1- Peygamber(S)'İn: "Eğer Hicret Olmasaydı, Muhakkak
Ben Ensâr'dan Olurdum" Sözü Babı
2- Peygamber(S)'İn Muhâcirlerte Ensâr Arasında Kardeşlik
Kurması Babı
3- "Ensâr'ı Sevmek Îmândandır" Babı
4- Peygamber(S)'İn Ensâr'a Hitaben: "Sizler Bana
İnsanların En Sevimlilerindensiniz" Sözü Babı
6- Ensâr Yurtlarının Fadlı Babı
7- Peygamberdin Ensâr'a Hitaben: "Sîzler Havuz
Başında Bana Kavuşuncaya Kadar Sabrediniz" Sözü Babı
8- Peygamberdin: "Ensâr'a Ve Muhâcirler'e İyilik
İhsan Eyle" Duası Bâbi
11- Sa'd İbnu Muâz(R)'In Menkabeleri Babı
12- Useyd İbn Hudayr İle Abbâd İbn Bişr(R)İn Menkabeleri
Babı
13- Muâz İbnu Cebel(R)'İn Menkabeleri Babı
14- Sa'd İbnu Ubâde(R)'Nin Menkabesi Babı
15- Ubeyy İbnu Ka'bir)'In Menkabeleri Babı
16- Zeyd İbn Sâbit(R)İn Menkabeleri Babı
17- Ebû Talha(R)'Nın Menkabeleri Babı
18- Abdullah İbnu Selâm(R)1n Menkabeleri Babı
19- Peygamberdin Hadîce İle Evlenmesi Ve Hadîce(R)'Nin
Fazileti Babı
20- Cerîr İbnu Abdillah El-Becelî(R)'Nin Zikri Babı
21- Huzeyfe İbnu'l-Yemân El-Absî(R)'Nin Zikri Babı
22- Utbe İbnu Rabîa'nın Kızı Hind(R)'İn Zikri Babı
23- Zeyd İbnu Amr İbn Nufeylin Hadîsi Babı
24- Ka'be'nin Bina Edilmesi Babı
26- Câhiliye Devrinde Kasâme Yemini
27- Peygamber(S)'İn Allah Tarafından Peygamber
Gönderilmesi Babı
28- Peygamberdin Ve Sahâbîlerinin Mekke'de İken
Müşriklerden Ma'rûz Kaldıkları Eziyetler Babı
29- Ebû Bekr Es-Sıddîk(R)'In İslâm'a Girişi Babı
30- Sa'd İbn Ebî Vakkaas<R)'In İslâm'a Girişi Babı
32- Ebû Zerr El-Gıfârî(R)'Nin İslâm'a Girmesi Babı
33- Saîd İbnu Zeyd(R)'İn İslâm'a Girişi Babı
34- Umer İbnu'l-Hattâb(Rrin İslâm'a Girişi Babı
35- Ay'ın İkiye Bölünmesi Babı
37- Habeş Hükümdarı Necâşî'nin Ölümü Babı
38- Kureyş Müşriklerinin Peygamber (S) Aleyhine
Ahidleşmeleri Babı
40- El-İsrâ Hadîsi Ve Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
42- Enşâr'ın Mekke'de Peygamber(S)'İn Huzuruna Elçilikle
Gelmeleri -Ve Akabe Bey'atı Babı
44- Peygamber (S) İle
Sahâbîlerinin Medine'ye Hicret Etmeleri Babı
45- Peygamber(S)İn Ve Sahâbîlerinin Medine'ye Gelişleri
Babı
46- Muhacirin Hacc Ye Umre İbâdetini Bitirdikten Sonra
Mekke'de İkaameti(Nin Hükmü) Babı
47- Târîh Ve Sahâbîler İslâm Târihinin Başlangıcını Hangi
Vak'adan Ta'yîn Ve İ'tibâr Ettiler? Babı
49- Bâb: Peygamber (S) Sahâbîleri Arasındaki Kardeşliği
Nasıl Kurdu?
52- Selmân El-Fârisî(R)'Nin İslâm'a Girmesi Bâb1
Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle
(Ensâr
'in Menkabeleri Kitabı) [1]
(Ve Yüce Allah'ın şu
kavli:)
"Onlardan evvel
(Medine'yi) yurt ve imân (evi) edinmiş olan kimseler, kendilerine hicret
edenlere sevgi beslerler.
Onlara verilen
şeylerden dolayı göğüslerinde bir ihtiyâç (meyli) bulmazlar. Kendilerinde
fakirlik ve ihtiyâç olsa
bile (onları) öz
canlarından daha üstün tutarlar..."
(el-Haşr: 9) [2]
1-.......Gaylân
ibn Cerîr tahdîs edip şöyle demiştir: Ben Enes'e:
— Re'yirı nedir: Siz
Medîneliler, Kur'ân'da gelmezden önce Ensâr adiyle anılır mıydınız, yoksa
Ensâr adım size Allah mı vermiştir? diye sordum.
Enes:
— Evet, bu adı bize Allah verdi, dedi.
Gaylân şöyle demiştir:
Biz Basra'da Enes'in yanma girerdik de, o bize Ensâr'm menkabelerini, hazır
bulundukları harb yerlerini tahdîs ederdi. Enes, bana yâhud Ezd kabilesinden
bir adama yönelip gelirdi de bana yâhud o Ezdli'ye hitaben Ensâr'i kasdederek:
— Senin kavmin Ensâr
şu gün, şu gün, şu gün, şu gün bu'işleri yaptı, derdi [3].
2-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Buâs günü, Allah'ın kendi Rasûlü için hazırladığı bir
gündür. Bunun üzerine (yânî bu muharebenin neticesi üzerine) Rasûlullah (S)
Medine'ye hicret edip gelmiştir.
Öyle bîr hâl üzerine
ki, hicret sırasında Evs ve Hazrecliler'in cem'i-yetleri dağılmış, hayırlıları
ve önde gelenleri öldürülmüş ve yaralanmışlardı. İşte onların bu
perişanlıkları üzerine Allah muhâriblerin İslâm camiasına girmeleri için bu
günü Rasûlü'ne önden hazırlamıştır [4].
3-.......Ebu't-Teyyâh
şöyle demiştir: Ben Enes(R)'ten işittim, şöyle diyordu: Mekke'nin fethi günü
Rasûlullah, yeni müslümân olan Kureyş büyüklerinden herbirine (gönüllerini
müslümânlığa alıştırmak için Huneyn ve Hevâzin ganimet mallarından yüzer deve
gibi, En-sâr'ın nail olmadığı) bol pay vermişti. Ensâr'dan bâzı kimseler bunu
görünce, sebebini, ve hikmetini anlamayarak:
— Vallahi şu işe muhakkak hayret edilir:
Kılıçlarımız henüz Kureyş kanı damlatırken, kazandığımız ganimetlerimiz Kureyş
eşrafına geri döndürülüyor, dediler.
Onların bu sözleri
Peygamber'e ulaşınca, Ensâr'ı da'vet etti. Enes dedi ki: Peygamber onlara:
— "Sizden bana erişen sözler nedir?"
diye bunun mâhiyetini sordu.
Ensâr da yalan
söylemez olduklarından:
— Sana erişen bu sözleri biz söyledik, dediler.
Peygamber (S) de:
— "Diğer insanlar aldıkları ganimet
mallarıyla evlerine dönüp giderlerken, sizler de Allah'ın Rasûlü ile evlerinize
dönüp gitmenizden razı olmaz mısınız? Eğer Ensâr bir dere veya dağ yoluna
girseler, muhakkak ben Ensör'ın dere yoluna yâhud dağ yoluna girerdim"
buyurdu [5].
Bunu Abdullah ibn
Zeyd, Peygamberden söyledi [6].
Fakat Allah onların
aralarım bulup kaynaştırdı..." (el-Enfâl: 63).
Bu bilgilerle Âişe'nin
"Buâs, Allah'ın, Rasûlü için hazırlamış olduğu bir gün idi" sözünün
şumûlü açıklanmış oluyor.
4-.......Bize
Şu'be, Muhammed ibn Ziyâd'dan tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R) Peygamber (S)
şöyle buyurdu; yâhud da Ebû'l-Kaasım (S) şöyle buyurdu, demiştir:
— Eğer Ensâr bir dere
yoluna yâhud bir dağ yoluna girselerdi, muhakkak ben Ensâr'la beraber onların
vadisinin içine girerdim. Eğer hicret (dînî bir emir ve ibâdet) olmasaydı, ben
muhakkak Ensâr'dan bir kişi olurdum".
Hadîsin sonunda râvî
Ebû Hureyre: Rasûlullah bu sözüyle haksızlık etmemiştir. Babam anam O'na feda
olsun! Çünkü Ensâr, Ra-sûlullah'ı barındırdılar ve O'na yardım ettiler, demiş
yâhud başka bir kelime daha söylemiştir [7].
5-.......
İbrâhîm ibn Abdirrahmân ibn Avf (R) şöyle demiştir:
Muhacirler Medine'ye
geldikleri zaman Rasûlullah (S), Abdurrahmân ibn Avf ile Sa'd ibnu'r-Rabî'
arasında kardeşlik kurdu. Sa'd ibnu'r-Rabî', Abdurrahmân'a hitaben:
— Ben mal yönünden
Ensâr'ın en zenginiyim. Malımı iki kısma böleyim. Benim iki kadınım var. Bak
düşün! Onlardan hangisi senin hoşuna giderse onun ismini bana şöyle de ben onu
boşayayım. Boşayacağım o kadının iddeti geçince sen onunla evlenirsin, dedi.
Abdurrahmân ibn Avf da
Sa'd'a:
— Allah ehlini ve
malını sana mübarek eylesin! Ticâret yapılan çarşınız nerde? dedi.
Bunun üzerine ona
Kaynukaa oğullan çarşısına delâlet ettiler. Artık Abdurrahmân o çarşıdan her
dönüşünde beraberinde muhakkak keş ve yağdan bir fazlalıkla döndü. Sonra her
sabah ticâret için o çarşıya gitmeye devam etti. Sonra bir gün kendisinde
(zifafa girenlere mahsûs) zağferân eseri olduğu hâlde, Peygamber ziyarete
geldi. Peygamber:
— "Hâlin sânın nedir?" diye sordu.
Abdurrahmân:
— Evlendim, dedi.
Peygamber:
— "Kadına ne kadar mehr verdin?"
dedi. Abdurrahmân:
— Altından bir çekirdek
yâhud bir çekirdek (beş dirhem) ağırlığında altın verdim, dedi.
Râvî İbrâhîm ibn Sa'd
şekkli söylemiştir [9].
6-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Abdurrahmân ibn Avf Medine'ye» bizim yanımıza
geldi. Rasûlullah onunla Sa'd ibnu'r-Rabî' arasında kardeşlik akdi yaptı. Bu
Sa'd, malı çok bir zât idi. Sa'd, Abdurrahmân'a:
— Ensâr, benim malca
en zengini olduğumu bilmişlerdir. Ben malımı benimle senin aranda ikiye taksim
edeceğim. Benim iki tane kadınım vardır. Bak düşün! Onlardan hangisi senin
hoşuna giderse, ben onu boşayacağım da o kadın iddetten çıkıp evlenmesi halâl
olunca, sen onunla evlen, dedi.
Abdurrahmân, Sa'd'a:
— Allah sana ehlin hakkında bereket ihsan
eylesin! dedi.
Artık Abdurrahmân o
günlerde çarşıdan muhakkak yağdan, keşten bir rnijcdâr şey kazanmadan dönmedi.
Çok geçmedi. Nihayet Abdurrahmân, üzerine sarı koku bulaşmış olduğu hâlde
Rasûlullah'a (ziyarete) geldi. Rasûlullah ona:
— "Senin hâlin nedir (evlendin mi?)"
diye sordu. Abdurrahmân:
— Ben Ensâr'dan bir kadınla evlendim, dedi. Rasûlullah
(S):
— "O kadın hakkında ne kadar mehr
şevkettin?" dedi. Oda:
— Altından bir
çekirdek ağırlığı yâhud altından bir çekirdek verdim, dedi.
Bunun üzerine
Rasûlullah:
— "Bir koyunla olsun düğün aşı yap"
buyurdu.
7-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Ensâr, Peygamber'e:
— Hurmalıklarımızı
bizimle Muhacirler arasında taksim et, dediler.
Peygamber (S):
— "Hayır taksim etmem" buyurdu.
Ensâr, Muhâcirler'e:
— (Terbiye ve sulama)
işlerini sizler yükleniniz de hurma mahsûlünde bizlere ortak olunuz, dediler.
Muhacirler, Ensâr'a:
— (Peygamber'den gelen
bu emri) işittik ve itaat ettik, dediler [10].
8- Bize
Haccâc ibn Minhâl tahdîs etti. Bize Şu'be, tahdîs edip şöyle dedi: Bana Adiyy
ibnu Sabit haber verip şöyle dedi: Ben el-Berâ(R)'dan işittim, şöyle dedi: Ben
Peygamber (S) Men işittim -yâhud el-Berâ: Peygamber (S) şöyle buyurdu,
demiştir-: "Ensâr, ki onları ancak mü'min olan sever ve yine onlara ancak
münafık olan kimse buğz edip kin tutar. Her kim Ensâr'ı severse Allah da onu
sever, her kini de Ensâr'a buğz ederse, Allah da ona buğz eder".
9-.......Enes
ibn Mâlik(R)'ten: Peygamber (S): "(Kâmil) îmânın alâmeti Ensâr'a sevgi,
münafıklığın alâmeti de Ensâr'a buğz etmektir" buyurmuştur [11].
10-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Bir kerresinde Peygamber (S) birtakım kadınlar
ve çocukları karşıdan gelirlerken -râvî: Düğün aşından gelirlerken dediğini
sanıyorum, demiştir- gördü de ayağa kalkıp dikelerek: "Allah şâhid olsun
ki, sizler bana insanların en sevimlilerindensiniz" buyurdu ve bu sözü üç
kerre tekrarladı [12].
11-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Bir kerresinde Ensâr'dan bir kadın, kendi
çocuğunu ile beraber Rasûlullah'a geldi. Ra-sûlullah (S) onunla konuştu. Sonra
Rasülullah iki kerre: "Nefsim elinde olan Allah'ayemîn ederim ki, siz
Ensâr cemâati bana insanların en sevimlilerisiniz" buyurdu.
12-.......Zeyd
ibn Erkam(R)'dan (şöyle demiştir): Ensâr, Peygamber'e hitaben:
— Her peygamberin
tâbi'Ieri (kendi sünnetine uyan sahâbîleri) vardır. Biz de bütün kanâatimizle
Sana uymuşuzdur. Bunun için bizim tâbi'lerimizi bizden (bizim seviyemizde
kimseler) kılmasını Allah'a duâ ediver, dediler.
Bunun üzerine
Peygamber onların dilekleri için duâ etti.
Râvî Amr ibn Murre
dedi ki: Ben bu hadîsi İbnu Ebî Leylâ'ya naklettim de o: Bunu Zeyd ibn Erkam
söyledi, dedi.
13-.......Amr
ibnu Murre tahdîs edip şöyle demiştir: Ben, Ensâr'dan bir adam olan Ebû
Hamza'dan işittim (şöyle dedi): Ensâr, Peygamber'e hitaben:
— Her kavmin tâbi'leri
vardır. Biz de bütün kanâatimizle Sana uymuşuzdur. Binâenaleyh bizim
tâbi'lerimizi de bizden kılmasını Allah'a duâ ediver, dediler.
Peygamber (S):
— "Yâ Allah! Ensâr'ın tâbi'lerini
kendilerinden kıl (yânî onlara uyan kimseler kıl)" diye duâ etti.
Râvî Amr dedi ki: Ben
bu hadîsi tbnu Ebî Leylâ'ya zikrettim. O: Bunu Zeyd söylemiştir, dedi.
Râvî Şu'be: Ben Ibnu
Ebî Leylâ'nın Zeyd sözünün, Zeyd ibn Er-kam olduğunu zannediyorum, demiştir [13].
14-.......Bize
Şu'be tahdîs edip şöyle dedi: Ben Katâde'den işittim; o da Enes ibn Mâlik'ten
ki, Ebû Useyd (R) şöyle demiştir: Peygamber (S):
— "Ensâr
yurtlarının hayırlısı Neccâr oğullaradır. Sonra Abdu'l-Eşhel oğulları, sonra
el-Hâris ibn Hazrec oğulları, sonra Sâide oğulları'dır. Ve Ensâr yurtlarının
hepsinde hayır vardır" buyurdu.
Sa'd (ibn Ubâde):
— Ben Peygamber'in
muhakkak bâzı Ensâr kabilelerini bizden daha faziletli kılmış olduğunu
düşünüyorum, dedi.
Kendisine:
— Peygamber sizi
birçok Ensâr kabileleri üzerine faziletli kılmıştır, denildi.
Ve Abdussamed şöyle
dedi: Bize Şu'be tahdîs etti: Bize Katâde tahdîs edip: Ben Enes'ten işittim,
dedi. Ebû Useyd de Peygam-ber(S)'den bu hadîsi söyledi. Ve râvî bu hadîste Sa'd
ibnu Ubâde diye ismi tam söyledi [14].
15-.......Ebû
Seleme (ibn Abdirrahmân ibn Avf) şöyle demiştir: Bana Ebû Useyd haber verdi
ki, kendisi Peygamber (S)'den: "Ensâr'ın hayırlısı -yâhud da şöyle
buyurdu: Ensâr yurtlarının hayırlısı-Neccâr oğulları, Abdu'l-Eşhel oğulları,
el-Hâris oğulları, Sâide oğulla-rı'dır" buyururken işitmiştir.
16-.......Bana
Amr ibnu Yahya, Abbâs ibnu SehlMen; o da Ebû Humeyd es-Sâidî'den tahdîs etti
ki; Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
— "Şübhesiz Ensâr yurtlarının hayırlısı,
Neccâr oğulları yurdudur. Sonra Abdu'l-Eşhel oğulları yurdu, sonra el-Hâris
oğulları yurdu, sonra Sâide oğulları yurdudur. Ve Ensâr yurtlarının hepsinde
hayır vardır".
(Ebû Humeyd dedi ki:)
Sonra biz (Sâide oğulları kabîlesinin başkanı) Sa'd ibnu Ubâde'ye kavuştuk.
(Arkadaşımız) Ebû Useyd, Sa'd ibn Ubâde'ye:
— Görmedin mi,
Peygamber (S) Ensâr'ın bir kısmını öbürlerinden daha hayırlı kıldı; biz Sâide
oğulları'nı da hayırhlıkta sonuncu yaptı, dedi.
Sa'd da hemen
Peygamber'e yetişti de:
— Yâ Rasûlallah! Ensâr
yurtlan hayırhlık tertibiyle sayıldı da biz (Sâide oğulları) sonuncu kılındık,
dedi.
Rasûlullah:
— "Hayırlılardan olmanız size kâfî değil
midir?" buyurdu [15].
Bu hadîsi Abdullah ibn
Zeyd, Peygamber'den olmak üzere söylemiştir [16].
17-.......Bize
Şu'betahdîs edip şöyle dedi: Ben Katâde'den işittim; o da Enes ibn Mâlik'ten;
o da Useyd ibn Hudayr'den: Ensâr'-dan bir kişi:
— Yâ Rasûlallah! Fulân
kimseyi me'mûr ta'yîn ettiğin gibi, beni de zekât âmili veya bir yere vâlî
ta'yîn etmez misin? dedi.
Rasûlullah cevaben:
— "(Ey Ensâr cemâati!) Benden sonra
yakında sizler (böyle dünyâ işlerinde) başkalarının size tercih edildiği
zamana kavuşacaksınız. Bununla beraber sizler havuz başında bana kavuşuncaya
kadar sabrediniz" buyurdu.
18-.......
Hişâm ibn Zeyd şöyle demiştir: Ben'Enes ibn Malik(R)'ten işittim, şöyle
diyordu: Peygamber (S) Ensâr'a: "Şübhesiz sizler benden sonra yakında
başkalarının sizlere tercih edildiği zamana kavuşacaksınız. Bununla beraber
siz bana kavuşuncaya kadar sabrediniz. Sizin bana kavuşma yeriniz (Kevser)
havuzudur" [17].
19-.......Bize
Sufyân (ibn Uyeyne) tahdîs etti ki, Yahya ibn Saîd, Enes ibn Mâlik(R)'ten
işitmiştir. Enes, Haccâc'ın zulmünden şikâyet etmek üzere Basra'dan Şam'a,
el-Velîd'in yanına çıktığı zaman, Yahya da Enes'in beraberinde çıkmıştı.
Şikâyet sırasında Enes ibn Mâlik kendisinin Ensâr'dan olması münâsebetiyle
Velîd'e şöyle demiştir: Peygamber (S) Bahreyn arazîsini kıt'a kıt'a ayırıp
sahâbîlere dağıtmak üzere önce Ensâr'ı çağırdı. Ensâr feragat göstererek:
— Muhacir
kardeşlerimize bunun benzerini bölüp taksim etmedikçe bize bir arazî kesip
vermeyiniz, dediler.
Rasûlullah (S):
— "Madem ki (başkalarını kendinize tercîh
ederek) almak istemiyorsunuz, şu hâlde Kevser havuzunda bana kavuşuncaya kadar
sabrediniz! Çünkü şu muhakkak: Benden sonra yakında size, başkalarının tercîh
edileceği bir zaman gelip isabet edecektir" buyurdu [18].
20-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S): "Lâ ayşe illâ ay şu H-âhire
fe aslıhi 'l-ensâra ve 'l-muhâcirah (= Âhiret yaşayışından başka yaşama yok,
sen Ensâr'a ve Muhâcirler'e iyilik ihsan eyle)" buyurdu.
Katâde, Enes'ten; o da
Peygamber'den bunun benzerini rivayet etti, lâkin burada: "Ensâr'a
mağfiret eyle" demiştir [19].
21-.......Bize
Şu'be, Humeyd et-TavîI'den tahdîs etti (o, şöyle demiştir): Ben Enes ibn
Mâlik(R)'ten işittim, şöyle dedi: Ensâr Hendek günü (toprak kazıp
taşırlarken):
— Nahnu'llezîne bâyeu
Muhammeden Aîe'I-cihâdi mâhayînâ ebeden
(- Bizler yaşadığımız
müddetçe dâima cihâd etmek üzere Muhammed'e bey'at edip söz vermiş kişileriz)
diyorlardı. Peygamber (S) onlara cevâb vererek:
— "Allâhumme lâ ayşe illâ ayşu'î-âhireh Fe
ekrimi'î-Ensâra ve'1-Muhâcireh!"
(= Yâ Rabb! Dirlik ve
yaşamak ancak âhiret dirliğidir. Sen Ensâr'a ve Muhâcirler'e ikram eyle!)
buyurdu.
22-.......Sehl
ibn Sa'd şöyle demiştir: Bizler hendek kazar ve oradan çıkan toprağı
omuzlarımız üzerinde taşırken, Rasûlullah (S)
yanımıza geldi de:
"AHâhumme lâ ayşe
illâ ayşu'î-âhireh Fa'ğfir Hl-Muhâcirîne ve'î-Ensân"
(= Yâ Rabb! Yaşama
ancak âhiret yaşamasıdır.
Sen Muhâcirler'e ve Ensâr'a
mağfiret eyle) buyurdu [20].
"Onlar
kendilerinde fakirlik ve ihtiyâç olsa bile (Muhacirler'i) öz canlarından daha
üstün tutarlar'*
(el-Haşr: 9)
23-.......Bize
Abdullah ibn Dâvûd, FudayI ibn Gazvân'dan; o da Ebû Hâzım'dan; o da Ebû
Hureyre(R)'den şöyle tahdîs etti: Bir kişi (Ebû Hureyre'nin kendisi)
Peygamber'e geldi. Peygamber onu (doyurmak için) kadınlarına gönderdi.
Kadınlar:
— Bizim yanımızda sudan başka birşey yoktur,
dediler. Bunun üzerine Rasûlullah, yanında bulunan kimselere hitaben:
— "Şu aç insanı kim yemeğine ortak kılar
yâhud bunu kim konuk eder?" buyurdu.
Ensâr'dan biri:
— Ben konuklarım, dedi.
Ve o kimseyi eşinin
yanma götürdü ve:
— Haydi Rasûlallah'ın konuğuna ikram et, dedi.
Fakat kadın:
— Yanımızda
çocuklarımın azığından başka birşey yoktur, dedi.
Kocası:
— O yemeğini
hazırlayıp getir, ışığım yak, çocuklarını da uyut, dedi.
Kadın da akşam
yemeğini yemek istedikleri zaman yemeğini hazırladı, ışığını yaktı,
çocuklarını da uyuttu. Sonra kalktı, kandili düzeltir gibi oynayıp söndürdü.
Bu suretle kan koca kendilerini konuğa yemek yiyorlar gibi göstermeye
başladılar. İkisi de aç gecelediler. Sabah olunca ev sahibi, Rasûlullah'a
gitti. Rasûlullah onu görünce şöyle buyurdu:
— "Bu gece Allah güldü, yâhud kan koca
sizin güzel hareketinize hayret etti. Ve Allah şu âyeti indirdi:... Onlar
kendilerinde fakirlik ve ihtiyâç olsa bile (onları) öz canlarından daha üstün
tutarlar. Kim nefsinin (mala olan) hırsından ve cimriliğinden korunursa, işte
murâdlarına erenler onların tâ kendileridir" (ei-Haşr: 9) [21].
24-.......
Hişâm ibn Zeyd şöyle demiştir: Ben Enes ibn Mâlik(R)'ten işittim, şöyle
diyordu: (Peygamber'in ölüm hastalığı sırasında) Ebû Bekr ile Abbâs (R), Ensâr
toplantılarından bir meclise uğramışlardı. Ensâr orada ağlıyorlardı. Ebû Bekr
veya Abbâs:
— Sizleri ağlatan nedir? diye sordu. Ensâr:
— Peygamber'in bizimle
beraber oturduğu zamanı hatırlayıp zikrettik (O'nu kaybedeceğimiz korkusuyla
ağlıyoruz), dediler.
Ebû Bekr yâhud Abbâs,
Peygamber'in yanına girdi ve O'na, Ensâr'ın bu üzüntülerini haber verdi.
