1- Ferîzalar İlminin Öğretilmesi Babı
2- Peygamberdin: "Biz (peygamberler) mirasçı
olunmayız- Biz ne bırakmışsak sadakadır" Kavli Babı
3- Peygamber(S)'İn: "Her kim bir mal bırakırsa, o
kendi ailesine âiddir" Kavli Babı
4- Erkek Ve Kız Çocuğunun Babası Ve Anasından Alacağı
Mîrâs Payları Babı
5- Kız Çocuklarının Mîrâsı Babı
6- Ölünün Oğlu Hayâtta Olmadığı Zaman, Oğlunun Oğluna Âid
Mîrâsı Beyân Babı
7- Ölünün Bir Kızının Beraberinde Oğulun Bir Kızının
Mîrâsı Babı
8- Babanın Ve Erkek Kardeşlerin Beraberinde Dedenin
Mîrâsı Babı
9- Oğul Ve Diğer Mirasçıların Beraberinde Zevcin Mirası
Babı
10- Çocuk Ve Diğer Mirasçıların Beraberinde Zevce Kadının
Ve Kocanın Mirasları Babı
11- Kızların Beraberinde Kızkardeşlerin Mîrâsı Babı -Ki Onlar
Asabedirler-
12- Erkek Ve Kızkardeşlerin Mîrâst Babı
14- İki Amcaoğlu Babı; İkisinden Biri Ana-Bir Kardeş,
Diğeri Kocadır
15- Zevu'l-Erhâm(In Hükmü) Babı
16- Aralarında La'netleşme Olanların Mîrâsı Babı
17- Kadın Hürre Olsun Yâhud Câriye Olsun, Ondan Doğan
Çocuk, Döşeğinde Doğduğu Kimseye Âiddir Babı
18- Bâb: Velâ (Yânî Velîlik Hakkı) Hürriyete Kavuşturan
Kimseye Âiddir Ve Bulunmuş Çocuğun Mîrâsı?
20- Efendilerine Âid Olmadığını İddia Eden Kimsenin
Günâhı Babı
21- Bâb: Bir Adam Diğer Bir Adamın Elleriyle İslâm'a
Girerse
22- Kadınların Velâdan Mîrâs Almaları Babı
23- Bir Ailenin Azâdlı Kölesi, O Ailedendir Ve Kızkardeş
Oğlu Da Onlardandır Babı
25- Bâb: Müslüman Kâfire, Kâfir De Müslümâna Mîrâsçı
Olmaz
27- Bir Erkek Kardeş Yâhud Erkek Kardeş Oğlu İddia Eden
Kimse Babı
28- Kendi Babasından Başka Bir Kişiye Menşûbluk İddia
Eden Kimse(Nin Günâhını Beyân) Babı
29- Bâb: Bir Kadın Bir Oğul Îddiâ Ettiği Zaman?
30- Kaaif (Yânî İz Tâ'kîbcisînin Hükmü) Babı
Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle
(Ferîzalar,
yânı Mîrâs Payları Kitabı) [1]
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli:
"Allah size mîrâs
taksimim şöyle tavsiye eder:
Çocuklarınız hakkında
erkeğe iki dişinin payı mikdârıdır. Eğer çocuklar ikiden fazla kadınlar iseler,
ölünün bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Dişi evlâd bir tek ise, o zaman
terikenin yarısı onundur. (Ana babaya gelince:) Ölenin çocuğu varsa,
ana-babadan herbirine terikenin altıda biri verilir. Çocuğu olmayıp da ona ana ve
babası mirasçı olduysa, üçte biri anasınındır. (Erkek, dişi) kardeşleri varsa,
o vakit altıda biri anasınındır.
(Fakat bütün bu
hükümler) ölenin edeceği vasiyetin yerine getirilmesinden veya borcunun
ödenmesinden sonradır. Siz babalarınızdan ve oğullarınızdan hangisinin fâide
yönünden size daha yakın olduğunu bilmezsiniz.
Bunlar Allah'tan birer
ferîzadır. Şübhesiz ki Allah hakkıyle bilicidir. Yegâne hüküm ve hikmet
sahibidir. Zevcelerinizin çocuğu yoksa, terikesinin yarısı sizindir. Eğer
onların çocuğu varsa size terikesinden dörtte bir vardır. (Fakat bu da) onların
edecekleri vasiyet ve borçtan sonradır. Eğer çocuğunuz yoksa, bıraktığınızdan dörtte
bîri onlarındır (yânı zevcelerinizindir).
Şayet çocuğunuz varsa,
terikenizden sekizde biri edeceğiniz vasiyet ve borcun ödenmesinden sonra- yine
onlarındır. Eğer mirası aranan erkek veya kadın, çocuğu ve babası olmayan bir
kimse olur ve onun erkek veya kızkardeşi bulunursa, bunlardan herbirinin hakkı
altıda birdir. Eğer onlar da bu mikdârdan çok iseler, o hâlde onlar Ölünün
edeceği vasiyet ve borçtan sonra üçte birde ortaktırlar. (Gerek vasiyette,
gerek borç ikrarında mirasçılara asla)
zarar verici olmamalıdır. (Bu emirler ve hükümler) Allah'tan size bir
vasiyettir. Allah hakkıyle bilendir, halimdir''' (en-Nisâ: 11-12) [2]
1-.......Bize
Sufyânibn Uyeyne, Muhammed ibnu'l-Münkedir'den tahdîs etti ki, o Câbir ibn
Abdillah(R)'tan şöyle derken işitmiş-tir: Ben hasta oldum. Rasûlullah (S) ile
Ebû Bekr yürüyerek, bana hasta ziyaretine geldiler. Bana geldiklerinde ben
bayıldım. Rasûlullah abdest aldı ve abdest suyundan benim üzerime döktü. Ben
ayıl-dım. Kendisine:
— Yâ Rasûlallah! Ben
malım hususunda nasıl yapayım? Ben ma-nm hususunda nasıl hükmedeyim? diye
sordum.
Rasûlullah bana hiçbir
cevâb vermedi. Nihayet, mîrâs payları âyeti indi [3].
Ukbetu'bnu Âmir
el-Cuhenî (R): Zannedicilerden önce, yânı zann ile konuşanlardan önce, ilmi iyi
öğreniniz! Demiştir [4].
2-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Sizleri
zarından sakındırırım. Çünkü zann, (hâtıra gelen) sözlerin en yalanıdır.
Birbirinizin eksikliğini görmeye ve işitmeye çalışmayınız, birbirlerinizin
husûsî ve mahrem hayâtını araştırmayınız. Bir-birlerinize karşılıklı kin
beslemeyiniz, birbirinize arka döndürüp yüz çevirmeyiniz. Ey Allah'ın kulları!
Birbirinize kardeşler olunuz!" [5].
3-.......
Bize Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den; o da Urve'den;
o da Âişe(R)'den şöyle
haber verdi: Fâtıma ile el-Abbâs aleyhima's-selâm Ebû Bekr'e geldiler de
Rasûlullah(S)'tan miraslarını araştırıyorlardı. Onlar o zaman Ebû Bekr'den
Fedek ve Hayber arazîlerinden hisselerini istiyorlardı. Ebû Bekr onlara şöyle
dedi:
— Ben Rasûlullah'tan işittim: "Biz
(peygamberler cemâatinin terikesi) mirasçı olunmayız. Bizim bıraktığımız her
mal sadakadır. Muhammed ailesi ancak bu maldan yerler" buyuruyordu.
Ebû Bekr:
— Vallahi ben
Rasûlullah'm o malda yapmakta olduğunu gördüğüm hiçbirşeyi terketmem, muhakkak
onu yaparım! dedi.
Râvî: İşte Fâtıma
bundan dolayı Ebû Bekr'den ayrıldı da ölünceye kadar onunla konuşmadı, dedi [6].
4-.......
Bize Abdullah ibnu'l-Mubârek, Yûnus'tan; o da ez-Zuhrî'den; o da Urve'den; o da
Âişe(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S): "Bizpeygamberler cemâati mîrâs
olunmayız. Bizim bıraktığımız her mal sadakadır (yânî mülkiyeti Allah'a âid
vakıftır)" buyurmuştur.
5-.......
İbn Şihâb şöyle dedi: Bana Mâlik ibnu Evs ibnu'l- Hadesân haber verdi.
İbn Şihâb şöyle devam
etti: Muhammed ibn Cubeyr ibn Mut'im bana, Mâlik ibn Evs'in gelecek olan
hadîsinden bir kısmını zikretmişti. Ben vasıtasız olarak bu hadîsi bizzat
Mâlik ibn Evs'ten işitmek için gidip huzuruna girdim ve kendisine bu hadîsi
sordum. O şöyle dedi: Ben gidib Umer ibnu'l-Hattâb'ın huzuruna girdim. Bu sırada
Halîfe Umer'in kapıcısı (yânî teşrifatçısı) Yerfâ içeriye geldi.de:
— Ey Mü'minlerin
Emîri! Usmân, Abdurrahmân ibn Avf, Zu-
beyr ibnu'l-Avvâm,
Sa'd ibn Ebî Vakkaas geldi, içeri girmeye izin isterler, izin verir misin?
dedi. Umer:
— Evet, dedi.
(Onlar girdiler, selâm
verip oturdular.) Biraz sonra Yerfâ yine
geldi de:
— Alî ile Abbâs da
geldiler, izin verir misin? dedi. Umer:
— Evet, dedi.
Bunlar da girdiler.
Selâmdan sonra Abbâs:
— Ey Mü'minlerin
Emîri! Benimle şu Alî arasında hükmet! dedi.
(Abbâs ile Alî
arasında, Allah'ın fey' olarak Rasûlullah'a tahsîs buyurduğu Benû'n-Nadr
hurmalığından dolayı niza' ve ihtilâf vardı da Alî ile Abbâs birbirlerine dil
uzatmışlardı.)[7]
Umer, hazır bulunan
topluluğa:
— Gök ve Yer izniyle ayakta durmakta olan Allah
hakkı için sorarım: Sizler Rasûlullah'ın "Bizpeygamberler camiasının
terekesi vâris olunmaz. Bizim bıraktığımız her mal sadakadır (vakıftır)"
buyurduğunu ve bu sözüyle Rasûlullah'ın kendi nefsini kasdetmekte olduğunu
biliyorsunuz değil mi? dedi.
