr olmasının ardından bir adama "Sen
hayırlısın" diyecek değilim: Ra-sûlullah şöyle buyuruyordu: "Kıyamet
gününde bir adam getirilir ve cehenneme atılır da cehennem, değirmen eşeğinin
değirmen taşlarıy-le öğütmesi gibi onu öğütür. Bunun üzerine cehennem halkı
onun başına toplanırlar da: Ey Fulân! Sen ma'rûfile emrediyor ve münkerden
nehyediyor değil miydin? derler. O da: Evet ben ma'rûfile emrederdim de onu
kendim yapmazdım ve yine ben münkerden nehyeder-dim de onu kendim işlerdim,
der"[49].
(Bu, geçen bâbdan bir
fasıl gibidir.)
47-.......Ebû
Bekre (R) şöyle demiştir: Yemîn olsun, Allah beni Cemel vak'ası günlerinde
(daha önce Peygamber'den işitmiş olduğum) bir kelime ile menfaatlandırmıştır:
Peygamber(S)'e Fars halkının Kisrâ Pervîz'in kızını kendilerine şehinşâh
seçtikleri haberi ulaşınca:
— "Mukadderatını
bir kadının eline veren kavim, asla felah bulmaz" buyurmuştu [50].
48-.......Bize
Ebû Meryem Abdullah ibnu Ziyâd.el-Esedî tahdîs edip şöyle dedi: Talha,
ez-Zubeyr ve Âişe (R) Basra'ya doğru yürüdükleri zaman, Alî ibn Ebî Tâlib (R)
Ammâr ibn Yâsir ile Hasen ibn Alî'yi (insanları seferber etmeleri için)
yolladı. Onlar ikisi Kûfe'ye, bizim yanımıza geldiler (ve mescide girdiler).
İkisi de minbere çıktılar. Alî'nin oğlu Hasen, minberin üzerinde üst tarafında
oldu. Ammâr ise (minber üzerinde) Hasen'den daha aşağıda ayağa kalktı. Bizler
ona doğru toplandık.
Ebû Meryem dedi ki:
Ben Ammâr'dan şöyle derken işittim: — Âişe, Basra'ya doğru yürümüştür. Ve
Allah'a yemîn ederim ki, Âişe elbette dünyâda ve âhirette sizin
Peygamber'inizin zevcesi-dir. Lâkin Allah Tebâreke ve Taâlâ, Alî ibn Ebî
Tâlib'e mi itaat ediyorsunuz yâhud da Âişe'ye mi itaat ediyorsunuz? diye belli
etmek için, Âişe ile sizleri imtihan etmiştir [51]
(Bu, geçen bâbdan bir
fasıl gibidir.)
49-.......Ammâr
ibn Yâsir (R), Küfe minberi üzerinde ayağa kalktı da Âişe'yi ve onun
(beraberindekilerle) Basra'ya doğru yürüyüşünü zikretti ve:
— Muhakkak ki Âişe,
dünyâda da, âhirette de sîzin Peygamberiniz(S)'in zevcesidir. Lâkin o,
kendisiyle imtihan olunduğunuz zâtlardan biridir, dedi [52].
50-.......Ben
Ebû Vâü'den işittim, şöyle diyordu: Alî, Ammâr'ı, Küfe ehlinin Alî'nin
mâiyyetinde harbe çıkmalarını hazırlamak üzere Küfe erilinin Alî'nin
mâiyyetinde harbe çıkmalarını hazırlamak üzere sâ ile Ebû Mes'ûd girdiler ve:
— Biz senin İslâm'a
girdiğinden beri bizim yanımızda bu işe sür'-atle girmenden daha sevimsiz bir
işi yaptığını görmüş değiliz, dediler...
Ammâr da onlara:
— Ben de sizin İslâm'a
girmenizden beri benim katımda bu işten geri durmanızdan daha sevimsiz bir iş
yaptığınızı görmedim, dedi.
Ve Ebû Mes'ûd da Ammâr
ile Ebû Musa'ya birer takım elbise giydirdi de sonra beraberce mescide
gittiler.
51-.......Şakîk
ibn Seleme şöyle demiştir: Ben Ebû Mes'ûd, Ebû Mûsâ ve Ammâr'ın beraberinde
oturuyordum. Ebû Mes'ûd, Ammâr'a:
— Ben senden başka
arkadaşlarından herbirine, isteseydim muhakkak şöyle derdim: Ben senin
Peygamber'e sahâbîlik yaptığından beri benim nazarımda bu işe sür'atle
girişinden daha ayıplı bir iş yaptığını görmedim! derdim, dedi.
Ammâr da:
— Yâ Ebâ Mes'ûd! Ben
de ne senin, ne de arkadaşlarının, Peygamber'e sahâbî olmanızdan beri benim
nazarımda bu işten geri durmanızdan daha ayıplı bir iş yaptığınızı görmedim,
dedi.
Bunun üzerine zengin
hâlde bulunan Ebû Mes'ûd, hizmetçisine:
— Yâ Gulâm! İki takım
elbise getir de onlardan bİFİni Ebû Mû-sâ'ya, diğerini de Ammâr'a ver! dedi ve
onlara da:
— Bu yeni elbiseler
içinde cumua namazına gidin, dedi [53].
"Allah bir kavme
azâb indirince..."? [54]
52-.......İbnu
Umer (R) şöyle diyordu: Rasûlullah (S): "Allah bir kavme azâb indirince, o
kavim içinde bulunan (iyi, kötü) her ferde azâb isabet eder. Sonra (kıyamet
gününde) herkes kendi amellerine göre dirilitirlirler” buyurdu [55]
53-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne tahdîs etti. Bize İsrâîl Ebû Mûsâ el-Basrî tahdîs etti.
Sufyân şöyle dedi: Ben
İsrail'e Kûfe'de kavuştum. O Küfe Kaa-dısı Abdullah ibn Şubrume'nin yanına
gelmişti. Ona:
— Beni Küfe Emîri îsâ
ibn Musa'nın huzuruna girdir de, ben ona va'z edeyim! dedi.
İbnu Şubrume, İsrâîl
üzerine emîrden bir tehlike gelir diye korktu da bunu yapmadı.
İsrâîl şöyle dedi:
Bize Hasen Basrî şöyle tahdîs etti: Alî'nin oğlu Hasen, Muâviye îbn Sufyân'a
büyük birliklerle yürüdüğü zaman, Amr
ibnu'1-Âs, Muâviye'ye:
— Ben arkada olanları
geri dönmedikçe,, geri dönüp kaçmayacak olan bir ordu görüyorum! dedi.
Muâviye, Amr'a:
- Babalan öldürülürse
müslümânların zürriyetlerine bakmaya bana kim tekeffül eder? dedi. Anın
— Ben tekeffül ederim
-yâhud: Muâviye: Nerede ve nasıl tekeffül olunacaktır? dedi.-
Bundan sonra Abdullah
ibnu Âmir ile Abdurrahmân ibnu Se-mure -bunların ikisi de Kureyş'in Abduşşems
oğulları'ndandir-:
— Biz Muâviye'ye kavuşur da ona barış
istemesini söyleriz, dediler.
Hasen Basrî (geçen
senedle) şöyle dedi: Yemîn olsun ki, ben Ebû Bekre(R)'den işittim, şöyle dedi:
Peygamber (S) minberde hutbe yaparken torunu Hasen içeriye geldi. Bunun
üzerine Peygamber (S):
— "Şübhesiz benim
bu oğlum bir seyyiddir (şeref sahibi bir efendidir). Umarım ki Allah bu oğlum
sebebiyle müslümânlardan iki büyük fırkanın arasını ıslâh eder" buyurdu [56].
54-.......Amr
ibnu Dînâr şöyle dedi: Bana Muhammed ibn Alî (ibn Hüseyn ibn Alî Ebû Ca'fer
el-Bâkır) haber verdi ki, ona da Usâme ibn Zeyd'in himayesinde bulunan Harmele
haber vermiştir.
Yine Amr ibnu Dînâr:
Ben bu Harmele'yi görmüşümdür, demiştir. Harmele şöyle dedi: Usâme ibn Zeyd
beni Medine'den Kûfe'ye, Alî'nin yanına gönderdi (de ondan mal istiyordu).
Usâme, Harme-le'ye dedi ki:
— Alî senden şimdi
soracak ve arkadaşın Usâme (Cemel ve Sıf-fîn vak'alarında) bana yardımdan niçin
geri kaldı? diyecektir. Alî'ye şöyle de: Usâme sana şunu söylüyor: "Eğer
sen arslanm ağzının içinde olaydın, ben muhakkak orada seninle beraber olmamı
arzu ederdim.
Lâkin bu müslümânlarla
kıtal öyle bir iştir ki, ben bunu doğru bulmam!"
Harmele dedi ki: Ben
bu sözü getirip Alî'ye haber verdim. Fakat Alî ona hiçbir mal vermedi.
Harmele dedi ki: Ben
akabinde Abdullah ibn Ca'fer'in oğulları Hasen ve Hüseyin'in yanına gittim de
onlar beni binek deveme kadar yüklediler, dedi [57].
55-.......Nâfi'
şöyle demiştir: Medîne ahâlîsi,Yezîd ibnMuâviye'nin bey'atinden çıktıkları
zaman İbn Umer kendine hass cemâatini ve oğullarını topladı da onlara hitaben
şöyle dedi:
— Ben Peygamber(S)'den
işittim: "Verdiği sözünde durmayıp cayan gaddar herbir kişi için kıyamet
gününde bir bayrak dikilir" bu-yuruyordu. Ve şübhesiz bizler bu adama
(yânî Muâviye'nin oğlu Yezîd'e) Allah'ın ve Rasûlü'nün bey'at emri üzere bey'at
etmişizdir. Ve ben bir adama Allah'ın ve Rasûlü'nün bey'at emri üzere bey'at
edilip de sonra o adam için kıtal bayrağı dikilmesinden daha büyük bir gadr ve
sözünden cayma bilmiyorum. Ve yine ben sizden hiçbir kimseyi Yezîd'in
bey'atinden çıkıp da bu işte başka bir kimseye bey'at ettiğini bilmiyorum.
Şayet böyle birşey olmuşsa, onunla benim aramda muhakkak bir kesici ve ayırıcı
olmuş olur! dedi [58].