Enes dedi ki: Bunun
üzerine Peygamber (S) başına bir kumaş kenârıyle bir çatkı çatmış olduğu hâlde
mescide çıkıp minber üzerine yükseldi. Peygamber bu günden sonra bir daha
minbere çıkmadı. Peygamber Allah'a hamd ve sena ettikten sonra:
— "(Sahâbîlerim!) Sizlere Ensâr'ı (onlara
iyi muamele etmenizi) vasiyet ederim. Çünkü onlar benim cemâatim, sırdaşlarım,
emtn-lerimdir. Onlar üzerlerine düşen yardım vazifesini yerine getirdiler.
Şimdi (vazife karşılığındaki) hakları kalmıştır. Şu hâlde siz Ensâr'ın iyilik
edenlerinden iyiliklerini kabul edin, (haddlerin dışında) kötülük edenlerin
kusurlarından da vazgeçin (yânı affedin)'* buyurdu [22].
25-.......
Ben İkrime'den işittim, şöyle diyordu: Ben tbn Abbâs(R)'tan işittim, şöyle
diyordu: Rasülullah (S- ölüm hastalığında) üzerinde bir örtü ile ve örtüyü iki
omuzu üzerine kıvırarak, başına da siyah bir kumaş parçası çatmış olduğu hâlde
mescide çıktı ve nihayet minberin üzerine oturdu. Akabinde Allah'a hamd ve
sena etti. Sonra "Amma ba'du" diye başladığı hutbesini şöyle
sürdürdü: "Ey insanlar! Hiç şübhesiz müslümânlar çoğalıyor, fakat Ensâr
(günden güne) azalıyor. Hattâ onlar yemek içinde tuz mesabesinde (azalmış)
olurlar. Şu hâlde (ey Muhacirler!) sizden her kim -bir kimseye zarar
verebilecek yâhud yaran dokunacak- bir iş başına geçerse, En-sâr'ın iyilerinin
iyiliklerini kabul etsin, kötülerinin kusurlarından vazgeçsin! "[23].
26-.......Şu'be
tahdîs edip şöyle demiştir: Ben Katâde'den işittim, o da Enes ibn Mâlik(R)'ten
ki, Peygamber (S): "Ensâr benim samimî dostlarım, sırdaşlarım ve
emînlerimdir. insanlar günden güne çoğalacaklar, Ensâr ise azalacaktır. Şu
hâlde siz Ensâr'ın iyilik edenlerinden kabul edin, kötülük edenlerinin kusurlarından
vazgeçin" buyurmuştur [24].
27-.......
Ebû İshâk şöyle demiştir: Ben el-Berâ (ibnu Âzib (R)'den işittim, şöyle
diyordu: Peygamber'e ipek bir takım elbise hediye edildi. Sahâbîler o elbiseye
elleriyle dokunmaya ve yumuşaklığına hayret etmeye başladılar. Bunun üzerine
Peygamber (S): "Sizler bu ipek elbisenin yumuşaklığına şaşıp hayret mi
ediyorsunuz? (Allah'a yemîn ederim) Sa'd ibn Muâz'm (cennetteki) mendilleri
muhakkak bundan daha hayırlıdır -yâhud daha yumuşaktır-" buyurdu [25].
Bu hadîsi Katâde ile
ez-Zuhrî de rivayet ettiler. Onlar bunu Enes ibn Mâlik'ten işitmişlerdir. O da
Peygamber(S)'den.
28-.......Ebü
Avâne, el-A'meş'ten; o da Ebû SufyânTalha ibn Nâfi'den tahdîs etti ki, Câbir (R)
şöyle demiştir: Ben Peygam-ber(S)'den işittim: "Arş, Sa'dibn Muâz'ın ölümü
için titredi" buyu-ruyordu.
Ve yine el-A'meş'ten
(o, şöyle demiştir): Bize Ebû Salih, Câbir'-den; o da Peygamber'den bu hadîsin
benzerini tahdîs etti: Bir adam Câbir'e: el-Berâ ibn Âzİb (Peygamber'in geçen
sözünün ma'nâsı hakkında): -Sa'd ibn Muâz'ın üzerinde taşındığı- serîr titredi
diyor, dedi. Câbir de cevaben: Bu iki kabîle (yânî E vs ve Hazrec) arasında
kinler vardı. Ben Peygamber'den işittim: "Rahmân'ın Arş'ı, Sa'd ibn âz'ın
ölümü için titredi" buyuruyordu, dedi [26].
29-.......Ebû
Saîd el-Hudrî(R)'den (o şöyle demiştir): Kurayza oğullan'ndan birtakım insanlar
Sa'd ibn Muâz'ın hükmüne boyun eğdiler de Peygamber (S) Sa'd'a haber gönderdi.
Sa'd bir merkeb üzerinde geldi. Sa'd (Kurayza oğullan muhasarasında namaz
kılman) mescide yakın bir yere ulaşınca, Peygamber Ensâr'a hitaben:
— "Haydi hayırlınıza -yâhud seyyidinize-
ayağa kalkınız!" buyurdu.
Sonra da Sa'd'a
hitaben:
— "Yâ Sa'd! Şu Kurayza oğullan senin
hükmüne razı oldular" buyurdu.
Sa'd da:
— Ben onlar hakkında
şu hükmü veriyorum: Onların harb edenleri öldürülür, kadınları ve çocukları da
esîr edilir, dedi.
Peygamber:
— "Sen Allah 'in hükmüne uygun yâhud
Melik'in hükmüne uygun hükmettin" buyurdu [27].
30-.......BizeKatâde,
Enes(R)'ten şöyle haber verdi: İki zât bir karanlık gecede Peygamber'in
yanından (evlerine doğru) çıktılar. Bİr-den önlerinde bir nûr meydana geldi.
Nihayet onlar birbirinden ayrıldıklarında o nûr da onlardan, herbiriyle
beraber olmak üzere, ikiye ayrıldı.
Ve Ma'mer ibn Râşid,
Sâbit'ten; o da Enes'ten: "Useyd ibn Hu-dayr ile Ensâr'dan bir adam"
şeklinde söylemiştir.
Hammâd ibn Seleme de:
Bize Sabit, Enes'ten "Useyd ibn Hu-dayr ile Abbâd ibn Bışr, Peygamber'in
yanında idiler" diye haber verdi, demiştir [28].
31-.......Şu'be
ibnu'l-Haccâc, Amr ibn Murre'den; o da İbrahim en-Nahaî'den; o da Mesrûk'tan
tahdîs etti ki, Abdullah ibn Amr (R) şöyle demiştir: Ben, Peygamber(S)'den
işittim: "Kur'ân okumayı şu dört kişiden isteyiniz: Abdullah ibn
Mes'ûd'dan, Ebû Huzey-fe'nin âzâdlısı Sâlim'den, Vbeyy ibn Ka'b'dan, Muâz ibn
Cebel'den" buyuruyordu [29].
Aişe: Sa*d ibnu Ubâde,
Ifk hâdisesinden önce iyi bir adam idi, demiştir [30].
32-.......
Katâde tahdîs edip şöyle dedi: Ben Enes ibn Mâlik(R)'ten işittim: Ebû Useyd
şöyle demiştir: Rasûlullah (S):
— "Ensâr mahallelerinin hayırlısı Neccâr
oğulları'dır. Sonra Abdu'l-Eşhel oğulları'dır. Sonra el-Hâris ibnu'l-Hazrec
oğulları'dır. Sonra Sâide oğulları'dır; Ensâr mahallelerinin hepsinde hayır
vardır"
buyurdu.
İslâm'da bir kıdem
sahibi olduğu hâlde Sa'd ibn Ubâde:
— Ben Rasûlullah'in, kabîlelerin bâzısını
bizden daha faziletli kıldığını görüyorum, dedi.
Kendisine:
— Rasûlullah siz Sâide oğulları'na (burada
zikredilmeyen Ensâr kabilelerinden) birçok insanlar üzerinde fazilet verdi,
denildi [31].
33-.......Mesrûk
şöyle demiştir: Abdullah ibn Amr'm yanında Abdullah ibn Mes'ûd anıldı da,
Abdullah ibn Amr hemen şöyle dedi: Bu Abdullah ibn Mes'ûd öyle bir adamdır ki,
artık ben onu sevmekte devam edeceğim: Ben Peygamber(S)'den işittim, o şöyle
buyuruyordu: "Kur'ân okumayı dört kişiden alınız: Abdullah ibn Mes'ûd'dan
-Rasûlullah isimleri saymağa Abdullah ibn Mes'ûd'dan başladı-, Ebû Huzeyfe'nin
âzâdlasi Sâlim'den, Muâz ibn Cebel'den ve Vbeyy ibn Ka'b'dan" [32].
34-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Ubeyy ibn Ka'b'a:
— "Allah banaLemyekunillezîne keferû
Sûresi'ni muhakkak sana okumamı emretti" buyurdu.
Ubeyy:
— Allah benim adımı (açıkça) andı mı? diye
sordu. Peygamber:
— "Evet andı" diye tasdik etti.
Râvî Enes: Bunun
üzerine Ubeyy ibn Ka'b (sevincinden) ağladı, demiştir [33]
35-.......Enes
ibn MâIik(R)'ten (o şöyle demiştir): Peygamber (S) zamanında Kur'ân'ı dört
kimse ezberlemişti ki, bunların dördü de Ensâr'dandı: Ubeyy ibn Ka'b, Muâz ibn
Cebel, Ebû Zeyd, Zeyd ibn Sabit.
Râvî Katâde şöyle
demiştir: Ben Enes'e:
— Ebû Zeyd kimdir? diye sordum. Enes:
— Amcalarımdan biridir, dedi [35].
36-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Uhud günü askerler bozulup insanlar Peygamberin
yanından dağıldığı sırada Ebû Tal-ha, Peygamber'in önünde deriden kalkanını
O'na siper yaparak sebat etmiş bulunuyordu. Ebû Talha usta bir atıcı idi,
yayının kirişi sertti (oku hızlı giderdi). Uhud günü Ebû Talha (çok ok
attığından) iki yâhud üç yay kırıyordu. O gün Ebû Talha'nih yanından terkisi
okla dolu olarak geçen her mücâhide Peygamber:
— "Terkindeki okları Ebû Talha'nın önüne
boşalt" derdi. Peygamber düşman okçularına bakmak için ayağa kalktığında
hemen Ebû Talha:
— Yâ Nebiyyallah!
Babam, anam sana feda olsun, sakın yükselme! Düşman oklarından biri sana
isabet etmesin! Benim göğsüm senin göğsünün önündedir (yânî ona siperdir)!
derdi.
Yemîn olsun ben Uhud
günü Ebû Bekr'in kızı Âişe ile annem Ümmü Suleym'i (mücâhidler arasında)
görmüşümdür: Bu iki kadın, elbiselerini çemremişlerdi. Ben onların bacaklarının
hamallarını görüyordum. Bunlar arkalarında kırbalar naklediyorlar, çeviklikle
su taşıyorlar, yaralıların ağızlarına döküyorlardı. Kırbalar boşalınca
sür'-atle geri dönüp gelerek kırbaları dolduruyorlar, sonra gelip yaralı
mü-câhidlerin ağızlarına boşaltıyorlardı. Yemîn olsun yine Uhud günü Ebû
Talha'nın elinden (düşmanın vurmalanyle) iki yâhud üç kerre kılıç düşmüştü [36].
37-.......Sa'd
ibn Ebî Vakkaas (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber^)'den (şimdi) yeryüzünde
gezen hiçbir kimse için "Bu cennet ehlindendir" buyururken işitmedim.
Ancak Abdullah ibn Selâm müstesnadır. Peygamber bu sözü Abdullah ibn Selâm
için söylemiştir ve şu âyet onun hakkında inmiştir:
"De ki: Bana
haber verin, eğer (bu Kur'ân) Allah tarafından olup da siz (buna rağmen) onu
inkâr ediyorsanız ve İsrail oğullan'ndan bir şâhid de onun benzerine
(istinaden) bana şâhidlik etmiş, îmân etmiş olduğu hâlde siz (îmân etmeyi)
kibirinize yediremiyorsanız (zulmetmiş olmaz mısınız) ? Şübhe yok ki, Allah, o
zâlimler güruhunu muvaffak etmez" (el-Ahkaaf: 10) [38].
Râvî Abdullah ibn
Yûsuf: Ben İmâm Mâlik'in bu âyetin nüzulünün bu kıssanın içinde olduğunu kendi
nefsinden mi söyledi yâhud bu hadîsin içinde midir; bilmiyorum, demiştir.
38-.......Kays
ibn Ubâd şöyle demiştir: Ben Medine Mescidi içinde oturuyordum. Derken yüzü
üzerinde huşu' eseri bulunan bir adam içeriye girdi. Orada bulunanlar:
— tşte bu, cennet ehlinden bir kimsedir,
dediler.
O zât, içlerinde
uzatma yapmadan hafifçe iki rek'at namaz kıldı. Sonra dışarıya çıktı. Ben de
onun arkasından gittim ve kendisine:
— Sen mescide girdiğin
zaman, oradaki insanlar senin hakkında: İşte bu, cennet ehlinden bir kimsedir
dediler, dedim.
O zât şöyle dedi:
— Vallâhî hiçbir kimseye
bilemeyeceği şeyi söylemesi lâyık olmaz. Bu söz niçin söylendi, ben sana
söyleyeceğim: Ben Peygamber zamanında bir ru'yâ gördüm ve bunu Peygamber'e
anlattım. Şöyle ki: Ru'yâmda ben kendimi bir bahçe içinde gördüm. -Abdullah ibn
Selâm, o bahçenin genişliğini, yeşilliğini zikretti.- Ve o bahçenin ortasında
demirden bir direk vardı. Bu direğin alt tarafı yerde, yukarısı gökte idi.
Yukarısında da tutunacak bir kulp, bir çember vardı. Bana: Haydi bu direğe çık!
denildi. Ben: Muktedir olamam, dedim. Bunun üzerine yanıma bir hizmetçi geldi.
Ve arkamdan elbisemi tutup yukarı kaldırdı. Bu suretle ben direğin tâ
tepesinde oluncaya kadar yükseldim ve kulpu yakaladım. Bana: Halkayı iyi tut,
bırakma! diye tenbîh edildi. Bu sırada ben o halka elimde olarak uyandım. Akabinde
ben bu ru'yâmı Peygamber'e naklettim. Peygamber (ta'bîr ederek):
"Gördüğün bu bahçe islâm Dtni'dir. O direk de İslâm Dîni'nin direği (olan
tevhîd)dir. O kulp da çok sağlam olan (îmân kulpu Urve-tu'1-vuska)^//-. Sen
ölünceye kadar İslâm Dîni üzere yaşayacaksın" buyurdu [39].
(Râvî:) İçeriye gelen
bu huşû'lu adam Abcmıian ıon aeiam uı, demiştir.
Ve bana Halîfe ibn
Hayyât söyledi: Bize Muâz tahdîs etti: Bize İbnu Avn, Muhammed ibn Şîrîn'den
tahdîs etti: Bize Kays ibn Ubâd, Abdullah ibn Selâm şöyle dedi., diye tahdîs
etti. Bunda "Minsaf" yerine "Vasıf" kelimesini söyledi.
39-.......Ebû
Burde Âmir ibn Ebî Mûsâ el-Eş'arî şöyle demiştir: Ben Medîne'ye geldim ve
Abdullah ibn Selâm'a kavuştum. O:
— Benimle gelmez
misin? Sana sevîk aşı ve hurma yedireyim ve sen büyük bir eve de girersin,
dedi.
Sonra şunları söyledi:
— Sen ribâsı çok
yaygın olan bir arazîde (Irak'ta) ikaamet ediyorsun. Senin herhangibir adam
üzerinde bir hakkın sabit olup da o kişi sana bir saman çöpü ağırlığında yâhud
bir arpa ağırlığında yâ-hud da bir yonca ağırlığında birşey hediye verirse, sen
sakın onu alma. Çünkü o verilen şey, ribâ'dır [40].
Bu hadîsi Şu'be'den
rivayet eden en-Nadr ibn Şumeyl, Ebû Dâ-vûd et-Tayâlisî ve Vehb ibn Cerîr:
"Sen bir eve girersin" sözünü zik-retmemişlerdir [41].
40-.......Urve
şöyle demiştir: Ben Abdullah ibn Ca'fer'den işittim, şöyle dedi: Ben amcam
Alî(R)'den işittim, şöyle diyordu: Ben Rasûlullah'tan işittim, şöyle
Duyuruyordu.
H ve yine bana Sadaka
ibnu'1-Fadl tahdîs etti: Bize Abde, Hi-şâm ibn Urve'den haber verdi ki, babası
Urve şöyle demiştir: Ben Abdullah ibn Ca'fer'den; o da amcası Alî(R)'den ki,
Peygamber (S): "(Zamanındaki) Dünyâ kadınlarının hayırlısı Meryem'dir. Bu
ümmet kadınlarının hayırlısı da Hadîce'dir'' buyurmuştur [43].
41-.......BanaHişâm,
babası Urve'den yazdı ki, Âişe (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber'in hiçbir
kadınına karşı Hadîce'yi kıskandığım kadar kıskanmadım. Hadîce, Peygamber
benimle evlenmeden önce ölmüştü. Bu kıskançlığımın sebebi, Peygamber Hadîce'yi
anarken işitip durmam; Allah'ın Peygamber'e, Hadîce'yi cennette inciden bir
evle müjdelemesini emretmesi ve bir de Peygamber koyun keserdi ve o koyunun
etinden ihtiyâçlarına yetecek kadar Hadîce'nin sâdık kadın dostlarına hediye
verir olmasıdır.
42-.......Âişe
(R): Rasûlullah'ın Hadîce'yi çok zikretmesinden dolayı ben hiçbir kadına karşı
Hadîce'yi kıskandığım derecede kıskanç olmadım, demiştir.
Yine Âişe: Rasûlullah,
Hadîce'nin ölümünden üç sene sonra benimle evlendi. Azız ve Celîl olan Rabb'ı
yâhud Cibril aleyhi's-selâm, Rasûlullah'a, Hadîce'yi cennette inciden bir ev
ile müjdelemesini emretti, demiştir.
43-.......Aişe
(R) şöyle demiştir: Ben Peygamber'in kadınlarından hiçbirisi hakkında,
Hadîce'ye karşı kıskançlığım derecesinde kıskanç olmadım. Hâlbuki ben
Hadîce'yi (kumam olarak) görmemiştim. Fakat Peygamber (S) onun adını çok
anardı. Çok defa koyun keserdi, sonra da etini uzuv uzuv parçalar, daha sonra
onları Hadîce'nin sâdık kadın dostlarına gönderirdi. Bâzı defa ben
sabırsızlanarak, Pey-gamber'e hitaben:
— Sanki yeryüzünde hiç
kadın yok da yalnız Hadîce var! diye ta'rîz ederdim.
Rasülullah da:
— "Hadîce şöyle idi, Hadîce böyle idi>f
(diye iyiliklerini sayar) ve "Ondan benim çocuklarım var" buyururdu [44].
44- Bize
Müsedded tahdîs etti. Bize Yahya (ibn Saîd el-Kattân) tahdîs etti ki, İsmâîl
ibn Ebî Hâlid şöyle demiştir: Ben, Abdullah ibn Ebî Evfâ'ya:
— Peygamber (S)
Hadîce'ye müjde verdi mi? dedim.
O:
— Evet, içinde gürültü
patırtı olmayan ve çalışma çabalama da
olmayan inciden bir ev
ile müjdeledi, dedi.
45-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: (Hıra Daği'nda iken) Cibril, Peygamber'e geldi de:
— Yâ Rasûlallah! İşte
şu Hadîce'dir. Sana doğru geliyor. Yanında bir kap var, içinde katık yâhud
yiyecek şey yâhud şerbet var. Hadîce sana geldiğinde ona Rabb'inden ve benden
selâm söyle! Ve cennette inciden yapılmış bir sarayla müjdele ki, onun içinde
gürültü patırtı yok, çalışmak çabalamak da yok! buyurdu.
Ve İsmâîl ibn Halîl
şöyle dedi: Bize Alî ibn Mushir, Hişâm'dan; o da babası Urve'den haber verdi
ki, Âişe (R) şöyle demiştir: Bir ker-re Hadîce'nin kızkardeşi Hâle bintu
Huveylid (Medine'ye gelip) Ra-sûlullah'ın huzuruna girmek için izin istedi.
Rasûlullah (iki kızkardeşin seslerindeki benzeyişle) Hadîce'nin izin isteyişini
hatırladı ve bunun için hâli de değişti. Ve:
— "Yâ Allah, izin isteyeni Hâle kıl!"
diye dua etti. Âişe dedi ki: Artık kıskandım da:
— Ağzının iki
tarafında diş etlerinin kızartısından başka bir beyazlık kalmayan ve zaman
içinde ölen ihtiyar Kureyş kadınlarından bir kocakarının nesini anarsın? Allah
onun yerine sana, ondan daha hayırlısını vermiştir! diye Rasûlullah'ı
karşıladım [45].
46-.......Kays
şöyle demiştir: Ben onu şöyle derken işittim: Cerîr ibn Abdillah (R): Ben
islâm'a girdiğimden beri Rasûlullah beni huzuruna girmekten men' etmedi ve beni
her gördüğünde muhakkak gülümsedi, demiştir [46].
Yine Kays ibn Ebî
Hâzım'dan: Cerîr ibn Abdillah şöyle demiştir: Câhiliyet devrinde Zu'1-Halasa
denilen bir ev vardı. Ona Yemen-liler'in Ka'besi adı verildi. Mekke'dekine de
el-Ka'betu'ş-Şâmiyye denilirdi. Rasûlullah (S) bana:
— "Sen beni şu
Zu'l-Halasa'dan rahata kavuşturur musun?" dedi.
Cerîr dedi ki: Bunun
akabinde ben onun halkıyle harb etmek üzere Ahmes kabilesinden yüzelli binekli
ile oraya hareket ettim.
Cerîr dedi ki: Nihayet
bizler o evi kırıp parçaladık. Yanında bulduğumuz kimseleri de öldürdük. Sonra
gelip yaptıklarımızı Rasûlul-lah'a haber verdik, O da bizlere ve Ahmes
kabilesine duâ etti [47].
47-.......Bize
Seleme ibn Recâ, Hişâm ibn Urve'den; o da babası Urve'den haber verdi ki, Âişe
(R) şöyle demiştir: Uhud harbi günü olunca müşrikler açık bir bozguna
uğradılar. Bu sırada îblîs, müslümânlara:
— Ey Allah'ın kulları!
Arkanızdakileri (öldürün yâhud yardım edin)! diye bağırdı.
Bu bağırma üzerine
müslümânlann öncüleri, arkadakilere karşı döndü ve arkadakilerle çetin bir
harbe tutuştular. Bu sırada Huzeyfe baktı ki, babası Yemân da oraya gelmiş.
Hemen:
— Allah'ın kulları, o babamdır, o babamdır!
diye nida etti. Âişe dedi ki: Vallahi müslümânlar, Yemân'ı öldürünceye kadar
vurmaktan
ayrılmadılar.
Huzeyfe, babasının
böyle hatâ ile öldürülmesi üzerine öldürenlere sâdece:
— Allah sizlere mağfiret
eylesin,.. (Yûsuf: 92) dedi.
Râvî Hişâm dedi ki:
Babam Urve: Allah'a yemîn ederim ki, Huzeyfe Azîz ve Celîl olan Allah'a
kavuşuncaya kadar babası Yemân'-m kaatiline bir duâ ve istiğfar bakıyyesi,
Huzeyfe'de devam edip durmuştur, dedi [48].
48-.......
Âişe (R) şöyle demiştir: Utbe ibnu Rabîa'mn kızı Hind geldi ve:
— Yâ Rasûlallah!
Vaktiyle yeryüzünde Senin hâne halkın kadar zelîl ve harâb olmalarını istediğim
hiçbir ev halkı yoktu. Sonra bu gün oldu, yeryüzünde Senin ev halkın kadar azîz
olmalarını istediğim hiçbir ev halkı yoktur, dedi.
Hind dedi ki:
Rasûlullah da Hind'e:
— "Nefsim elinde olan Allah'a yemîn ederim
ki, ben de sana nisbetle senin gibiyim" dedi.
Yine Hind:
— Yâ Rasûlallah!
(Kocam) Ebû Sufyân çok cimri bir adamdır. Onun malından (gizlice alıp da) aile
halkımızı yedirmemde bana günâh var mıdır? diye sordu.
Rasûlullah:
— "Bunun ancak örf ve âdete göre olmasını
düşünürüm (bundan fazlasını değil)" buyurdu [49].
49-.......Bize
Mûsâ ibn Ukbe tahdîs etti. Bize Salim ibn Abdillah, babası Abdullah ibn
Umer(R)'den şöyle tahdîs etti: Peygamber (S) peygamberlik ve vahiy gelmezden
önce Beldah vadisinin alt tarafında Zeyd ibn Amr ibn Nufeyl ile buluştu. Bu sırada
Peygamber'e (Kureyş tarafından) bir sofra ve bir mikdâr yemek takdîm edildi.
(Peygamber yemedi.) Zeyd de yemekten çekindi. Sonra Zeyd, Kureyş'e karşı:
— Ben sizin putlarınız
adına kesmekte olduğunuz hayvanların etlerinden yemem. Ben yalnız üzerine Allah
adı anılarak kesilen hayvan etini yerim! dedi.
Abdullah ibn Umer
devamla dedi ki: Muhakkak ki Zeyd ibn Amr, Kureyş'e karşı onların bu yolda
kestikleri hayvanlarını ayıplardı da, onların bu âdetlerini reddederek ve
nazarlarında büyütüp canlandırarak:
— (Ey Kureyş!) Koyun
Allah'ın yarattığı bir hayvandır. Allah onu yaratmış ve onun faydalanması için
gökten yağmur yağdırmış, yerden de onun gıdasını bitirmiştir. Sonra siz
(Allah'ın yarattığı, besleyip büyüttüğü) bu hayvanı Allah adından başka bir ad
anarak kesiyorsunuz! der idi [51].