Usmân ve arkadaşları
topluluğu:
— Evet, Rasûlullah
böyle buyurdu! diye tasdîk ettiler.
Bunun üzerine Umer, Alî ile Abbâs'a dönüp:
— Rasûlullah'ın
kendisini kasdederek böyle buyurduğunu siz de bilirsiniz değil mi? dedi.
Alî ve Abbâs:
— (Evet) Rasûlullah böyle buyurmuştur, dediler.
Bunun üzerine Umer:
— Şimdi ben size bu
malın hukukî vaziyetini söyleyip bildireyim! diye şöyle îzâh etti: Allah Taâlâ
bu fey'de tasarrufu Rasûlü'ne tahsîs buyurdu. O'ndan başka kimseye bu hakkı
vermedi. Azîz ve Celîl olan Allah: "Allah 'in onlardan Rasûlü 'ne verdiği
fey'e gelince, siz bunun üzerine ne ata, ne deveye binip koşmadınız. Fakat
Allah, rasûllerini dileyeceği kimseler üzerine musallat edip hâkim kılar ve Allah
herşeye hakkıyle kaadirdir" (ei-Haşr: 6) buyurmuştur. Bu malda tasarruf
sâde Rasûlullah'ın hakkı idi. Sonra vallahi bu mala sizden başka kimse iştirak
etmedi. Ve sizin zararınıza kimse tasarruf da iddia etmedi. Rasûlullah bu fey'
malının nemasını sizlere vermiş ve aranızda taksîm etmiştir. Nihayet fey'den
bu malın aslı mahfuz kaldı. Peygamber bu maldan ailesinin bir senelik
nafakasını ayırır, onları infâk ederdi. Sonra bundan arta kalanı alır, onu da
Allah malının sarfedileceği yerlere sarfederdi (cihâd yoluna ve bütün
müslümânla-rın yararlanacakları âmme işlerine harcardı). Bu malı Rasûlullah
kendi hayâtında böyle kullandı. Ey topluluk, sizlere Allah adiyle soruyorum:
Sizler bunun böyle olduğunu biliyor değil misiniz? dedi. Onlar da:
— Evet, böyledir! diye
tasdîk ettiler. Sonra Umer, Alî ile Abbâs'a hitaben:
— Sizin ikinize de
Allah adiyle soruyorum: Sizler de bunun böyle olduğunu biliyorsunnz değil mi?
dedi.
Onlar da:
— Evet, deyip tasdîk ettiler. Umer şöyle devam
etti:
— Sonra Allah,
Peygamberini vefat ettirdi. Ebû Bekr: Ben Rasûlullah'ın velîsiyim, yânî
vekîliyim, dedi ve o mallara el koydu ve Rasûlullah'ın kullandığı gibi
kullandı. Sonra Allah Ebû Bekr'i vefat ettirdi. Ben de Allah Rasûlü'nün
velîsinin velîsiyim dedim ve emirliğimin ilk iki yılında bu mallara el koydum.
Ve Rasûlullah ile Ebû Bekr'in bu mallarda yaptıkları gibi kullanıp onları idare
ettim. Sonra ikiniz müştereken bana geldiniz. Sözünüz bir idi, işiniz derli
toplu idi (aranızda hiçbir çekişme yoktu. Sonra ayrı ayrı geldiniz). Ey Abbâs,
sen bana geldin, benden kardeşinin
oğlundan isabet eden hisseni istiyordun. Bu Alî de bana geldi, karısının
babasından payına isabet eden hissesini istiyordu. Ben sizlere: İsterseniz bu
hurmalıkları size bu şartla (Rasûlullah ile Ebû Bekr'in ve benim idare ettiğim
şekilde idare etmek şartıyle) geri vereyim, dedim (ve böylece size verdim).
Şimdi benden bundan başka bir hüküm mü istiyorsunuz? Gök ve Yer izniyle,
iradesiyle ayakta duran Allah'a yemîn ederim ki, ben kıyamet kopuncaya kadar bu
mallar hakkında bundan başka bir hüküm vermem. Eğer siz idareden âciz
olduysanız, mallan bana geri veriniz, ben onları sizin hesabınıza yeterlilikle
idare ederim, dedi [8].
6-.......Bana
Mâlik, Ebu'z-Zinâd'dan; o da el-A'rec'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti
ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "(Vefatımda) benim mirasçılarım
dînâr (ve dirhem) paylaşmazlar. Bıraktığım şey (yânî hurmalıklar),
kadınlarımın nafakalarından ve işçimin ücretinden sonra geri kalanı
sadakadır" [9].
7-.......Bize
Abdullah ibnMesleme, Mâlik'ten; oda îbnŞihâb'dan; o da Urve'den; o da
Âişe(R)'den şöyle tahdîs etti: Rasûlullah (S) vefat ettiği zaman Peygamber'in
zevceleri Usmân ibn Affân'ı Ebû Bekr'e göndermeyi ve Peygamber'den olan mîrâs
paylarını almayı istediler.
Âişe dedi ki: Bunun
üzerine Âişe onlara:
— Rasûlullah "Biz
mîrâs olunmayız, bizim terikemiz sadakadır" buyurmuş değil mi? dedi
(böylece onları bu isteklerinden vazgeçir-di) [10].
8-.......İbn
Şihâb dedi ki: Bana Ebû Seleme, Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber
(S) şöyle buyurmuştur: "Ben mü'minlere kendi öz nefislerinden daha
yakınımdır. Her kim üzerinde borç olduğu hâlde ölür ve o borcu ödeyecek birşey
bırakmazsa, onu ödemek bize âiddir. Her kim de bir mal bırakırsa, o da kendi
mîrâsçılann-dandır" [11].
Zeyd ibn Sabit şöyle
demiştir: Bir erkek veya bir kadın bir kız çocuğu bırakırsa, o kız çocuğuna,
terikesinin yarısı verilir. Eğer kız çocuklar iki tane veya daha çok iseler,
terikenin üçte ikisini alırlar.
Eğer onların
beraberinde babalarından olma bir erkek kardeşleri varsa, bu takdirde bunlara
mîrâsta ortak bulunan kimse ile (meselâ baba ile) başlanıp, evvelâ onun payı
verilir.
Onun payından arta
kalan, oğlanla kızlar arasında "Erkeğe iki dişinin payı" ölçüsüyle
taksim edilir [12].
9-.......Bize
Abdullah ibn Tâvûs, babası Tâvûs ibn Keysân el- Yemânî'den; o da İbn
Abbâs(R)'tan tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Mırâs paylarını (Kur'ân'da
bildirilen) sahihlerine veriniz. Bu paylardan geri kalan herhangi birşey de
baba tarafından en yakın olan er kişiye âiddir" buyurmuştur [13].
10-.......Sa'd
ibn Ebî Vakkaas (R) şöyle demiştir: Ben Mekke'de şiddetli bir hastalığa
yakalandım ki, hemen hemen ölüme yaklaşmıştım. Bu sırada Peygamber (S) hasta
ziyareti yapmak üzere bana geldi. Ben:
— Yâ Rasûlallah! Benim
çok malım vardır. Bana kızımdan başka vâris olacak kimse de yoktur. Bu durumda
ben malımın üçte ikisini sadaka yapayım mı? diye sordum.
— "Hayır (tasadduk etme)/" buyurdu.
Ben:
— Yarısını sadaka yapayım mı? dedim. Rasûlullah
yine;
— "Hayır!" buyurdu.
Ben, üçte bir'i
sordum. Rasûlullah:
— "Üçte birde büyüktür. (Ey Sa'd!) Senin
çocuğunu zenginler olarak bırakman, muhtaçlar ve insanlara (sadaka için)
ellerini açar bir hâlde bırakmandan hayırlıdır, Şübhesiz sen infâk edeceğin
herbir nafakadan muhakkak sevaba nail kılınacaksın. Hattâ (yemek yerken) eşinin
ağzına kaldırıp vereceğin lokmadan da ücrete nail kılınacaksın" buyurdu.
Ben yine:
— Yâ Rasûlallah! Ben
hicretinden geriye mi kalacağım? dedim. Rasûlullah:
— "Hayır, sen benim ardımda (asla bizden)
geri kalmazsın. (Şayet burada kalır da) Allah rızâsını isteyerek herhangibir
amel yaparsan, elbette onunla merteben yükselecek, derecen artacaktır. Öyle
ümtd ediyorum ki, sen benim ardımdan uzun zaman geri bırakılıp yasaya-
çaksın, hattâ senden
birtakım kavimler faydalanacaklar, diğer birtakımları da zarar göreceklerdir.
Lâkin en çaresiz olan Sa'd ibn Havle'diri" buyurdu [15].
Râvî, Peygamber'in bu
sözünü tefsîr ederek: Rasûlullah, Sa'd ibn Havle Mekke'de öldüğü için ona acır,
üzülürdü, demiştir.
Râvî Sufyân ibn
Uyeyne: Sa'd ibn Havle, Âmir ibn Lueyy oğul-Ian'ndan bir adamdı, demiştir [16].
11-.......el-Esved
ibn Yezîd şöyle demiştir: Muâz ibn Cebel, Yemen'de bize bir muallim ve bir emîr
olarak geldi. Biz kendisine bir kızı ile bir kızkardeşini geride bırakarak
vefat etmiş olan bir adamın mîrâsım sorduk. Muâz, terikesinin yarısını kıza,
yansını da kızkar-deşe verdi [17].
Ve Zeyd ibn Sâbıt
şöyle demiştir:
Oğulların sulbî
çocukları, kendileriyle ölü arasında bir erkek çocuk bulunmadığı zaman, ölünün
çocuğu menzilesindedirler. Oğulların erkek çocukları, ölünün erkek çocukları gibidirler.
Oğulların kız
çocukları da ölünün kızları gibidirler.
Oğulların çocukları,
oğullar gibi mîrâs alırlar ve oğullar, kendilerinden aşağıdakileri mirastan
men' eder oldukları gibi oğulların oğulları da kendilerinden aşağıdakileri
mirastan men' ederler. Ve oğulun çocuğu, oğulla beraber mîrâs almaz [18].