56-......Ebû'l-Minhâl
Seyyar ibn Selâme şöyle dedi: (Ebû Sufyân'ın oğlu) Abdullah ibnu Ziyâd ve
Mervân ibnu'l-Hakem Şam'da hâkim oldukları, Abdullah ibnu'z-Zubeyr de Mekke'de
hilâfet üzerine hareket ettiği, Basra'da da Kurrâ (yânî Haricîler) yine
hilâfete karşı isyan ettikleri zaman, ben babam Selâme er-Riyâhî ile beraber
Ebû Berze el-Eslemî(R)'nin yanına gittik, nihayet evinde huzuruna girdik. O
kendisine âid olan kamıştan yapılmış yüksek bir odanın gölgesinde oturuyordu.
Biz onun yanma oturduk ve babam ondan hadîs tahdîs etmesini istedi de:
— Yâ Ebâ Berzete!
İnsanların içine düştükleri hâli görmez misin? dedi.
Onun ilk konuştuğunu
işittiğim söz şudur:
— Şübhesiz benim Allah
katında sevâb istediğim birşey şudur: Ben Kureyş'ten birtakım kabilelere
Öfkelendim: Şübhesiz sizler, ey Arab topluluğu; sizler bilmekte olduğunuz şu
zillet, azlık, sapıklık hâli üzere idiniz. Muhakkak ki, Allah sizleri îslâm
Dîni ile ve Mu-hammed (S) ile kurtardı, nihayet sizler görmekte olduğunuz şu
izzet, çokluk ve hidâyete ulaştınız. Ve şu dünyâ sizin aranızı ifsâd edip bozdu.
Ve şu Şam'da bulunan adam (yânî Mervân ibnu'l-Hakem) vallahi eğer mukaatele
ederse muhakkak dünyâ üzerine harb eder. Şu sizlerin arasında bulunan kimseler
(yânî Basra kurrası olan Haricîler) vallahi mukaatele ederlerse muhakkak dünyâ
üzerine mukaatele ederler. Şu Mekke'de bulunan kimse (yânî Abdullah
ibnu'z-Zubeyr) de vallahi ancak dünyâ üzerine mukaatele eder! dedim [59].
57-.......Huzeyfe
ibrtu'l-Yemân (R): Bugün zamanımız münafıkları, Peygamber (S) zamanındaki
münafıklardan daha şerirdirler. Çünkü saadet asnndaki münafıklar nifaklarını
gizlerlerdi. Bugünküler ise bütün bütün açığa vuruyorlar, demiştir.
58-.......Yine
Huzeyfe (R): Nifak, Peygamber (S) zamanında mevcûd idi. Bugün ise nifak îmândan
sonra küfürdür, demiştir [60].
'Kabirlerde olanlar
(diriler tarafından) gıbta edilmedikçe kıyamet kopmaz".
59-.......Bana
Mâlik, Ebu'z-Zinâd'dan; o dael-A'rec'den; oda Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti
ki, Peygamber (S): "Hayâttaki bir kişi, kabirdeki bir adamın yanından
geçerken: 'Keski şu ölünün yerinde ben olaydım' diye ölüm temenni etmedikçe
kıyamet kopmaz" buyurmuştur [61]
60-.......
ez-Zuhrî şöyle dedi: Saîd ibnu'l-Müseyyeb şöyle dedi: Bana Ebû Hureyre (R)
haber verdi ki, Rasûlullah (S): "Devs kabilesi kadınlarının kıçları
(tekrar) Zu'l-Halasaputhânesinin etrafında (tavaf ederek) çalkalanmadıkça,
kıyamet kopmaz" buyurmuştur.
"Zu'l-Halasa",
Devs kabilesinin Câhiliyet devrinde ibâdet ede-geldikleri bir puttur [62].
61-.......Bana
Süleyman itgı Bilâl, Sevr'den; o da Ebû'1-Gays'tan; o da Ebû Hureyre(R)'den
tahdîs etti ki, Rasûlullah (S): "Kah-tan oğullarından bir adam çıkıp
insanları asâsiyle sevk ve idare etmedikçe kıyamet kopmayacaktır"
buyurmuştur [63].
Enes ibn Mâlik de:
Peygamber (S):
"Kıyamet
alâmetlerinin ilki, doğudan çıkıp da insanları batıya doğru sürüp toplayacak
olan bir ateştir" buyurdu, demiştir [64].
62-.......
Saîd ibnu'l-Müseyyeb şöyle demiştir: Bana Ebû Hureyre (R) haber verdi ki,
Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Hicaz Ar-zı'nda bir ateş çıkmadıkça
kıyamet kopmayacakttr. Öyle bir ateş ki, Busrâ'daki develerin boyunlarını
ziyâlandıracaktır" [65].
63-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Furat (nehrinin
suyu çekilerek) kıymetli altın hazînesini açıklaması zamanı yaklaşıyor. Her
kim o zaman orada hazır bulunursa, ondan birşey almasın!"
Ukbe şöyle dedi: Ve
bize Ubeydullah tahdîs etti: Bize Ebu'z-Zinâd, el-A'rec'den; o da Ebû
Hureyre'den; o da Peygamber'den geçen hadîsin benzerini tahdîs etti. Ancak
burada "Furat altın bir dağ açıklayacaktır" demiştir [66].
(Bu, geçen bâbdan bir
fasıl gihidir.)
64-.......
Bize Ma'bed tahdîs edip şöyle dedi: Ben Harise ibnu Vehb(R)'den işittim, şöyle
dedi: Ben RasûluIlah(S)'tan işittim, şöyle buyuruyordu: "Sadakalarınızı
veriniz. Zîrâ insanlar üzerine ileride öyle bir zaman gelecek ki, o sırada
kişi, sadakasıyle dolaşır da onu kabul edecek bir kimse bulamaz".
Müsedded: Harise,
Ubeydullah ibn Umer'in ana-bir erkek kardeşidir, dedi.
Müsedded'in bu sözünü
Ebû Abdillah el-Buhârî söyledi [67].
65-.......Bize
Ebu'z-Zinâd, Abdurrahmân ibn Hürmüz'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti
ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur:
"İki büyük ordu
birbiriyle harb etmedikçe kıyamet kopmaya-caktır. Bu iki camianın ikisi de bir
iddiada oldukları hâlde, aralarında büyük bir harb olacaktır. Otuza yakın
yalancı mel'ûn Deccâller türemedikçe kıyamet kopmayacaktır. Bu Deccâl'lerin
hepsi: 'Ben Allah'ın Rasûlü'yüm! iddiasında bulunacaktır. Yine (hakîkî
âlimlerin vefâtıyle) İslâmî ilimler inkıraza uğramadıkça, zelzeleler
çoğalmadıkça, zaman tekaarub edip gece-gündüz bir olmadıkça, fitneler zuhur
etmedikçe, here yânı adam öldürme vak'aları çoğalmadıkça kıyamet kopmayacaktır.
Yine aranızda mal çoğalıp sel gibi akmadıkça, hattâ mal o derece çoğalacak ki,
mal sahibi malının zekâtını kim kabul eder diye endişelenecek, hattâ mal sahibi
bâzı kimselere zekât vermek isteyecek, fakat zekât arzettişi kimse 'Benim
zekâta ihtiyâcım yok' diyecek; işte bunlar olmadıkça kıyamet kopmayacaktır.
Yine halk yüksek binalar yapmak yarışına çıkmadıkça ve bir kimse ölen bir
kimsenin kabri yanından geçerken 'Keski bunun yerinde ben olaydım!' diye ölümü
temenni etmedikçe kıyamet kopmayacaktır. Yine böyle güneş batı tarafından doğup
insanlar bu (âdete aykırı) hâdiseyi görünce toptan îmân edecekler. Fakat 'Bu
îmân, evvelce îmân etmemiş olan yâ-hud îmânında hayır ve fazilet kazanmayan
kimselerin îmânları kendilerine fayda vermeyeceği bir zamandır' [68].
Muhakkak ki kıyamet
şübhesiz kopacaktır. Hem de (alım-satım için) satıcı ile alıcı aralarında
elbise açacaklar da satış-alış tamam olmadan ansızın kıyamet kopacak da, o
elbisenin dürülmesi mümkin olmayacaktır. Yine muhakkak kıyamet kopacaktır. Hem
de sağmal devesinin sütünü sağıp gelen kişiye sütü içmek nasîb olmayacak, hem
de kişi havuzunu sıvayıp ta'mîr edecek, fakat kıyamet ansızın kopacak da
havuzun suyunu kullanmak nasîb olmayacak. Kıyamet muhakkak kopacak, hem de
yemek yemekte olan kişi lokmasını ağzına götürecek, kıyamet ansızın kopacak da
o lokmayı yemek nasîb olmayacak" [69].
66-.......Kays
ibn Ebî Hazım şöyle dedi: Mugîre ibn Şu'be (R) bana şöyle dedi: Hiçbir kimse
benim sorduğum kadar Peygamber(S)'e Deccâl'den sormamıştır. Peygamber (S) bana:
— "Deccâl sana zarar vermiyecektir"
buyurdu. Ben:
— (Yâ Rasûlallah,
ondan korku vardır.) Çünkü insanlar onun beraberinde ekmek dağı ve su nehri
vardır diye söylüyorlar! dedim.
Rasûlullah:
— "Mü'minlerin sapıtmasına sebeb olacak bu
nevi'den birşey yapmak Allah üzerine pek kolaydır" buyurdu [70],
67-.......Bize
Eyyûb es-Sahtıyânî, Nâfi'den; o da îbn Umer(R)'den: Zannediyorum ki, o da
Peygamber(S)'den: "Deccâl'in sol gözü şaşıdır, sanki onun gözü, emsalinden
dışa doğru fırlamış üzüm tanesi gibidir" buyurduğunu tahdîs etti.
68-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle dedi: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Deccâl gelecek,
nihayet Medine'nin bir tarafına inecek. Sonra Medine üç kerre sallanacak da
orada bulunan her kâfir ve münafık ona doğru çıkıp gidecek" [71].
69-.......Biz
Sa'd ibn îbrâhîm, babası İbrahim'den; o da Ebû Bekre(R)'den tahdîs etti ki,
Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Medine'ye Mesih Deccâl'in (değil
kendisi) korkusu (bile) giremiyecektir. O fitne günlerinde Medine'nin yedi
kapısı olacak, herbir kapıda (muhafız) iki melek bulunacaktır''.