Geçen senedle Mûsâ ibn
Ukbe dedi ki: Bana Salim ibn Abdillah tahdîs etti. Ben Sâlim'în bu hadîsi ancak
Abdullah ibn Umer'den tahdîs etmekte olduğunu biliyorum (o, şöyle demiştir):
Zeyd ibn Amr ibn'Nufeyl, Mekke'den Şam'a doğru çıktı da tevhîd dîninden soruyor
ve ona tâbi' olup, onu arıyordu. Derken Yahûdîler'den bir âlime kavuştu da ona
dînlerinin mâhiyetinden sordu. Ve:
— Belki ben de sizin
dîninize girerim. Onun için bana dîninizin hâlini haber ver, dedi.
Yahûdî âlim, Zeyd'e:
— Sen Allah'ın
gadabından payını almadıkça bizim dînimiz üzere olamazsın, dedi.
Zeyd de ona:
— Ben ancak Allah'ın
gadabmdan kaçıyorum, ben ebeden Allah'ın gadabından hiçbirşey taşımam ve ben
onu taşımamaya muktedir hâldeyim. Sen bana dînlerden bir başka dîne delâlet
eder misin? dedi.
Âlim:
— Ben o dînin ancak
Hanîf Dîni olabileceğini biliyorum, dedi. Zeyd:
— Hanîf Dîni nedir? dedi. Yahûdî âlimi:
— O, îbrâhîm Dîni'dir.
İbrâhîm ne bir Yahûdî, ne de bir Hristi-yan'dı. O, Allah'tan başkasına ibâdet
etmezdi, dedi [52].
Zeyd onun yanından
çıktı ve Hristiyanlar'dan bir âlime kavuştu. Ona da Yahûdî âlimine söylediği
gibi söyledi. O da Zeyd'e:
— Sen Allah'ın
la'netinden nasîbini almadıkça asla bizim dînimiz üzere olamayacaksın, dedi.
Zeyd ona da:
— Ben ancak Allah'ın
la'netinden kaçmaktayım, ben ebeden Allah'ın la'netinden de, gadabından da
hiçbirşey taşıyamam. Ben bunu taşımamaya muktedir hâlde bulunuyorum. Sen bana
başka dîne delâlet eder misin? dedi.
Hristiyan âlimi:
— Ben o dînin ancak
Hanîf Dîni olabileceğini biliyorum, dedi. Zeyd:
— Hanîf Dîni nedir? dedi. Hristiyan âlimi:
— îbrâhîm Dîni'dir. O
ne bir Yahûdî, ne de bir Hristiyân'dı ve yalnız Allah'a ibâdet ederdi, dedi.
Zeyd, bunların İbrâhîm
Peygamber hakkındaki sözlerini görünce, oradan çıktı ve onların arazîsinden
dışarı çıkınca iki elini yukarıya kaldırdı da şöyle dua etti:
— Yâ Allah, ben Seni
şâhid tutuyorum: Ben ibrâhîm Dîni üzereyim, dedi.
Ve el-Leys ibn Sa'd
şöyle demiştir: Bana Hişâm, babası Urve ibnu'z-Zubeyr'den; o da Ebû Bekr'in
kızı Esmâ'dan olmak üzere şöyle yazdı: Esma şöyle demiştir: Ben Zeyd ibn Amr
ibn NufeyPi, sırtını Ka'be'ye dayamış olduğu hâlde ayakta gördüm, şöyle
diyordu:
— Ey Kureyş
toplulukları! Allah'a yemîn ediyorum ki, benden
başka sizlerden
hiçkimse îbrâhîm Dîni üzere değildir! [53].
Râvî dedi ki: Zeyd,
diri diri gömülecek kız çocuklarına hayât bahşederdi. O, kızını öldürmek
isteyen kimseye:
— Onu öldürme, ben
onun yaşama masrafını sana veririm, derdi ve o kızı yanına alırdı.
Kız çocuğu hareket
edip yetişince de babasına:
— istersen kızı sana
geriye vereyim, ister-onun masrafım da sana ödeyeyim, der idi [54].
50-.......Bana
Amr ibnu Dînâr, Câbir'den işittiğini haber verdi: Câbir ibn Abdillah (R) şöyle
demiştir: Ka'be bina edileceği zaman Peygamber ile amcası Abbâs, gidip
sırtlarında taşlan naklediyorlardı. Amcası Abbâs, Peygamber(S)'e hitaben:
— tzârını boynunun
üzerine koy da seni taşların sürtmesinden korusun, dedi.
(Peygamber izârını
çözüp omuzlarının üzerine koyunca) hemen bayılıp yere düştü ve gözleri
gökyüzüne doğru dikildi. Sonra ayıldı da( amcasına):
— "îzârımı ver, izârımı ver" dedi.
İzârını alıp üzerine
bağladı [56]. .
51-.......Amr
ibn Dînâr ile Ubeydullah ibn Ebî Yezîd şöyle demişlerdir: Peygamber (S) zamanında
Ka'be'nin etrafında duvar yoktu. İnsanlar Beyt'in etrafında namaz kılarlardı.
Nihayet Umer halîfe olunca, Ka'be'nin etrafına bir duvar bina etti.
Ubeydullah: Beyt'in
etrafındaki duvar kısa idi. Onu Abdullah ibn Zubeyr uzun ve yüksek bina etti,
demiştir [57].
52-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Âşûrâ, Câhiliyet devrinde Kureyş'in oruç tutar olduğu bir
gündü. Peygamber (S) de âşûrâ orucunu tutardı. Medine'ye geldiği zaman da bu
orucu tuttu ve sahâbîlerine de bu orucu tutmalarını emretti. (İkinci sene)
Ramazân orucu emri inince, isteyen âşûrâ orucunu tuttu, isteyen onu tutmaz oldu
[59].
53-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Câhiliyet devrinde müşrikler hacc aylarında umre
yapmayı yeryüzünde işlenen günâhlardan görürlerdi. Ve muharrem ayına safer
ismini verirlerdi de: "Devenin arkasındaki yara iyi olur; hacıların ayak
izleri gider; (safer ayı da çıkarsa) artık umre etmek işte o zaman umreciye
halâl olur" derlerdi.
İbn Abbâs dedi ki:
Rasûlullah (S) sahâbîieriyle beraber (zu'l-hiccenin) dördüncü gecesi sabahında
hacc niyetiyle telbiye ederek Mekke'ye geldiler. Peygamber (S), sahâbîlerine
hacclarmı umreye çevirmelerini (tavaf, sa'y ve tıraşla ihramdan çıkmalarını)
emretti. Sahâbîler (hacc aylarında umre etmeyi günâh saydıkları için):
— Yâ Rasûlallah! Bu nasıl hılldır, nasıl
umredir (ihramın haram kıldığı şeyleri bu da halâl kılar mı)? dediler.
Peygamber:
— "Bu umrenin yerine getirilmesi, bunların
hepsini halâl kılar" buyurdu [60].
54-.......Amr
ibn Dînâr şöyle der idi: Bize Saîd ibnu'l-Müseyyeb, babası Müseyyeb'den; o da
Saîd'in dedesi Hazn el-Muhâcirî'den tahdîs etti. O (Câhiliyet devrinde
Kureyş'in şerîflerindendi) şöyle demiştir: "Câhiliyet devrinde büyük bir
seyl geldi de (Mekke üzerinde yükselen) iki tepe arasını kaplayıp
bürüdü".
Sufyân ibn Uyeyne dedi
ki: Amr ibnu Dînâr da:
— Şübhesiz bu, uzun
bir kıssası olan bir hadîstir, der idi [61].
55-.......Kays
ibn Ebî Hazım şöyle demiştir: Ebû Bekr, Buceyle kabilesinin Ahmes kolundan
Zeyneb denilen bir kadının yanına girdi ve onu konuşmuyor gördü. Yanındakilere:
— Bu kadının nesi var
ki konuşmuyor? diye sordu. Oradakiler:
— Konuşmayarak hacc yaptı, dediler.
Ebû Bekr, kadına:
— Konuş, çünkü
konuşmamak halâl olmaz; bu konuşmamak, Câhiliyet amelindendir, dedi.
Bunun üzerine kadın
konuştu da Ebü Bekr'e:
— Sen kimsin? diye sordu. Ebû Bekr:
— Muhacirler'den bir
adamım, dedi. Kadın:
— Hangi muhacirler? dedi. Ebû Bekr:
— Kureyş'ten olan muhacirler, dedi. Bu sefer
kadın:
— Sen Kureyş'in hangi boyundansın? dedi. Ebû
Bekr:
— Sen çok suâl sorucu
bir kadınsın. Ben, Ebû Bekr'im, dedi. Kadın:
— Câhiliyet devrinin
ardından Allah'ın bize getirmiş olduğu bu iyi iş (yânı İslâm Dîni) üzerinde
bekaamız ne kadar olur? dedi.
Ebû Bekr:
— İslâm üzerinde bakî
olmanız, imamlarınız sizleri dosdoğru tuttuğu müddetçe olur, dedi.
Kadın:
— İmamlar nedir? diye sordu. Ebû Bekr:
— Senin kavminin
onlara emretmekte olan ve onların da kendilerine itaat etmekte bulundukları
birtakım başkanları ve şerifleri vardır, değil mi? dedi.
Kadın:
— Evet, vardır, dedi.
Ebû Bekr:
— İşte onlar, insanlar
üzerinde doğrultucu önderlerdir, dedi [62].
56-.......Bize
Alî ibnu Mushir, Hişâm'dan; o da babası Urve'den haber verdi ki, Âişe (R) şöyle
demiştir: Arab kabilelerinin birine âid siyah bir kadın müslümân oldu. İşte o
kadının Mescid'de küçük bir odacağı vardı. Âişe dedi ki: Bu kadın her vakit
bize gelir ve yanımızda konuşurdu. Konuşmasını bitirdiği zaman:
— Ve yevmu'î-vuşâhı min teâcîbi Rabbinâ Ela
innehû min beldeti'l-küfri encânî
(= Vuşâh işinin olduğu
gün Rabb'imizin yarattığı acîblerden-dir. Şübhesiz ki O küfür beldesinden
kurtarmıştır) der idi.
Kadın bu mısra'ı çok
söyleyince Âişe ona:
— Vuşâh günü nedir?
diye sordu [63]. Bunun üzerine o kadın
şöyle anlattı:
— Ailemden birine âid
bir kız çocuğu, üzerinde kırmızı tirşeler dizilmiş deriden bir kemer olduğu
hâlde dışarı (yıkanmaya) çıkmıştı. O meşin kemer kendisinden düştü (yâhud, onu
kendisi üzerinden çıkardı). Hemen o kırmızı kemer üzerine bir çaylak indi, ve
onu semiz bir et parçası sanarak kapıp gitti. (Kız dedi ki:) Ev halkı beni
hırsızlıkla ittihâm ettiler ve o kemer yüzünden bana azab verdiler. Hattâ benim
işim o dereceye ulaştı ki, onlar benim Ön tarafımda bile o kemeri araştırdılar.
Onlar bu vaziyette benim etrafımda bulundukları ve ben de kederim içinde
bunaldığım bir sırada, birden o çaylak (tekrar) yönelip geldi ve tam başlarımız
hizasına ulaştı. Sonra o kemeri aşağıya attı. Arayıcılar hemen onu aldılar.
Bunun üzerine ben onlara:
— İşte beni ittihâm
ettiğiniz şey! Hâlbuki ben hırsızlıktan berî bulunuyorum, dedim [64].
57-.......
Abdullah ibn Umer(R)'den: Peygamber (S):
— "Dikkat edin! Her kim yemîn etmek
zorunda kalırsa yalnız Allah adiyle yemîn etsin (başka birşeye yemîn
etmesin)" buyurdu.
Abdullah: Kureyş,
babalan üstüne yemîn ederlerdi ve Peygamber onlara:
— "Babalarınızın üstüne yemîn etmeyiniz'*
buyurdu, demiştir [65].
58-.......Amr
ibnu'I-Hâris haber verdi ki, kendisine el-Kaasım'ın
oğlu Abdurrahmân,
babası Kaasım'ın cenazenin önünde yürür ve cenaze için ayağa kalkmaz olduğunu
ve Âişe'den şöyle dediğini haber verir olduğunu tahdîs etmiştir: Âişe:
— Câhiliyet ahâlîsi
cenaze için ayağa kalkarlar ve cenazeyi gördükleri zaman "Sen şimdi
hayâtta olduğu gibisin (şerrli isen şerrli, hayırlı isen hayırlısın)"
derlerdi [66].
59-.......Amr
ibn Meytnûn şöyle demiştir: Umer ibn Hattâb (R)
şöyle dedi: Müşrikler,
güneş Sebîr Dağı üzerine doğmadıkça Müzde-life'den Minâ'ya dönmezlerdi.
Peygamber (S) Kureyş müşriklerine muhalefet etti de güneş doğmazdan evvel
(alaca karanlıkta) Müzde-life'den Minâ'ya döndü [67].
60- Bana
İshâk ibn İbrâhîm tahdîs edip şöyle dedi: Ben Ebû Usâme'ye: Size Yahya
ibnu'l-Muhelleb tahdîs etti. Bize Husayn, İkrime'den ve "Ke'sen dıhâkan =
Arka arkaya dolu" diye tahdîs etti. Ve yine îkrime dedi ki: İbn Abbâs: Ben
babam Abbâs'tan işittim, Câhiliyet devrinde hizmetçisine: "Bizi arka
arkaya dolu kadehle sula" diyordu, demiştir[68].
61-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle dedi: Peygamber (S): "Şâir sınıfının söylediği en doğru
söz, Lebîd'in:
Elâ kullu şey'in mâ
haîâ'Ilahe bâtılu Ve kullu naîmin îâ mahâleîe zâilu
(= İyi bilin ki
Allah'tan başka herşey bâtıldır,
Her ni'met de hiç
şübhesiz zail olucudur)
kelâmıdır.
Umeyyetu'bnu Ebi's-Salt da şiirlerinde müslümân olmağa yaklaşmıştı"
buyurmuştur [69].
62-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Ebû Bekr'in bir kölesi vardı. kazancından Ebû Bekr'in
ta'yîn ettiği mikdâr haracı, her gün Ebû Bekr'e verir idi. Ebû Bekr onun
haracından yer idi. O köle bir gün kazancından birşey getirdi, Ebû Bekr de
ondan yedi. Köle, Ebû Bekr'e:
— Bu sana getirdiğim
şeyin ne olduğunu biliyor musun? dedi. Ebû Bekr:
— O nedir? dedi. Köle şöyle dedi:
— Ben Câhiliyet
devrinde bir insana kâhinlik yapar, gâibden birtakım haberler verirdim. Fakat
ben kâhinliği güzel yapamıyor, sâdece o insanı aldatıyordum. O insan bana
kavuştu da, bu kâhinlik mukaabilinde bana atıyye verdi. İşte şimdi senin
yediğin şey, o bana verilen maldır, dedi.
Bunun üzerine Ebû
Bekr, elini ağzına soktu da karnındaki her-şeyi kustu [70].
63-.......İbn
Umer (R) şöyle demiştir: Câhiliye devri halkı deve etlerini, gebe bir devenin
doğurmasına ta'lîkan alıp satarlardı. îbn Umer: "Habelu'l-habele" bir
devenin karnındaki yavruyu doğurması, sonra bu doğan dişi yavrunun da gebe
kalması demektir. Peygamber (S) insanları bu habelu'l-habele satışından (yânı
gebe devenin dişi doğan yavrusunun gebeliğini satmaktan) nehyetti, dedi [71].
64-.......Gaylân
ibn Cerîr şöyle tahdîs etmiştir: Biz Basra'da Enes ibn Mâlik'in yanına gelirdik
de, o bize Ensâr'm haberlerinden tahdîs ederdi: Senin kavmin (Câhiüyet'te) şu
ve şu günlerde şöyle şöyle yaptı; senin kavmin de şu ve şu günlerde şunu ve
şunu yaptı, der idi [72].
65-.......Bize
Ebû Yezîd el-Medenî, İkrime'den tahdîs etti ki, Ibn Abbâs (R) şöyle demiştir:
Câhiliye devrinde yapılan ilk kasâme
yemini, muhakkak biz
Hâşim oğullan içinde olmuştur. Şöyle ki: Hâ-şim oğulları'nın bir adamı vardı.
Onu Kureyş'in diğer bir boyundan bir adam ücretle hizmetçi tuttu. İşte bu
ücretle tutulan hizmetçi, efen-disiyle beraber Şam'a giden develeri içinde
gitti. Yolda o hizmetçiye Hâşim oğullarından bir adam uğradı. Bu adamın deriden
çuvallarının kulpları kopmuştu. Bu adam, ücretli hizmetçiye:
— Bana bir iple yardım
et de onunla çuvallarımın kulplarını bağlayayım, develer de kaçmaz, dedi.
Hizmetçi ona bir ip
verdi. O da bununla çuvallarının saplarını bağladı. Bir yere konak ettikleri
zaman, bir tek deve müstesna, bütün develer bağlandı. (O tek deve de ipiyle
çuvalların kulpu bağlandığından, onu bağlayacak bir ip bulunmadığı için
bağlanmamıştı.) Ücretli tutan efendi, hizmetçiye:
— Develerin arasında
bağlanmamış olan bu devenin hâli nedir? dedi.
Hizmetçi:
— Onun ipi yoktur, dedi. Efendi:
— Onun ipi nerede? diye sordu.
(el-Fâkıhî, Buhârî'nin
şeyhi Ebû Ma'mer'den gelen rivayette şunu ziyâde etti: Bana Hâşim oğulları'ndan
bir adam uğradı. Çuvallarının ipleri kopmuştu. Benden yardım istedi, ben de ona
bunun ipini verdim, demiştir.)
Bunun üzerine efendi,
hizmetçiye bir asâ attı. Hizmetçinin eceli bu atışta oldu, ağır yaralandı. Ağır
yaralı iken daha Ölmeden yanına Yemen'den bir adam uğradı. Yaralı, o gelen
adama:
— Sen hacc mevsiminde hazır bulunur musun?
dedi. O:
— Ben her zaman orada
hazır bulunmam, bazen hazır bulunurum, dedi.
Yaralı ona:
— Sen zamandan bir
kerre benden bir elçiliği tebliğ eder misin? dedi.
O zât:
— Evet tebliğ ederim,
dedi. Yaralı:
— Sen hacc mevsiminde
hazır bulunduğun zaman "Yâ Kureyş ehli!" diye nida et. Sana cevâb
verdiklerinde tekrar: "Ey Hâşim oğulları hanedanı!'' diye nida et. Eğer
sana icabet ederlerse onlardan Ebû Tâlib'i sor ve ona,beni ücretle tutan fulân
kimsenin bir ip sebebiyle beni öldürdüğünü haber ver, dedi.
Ve ücretli bu vasiyeti
Yemenli'ye yaptıktan sonra öldü.
Nihayet ücretle tutan
adam Mekke'ye gelince, Ebû Tâlib ona geldi de:
— Arkadaşımız ne yaptı? diye sordu. Oda:
— Hastalandı, onun
işlerini güzelce yerine getirdim ve onun defnini de üzerime aldım, dedi.
Ebû Tâlib:
— O, senin tarafından bu hizmetleri hakk
etmişti, dedi. Bunun üzerinden bir zaman geçti. Sonra o hizmetçinin tebliğ etmesini
vasiyet etmiş olduğu Yemenli zât, hacc mevsimine geldi. Ve:
— Ey Kureyşliler! diye
nida etti. Ona:
— İşte şunlar Kureyş'tir, dediler. O zât bu
sefer:
— Ey Hâşim oğulları! diye nida etti. Hazır
bulunanlar:
— Hâşim oğulları şunlardır, dediler. O zât:
— Ebû Tâlib nerededir? dedi. Oradakiler:
— Ebû Tâlib şu adamdır, diye gösterdiler. Bu zât
ona:
— Fulan kimse bana,
sana bir elçilik teblîğ etmemi; Fulân kişinin bir ip yüzünden kendisini ağır
yaralayıp öldürdüğünü teblîğ etmemi emretti, dedi.
Akabinde Ebû Tâlib o
efendiye geldi de, ona:
— Bizden üç şeyin
birini tercih et: Eğer istersen yüz deve diyet öde; çünkü arkadaşımızı sen
öldürdün. Eğer istersen kavminden elli kişi senin onu öldürmediğine yernîn
etsinler. Eğer bu tekliflerimizi kabul etmezsen, o ölen arkadaşımıza mukaabil
seni öldürürüz, dedi.
Bunun üzerine o efendi
kendi kavmine geldi ve bu vaziyeti onlara söyledi. Onlar:
— Yemîn edelim, dediler.
Bu sırada Ebû Tâlib'e
Hâşim oğullan'ndan bir kadın geldi (ki bu kadın, ölenin kızkardeşi Zeyneb bintu
Alkame idi). Bu kadın onlardan Abdu'1-Uzzâ ibn Kays adında bir adamın nikâhı
altında idi ve o adama bir çocuk doğurmuştu. Ebû Tâlib'e:
— Yâ Ebâ Tâlib! Benim
şu oğlumu o elli kişiden bir adam yerine tutmanı, fakat ona, yemînlerin
yaptırıldığı Ka'be rüknü ile Ma-kaam arasında yemîn ettirmemeni istiyorum,
dedi.
Ebû Tâlib, kadının
istediğim yaptı. Bu sırada onlardan bir adam geldi de:
— Yâ Ebâ Tâlib! Yüz
deve yerine onlardan elli adamın yemîn etmesini istedin. Herbir adama iki deve
isabet eder. İşte şunlar iki devedir. Sen bunları benim tarafımdan kabul et
de, yeminlerin yaptırıldığı yerde beni yemîn ettirme, dedi.
Ebû Tâlib o iki deveyi
de kabul etti.
Akabinde kırksekiz
adam geldi de (Ka'be'nin rüknü yamnda maktulün kanından berî olduklarına)
yemîn ettiler.
İbn Abbâs: Nefsim
elinde olan Allah'a yemîn ederim ki; onların yemîn etmeleri üzerinden bir yıl
geçmeden, o kırksekiz kişiden kımıldayan bir göz kalmadı (yânî hepsi ilâhî
ukubete uğrayıp helak oldu ve hepsinin ilkbaharda doğan deve yavruları, o
kadının çocuğu Hu-veytib'e âid oldu) [74].
66-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Buâs günü, Allah'ın kendi Rasûlü için hazırladığı bir
gündür ki, bu muharebenin netîcesi üzerine Rasûlullah, Medîne'ye gelmiştir.
Öyle bir hâlde ki, hicret sırasında muhârib Evs ile Hazrecliler'in cem'iyetleri
dağılmış, şerifleri öldürülmüş ve yaralanmışlardı. Allah bu muhâriblerin İslâm
Dîni'ne girmeleri için bu günü Rasûlü'ne hazırlayıp takdim etmiştir [75].
Ve İbnu Vehb şöyle
dedi: Bize Amr ibnu'l-Hâris, Bukeyr ibnu'I-Eşecc'den haber verdi ki, ona da İbn
Abbâs'ın kölesi Kureyb şöyle haber vermiştir: İbn Abbâs şöyle demiştir:
"Mekke vâdîsinin içinde Safa ile Merve arasında sa'y etmek bir sünnet
değildi. Orada ancak Câhiliye halkı sa'y ederler ve: Bathâ'yı, yânî seyl yerini
ancak şiddetli yürüyerek geçeriz, derlerdi [76].
67-.......Mutarrıf
şöyle haber verdi: Ben Ebu's-Sefer'den işittim, şöyle diyordu: Ben İbn
Abbâs(R)'tan işittim, şöyle diyordu:
— Ey insanlar! Benden
size söyleyeceğim şeyleri iyi işitin ve size söyleyeceklerimi bana tekrar edip
işittirin, (sözlerimi iyice zabtedip anlamadan) gidip de İbn Abbâs şöyle dedi,
îbn Abbâs böyle dedi demeyin: Her kim Beyt'i tavaf edecekse, Hıcr'm arka
tarafından tavaf etsin. Oraya Hatim diye isim vermeyin. Çünkü Câhiliyet
devrinde herhangi biri orada yemîn ederdi de (yemînin akdine alâmet olmak üzere)
oraya kamçısını yâhud ayakkabısını yâhud da yayını atar idi (işte eşyalarım
oraya attıklarından dolayı, orasını bu isimle isimlendirdiler) [77].
68-.......Amr
ibn Meymûn şöyle demiştir: Ben Câhiliyet devrinde zina etmiş olan bir maymunun
üzerine birçok maymunların toplanmış olduklarını gördüm. Maymunlar o zina eden
maymunu recm ettiler. Ben de o maymunlar topluluğunun beraberinde zina eden maymuna
taş attım [78].
69-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne, Ubeydullah'tan tahdîs etti ki, o İbn Abbâs(R)'ın şöyle
dediğini işitmiştir: "Bir takım hasletler Câhiliyet hasletlerindendir:
Neseblerde. kötüleme yapmak, ölü arkasından feryâdla ağlamak" dedi ve
râvî Übeydullah üçüncü hasleti unuttu.
Sufyân: Üçüncü
hasletin, yıldız hareketleriyle yağmur istemek olduğunu söylüyorlar, demiştir [79].
(O'nun Adnan'a kadar
uzanan neseb zinciri şöyledir:) Muharnmed ibn Abdilİah ibn Abdilmuttalib ibn
Hâşim
ibn Abdimenâf ibn
Kusayy ibn Kılâb ibn Murre ibn Ka'b ibn Lueyy ibn Gâlib ibn Fıhr ibn Mâlik
ibni'n-
Nadr ibn Kinâne ibn
Huzeyme ibn Müdrike ibn İlyâs ibn Mudar ibn Nizâr ibn Maad ibn Adnan [80]
70-.......îbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) kırk yaşında iken kendisine vahiy
indirildi. (Vahiy geldikten sonra) Mekke'de onüç sene ikaamet etti. Sonra
hicretle emrolunup Medine'ye hicret etti. Medine'de de on sene oturdu. Sonra
vefat etti [81].
71-.......Beyân
ibn Bişr ile İsmâîl ibn Ebî Hâlid, ikisi de şöyle demişlerdir; Biz Kays ibn Ebî
Hâzım'dan işittik, şöyle diyordu: Ben Habbâb ibn Erett'ten işittim, şöyle
diyordu: Peygamber (S) Ka'be'nin gölesinde kaftanını yastık yaparak dayandığı
bir sırada yanına geldim. Biz (İslâm'ın o ilk günlerinde) müşriklerden şiddetle
karşılanmış hâldeydik. Peygamber'e:
— (Bunların zulmünden
kurtulmamız için) Allah'a duâ edemez misin? dedim.