12-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S): "Mîrâs paylarını (Kur'ân'da
bildirilen) sahihlerine veriniz. Bu paylardan geri kalan herhangi birşey de
baba tarafından en yakın olan er kişiye âiddir" buyurdu [19].
13-.......Bize
Ebû Kays tahciîs etti: Ben Huzeyl ibn Şurahbîl'den işittim, şöyle dedi: Ebû
Mûsâ el-Eş'arî'ye ölünün kızına, oğlunun kızma, kızkardeşine âid mîrâs
hisseleri soruldu.
Ebû Mûsâ:
— Terikenin yansı
ölünün kızına, bir yarısı da kızkardeşine âid-dir, dedi (oğlunun kızını mîrâstan mahrum bıraktı).
Ebû Mûsâ, suâl soran
kimseye:
— Abdullah ibn
Mes'ûd'a git (bu mes'eleyi ona da sor), umarım ki, İbn Mes'ûd da benim fikrime
uygun cevâb verecektir! dedi.
Mes'ele İbn Mes'ûd'a
sorulup, Ebû Musa'nın cevâbı ve onun tarafından gönderildiği haber verilince,
Abdullah ibn Mes'ûd:
— Eğer ben oğulun
kızını mîrâstan mahrum edersem, elbette dalâlete düşmüş olurum, hidâyete
erenlerden olmam! (diye bir mukaddime
ile söze başlayıp:) [20] Bu
mes'elede ben Peygamber(S)'in
hükmettiği bir haberle hükmederim (ki şudur): Ölünün kızı yarım alır, oğlunun
kızı da -iki üçte biri tamamlamak için üçte bir alır. Geri kalan (üçte bir) de
kızkardeşin payı olur! dedi.
Huzeyl şöyle dedi: Biz
Ebû Musa'ya gelip İbn Mes'ûd'un fetvasını kendisine haber verince:
— Aranızda bu
"Habr = Büyük âlim" bulunduğu müddetçe, bana birşey sormayınız!
dedi.
Ebû Bekr, ibn Abbâs,
Ibnu Zubeyr: Dede, babadır (yânî dedenin hükmü babanın hükmü gibidir)
demişlerdir.
İbn Abbâs ("Dede, babadır" sözüne delîl
için):
"Ey Adem
oğulları!... " (ei-A'râf: 3i) ve "Ben atalarım İbrahim, îshâk,
Ya'kûb'un dînine^ uydum,.. " (Yûsuf: 38) âyetlerini okudu. (Bu âyetlerde
Adem en uzak dede olduğu hâlde "Baba" ta'bîr edilmiştir.) Kendi zamanında Peygamberdin sahâbîlerinin sayısı
çok olduğu hâlde, Ebû Bekr'in bu "Dedenin hükmü, babanın hükmüdür"
sözüne muhalefet etmiş bir kişi zikretmemiştir.
İbn Abbâs: Bana
kızkardeşlerimin önünde, oğlumun oğlu mîrâsçı olur, ben ise oğlumun oğluna
mîrâsçı
olamam, demiştir.
Ve Umer
ibnu'l-Hattâb'dan, Alî ibn Ebî Tâlib'den, İbnu Mes'ûd'dan ve Zeyd ibn Sâbit'ten
çeşitli görüşler de
zikrolunur [21].
14-.......
Bize Vuheyb, İbn Tâvûs'tan; o da babasından; o da İbn Abbâs(R)'tan tahdîs etti
ki, Peygamber (S): "Miraspaylarını kendi sahihlerine veriniz. Bunlardan
geri kalan mal da (baba tarafından) en yakın olan er kişiye âiddir"
buyurmuştur.
15-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Amma Rasûlullah(S)'ın
"Bu ümmetten bir
halîl edineydim, muhakkak onu (yânî Ebû Bekr'i) edinirdim, lâkin İslâm yüzünden
olan hullet daha faziletlidir -yâhud: daha hayırlıdır-" buyurmasına
gelince, şübhesiz Ebû Bekr dedeyi (mî-râsta) baba menzilesine indirmiştir;
yâhud: dedenin baba gibi olduğuna hükmetmiştir, dedi [22].
16-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: (Ölüden kalan) mal, mîrâs olarak çocuklara âid idi.
Vasiyet de (İslâm'ın evvelinde) ana-baba için vâcib idi. Allah bundan mîrâs
payları âyetiyle irâde ettiği kısmı neshetti de erkeğe iki dişinin payı kadar
tahsîs etti. Çocuğun varlığı ile beraber ana-babadan herbirine altıda bir; yine
çocuğun varlığıyla beraber kadına sekizde bir; çocuğun yokluğunda dörtte bir
ayırdı. Çocuk yokluğunda kocaya yarım; çocuğun varlığında dörtte bir pay ayırdı
[23].
17-.......
Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Lihyân oğulları'ndan bir kadının
ölü olarak düşen cenini için bir erkek köle yâhud bir dişi köle diyetinin
gurresi ile (yânî bunların diyetlerinin onda birinin yarısı ile) hükmetti.
Sonra üzerine gurre ile hükmettiği kadın vefat etti de, Rasûlullah o kadının
mirasının oğullarına ve kocasına âid olduğuna ve ödeyeceği diyetin de kadının
erkek asabesi üzerine olduğuna hükmetti [24].
18-.......
Bize Muhammed ibn Ca'fer, Şu'be'den; o da Süleyman ibn Mihrân'dan; o da
İbrâhîm en-Nahaî'den tahdîs etti ki, el-Esved ibn Yezîd şöyle demiştir: Muâz
ibn Cebel, Rasûlullah (S) zamanında (Yemen'de bulunduğu vakit) bizim aramızda
kız için yarım, kızkardeş için de yarım pay hükmetti. Sonra Süleyman ibn Mıhrân
"Bizim aramızda hükmetti" demiş de "Rasûlullah zamanında"
fıkrasını zikretmemiştir [25].
19-.......Huzeyl
ibn Şurahbîi şöyle demiştir: Abdullah ibn Mes'ûd (kız, oğul kızı ve kızkardeş
mirasında): Ben elbette bu hususta Peygamberimin hükmüyle hüküm vereceğim
-yâhud: Peygamber (S) kız için yarım, oğulun kızı için altıda bir ve geri kalan
üçte biri de asabe-Iik yoluyla kızkardeşe tahsîs etti demiştir [26].
20-.......Muhammed
ibnu'l-Munkedir şöyle demiştir: Ben Câbir(R)'den işittim, o şöyle dedi: Ben
hasta iken Peygamber (S) benim yanıma girdi, abdest suyu istedi, abdest aldı.
Sonra abdest suyundan benim üzerime serpti. Ben baygınlıktan ayıldım. Ve:
— Yâ Rasûlallah! Benim
(mirasçım olarak) ancak kizkardeşle-rim vardır, dedim.
Akabinde Ferâiz Âyeti
(yânî Mîrâs Payları Âyeti) indi [27].
"Senden fetva
isterler. De ki: Allah, babası ve çocuğu olmayanın mirası hakkındaki hükmü
şöylece açıklar:
Eğer evlâdı olmayan
bir erkek ölür, onun sâdece bir tek kızkardesi kalırsa, terikesinin yansı
onundur [28]. Eğer mirasçı erkek
kardeş ise çocuksuz ve (babasız) ölen kızkardeşinin vefâtıyle bıraktığının
tamâmını alır). Eğer (aynı şartlarla kalan) kızkardeş iki ise oğlan kardeşinin bıraktığının
üçte ikisi(ni alır). Eğer erkek ve kızkardeşler ise o zaman erkek için dişinin
iki hissesi vardır. Allah size şaşırırsınız diye açıklıyor. Allah herşeyi
hakkıyle [29]
21-.......el-Berâ
ibn Âzib (R): En son inen âyet en-NisâSûresi'nin sonudur: "Senden fetva
isterler. De ki: Allah helâle mîrâsı hakkındaki hükmü şöyle açıklar"
(e-Niss: ı?6) [30]
Alî ibn Ebî Tâlib:
Koca için yarım, ana-bir kardeş için altıda bir, geri kalan üçte bir de ikisi
arasında asabelikle yarımşardır, demiştir.
22-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Ben mü'minlere
kendi öz nefislerinden daha yakınımdır. Her kim ölür de arkasında bir mal
bırakırsa, onun malı mirasçılarına, asabesine âiddir. Her kim de arkasında
borç ve evlâd ağırlığı yâ-hud kendi ihtiyâçlarını göremeyen âciz kimseler
bırakırsa, ben onun velîsiyim, ben o kimse için çağırılırım (yânî beni onun
yerine çağırın ki, ben onun ağırlığını ve âcizlerinin işlerini görürüm)" [32].
23-.......
Bize Yezîd ibn Zuray', Ravh'tan; o da Abdullah ibn Tâvûs'tan; o da babası
Tâvûs'tan; o da İbn Abbâs(R)'tan tahdîs etti ki, Peygamber (S):
"Mîrâspaylarını sahihlerine veriniz. Bu payların terkettiği herhangi
birşey de en yakın olan erkek kişiye âiddir" buyurmuştur.
24- Bana
İshâk îbrâhîm tahdîs edip şöyle dedi: Ben, Ebû Usâme'ye:
— Size İdrîs ibn Yezîd tahdîs etti mi? dedim.
O:
— Bize Talha ibn
Musarnf, Saîd ibn Cubeyr'den; o da İbn Ab-bâs(R)'tan; onun şu âyet hakkındaki
sözünü tahdîs etti, dedi: "(Erkek ve dişiden) herbiri için baba ve
ananın, yakın hısımların terikele-rinden de vârisler yaptık. Yeminlerinizin
bağladığı kimselere dahî hisselerini verin. Allah herşeyin üstünde hakîkîbir
şâhiddir" (en-Nisâ:33)
İbn Abbâs şöyle dedi:
Muhacirler Medine'ye geldikleri zaman Ensâr ile Muhacir birbirlerine kendi
hısımlarının önünde mîrâsçı olurlardı. Bu mîrâsçılığın sebebi, Peygamber
(S)'in bunlar arasında kurmuş olduğu kardeşlik akdi idi. Nihayet "Herbiri
için mirasçılar yaptık... " âyeti inince, o kardeşlik akdiyle olan
mîrâsçılığı neshetti (yânî) "Yeminlerinizin bağladığı kimseler"
kısmını [34].