Dedi ki: Ve bize îbnu
îshâk, Salih ibn İbrahim'den; o da babasından söyledi ki, o şöyle demiştir:
Ben Basra'ya geldim, Ebû Bekre bana: Ben Peygamber (S)'den bu hadîsi işittim,
dedi [72].
70-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) insanlar içinde hutbe için ayağa
kalktı da lâyık olduğu sıfatlarla Allah'ı sena etti. Sonra DeccâTi zikredip
şöyle buyurdu: "Ben sizleri kat't olarak ondan korkutuyorum.
Peygamberlerden herbir peygamber, ümmetini muhakkak Deccâl'den inzâr edip
korkutmuştur. Lâkin ben sizlere onun hakkında hiçbir peygamberin bilsinler
diye kendi kavmine söylemediği bir vasfını söyleyeceğim: Deccâl şaşıdır (kötü
kılavuzdur), Allah ise şaşı değildir!" [73].
71-.......Bizeel-Leys,
Ukayl'den; o da Sâlim'den; o da İbn Şihâb'dan; o da Abdullah ibn Umer(R)'den
tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Ben bir defasında
uyumuştum. (Ru'yâm-da) Ka'be'yi tavaf ediyordum. O sırada esmer, salıverilmiş
düz saçlı bir kişi gördüm. Başı su döküyordu yâhud su akıtıyordu. Ben
orada-kilere:
— Bu kimdir? diye
sordum. Onlar:
— Meryem'in oğlu'dur,
dediler.
Sonra ben ona yönelmek
üzere ilerledim. Bu sırada bir de kırmızı yüzlü, uzun boylu, başı kıvırcık
saçlı, sağ gözü sakat, börtlek, sanki salkımındaki emsalinden dışan çıkmış iri
bir üzüm tanesi gibi bir adam gördüm. (Onun kim olduğunu sordum.)
— Bu Deccâl'dir,
dediler.
Ona benzerlikçe
insanların en yakını İbnu Katan'dır ki, bu zât Huzâa kabilesinden bir
adamdı" [74].
72-.......Âişe
(R): Ben Rasûlullah(S)'tan namazı içinde Deccâl fitnesinden Allah'a sığınırken
işittim, demiştir [75].
73-.......Bana
babam Usmân,Şu'be'den; o da Abdulmelik ibn Umeyr'den; o da Rıb'î'den; o da
Huzeyfe(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S) Deccâl hakkında: "Deccâl'İn
beraberinde bir su ve bir ateş bulunacaktır. Fakat onun ateşi soğuk bir sudur,
onun suyu ise yakıcı bir ateştir" buyurmuştur.
Ebû Mes'ûd (Ukbe ibn
Âmir el-Bedrî - R): Ben de bu hadîsi Ra-sûIuIlah(S)'tan işittim, demiştir [76].
74-.......Bize
Şu'be, Katâde'den tahdîs etti ki, Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber
(S) şöyle buyurdu: "Ümmetini sakat gözlü ve pek yalancı olan Deccâl'den
sakındırmadık hiçbir peygamber gönderilmedi. Haberiniz olsun ki, o sakat
gözlüdür; Rabb'iniz ise sakat gözlü değildir. Şübhesiz Deccâl'in iki gözünün
arasında 'Kâfir' yazılmıştır".
Bu konuda Ebû Hureyre
ile İbn Abbâs'ın da Peygamber'den rivayet ettikleri hadîsleri vardır [77].
75-.......Ebû
Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) bir gün bizlere Deccâl'den
uzun bir hadîs tahdîs etti. O'nun bize tahdîs ettiği hadîs içinde şöyle
buyurdu: "Deccâl (Medîne'ye de) gelecektir. Fakat Medine kapılarından
içeriye girmek ona haram kılınmıştır. Yalnız Medine etrafındaki bâzı çorak ve
çakıllı arazîye inecektir. O gün Medine halkının en hayırlı birstmâsı, yâhud
insanların hayırlılarından birisi, Deccâl'e karşı çıkar ve:
— Ben şehâdet ederim
ki, muhakkak sen, Rasûlullah'ın bize haber verdiği Deccâl'sin! der.
Bunun üzerine Deccâl,
başındaki şekaavet ehline:
— Şimdi ben bu adamı
öldürür, sonra diriltirsem, benim (ulûhi-yet) iddiası işinde şübhe eder
misiniz? diye sorar.
Onlar da:
— Hayır şübhe etmeyiz,
derler.
Deccâl hemen o adamı
öldürür, sonra da diriltir. Ve diriltir diriltmez o adam:
— Vallahi benim, senin Deccâl olduğun
hakkındaki şimdiki kanâatim, bundan evvelki îmânımdan daha kuvvetlidir, der.
Bu defa Deccâl bu
adamı tekrar öldürmek ister, fakat bir daha ona musallat edilmez (yânî onu
öldürmeye muktedir olamaz)" [78].
76-.......Ebû
Hureyre (R), Rasûlullah (S): "Medine'nin kapıları ve giriş yerleri
üzerinde birtakım (koruyucu) melekler vardır. Medine'ye tâûn da, Deccâl de
giremez" buyurdu, demiştir [79].
77-.......
Bize Şu'be, Katâde'den; o da Enes ibn Mâlik(R)'ten haber verdi ki, Peygamber
(S): "Medine'ye de Deccâl gelecek ve birçok meleklerin onu korumakta
olduklarını bulacak da, artık ona Deccâl giremiyecek; inşâaltah tâûn da
giremiyecek" buyurmuştur [80].
78-.......Ebû
Seleme'nin kızı Zeyneb, Urve ibnu'z-Zubeyr'e, Ebû Sufyân'ın kızı ümmü
Habîbe'den; o da Cahş kızı Zeyneb(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) bir gün
korku ile Zeyneb'in yanına girerek:
— "Lâ ilahe illeHlah! Vukû'u yaklaşan bir
şerrden, büyük bir fitneden dolayı vay Arab'ın hâline! Bu gün Ye 'cûc ve
Me'cûc'un şeddinde şunun gibi bir delik açıldı" buyurdu da, baş parmağı
ile ona yakın olan şehâdet parmağını halkaladı.
Zeyneb bintu Cahş dedi
ki: Ben:
— Yâ Rasûlallah!
İçimizde bu kadar iyi kimseler varken biz helak olur muyuz? diye sordum.
Rasûlullah:
— "Evet, fısk vefucûr, zina ve ma'siyet
çoğaldığı zaman (helak olursunuz)" diye cevâb verdi [81].
79-.......Bize
Adullah ibn Tâvûs, babası Tâvûs'tan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki,
Peygamber (S): "Redm, Ye'cûcveMe'-cûc şeddi şunun gibi açıldı"
buyurmuştur.
Râvî Vuheyb ibn Hâlid,
Peygamber'in "Şunun gibi" işaretini göstermek için baş parmağın
sırtının bir tarafını, şehâdet parmağının iki boğumu arasına koymak ve şehâdet
parmağının bir tarafını da onun üzerine koymak suretiyle "Doksan"
işareti yapmıştır [82].
[1] Bâzı günâhlar vardır ki, zararı umûmî olur, sebeb
olacağı fitne ve ihtilâl, getireceği mihnet ve musîbet yalnız o günâhı yapan,
İşi yerinden oynatan ve bu suret le kendine ve başkalarına zulmetmiş olan
zâlimlere hass kalmaz da kurunun yanında yaşı da yakar. Meselâ münker i'lâm,
ma'rûfu emr ve münkeri nehiyde gevşeklik, akîde bozmak, kelime ayrılığı,
cihadda gevşeklik bu kabildendir. Bir şahsın hatâsı orduyu batırabilir. Hadîste
geldiği üzere bir geminin dibini delmeğe uğraşan bir şahsın fiili öyle bîr
batma musibetini meydana getirir ki, bu fitne, o geminin içinde bulunanlardan
yalnız onu delene veya ona yardım edenlere veya sükût edenlere değil, hiç
haberi olmayanlara varıncaya kadar hepsine isabet edecek şâmil bir musibet
clur (Hakk Dîni, III, 238T-2388).
[2] Furat" ve "Font", su başına kaafileden
önce gidip havuzlan, kovalan ve s alma İşlerinden benzer tedbîrleri alıp
hazırlık yapacak kimseye denir. "Ben s zin furatınızım" demek, sizden
önce havuzun başına gidip onu hazırlayıcıyı demektir (Nevevî).
Bunu ve bundan sonrakini
Müslim, Peygamber'in Fadlı'nda getirmişti
[3] "Suhkun", uzaklaşmak ve ırak olmak yâhud
helak olmak ma'nâsma "Bu'd" gibi masdardır. "Haberiniz olsun ki
Semûd kavmi ilâhî rahmetten nasıl uzak-laştıysa, Medyen kavmi de öylece
uzaklaştı" (HM; 96) âyetindeki gibi, mukadder bir fiilin te'kîdî mef'ûlü
mutlakı olarak, makaamma kaaim bir duâ cümlesi hâlinde ve
"Kahrolsun" tarzında şiddetli bir zecr ifâde eyler.... (HakkDîni,
VII, 5219).
[4] Bu, bu bâbda gelecek olan hadîsten bir parçadır.
[5] Buhârî Abdullah ibn Zeyd'den gelen bu hadîsi
Mağâzî'de, "Huneyn gazvesi bâ-bıMnda getirmişti.
[6] Bu hadîsin bir rivayeti Alâraâtu'n-Nübüvve'de 107 rakamıyle geçmişti.
Hadîsin "Kendi
üzerinize edası vâcib olan hakları eda edersiniz, lehinize olan (mahrum
bırakıldığınız) kendi haklarınızı da Allah'tan istersiniz" fıkrası
"Allah'ın hakkım Allah'a, kralın hakkını krala veriniz" şeklindeki
meşhur söze uygun düşmüştür. Bu söz Hz. îsâ'ya nisbet edilmektedir. Lukâ
încîli, Bâb: 20, Âyet: 26.