Peygamber, yüzü
öfkeden kıpkırmızı olduğu hâlde hemen oturdu ve şöyle buyurdu:
— "Yemin olsun sizden önceki ümmetler
içinde öyle kimse bulunmuştur ki, müşrikler tarafından kemiklerinin üstündeki
eti ve siniri demir tarakla taranırdı da bu işkence o mü'mini dîninden
çeviremezdi. Yine mü'minin başının ortasına büyük testere konulur başı ikiye
bölünürdü de, bu testere işkencesi o mü'mini dîninden çeviremezdi. Yeminle
söylüyorum ki, Allah bu İslâm Dîni işini muhakkak surette tamamlayıp kemâle
erdirecektir. O derece ki, bir süvârî (yalnız başına) San'â'dan Hadramevt'e
kadar, Allah'tan başka hiç-birşeyden korkmayarak (selâmetle) gidecektir".
Râvî Beyân kendi
rivayetinde: "Bir de sürüsü üzerine kurttan başka birşeyden korkmayarak"
fıkrasını ziyâde etmiştir [82].
72-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) -Mekke'de iken- en-Necm Sûresi'ni
okudu da sonunda secde yaptı. Orada bulunanlardan (mü'min müşrik) hiçbir kimse
hâriç kalmayıp, hep secde yaptılar. Yalnız bir ihtiyar secde etmedi. Ben onun
bir avuç toprak aldığını, onu alnına kadar kaldırıp onun üzerine secde ettiğini
gördüm. Ve o ihtiyar:
— Bu kadarı bana
yeter, dedi.
Yemîn olsun, ben o
ihtiyarı sonra (Bedir'de) Allah'a kâfir olarak, öldürülmüş gördüm [83].
73-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) -Ka'be yanında- secde yapıyordu.
Etrafında da Kureyş'ten birtakım insanlar oturuyorlardı. Bu sırada Ukbe ibn
Ebî Muayt, yeni boğazlanan bir devenin döl yerini getirdi de, onu Peygamber'in
sırtının üzerine attı. Peygamber secdeden başını kaldırmadı. Hemen Fâtıma
aleyhi's-selâm geldi ve Peygamber'in sırtından o döl yatağını aldı ve bunu
yapana beddua etti. Peygamber (secdeden kalkıp namazı bitirince):
— "Yâ Allah!
Kureyş'ten şu zümreyi sana havale ederim: Ebû Cehl, İbn Hişâm, Utbe ibnu Rabîa,
Şeybe ibn Rabîa, Umeyye ibn Halef yâhud Ubeyy ibn Halef".
Şübhe eden râvî, Şu'be
ibnu'1-Haccâc'dır.
ibn Mes'ûd dedi ki: Ben
bunların hepsim Bedir günü öldürülmüşler gördüm, hepsi orada bir kuyuya
atıldılar. Yalnız Umeyye ibn Halefin yâhud Ubeyy ibn Halefin eklemleri parça
parça olmuş bulunduğu için, kuyuya atılmadı [84]
74-.......Saîd
ibn Cubeyr şöyle demiştir: Abdurrahmân ibn Ebzâ bana: İbn Abbâs'tan şu iki
âyeti sor, bunların işi nedir (yânî bunlar arasını uyuşturma nasıldır)? diye
emretti:
a. "Ve onlar ki Allah'ın beraberinde diğer
bir tanrıya duâ etmezler, Allah *m haram kıldığı nefsi haksız öldürmezler ve
zina yapmazlar. Her kim bunları yaparsa, ağır cezaya çarpar" (ei-Furkaan:
68);
b. "Kim bir mü 'mini kasden öldürürse
cezası, içinde devâmh kalıcı olmak üzere, cehennemdir" (en-Nisâ: 93).
Ben İbn Abbâs'a
sordum. îbn Abbâs şöyle dedi: el-Furkaan Sûresi 'ndeki âyet inince Mekke
ahâlîsinin müşrikleri:
— Biz Allah'ın haram
kıldığı nefsi öldürdük, Allah'ın beraberinde diğer tanrıya duâ ettik ve bütün
fahişelikleri de İşledik (artık İslâm bize fayda vermez), dediler.
Bunun üzerine Allah
"Ancak tevbe ve îmân edip iyi amelde bulunanlar başka. İşte Allah
bunların kötülüklerini iyiliklere çevirir ve Allah gafur, rahim 'dir..."
(ei-Furkaan: 70) âyetini indirdi. İşte bu âyet, o sıfattaki müşrikler içindir.
Amma en-Nisâ Sûresi'ndeki âyete gelince, İslâm Dîni'ni ve onun kaanûnlarını
tanıdığı (katlin haram kılındığını bildiği) zaman, müslümân kişi bundan sonra
insan öldürürse, işte onun cezası, içinde ebedî kalmak üzere, cehennemdir
(tevbesi yoktur), dedi.
Abdurrahmân ibn Ebzâ
dedi ki: Ben İbn Abbâs'm bu sözünü Mucâhid ibn Cebr'e söyledim. O: Pişmanlık
duyup tevbe eden (cehennemde ebedî kalmaktan) müstesnadır, dedi [85].
75-.......Bana
Urve ibnu'z-Zubeyr tahdîs edip şöyle dedi: Ben Abdullah ibn Amr ibni'I-Âs'a
sorup:
— Müşriklerin
Peygamber'e yaptıkları en şiddetli işi bana haber ver, dedim.
Abdullah (R) şöyle
anlattı:
— Peygamber (S)
Ka'be'nin Hıcr'ında namaz kıldığı sırada Uk-be ibn Ebî Muayt yönelip geldi.
Ukbe, Peygamber'in ridâsını (üst elbisesini) toparlayıp onu boynuna koydu ve
Peygamber'i şiddetli bir şekilde boğmaya başladı. Tam bu sırada Ebû Bekr karşı
geldi. Nihayet Ukbe'nin omuzunu tuttu ve onun saldırısını Peygamber'den def
etti. Ve şu âyeti söyledi: "... Siz bir adamı Rabb'im Allah'tır demesiyle
Öldürür müsünüz? Hâlbuki O, size Rabb Hnizden apaçık mu dizeler de getirmiştir.
Bununla beraber eğer o, bir yalancı ise yalanı kendine. Eğer doğrucu ise, sizi
tehdîd edegeldiği azabın bir kısmı olsun sizi çarpar, Şübhesiz Allah» haddi
aşan, yalancı olan kimseyi muvaffak etmez" (el-Mii'min: 28).
Bu hadîsi rivayet
etmekte Muhammed ibn İshâk, Ayyaş ibnu'l-Velîd'e mutâbaat etmiştir [86].
76- (Muhammed
ibn İshâk dedi ki:) Bana Yahya ibn Urve, babası Urve'den tahdîs etti. O: Ben
Abdullah ibn Amr'a şöyle dedim.., demiştir. Ve Abde ibnu Süleyman, Hişâm'dan; o
da babası Urve ibnu'z-Zubeyr'den söyledi ki, o, Abdullah ibn Amr'a denildi
ki... demiştir.
Muhammed ibn Amr ibn
Alkame de Ebû Seleme'den söyledi. O:' Bana Amr ibnu'1-Âs tahdîs etti, demiştir [87]
77-.......Hemmâm
ibnu'l-Hâris şöyle demiştir: Ammâr ibn Yâsir (R): Ben Rasûlullah(S)'ı (ilk)
gördüğümde, O'nun beraberinde –ilk müslümân olarak- beş köle, iki kadın ve bir
de Ebû Bekr'den başka kimse yoktu, demiştir [88].
78-.......Saîd
ibnu'l-Müseyyeb şöyle demiştir: Ben Ebû îshâk, Sa'd ibn Ebî Vakkaas(R)'tan
işittim: Hiçbir kimse İslâm'a girmedi, ancak benim İslâm'a girdiğim günde
İslâm'a girdiler. Yemin olsun ben İslâm'ın üçte biri olduğum hâlde yedi gün
beklemişimdir, diyordu [89]
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli: "De ki: Bana şu hakikat vahyolunmuştur: Cinnden bir zümre (benim
Kur'ân okuyuşumu) dinlemiş de; Biz hakikî hayranlık veren bir Kur'ân dinledik
ki, o hakka ve doğruya götürüyor. Bundan dolayı biz de ona îmân ettik.
Rabb'imize hiçbirşeyi asla ortak tutmayacağız*., demişlerdir" (ei-cinn:
1-2) [90].
79-.......Ma'n
ibn Abdurrahmân şöyle demiştir: Ben babam (Abdurrahmân ibn Abdillah ibn
Mes'ûd)dan işittim, şöyle dedi: Ben Mes-rûk'a:
— Cinnden bir zümre
Kur'ân dinlemek istedikleri gece, Peygam-ber(S)'e cinni kim bildirdi? diye
sordum.
O:
— Bana baban, yânî
Abdullah ibn Mes'ûd: Cinnleri bir ağaç bildirdi, diye tahdîs etti, dedi [91].
80-.......Bana
dedem Saîd ibn Amr, Ebû Hureyre(R)'den haber verdi: Ebû Hureyre, Peygamber'in beraberinde
abdest alması ve istincâ' suyu için küçük bir kırba taşırdı. Bir kerresinde
Peygamber hacetini yerine getirmek için çıktığında Ebû Hureyre arkası sıra kırba
ile O'nu ta'kîb ederken, Peygamber:
— "Kimdir o?" diye sordu. Ebû
Hureyre:
— Ben Ebû Hureyre! diye cevâb verdi. Peygamber:
— "Benim için istincâ edeceğim birkaç taş
ara, sakın bana kemik ve hayvan gübresi getirme" buyurdu.
Ebû Hureyre dedi ki:
Ben elbisemin kenarında birkaç taş naklederek kendisine getirdim ve onları
yambaşına koydum. Sonra yanından ayrıldım.Nihayet hacetini bitirdikten sonra
Peygamber'in beraberinde yürüdüm. Yolda kendisine:
— Kemik ve hayvan
gübresi ile temizlenmekte ne var ki? diye sordum.
Peygamber:
— "Bu ikisi cinnlerin taâmındandır. Şu
muhakkak ki, bana Nasîbîn cinnlennin bir hey'eti geldi. Bunlar ne hoş
cinnlerdir! Benden azık istediler. Ben de onlar için Allah'a: Cinnlerin
uğrayacakları her kemik ve tezek makûlesi üzerinde kendileri için muhakkak bir
taam bulmalarına dua ettim" buyurdu [92].
81-.......Bize
el-Musennâ, Ebû Cemre'den tahdîs etti ki, İbnu Abbâs (R) şöyle demiştir:
Peygamber'in Allah tarafından peygamber gönderildiği haberi Ebû Zerr'e
ulaşınca, Ebû Zerr, kardeşi Uneys'e:
— Haydi devene bin de
şu Mekke vadisine git ve benim için, kendisinin bir peygamber olduğunu ve
kendisine gökten haber geldiğini söyleyen şu adamın haberini iyice öğren, O'nun
sözlerinden işit, sonra bana gel, dedi.
Kardeşi Uneys gitti,
nihayet Mekke vadisine vardı ve Peygamber'in sözlerinden işitti, sonra da Ebû
Zerr'in yanına dönüp geldi. Ve:
— Ben o zâtı gördüm:
Ahlâk güzelliklerini emrediyor ve birtakım güzel sözler söylüyor ki, bunlar
şiir değildir, dedi.
Ebû Zerr bunun üzerine
kardeşine:
— Sen arzu ettiğim nevi'den bana şifâ verecek
bir haber getirmedin, dedi.
Akabinde azık
hazırladı, bir de içinde su bulunan eski bir kırba
yüklendi. Nihayet
Mekke'ye varıp Ka'be mescidine geldi. Peygam-ber'i aramağa koyuldu. Kendisi
Peygamber'i tanımıyor, O'nu başkasından sormak da istemiyordu. Nihayet gecenin
bir kısmı kendisine erişince Ebû Zerr'i Alî gördü ve onun yabancı bir kimse
olduğunu tamdı. Ebû Zerr onu görünce, onun ardından yürüdü. Yolda giderken, bu
iki arkadaştan herhangibiri diğerine hiçbirşey sormadı. Böylece sabah oldu. Sonra
Ebû Zerr su kırbasını ve azığını yine Ka'be mescidine taşıdı. Ve bu gün de
böyle devam etti. Peygamber kendisini görmüyordu. Nihayet akşam oldu, Ebû Zerr
(yine Ka'be mescidinin bir kenarındaki) yatağına döndü. Bu sırada kendisine
yine Alî uğradı da:
— Bu adam için yerini
öğrenip orada ikaamet etme zamanı gelmedi mi (yânî hâlâ bir yer bulup
yerleşemedi mi)? dedi.
Akabinde Alî, Ebû
Zerr'i beraberinde götürdü. Yine yolda iki arkadaştan biri diğerine hiçbirşey
sormuyordu.
Nihayet böylece üçüncü
olunca, Alî yine evvelki gelişi üzerine dönüp onun yanına geldi ve Ebû Zerr,
onun beraberinde ikaamet etti. Sonra Alî, Ebû Zerr'e:
— Seni buraya getiren sebebi bana söylemez
misin? dedi. Ebû Zerr:
— Eğer bana muhakkak
doğru yolu göstereceğini taahhüd eder ve kesin söz verirsen bunu sana
bildiririm, dedi.
Alî onun istediği
taahhüdü ve yemînli sözü yaptı. Ebû Zerr de ona gelme maksadım haber verdi. Alî
de ona:
— Hiç şübhesiz bu zât
haktır, doğrudur, o Allah'ın Rasûlü'dür. Sabaha eriştiğin zaman sen benim
ardımca gei. Şayet ben yolda sana zarar vereceğinden korktuğum birşey görürsem,
sanki ben su dökü-yormuş gibi dikilip dururum (sen durma git). Eğer ben yürüyüp
gidersem, sen ardımca beni ta'kîb et, nihayet benim gireceğim yere, sen de
girersin, dedi.
Ebû Zerr onun dediklerini
yaptı. Alî'nin arkasına uyarak gitti. Nihayet Alî, Peygamber'in huzuruna girdi.
Ebû Zerr de onun beraberinde huzura girdi. Peygamber'in sözlerinden işitti ve
olduğu yerde müslümân oldu. Peygamber ona:
— "Sen şimdi kendi kavminin yanına dön, benim
peygamberliğimi onlara haber ver. Benim emrim sana gelinceye kadar orada
kal" buyurdu.
Ebû Zerr:
— Nefsim elinde olan
Allah'a yemîn ederim ki, ben muhakkak bu şehâdet kelimesini müşriklerin
ortasında haykıracağım, dedi.
Akabinde Ebû Zerr,
huzurdan çıktı, Ka'be mescidine geldi ve en yüksek sesiyle:
— Eşhedu en lâ ilahe
UWllah ve erme Muhammeden Rasûlullah
(= Şehâdet ederim ki,
Allah'tan başka ilâh yoktur ve Muhammed O'nun Rasûlü'dür)/ diye bağırdı.
Bu bağırmadan sonra
Kureyş cemâati ayağa kalkıp Ebû Zerr'i dövdüler ve onu yere yatırdılar. Bu
sırada Abbâs gelip onun üzerine kapandı da:
— Size yazıklar olsun!
Bunun Gıfâr kabilesinden bir kimse olduğunu ve Şâm ticâret yolunuzun onlardan
geçtiğini bilmiyor musunuz? dedi.
Ve Ebû Zerr'i
müşriklerin topluluğundan kurtardı. Sonra Ebû Zerr, ertesi günü de mescide
döndü ve dün yaptığı gibi yüksek sesle şehâdet kelimesini söyledi. Müşrikler
yine ona doğru fırlayıp onu dövdüler. Abbâs yine onun üzerine kapandı (ve onu
kurtardı) [93].
82-.......Kay
s ibn Ebî Hazım şöyle demiştir: Ben Saîd ibn Zeyd ibn Amr ibn Nufeyl'den
işittim, Küfe mescidinde şöyle diyordu: Ye-mîn olsun ben kendimi şu hâlde
görmüşümdür: Umer ibnu'l-Hattâb İslâm'a girmeden önce (tazyîk ve horlama yaparak
bir esîr gibi) beni sanki bir bağla İslâm üzerine sebata bağlayıcı idi. Eğer
Usmân'a yaptığınız öldürme işinden dolayı Uhud Dağı yerinden gitseydi, elbette
gitmeye lâyık olmuş olurdu [94].
83-.......Abdullah
ibn Mes'ûd(R): Umer müslümân olduğu günden beri biz (müslümânlar) azizler,
şerefliler olmakta devam ettik, demiştir [95].
84-.......Umer
ibnu Muhammed tahdîs edip şöyle demiştir: Bana dedem Zeyd ibnu Abdillah ibn
Umer, babası Abdullah ibn Umer'-den haber verdi. O şöyle demiştir: Umer
ibnu'l-Hattâb müslümân olduğu zaman evde Kureyş'ten korkar halde bulunurken,
birdenbire onun yanına Ebû Amr Âs ibnu Vâil es-Sehmî çıkageldi. Üzerinde çizgili
bir takım elbise ve ipekle dikili bir gömlek vardı. Bu Âs, Sehm oğulları'ndandı,
onlar bizim câhiliyet devrinde yeminli dostlarımiz-dilar. Âs, Umer'e:
— Hâlin nedir? diye
sordu. Umer:
— Senin kavmin olan
Sehm oğulları, ben İslâm'a girdiğim için beni öldüreceklerini söylediler, dedi.
Âs ibnu Vâil de
Umer'e:
— Onlar için seni öldürmeye hiç yol yoktur,
dedi. Umer:
— Âs bu sözü
söyledikten sonra korkum gidip emniyette oldum, demiştir.
Akabinde Âs çıktı ve
Mekke vadisinde sel gibi akan insanlara kavuştu. Âs, onlara:
— Nereye gitmek istiyorsunuz? diye sordu.
Onlar:
— Şu babalarının
dîninden sapan Hattâb oğlu'na gitmek istiyoruz, dediler.
Âs onlara:
— Sizin için ona ulaşmaya hiç yol yoktur, dedi.
Onun bu sözü üzerine o kalabalık geriye döndüler [96].
85-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle dedi: Umer ibnu'l-Hattâb müslümân olduğu zaman insanlar onun
evinin yanında toplandılar ve:
— Umer kendi dîninden başka bir dîne döndü,
dediler.
Ben o sırada bir oğlan
çocuğu olarak evimin damı üzerine çıkmıştım.
Derken üzerinde has
ipekten bir kaftan bulunan bir adam çıka-geldi ve:
— Umer kendi dîninden
başka dîne dönmüştür. Bu toplanma ne oluyor? Hâlbuki ben Umer'in (herhangi bir
kimsenin zulmetmesinden) koruyucusuyum, dedi.
(Onun bu sözlerine
kimse i'tirâz etmedi.) îbn Umer dedi ki: Onun bu sözü üzerine insanlar dağılıp
gittiler. Ben babama:
— Bu adam kimdir? diye sordum. Babam (ve
beraberindekiler):
— Âs ibnu Vâiî'dir, dediler [97].
86-.......Abdullah
ibn Umer şöyle demiştir: Ben Umer'in birşey için "Ben onun şöyle olacağını
zannediyorum" deyip de onun zannettiği gibi olmayan bir söz söylediğini
işitmedim. Bir gün Umer otururken yanına güzel bir adam uğradı. Umer:
— Zannım (bu adamın
Câhiliyette müslümân olduğu hakkında) tereddüd edip yanılmıştır, dedi.
Yâhud:
— Bu adam (yânî Sevâd
ibn Kaarib) Câhiliyet'teki dîni üzere devam etmektedir.
Yâhud:
— Bu adam Câhiliyet'te kavminin kâhini
olmuştur, onu bana getirin, dedi.
O adam Umer için
çağrıldı. Gelince Umer, onun yokluğunda söylediği tereddüdü ona zikretti.
Sevâd da:
— Ben bugünkü gibi bir
gün görmedim. Çünkü bu gün içinde müslümân bir adam karşılandı, dedi.
Umer de ona:
— Ben sana and
veriyorum ki, sen benim istediğim şeyleri muhakkak bana haber vereceksin,
dedi.
Sevâd:
— Ben Câhiliyet devrinde onların kâhini (yânî
gaybden haber verici kişisi) idim, dedi.
Umer ona:
— Dişi cinnin sana
getirdiği gayb haberlerinden en hayret vericisi nedir? diye sordu.
Sevâd:
— Ben bir gün çarşıda
bulunduğum sırada bana dişi cinn geldi ki, ben ondaki korkuyu biliyorum: Cinn
bana: Sen cinni ve onun korkusunu ve başı üzerine devrilmesinden (yânî kulak
hırsızlığından men' olunmasından) sonraki ümîdsizliğini ve sırtlarına ince
çullar konulmuş genç develerle yetişilip yakalanmasını görmedin mi? dedi [98].
Umer şöyle dedi: Sevâd
ibn Kaarib doğru söyledi. Ben bir gün müşriklerin putları yanında bulunduğum
sırada bir adam bir buzağı getirdi de onu boğazladı. Bu esnada bir bağına öyle
bir sayha attı ki, ben ondan daha şiddetli sesi olan hiçbir bağına işitmedim;
şöyle diyordu: Yâ Celîh (ey düşmanlığını açığa vuran kimse)! Zafer bulmuş bir
iş, fasîh konuşan bir adam. Lâ ilahe illâ ente = Senden başka hiçbir ilâh
yoktur diyor, diye bağırıyordu. Oradaki topluluk, o kimseye doğru kalktılar.
(Umer ibn Hattâb dedi
ki:) Ben bunu görünce kendi kendime: Ben bunun arkasında ne olduğunu
öğreninceye kadar buradan ayrılmam, dedim. Sonra o zât yine: Yâ Celîh! Emrun
necîh, raculun fasîh = Başanya ulaşmış bir iş, fasîh konuşan bir adam Lâ ilahe
ittellah = Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur diyor! diye nida etti. Ben orada
dikildim. Çok beklemedik ki: Bu Peygamber'dir (meydana çıkmıştır), denildi [99].
87-.......Kays
ibn Ebî Hazım şöyle demiştir: Ben Saîd ibn Zeyd' den işittim, bir topluluğa
hitaben şöyle diyordu: Ben kendimi öyle bir hâlde görmüşümdür ki, Umer müslümân
olmadan önce ben ve zevcem olan kızkardeşi Fâtıma bintu'l-Hattâb İslâm'a
girdiğimiz için hakaaret ve baskı yaparak beni İslâm üzerine sebatla bağlayan
Umer olmuştur. Eğer sizin Usmân'a yaptığınız katil işinden dolayı Uhud Dağı
yerinden gitseydi, elbette yerinden gitmesi vâcib olmuş olurdu [100].
88-.......Saîd
ibn Ebî Arûbe, Katâde'den; o da Enes ibn Mâlik(R)'ten şöyle tahdîs etti: Mekke
ahâlîsi Rasûlullah'tan kendilerine bir âyet (bir mu'cize) göstermesini
istediler. O da onlara Ay'ı iki bölük gösterdi, hattâ Mekkeliler Hıra Dağı'nı
o iki bölük arasında gördüler.
89-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Biz Mini'da Peygamber(S)'in beraberinde iken Ay
ikiye bölündü de Peygamber (S): "Şâhid olunuz!" buyurdu. Ve Ay'dan
bir parça Hıra Dağı tarafına gitti.
Ebu'd-Duhâ Müslim ibn
Subayh da Mesrûk'tan; o da Abdullah ibn Mes'ûd'dan: Ay Mekke'de ikiye bölündü,
diye söylemiştir.
Bu hadîsi Ebû
Ma'mer'den rivayette îbrâhîm en-Nahaî'ye Mu-hammed ibn Müslim de İbn Ebî
Necîh'ten; o da Mucâhid ibn Cebr'-den; o da Ebû Ma'mer'den; o da Abdullah ibn
Mes'ûd'dan senediyle rivayet etmekte mutâbaat etmiştir.
90-.......Abdullah
ibn Abbâs(R)'tan: Rasûlullah (S) zamanında Ay ikiye ayrıldı, diye tahdîs
etmiştir.
91-.......îbrâhîm
en-Nahaî, Ebû Ma'mer'den tahdîs etti ki, Abdullah ibn Mes'ûd (R): Ay ikiye yarıldı,
demiştir [101].
Ve Aişe şöyle
demiştir: Peygamber (S):
"Hicret
edeceğiniz yurt, iki kara taşlık saha arasında hurmalıkları bulunan bir
mıntıka, bir şehir olduğu bana
gösterildi"
buyurdu.
Bunun üzerine
müslümânlardan Medine yönüne hicret edenler hicret ettiler. Daha evvel
Habeşistan'a hicret
etmiş olanların hepsi
de bilâhare Medine'ye döndüler.
Bu bâbda Ebû Musa'nın
ve Esma bintu Umeys'in Peygamber'den rivayet ettikleri hadîsler vardır [102].
92-......Bize
Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrf den haber verdi: Bize Urve ıhnu'z-Zubeyr tahdîs
etti. Ona da Ubeydullah ibn Adiyy
ibni'l-Hıyâr şöyle
haber vermiştir: Mısver ibn Mahrame ile Abdur-rahmân ibnu'l-Esved ibn Abdi
Yeğûs, Ubeydullah ibn Adiyy ibni'I-Hıyâr'a hitaben:
— Seni dayın Usmân ibn Affân'la, onun ana bir
kardeşi olan el-Velîd ibn Ukbe hakkında konuşmandan ne men' ediyor? İnsanlar
Usmân'm el-Velîd'e yaptığı işler hakkında çok söz etmişlerdir, dediler.
Ubeydullah ibn Adiyy
dedi ki: Ben bu söz üzerine, Usmân namaza çıktığı zaman Usmân'la konuşmak için
yolunda dikilip durdum. Tam geçerken ona:
— Benim sana bir hacetim var, bu sana bir
nasihattir, dedim. Usmân:
— Ey insan, ben senden Allah'a sığınırım! dedi.