25-.......Bize
Mâlik, Nâfi'den; o da İbn Umer(R)'den şöyle tahdîs etti: Peygamber (S)
zamanında bir adam, kansıyle la'netleşme yaptı ve kadının çocuğunu kabul
etmedi. Peygamber (S) bunların arasını ayırdı, çocuğu da kadının nesebine kattı
(böylece ona anası ve anasından olan kardeşleri vâris" oldular) [35].
26-.......Âişe
(R) şöyle dedi: Utbe ibn Ebî Vakkaas, kardeşi Sa'd ibn Ebî Vakkaas'a ahd edip '
'Zem'a'mn cariyesinin oğlu Abdurrah-mân, benim sulbümdendir. Bu çocuğu
almalısın!" diye vasiyet etmiş.
Mekke'nin fethi yılı
olunca (Mekke'ye varıldığında) Sa'd ibn Ebî Vakkaas çocuğu yakaladı ve:
— Bu, kardeşim
Utbe'nin oğludur. Bunun nesebinin kendisine katılması için bana vasiyet
etmiştir, dedi.
Bunun üzerine Abd ibnu
Zem'a ayaklanıp:
— Bu, benim
kardeşimdir; babamın cariyesinin oğludur, babamın döşeği üstünde doğmuştur!
dedi.
Her iki taraf bu niza
ve husûmetlerini Peygamber(S)'e götürdüler. Sa'd ibn Ebî Vakkaas:
— Yâ Rasûlallah! Bu
çocuk, kardeşim Utbe'nin oğludur. Neşe-' binin kendisine katılmasına dâir bana
vasiyeti vardır, dedi.
Abd ibnu Zem'a da:
— Bu, benim
kardeşimdir ve babamın cariyesi doğurmuştur; babamın döşeği üstünde doğmuştur,
dedi.
Bu da'vâlar üzerine
Peygamber (S):
— "Ey Abd ibne Zem'a, çocuk sana âiddir.
Çünkü çocuk, döşek sahibinindir. Zina edene mahrumiyet düşer" buyurdu.
Sonra Peygamber, da'vâ
sebebi olan bu çocuğun sîmâca Utbe'-ye benzediğini görerek, zevcesi Şevde bintu
Zem'a'ya hitaben:
— "(Ey Şevde!) Sen bundan sonra
Abdurrahmân'a karşı perdelen!" buyurdu.
Bundan sonra
Abdurrahmân, Şevde vefat edip Allah'a kavuşuncaya kadar onu görmedi [36].
27-.......Muhammed
ibn Ziyâd, Ebû Hureyre(R)'den işitti ki, Peygamber (S): "Çocuk, döşek
sahibinindir" buyurmuştur [37].
Umer ibnu'l-Hattâb:
Bulunmuş olan çocuk
hürdür, demiştir [38]
28-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Ben Berîre'yi satın aldım. Peygamber (S):
— "Sen Berîre'yi sahihlerinden satın al.
(Onların ileri sürdükleri velânın kendilerine âid olması şartını dikkate
alma.) Çünkü velâ hakkı köleyi hürriyete kavuşturan kimseye âiddir"
buyurdu.
Berîre'ye bir koyun
sadaka verilmişti. Peygamber (S):
— "O koyun Berîre için sadakadır, bizim
için hediyedir" buyurdu.
el-Hakem ibn Uteybe:
Berîre'nin kocası (Mugîs), hürr idi, dedi.
Buhârî: el-Hakem'in bu
sözü mürseldir, dedi.
İbn Abbâs da: Ben onu
köle olarak gördüm, demiştir [39].
29-.......Bana
Mâlik, Nâfi'den; o da İbn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Velâ
hakkı ancak hürriyet veren kimseye âiddir" buyurmuştur [40].
30-.......
Abdullah ibn Mes'ûd (R): İslâm ehli (köleleri) başıboş, velayet hakkı
olmaksızın salıvermezler, Câhiliyet ehli ise (köleleri velâ hakkı tanımayarak)
başıboş salıverir, sâibe yaparlardı demiştir [42].
31-.......Bize
Ebû Avâne Mansûr'dan; o da İbrâhîm en-Nahaî'den o el-Esved ibn Yezîd'den şöyle
tahdîs etti: Âişe (R), Berîre'yi azâd etmek için sâhiblerinden satın almak
istedi. Sahihleri de velâ hakkının kendilerine âid olması şartını ileri
sürdüler. Âişe:
— Yâ Rasûlallah! Ben
Berîre'yi hürriyete kavuşturmak için satın almak istedim. Sâhibleri onun
velâsının kendilerine âid olmasını şart koşuyorlar! dedi.
Rasülullah (S):
— "Sen onu (satın alıp) azâd eyle. Velâ
hakkı ancak azâd eden kimseye âiddir -yâhud: Sen bedelini ver-!" buyurdu.
Râvîdedi ki: Bunun
üzerine Âişe, Berîre'yi satın alıp azâd eyledi. Berîre hürr olunca (köle
bulunan kocasiyle nikâhının feshi veya devamı hususunda) muhayyer kılındı da o
kendi nefsini (yânî nikâhın feshini) tercîh etti. Ve:
— Bana şöyle şöyle mal
verilmiş olsa bile artık ben köle olan koca ile beraber olmam, demiştir.
el-Esved: Kocası hürr
idi, demiştir.
Buharı: el-Esved'in bu
sözü munkati'dır, Âişe'ye ulaşmamıştır. İbn Abbâs'ın: Ben onu bir köle olarak
gördüm, sözü daha sahihtir, dedi [43].
32-.......Bize
Cerîr, el-A'meş'ten; o da Ibrâhîm et-Temîmî'den tahdîs etti ki, babası Yezîd
ibn Şurayh şöyle demiştir: Alî ibn Ebî Tâlib (R):
— Bizim yanımızda, şu
sahîfe hâriç, okumakta olduğumuz Allah Kitâbı'ndan başka yazıiı bir kitâb
yoktur! dedi.
Yezîd dedi ki: Bundan
sonra Alî, o sahîfeyi çıkardı, İçinde yaralamalardan, diyet ve zekât
develerinin yaşlarından birtakım hükümler yazılı idi. İçinde şu da yazılmıştı:
"Medine'nin Âir Dağı ile Sevr Dağı arasında bulunan sahası haremdir. Kim
Medine'nin bu haremi içinde (Kitâb ve sünnete aykırı) bir iş meydana çıkarır
yâhud bir bid'-atçıyı banndırırsa Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların
la'neti onun üzerine olsun. Ondan kıyamet günü hiçbir sarf ve hiçbir adi kabul
olunmaz. Her kim de kendi efendilerinin izni olmadan başka bir kavmi velîler
edinirse Allah 'in, meleklerin ve bütün insanların la'neti onun üzerine olsun!
Ondan kıyamet günü hiçbir nafile ve hiçbir farz veya diyet kabul olunmaz.
Müslümanların emânı birdir. Onların (köle ve kadın gibi) en aşağı olanları dahî
bir harbîye emân verdiğinde, o emân bütün muslümânlarca mu'teber olur. Kim bir
müslümânın verdiği ahdi bozarsa Allah 'in, meleklerin ve bütün insanların
la'neti onun üzerine olsun, kıyamet günü ondan ne bir sarf, ne bir adi kabul
olunmaz" [44]
33-.......İbnUmer(R):
Peygamber (S) velâ hakkının satılmasından ve hibe edilmesinden nehyetti,
demiştir [45].
el-Hasen el-Basrî,
elleriyle İslâm'a girdirdiği kimse için bir velayet görmezdi [46] ve:
Peygamber (S) de:
"Velâ, hürriyet veren kimseye âiddir" buyurdu (diye hüccet
getirirdi).
Temîm ed-Dârî(R)'den,
onun Peygamberce yükselterek şöyle dediği zikrolunuyor: "O kimse hayâtında
ve
ölümünde insanların
ona en yakın olanıdır".
Buhârî: Bu haberin
sahîhliğinde hadîsçiler ihtilâf etmişlerdir, dedi [47].
34- Bize
Kuteybe ibn Sa'd, Mâlik'ten; o da Nâfi'den; o da İbn Umer(R)'den şöyle tahdîs
etti: Mü'minlerin anası Âişe (R), azâd etmek üzere bir câriye satın almak
istedi. Cariyenin sâhibleri:
— Biz bu cariyeyi,
velâsi bize âid olmak şarüyle satarız, dediler. Âişe bu teklifi RasûIullah(S)'a
zikredince, Rasûlullah:
— "Bu şart, seni satın almandan men'
etmez. Çünkü velâ hakkı ancak hürriyete kavuşturan kimseye âid olur"
buyurmuştur.
35-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Ben Berîre'yi satın almak istedim. Sâhibleri onun velâsmın
kendilerine âid olmasını şart koştular. Ben bunu Peygamber(S)'e zikrettim.
Peygamber:
— "Sen onu (satın alıp) azâd eyle. Çünkü
velâ hakkı gümüşleri veren kimseye âiddir" buyurdu.
Âişe dedi ki: Ben onu
azâd ettim.
Yine Âişe dedi ki:
Sonra Rasûlullah Berîre'yi çağırdı da kocasının nikâhında kalıp kalmamak
hususunda onu muhayyer kıldı. Berî-re:
— Eğer o bana şöyle
şöyle mal verse bile ben onun yanında gece geçirmem, dedi de kendi nefsini
tercih etti.
36-.......Bize
Hemmâm ibn Yahya, Nâfi'den tahdîs etti ki, İbn Umer (R) şöyle demiştir: Âişe
(R) Berîre'yi satın almak istedi de Pey-gamber(S)'e:
— Berîre'nin
sâhibleri, velânın kendilerine âid olmasını şart kılıyorlar, dedi.