[7] Rasûlullah bu hadîslerinde sahâbîlerini fitne ve
ihtilâlden sakındırmış ve kendisinden sonra devlet adamlarında dînî umdelere
aykırı hâl ve hareketler gördüklerinde nasıl hareket edeceklerini
öğütlemiştir. Peygamber âmme velayetini taşıyan bir kısım âmirlerin dînen
meşru' olmayan hareketlerde bulunacaklarını peygamberlik nuru ile görüp
biliyordu. Bu vaziyet karşısında sabır ve sükûn ile hareket etmelerini ve
bozgunculuktan sakınmalarım vasiyet ediyordu. "Ve her kim sabırsızlanarak
âmme velayetini hâiz olan sultândan, yânî millî otoriteyi temsîl eden devlet
reisinden ve İslâm Ümmeti'nden bir karış ayrılırsa, Câhiliyet ölümü ile
Ölür" buyurmuştur ki, bu başsız ve içtimaî nizâmdan mahrum câhil
milletlerin âsî bir ferdi olarak Ölür demektir, yoksa kâfir olarak ölür demek
değildir. Ancak bu mutlak itaatin bir sının vardır ki, o da Allah'a karşı
küfür ve ma'siyete sebeb olmamaktır.
[8] Bu da aynı hadîsin başka yoldan bir rivayetidir.
[9] Bu hadîs, devlet nüfuz ve kudretini temsîl eden emîre
ve devlet başkanına itaat etmek ve ona karşı isyan ve kıtale girişmemek
hususunda açık bir nastır. Bir de bunda itaatin son hududu bildirilmiştir ki, o
da emîrin açık bir nassm delâlet ettiği açık bir küfrü tutması ve küfrü
emretmiş olmasıdır. Bu surette onun velayetini inkâr etmek caiz oluyor.
"Çünkü ma'siyette itaat yoktur, itaat ancak ma'rûftadır"
Kötü emirlere karşı
İtaat edilmeyip ne olacak? Dâvûdî şöyle demiştir: Zâlim emirler hakkında
âlimlerin içtihadı şöyledir: Bir fitneye, bir zulme sebeb olmadan hafi ve
düşürülmesi mümkin olursa, düşürülür. Mümkin olmazsa vâcib olan sabretmektir.
Bâzıları da şöyle demişlerdir: Fâsık kişiye başlangıçta âmme velayeti
akdedilmemelidir. Âdil olarak bey'at edilip de sonra zulme başlarsa, bir küfre
tutunmadikça, ona karşı çıkmak ve ihtilâl sahîh değildir. Küfre yapışırsa, ona
karşı çıkmak ve ihtilâl vâcib olur...
Bu hadîsi Müslim de
Mağâzî'de getirmiştir.
[10] Bunun bir rivayeti Ensâr.'ın Faziletleri'nde geçmişti.
"Muhacirler'den fulânı ta'yîn ettin" sözüyle kasdedilen, Amr
ibnu'1-Âs'tır. Peygamber'in "Sizler ileride ter-cîhler göreceksiniz"
sözüyle cevâb vermesi, zikredilen fulânm ta'yîni, ona hâss olan bir maslahattan
dolayı değil de, senin ve bütün müslümânlann maslahatı olduğu içindir,
ma'nâsına işarettir (Kastallânî).
[11] Tıybî'nin beyânına göre, Rasûlullah (S) bir kerre ru'yâsında
Mervân'ın babası Hakem ibn Ebi'l-Âs'ın çocuklarının minber üzerinde top oynar
gibi oynadıklarını görmüştü. Peygamber'in minberi, Peygamberlik ve Hilâfet
makaamı idi. Bu ru'yâ günün birinde Mervânîler'in Hilâfet makaamına
geçeceklerinin ve ümmetin riyaset makaamım çocuk oyuncağına çevireceklerinin
bir remzi idi ve böyle olmuştur. Bu sebeble Peygamber, Hakem'e işaret ederek:
"Şunun sulbünden geleceklerin çıkaracağı fitneden dolayı yazıklar olsun
ümmetime!" buyurmuştur.
Hakem, Halîfe'nin
amcası olduğundan Medine'ye gelmelerine müsâade edilmişti. Ve en sonu,
Peygamber'in hadîsi gerçekleşerek, Mervân Hilâfet makaamına geçmiş, Muhammed
Ümmeti arasında türlü ayrılıklara sebeb olmuştur.
Bunun bir rivayeti
Alâmâtu'n-Nübüvve'de geçmişti. Müslim de rivayet
etmiştir.
Tenbth; Taftazânî şöyle
dedi: Yezîd il Muâviye'nin la'netinin cevazında ihtilâf edilmiştir. Hulâsa ve
diğerlerinde: Ona ve Haccâc'a la'net yakışmaz. Çünkü Peygamber (S), namaz
kılanlara ve kıble ehlinden olanlara la'netten nehyet-tî... demiştir
(Kastallânî).
[12] Bunun bir rivayeti, Peygamberler ile
Alâmâtu'n-Nübüvve'de Ye'cûc ve Me'cûc konusunda geçmişti.
[13] Bunun bâzı rivayetleri Hacc, Mezâlim,
Alâmâtu'n-Nübüvve'de de geçmişti.
Müslim de bunu Fiten'de
getirmiştir. Peygamber'in bu haberi de aynen meydana gelmiştir. Hz. Usmân'ın
şehîd edilmesiyle başlayan bu fitneler, musîbetler aralıksız devam etmiş,
Cemeî, Sıffîn, Nehrevân harbi, Hz. Alî'nin ve Hüseyin'in öldürülüşü, Harre
vak'ası gibi acı vak'alar bunları ta'kîb etmiştir.
[14] Tirmizî'nin rivayet ettiği merfû' Enes hadîsinde
"Zaman birimleri birbirine yaklaşıp da sene ay; ay hafta; hafta gün; gün
saat; saat de hurma yaprağının yanması gibi olmadıkça kıyamet kopmaz"
buyurulmuştur. Hakk olan bundan muradın tâ zamana varıncaya kadar herşeyden
bereketin çekilmesidir. Bu da kıyametin yaklaşması alâmetlerindendir
(Kastallânî).
[15] Buharı hadîsin başka geliş yollarını göstermektedir.
[16] Bunlar hep ayrı yollardan gelen ve birbirlerini te'kîd
eden hadîslerdir.
[17] Müslim'in Abdullah ibn Mes'ûd'dan rivayetinde, Rasûlullah
(S): "Kıyamet ancak insanların şerrlileri üzerine kopacaktır"
buyurmuştur. Ebû Hureyre'den bir rivayette: "Lâ ilahe ille 'ilah diyen
hiçbir kimse üzerine kıyamet kopmayacakttr" buyuruhnuştur. Bu rivayetlerin
delâletlerine göre, kıyamet ancak kâfirler, münafıklar, şerirler üzerine
kopacaktır. Salih mü'minler tamâmiyle ölmüş bulunacaktır. Ebû Hureyre'den bir
rivayette: "Kıyametin yaklaşması zamanında Allah latîfbir rüzgâr
gönderecek ve gönlünde zerre kadar îmânı olan hiçbir kimseyi bırakmayıp ruhunu
alacak" buyurulmuştur ki, bu da yukanki rivayetlerin te'-yîd edicisidir.
[18] Bu şikâyet Haccâc'm Irak valiliği sırasında
yapılmıştı. Tâifli bir hocanın oğlu olan Haccâc, cesaret ve iyi konuşmasiyle
Abdulmelik ibn Mervân'm gözüne girip Hicaz Vâlîsi olmuş, Abdullah
ibnu'z-Zubeyr'in halifelik da'vâsı vesilesiyle Mekke ve Medine'yi sahabe
kanıyle boyadıktan sonra, Irak Vâlîliği de mükâfat olarak ona verilmişti.
Haccâc burada da aynı zulümleri yapmaya başlayınca, bu hadîsin râvîsi olan
Kûfeli Zubeyr ibn Adiyy, beraberinde bir'hey'etle Enes İbn Mâlik'e gidip
şikâyet etmişlerdi. O sırada Enes ibn Mâlik Basra'da yerleşmişti. Bu şikâyetin
ona yapılması, Enes'in resmî bir sıfatı olduğundan değil, Peygamber'in mühim
bir sahâbîsi olması i'tİbâriyle bir dert yanmaktı. Ve yakın bir ihtimâl ile
Haccâc'a karşı isyankâr bir vaziyet almak hususunda Enes'in fikrini sormaktı.
Enes, Haccâc'ın daha acı ve kanlı bir fitne kapısını açmaması İçin,
şikâyetçilere sabır tavsiye etmiş ve daha büyük bir fitnenin önünü almıştır.
Taberânî'nin Abdullah
ibn Mes'ûd'dan sahîh senedle rivayet ettiği hadîste de Peygamber (S): "Dün
bu günden, bu gün de yarından hayırlıdır" buyurmuştur. Şu da
kaydedilmelidir ki, mazinin hâlden, hâlin de istikbâlden hayırlı olması umûmî
ve mutlak bir kaaide değildir. Bâzı zaman olur ki, onda şerr, geçenden daha az
olur. Meselâ Umer ibn Abdilazîz zamanı, Haccâc'm zulüm devrinden bir müddet
sonra idi. Şübhesiz ki, Râşid Halîfeler devrini andıran âdil bîr idare hâkimdi.
Bunun için Hasen el-Basrî; hâlin mâzîyi aratması kaai-desi, mutlak değil,
ekseriyete hamledilmiştir, demiştir.
[19] Başlığa uygunluğu "Ve ne fitneler indirildi"
sözünden alınır. Buhârî bunu burada iki senedle getirdi. Bunun bir rivayeti
ilim Kitabı, "Geceleyin ilim ve va'z bâbı"nda geçmişti.
Peygamber'in ru'yâda
görüp de haber verdiği fitneler ve ni'metler Allah'ın bildirmesi olan vahy
yoluyla kendisine bildirilen şeylerdendir. Peygamber'in ru'-yâlan da vahiydir:
"Üigil ıi' fW J *sj ji = Ben ru'yâda seni boğazlıyorum diye
görüyorum" (es-Sâffât: 102) âyeti, İbrahim'in İsmâîl'i yâhud İshâk'i
kesmeye me'-mûr olduğunu haber veren âyettir.
Bu hadîste nice
mu'cizeler vardır: Peygamber, ümmetine kendisinden sonra uğrayacakları fitneler ve musibetleri, hem de nail olacakları hudûdsuz
nİ'-met ve rahmet hazînelerini haber vermiştir. Bir de "Giyinik
çıplaklar" zümresinden yâhud örtülü olmakla beraber elbisesinde israf ve
tebzîr edecek nice kadınların zuhur edeceğini de haber veriyor. Mü'minlerin
annelerini uyandırmaya teşvik etmesi de, kendilerine va'z etmek, sadaka vermeyi
ve israfı terketmeyİ, Peygamber kadınları olmalarıyle aldanmayarak ibâdet ve
tâatlerden gaflet etmemelerini bildirmek içindir. Müsriflikle giyinenlerin
âhirette çıplak olmaları, hasenelerden soyunmuş olmalarındandır.