Ben de kendisinden
ayrıldım. Namazı kıldığım zaman Mısver ile İbn Adiyy ibn Yeğûs'un yanına gidip
oturdum ve onlara Usmân'a söylediğimi ve onun bana dediğini söyledim. Onlar
bana:
— Sen üzerinde olan vazifeyi yerine getirmiş
oldun, dediler. Ben onların beraberinde oturduğum sırada, birden Usmân'ın elçisi
geldi ve bana:
— Allah seni imtihan etmiştir, dedi.
Ben yürüdüm, nihayet
Usmân'm huzuruna girdim. Usmân:
— Biraz önce zikretmiş olduğun o nasihatin
nedir? dedi. Râvî dedi ki: Ben şehâdet kelimelerini söyledim, sonra da şunları
söyledim:
— Şübhesiz Allah,
Muhammed'i peygamber göndermiş ve O'na Kitâb'ı indirmiştir. Sen de Allah'a ve
Rasûlü'ne icabet eden kimselerden oldun. Rasûlullah'la beraber bulunup O'na
sâhib oldun, O'-nun yolunu ve sîretini gördün. Şimdi insanlar şu el-Velîd ibn
Ukbe'nin durumu hakkında (şarâb içmesi ye kötü sîreti sebebiyle) tenkîd sözlerini
çoğaltmışlardır. Artık öna dînî cezayı uygulaman senin üzerine bir hakk
olmuştur, dedim.
Usmân bana Arab âdeti
üzere:
— Ey kardeşim oğlu! Sen Rasûlullah'a eriştin
mi? dedi. Râvî dedi ki: Ben:
— Hayır, O'na akl
ederek erişmedim. Velâkin hiç kimseye gizli olmayan O'nun ilmi, perdesi
arkasındaki bakire kıza nasıl ulaştıysa, bana da öylece ulaşmıştır, dedim.
Râvî dedi ki: Bu sözün
üzerine Usmân şehâdet kelimelerini tekrar etti ve şunları söyledi:
— ŞübhesizAHah, Muhammed'i hakk ile peygamber
göndermiş ve O'na Kitâb'ı indirmiştir. Ben de Allah'a ve Rasûlü'ne icabet edenlerden
olmuş ve Muhammed'in gönderilmiş olduğu şeylere îmân etmişimdir. Senin de
dediğin gibi, ben Habeşistan'a yapılan ilk iki hicrete gidip muhacir olmuşumdur.
Rasûlullah'la beraber bulunup O'na sâ-
hib olmuş ve O'nunla
bey'at etmişimdir. Allah'a yemîn ederim ki, ben, Allah O'nu vefat ettirinceye
kadar O'na hiç âsî olmamış ve al-datmamışımdır. Sonra Allah, Ebû Bekr'i halîfe
yapt?. Yine Allah'a yemîn ederim ki, ben, Ebû Bekr'e de ne isyan, ne de aldatma
yaptım. Sonra Umer halîfe seçildi. Yine Allah'a yemîn ederim ki, ben, Ebû
Bekr'e de ne isyan, ne de aldatma yaptım. Sonra Umer halîfe seçildi. Yine
Allah'a yeminle söylüyorum ki, ben Umer'e de ne isyan, ne de aldatma yaptım.
Sonra ben halîfe yapıldım. Şu hâlde benim sizler üzerinde, onların benim
üzerimde bulunan tasarruf haklarının benzeri yok mudur? dedi. Râvî Ubeydullah:
— Evet vardır, dedi.
Usmân:
— Öyleyse (şu Velîd'den dînî cezayı geri
bırakmam sebebiyle) sizden bana ulaşan bunca sözler nedir? Şu Velîd ibn Ukbe
hakkında zikrettiğin şeye gelince: İnşâallah biz onun hakkında haklı karârı alacağız,
dedi.
Ubeydullah dedi ki:
Usmân, el-Velîd'e kırk deynek cezası vurdu. Alî'ye ona deynek cezası vurmasını
emretti de Alî, Velîd'e deynek vuruyor idi.
Râvî Yûnus ibn Yezîd
ve ez-Zuhrî'nin kardeşi oğlu, ez-Zuhrf den: "Benim sizin üzerinizde,
benden önceki halîfeler için mevcûd olanın benzeri tasarruf hakkım yok mudur?'*
şeklinde.söylemişlerdir [103].
93-.......Hişâm
şöyle demiştir: Bana babam Urve ibnu'z-Zubeyr, Âişe(R)'den tahdîs etti (o,
şöyle demiştir): Ümmü Habîbe ile Ümmü Seleme Habeşistan'da gördükleri ve içinde
tasvîrler bulunan bir kilise zikrettiler. Sonra bunu Peygamber'e de söylediler.
Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Onlar içlerinde iyi bir kimse çıkıp da vefat
ettiğinde onun kabri üzerine bir mescid bina ederler ve onun içine de bu suretleri
yaparlardı. İşte onlar kıyamet gününde Allah katında mahlûkaa-tın en senlileridirler''[104].
94-.......Hâlid
ibn Saîd kızı Ümmü Hâlid (R) şöyle demiştir:
Ben Habeş toprağından
küçük bir kız çocuğu hâlinde geldim. Rasû-lullah bana yünden siyah bir elbise
giydirdi. Bu elbisenin üstünde damgalar vardı. Rasûlullah (S) eliyle o
damgalara dokunmaya ve "Senâh senâh" demeye başladı.
Hadîsin râvîsi
Humeydî: Rasûlullah, bu elbise "Güzel güzel" demeyi kasdediyor,
demiştir [105].
95-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Biz Habeşistan'a hicret etmezden önce Peygamber
(S) namaz kılarken O'na selâm verirdik, O da selâmımızı alıp bize karşılık
verirdi. Necâşî'nin yanından Medine'ye döndüğümüzde, yine namaz kılarken
kendisine selâm verdik. Bu sefer bizim selâmımıza karşılık vermedi. Bunun üzerine
biz:
— Yâ Rasûlallah! Siz
namazda iken biz vaktiyle selâm verirdik de siz selâmımızı alır, karşılık
verirdiniz (şimdi karşılık vermediniz), dedik.
Rasûlullah (S):
— "Şübhesiz namazda (Allah ile) meşgul
olmak vazifesi vardır" buyurdu.
Râvî Süleyman el-A'meş
dedi ki: Ben İbrâhîm en-Nahaî'ye:
— Sana namaz kılarken selâm verilirse nasıl yaparsın?
diye sordum.
İbrâhîm:
— Gönlümden karşılık veririm, dedi [106].
96-.......Ebû
Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle demiştir: Biz Eş'arîler Yemen'de iken Muhammed'in
peygamber gönderildiği ve Medine'ye hicret ettiği haberi bize ulaştı. Biz de
(Eş'arîler'den elliüç kişi ile) bir gemiye bindik. Fakat (havanın
muhalefetiyle) gemimiz bizi Habeşe hükümdarı Necâşî'nin memleketi sahiline
bıraktı. Orada Ca'fer ibn Ebî Tâ-lib'le buluştuk. Bir müddet onunla beraber
Habeşistan'da kaldık.
Nihayet hepimiz yola
çıktık ve Medîne'ye geldik. Peygamber'e Hay-ber'i fethettiği sırada kavuştuk.
Peygamber (S): "Ey gemi yoldaşları, sizin için iki hicret sevabı
vardır" buyurdu [107].
97-.......Câbir
(R) şöyle demiştir: Necâşî vefat ettiği zaman Peygamber (S): "Bugün sâlih
bir kişi ölmüştür. Kalkınız da kardeşiniz As-hame'ye cenaze namazı
kılınız" buyurdu [108].
98-.......Câbir
ibn Abdillah(R)'tan (o şöyle demiştir): Peygamber (S) Necâşî üzerine cenaze
namazı kıldı, bizi de kendi arkasında saff yaptı. Ben ikinci yâhud üçüncü
saffta idim.
99-.......Bize
Saîd İbnü Mînâ tahdîs etti ki, Câbir ibn Abdillah (R): Peygamber (S) Habeş
Hükümdarı Necâşî Ashame üzerine cenaze namazı kıldı da dört tekbîr aldı,
demiştir.
Abdussamed, Yezîd ibn
Harun'a mutâbaat etmiştir.
100-.......İbn
Şihâb şöyle demiştir: BanaEbû Seleme ibnu Abdirrahmân ile Saîd ibnu'l-Müseyyeb
tahdîs ettiler ki, onlara da Ebû Hureyre (R) şöyle haber vermiştir: RasûIuUah
(S) Habeşler'in sahibi olan Necâşî'nin ölümünü sahâbîlere, Necâşî'nin öldüğü
gün içinde haber vermiş ve: "Kardeşiniz için Allah'tan mağfiret
isteyin" buyurmuştur.
Yine Salih'ten İbn
Şihâb şöyle demiştir: Bana Saîd ibnu'l-Müseyyeb: Ebû Hureyre(R)'nin,
Rasülullah'ın kendilerine musallada saff yaptırıp Necâşî üzerine namaz kıldığını
ve dört tekbîr aldığını haber vermiştir [109].
101-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Huneyn gazvesine gitmek istediği
zaman: ^İnşâallah yarın konak yerimiz Kinâne oğulları yurdu olacaktır. Orada
Kureyş ile Kinâne oğullan küfr üzerine ahidleşmişlerdi" buyurdu [110].
102-.......
el-Abbâs ibnu Abdilmuttalib (R) Peygamber'e:
— Seni amcan(Ebû Tâlib
hakkında şefaat etmek)dan ne alıkoydu? Allah'a yemîn ederim ki, o seni her
zaman saldırılardan korurdu ve senin için düşmanlarına karşı öfkelenirdi,
dedi. Peygamber (S) Abbâs'a:
— "Ebû Tâlib
şimdi topuklarına kadar -dibi yakın- ateşten bir çukur içindedir. Eğer benim
şefaatim olmasaydı muhakkak o cehennemin en derin çukurunda bulunurdu"
buyurdu [111].
103-.......Ma'mer
ibn Râşid, ez-Zuhrî'den; o da Saîd ibnu'l- Müseyyeb'den haber verdi ki, babası
Müseyyeb ibn Hazen (R) şöyle demiştir: Ebû Tâlib'e ölüm alâmetleri geldiği
zaman, Peygamber (S) onun yanına girdi. Ebû Tâlib'in yanında Ebû Cehl (ve
Abdullah ibn Ebî Umeyye) bulunuyordu. Peygamber:
— "Ey amca! Lâ ilahe ille 'ilah kelimesini
söyle ki, ben Allah 'm yanında bununla senin lehine hüccet getirip şefaat
edeyim" dedi.
Ebû Cehl ile Abdullah
ibnu Ebî Umeyye:
— Yâ Ebâ Tâlib!
Abdulmuttalib milletinden yüz mü çeviriyorsun? dediler.
(Peygamber tevhîd
kelimesini arza devam ettikçe) onlar da o sözlerini söylemekte devam
ediyorlardı. Nihayet Ebû Talîb'in bunlara söylediği son söz:
— Ben, Abdulmuttalib milleti üzereyim, demek
oldu. Bunun üzerine Peygamber:
— "Ben Allah
tarafından nehyolunmadığım müddetçe senin için muhakkak mağfiret isteyeceğim
" dedi.
Bunun üzerine de şu
âyetler inmiştir:
"Müşriklerin o
çılgın ateşin yârânı (cehennemlik) oldukları muhakkak meydana çıktıktan sonra,
artık onların lehine, velev hısım olsunlar, ne Peygamber'in, ne de mü'min
olanların istiğfar etmeleri doğru değildir" (et-Tevbe: 113)
"Hakikat sen, her
sevdiğini hidâyete erdiremezsin. Fakat Allah *tır ki, kimi diterse ona hidâyet
verir ve O, hidâyete erecekleri daha iyi bilendir" (el-Kasas: 56).
104-.......Ebû
Saîd el-Hudrî (R) Peygamber'in yanında amcası Ebû Tâlib(in iyilikleri)
zikredildiği sırada, Peygamber'in şöyle buyurduğunu işitmiştir: "Umarım
ki benim şefaatim, kıyamet gününde amcama fayda verecektir. Şefaatimle amcam
topuklarına çıkabilen ateşten bir çukura konulacak, oradan beyni
kaynayacaktır" [112].
105- Bize
İbrahim ibn Hamza tahdîs etti: Bize tbnu Ebî Hazım ile ed-Derâverdî, Yezîd ibn
Hâd'den bu hadîsi tahdîs etti ve: "Oradan dimağının aslı kaynar"
buyurdu, demiştir [113].
"Kulunu bir gece
Mescidi Harâm'dan Mescidi Aksâ'ya kadar götüren (Allah, her türlü eksiklikten) münezzehtir''''
(ei-isrâ: o [114].
106-.......Ebû
Seleme Abdurrahmân şöyle demiştir: Ben Câbir ibn Abdil!ah(R)'tan işittim; o da
Rasûlullah(S)'tan şöyle buyururken işitmiştir: "(Mescidi Aksâ'ya sefer
ettiğimi söylediğimde) Kureyş beni yalanlayınca, Mescidi Harâm'a gidip Hıcr'da
ayakta durdum. Müteakiben Allah bana, Beytu'l-Makdis ile gözümün arasındaki
mesafeyi kaldırdı da (onların sordukları sorulan) Mescidi Aksâ'ya bakarak,
onun alâmetlerinden Kureyş'e haber vermeye başladım" [115]
107- Bize
Hudbeibnu Hâlid tahdîs etti: Bize Hemmâm ibn Yahya tahdîs etti: Bize Katâde,
Enes ibn Mâlik'ten tahdîs etti ki, Mâlik ibn Sa'saa (R) şöyle demiştir: Bize
Peygamber (S) İsrâ'dah, yânî yürütüldüğü geceden haber verip, biz sahâbîlerine
şöyle tahdîs etti: "Ben
Hatîm'deyatmış
bulunduğum sırada -râvî Katâde: Belki Peygamber "el-Hıcr'da bulunduğum
sırada"buyurdu, demiştir- bana gelen Cibril geldi de (göğsümü
uzunlamasına) yardı. -Râvî Katâde: Ben Enes ibn Mâlik'in "Şuradan şuraya
kadar yardı" dediğini işittim. Ben yanımda bulunan Enes'in arkadaşı
Cârûd'a: Enes'in "Şuradan şuraya ka, dar yardı" sözüyle maksadı
nedir? diye sordum. O da bu işaret olunan yerin boğaz çukurundan kıl bittiği
yere kadar yânı göğsün ön tarafı olduğunu bildirdi, demiştir. Katâde: Ben yine
Enes'ten: Göğsün başından kıl bitimine kadar... derken işittim, demiştir.- Ve
kalbimi çıkardı. Sonra bana içi îmân dolu altından bir tas getirildi. Kalbim
yıkandı. Sonra içine îmân dolduruldu. Sonra eski hâline iade olundu. Daha
sonra bana katırdan küçük, merkebden büyük beyaz bir binit getirildi. -el-Cârûd
ibnu Subre, Enes ibn Mâlik'e: O Burak mıdır yâ Ebâ Hamza? diye sordu. Enes de:
Evet, o Burak'tır; o, adımım gözünün erişebildiği yerin en sonuna atar,
demiştir.- (Peygamber şöyle devam etti:) Ben onun üzerine bindirildim. Cibril
de benimle yola çıktı. Nihayet dünyâ semâsına vardı. Cibril gök kapısının
açılmasını istedi.
— Kimdir o? denildi.
Cibril:
— Cibrîl'im, dedi.
— Beraberindeki kimdir? diye soruldu. Cibril:
— Muhammed'dir, diye
cevâb verdi.
— O'na mi'râc da'veti gönderildi mi? denildi.
Cibril:
— Evet gönderildi,
diye tasdik etti. (Gök meleği Hâzin tarafından:)
— Merhaba gelen Zât'a!
Bu gelen kişi ne güzel bir gelişle geldi? denildi.
Ve hemen gök kapısı
açıldı. Ben oraya ulaşınca Âdem Peygamber'le karşılaştım. Cibril bana:
— Bu senin baban Âdem 'dir, ona selâm ver,
dedi.
Ben de ona selâm
verdim, Âdem selâmımı alıp karşılık verdi. Sonra:
— Merhaba sâlih oğul
ve sâlih peygamber! dedi.
Sonra Cibrîl (benimle)
ikinci semâya yükseldi. Oranın kapısının açılmasını istedi.
— Kimdir o? denildi.
Cibril:
— Cibril'im, dedi.
— Beraberindeki
kimdir? denildi. Cibrîl:
— Muhammed'dir, dedi.
— Ona mi'râc da'veti gönderildi mi? denildi.
Cibrîl:
— Evet, dedi. Sonra:
— Merhaba gelen Zât'a!
Bu gelen kişinin gelişi ne güzeldir! denildi.
Ve hemen gök kapısı
açıldı. Ben oraya ulaşınca Yahya ve îsâ ile karşılaştım. Bunlar teyze
oğullarıdır [117]. Cibrîl bana:
— Bu gördüklerin Yahya
ile isa'dır, bunlara selâm ver, dedi. Ben de onlara selâm verdim. Onlar da
selâmımı alıp karşılık
verdiler. Sonra:
— Merhaba sâlih kardeş
ve sâlih peygamber, dediler. Sonra Cibrîl benimle üçüncü semâya yükseldi. Bunun
da açılmasını istedi.
Cibrîl'e:
— Kimdir o? denildi.
Cibrîl:
— Cibril'im, dedi.
— Yanındaki kimdir? denildi. Cibrît:
— Muhammed'dir, dedi.
— O'na mi'râc da'veti gönderildi mi? denildi.
Cibrîl:
— Evet gönderildi,
dedi. (Oradaki melek tarafından:)
— Merhaba gelen Zât'a!
Bu gelenin gelişi ne güzel! denildi. Ve hemen gök kapısı açıldı. Ben üçüncü
semâya vardığımda Yû-
(Peygamber) 'la
karşılaştım. Cibrîl:
— Bu Yûsuf'tur, ona
selâm ver, dedi.
Ben de Yûsuf'a selâm
verdim. O da selâmımı alıp karşılık verdi. Sonra:
— Merhaba sâlih kardeş
ve sâlih peygamber, dedi.
Sonra Cibril benimle
yükseldi. Nihayet dördüncü semâya vardı. Oranın açılmasını istedi. (Oradan da:)
— Kimdir o? denildi.
Cibril:
— Cibril'im, diye cevâb verdi.
— Beraberindeki kimdir? denildi. Cibril:
— Muhammed'dir, dedi,
— O'na (mi'râc da'veti) gönderilmiş midir?
denildi. Cibril:
— Evet gönderildi,
dedi.
— Merhaba bu gelen
kişiye! Bu gelen Zât'ın gelişi ne güzeldir! denildi.
Ve hemen gök kapısı
açıldı. Ben dördüncü kat göğe vardığımda İdrîs'le karşılaştım. Cibril bana:
— Bu (gördüğün zât)
İdrîs'tir, ona selâm ver, dedi.
Ben de İdrîs'e selâm
verdim. O da selâmımı alıp karşılık verdi. Sonra:
— Merhaba sâlih kardeş
ve sâlih peygamber, dedi.
Sonra Cibril benimle
yükseldi. Nihayet beşinci semâya ulaştı. Onun da açılmasını istedi.
— Kimdir o? denildi.
Cibril:
— Cibril'im, dedi.
— Beraberindeki
kimdir? denildi. Cibril:
— Muhammed'dir, dedi.
— O'na (da'vet) gönderilmiş midir? denildi.
Cibril:
— Evet gönderilmiştir,
dedi.
— Merhaba O'na! Bu
gelenin gelişi ne güzeldir! denildi.
Ve hemen gök kapısı
açıldı. Ben beşinci semâya varınca Hârûn ile karşılaştım. Cibril bana:
— Bu Hârûn 'dur, ona selâm ver, dedi.
Ben de Harun'a selâm
verdim. O da selâmımı alıp karşılık verdi. Sonra:
— Merhaba sâlih kardeş
ve sâlih peygamber, dedi.
Sonra Cibril benimle
yükseldi, nihayet altına semâya ulaştı. Oranın açılmasını istedi.
— Kimdir o? denildi.
Cibril:
— Cibril'im, diye cevâb verdi.
— Yanındaki kimdir? denildi. Cibril:
— Mahammed'dir, dedi.
— O'na (mi'râc da'veti) gönderildi mi? denildi.
Cibril:
— Evet gönderildi,
dedi.
Bu göğün bekçisi:
— Bu gelen Kişi'ye
merhaba! Bu ne güzel bir geliş! dedi.
Bu altıncı göğe
varınca Mûsâ Peygamber'le karşılaştım. Cibril bana:
— Bu Musa'dır, ona
selâm ver, dedi.
Ben de Musa'ya selâm
verdim. O da selâmımı alıp karşılık verdi. Sonra:
— Sâlih kardeş ve sâlih peygambere merhaba!
dedi.
Ben Musa'yı bırakıp
geçince, Mûsâ ağlamağa başladı. Ona:
— Seni ağlatan nedir? denildi. ,O da:
— Çünkü benden sonra
bir genç peygambere bey 'at olundu. O '-nun ümmetinden cennete girecek olanlar,
benim ümmetimden cennete gireceklerden daha çoktur (beni ağlatan budur), dedi.
Sonra Cibril benimle
yedinci göğe yükseldi. Gök kapısının açılmasını istedi.
— Kimdir o? denildi.
Cibril:
— Cibril, dedi.
— Yanındaki kimdir? denildi. Cibril:
— Muhammed'dir, dedi.
— O'na mi'râc da'veti gönderildi mi? denildi.
Cibril:
— Evet gönderildi,
dedi.
— Bu gelen Zât'a
merhaba, bu gelen kişinin gelişi ne güzel! dedi. Ben yedinci kata ulaşınca
ibrahim'le karşılaştım. Cibril:
— Bu, baban
İbrahim'dir, ona selâm ver, dedi.
Ben de tbrâhim 'e
selâm verdim. O da selâmıma karşılık verdi de:
— Sâlih oğul ve sâlih peygambere merhaba! dedi.
Sonra bana Sidretu'l-Müntehâ
sahası yükseltildi. Bir de gördüm ki, sidre ağacının yemişleri (Yemen'in) Hecer
beldesi testileri benzeridir [118].
Yapraklan da fillerin kulakları gibidir. Cibril bana:
— İşte bu
Sidretu'l-Müntehâ'dır, dedi.
Ben burada dört
nehirle karşılaştım. İki nettir bâtın, iki nehir de zahir. Ben:
— Yâ Cibril, bunlar nedir? dedim. Cibril:
— Bâtınî olan iki
nehre gelince, bunlar cennette iki nehirdir. Zahirî olan nehirler ise Nîl ve
Furât nehirleridir, dedi.
Sonra bana
el-Beytu'l-Ma'mûr yükseltilip gösterildi. (Ona her gün yetmiş bin melek
giriyordu.)
Sonra bana bir kap
şarâb, bir kap süt, bir kap da bal getirildi. Ben süt dolu kabı aldım. Cibril
bana:
— İçtiğin süt, Sen'in
ve ümmetinin fıtratıdır (yânî îslâmî hilkatidir), dedi.
Sonra benim üzerime
her gün elli (vakit) namaz farz olundu. Ben dönüp Musa'ya uğradığımda» Mûsâ
bana:
— Ne ile emrolundun?
diye sordu. Ben:
— Her gün elli namazla emrolundum, diye cevâb
verdim. Mûsâ:
— Senin ümmetin her
gün elli vakit namaza güç yetiremez. Vallahi ben senden evvel kesin surette
insanları denedim ve îsrâîl oğulları'nı sıkı bir surette denemeye tâbi'
tuttum. Binâenaleyh sen Rabb'ine dön de O'ndan, ümmetin için hafifletme iste,
dedi.
Ben de Rabb'ime
döndüm. Benden on vakit namaz indirdi. Bunun üzerine Musa'ya dönüp geldim.
Mûsâ evvelki gibi tavsiyede bulundu. Ben de Rabb'ime dönüp niyaz ettim. Bu
defa benden on vakit namaz indirdi. Ben yine Musa'ya dönüp geldim. Mûsâ da yine
evvelki sözleri gibi söyledi. Ben de Rabb'ime dönüp niyaz ettim. Benden on
vakit namaz daha indirdi. Ben yine Musa'ya döndüm. Mûsâ evvelki sözleri gibi
söyledi. Ben yine Rabb 'ime döndüm. Bu sefer bana her gün on vakit namaz
emrolundu. Tekrar Mûsâ 'ya döndüm. Mûsâ yine evvelki sözleri gibi söyledi. Yine
Rabb'ime döndüm (niyaz ettim). Bu defa bana her gün beş namaz emrolundu. Mûsâ
'ya döndüm. Mûsâ:
— Ne ile emrolundun?
dedi.
— Her gün beş namaz
ile emrolundum, dedim. Mûsâ:
— Ümmetin her gün beş vakit namaza güç
yetiremez. Ben senden önce insanları epey tecrübe ettim ve îsrâîl oğullan 'nı
sıkı bir denemeye tâbi' tuttum. Şimdi sen Rabb'ine müracaat et de ümmetin için
bir hafifletme iste, dedi."
Rasûhıllah dedi ki:
"Ben:
— Rabb'imden istedim,
nihayet istemekten utandım. Lâkin ben beş vakit namaza razı oluyor ve buna
teslimiyet gösterip kabul edh yorum, dedim."
Peygamber dedi ki:
"Ben Musa'nın
yanından geçince bir nida edici:
— Ben beş vakit
namazla farîzemi imza ve irâde eyledim ve kullarımdan fazlasını hafifletip
indirdim, diye nida eyledi" [119].
108-.......Abdullah
ibn Abbâs (R), Yüce Allah'ın şu kavlindeki: "(Geceleyin) sana
gösterdiğimiz o temaşayı ve Kur'ân'da la'net edilen ağacı biz (başka değil)
ancak insanlara bir fitne (ve imtihan) yaptık. Biz onları korkutuyoruz. Fakat
bu, onlarda büyük bir taşkınlıktan başka birşey artırmıyor" (ei-isrâ: 60)
rü'yâ hakkında:
— O rü'yâ, gözün
gördüğü âyetlerdir ki, Rasûlullah'a Beytu'l-Makdis'e sefer ettirildiği gece
gösterildi, demiştir.