Bunun üzerine
Peygamber:
— "Velâ hakkı ancak hürriyete kavuşturan
kimseye âiddir" buyurdu.
37-.......Âişe
(R): Rasûlullah (S): "Velâ hakkı, kölenin bedeli olan gümüşleri veren ve
hürriyet ni'metini vermeyi üzerine alan kimseye âiddir" buyurdu,
demiştir.
38-.......
Bize Muâviye ibn Kurra ve Katâde, Enes ibn Mâlik(R)'ten tahdîs ettiler ki,
Peygamber (S): "Bir ailenin azâdlı kölesi, o ailenin kendi
câmiasındandır" buyurmuştur, yâhud buyurduğu gibi [48].
39-.......Bize
Şu'be, Katâde'den; o da Enes(R)'ten tahdîs etti ki, Peygamb.er (S): "Bir
ailenin kızkardeşinin oğlu da onlardandır -yâhud: kendi câmialarındandır-"
buyurmuştur [49].
Buhârî şöyle dedi:
Küfe Kaadısı Şurayh,
düşman elindeki esîri vâris yapardı ve: Esîr o mala çok muhtâcdır, der idi [50].
Umer ibnu'l-Abdilazîz
de: Esîr, İslâm Dîni'nden bir değişme yapmadığı müddetçe, esirin vasiyetini, hürriyetini
ve malında yaptığı şeyleri yerine getir.
Çünkü o, onun kendi malıdır; malında isteyeceği şeyi yapar, der idi [51].
40-.......Bize
Şu'be, Adiyy'den; o da Ebû Hâzım'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki,
Peygamber (S): "Her kim mal bırakırsa, o mal kendi mirasçılarına âiddir.
Her kim de borç ve aile ağırlığı bırakırsa, o ağırlık bize âiddir"
buyurmuştur [52].
Kâfir mîrâs taksim
olunmadan önce İslâm'a girerse, onun için mîrâs yoktur (çünkü cumhura göre,
i'tibâr ölüm vaktinedir, taksim vaktine değil).
41- Bize Ebû
Âsim, İbn Cureyc'den; o da İbn Şihâb'dan; o da Alî ibn Hüseyn'den; o da Umer
ibn Usmân'dan; o da Usâme ibn Zeyd(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S):
"Müslüman kâfire, kâfir de müslümâna mirasçı olmaz" buyurmuştur [53].
42-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Sa'd ibn Ebî Vakkaas ile Utbe ibn Zem'a bir oğlan çocuğu
hakkında da'vâlaştılar. Sa'd ibn Ebî Vakkaas:
— Yâ Rasûlallah!
Kardeşimin oğlu Utbe ibn Ebî Vakkaas bana bu çocuğun kendi oğlu olduğunu
bildirip vasiyet etti. Şu çocuğun ona benzeyişine bak! dedi.
Abd ibn Zem'a da:
— Bu çocuk benim
kardeşimdir yâ Rasûlallah! Babamın cariyesinden babamın döşeği üzerinde doğdu!
dedi.
Rasûlullah (S) çocuğun
sîmâsına baktı da onda Utbe'ye açık bir benzerlik gördü ve:
— "Çocuksenin(k&rdeşm)diryâ Abdu ibn
Zem'a! Çocuk (üzerinde doğduğu) döşeğindir; zina eden için de mahrumiyet
vardır! Yâ Şevde binîu Zem'a! Sen de bu çocuktan perdelen!" buyurdu.
Âişe: Artık o oğlan
Sevde'yi hiç görmedi, dedi [56].
43-........BizeHâlidibnMihrân,
Ebû Usmân en-Nehdî'den tahdîs etti ki, Sa'd ibn Ebî Vakkaas (R) şöyle demiştir:
Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle buyuruyordu: "Her kim babasından
başkasına -onun kendi babası olmadığını bile bile- neseb iddia ederse, bu
kişiye cennet haramdır".
Râvî Ebû Usmân şöyle
demiştir: Ben bu hadîsi Ebû Bekre Nu-fey'e zikrettim de o:
— Evet bu hadîsi ben
Rasûlullah'tan kulaklarımla işittim ve kalbim de onu belleyip hıfzetti,
demiştir [57].
44-.......
Bana Arar ibmTl-Hâris, Ca'fer ibn Rabîa'dan; o da Irak ibn Mâlik el-Gıfârî'den;
o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S): "Sakın
babalarınızdan yüz çevirip uzaklaşmayı-nız! Her kim babasından yüz çevirip onu
îerkederse (aile ni'metine) nankörlük etmiş olur" buyurmuştur [58].
45-.......Bize
Ebu'z-Zinâd, Abdurrahmân'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki;
Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "İki kadın ve kadınların beraberlerinde
iki oğlan çocukları vardı. Bunlar yolda giderlerken kurt geldi de bunlardan
birisinin oğlunu kapıp götürdü. Bunun üzerine kadın, kendi yol arkadaşına:
— Kurt senin çocuğunu götürdü, dedi. Diğer
kadın da:
— Hayır, kurt ancak senin çocuğunu götürmüştür,
dedi. Nihayet bu iki hasım kadın da'vâlannı Dâvûd Peygamberce ar-
zettiler. O da
aralarında büyük kadın lehine hükmetti. (Kurdun küçük kadının çocuğunu
kaptığına hükmetti.)
Bunlar muhakemeden
çıktılar da Davud'un oğlu Süleyman Pey-gamber'e gittiler ve da'vâlarına yemden
baktırmak için mes'eleyi ona haber verdiler. Süleyman Peygamber de:
— Haydi bana bir bıçak
getiriniz, çocuğu iki kadın arasında ya-rıp paylaştırayım! dedi.
Bunun üzerine küçük
kadın:
— Aman öyle yapma!
Allah sana merhamet etsin! Çocuk bu kadının oğludur! deyince, Süleyman da
çocuğun küçük kadına âid olduğuna hükmetti" [59].
Ebû Hureyre: Vallahi
ben "Sıkkın" sözünü asla işitmemiştim, ancak o gün işittim: Bizler
ancak "Müdye" ismini söylerdik, demiştir [60]
46-.......
Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) sevinmiş olarak ve yüz çizgileri
parlar bir hâlde yanıma girdi ve şöyle buyurdu: "Görmedin mi, biraz önce
iz sürücü Mucezziz (adındaki şahıs) Zeyd ibn Harise ile Usâme ibn Zeyd'e baktı
da: Muhakkak bu ayaklar bir-birindendir, dedi" [62].
47-.......Âişe
(R) dedi ki: Bir gün Rasûlullah (S) sevinçli olarak yanıma girdi ve şöyle
buyurdu: "Yâ Âişe! Görmedin mi, Mudîic kabilesinden olan iz sürücü
Mucezziz yanıma geldi de Usâme ile oğlu Zeyd'i gördü. Onların üzerinde bir
kadife vardı. Kadife ile başlarını örtmüşlerdi de ayakları meydanda idi.
Mucezziz: Şübhe yok ki, bu ayaklar birbirinden olmadır, dedi."
[1] Ferâiz, Ferîza'mn cem'idir. Ferîza da Yüce Allah'ın
mükellef kullarına ifâsını kat'î ve zarurî kıldığı ibâdet demektir. Bu i'tibâr
ile burada faîle, mef'ûle ma'-nâsına olup, Allah'ın kendi Kitâbı'nda
mirasçılara takdîr ettiği paylardan ibarettir. Sünnette gelen ve icmâ ile
sabit olan hükümler de Kur'ân'daki hükümlere katılır. Mîrâs hükümleri, en-Nisâ:
11, 12, 176 ile el-Enfâl: 75. âyetlerinde bildirilmiştir. Bu âyetlerdeki mîrâs
paylarına âid nisbetler yan, dörtte bir, sekizde bir, üçte iki, üçte bir ve
altıda bir olmak üzere altı tanedir. Şimdi bu payları ve mî-râsçılara ne
suretle taksîm edileceğini Kur'ân-ı Kerîm'den izleyelim.
[2] Bu iki âyette İslâm hukukunun mühim bir bölümünü
teşkîl eden ferâiz ilminin esâsları bildirilmiştir. Bu iki âyette bu ilmin
esaslı kaaidelerinin sığdırılmış olması Kur'ânm i'câzlı belâgatinin şaheser
bir şahididir.
Kur'ân-i Kerîm'in mîrâs
hükümleri, bu âyetlerde görüldüğü üzere pek sâdedir. Bunların özeti şudur: Bir
ölünün evvelâ borcu ödenir, vasiyeti varsa yerine getirilir. Sonra zevç ve
zevceye hisseleri verilir. Ölenin çocukları yoksa, ana-babasınm hissesi
artırılır ve biraderlerle hemşirelere hisseler ayrılır. Çocukları da,
ana-babası da olmayan bir ölünün kardeşleri ve hemşîreleri bütün mîrâ-sını
alırlar. İslâm mîrâs hukukunun dayandığı fıtrat esâsı ile erkeğe kadın lehine
yüklediği mâlî vecîbeler nizâmının îzâhmı Hakk Dîni Kur'ân Dili tefsirinden
okunmasını tavsiye ederim: II, 1296-1316.
Bu iki âyetten
birincisi doğum alâkası üzerine cereyan edip ölüden i'tibâ-ren yukarıdan
aşağıya ve aşağıdan yukarıya furû* ve usûl ta'bîr olunur iki tarafı hâiz olan
dik neseb yakınlığına ilgilidir ki, evlâd ve ana-baba bu dikeyin ölüye
vasıtasız bitişik olan başlangıçlarıdır. İkincisi, evvelâ vâsıta ile bitişiklik
ifâde eden ni'âh alâkasına, ikinci oiarak nesebde neseb dikeyinden hâriç olup,
onun etrafında bulunan ve ona nazaran zayıf olduğundan dolayı kelâle ta'bîr
olunan hısımlık cihetine ilgilidir, ki ancak bi'1-vâsıta bitişiklik ifâde eder
(Hakk Dîni, II, 1299).
[3] Bu hadîsteki mîrâs paylan âyetinden maksad, en-Nisâ:
11-13 âyetleri yâhud aynı sûrenin sonundaki 176. âyettir ki, her iki grup
âyette de kelâleden bahsedilmektedir.