[20] Bu hadîsi Müslim, îmân'da, Ebû Hureyre'den: "Kim
bize silâh çekerse, o bizden değildir" fıkrasıyle başlatır, "Kim
bize hîle ve hıyanet ederse, o bizden değildir" suretinde rivayet eder.
Taberânî ile Ebû Nuaym'm Abdullah ibn Mes'ûd'dan rivayetlerinde, hadîsin
sonunda: "Htle ve hud'a sahihleri cehennemdedir" ziyâdesi vardır. Her
iki rivayete göre, hadîsin tamâmı bu fıkraların birleşmesiy-ledir.
Bu şiddetli tehdîd, bu
adam İslâm camiasından çıkar ve tevbe ederse, tev-besi kabul olunmaz,
cehennemlik olur ma'nâsına değildir; sakındırmak içindir.
[21] Bu da vukarıki hadîsin hasVa bir sahâbîden
rivayetidir.
[22] Bu hadîslere göre fsiâm Devleti'ne karşı silâhlı isyan
edip bu tecâvüzü meşru' saymak, İslâm birliği ni'metine nankörlüğü gerektiren
büyük bir suçtur. İslâm hukukuna göre bunun tenkili vâcibdir. Rasûlullah,
müslümânları böyle silâhlı ihtilâlden men' edip sakındırarak Veda Haccı'nda
Minâ'da yaptığı hutbesinde: "Sakın benden sonra küfür hâlindeki bedevîlik
hayâtınıza dönüp de birbirini-zin boynunu vurmaya kalkışmayınız" buyurmuştur.
Son hadîs şaka bile olsa, kardeşine silâhla işaret etmenin ne kötü bîr sonuca
götürebileceğini en belîğ şekilde belirtmektedir.
[23] Bu hadîslerin birer rivayeti Namaz Kitâbı'nda,
Mescid'lerin evvelinde geçmişti. Bunlardan anlaşılan, meskûn yerlerde,
ibadethanelerde, çarşı, pazar gibi insanların toplu bulundukları yerlerde
herhangibir kazaya sebeb olmamak için, silâhla dolaşılmaması, şayet silâhı
varsa tedbîrini alarak iyice emniyetini korumaktır.
[24] Peygamber'in maksadı -Allah, Rasûlü'nün murâdını en
bilendir-, müslümân ile sövüşmek fısk ve fucûr ehlinin; müslümânla kıtal de
küfür ehlinin sânından olduğunu beyân olsa gerektir. Küfür ehlinin sânından
olan ahlâk ve fiiller vakıa insanı âsî mertebesinden de düşürüp hemen îmânını
selbetmez. Fakat îmânı yaralayıp sahibini Allah korusun, küfür ve nifak helak
vâdîlerine sürüklemesinden korkulur...
[25] Yânî benden sonra hakkı örtücü kâfirlere dönmeyiniz.
Çünkü küfrün ma'nâsı, lügatte "Örtmek"tir. Bu fiiller insanı küfre
götürür. Dâvûdî: Bunun ma'nâsı: Mü'minlere, kâfirlere yapacağ niz fiilleri
yapmayınız, demektir dedi (Kastallâ-nî).
[26] Hadîsin bir rivayeti Hacc Kitabı, "Minâ
günlerinde hutb^e bâbi"nda geçti.
Sanki Ebû Bekre: Ben
kendimi savunmak için bir kamış deyneğine bile el uzatmadım ve elime almadım.
Çünkü ben müslümânların birbirleriyle kıtal yapmalarım doğru görmem, onlarla
nasıl olur da silâhla mukaatele ederim, demiş oluyor. Bu hâdisenin sebebi
şudur: Muâviye, İbnu'l-Hadramî'yi Basra'ya gönderip, onların Alî'ye karşı
harbe girmelerini istemişti. Alî de Câriye ibn Kudâ-me'yi gönderdi. O da onu
muhasara etti. İbnu'l-Hadramî de bir eve girip orada saklandı. Câriye onun
bulunduğu evi üzerine yaktı. Bunu el-Askerî zikretti. Ta-berî de otuzsekizinci
yıl hâdiseleri içinde Ebû'l-Hasen el-Medâinî yolundan böyle tahrîc etmiştir...
(Kastallânî)
Ebû Bekre'nin sözü,
kendisinin İslâm'da fitneye karışmayı doğru görmediğini ve iki taifeden
birinde yer almayı da doğru görmediğini göstermektedir.
[27] Bunun bir rivayeti, bundan daha bütün olarak Hacc
Kitâbı'nda geçmişti.
[28] Yânı amelleriniz müslümânların boyunlarını vurmakta
kâfirlerin amellerine benzemesin. el-Muzhirî: Yânî ben dünyâdan ayrıldığım
zaman bizler benim ardımdan, üzerinizde bulunduğunuz îmân ve takva üzerinde
sabit olunuz; hiçbir kimseye zulmetmeyiniz ve müslümânlarla muharebe
etmeyiniz. Bunun bir rivayeti ilim Kitâbı'nda geçmişti (Kastallânî).
[29] Başlık, hadîsten bir parça olduğu İçin, uygunluk
tamdır. Bunu Müslim de Fi-ten'de getirmiştir.
"Men teşerrefe
lehâ" Ona teşebbüs edip girişmek suretiyle onu görmeye ve muttali' olmaya
çalışan ve ondan yüz çevirmeyen ma'nâsınadır.
Testeşrifhû: Helake
bakması sebebiyle fitne onu helak eder demektir.
el-îstişrâf: Bir adama
zulm ve cevr eylemek ma'nâsınadır ve gözünü yukarı kaldırarak güneşe bakar
şekilde bir nesneye bakmak ma'nâsınadır ki, dikkat ve mübalağa zımmmda olur
(Kaamûs Ter.)
[30] Bu da aynı hadîsin başka yoldan bir rivayetidir. Bu
hadîslerde fitnelerden sakındırma ve fitnenin şerri, ona girmekle olacağı
hükmü vardır. Fitneden mu-râd, her çeşit fitnedir, yâhud İktidar talebi
hususundaki ihtilâftan çıkan fitnedir. İnsan bunda haklı olanla bâtıl olanı
bilemez... Bir taife evlere girip karışmamayı söyledi. Diğerleri de fitne
beldesinden başka yerlere gitmeyi öğütledi... (Kas-tallânî).
[31] Bu hadîsler, İslâm Dîni'nin beşer hayâtına ne derece
kıymet verdiğinin delilleridir.
Öldüren ateşe girmeye
hakk kazanır, fakat ölenin günâhı nedir ki, ateşe girecektir? Buna şöyle cevâb
verildi: Bunların suçları bir ve eşit değildir. Bunda silâhla yönelme fiili ve
kıtal vukû'u vardır. Öldüren, kıtal ve öldürmeye karşılık azâb olunur; ölen de
yalnız kıtale karşılık azâb olunur, sırf azm üzerine azâb olunmaz (Kastallânî).
[32] Buhari burada hadisin çeşitli yollarını ve senedlerini
ayrı ayrı bildirmiştir
[33] Başlığa uygunluğu "Onların bir cemâati ve devlet
başkanları bulunmazsa" sözünden alınır. Ağaç dibini ısırmaktan murâd,
şartlarıyle bir imâm bulunup ona bey'at edinceye kadar fitnelerden ayrı
kalmaktır.
Bunun bir rivayeti
Nübüvvet Alâmetleri Kitâbı'nda da geçmişti. Bunu Müslim de Fitneler'de getirmiştir.
Rasûlullah'ın mutlak surette hayır ve saadet olan zamanlardan sonra geleceğini
haber verdiği fitneler, musibetler, Hz. Usmân'ın şehîd edilmesiyle başlamış,
Cemel, Sıffîn, Kerbelâ, Hârre, Ka'be'nin tecâvüze-uğraması faciaları birbirini
ta'kîb etmiştir. Bunlardan sonra şerr ile karışık hayır devrine, Kaadı Iyâd,
"Umer ibn Abdilazîz zamanıdır" demiştir. Umer ibnu'l-Abdilazîz
"Emîru'l-Mü'minîn" unvânıyle anılır. O tamâmiyle İslâm umdelerine
göre idare ettiği için,' 'İkinci Umer'' diye anılır. İkİbuçuk seneye yakın
devri, Râşid Halîfeler devrine katılarak, hakîkî hilâfet devri kapanır. Bundan
sonra "Emirlik ve Saltanat" üzerine kurulan ve babadan oğula ageçen
mutlakıyet sistemi idareler devri başlamıştır. Bunu Muâviye, oğlu Yezîd'i
halef ta'yîn etmekle başlatmıştı. Muâviye bu emaret saltanatına Umer devrinde
Şâm VâlîIİ-ği zamanında başlamıştı. Umer Şâm ve Filistin'i ziyaretinde
Muâviye'nin bu ziyaretinden hoşlanmayarak "Bu da Arablar'm
kisrâsıdır" demiştir.
[34] Bunun bir rivayeti Tefsîr'de de geçmişti.
Aynî'nin Vâkıdî'den
naklettiği nuzûl sebebi şudur: Bu âyet, Mekke'de ikaa-met eden ve müslümân
olduklarım söyleyen birtakım kimseler hakkında inmiştir. Onlar Medine'ye
hicret etmeyip, zahirde îmân etmiş görünürlerdi. Hakikatte nifaklarını
gizlerlerdi. Bedir harbi açıldığı zaman da bunlar müşriklerle beraber Mekke'den
çıkıp müslümânlarla harbetmeye gelmişlerdi. Fakat melekler bunların
suratlarına çarparak, omuz köklerine vurarak bunları öldürmüşlerdi. Buniar
ölürken yâhud cehenneme sevkolunurken, meleklerin bunlara: Niye bu zuîmü
İşlediniz? suâlleri ve onların cevâblan bu âyette bildirilmiştir.
[35] Bu başlık, Taberî'nin Ebû Hureyre'den rivayet ettiği
hadîsin lafzıdır, denildi. (Aynî).
[36] Hadîsin başlığa uygunluğu ma'nâsmdan alınır. Buhârî bu
hadîsin aynını, sened olarak da Rikaak Kitabı, "Emânetin kaldırılması
bâbı"nda getirmişti.