İbn Abbâs:
— (Âyetin devamındaki)
"Kur'ân'da la'net edilmiş olan ağaç" da zakkum ağacıdır, demiştir [120].
109-.......Bize
Yûnus tahdîs etti ki, İbn Şihâb şöyle demiştir:
Bana Abdurrahmân ibnu
Abdiilah ibn Ka'b ibn Mâlik haber verdi ki, Abdullah ibn Ka'b -babası Ka'b kör
olduğu zaman onun sevke-dicisi idi- şöyle demiştir: Ben babam Ka'b ibn MâhVten
işittim. Te-bûk gazvesi sırasında Peygamber'den geri kaldığı zamanki hadîsi
uzun uzadıya tahdîs ediyordu. Yahya ibn Bukeyr kendi hadîsinde şöyle dedi: And
olsun ben Akabe gecesinde Peygamber (S) ile İslâm Dîni üzerinde (sebat
edeceğimize) yemînleştiğimiz zaman, Peygamber'in beraberinde hazır bulundum.
Ben Akabe'de hazır bulunmaya bedel Bedir'de hazır bulunmayı sevmem; her nekadar
Bedir, insanlar arasında Akabe'den daha çok zikrediliyor ise de [121].
110-.......Amr
ibn Dînâr şöyle diyordu: Ben Câbir ibn Abdillah(R)'tan işittim: Beni Akabe'de
iki dayım hazır bulundurdu, diyordu.
Ebû Abdiilah el-Buhârî
dedi ki: İbnu Uyeyne: Câbir'in iki dayısından biri el-Berâ ibnu Ma'rûr'dur,
demiştir.
111-.......Atâ
ibn Ebî Rebâh şöyle dedi: Câbir: Ben, babam Abdullah ve dayım (Ebû Zerr
nüshasında: İki dayım, üçüncü) Akabe'de hazır bulunan sahâbîlerdenizdir,
demiştir [122].
112-.......İbn
Şihâb'ın kardeşinin oğlu Muhammed ibn Abdülah, amcası Muhammed ibn Müslim
ez-Zuhrî'den tahdîs etti ki, o şöyle demiştir: Bana Ebû İdrîs Âizullah ibnu
Abdillah haber verdi ki, Be-dir'de Rasûlullah'm beraberinde hazır bulunmuş
olanlardan ve Akabe gecesindeki sahâbîlerden olan Ubâdetu'bnu's-Sâmit ona şöyle
haber vermiştir: Rasûlullah (S) etrafında sahâbîlerinden bir cemâat mev-cûd
olduğu hâlde şöyle buyurdu: "Geliniz, Allah'a ibâdette hiçbir-şeyi ortak
etmemek, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarınızı öldürmemek,
kendiliğinizden uyduracağınız hiçbir yalanla kimseye iftira etmemek, hiçbir
ma'rûfişte bana âsi olmamak üzere bana bey'at ediniz (yânî benimle ahdediniz).
İçinizden her kim sözünde durursa ecri Allah'a âiddir. Bu dediklerimden birini
yapıp da ondan dolayı dünyâda ikaaba uğratılırsa, bu ikaab ona keffârettir.
Bunlardan birini yapıp da yaptığı fiili Allah örterse, ettiği iş Allah'a
kalır. Allah dilerse onu afv, dilerse ona ikaab eder".
Ubâde: İşte ben bu
şart üzere Rasûlullah'la bey'at ettim, demiştir [123].
113-.......Ubâdetu'bnu's-Sâmit
(R): Ben Rasûlullah ile bey'at etmiş olan Nakîbler'.denim, demiş ve şöyle devam
etmiştir: Biz Rasûlullah (S) ile Allah'a hiçbirşeyi ortak kılmamak, hırsızlık
yapmamak, zina etmemek, hakka mukaabil olmak müstesna Allah'ın haram kıldığı
nefsi öldürmemek, haksız olarak hiçbir kimsenin malım almamak, (ma'rûfta) âsî
olmamak üzere bey'at ettik. Bu söylediklerimizden hiçbirini yapmazsak,
mukaabilinde bize cennet olmak üzere, Peygamber'Ie bey'atlastık. Bu nehyedilen
şeylerden herhangi birşeye isabet edersek, bunun hükmü Allah'a havale
edilmiştir (dilerse affeder, dilerse ukubet eder) [124]
114-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Ben altı yaşımda bir kız iken Peygamber (S) beni nikâh
akdiyle zevceliğe almıştı. (Üç sene sonra) biz Medine'ye hicret ettik. Haris
ibn Hazrec oğulları'nın menziline indik. Müteakiben ben sıtmaya tutuldum. Bu
hastalıktan dolayı saçım döküldü. (İyileştikten sonra) saçım yine gür leşti ve
omuzlarıma kadar uzadı. Bir defasında ben arkadaşlarımla beraber salıncakta oynarken
annem Ümmü Rûmân bana doğru geldi de, beni çağırdı. Ben de annemin yanına
geldim. Bana ne yapmak istediğini bilmiyordum. Annem elimi tuttu. Tâ evin
kapısı önünde beni durdurdu. Ben de yorgunluktan kaba kaba soluyordum. Nihayet
soluğum biraz yatıştı. Sonra annem biraz su aldı..Onunla yüzümü, başımı
sıvazladı. Sonra beni eve koydu. Evde Ensâr'dan birtakım kadınlar hazır
bulunuyorlardı. Bunlar bana:
— Hayır ve bereket
üzere geldin, hayırlı kısmete geldin, dediler.
Annem beni bu
kadınlara teslim etti. Bunlar da benim kılığımı kıyafetimi düzelttiler ve
Rasûlullah'a teslim ettiler. Beni hiçbirşey sıkmadı, ancak Rasûlullah'ı
habersiz görünce sıkıldım. Ensâr kadınları beni Rasûlullah'a teslîm
ettiklerinde, ben dokuz yaşında bir kızdım [125].
115-.......Âişe(R)'den:
Peygamber (S) Âişe'ye şöyle demiştir:
"Sen iki kerre
rü'yâmda bana ğösterildin. Öyle sanıyorum ki, ben bir ipekli kumaş parçasında
senin suretini görmüştüm de (Cibril) bana:
— Bu resmin sahibi senin müstakbel zevcendir,
diyordu. Şimdi ben yüzünden anlıyorum ki, o suret sen idin. Cibril'in o
sözü üzerine ben:
— Eğer şu rü'yâm Allah
tarafından gösterilmişse, Allah bu takdirini infaz eder, diyordum".
116-.......Urvetu'bnu'z-Zubeyr
şöyle demiştir: Hadîce, Peygamber'in Mekke'den Medine'ye çıkmasından üç yıl
önce vefat etti. Peygamber bundan sonra iki sene yâhud buna yakın süre
evlenmeden bekledi. Âişe altı yaşında iken onu nikâh etti. Sonra Âişe dokuz yaşında
iken, Peygamber, Âişe ile güvey odasına girdi [126].
Abdullah ibn Yezîd ile
Ebû Hureyre (R)
Peygamber(S)'in:
"Eğer hicret olmasaydı, muhakkak ben Ensâr'dan bir kişi olurdum"
buyurduğunu söylemişlerdir [128].
Ebû Mûsâ da
Peygamber(S)'den şunu söylemiştir: "Ben rüyamda kendimi Mekke'den
hurmalıkları olan bir arza hicret ediyorum gördüm. Zannım o arzın Yemâme yâhud
Hecer olduğuna gitti. Bir de gördüm ki, o Medine'dir; Yesrib'dir" [129]
117-.......el-A'meş
tahdîs edip şöyle dedi: Ben Ebû VâiPden işittim, şöyle diyordu: Biz
(hastalığında) Habbâb'ı ziyaret ettik. O şöyle dedi: Biz, Peygamber'in izniyle
Medine'ye, Allah'ın cihetini yânı nzâsım isteyerek hicret ettik. Artık ecrimiz
Allah üzerine (va'di gereği) sabit oldu. Yoldaşlarımızdan bu hicretin ecir ve
ni'metinden hiçbirşey almadan âhirete geçenler de vardır. Mus'ab ibn Umeyr bunlardan
biridir. Mus'ab, Uhud günü şehîd edildi de geriye sâdece ak ve kara çubuklu bir
ihram bıraktı. Biz onu bu ihramla kefenlemeğe çalışıyorduk. Onunla başım
örttüğümüzde ayakları meydana çıkıyor; ayaklarını örttüğümüz zaman da başı
açığa çıkıyordu. (Bu yoksulluk karşısında) Rasûlullah bize şehidin başını
örtmemizi ve ayaklarının üstüne de ızhır otundan bir mikdâr koymamızı emretti.
Bizden kendisine hicretin meyvesi ulaşan ve bu meyveyi devşirenler de vardır [130].
118-.......Alkame
ibnu Vakkaas şöyle demiştir: Ben Umer(R)'den işittim şöyle dedi: Ben
Peygamber(S)'den işittim, zannediyorum şöyle buyuruyordu: "Ameller niyete
göredir. Artık kimin hicreti nail olacağı bir dünyâ yâhud evleneceği bir
kadından dolayı olmuş ise, işte onun hicreti, hicretine sebeb olan şeyedir. Her
kimin hicreti Allah'a ve Rasûlü'ne yönelik ise, onun hicreti de Allah'a ve
Rasûîü'-nedir [131].
119-.......Bana
Ebû Amr eI-Evzâî,Abdete ibn Ebî Lubâbe'den;
o da Mucâhid İbn Cebr
el-Mekkî'den tahdîs etti ki, Abdullah ibn Umer (R): "Fetihten sonra hicret
yoktur" der idi.
Yahya ibn Hamza dedi
ki: Ve yine bana el-Evzâî, Atâ ibn Ebî Rebâh'tan tahdîs etti. O şöyle demiştir:
Ben Ubeyd ibn Umeyr el-Leysî ile beraber Âişe'yi ziyaret ettim. Biz Âişe'ye
hicretten sorduk. Âişe şöyle dedi: Bu gün (yânî fetihten sonra) hicret yoktur.
Vaktiyle müzminlerden herhangi biri kendisi aleyhine bir fitne yapılacağından
korktuğu için, dîni ile Yüce Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne kaçar idi. Bu gün ise
Allah İslâm'ı zafere ulaştırıp üstün kılmıştır. Bu gün mü'-min istediği yerde
Rabb'ine ibâdet ediyor. Lâkin bu gün cihâd ve (ci-hâdda cevâb kazanma) niyeti
vardır [132].
120-.......
Hişâm şöyle demiştir: Bana babam Urve, Aışe den şöyle haber verdi: Sa'd ibn
Muâz şöyle demiştir:
— Yâ Allah! Sen
bilirsin ki, Rasûlü'nü yalanlayan ve O'nu vatanından çıkaran kavim kadar
kendilerine harb ve cihâd etmek istediğim hiçbir kimse yoktur. Yâ Allah! Öyle
zannediyorum ki, Sen bizimle onların arasında harbi indirdin (yânî artık
edilecek harb kalmamıştır).
Ve Ebân ibnu Yezîd
şöyle dedi: Bize Hişâm, babası Urve'den tahdîs etti (o, şöyle demiştir): Bana
Âişe: "Senin Peygamberini yalanlayan ve O'nu vatanından çıkaran Kureyş
kavmi kadar kendilerine (karşı) harb etmek istediğim hiçkimse yoktur"
şeklinde haber verdi [133]
121-.......Abdullah
ibn Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) kırk yaşında peygamber gönderildi.
Kendisine vahyedilir hâlde Mekke'de onüç sene ikaamet etti. Sonra hicretle
emrolunup Medine'ye hicret etti. On yıl da orada ikaamet etti. Kendisi
altmışüç yaşında iken öldü.
122-.......
Abdullah ibn Abbâs (R) -bu senedle gelen hadîste-:
Rasûlullah (S),
Mekke'de (vahy geldikten sonra) onüç sene eğlendi. Kendi altmışüç yaşında iken
de (Medîne'de) vefat etti, demiştir[134].
123-.......Bana
İmâm Mâlik, Umer ibn Ubeydillah'ın âzâdlısı Ebu'n-Nadr'dan; o da Ubeyd'den,
yânî İbn Huneyn'den; o da Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den şöyle tahdîs etti:
Rasûlullah (S) minber üzerine oturdu ve:
— "Şübhesiz bir kul var ki, Allah onu
dünyânın güzelliğinden kendisine dilediği kadar vermekle, kendi yanındaki
âhiret atıyyeleri arasında muhayyer kıldı; o kul da Allah katında olan şeyleri
tercih etti" buyurdu.
Bu söz üzerine Ebû
Bekr ağladı ve:
— Babalarımız, analarımız Sana feda olsun,
dedi.
Biz Ebû Bekr'in bu
sözlerine hayret ettik. İnsanlar da hayret edip:
— Bu şeyhe bakınız!
Rasûlullah, Allah'ın dünyâ güzelliğinden vermekle kendi yanında olan şeyler
arasında muhayyer kıldığı bir kuldan haber veriyor; bu şeyh de: Babalarımızı,
analarımızı Sana feda ettik diyor! dediler.
Meğer Rasûlullah, o
muhayyer kılınan kul imiş; Ebû Bekr de bunu hepimizden iyi bilen imiş.
Rasûlullah (S):
— "Şübhesiz arkadaşlık hususunda da, mal
harcama hususunda da insanların bana en çok vergilisi olan Ebû Bekr'dir.
Ümmetimden birini kendime halîl edinecek olaydım, muhakkak Ebû Bekr'i
edinirdim, lâkin islâm yüzünden olan kardeşlik ve sevgi (şahsî dostluktan
üstündür). Mescid'de Ebû Bekr'in küçük kapısından başka kapanmadık hiçbir kapı
kalmasın" buyurdu [135].
124- Bize
Yahya ibn Bukeyr tahdîs etti: Bize el-Leys, Ukayl ibn Hâlid'den tahdîs etti:
îbnu Şihâb şöyle demiştir: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr haber verdi ki, Peygamber'in
zevcesi Âişe (R) şöyle demiştir [136]:
Ben babamla anamın İslâm Dîni'ni dîn edinmiş olmayarak yaşadıklarım hiç
hatırlamadım. O zamanlarda Rasûlullah'ın gündüzün iki tarafında, sabah akşam
bize gelmediği hiçbir günümüz geçmezdi. Müslümanlar (Kureyş müşrikleri
tarafından) belâya, işkenceye uğratılınca (Rasûlullah sahâbîlerine hicret için
izin vermiş), Ebû Bekr de Habeş diyarı tarafına hicret etmek üzere (Mekke'den)
çıkmıştı. Ebû Bekr Berku'l-Gımâd mevkiine ulaşınca kendisine İbnu'd-Dağıne kavuştu.
İbnu'd-Dağme Kaare kabilesinin seyyididir [137].
Ebû Bekr'e:
— Yâ Ebâ Bekr, nereye
gitmek istiyorsun? diye sordu. Ebû Bekr de:
— Beni kavmim(in
ezası) çıkardı. Arzda yürüyüp seyahat etmek ve Rabb'ime ibâdet etmek istiyorum,
dedi.
Îbnu'd-Dağme:
— Yâ Ebâ Bekr, senin
gibi bir zât yurdundan çıkmaz ve (başkaları tarafından) çıkarılmaz. Çünkü sen
herkeste bulunmayan (en değerli) bir malı ihsan edersin, hısımlarını ziyaret
edip onlarla ilgilenirsin, işini görmekten âciz olan aile ferdlerinin yükünü
çekersin, misafiri ağırlarsın, hakk engellerine karşı yardım edersin. Şimdi ben
senin için bir koruyucuyum. Haydi Mekke'ye dön de kendi beldende Rabb'ine
ibâdet et, demiştir.
Bunun üzerine Ebû Bekr
geri dönmüş, İbnu'd-Dağme de kendisiyle beraber yollanmıştır. (Mekke'ye
gelince) İbnu'd-Dağıne o akşam Kureyş'in şeriflerini dolaşmış ve onlara:
— Şübhesiz Ebû Bekr
gibi biz zât memleketinden çıkmaz ve çıkarılmaz. Sizler şu yüksek sıfatlan
olan bir adamı memleketinden çıkarır mısınız; o, kimsede bulunmayan en
kıymetli malı ihsan eder; o, hısımlara ziyaret edip onlarla ilgisini devam
ettirir; o, aile yükünü çeker; o misafiri ağırlar; o, hakk yolunda meydana
gelen hâdiselerde insanlara yardım eder, dedi.
Ve böylece Ebû Bekr'i
korumasına aldı. Kureyş de İbnu'd-Dağme'nin Ebû Bekr'i emânına almasını
reddetmedi. Hakkındaki bu sözlerini yalanlamadı. Kureyş ileri gelenleri
İbnu'd-Dağıne'ye hitaben:
— Sen Ebû Bekr'e
emret! O, kendi evinde Rabb'ine ibâdet etsin, orada namaz kılsın, ne dilerse
okusun! Fakat okuduğu ile bize ezâ vermesin, okumasını açıktan yapmasın! Çünkü
biz, kadınlarımızı ve oğullarımızı fitneye düşürmesinden korkarız, dediler.
İbnu'd-Dağıne
Kureyş'in bu sözlerini Ebû Bekr'e söyledi. Ebû Bekr de bu şartlara göre evinde
Rabb'ine ibâdet etmek, namazını açıktan kılmamak, evinin dışında Kur'ân
okumamak suretiyle ikaamet etti.
Bir zaman sonra Ebû Bekr
için bunun zıddı bir re'y hâsıl oldu da evinin önünde bir mescid yaptı. Burada
namaz kılmaya ve Kur'ân okumaya başladı. Bunun üzerine.müşriklerin kadınları
ve çocukları Ebû BekrMn ibâdet ve kıraatine hayret ederek, ona bakmak için
birbirlerini itiyor ve onun üstüne atılıp düşüyorlardı. Ebû Bekr ince yürekli
ve çok ağlar bir adamdı. Kur'ân okuduğu zaman gözyaşlarını tutamazdı. Ebû
Bekr'in bu hâli, Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerini korkuttu da, onlar
İbnu'd-Dağıne'ye haber gönderdiler. İbnu'd-Dağıne de onların yanına geldi.
Kureyş:
— Biz Ebû Bekr
hakkında senin onu himayene, evinde Rabb'ine ibâdet etmek üzere müsâade
etmiştik. Ebû Bekr ise bu sınırı geçerek evinin önünde bir mescid yapmış,
içinde aşikâre namaz kılmağa ve Kur'ân okumağa başlamıştır. Doğrusu biz,
kadınlarımızın ve oğullarımızın fitneye düşmelerinden korkmuşuzdur. Artık sen
Ebû Bekr'i bundan nehyet! Eğer Ebû Bekr, Rabb'ine kendi evinde ibâdet etmekle
yetinirse ibâdet etsin. Eğer dayatır da muhakkak namaz ve kıraatini i'lân etmek
isterse, ona verdiğin ahd ve emânını sana geri vermesini iste! Emîn ol ki, biz
sana verdiğimiz sözden caymayı çirkin gördük. Fakat biz, Ebû Bekr'in aşikâre
ibâdet etmesine de söz vermiş değiliz, dediler.
Aişe şöyle dedi: Bunun
üzerine Îbnu'd-Dağıne, Ebû Bekr'e geldi de:
— Benim sana nasıl bir
husus üzerine akd yapıp söz vermiş olduğumu iyice bilmişsindir. Şimdi sen ya o
husus üzerinde yetinirsin,
yâhud da benim ahd ve
emânımı bana geri verirsin! Emîn ol ki ben bir kimseye verdiğim emânımı bozmuş
olduğumu Arab milletinin işitmesini arzu etmem, dedi.
Bunun üzerine Ebû
Bekr:
— Ben artık senin himayeni sana geri veriyorum!
Ben Azız ve Celîl olan Allah'ın himayesine razıyım (O'na sığınıyorum), dedi.
Peygamber (S) o gün
Mekke'de bulunuyordu. Peygamber, müslü-mânlara:
— "Sizin hicret edeceğiniz yurt, iki kara
taşlık arasında hurmalıkları olan bir şehir olduğu bana rü'yâmda
gösterildi" buyurdu.
Bu hadîsteki "İki
lâbe", "İki kara taşlık"tır. Peygamber'in bu sözü ve teşviki
üzerine Medine tarafına hicret edenler hicret etmişti. Habeşistan'a hicret
edenlerin çoğu da (Mekke yoluyla) Medîne'ye dönüp gelmişlerdi. Ebû Bekr de
Medine tarafına hicrete hazırlanmıştı. Fakat Rasûlullah ona:
— "Sabret! Bana da (hicret için) izin
verilmesini umarım" buyurdu.
Ebû Bekr de:
— Babam sana feda
olsun, böyle bir izin gelmesini umar mısın? diye sordu.
Rasûlullah:
— "Evet umarım" diye tasdîk buyurdu.
Bu sebeble Ebû Bekr de
Rasûlullah'a hicrette arkadaşlık etmek üzere hemen hareket etmekten kendini
men' etti. Aynı zamanda Ebû Bekr evinde bulunan en kuvvetli iki hecin devesini
dört ay, talh ağacı yaprağı ile ev içinde besledi, (onlan dışarıya
salıvermedi). Semur yaprağı, silkilip kurutulmuş yapraklardır.
İbn Şihâb şöyle dedi:
Urve dedi ki, Âişe şöyle demiştir: Bir gün biz zeval vaktinin ilk saatinde (en
sıcak zamanda) Ebû Bekr'in evinde oturuyorduk. Ev halkından biri Ebû Bekr'e:
— İşte Rasûlullah,
bize gelmesi mu'tâd olmayan bir saatte, başını bir sargı ile sarmış olarak
geliyor! dedi.
Ebû Bekr de:
— Babam, anam O'na
kurbân, vallahi mühim bir hâdise olmadıkça bu saatte gelmek âdeti değildi,
dedi.
Âişe, rivayetine devam
ederek dedi ki: Rasûlullah geldi, izin istedi. Kendisine içeri girme izni
verilip buyurun denildi. Bunun üzerine evimize girdi. Müteakiben Peygamber,
Ebû Bekr'e:
— "Yanında bulunanları dışarı çıkar!"
buyurdu.
Ebû Bekr de (beni,
annem Ümmü Rûmân'ı ve kızkardeşim Es-mâ'yı kasdederek):
— Babam Sana kurbân yâ
Rasûlallah! Onlar Senin ehlin ve mahremindir (yabancı yoktur), dedi.
Rasûlullah:
— "Bana (Mekke'den Medine'ye) çıkmakhğım
için izin verildi"
dedi.
Ebû Bekr de:
— Yâ Rasûlallah, babam Sana kurbân oisun! Ben
de sohbetinizde ve maiyyetinizde bulunmak isterim, dedi.1
Rasûlullah:
— "Evet (sen de beraberimde
olacaksın)" buyurdu.
Ebû Bekr:
— Babam Sana kurbân yâ Rasûlallah, şu iki binek
devemden
birini beğen al! dedi.
Rasûlullah:
— "Ancak bedeliyle alırım" buyurdu [138].
Âişe dedi ki: Biz
Rasûlullah ile Ebû Bekr'in sefer gereklerini çarçabuk hazırladık. Her ikisi
için deriden bir dağarcık içinde bir mik-dâr azık düzenleyip koyduk. Dağarcığın
ağzı bağlanacağı sıra Ebû Bekr'in kızı Esma, belinin kuşağından bir parça
yırtıp ayırdı da, onunla dağarcığın ağzını bağladı. Bundan dolayı Esmâ'ya
"Zâtu'n-Nitâk" -Kuşmeyhenî rivayetinde: "Zâtu'n-Nitâkayn( = İki
kuşaklı)"- diye isim takıldı [139].
Âişe dedi ki: Sonra
Rasûlullah ile Ebû Bekr Sevr Dağı'ndaki bir mağaraya ulaştılar ve orada üç gece
gizlendiler [140].Her gece yanlarında Ebû
Bekr'in oğlu Abdullah gecelerdi. Abdullah maharetli, çabuk anlayışlı taze bir
gençti. Seher vakti Rasûlullah ile Ebû Bekr'in yanından çıkar, Mekke'de
gecelemiş gibi Kureyş ile sabahlardı. Abdullah, Rasûlullah ile Ebû Bekr
hakkında Kureyş müşriklerinin hilelerinden duyduğu şeyleri ezberler, tâ
karanlık basınca gelir, Rasûlullah ile babasına haber verirdi. Ebû Bekr'in
kölesi Âmir ibn Fuheyre (o civarda) bol sütlü sağmal koyun sürüsü otlatır ve
akşamdan bir müddet geçtiğinde o sürüyü Rasûlullah ile Ebû Bekr'in yanlarına
getirirdi. Onlar da sağıp taze süt içerek gecelerlerdi. O süt, kendi
sağmallarının sütü idi. Ve içine kızgın taş konularak ısıtılmış (ve biraz
pişirilmiş) idi. Nihayet gecenin sonunda Âmir ibn Fuheyre (mağaranın önüne
gelir), sağmal koyunlara seslenir, tekrar otlatmaya götürürdü. Rasûlullah ile
Ebû Bekr'in mağarada bulundukları üç gecenin hepsinde Âmir süt işini böyle
te'mîn etmiştir.
Rasûlullah ile Ebû
Bekr (Mekke'de iken) Abd ibnu Adiyy oğulları olan ed-Dîl oğulları'ndan yol
kılavuzluğunda maharetli (Abdullah ibn Ureykıt adında) bir kişi îcâr
etmişlerdi. Bu adam Âs ibn Vâil es-Sehmî ailesi hakkında yemînli dost olmak üzere
elini kana batırmıştı [141]. Bu
zât hâlâ da Kureyş kâfirlerinin dîni üzere idi. Fakat doğruluğuna emniyet ve
i'timâd ederek Rasûlullah ile Ebû Bekr, develerini ona teslim etmişler ve üç
gece sonra develeriyle beraber Sevr Dağı'ndaki mağarada buluşmak üzere
va'dleşip muahede etmişlerdi, bu kılavuz kişi Rasûlullah ile Ebû Bekr'in
develeriyle üçüncü gecenin sabahında Sevr'e, onların yanına geldi. Rasûlullah
ve Ebû Bekr'le beraber Âmir ibn Fuheyre ve kılavuz Abdullah ibn Ureykıt da
yollandılar. Kılavuz yolcuları alıp sahiller yolunu ta'kîb ederek Medine'ye
gitmek üzere hareket ettiler.