[4] Ukbetu'bnu Âmir, Muâviye tarafından Mısır Vâlîsi idi.
Bu sözü ferâiz ilmiyle beraber diğer bütün ilimleri de şâmildir.
[5] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Bunun bir
rivayeti Nikâh'ta "Bir kimse kardeşinin istemekte olduğu kızı istemek
bâbı"nda geçmişti:
[6] Hadîs Beşte bir Kitabı, "Beşte birin farz oluşu
bâbi"nda ve Fadâil'de "Fâtimanın menkabesi bâbı"nda bundan daha
tamam bir metinle geçmişti
[7] Bu parantez arasındaki ziyâde Beşte bir'deki
rivayettendir.
Fey', Allah'ın dîn düşmanlarından -galebe ile değil de, sürgün yâhud
cizye üzerine sulh olmak şartıyle- Rasûlullah'a tahsîs buyurduğu maldır ve
ganîmet-ten daha husûsî bir ıstılahtır. Çünkü ganîmet malında "Hums =Beşte
bir" fey'-dir
[8] Başlığa uygunluğu "Biz mîrâs olunmayız, bizim
bıraktığımız her mal sadakadır" sözündedir.
Eğer: Alî ile Abbâs
ikilisi bu malı anılan şartla almışlarken, bundan sonra Umer'den nasıl
istiyorlardı? dersen, şöyle cevâb veririm: Alî ile Abbâs, "Biz mîrâs
olunmayız.. -" sözünün umûmu, geri bıraktığı malların bâzısına mahsûstur
i'tikaad etmişlerdi. Onların çekişmeleri, mîrâsta değildi, fakat herbiri kendilerine
isabet eden payda müstakilce tasarruf etmek için, o hissenin taksîm edilmesini
istiyorlardı. Umer de onları men' etti. Çünkü taksim ancak milkler-de vâki'
olur. Beiki zaman uzayınca herbiri onun kendi milki olduğunu zanneder. Bunu
el-Kirmânî söyledi. Bu hadîsin daha uzun bir rivayeti Beşte bir Kitâbı'nda
geçmişti (Kastallânı).
[9] Bunun bir rivayeti Vasiyetler ve Beşte bir'de
geçmişti.
[10] Peygamber'in kadınları, Allah'ın kendi Rasûlü'ne fey',
yânî.harbsiz ganimet olarak verdiği Medîne civarındaki Nadîr oğullan ve Fedek
hurmalıklanyle Hayber hurmalıklarının beşte birinin bakıyyesinden isabet eden
miraslarım almak istemişlerdi. Âişe'nin bu hadîsi hatırlatması üzerine, bu
isteklerinden vazgeçtiler... Bu hadîsi Müslim de Mağâzî'de getirmiştir.
[11] Müslim Ferâiz'de ayrı bir bâb açarak, bu hadîsin
birkaç rivayetini sıralamıştır. Hadîsin başlığa uygunluğu son fıkrasıdır. Çünkü
kişinin mirasçıları onun aile ferdlerinden ibarettir.
[12] Zeyd ibn Sâbit'in bu hadîsini Saîd ibn Mansûr senedli
olarak rivayet etmiştir. Zeyd ibn Sabit el-Eiîsârî Medîne'de vahiy kâtibi idi,
sahâbîlerin en faziletlilerinden ve fetva sâhiblerinden idi. Medine'de 45
yılında vefat etmiştir.
[13] Hadîsteki "Racul" kelimesinden sonraki
"Zeker" kelimesi, "RacuP'ün sıfatı değil, "Evlâ"nm
sıfatıdır. Şu hâlde ma'nâ, pey sâhiblerinden geri kalan, ölünün baba
tarafından en yakını olan er kişiye âiddir, ana tarafından değil demek olur
(Suheylî).
Hadîste zikrolunan ferâiz, yânî mîrâs payları, Ku'ân'da takdîr ve ta'yîn
edilmiş bulunan nisbetlerdeki hisselerdir. Bunlar yarı, dörtte bir, sekizde
bir, Üçte iki, üçte bir ve altıda bir'den ibaret altı sehmdir
[14] Yânî bu bâb, kız çocuklarının mîrâsmı beyân
hakkındadır. Bunda aslolan, kitabın başında zikredilen "Allah size mîrâs
taksimini şöyle tavsiye eder: Çocuklarınız hakkında erkeğe iki dişinin payı
mikdârıdır... " (en-Nisâ: 11-12) âyetindeki taksîm mikdârlan üzere
olmaktır. Çünkü Câhiliyet ahâlîsi, kız çocuklarını mî-râsçı yapmazlardı. Allah
bunu ibtâl etti de kızları da mîrâsta erkeklerin beraberinde mîrâsçı kıldı.
[15] "Z,eû//e"buradaherne kadar "Asâ—
£//wJtf"ma'nâsmaisede, bu kesin olarak vâki' olmuş ve Peygamber'in
Nübüvvet Alâmetleri'nden biri olduğu bilinmiştir. Çünkü Sa'd ibn Ebî Vakkaas
bundan sonra kırkbeş yıl kadar daha yaşamış, Irak'ı ve diğer yerleri fethetmiş,
onunla birçok kavimler dînleri ve dünyâları hususunda yararlanmış, birçok
kavimler de dînleri ve dünyâları hususunda zarara uğramışlardır. Çünkü
muhâribleri öldürülmüş, kadınları, çocukları esîr edilmiş, mallan ganimet
yapılmıştır (Kastallânî).
[16] Sa'd ibn Havle, Habeşistan'a ikinci defa hicret etmiş,
Bedir harbinde bulunmuş ve en sahîh rivayete göre Veda Haccı'nda Mekke'de
vefat etmişti.
Bu hadîsin bir rivayeti Cenazeler Kitâbı'nda da geçmişti. Buradaki
başlığa uygunluğu "Bana kızımdan başkası vâris olmayacak" sözüdür.
[17] Bu, âlimlerin üzerinde ittifak ettikleridir ve
Kur'ân'm nassi da böyledir (Kastallânî,.
[18] Son cümle, daha önceki hükmün te'kîdidir. Çünkü
bundan, oğulun beraberinde oğul oğlunun mirastan men' edildiği anlaşılmıştır.
Zeyd ibn Sâbit'in bu hadîsini de Saîd ibn Mansûr senedli olarak rivayet
etmiştir (Kastallânî).
[19] Bu hadîs, ayniyle yakında "Çocuğun mîrâsı
bâbı"nda geçmişti. Bunu tekrar etmesi, iki fâide içindir: Biri oğulun
oğlunun, oğul menzilesinden olduğuna işaret etmek; diğeri de bu hadîsi İki
üstâddan rivayet etmekte olduğuna işaret etmektir... (Aynî).
[20] İbn Mes'ûd bu sözünü şu âyetten alıp okumuştur:
"De ki: Allah'ı bırakıp da taptığınız şeylere tapmam bana yasak edildi. De
ki: Ben sizin nevalarınıza asla uymam. Bu takdirde muhakkak sapmış ve ben doğru
yola erenlerden olmamış bulunurum" (el-En'âm: 56).
Dört Sünen sâhibleriyle
Tahâvî'nin rivayetlerine göre bu veraset suâli Ebû Mûsâ el-Eş'arî'ye Usmân'ın
halîfeliği zamanında Küfe Vâlîsi iken sorulmuştur. Ebû Musa'dan önce Kûfe'de
Abdullah ibn Mes'ûd vâlî ve muallim idi. Umer zamanında ta'yîn olunmuştu. Sonra
Usmân, İbn Mes'ûd'u vazifesinden azledip yerine Ebû Musa'yı ta'yfn etmişti. Bu
veraset suâli, yalnız vâlî Ebû Musa'dan değil, Küfe kaadısı Selmân ibn Rabîa
ile beraber ikisinden sorulmuştu. Bunlar da oğulun kızım mîrâstan mahrum ederek
ictihâdla cevâb vermişler ve tevsîk için Abdullah ibn Mes'ûd'a göndermişlerdi.
Bir vilâyetin vâlîsi İle kaadısının hükümlerine aykırı cevâb vermek, husûsiyle
halef-selef olmak gibi mâzîye âid bir hâtıra da bulunduğundan pek hoş
olmayacağını takdir eden İbn Mes'ûd, onların yanlış ictihâdlanna göre cevâb
vermekte dalâlet olacağını kaydetmiştir... (Bu açıklama Kâmil Mîrâs tarafından
Aynî'den özetlenmiştir.)
[21] Buradaki sahâbîlerin görüşleri, diğer hadîs imamları
tarafından senedli olarak rivayet edilmiştir.
[22] Bu hadîsin bâzı rivayetleri Namaz Kitabı,
"Mesciddeki delik ve geçit bâbı"nda ve Menâkıb'da geçmişti.
[23] Ibnu Munîr şöyle dedi: Delilin âyette açık olmasıyle
beraber Buhârî'nin bu İbn Abbâs hadîsiyle istişhâd etmesi, âyetin nuzûl
sebebine, ve âyetin zahiri üzere olup te'vîl edilmeyeceğine, mensûh da
olmadığına işaret içindir... (Kastallânî).
[24] Hadîsin daha geniş bir rivayeti Dîyetler'de
gelecektir. Müslim de bunu Hudûd'-da getirmiştir.
[25] Âlimler kızkardeşlerin, kızların asabesi olduğu
üzerinde icmâ etmişlerdir. Kim ölür de geride bir kız ve bir kızkardeş
bırakırsa, kız için yanm, kızkardeş için de yarım hisse vardır (Aynî).
[26] Hadîsin bir rivayeti yakında geçti.
Asabe: Kişinin babası tarafından akrabasına denir. Ferâiz âlimlerine
göre Asabe, Allah'ın Kitâbı'nda farz kılınmış hissesi olmayıp, hisse sâhibleri
kendi hisselerini aldıktan sonra geri kalan bakiyyeyi alan ve yalnız olduğu
hâlde terekenin toplamına vâris olan kimsenin ismidir (Tecrid Ter., VII. 391)
[27] Başlığa uygunluğu "Benim ancak kızkardeşlerim
vardır" sözünden alınır. Çünkü bu söz, Câbir'in çocuğunun olmadığını
gerektirir. Buhâri bundan evlâ tarikiyle kardeşleri istinbât etti ve
kızkardeşleri önce zikretti. Hadîs, baş tarafta da geçmişti.