Kur'ân âyetlerinde,
hadîslerde hem devlet ve ulü'I-emr gibi mühim konularda zikrolunan bu
"Emânet" kelimesinin, zikrolunduğu konulara göre ma'-nâlan vardır.
Hepsinde "Emânet", umûmî bir ta'bîr ile "Hıyanet" mukaabili
kullanılmıştır. Bu hadîsin baş tarafındaki "Emânet" kelimesinin
ma'nâsı, fıtrî dîn duygusuyla kesbî ibâdet, adalet ve medeniyet umdeleri olduğu
açık olarak anlaşılmaktadır. Bu kutsal duygunun ve Allah'a karşı ubudiyet, insanlar
arasında içtimaî bir nizâm ve emniyet te'mîn eden umdelerin Allah tarafından
insanların gönüllerine nasıl ilham ve vahy olunup, sonra birer birer nasıl
silinip gittiğini Huzeyfe en belîğ bir uslûb ile Peygamber'in dilinden
nakletmiştir...
Hadîsin ikinci
fıkrasında da İslâm nuru doğduğu ve yayıldığı müddetçe ziyasını saçtığı
yerlerde müslim- gayrimüslim bütün ferdler arasında umûmî bir emniyet ve
i'timâd kurulup, o nurun sönmesiyle bütün gönülleri umûmî bir emniyetsizlik
karanlığı kapladığı tasvir olunmuştur.
Hadîsin üçüncü
fıkrasında Huzeyfe, hem bu emniyet devrinde yaşadığım, hem de İçtimaî nizâm
bozulup emniyetsiz bir muhît içinde kalarak, Fulân'dan ve Fulân'dan başka kimse
ile muamelede bulunmadığını bildiriyor. Huzeyfe, Usmân'ırt şehîd edilmesinden
kırk gün sonra, yânî hicretin otuzaltinci yılında vefat ettiğine göre, o
faciayı meydana getiren günlerin çetinliğini ve emniyetsizliğini görüp ifâde
etmiş oluyor... "Fulân ve Fulân'dan başka" kinâyesiyle, muamele
yapılmağa hakk kazanacak kimselerin azlığını bildirmek istiyor. Buradaki
"Mubayaa" lafzıyle, siyâsî ve umûmî bey'at ma'nâsı da
kasdolunabilir...
[37] Bu başlık "Ayn" yerine "Ğayn"
harfiyle de rivayet edilmiştir ki, buna göre ma'nâ garîb yaşamak, bir zabta
göre "Ğayn" ve keskin "Zây" ile "Teazzub"
gelmiştir ki, buna göre şehirlerden uzakta ve yalnız yaşamak ma'nâsına olmuş
olur.
[38] Seleme ibnu'1-Ekva' (R) Medine'de 74 târihinde ve 80
yaşında vefat etmiştir. O sırada Haccâc, Hicaz Vâlîsi olarak Medine'de ikaamet
edip türlü bahanelerle Peygamber'in sahâbîlerini öldürüyordu. Seleme (R) çölden
Medine'ye döndüğünde, onu da yanma çağırıp: Ey Seleme, sen mürtedsin. Çölden
Medine'ye hicret ettikten sonra tekrar dönüp çöle gitmişsin! diye 80 yaşındaki
bu ihtiyar sahâbî-yi korkutup tehdîd etmişti. Haccâc bu sözü ile Abdullah ibn
Mes'ûd'un şu hadîsine işaret etmek istiyordu: "Allah faiz malı yiyen
kişiye la'net etsin... ve Medine'ye hicret ettikten sonra çöl hayâtına dönen
kişi de mürteddir". Haccâc bu sözüyle, Rıdvan ağacı altında Rasûlullah'a
üç kerre bey'at eden bir sahâbîyi öldürmek yâhud da gözünü yıldırmak
istiyordu. Seleme, çölde yaşamasına Rasû-Iullah'ın izin verdiğini bildirmekle
cevâb vermiş oluyor. Rebeze, Medine civarında bir bâdiyenin adıdır. Umer
zamanında zekât develerinin yayılması için koru edinilmişti.
[39] Hadîs, fitne zamanında sürülerini alıp dağlara ve
otlak arazîlere kaçmak ve selâmette kalmak bakımından koyunun önemini ve
hayırlılığını ifâde etmektedir.
[40] Umer'in bu sözü şöyle de tercüme edilmiştir: "Biz
Allah Taâiâ'yı Rabb, İslâm'ı dîn, Muhammed'i rasûl olarak kabul ve tasdik
ettik".
[41] Bu âyetin nuzûl sebebi bu kıssa olmuştur diye
tefsirlerde zikrolunmuştur.
[42] Başlığa uygunluğu "Biz fitnelerin şerrinden
Allah'a sığınırız" sözündedir. Bu hadîsin bir rivayeti Duâlar'da da
geçmişti. Peygamber'İn fitnelerden Allah'a sığınması, ümmetine öğretmek
içindir. Bunun bâzı rivayetleri İlim ve Kusûf'ta da geçti.
Bu hadîste babasının kim
olduğunu soran zât, Kisrâ'ya elçi olarak gönderilen Abdullah ibn Huzâfe
es-Sehmî'dir. Müslim'in rivayetine göre, bu Abdullah, babasından başka bir
babaya nisbet ve bir kavga ettikçe: "Fulân'in oğlu" dîye ayıplanirdı.
Anası böyle bir suâl sorduğunu işitince: Senden daha fena bir evlâd görmedim.
Ananın Câhiüyet günlerinde kadınların işlediği şeylerden birini işlemediğini
nereden biliyordun? Ya ananı âlem nazarında rüsvây edeydin iyi mi olurdu? diye
azarlamış. O da cevaben: Vallahi eğer beni zencî köleye ilhak etmiş olaydı, onu
kabul ederdim! demiştir (Tecrîd Ter., I, 79).
[43] Peygamber bu hadîslerde meydana gelecek fitnelerin,
musibetlerin çıkış yerini, cihetini bildirmiştir. Peygamber'in vefatından sonra
çıkan fitnelerin hepsi, doğu tarafından çıkmıştır. İlerideki fitnelerin çıkış
yerleri de orası olacağını ifâde eder. "Şeytânın boynuzu" ta'bîri de
temsilden İbarettir.
[44] Bunun bir rivayeti Yağmur Duâsi'nda geçmişti.
"Kam", bir asırda yaşayan insanların tabakası ma'nâsma geldiği gibi,
içinde bir peygamber zuhur eden bir müddette yaşamış olanlara da, ilim ehlinden
bir tabakaya da denir... Buna göre "Şeytânın karnı", şeytânın hizbi
ve ümmeti demek olur. Nitekim Deccâl o havaliden, Irak cihetinden yıkacaktır,
demişlerdir...
[45] Başlığa uygunluğu, içinde fitne bulunması yönündendîr.
Bunun bir rivayeti
Tefsîr'de de geçmişti. O zât, âyetle fitnedeki kıtalin meş-rû'Iuğuna delîl getirmişti,
ibn Umer gibi kıtalden çekinenleri redd vardı. İbn Umer verdiği cevâbla, fitne
harbinin müslümânlar arasında olan iktidar ve me-liklik harbi olmadığını, fitne
harbinin müşrik baskılarından kurtulmak için yapılan harb olduğunu anlatmış
oluyor.
Âyetin ma'nâsı, fitne
yânî şirk ve tefrika olmasın da dîn hep Allah için olsun, yalnız Allah'a boyun
eğilip itaat edilsin. Hâlbuki "Allah katında dîn, islâm'dır".
Bunlarda Tevhîd dîni olan İslâm'dan başka bir dîn bulunmasın, fitnenin başı
olan şirk kalksın... Allah'ın kullarım başkalarına mahkûm tutan bâtıl dînler
Hakk Dîn karşısında yıkılsın, hakk hâkim olsun da fitne ve mihnetle kimse hakk
ma'bûddan başkasına itaat ve inkıyada sevk ve cebredilmesin... (Hakk Dîni, I,
698; III, 2403).
[46] Buhârî bunu et-Târthu's-Sagîr "inde Abdullah ibn
Muhammed el-Müsnîdî'den se-nedli olarak rivayet etmiştir. Bu İmru'u'1-Kays ibn
Abis el-Kindî'dir. Bu beyitlerin Amr ibn Ma'dikerb'e âid olduğunu Ebû'l-Abbâs
el-Muberred el-Kâmilfî't-Târîhİnde, es-Suheylî de Ravdu'l-unffî TefsiriSîretiibn
Hişâm 'mda kesin olarak belirtmişlerdir (Kastallânî).
[47] Bu hadîsin birer rivayeti Namâz'da, Mevâkît bâbı'nda;
Zekât'ta, Oruç'ta ve Nübüvvet Alâmetleri'nde de geçmişti. Oralarda da
bildirildiği gibi Fitne, aslında imtihan ve denemedir ki, Türkçe'si sınama
demektir. Hâlisi karışıktan belli olsun diye altını, gümüşü potada eritmeğe
fitne dendiği gibi, İyiliği, kötülüğü belli olsun diye insana edilen her
muameleye de fitne denilir. Bu lafzın ma'nâlan çoktur, hepsi de bu ma'nâdan
dallanıp budaklanır.
Umer kapının kendi zâtı
olduğunu bildiği hâlde, kendisinden sonra gelecek fitneden suâl etmesi,
fitnenin azametini bildiği ve şayet tafsilâtını unutmuş-sa hatırlaması içindir.
Kendi zamanında belki mukaddimeleri meydana çıkar diye korkuyormuş.
[48] Başlığa uygunluğu "Usmân'a izin ver, onu da
kendisine isabet edecek belâ ve imtihan ile beraber cennetle müjdele"
sözünden alınır. Bu da denizin dalgalanması gibi olan fitneler
topluluğundandır. Bunun için Peygamber belâyı ona tahsis etti. Umer üzerine
cereyan edecek birşey zikretmedi. Çünkü Umer, Usmân'ın imtihanı gibi üzerine
tasallut, imamlığın geri alınması isteği, haremine taarruz ve çirkin işlere
nisbet gibi imtihan edilmedi. Bunun bir rivayeti, Ebû Bekr'İn fadlı bölümünde
geçmişti. Bunun birkaç rivayetini Müslim de Fadâil'de getirmiştir.