İbn Şihâb şöyle
demiştir [142]: Bana Abdurrahmân ibn
Mâlik el-Mudlicî -ki o, Surâka ibn Mâlik ibn Cu'şum'un erkek kardeşidir- haber
verdi. Ona da babası Mâlik, Surâka ibn Cu'şum'dan şöyle derken işittiğini haber
vermiştir: (Hicret kaafilesi Mudlic oğullan sınırından geçtiği sırada) Kureyş
kâfirlerinin etrafa saldıkları elçileri bize geldi. Mekkeliler Rasûlullah ile
Ebû Bekr'den herbirini öldüren veya esîr eden kimse için ayrı ayrı mükâfat
ta'yîn ediyorlardı,
Surâka dedi ki: Bu
günlerde ben, kavmim Mudlic oğulları'nın toplantılarından birisinde
oturuyordum. Bu sırada Kureyş adamlarından bir kişi çıkageldi. Biz otururken o
ayakta dikildi de:
— Yâ Surâka! Ben biraz
önce sahile doğru yollanan birkaç yolcu karaltısı gördüm. Öyle sanıyorum ki,
bunlar Muhammed ile sahâbîleridir, dedi.
Surâka dedi ki: Ben
derhâl bu adamın anlattığı yolcuların Muhammed ile sahâbîleri olduğunu
anladım. Fakat (ondan saklamak için) ona:
— Gördüğün karaltılar Muhammed'le sahâbîleri
değildir. Lâkin sen Fulân ve Fülân kişileri görmüş olacaksın! Şimdi onlar
bizim gözlerimiz önünden geçip gittiler, kendilerine âid bir kayıp arıyorlar,
dedim.
Sonra (hareketimi
meclistekilere sezdirmemek için) bir müddet daha mecliste eğlendim. Sonra
kalkıp evime girdim. Cariyeme atımı alıp çıkarmasını ve yüksek tepenin
arkasında beni beklemesini emrettim. Ben de kargımı alarak evimin arka
tarafından çıktım. Ve kargımın (parıltısını gizlemek için) alt tarafını yerde
sürüklemiş, üst tarafını da aşağıya doğru tutmuştum. Nihayet atımın yanma
geldim, üstüne bindim ve beni gayeme yaklaştırması için hayvanı dört nala
kaldırdım. Sonunda Rasûlullah ile sahâbîlerine yetişip yaklaştım. Bu sırada
atım sürçüp kapaklandı. Ben de atımdan düştüm [143].
Fakat hemen toparlanıp kalktım ve elimi ok kuburumun içine uzattım, ondan fal
kalemlerini çıkardım [144].
Muhammed'le sahâbîlerine zarar verir miyim, yoksa vermez miyim? diye onlarla
fal baktım. Fal neticesinde hoşlanmadığım şey (yânî zarar veremeyeceğim
hususu) çıktı. Bunun üzerine ben yine atıma bindim. Fal oklarının aykırı
çıkmasına rağmen, ben onlara isyan edip, atımı yine dört nala kaldırdım. At
beni onlara yaklaştırıyordu. Nihayet Rasûlullah'ın okuduğunu işittim. Rasûlullah
arkasına dönüp bakmıyordu. Ebû Bekr ise arkasına çok dönüp bakıyordu.
Rasûlullah'ın okuduğunu işittiğim sırada atımın iki ön ayağı yere (kum içine)
battı. Hattâ bu batış dizlerine kadar erişti. Ben de attan düştüm. Sonra ben
hayvanı kalkmağa zorladım. O da kalkmağa çalıştı. Fakat bir türlü ayaklarını
çıkarmaya gücü yetişmedi. Hayvan (zorlukla homurdanarak) kalkıp doğrulunca da
hemen iki ayağının gömülen izinden göğe doğru ateş dumanı gibi bir duman
yükselip dağıldı. Bunun üzerine ben fal oklarıyle tekrar fal baktım. Yine
hoşlanmadığım surette çıktı. Sonra ben Muhammed'le sahâbîlerine:
— el-Emân! diye haykırdım [145].
Bunun üzerine
durdular. Ben de atıma binerek tâ yanlarına vardun. Rasûlullah ve sahâbîlerini
taarruzumdan koruyan bunca hârikalarla karşılaştığım şu anda gönlümde kesin
bir kanâat hâsıl oldu ki, Rasûlullah'ın işi ve peygamberlik da'vâsı yakında
zahir olup zafere ulaşacaktır. Bu kanâat üzerine O'na:
— Kavmin Kureyş,
Sen'in öldürülmen veya esîr alınman hakkında mükâfat ta'yîn etmişlerdir,
dedim.
Ve Kureyş'in,
kendisine ve sahâbîlerine karşı ne kadar fenalık yapmak istediklerini birer
birer onlara haber verdim. Ve kendilerine yol azığı ve yol metâ'ı arzettim.
Fakat benden birşey almadılar ve hiç-birşey de almak istemediler. Yalnız Rasûlullah
bana:
— "(Yâ Surâka!) Bizim yolculuğumuzu
gizle!" dedi.
Bunun üzerine ben
Rasûlullah'tan hakkımda bir emânnâme yazmasını istedim. Rasûlullah da Âmir ibn
Fuheyre'ye emretti. Âmir de bir deri parçasına yazıp verdi. Bundan sonra
Rasûlullah, maiyyetiyle yoluna devam etti [146].
İbn Şihâb şöyle
demiştir: Bana Urvetu'bnu'z-Zubeyr haber verdi ki, Rasûlullah yolda
müslümânlardan deve süvârîsi bir kaafile içinde gelmekte olan Zubeyr
ibnu'l-Avvâm'a kavuştu. Bu kaafile Şam'dan gelmekte olan tacirlerdi. Zubeyr, Rasûlullah
ile Ebû Bekr'e beyaz maşlahlar giydirdi [147].
Medine'de müslümânlar,
Rasûlullah'ın Mekke'den yola çıktığını işitmişler ve karşılamak için her sabah
kuşluk vakti Harre mevkiine çıkarak öğle sıcağı basıncaya kadar Rasûlullah'ın
gelmesini bekliyorlardı. Yine bir gün müslümânların beklemeleri uzadıktan sonra
dönmüşlerdi. Evlerine girdikleri sırada Yahûdîler'den bir kişi, kendisine âid
bir işe bakmak üzere Yahûdî kulelerinden bir kulenin üstüne çıkıp yüksekten
uzaklara bakmakta iken, Rasûlullah ile sahâbî-lerini, beyazlar giymiş oldukları
hâlde -sıcaktan meydana gelen serap ve sis manzaralarını yararak geldiklerini
gördü. Artık Yahûdî bu muhteşem gelişi saklamaya muktedir olamayarak, yüksek
sesiyle:
— Ey Arab cemâati!
Beklemekte olduğunuz nasibiniz ve devletliniz işte geliyor! diye haykırdı.
Bu sesi işiten bütün
müslümânlar, silâhlarına sarılarak evlerinden fırlayıp Rasûlullah'ı
karşılamaya koştular. Ve Harre denilen kara taşlık yolunda Rasûlullah'a
kavuştular. Rasûlullah şimdi maiyyetiyle ve karşılayıcılarıyle Medine'nin sağ
tarafına (Kubâ yönüne) doğru meyledip yollandı. Nihayet Rasûluîlah, maiyyetiyle
beraber Harise oğullarından Amr ibn Avf ailesinin yurduna indi. Ve onlara (onların
başında bulunan Kulsüm ibn Hıdm'e) misafir oldu. Küba'ya varış rebîu'İ-evvel
ayının bir pazartesi gününe tesadüf etmişti [148].
Karşılayıcılara karşı
kabul merasimini Ebû Bekr yapmış ve konuşmuştu. Rasûlullah ise sükût edip bir
tarafa oturmuştu. Hattâ En-sâr'dan Rasûlullah'ı evvelce görmeyerek Küba'ya
gelenler, Ebû Bekr'i (Şâm ticâreti münâsebetiyle) tanıdıklarından, evvelâ ona
selâm veriyorlardı. Tâ ki, Rasûlullah'a güneş isabet edip de hemen Ebû Bekr
varıp, kendi ridâsıyle Rasûlullah'ıri üzerine gölgelik yapınca, o zaman
Rasûlullah'ı herkes tamdı.
Rasûlullah, Amr ibn
Avf oğulları'nda on küsur gece misafir kaldı. Bu müddet zarfında Takva üzerine
kurulan mescid kuruldu ve Rasûlullah ve mescid içinde namaz kıldı [149].
Sonra Rasûlullah
devesine bindi. Muhacirler'den ve Ensâr'ın karşıiayıcılarından meydana gelen
bir kalabalık, beraberinde yürümek suretiyle, sevinç gösterilen yaparak
Medine'ye hareket etti. Nihayet Medine'ye vardığında devesi, Rasûlullah'ın
Medine'deki mescidinin yerinde çöktü. Burasını müslümânlar o sırada namaz kılma
yeri edinmişlerdi. Daha evvel de Sa'd ibn Zurâre'nin terbiyesinde bulunan Süheyl
ve Sehl adlı iki yetîm çocuğa âid olup hurma kurutacak harman yeri idi.
Rasûlullah'ın devesi bu arsaya gelip çökünce, Rasûlullah:
— "înşâallah burası bizim menzilimiz ve
makaamımızdır" buyurdu.
Bilâhare Rasûlullah,
bu iki genci da'vet edip, burasını mescid yapmak üzere değer bahâsıyle onlardan
satın almak istedi. Gençler:
— Yâ Rasûlallah, burasını biz Sana bağışlarız,
dediler.
Fakat Rasûlullah,
çocuklardan hibe suretiyle almak istemedi. Nihayet ta'yîn edilen bir bedelle
satın aldı. Sonra mescidi bina etti. Mescidin inşâsı sırasında Rasûlullah,
sahâbîleriyle beraber mescid duvarlarına kerpiç taşımaya başladı. Taşırken de
şu beyitleri okudu:
Haza '1-hımâlu lâ
hımâle Hayber Hazâ eberru Rabbena ve athar
İnne '1-ecre ecru
'î-âhıre Ferhami'î-Ensâra ve'î-Muhâcire (- Ey Rabbimiz, yüklenip taşıdığımız şu
balçıktan düzülmüş ham kerpiç yükü, Hayber'in hurma hamulesi değildir. Bu ondan
daha hayırlı ve daha temizdir. Şübhesiz ki hayırlı ücret, âhiret ücretidir. Yâ
Rabb, sen Ensâr'a ve Muhâcirler'e merhamet eyle) diyordu..
Rasûlullah,
müslümânlardan ismi bize bildirilmeyen bir şâirin şiirini misâl olarak inşâd
etmiştir.
İbn Şihâb ez-Zuhrî:
Rasûlullah'ın bu beyitten başka tam bir şiirin bir beytine misâl olarak
getirip inşâd ettiği, hadîslerde bize ulaşmadı, demiştir [150].
125-.......Hişâm,
babası Urve'den ve Fâtıma bintu'l-Munzir'den; onlar da Esmâ(R)'dan tahdîs
etmiştir (Esma şöyle demiştir): Ben Peygamber (S) ile Ebû Bekr için Medine'ye
gitmek istedikleri zaman bir sofra hazırladım. Babama:
— Sofranın ağzını
bağlayacak, kuşağımdan başka birşey bulamıyorum, dedim.
Babam:
— Kuşağını ikiye böl, dedi.
Ben de öyle yaptım da
işte bundan dolayı ben "Zâtu'n-Nıtâkayn = İki kuşaklı" diye
isimlendirildim [151].
126-.......Ebû
İshâk şöyle demiştir: Ben el-Berâ ibn Âzib(R)'den işittim, o şöyle dedi:
Peygamber (S) Medine'ye yönelip hareket ettiği zaman, yolda kendisim Surâka
ibnu Mâlik ibn Cu'şum ta'kîb etti. Peygamber de onun aleyhine beddua etti.
Bunun üzerine onun atının ayakları yere battı. Surâka, Peygambere:
— Benim için Allah'a
duâ et, ben sana zarar vermeyeceğim, dedi.
Peygamber de onun
lehine duâ etti.
Râvî dedi ki:
Rasûlullah yolda susadı da bir çobana uğradı. Ebû Bekr:
— Ben bir kap alıp
onun içine az bir mikdâr süt sağdım, onu Peygamber'e getirdim ve kendisi bundan
içti; ben de bundan hoşnûd oldum, demiştir [152].
127- Bana
Zekeriyyâ ibn Yahya, Ebû Usâme'den; o da Hişâm ibn Urve'den; o da babası
Urve'den; o da Esmâ(R)'dan olmak üzere tahdîs etti. Esma (Mekke'de iken) oğlu
Abdullah ibnu'z-Zubeyr'e hâmile olmuştu. Esma dedi ki: Ben gebelik müddetini
tamamlamış olarak Mekke'den çıktım ve Medine'ye geldim, Küba'ya indim.
Abdullah'ı orada doğurdum. Sonra onu Peygamber'e getirdim de kucağına koydum.
Bunun üzerine Rasûlullah bir hurma istedi. Onu çiğnedikten sonra çocuğun ağzına
tükürdü. Bu suretle oğlumun midesine ilk inen şey, Rasûlullah'm tükrüğü oldu.
Sonra Rasûlullah bir hurma çiğnemiyle çocuğun damağını oğdu. En sonra çocuğa
duâ etti, ona bereket ve saadet diledi. Ve böylece Abdullah ibnu'z-Zubeyr
(hicretten sonra Medine'deki) müslümân aileleri içinde ilk doğan çocuk oldu.
Bu hadîsi Alî ibn
Mushir'den; o da Hişâm'dan; o da babası Urve'den; o da Esma'dan senediyle
rivayet etmekte Zekeriyyâ ibnu Yah-yâ'ya.Hâlid ibn Mahled mutâbaat etmiştir.
Bunda: Esma, Peygam-ber'in yanına gebe olarak hicret etti, ifâdesi vardır [153].
128-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: (Medine'de) İslâm içinde ilk doğan çocuk Abdullah
ibnu'z-Zubeyr'dir. Onu Peygamber'e getirdiler, Peygamber bir hurma aldı da onu
çiğnem yaptı, sonra da onu çocuğun ağzının içine soktu.. Böylece çocuğun
karnına ilk giren şey, Peygamber'in tükrüğüdür [154].
129-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Allah'ın Peygamberi Mekke'den Medine'ye, Ebû
Bekr'i bineğinin arkasına bindirmiş olarak geldi. Ebû Bekr, (saç ve sakalı
ağardığından) ihtiyar (görünüyor, ticâret için gelip gittiğinden de)
tanınıyordu. Allah'ın Peygamberi ise (saçı ağarmadığmdan) genç görünüyor,
tanınmıyordu.
Râvî dedi ki: Herhangi
bir kimse Ebû Bekr'le karşılaşır da:
— Yâ Ebâ Bekr! Şu önündeki adam.kimdir? diye
sorar. O da:
— Bu adam beni doğru
yola hidâyet eden kimsedir, diye cevâb verirdi.
Zanneden kimse, Ebû
Bekr'in bu sözle ancak maddî olan yolu kasdettiğini sanır. Hâlbuki Ebû Bekr bu
sözündeki yol ile, ancak hayır yolunu kasdediyordu. Ebû Bekr bir ara arkasına
döndü ve birden kendilerine yetişmiş olan bir süvariyi (yânî Surâka'yı) gördü.
Bunun üzerine:
— Yâ Rasûlallah, işte bir süvari bize yetişti,
dedi. Allah'ın Peygamberi geriye döndü de:
— "Yâ Allah! Onu düşür" dedi.
Bu duâ üzerine at onu
yere attı. Sonra at homurdanarak ayağa kalktı.. Bu düşme ardından Surâka:
— Ey Allah'ın
Peygamberi, ne dilersen emret, dedi. Peygamber ona: . .
— "Sen yerinde dur, arkamızdan bize
yetişecek hiçbir kimseyi bırakma" buyurdu.
Râvî Enes dedi ki: (Ne
garîbdir ki) Surâka bir gündüzün evvelinde Allah'ın Peygamberi aleyhine
çalışan, O'nun canına kasdeden bir kimse iken, o gündüzün sonunda O'nun
hayâtını müdâfaa eden bir silâh mesabesinde olmuştur!
Nihayet Rasûlullah
Harre tarafında konak etti. Oradaki ikaa-metinden sonra Ensâr'a (yânı dayıları
olan Neccâr oğullan'na) haber gönderdi. Onlar silâhlanarak Allah'ın
Peygamber'ine ve Ebû Bekr'e geldiler de, bunlar selâm verdiler ve:
— (Buyurunuz!)
Düşmanlarınızdan emîn, dostlarınız tarafından itaat edilmiş iki kimse olarak
develerinize bininiz, dediler.
Bunun üzerine Allah'ın
Peygamberi devesine bindi. Ebû Bekr de arkasında, deve üstünde vaziyet aldı. Bu
silâhlı kuvvetler, Pey-gamber'le Ebû Bekr'in develeri çevresini kuşattılar. (Bu
suretle düzülen kaafile Medine'ye doğru yollandı.) Bu sırada Medine'de:
— Allah'ın Peygamberi
geldi, Allah'ın Peygamberi geldi! denildi.
Artık herkes
yükseklere çıkıp O'na bakıyor ve:
— Allah'ın Peygamberi
geldi, Allah'ın Peygamberi geldi! diyorlar ve sevinç gösterileri yapıyorlardı.
Bu sevinç içinde
ilerleyip gelen Peygamber, nihayet Ebû Eyyûb'un evinin yanına indi. Şu muhakkak
ki, Peygamber orada kendi ailesi ferdlerine bâzı sözler söylüyordu. Tam bu
esnada O'nun konuşmasını Abdullah ibn Selâm işitti. Kendisi, ailesine âid olan
bir hurmalıkta onlara hurma topluyor hâldeydi. Hemen onlar için toplamakta
olduğu hurmaları orada bırakıvermeye acele etti de topladığı hurmalar
beraberinde olarak Peygamber'in yanma geldi. Allah'ın Peygamberi 'nden ilk
defa olarak konuşmasını işitti. Sonra tekrar kendi ailesinin yanına döndü.
Allah'ın Peygamberi
devesinden indikten sonra (Abdulmuttalib'in anası Selmâ kadın yönünden
hısımlarını kasdederek):
— "Hısımlarımız evlerinden hangisinin evi
daha yıkındır?" diye sordu.
Neccâr oğullarından
Ebû Eyyûb:
— Ey Allah'ın
Peygamberi, benim evim yakındır! îşte şu, evimdir, şu'da kapısıdır, diye
gösterdi.
Peygamber:
— "Öyle ise haydi git de bizim için yatıp
istirahat edecek bir yer hazırla!" buyurdu.
Ebû Eyyûb hemen gidip
geldi de Peygamber'le Ebû Bekr'e hitaben:
— Yüce Allah'ın
bereketi üzerine ikiniz de kalkıp buyurunuz! dedi.
Allah'ın Peygamberi
Ebû Eyyûb'un evine gelince, Abdullah ibn Selâm da geldi ve şunları söyledi:
— Şehâdet ederim ki,
sen Allah'ın Rasûlü'sün ve sen hiç şübhe-siz hakkı getirdin. Yahudiler benim
kendilerinin seyyidi ve seyyidle-rinin oğlu olduğumu, onların en bilgilisi ve
en bilginlerinin oğlu olduğumu bilmişlerdir. Onları çağır da, onlar benim
müslümân olduğumu bilmeden Önce, beni onlardan sor (mevki'imi tezkiye ve
tas-dîk ettir). Çünkü Yahudiler eğer benim müslümân olduğumu bilirlerse, benim
hakkımda bende bulunmayan şeyler söyleyip bana iftira ederler, dedi.
Bunun üzerine Allah'ın
Peygamberi (Abdullah ibn Selâm'ı bir tarafa gizledikten sonra) Yahûdîler'e
haber gönderip çağırdı. Yahudiler gelip huzuruna girdiklerinde, Rasûlullah
(S):
— "Ey Yahûdîcemâati, size veyl olsun,
Allah'a ittıkaa ediniz. Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a yemîn ederim ki,
sizler benim Allah'ın hakk rasûlü olduğumu ve benim hakkdîni getirmiş olduğumu
muhakkak pek iyi bilmektesinizdir. Onun için müslümân olunuz" buyurdu.
Yahudiler:
— Biz senin peygamber olduğunu bilmiyoruz,
dediler.
Bu sözü Peygamber'e üç
defa söylediler. Sonra Peygamber onlara:
— '-Sizin içinizde Abdullah ibn Selâm var, o
nasıl adamdır?" diye sordu.
Yahudiler:
— O bizim seyyidimiz
ve seyyidimizin oğludur; en bilgilimiz ve en bilgilimizin oğludur, dediler.
Peygamber:
— "Abdullah ibn Selâm müslümân olursa sizler
ne dersiniz?'' diye sordu.
Yahudiler:
— Hâşâ Allah'a!
Abdullah ibn Selâm hiçbir vakit müslümân olmaz! dediler.
Peygamber yine:
— "Abdullah ibn Selâm müslümân olursa
sizler ne dersiniz?" buyurdu.
Yahudiler:
— Hâşâ Allah'a!
Abdullah hiçbir vakit müslümân olmaz! dediler.
Peygamber üçüncü defa:
— "Abdullah ibn Selâm müslümân olursa
sizler ne dersiniz?" diye sordu.
Yahudiler de üçüncü
defa:
— "Hâşâ Allah'a!
Abdullah ibn Selâm hiçbir vakit müslümân olacak değildir, dediler.
Bu sefer Peygamber,
Abdullah ibn Selâm'a hitaben:
— "Yâ İbne Selâm, bulunduğun yerden
bunların önüne çık!" buyurdu.
Abdullah, saklı
bulunduğu yerden çıkarak:
— Ey Yahûdî cemâati!
Allah'tan itükaa edip korkun! Kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah'a
yeminle söylüyorum ki, sizler O'nun Allah'ın Rasûlü olduğunu ve O'nun hakk dîn
getirdiğini muhakkak iyi bilmektesiniz, dedi.
Yahudiler de ona
karşı:
— Sen yalan söyledin, dediler.
Bu çelişkili sözleri
üzerine Rasûlullah, Yahûdîler'i huzurundan dışarı çıkardı [155]
130-.......ibn
Cureyc şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibn Umer, Nâfi'den; yânî o da İbn
Umer'den haber verdi; o şöyle demiştir: Umer ibnu'l-Hattâb (R) ilk Muhâcirler'e
Beytu'l-mâlden dört mevsim veya dört yılda dörtbin dirhem ta'yîn etti. İbn
Umer için de üçbinbeş-yüz dirhem ta'yîn etti.
Umer ibnu'l-Hattâb'a:
— İbn Umer de
Muhacirler'dendir; onun tahsisatını dörtbinden niçin eksilttin? denildi.
Bunun üzerine Umer:
— İbn Umer'i ancak
ana-babası hicret ettirmişlerdir, deyip: O kendi kendine muhacir olan kimse
gibi değildir, gerekçesini söylüyordu [156].
131-.......Buradaki
iki ta'rîkten birinde el-A'meş şöyle demiştir: Ben Şakîk ibn Seleme'den
işittim, şöyle dedi: Bize Habbâb tah-dîs edip şöyle dedi: Bizler Rasûlullah'm
maiyyetinde Allah'ın cihetini, yânî rızâsını arayarak (Medîne'ye hicret ettik,
ecrimiz (va'di gereğince) Allah'a vâcib oldu. Yol arkadaşlarımızdan bunun
ecrinden hiç-birşey yemeden âhirete geçenler vardır. Bunlardan biri Mus'ab ibn
Umeyr'dir. O, Uhud günü şehîd edilmişti de biz onu, içinde kefenleyeceğimiz
hiçbirşey bulamamış, ancak ak ve kara çubuklu ve kalemli bir ihram bulmuştuk.
(Biz şehidi onunla kefenlemeye çalışıyorduk.) Bu alacalı ihramla başını
örttüğümüz zaman ayakları meydana çıkıyor; ayaklarını örttüğümüzde de başı
meydana çıkıyordu. Bu yokluk karşısında Rasûlullah (S) bize bu ihrâmh şehidin
başım örtmemizi, ayaklarının üzerine de ızhır otundan koymamızı emretti.
Bizden, kendilerine hicret meyvesi ulaşan ve bu meyveyi devşirenler de vardır [157].
132-.......Muâviye
ibn Kurre şöyle demiştir: Bana Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nin oğlu Ebû Burde tahdîs
edip şöyle dedi: Abdullah ibn Umer bana:
— Sen babam Umer'in, senin baban Ebû Musa'ya
dediği şeyi biliyor musun? dedi.
Ben:
— Hayır bilmiyorum, dedim.
Abdullah ibn Umer
şöyle dedi: Benim babam senin babana:
— Yâ Ebâ Mûsâ,
Rasûlullah'la maiyyetinde İslâm'a girmemiz, O'nun beraberinde hicret etmemiz,
O'nun beraberinde cihâd etmemiz ve O'nun beraberinde yaptıklarımızın hepsinin
bizim lehimize sabit olması ve Rasûlullah* tan sonra yaptığımız amellerin hepsi
de başa-baş müsâvî olması, yânî lehimize ve aleyhimize birşey sabit olmaması
seni sevindirir mi? dedi.
Buna karşı benim babam
(doğrusu: Senin baban):
— Hayır (bu beni
sevindirmez). Vallahi biz Rasûlullah'tan sonra da cihâd etmiş, namaz kılmış,
oruç tutmuş ve daha birçok hayır ameli işlemişizdir. Ve bizim ellerimizle
birçok beşer İslâm Dîni'ne girdi. Biz elbette bu amellerimizin sevabını da ümîd
ediyoruz, dedi.
Bunun üzerine babam
Umer:
— Fakat ben, Umer'in
nefsi elinde bulunan Allah'a yemîn ederim ki, Rasûlullah'ın beraberinde
yaptığımız amellerin bizim için sabit olup sevabının bize ulaşmasını, lâkin
O'ndan sonra yaptığımız herbir amelden de başa baş müsâvî olarak (yânî ne
lehimize, ne de aleyhimize birşey sabit olmayarak) kurtulmamızı çok arzu
etmişimdir, dedi.