[28] Diğer yarısı asabesi varsa onun, yoksa redden yine
kizkardeşinindir. Oğlu bulu nursa kızkardeş düşer. Kızı bulunursa kızkardeşinin
muayyen bir farzı olmaz. O, asabedir. "Kelâle" de babanın bulunmaması
şarttır. Zâten baba bulunursa umûmî olarak kardeşler mirastan düşerler. Ana
böyle değildir. O, kardeşleri dü-şürmez, altıda bir alır.
[29] Buhârî bu âyeti başlık unvanı yaptı, çünkü bunda
kardeşlerin miraslarım beyân ve sınırlandırma vardır.
[30] Başlık âyetiyle bu hadîs arasındaki münâsebet açıktır.
Kelâle: Baba, ana ve
çocuk cihetlerinin gayrı olan, yânî usûl ve furû" silsilesini teşkîl eden
neseb dikeyinin hâricinde bulunan yakınlık demektir. Bu kelime esasen yorulup
kuvvetten düşmek veya etraftan ihata edilmek ma'nâlarına bir masdar olup evvelkinde
"Kelâl", ikincide "İklîl"i\e münâsebetlidir. Bu yakınlık
baba ve çocuk yakınlığına nisbetle zayıf bulunduğundan, bu nâm ile isimlendirilmiştir.
"Karabet", "Zîkarabet"ma'nâsma geldiği gibi
"Kelâle"de "Zî kelâle" ma'nâsma olarak, ne veled, ne de
vâlid ve valide bırakmamış olan murise (mîrâs bırakıcıya); bir de ne veled, ne
de vâlid ve valide olmayarak kalan vârise dahî denilir. Meselâ kardeşlik bir
kelâle, usûl ve furû'dan birşey bırakmadan vefat eden kardeş bir kelâle, onun
arkasından kalan kardeş, amca, hala vesaire de hep kelâledir. Bu âyetteki
"Kelâle "de evvelki ma'nâ İle temyîz, "Zî kelâle" ma'nâsı
i'tibâriyle de hâl veya "Kâne"nin haberi olur. Evvelkinde mîrâs
cihetini, ikincide vâris veya murisin hâlini gösterir ki, netîcede hüküm birdir.
"Kelâle"nin tefsirinde sahâbîlerin kavilleri ve bahisleri çoktur: Ebû
Bekr'in tercihine göre "Kelâle", "Ana-baba ve çocuktan
başkasıdır" ki, muhtar ve sa-hîh kavil de budur. Umer: "Kelâle,
çocuktan başkasıdır " der imiş ve sorulduğu zaman: "Ben kelâle, çocuğu
olmayandır re'yinde bulunuyorum, Ebû Bekr'e muhalefet etmekten de haya
ediyorum", "Kelâle, baba ve çocuktan başkasıdır" dediği de
rivayet edilmiştir. Kelâle mîrâsı bir sûrenin baş tarafında, bîr de sûrenin
sonunda vardır. Umer oradaki "Leyse lehu veledun = Çocuğu olmayan"
kaydını "Kelâle"nİn ta'rîfinde bir işaret gibi düşünürmüş (Hafck
Dîni, II, 1310).
el-Berâ ibn Azib, bunun en son inen âyet, Berâe'nin en son inen sûre
olduğunu ve sahâbîlerden birçoğu da son inen âyetlerden olduğunu
söylemişlerdir. Nüzul sebebi hakkında Câbir ibn Abdillah'tan rivayet edilen
hadîs, bundan önceki bâbda geçti.
[31] Yânî bu bâb, bir kadının sânı hakkındadır ki, iki
amcaoğlundan vefat etmiştir. Amca oğullarının biri kadının ana-bir kardeşidir,
diğeri de kocasıdır. Bu başlık bilmece gibidir. Bunda mes'elenin suretinin ve
hükmünün beyânları yoktur. Lâkin hükmü Alî'nin sözünden meydana çıkar. Sureti
şöyledir: Bir adam bir kadınla evlendi. Kadın ondan bir oğul dünyâya getirdi.
Sonra adam başka kadınla evlendi. O kadın da bundan bir oğul getirdi. Sonra
adam ikinci kadından ayrıldı. O ikinci kadını, adamın erkek kardeşi aldı. Kadın
ondan da bir kız getirdi. Bu kız, ikinci oğlanın ana-bir kızkardeşi ve
amcasının kızıdır. Sonra bu kız da birinci oğlanla evlendi. Hâlbuki oğlan
kızın amcaoğludur. Sonra kadın, ikisinden biri ana-bir erkek kardeşi, diğeri de
zevci olan iki amcaoğlu'ndan öldü (Aynî).
[32] Başlığa uygunluğu güçlükle "Onun malı
mirasçılarına, asabesine âiddir" sözünden alınır. Çünkü başlıkta suretini
zikrettiğimiz gibi, farz ve asabelik mîrâsı vardır. Bu sebeble "Li
mevâli'l-asabe" sözüne mutabık olur... (Aynî).
[33] Zevu'l-Er-hâm hakkındaki âyet şöyledir: "...
Hısımlar Allah'ın KitâbVnca birbirlerine daha yakındırlar. Allah herşeyi
hakkıyle bilendir" (el-Enfâl: 75). Bundan sonra Zevu'l-Erhâm, Allah'ın
Kitâbı'nda, yânî mîrâs hükmünde hısımlar birbirlerine daha yakındırlar.
Yabancılardan öncedirler, velevse zevu'l-erhâmdan olsun, yânî bir kadın
dolayısiyle yakınlığı bulunsun. Mü'min akraba varken, yakınlığı bulunmayan
yabancılar, şimdi sizde olduğu gibi, sırf dînî kardeşlik ve yemîn ile vâris
olamaz. Yânî Muhacirler ve Ensâr arasında dînî kerdeşlik üzere cereyan eden
tevarüs, bundan sonra câri olmayacak, mü'minler arasında mîrâs, hısımlara âid
olacaktır ve işte birinci hicretle sonraki hicretler arasında yegâne fark
budur. İkinci hicret Bedir'den sonra veya bu âyetin inmesinden sonrası diyenler
olmuş ise de en sahihi Hudeybiye'den sonrasıdir {Hakk Dîni, III, 2439).
[34] Bu hadîsin son kısmında bir mübhemlik vardır...
Buhârî'nin bu hadîsi burada getirmekten maksadı "Liküllin cealnâ"
kavli, bundaki "Yeminlerinizin bağladığı kimseler" fıkrasının
delâlet etmekte olduğu mîrâs hükmünü neshetmiş olmasıdır.
İbnu'l-Cevzî şöyle
dedi: Bu hadîsten maksad şudur: Peygamber (S) Muhâcir-ler'le Ensâr arasında
kardeşlik akdi yaptı da onlar bu kardeşlik akdi sebebiyle birbirlerine mîrâsçı
oluyorlardı ve bunu Yüce Allah'ın "Yeminlerinizin bağladığı
kimseler" kavli içinde dâhil görüyorlardı. Yüce Allah'ın "Hısımlar
Allah'ın Kitâbı'nda birbirlerine daha yakındırlar" (el-Enfâl: 75) âyeti
inince birbirlerine akidle bağlı olanlar arasındaki mîrâs nesholundu da yardım,
ikram ve vasiyetleri bakî kaldı (Kastallânî).
en-Nisâ: 23 ile İlgili
Bir Tefsîr Özeti:
Erkek ve dişiden herbiri için, ana-baba ve akrabanın ve yeminlerinizin
akdedip bağladığı -yâhud yeminlerinizin karşılıklı akd ve muahede ettiği
kimselerin-yânî nikâh akdi ile zevç ve zevcenin veya muvâlât akdi ile
mevlâ'l-muvâlâtın terikelerinden mîrâs alır vârisler yaptık, herkesi yalnız
kendi kazancı ile bırakmayıp mîrâsı da hakk yaptık ve bunu yalnız erkeklere
veya kadınlara tahsis etmeyip, ikisine de verdik. Bir de yalnız ana-baba veya
evlâd terikesinden değil, umûmî olarak akrabanın terikelerinden derecelerine
göre ta'mîm ettik. Karabetle de kalmayıp akidlerle de mîrâs verdik ki, bütün
bunlar sırf ilâhî fadldır.
Zîrâ Allah vermese,
kimsenin mîrâsa konması mümkün değildir... (ffakk Dîni, II, 1347-1348).
[35] Buradaki başlıktan maksad, kendisine karşı la'netleşme
yapmış olan kadının kendi çocuğuna mîrâsçı olmasıdır. Bu hadîsin bâzı
rivayetleri Tefsir ve La'netleşme gibi birkaç yerde geçmişti.
[36] Başlığa uygunluğu "Çocuk döşeğindir, zina edene
mahrûmluk vardır" sözün-dedir. Bu hadîsin birer rivayeti Buyu',
Vasiyetler, Mağâzî'de geçti. İnşâallah Ahkâm'da da gelecektir.
Hadîs, neseb ta'yîni da'vâsma âiddir. Bir tarafta Sa'd ibn Ebî Vakkaas
i!: ölü kardeşi Utbe ibn Ebî Vakkaas; öbür tarafta ölü Zem'a, oğlu Abd ibn
Zem'a, kızı mü'minlerin anası Şevde. Da'vâ edilen şey: Zem'a'mn cariyesinin
doğurduğu Abdurrahmân'ın nesebinin ta'yînidir.
[37] Bu da geçen hadîsteki "Çocuk döşeğindir"
sözünün tefsiridir. Bu, geçen hadîsin aksine, ayrı bir hadîstir. Çünkü geçen
hadîs, Abd ibn Zem'a'mn hadîsine tâbi' olarak zikredilmiştir (Aynî).