[49] Başlığa uygunluğu Usâme'nin sözünden alınabilir. Bunun
bir rivayeti Cehen-nem'in sıfati'nda geçti. Müslim de bunu, kitabının sonunda
"Ma'rûfu emr bâ-bı"nda getirmiştir. Bu hadîs devlet adamlarıyle güzel
muaşeret ve onlara karşı lütuf ile muamele edilmesi, halkın dileklerini tatlı
dil ile tebliğ ve gizlice Öğüt verilmesi hükümleri alınır...
[50] Başlığa uygunluğu, Cemel günlerinin şiddetli bir fitne
olması, vak'ası meşhur olup Alî ile Âişe arasında vâki' olması bakımındandır.
Çünkü Âişe bunda bir deve üzerinde bulunduğu için bu isimle isimlendirilmiştir.
Mağâzî'nin sonunda geçen
rivayet daha geniştir. Orada Ebû Bekre: Cemel vak'ası günlerinde cemel yaranma
katılarak (Alî'ye karşı) onlarla birlikte harb etmeğe başladıktan sonra, daha
önce Rasûlullah'tan işittiğim bir kelime ile Allah bana hayır ve menfâat ihsan
buyurdu (da Cemel yaranma katılmadım).. demiş ve hadîsi nakletmiştir. Ebû
Bekre, Kisrâ'nul kızı hadîsinden, Âişe'nin deve üzerinde bir asker birliği
idare etmesine intikaal edip hareketini yeniden ta'yîn etmiş ve onlara
katılmamıştır.
[51] Bunun cfa başlığa uygunluğu, bundan Öncekinin
uygunluğu gibidir...
[52] Bu da bundan önceki hadîsin bir tarafıdır. Buhârî bunu
getirmekle Ebû Meryem'in hadîsini kuvvetlendirmek istemiştir... (Aynî).
[53] Bunların da asıl başlığa bir fasıl gibi olan unvansız
bâb'a fer'î bir ilgisi olduğu meydandadır. Kirmânî: Bu işte ağır davranmak
nasıl ayıp olur? dedi. Ben de: Çünkü bu (geri kalmak) "Mü 'minler
kardeştirler, kardeşlerinizin arasını iyüeş-tirin..." (el-Hucurât: 10)
gereğinden geri kalmaktır, derim (Aynî).
[54] "lzâ"nın cevâbı, hadîste zikredilen ile
yetinildiği için hazfedilmiştir.
[55] Yânî iyiler mükâfatlanır, kötüler cezalanıp azâb
olunurlar. Dünyâda amelleri iyi olanlar, âhirette durumları iyi olur. Dünyâda
amelleri kötü olanlar, âhirette kölü (jlurlar.
[56] Başlığa uygunluğu açıktır. Buhârî bunun birer
rivayetini Hasen ibn Alî'nin faziletlerinde ve Peygamberlik Alâmetleri'nde de
getirmiştir. Orada da bâzı açıklamalar verilmişti..
[57] Başlığa uygunluğu "Akabinde ben Abdullah ibn
Ca'fer'in oğullan Hasen ve Hüseyin'in yanına gittim" sözlerinden
alınabilir. Çünkü bu sözde Hasen'in cömertliği ve seyyidliğîne bir delâlet
vardır. Zîrâ cömerdin seyyid olması sâlih olur... (Aynî).
[58] Başlığa uygunluğu gaybette, huzurunda söylenenin
aksini söylemenin bir nevi' gadr olması bakımındandır. Hadîsin bir rivayeti
Cizye'de geçmişti. Müslim de bunu Mağâzî'de getirmiştir. Bu hadîste kendisi
lehine bey'at yapılmış olan imâma itaat vucûbu ve onun aleyhine çıkıştan men'
hükmü ve o imâm cevr etse bile fâsıklığı sebebiyle bey'ati çözülmiyeceği hükmü
vardır.
Yezîd, Medîneliler'in
kendisinin bey'atini reddettikleri haberi ulaşınca, onlar için Müslim ibn Ukbe
el-Murrî maiyyetinde bir ordu hazırladı ve ona, Medîne-liler'e üç kerre
dönmelerini, yoksa kendileriyle harb edeceğini bildirmesini emretti, sonunda
gâlib gelince Medîne'yi orduya mübâh kıldı (Kastallânî).
[59] Başlığa uygunluğu, Ebû Berze'nin ayıpladığı kimseler
zahirde dîn işini yerine getirmek ve hakka yardım etmek için mukaatele etmeyi
izhâr ediyorlar, bâtında ise ancak dünyâ için mukaatele ediyorlar olması
bakımındandır (Aynî).
[60] Nifak, kişinin diliyle îmân açıklayıp, gönlünde küfrü
saklamasıdır. Huzeyfe'-nin bildirdiği gibi, nifak ile sıfatlanan münafıklar,
saadet asrında Abdullah ibn Ubeyy ibn SelûTun başkanlığı altında teşekkül etmiş
habîs bir zümre idi. Bunlar îmân ile küfür arasında bir nifak perdesine
bürünerek hayâtlarını korumuşlardı. Fakat saadet asrı geçtikten sonra, îmân
ile küfür arasında bir nifak merhalesi kalmamıştır. Çünkü bir müslümân
gönlünde küfrü gizlemekle mürted olur. Bâzı âlimler de Huzeyfe hadîsini şöyle
te'vîl etmişlerdir. Saadet asrında münafıklar harb gibi içtimaî birliği
gerektiren her işte yan çizerlerdi. Fakat görünüşte îmân izhâr ettiklerinden
Peygamber bunların Uhud, Tebûk seferlerindeki döneklikleri gibi birçok
bozguncu hareketlerine rağmen, ceza ta'yîn etmezdi.... Hu-zeyfe'nin dediği
gibi,bilâhare İslâm Dîni tamâmiyle kuvvet kazanınca, artık îmân ile küfür
arasında bir ayırıcı sınır olan nifak maskesi atılmış "Ke lâ teferrakû =
Birbirinizden ayrılmayınız" (Âlu îmrân: 103) düstûruna göre bozgunculuk,
îmândan sonra işlenen bir isyan, bir küfür olarak görülmüştür ki, cezası
tenkildir.
[61] Bunun sebebi şudur: Belâ ve şiddet o kadar şiddetli olur
ki, musibetlerin en büyüğü olan ölüm bile kişiye daha hafif gelir de
i'tikaadmda iki musibetin hafifini temenni eder. Bu, fitnelerin zuhuru, bâtılın
ve bâtıl ehlinin galebesi ile dînin gitmesi korkusu ve ma'siyetlerin meydana
gelmesi zamanıdır...
Yânî dîninden
vazgeçirmek ve vatandan çıkarmak gibi, insanları azaba uğratacak belâ ve
mihnet, ölümden daha ağırdır. Ölümü temennî ettiren hâl, ölümden daha ağırdır.
"Fitne ölümden daha beterdir"; "Fitne öldürmekten daha
büyüktür" (el-Bakara: 191, 217).
[62] Devs, Ebû Hureyre'nin kabîlesidir. Zu'l-Halasa onların
putu idi.
Zu'l-Halasa, Yemen'de
bir puthânenin veya onun içinde bulunan bir putun ismidir. Buna Yemen Ka'besi
denilirdi. Asıl Ka'be'ye de "Ka'betu'ş-Şâmiyye" denilirdi.
"Halasa" kelimesi "Hâlis" ismi failinin cem'idir. Gûyâ orada
tavaf ve İbâdet edenler, hâlis ve temiz olurlarmış da onun için böyle isimlendirilmiştir.
Rasûlullah, Yemen'deki bu put evini Cerîr ibn Abdillah kumandasında yüzelli
kişilik süvari göndererek yıktırıp yok ettirmişti. Bu vak'ayı Cerîr bizzat
tafsîlâtiyle anlatır: Müslim Ter., Fadâilu's-Sahâbe, Cerîr'in faziletlerinden
bir bâb, VII, 399-400.
İbnlBattâl şöyle dedi:
Bu hadîs ve benzerlerinden murâd, dînin bütün yeryüzünde tamamen kesilip
hiçbir eseri kalmayacak demek değildir. Çünkü İslâm Dîni'nin kıyamete kadar
bakî kalacağı sabittir. Ancak dîn zayıflayıp başladığı gibi garîbliğe
dönecektir (Kastallânî).
[63] Başlığa uygunluğu, Kahtân'dan çıkacak bir adamın
insanları sevketmesi, ancak zamanın değiştirilmesi ve İslâm hâllerinin tebdilinde
olması bakımındandır. Çünkü bu adam, Allah'ın hilâfeti kendilerinde kıldığı
şerefli kimseler topluluğundan ve Peygamber kabîlesindtn değildir. Bu adam
gayrı meşru bir gasbla idareyi ele alıp insanları zorbalıkla ve hiçbir hürriyet
tanımayarak sevk ve idare edecektir ki, bu şekilde idare, fitnelerin en
şiddetli olanlarmdandır.
[64] Bu Enes hadîsi, Hicret Bâbı'mn sonlarında Humeyd
yolundan, Abdullah ibn Selâm'm İslâm'ı hakkında ulaştırılmış olarak geçmişti.
Bir rivayeti de Nübüvvet Alâmetleri'nde geçmişti.
[65] Busrâ, Suriye'deki Harran kasabasıdır. Vaktiyle Doğu
Roma İmparatorluğu'-nun ma'mür bir şehri ve Hnstiyanlığın dînî merkezlerinden
biri idi. İslâm Âle-mİ'nin Rûmlar'la ve Hrıstiyanlık'la ilk siyâsî ve askerî
çatışması, Busrâ'da olduğundan, hadîste ve İslâm târihinde çok zikrolunur.
Sarihlerin ve
tarihçilerin bir kısmı, hicrî 654 yılında bir volkan patlamasıy-le birlikte
meydana gelen büyük ateşin, Peygamberin bu hadîsinde haber verdiği ateş olduğu
görüşünü ileri sürmüşlerdir. Buna göre, Peygamber'in yedi asır önce haber
verdiği bu tabiat hâdisesi, haber verildiği gibi tahakkuk etmiştir ki, şübhesiz
bu peygamberliğinin doğruluğunun en canlı şâhidlerinden birisidir. Bâzıları da
bunun, kıyamete yakın büyük alâmetlerden olup, o zaman meydana gelecektir diye
anlamak istemişlerdir.