[38] Umer'in bu sözü muallâk olarak Şehâdetler'in evvelinde
geçti. Çünkü insanların çoğu hürdür. Köleliğine dâir bir delîl olmadıkça,
bulunan çocuk da hürdür; ona kimse velayet iddia edemez. Bulunan çocuk hürr
olunca, onun velayeti beytu'l-mâlda olur. Çünkü o bütün müslümânlara âid
olmuştur...
[39] Âişe'nin Berîre'yi satın alma hadîsi ile Berîre'ye
koyun sadaka verilmesi, birçok yerde geçti. Berîre'nin kocasının köle olduğu
hadîsi de Talâk'ta geçti.
[40] Velâ: Kişinin mâlik bulunduğu bir şahsı azâd etmesi
sebebiyle, azâd edenle azâd edilen arasında devam eden hükmî yakınlıktır ki, bu
yakınlık sebebiyle azâd eden, azâd edilenin mirasına hakk kazanır.
[41] Sâibe: Efendinin kölesine: "Senin üzerinde
kimsenin velâsı olmasın, sen başıboş ol" yâhud "Ben seni, üzerinde
kimsenin velâsı olmaksızın azâd ettim" dediği kimsedir. Âlimler, bunun
mîrâsında ihtilâf ettiler: Bâzıları "Velâ azâd edene âiddir"
hadîsiyle delîl yaparak onun mîrâsı efendisine âiddir, dedi. Bâzısı da onun
mîrâsı bütün müslümânlara, yânî beytu'1-mâle âid olur, dediler... (Aynî).
[42] Bu, kısaltılmış bir hadîstir: Bir adam Adullah ibn
Mes'ûd'a geldi de: Ben bir köleyi sâibe olarak azâd ettim. Sonra o kimse öldü,
mal bıraktı. Fakat mîrâsçı bırakmadı? dedi. Bunun üzerine Abdullah: İslâm ehli
sâibe yapmazlar, ancak Câhiliye ehli sâibe yaparlardı. Sen onun ni'met
velîsisin. Onun mîrâsı sana âiddir, demiştir. Bunu İsmâîlî rivayet etti.
[43] Bu Âişe hadîsi yirmiden fazla yerde geçti... (Aynî).
[44] Hadîsin bâzı rivayetleri Hacc'da, Cizye'de ve daha
başka yerlerde geçmişti; t'-tisâm'da da gelecektir.
[45] Çünkü velâ hakkı, azâd edenin azâd edilenden sabit
olan mîrâs hakkıdır ki, bunun başkasına teslîmi mümkin değildir (el-Kevâkib).
[46] Hasen Basrî'nin bu görüşünü Sufyân es-Sevrî, Câmi'inâe
rivayet etmiştir. Bunu Ebû Bekr ibn Ebî Şeybe ile ed-Dârimî de rivayet etmişlerdir.
[47] Temîm ed-Dârî'nin bu sözünü Buhârî Târîh'inde, Ebû
Dâvûd ibn Ebî Âsim, Taberânî de rivayet etmişlerdir. Hadîs şöyledir: Temîm: Yâ
Rasûlallah, müslü-mânlardan birinin elinde İslâm'a giren kimse hakkında sünnet
nedir? dedim. Rasûlullah: "O, ..."buyurdu, dedi. Yânî dünyâda yardım,
öldüğünde yıkama, kefenleme ve namazında ona en yakındır, mîrâsda değil...
(Aynî).
[48] Bu hadîse göre köle, kendisini azâdlayan aileye nisbet
olunur ve o ailenin adiyle anılır. Vefat ettiğinde de onun malına, azâdlayan
aile vâris olur.
[49] Buhârî'nin Ensâr'm Faziletleri bölümündeki rivayette
Enes ibn Mâlik şöyle demiştir: Rasûlullah bir kerre husûsî olarak Ensâr'ı
meclisine çağırdı. Ensâr toplandığında: "Aranızda sizden başka kimse var
mı?" diye sordu. Ensâr da: Hayır yoktur, ancak kızkardeşlerimizin oğullan
vardır, dediler. Bunun üzerine Rasûlullah: "Bir kavmin kızkardeş oğullan,
o soydandır" buyurdu.
Bu hadîse tutunarak Ebû Hanîfe ile Iraklılar, ölünün asabesi, yânı erkek
akrabası bulunmazsa, Zevu'l-Erhâm'ın (yânı ana tarafı akrabasının) asabede
mahsûs olan tertîbe göre mîrâsçı olacaklarını kabul etmişlerdir. îrhâm Mâlik,
Şafiî ve Medîne fakîhleri ise Zevu'l-Erhâm'ın -asabeden vâris bulunmadığı
surette- veraset hakkım kabul etmemişlerdir...
[50] Şurayh'm bu sözünü İbn Ebî Şeybe ile ed-Dârimî rivayet
etmiştir.
[51] Umer ibn Abdilazîz'in sözünü Abdurrazzâk rivayet
etmiştir.
[52] Hadîs cumhurun görüşünü te'yîd ediyor: Esîr, kendisine
mîrâs vâcib olduğu z<-mân bu onun için durdurulur. Çünkü o müslümân ise,
Peygamber'in bu ha'1! sindeki sözünün umumîliği altına girmiştir.
[53] Bu hadîs dîn ayrılığının mîrâsa mâni' olduğunu beyân
ediyor. Nevevî der ki: Müslümanlar kâfirin müslümândan mîrâs alamıyacağı
hususunda ittifak ettiler. Müslümâmn kâfirden mîrâs almasında ise ihtilâf
vardır. Cumhura göre, müs-lim de kâfirden mîrâs almaz. Mürted ise ittifakla
müslümâna vâris olmaz... (Müslim Ter., V, 146-147 "1614").
[54] Buhârî burada hadîs zikretmedi. Âlimlerin mezhebi
şöyledir: Hristiyan köle öldüğü zaman, köleliği sebebiyle malı efendisine âid
olur. Çünkü kölenin mülkiyeti sahîh değildir. Malım efendisi mîrâs yoluyla
değil de kölenin sahibi olmakla hakk eder. Mükâteb, yânî hürriyetini satın alma
mukaavelesi yapılmış köleye gelince, o mukaavele bedelini ödemeden önce ölür ve
malında borcunu Ödeyecek mikdâr bulunursa, bu mal mukaavelesi için alınır,
bundan artan birşey olursa o da beytu'1-mâle âid olur.
Çocuğunu inkâr edenin günâhına gelince, Ebû Dâvûd ve Nesâî'nin Ebû
Hu-reyre'den merfû'an rivayet ettikleri şu hadîs vardır: "Her kim baka
baka çocuğunu inkâr ederse, Al/ah ondan rahmetini perde/er" (Aynî ve
Kastallânî).
[55] Bâzı nüshalarda: "Çocuğunu inkâr eden kimsenin ve
bir erkek kardeş veya kardeş oğlu iddia eden kimsenin günâhı babı"
şeklinde gelmiştir.
[56] Bu hadîsin bir rivayeti yakında "Çocuk döşeğindir
bâbf'nda geçmişti.
[57] Bunun bir rivayeti Mağâzî, "Huneyn gazvesi
bâbı"nda geçmişti.
[58] Bundan daha geniş bir rivayet Ebû Zerr'den,
"Kureyş'in Menkabeleri" bölümünde geçmişti.
Bu hadîsler, kişinin ma'rûf ve ma'lûrn olan nesebini inkârı ve başka bir
yabancı kişiye nisbet iddiasının haram olduğuna açıkça delâlet etmektedirler.
Dilimizdeki "Aslını saklayan haramzadedir" atasözü bu rivayetlerin
vecîz bir İfadesidir
[59] Süleyman Peygamber, küçük kadının çocuğa olan
şefkatinin büyüklüğüne delâlet eden korkusundan dolayı onun lehine hükmetti
de, onun "Çocuğun büyük kadına âid olduğu" şeklindeki ikrarı ile
amel etmedi....
Bu hadîsin bir rivayeti Peygamberler bölümünde "Süleyman
Peygamber" başlığında geçmişti (Kastallânî)
[60] Ebû Hureyre o güne kadar "Sikkîn" sözünü işitmediğini, bu
isim yerine "Mudye" ismini söylediklerini bildirmiştir. Bu iki isim,
aynı âletin ayrı i'tibâr-dan isimleridir. "Sikkîn" ismi bıçağın,
hayvanın hareketini sükûna erdirdiği için; "Mudye" ismi de hayvan
hayâtının sınırını kestiği için böyle isimlendirilmiştir (Aynî).
[61] Kaaif izci demektir ki, eldeki, ayaklardaki, yüzdeki
çizgilere bakarak bulduğu benzerlikle fer'in nesebini asl'a katan kimsedir.
Câhiliyet devrinde Arablar arasında bu izcilere ehemmiyet verilir, onun sözüne
hukuken i'tibâr edilirdi. Za-mâmmızdaki parmak izi bu izciliğin bir nev'i
sayılabilir.
[62] Mâzerî dedi ki: Câhiliyetteki kimseler Usâme siyah,
Zeyd ise beyaz tenli olduğu için, Usâme'nin nesebinde kötüleme yapıyorlardı. Bu
meşhur kaaif, renk ihtilâfına rağmen Usâme'yi Zeyd'in nesebine katınca -zîrâ
Arablar kaaif sözüne i'-timâd ederlerdi- Peygamber bundan sevinç duydu. Çünkü
bu söz, nesebde ta'n etmelerinden onları men' edici mâhiyette idi (Nevevî).
Zeyd evvelâ
Peygamber'in kölesi, sonra evlâdlığı olduğu için, bu dedikodulardan
üzülüyordu. Sevinmesi bunun neseb kötülemelerini keseceğinden ileri geliyordu.
İmâm Şafiî bu hadîse
tutunarak kaaifin sözü hüküm dayanağı olur demiştir. Ebû Hanîfe ise "Bir
delil ile bilmediğin şeye tâbi1 olma "(el-tsrâ: 36) âyetine tutunarak,
kaaifin sözünü reddetmiştir.
Bu hadîslerin birer rivayeti Usâme'nin fazileti bâbı'nda geçmişti.
Bunları Müslim de Kitâbu'r-Radâ'da getirmiştir: Müslim Ter., IV, 584 "İz
sürücünün çocuğu birinin nesebine kdtmasıyle amel babı"- "1459".