[66] Furât, Erzurum dağlarından doğup Küçük Asya kıt'asmm
birçok yerlerim dolaştıktan sonra Basra Körfezi'ne dökülen en büyük
ırmaklardan birisidir. Furât, birçok vesilelerle Rasülullah'm hadîslerinde
geçer. Hilkatten beri akan bu muazzam nehrin bu uzun mecrasında kimbilir ne
hazîneler saklıdır! Rasûlullah "Nehir kuruyarak kıymetli altın hazînesini
açıklaması zamanı yaklaşıyor" buyurmakla, bu büyük hâdisenin kıyamet
alâmetlerinden olduğunu, dünyânın ömrü sona ereceği günlerin yaklaşmakta
olduğunun alâmeti bulunduğunu haber vermiş oluyor...
[67] Bunun bir rivayeti Zekât'ta, "Sadaka vermeyi
teşvîk bâbi"nda daha geniş olarak geçmişti. Zekât kabul edecek kimse
bulamamak, İktisâdı değerlerin alt-üst olduğu, maddeye ihtiyâcın kalmadığı, kıyamet
alâmetlerinin başladığı zamanlardır.
Bundan sonraki hadîs
daha tafsîllidir.
[68] Hadîs içinde îmânın fayda vermeyeceği zamanı bildiren
bu ifâdenin tamâmı şöyledir: ' 'Onlar hâlâ kendilerine ille azâb meleklerinin
gelmesini yâhud Rabb 'leri-nin gelmesini veya Rabb'inin âyetlerinden birinin
gelmesini mi bekliyorlar? Rabb 'inin âyetlerinden biri geldiği gün, daha
evvelden îmân etmiş veya îmânında bir hayır kazanmış olmayan hiçbir kimseye (o
günkü) îmânı asla fayda vermez..." (el-En'&m: 158).
[69] Bu sayılan şeylerin hepsi kıyametin kopmasından Önce
meydana gelecek alâmetlerdir. Bunlar kıyametin kopmasının yaklaştığına delâlet
ve işaret ederler. Son taraftaki alâmetler ise kıyametin ansızın kopacağını
gösterir. Bunların en sür'at-lisi ise lokmanın ağıza kaldırılıp yutulmamasıdır.
[70] Bunu Müslim de Fiten'de (rakam: 114 "2939")
getirmiştir.
Kaadi Iyâd dedi ki:
Bunun ma'nâsı şudur: O, Allah'a göre, onun elinde halk ettiği şeyleri
mü'minleri delâlete düşürücü ve kalblerini şübheye sokucu kılmaktan hakirdir.
Fakat Allah'ın ona o şeyleri yaptırması, ancak îmânlılann îmânlarının artması,
kâfir, münafık ve benzerlerinin aleyhine de hüccet sabit olması içindir...
[71] Bu hadîslerin birer rivayeti Hacc Kitâbı'nm sonunda
Medine'nin faziletleri bâbı'nda da geçmişti.
Kaadı Iyâd dedi ki: Bu
hadîsler Deccâl'in varlığının sahîhliği hakkındaki Ehli Sünnet mezhebi lehine
hüccettir. O aynı ile bir şahıstır ki, Allah onunla kullarını imtihan
edecektir. Ve onu ilâhî mukadderattan olan bâzı şeyleri yapmağa muktedir
kılacaktır... Ve "Allah, îmân edenlere dünyâ hayâtında da, âhi-rette de o
sabit söz indînde sebat ihsan eder. Allah zâlimleri şaşırtır. Allah ne dilerse
yapar" (İbrâhîm: 27). Sünnet ehlinin bütün muhaddîsler, fakîhler ve mütefekkirlerin
mezhebi işte budur... (Nevevî) (Müslim Ter., VIII, 471).
[72] Deccâl, zamanın âhirinde meydana çıkıp peygamberlik
veya ulûhiyet iddia edecek bir yalancı olarak ta'rif edilmiş ve mePûn ma'nâsma
"Mesîh" ile vasıflan-mışsa da, bir hadîste "o^U-a OLijii ^ J ö£ş
= Zamanın âhirinde birçok Dec-câller olacaktır" buyurulduğu ve sarihler
"Deccâlun" lafzını "Kezzâbün" ve "Mumerrihûn" ile
tefsîr ettiklerinden, Deccâl'in bir değil, nice yalancı ve yaldızcı makûlesi
insanlar olduğu ve bunların dünyâ târihinin son zamanlarında çokça görüleceği
anlaşılır.
Bu hadîslerin birer
rivayeti Medine'nin faziletleri bölümünde de geçmişti.
[73] Yânî Deccâl'İn gözü sakattır, insanları eğri yola
da'vet eder, Allah ise Hâdî'-dir, İnsanları dâima doğru yola irşâd eyler.
[74] Bunun bir rivayeti Ta'bîr'de, "Ru'yâda Ka'be'yi
tavaf etmek bâbi"nda da geçmiş ve bâzı açıklama orada verilmişti.
Hadîsteki İbnu Katan'in adı Buhârî'nin Sahth'inde ez-Zuhrî'den rivayetine göre
Abduluzzâ'dır ve Huzâa kabilesinden olup İslâm Dîni'nin zuhurundan evvel
ölmüştür. Abduluzzâ'nm anası Huvey-lid kızı Hâle'dir. Bu sebeble Hadîce, İbn
Katan'm teyzesi oluyor.
[75] Bunun bir rivayeti Namaz Kitâbı'nm sonunda
"Selâm'dan önce duâ bâbı"nda uzunca bir metinle geçmişti.
"Fi's-salât = Namazda" demekle, vakıa namazın hangi rüknünde bu
duanın okunduğu kat'î olarak bilinmiş olmazsa da, duanın yeri namazın sonunda
teşehhüdden sonra ve selâmdan evvel olmak lâzım geleceği aklî karinelerden
başka bâzı haberler ile de sabit oluyor. Nitekim ibn Mes'-ûd'un rivayetinin
sonunda "iıiU sıiiı ^ jİJJ — Teşehhüdden sonra dilediği
duayı seçer' buyurulmuştur...
Oradaki duanın metni
şöyle İdi: "Allâhumme innieûzu bike min azâbVl-kabri. Ve eûzu bike min
fitnetVl-MesîhVd-Deccâli ve eûzu bike min fitnetVl-mahya ve'l-memâti. Allâhumme
innî eûzu bike mine'l-me'semi ve'l-mağrami
( = Yâ Allah! Ben kabir
azabından Sana sığınırım ve Mesîh Deccâl'İn fitnesinden de Sana sığınırım.
Hayât ve memat fitnelerinden de Sana sığınırım. Yâ Allah! Ben günâhtan ve
borçtan da Sana sığınırım)/" (Tecrîd Ter., II, 710-714 "460").
[76] Hadîste bildirilen su ile ateş, belki de hakîkate
hamlolunmayıp cennet ile cehennemin birer remzi olacaktır. Yânî Deccâl, cennet
ile cehennemi temsil eden birtakım hârikalar gösterecektir. Bu da Yüce
Allah'ın kullarını imtihan ettiği fitnelerden birisidir. Fakat Allah müteakiben
hakkı izhâr ve bâtılı ibtâl edecektir. Sonra onun kötülüklerini açıklayacak ve
halka onun aczini gösterecektir.
[77] Bu hadîslerde Deccâl'in sıfatı olan "A
'veru" kelimesi "Aver" kökünden yapılmış bir sıfattır.
"Aver" bir gözün hissi, yânî görme kuvveti zail olmaktır. Murâd bir
gözü olmaktır. "A'veru" sıfatı şu ma'nâlara da gelmektedir:
a. Kötü ve kemter nesne.
b. Şu korkak ve zaîf
şahsa denir ki, haddizatında hayırsız ve faydasız olduğundan ne bir hayır ve
menfaat semtine delîl olur ve ne de bir kimse onun tarafına bir delâlet eder
ki, cemâd kabilinden olmuş olur.
c. Mahareti olmayan bed-delâlet kılavuza denir..
(Kaamûs Ter.)
Bu hadîslerin bâzı
rivayetleri Peygamberler Kitâbi'nda geçti. Bunların birçok rivayetlerini de
Müslim, Fitneler ve Saat Alâmetleri Kitâbi'nda getirmiştir.
[78] Müslim'in Sahîh'inde Deccâl'e karşı çıkacak bu yüksek
iradeli zâtın Hızır olduğu bildirilmiştir. Ma'mer de Cami'inde: Deccâl'e karşı
çıkan zâtın Hızır olduğu bize baliğ oldu, demiştir. Hızır'ın ölüp dirildikten
sonra: Vallahi senin Deccâl olduğun hakkındaki şimdiki kanâatim daha
kuvvetlidir, demesi, Rasûlullah'ın Deccâl'in şekaavet alâmetlerinden olarak
ölüleri diriltmek hususunu da haber vermiş olmasındandır. Bu hârikaların bir
zaman için imtihan olarak DeccâP-den meydana gelmesi, ilâhî takdirin eseridir.
Bunun bir rivayeti Hacc
Kitâbı'nın sonunda "Medîne Haremi'nin kapılarından bir bâb"da da
geçmişti.
[79] Bunun da bir rivayeti yine Hacc Kitâbı'nın sonunda
geçmişti.
[80] Bunun da bir rivayeti hem Hacc Kitâbı'nın sonunda, hem
de Tıbb'da geçmişti. "Inşâatlah" istisnası, teberrük içindir, her
ikisinin de girmiyeceğine şâmil olur denildi. Bir de bu istisna ta'lîk içindir,
Deccâl'in girmiyeceğine hass olur, tâû-nun Medine'ye girmesi caiz olur,
denildi... (Kastallânî)
[81] Buhârî bu hadîsi burada iki senedle getirdi. Bunun bir
rivayeti Fitneler'in evvellerinde, "Arab'a yazıklar olsun bâbı"nda,
bir rivayeti de Peygamberler Kitâ-bı'nda geçmiş ve oralarda bâzı açıklamalar
verilmişti.
"Ye'cûc ve
Me'cûc" isimleri Kur'ân-ı Kerîm'in İki sûresinde geçmektedir: el-Kehf:
83-98, el-Enbiyâ: 96-97. Bunlara âid tefsîri HakkDîniKur'ân Dili, IV,
3274-3292; IV, 3371-3374 sahîfelerinden okunmalıdır. Bunun bir özetini Müslim
Tercemesi, VIII, 403-408 "2880" rakamlı hadîsin haşiyesinde
vermiştik.
[82] Bunun da birer rivayeti Peygamberler Kitabı,
"Zu'1-Karneyn bâbı"nda ve Fit-neler'İn evvelinde geçmişti.