(Ebû Burde dedi ki:)
Ben, İbn Umer'e:
— Şübhesiz senin baban
Umer, Allah'a yemîn ederim ki, benim babam Ebû Musa'dan hayırlıdır, dedim [158].
133-....... Ebû Usmân
en-Nehdî şöyle demiştir: Ben
îbn
Umer(R)'den işittim:
İbn Umer için: O babası Umer'den önce hicret etti denildiği zaman, bu sözden
öfkelenerek şöyle demiştir:
Ben ve babam Umer,
Rasûlullah'ın huzuruna geldik ve kendisini gündüz uykusu uyurken bulduk. Bunun
üzerine tekrar konak yerimize döndük. Biraz sonra Umer beni gönderdi de:
— Git bak bakalım, Rasûlullah
uyanmış mı? dedi.
Ben Rasûlullah'a
geldim ve huzuruna girdim de kendisiyle bey'-at ettim. Sonra babam Umer'in
yanına gittim ve ona Rasûlullah'ın uyanmış olduğunu haber verdim. Akabinde
hızlı hızlı yürüyerek Ra-sûlullah'a gittik. Nihayet babam Umer, Rasûlullah'ın
yanma girdi de, O'nunla bey'at yaptı. Sonra ben Rasûlullah ile (ikinci defa)
bey'-atlaştım [159].
134-.......Ebû
İshâk şöyle demiştir: Ben el-Berâ ibn Âzib(R)'den işittim, tahdîs edip şöyle
dedi: Ebû Bekr, babam Âzib'den bir binek devesi satın aldı. Ben o deveyi Ebû
Bekr'le beraber onun evine taşıdım.
Râvî dedi ki: Bu
sırada Âzib, Ebû Bekr'e, Rasûlullah'ın hicret yürüyüşünü sordu. Ebû Bekr şöyle
dedi:
Bizim üzerimize
gözcüler tutuldu. Biz (üç gün sonra) geceleyin (mağaradan) yola çıktık. O gecemizi
ve gündüzümüzü sür'atle yürüdük. Nihayet güneş gündüzün ortasına gelip
dikildi. O sırada gözümüze büyük bir kaya göründü. Onun yanına geldik. Onun
biraz gölgesi vardı.
Ebû Bekr dedi ki:
Ben Rasûlullah için
beraberimde bulunan bir postekiyi yere dö-şedim. Sonra Peygamber onun üzerine
yattı. Ben de onun etrafında olan şeyJeri bakıp araştırmak üzere gittim. Bu
sırada bir çobanla karşılaştım ki, çoban küçük koyun sürüsü içinde bizim
istediğimiz gibi o kayanın gölgesinden faydalanmak isteyerek, ona doğru
gelmektedir. Ben çobana:
— Sen kimin çobanısın ey delikanlı? diye
sordum. O:
— Fulân kimsenin çobanıyım, dedi. Ben ona:
— Senin koyunlarında süt var mı? dedim. O:
— Evet vardır, dedi.
Ben ona:
— Süt sağar mısın? dedim. O:
— Evet sağarım, dedi ve sürüsünden bir koyun
tuttu. Ben ona:
— Memesi üzerindeki kıl, toprak ve pislikleri
silkele, dedim. Ebû Bekr dedi ki:
Çoban biraz süt sağdı.
Benim yanımda da Rasûlullah'a su içir-diğim deriden bir su kabı bulunuyordu ve
ağzı üzerinde bir bez parçası vardı. Sütün üzerine biraz da su döktüm, hattâ
kabın aşağısı biraz soğudu. Sonra bunu Peygamber'e getirdim de:
— Yâ Rasûlallah, bu
sütü iç! dedim.
Rasûlullah içti, ben
de bundan hoşnûd oldum. Sonra hareket ettik. Bizi arayıcılar izimiz üzerinde
idiler.
el-Berâ dedi ki: Ben
Ebû Bekr'in beraberinde olarak onun ailesi yanına girdim. Birden kızı Âişe'yle
karşılaştım ki, o kendisine ateşli bir hastalık isabet etmiş olduğu için
yatmakta idi. Bu esnada babasını gördüm ki, onun yanma gitti de kızının
yanağından öptü ve:
— Nasılsın ey kızcağızım? Dedi [160].
135-.......Peygamber'e
hizmet eden Enes (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Medine'ye geldi. Onun
sahâbîleri içinde Ebû Bekr'den başka saç ve sakalı kırçıl kimse yoktu. Ebû
Bekr saç ve sakalını kına-ve ketem bitkisi ile gıhfladı, yânı saçlarını boyadı.
Ve Duhaym şöyle dedi: Bize el-Velîd tahdîs etti. Bize el-Evzâî tahdîs etti:
Bana Ebû Ubeyd, Ukbe ibnu Vessâc'dan tahdîs etti. Bana Enes ibn Mâlik (R)
tahdîs edip şöyle dedi: Peygamber (S) Medine'ye geldi. Ebû Bekr, O'nun (Muhacir
olarak gelen) sahâbîlerinin en yaşlısı idi. (Onun saç ve sakalının siyahlığına
beyaz karışmıştı.) Ebû Bekr, kına ve ketem karışığı ile saçlarını boyadı da
saçlarının kırmızılığı siyaha yakın derecede şiddetli, koyu renkli oldu [161].
136- Bize
Esbağ ibnu'l-Fefec tahdîs etti: Bize Abdullah ibnu Vehb, Yûnus ibn Yezîd'den; o
da îbn Şihâb'dan; o da Urve ibnu'z-Zubeyr'den; o da Âişe'den şöyle tahdîs etti:
Ebû Bekr (R), Kelb oğulları kabilesinden bir kadınla evlendi ki, o kadına Ümmü
Bekr denili-rid. Ebû Bekr, Medîne'ye hicret ettiği zaman bu kadını boşadı da,
sonra o kadını, kadının amca oğlu (Ebû Bekr Şeddâd ibni'l-Esved ibn Abdi'ş-Şems
ibn Mâlik ibn Ceûne) zevceliğe aldı. İşte o, (Bedir'-de öldürülüp de
Peygamber'in kuyuya attığı) Kureyş kâfirlerine mersiye olarak şu kasideyi
söyleyen şâirdir [162]:
Ve mâ zâ bi'1-kalîbi
kalıbı Bedrin Mine'ş-şîzâ tüzeyyenu bi's-senâmi Ve mâ zâ bi'1-kalîbi kalıbı
Bedrin Mine 'î-kaynâti ve 'ş-şerbi 'I-kirâmi Tuhayyî bi's-selâmeti Ümmü Bekrin
Ve hel lî ba'de kavmi bin selâmı Tuhaddisuna'r-Rasûlu bi-en senahyâ Ve keyfe
hayâttı esdâin vehâmi
137-.......Bize
Hemmâm ibn Yahya, Sabit el-Bunânî'den; o da Enes'ten tahdîs etti ki, Ebû Bekr
(R) şöyle demiştir: Ben Peygam-ber(S)'le beraber mağaranın içinde bulunurken
başımı yukarıya kaldırdığım zaman üstümüzde bizi aramağa çıkan müşriklerin
ayaklarını gördüm de:
— Ey Allah'ın
Peygamberi! Bunlardan bâzısı gözünü aşağıya eğmiş olsa, muhakkak bizi
görecektir, dedim.
O:
— "Sus yâ Ebâ Bekr! Biz, üçüncüleri Allah
olan iki kişiyiz!" buyurdu [163].
138-.......Ebû
Saîd el-Hudrî (R) tahdîs edip şöyle demiştir: Bir bedevî, Peygamber'e geldi de
O'na hicretten (yânî çölden Medîne'ye hicret etmekten) sordu. Peygamber (S)
ona:
— "Sakın hicrete kalkışma! Çünkü hicret
işi çok çetindir. Senin develerin var mı?" buyurdu.
.Bedevî:
— Evet vardır, dedi.
Peygamber:
— "Sen onların zekâtını veriyor
musun?" dedi. Bedevî:
— Evet veriyorum,
dedi. Peygamber:
— "Sen o develerin sütünden başkalarının
da faydalanması için onları başka kimselere muvakkaten veriyor musun?"
dedi.
Bedevi:
— Evet veririm, dedi. Peygamber:
— "Develerin su başına gelmeleri gününde
oradaki fakirlere sütlerinden sağıp içiriyor musun?" dedi.
Bedevi:
— Evet içiririm, dedi.
Peygamber:
— "Öyle ise sen denizlerin (yânî
şehirlerin) ötesinde çalış! Çünkü Allah senin işinden hiçbirşey eksik bırakmaz
(çölde de sana verir)" buyurdu [164].
139-.......Ensâr'dan
el-Berâ ibn Âzib (R): Bize ilk önce hicret edip gelenler Mus'ab ibn Umeyr ve İbnu
Ümmi Mektûm'dur. Sonra bize Ammâr ibn Yâsir ile Bilâl (R) geldi, demiştir.
140-.......Ebû
İshâk şöyle demiştir: Ben el-Berâ ibnu Âzib(R) den işittim, o şöyle dedi: Bize
ilk önce hicret edip gelenler Mus'ab ibn Umeyr ve İbnu Ümmi Mektûm'dur. Bu
ikisi Medine müslümân-Iarına Kur'ân okuturlardı. Sonra Bilâl, Sa'd ibn Ebî
Vakkaas, Ammâr ibn Yâsir hicret ettiler. Daha sonra Umer ibnu'l-Hattâb,
Pey-gamber'in sahâbîlerinden yirmi kişi ile bize hicret edip geldi. Bunlardan
sonra da Peygamber (S) -Ebû Bekr ve Âmir ibn Fuheyre ile- hicret edip geldi.
Artık ben Medîne halkının Rasûlullah'm gelmesiyle ferahlandığı gibi
hiçbirşeyle ferahlandığını görmedim. Hattâ (Neccâr oğul-îarı'ndan) genç kızlar:
"Rasûlullah geldi" cümlesini söyleyip sevinmeye başladılar. Ben de Rasûlullah
hicret edip gelmeden önce el-Mufassal grubundan sayılan birtakım sûrelerle
beraber "Sebbih ismeRabbike'l-a'lâ" Sûresi'ni okumuştum [166].
141-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Medine'ye hicret edip geldiğinde babam Ebû
Bekr ile Bilâl sıtmaya tutulmuştu. Âişe dedi ki: Ben Ebû Bekr ve Bilâl'in
yanlarına girdim de:
— Ey babacığım,
kendini nasıl hissediyorsun? Yâ Bilâl, kendini nasıl buluyorsun? diye sordum.
Âişe dedi ki: Ebû
Bekr'i sıtma ateşi yakalayınca, şu beyti okurdu:
Kulîu'mrün musabbahun
S ehiihî Ve'î-mevîu ednâ min şirâki na'lihf
Yesrib diyarında her
kişi âliesi içinde mes'ûd sabahlamışken, öliim insana ayakkabısının bağından
daha yakındır (yânı ölüm ansızın yakalar da akşama diri bırakmaz)]
Bilâl de kendisinden
humma nevbeti sıyrılınca sesini yükselterek şu beyitleri söylerdi:
Ela îeyte şı'rî heî
ebîîenne leyleîen Bi-vâdin ve havlı ızhırun ve celîlu Ve hel enden yevmen
miyâhe Mecennetin Ve hel yebduven lî Şâmeiun ve Tafîlu
(= Şunu bilmek isterim
ki: Mekke vâdîsinde etrafımı ızhir ve celîl otları sararak bir gece olsun
geceler miyim? Bir gün gelip de Ukâz'daki Mecenne sularının başına varır mıyım?
Mekke'nin Şâme ve Tufeyl Dağlan acaba bir kerre daha bana görünürler mi?)
Âişe dedi ki: Ben
Rasûlullah'a geldim de onların bu hâlini kendisine haber verdim. Bunun üzerine
Rasûlullah (S):
— "Yâ Allah, bize Mekke'yi sevdirdiğin
gibi Medine'yi de sevdir, yâhud onu daha çok sevdir. Ve Medine'nin havasını
bizim için sağlamlaştır. Medine'nin sâ' ve müdd ölçekleri hakkında bize bereket
ihsan eyle! Medine'nin sıtmasını naklet de onu Mekke'nin Cuh-fesinde tut!"
diye duâ etti [167].
142-.......Urve
ibnu'z-Zubeyr tahdîs etti ki, kendisine Ubeydullah ibn Adiyy ibn Hıyar haber
verip şöyle demiştir: Ben Usmân'-ın huzuruna girdim. Usmân şehâdet kelimelerini
söyledikten sonra şöyle dedi:
— Amma ba'du; şübhesiz
Allah, Muhammed'i hakk dîn ile peygamber gönderdi. Ben de Allah'a ve O'nun
Rasûlü'ne icabet edenlerden ve Muhammed'in gönderildiği esâslara îmân
edenlerden oldum. Sonra iki kerre hicret ettim. Rasûlullah'ın dâmâdhğına nâiî
oldum ve kendisiyle bey'atlaştım. Allah'a yemîn ederim ki, Yüce Allah O'nu
vefat ettirinceye kadar ben O'na âsî de olmadım, O'nu aldatmadım da-[168].
Râvî Şuayb'e, İshâk
ibn Yahya el-Kelbî el-Hımısî mutâbaat edip, bana ez-Zuhrî bunun benzerini
tahdîs etti, demiştir.
143-.......İbn
Şihâb şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibnu Abdillah haber verdi; ona da İbn
Abbâs şöyle haber vermiştir: Abdur-rahmân ibn Avf, Umer'in yaptığı son haccda
Minâ'da iken kendi ailesi yanına döndü ve orada beni buldu. Abdurrahmân dedi
ki: Ben:
— Ey Mü'minlerin
Emîri, şübhesiz hacc mevsimi insanların düşük ve sefîlolanlanm da burada
toplar. Ben senin yapmak istediğin konuşmayı Medine'ye varıncaya kadar geri
bırakmanı düşünürüm. Çünkü Medîne, Hicret ve Sünnet Yurdu'dur. Ve sen Medine'de
fıkıh ehline, insanların ileri gelen şeriflerine ve re'y sahibi olanlarına
ulaşırsın, dedim.
Umer:
— Elbette ben
Medine'de ikaamet etmekte olduğum ilk makaam-da ayağa kalkıp hükümleri
söyleyeceğim, dedi [169].
144-.......İbn
Şihâb, Zeyd ibn Sâbit'in oğlu Hârice'den haber verdi (ki o şöyle demiştir):
Ümmü'1-A'lâ, Peygamber'e bey'at etmiş Ensâr kadınlarından bir kadındır. O şöyle
haber verdi: (Hicret'te) Mu-hâcirler'in oturacakları yerleri ta'yîn için Ensâr
kur'a çektikleri zaman, kur'ada Usmân ibn Maz'ûn'un ismi Ümmü'l-A'lâ'nın
ailesine çıkmış.
Ümmü'1-A'lâ dedi ki:
(Biz Usmân ibn Maz'ûn'u evimizde konukladık.) Fakat Usmân bizim yanımızda
hastalandı. Ben Osman'ın hastalığında ona hastabakıcılık yaptım. Nihayet vefat
etti. Biz onu yıkayıp kendi elbisesi içine koyup kefenledik. Sonra yanımıza Peygamber
girdi. Ben (cenazeyi tezkiye ederek):
— Yâ Ebâ Sâib,
Allah'ın rahmeti üzerine olsun! Allah sana muhakkak ikram etmiştir! dedim.
Bunun üzerine
Peygamber (S):
— "Allah'ın bu ölüye ikram ettiğini sana
bildiren nedir?" diye
sordu.
Ümmü'1-A'lâ dedi ki:
Ben de:
— Yâ Rasûlallah! Babam
anam Sana feda olsun, ben bilmiyorum. Fakat (bunca îmân ve itaati ile o ikram
edilenlerden olmazsa) Allah kime ikram eder ki? dedim.
Rasûlullah:
— "Usmân ibn Maz'ûn'a yemîn olsun ki
yakın, yânî ölüm gelmiştir. Ve Allah'a yemîn ederim ki, ben de bu ölü için
hayır ve saadet umarım. Yine Allah'a
yemîn ederim ki, ben Allah'ın Rasûlü olduğum hâlde bana (ve size yarın) Allah
tarafından ne muamele yapılacağını bilemem" buyurdu.
Ümmü'1-A'lâ: Vallahi
bundan sonra ben hiçbir kimseyi tezkiye etmem, demiştir.
Yine Ümmü'1-A'lâ: İbn
Maz'ûn hakkındaki bu iş, beni hüzünlendirdi, akabinde uyudum. Ru'yâmda bana
Usmân .ibn Maz'ûn'a âidakar bir pınar gösterildi. Hemen Rasûlullah'a gidip
gördüğüm ru'yâyı kendisine haber verdim. Rasûlullah:
— "Bu pınar, onun dünyâda iken yapmakta
olduğu sâlih amelidir" buyurdu [170].
145-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Buâs günü, Allah'ın kendi Rasûlü için hazırladığı bir
gündür ki, bu muharebenin neticesi üzerine Rasûlullah (S) Medîne'ye hicret
etmişti. Bir hâlde ki, hicret sirasında muhârib Evs ile Hazrecliler'in
cem'iyetleri dağılmış, şerifleri öldürülmüş ve yaralanmıştı. Bu perişanlık
üzerine Allah muhârible-rin (Ensâr'm) İslâm camiasına girmeleri için bu günü
RasûhVne hazırlamıştır [171].
146-.......
Bize Şu'be, Hişâm'dan; o da babası Urve ibmı'z- Zubeyr'den; o da Âişe(R)'den
şöyle tahdîs etmiştir: Bir ramazân bayramı yâhud kurbân bayramı günü Peygamber
(S) Âişe'nin yanında iken ve Âişe'nin yanında da Ensâr'ın Buâs günü hiciv
olarak, birbirlerine karşı atışıp söyledikleri şiirlerini tegannî edip okuyan
iki şarkıcı kız varken, içeriye Ebû Bekr girmiş. Bu şarkıları için iki kerre:
— (Peygamber'in yanında) şeytân mızmârı mı?
diye çıkıştı. Bunun üzerine Peygamber:
— "Yâ Ebâ Bekr, onlara ilişme! Her kavmin
bir bayramı vardır, şübhesiz bizim bayramımız da işte bu gündür" buyurdu [172].
147-.......Enes
ibn Mâlik tahdîs edip şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Medine'ye geldiği zaman,
Medine'nin yüksek tarafında [173] Amr
ibn Avf oğulları denilen bir obada konakladı.
Enes dedi ki:
Rasûlullah onların içinde ondört gece ikaamet etti. Sonra (ana tarafından
dayıları olan) Neccâr oğulları cemâatine haber gönderdi.
Enes dedi ki: Neccâr
oğulları kılıçlarını kuşanarak geldiler.
Enes dedi ki:
Rasûlullah binek devesi Kasvâ üzerinde, Ebû Bekr O'nun arka tarafına binmiş,
Ensâr ve Neccâr oğullan cemâati de Ra-sûlullah'ın etrafını kuşatmış olarak
muhteşem bir kaafileylejvledî-ne'ye doğru hareketi hâlâ gözümün önündedir.
Nihayet Rasûlullah indi ve bineğini Ebû Eyyûb'un avlusuna bıraktı.
Enes dedi ki:
Rasûlullah namaz vakti kendisine nerede yetişirse orada namazını kılardı; davar
ağıllarında da namaz kıldığı olurdu.
Enes dedi ki: (Ebû
Eyyûb'un evine yerleştikten) sonra, Rasûlul-lan Mescid'in inşâ edilmesini
emretti ve Neccâr oğullan cemâatine haber gönderdi. Onlar geldiklerinde:
— "Ey Neccâr oğulları! Şu bustânınızın
bedelini bana bildiriniz" dedi.
Onlar da:
— Vallahi biz onun
bedelini Sen'den istemeyiz. Bizler onun ecrini ancak Allah'tan umarız,
dediler.
Enes dedi ki: Bu
bustânda size söyleyeceğim şu şeyler vardı: Bu bustânda müşrik kabirleri vardı;
oyuk, tümsek, bakılmamış harabelik yerler vardı; bir kısmında da yabanî hurma
ağaçlan vardı. Rasû-lullah emretti de müşrik kabirleri açılıp başka tarafa
naklolundu, arsanın çukur ve harabelik yerleri düzeltildi, yabanî hurmalar da
kesildi.
Enes dedi ki:
Mescid'in (o zaman Kudüs cihetinde olan) kıble tarafına (mihrâb yerine) hurma
ağaçlarını dizdiler. Kapının iki tarafını, yânî süvelerini taştan ördüler.
Enes dedi ki:
Sahâbîler kısa vezinli şiirler söyleyerek bu taşları nakletmeye başladılar.
Rasûlullah da onlarla beraberdi. Hepsi şöyle diyorlardı:
Allâhumme îâ hayra
iîlâ hayru'l-âhireh Fağfir li'î-Ensân ve'1-Muhâcireh
( = Yâ Allah, âhiret
hayrından başka hayır yoktur. Öyle ise Sen, Ensâr ile Muhâcirler'e mağfiret
eyle.)[174].
148-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Ben Umer ibnu Abdilazîz'den işittim; o, Nemr'in kızkardeşinin
oğlu Sâib ibn Yezîd'e:
— Sen Muhâcir'in
Mekke'de ikaameti hakkında ne işittin? diye soruyordu.
Sâib ibn Yezîd de ona:
— Ben el-Alâ
ibnu'1-Hadramî'den: Rasûlullah (S) "Sader tavafından sonra Muhacir için
Mekke'de üç gece oturma ruhsatı vardır1* buyurdu, dediğini işittim, demiştir [175].
149- Bize
Abdullah ibn Mesleme tahdîs etti: Bize Abdulazîz, babası Ebû Hâzim'dan tahdîs
etti ki, Sehl ibn Sa'd (R) şöyle demiştir: İslâm târihine başlangıç ta'yûı
ederlerken, sahâbîler, bu başlangıcın Peygamber'in peygamber gönderildiği
zamandan veya vefatı ânından i'tibâr edilmesi hususunda sayılıp dökülen
görüşlerden hiçbirine kıymet vermediler. Yalnız Peygamber'in Medine'ye gelmesi
ve hicreti vaktinden başlamasına i'tibâr ettiler [176].
Hicrî Târîh
Başlangıcının Kur'ân'dan Alınışı
es-Suheylî (581/1185),
"İlkgününden..." (et-Tevbe: 108) âyeti hakkında şöyle dedi: "Bu
âyette fıkıh, yânı ilim yönünden, Umer(R)'nin târîh başlangıcı hususunda
kendileriyle istişare ettiği zaman bütün sahâbîlerin Umer ile beraber üzerinde
ittifak ettikleri başlangıcın sahîhliği vardır. Onların re'yleri târihin hicret
yılından olması (fikri) üzerinde ittifak etti. Çünkü o yıl, İslâm'ın izzet
bulduğu, Peygam-ber'in emniyette (yânî korkusuz) olduğu, mescidlerin bina
edildiği yıldır. İşte onların bu hicret yılını târîh başlangıcı yapma
görüşleri tenzilin zahirine uygun düşmüştür. Şimdi biz onların bu fiilleriyle
Yüce Allah'ın "Min evveli yevmin" kavlindeki "İlk gün"ün,
zaman ta'yîni kendisiyle yapılagelen (hicrî) târih günlerinin birincisi olduğunu
anladık. Eğer sahâbîler bunu bu âyetten aldılarsa, bu onlardaki bir ilimdir.
Çünkü sahâbîler, Kitâbullah'ın te'vîlini en iyi bilen ve Kur'ân'daki işaretleri
en iyi anlayan kimselerdir, Şayet bu bir re'y ve ictihâdla olduysa, muhakkak ki
Allah onu, yapılmasından önce hissettirip belli etmiş ve doğru olduğuna işaret
eylemiştir. Çünkü bilinen bir yıla yâhud bilinen bir aya yâhud bilinen bir târîhe
izafe etmeden "Ben onu ilk gün yaptım" diyen bir kimsenin bu sözü
ma'kûl olmaz. Hâlbuki burada ma'nâda o belli târîhe olandan başka hiçbir izafet
yoktur. Çünkü ne lâfız, ne de hâl karinesi olarak başkasına delâlet edici
karineler yoktur.
İşte bunu iyi düşün,
iyi anla. Çünkü bunda hatırda tutup ezberleyen için taac-cüble ibret ve öğüt
alınacak birşey, gönül gözüyle gören ve iyice görüp bilmek isteyen kimse için
de bir ilim vardır." (Muhammed Cemâlüddîn el-Kaasımî, Me-hâsinu't-Te'vîi, VIII, 3266).
Mağara Günü
Kamerlerden sonra
kamerler doğacak. Her kamerî seneden sonra bir kamerî sene gelecektir. Zaman
dâiresi döndükçe, her görünüşünde sanki yeryüzünün tek noktasına işâretedecek,
ışıklarını oraya tutup, orayı gösterecektir. Orası Hicret Ma- -ğarası'dır!
Veya kamer her
dönüşünde o günün, Muhammed'in en güzel günü olduğunu gösterecektir. Çünkü
"gün"ler içinde risâletine en fazla delâlet eden gün, o gün;
inancının en mes'ûd günü, kalbinin en fazla ümîdle dolduğu gün, o gündür.
Ve o gün, müslümânlarm
tereddüd etmeden, düşünmeden ve kendilerine işaret edilmeden takvimlerinin
başlangıcı olarak kabul ettikleri gündür.
İslâm'da târih
başlangıcı niçin Hicret Günü'dür de da'vete ilk başlandığı gün değildir? Ve
niçin Bedir günü veya Hz. Muhammed aleyhi's-selâmm doğum günü veya Veda Hacci
günü târih başlangıcı değildir?
Dış görünüşe göre ilk
bakışta bu günler tebcile ve târîh başlangıcı olmaya, canını ve îmânını
kurtarmak için karanlıkların örtüsüne, himayesine sığınarak terki diyar etme
günündendaha lâyıktır, diye düşünürüz.
İslâm'ın târîh
başlangıcı olarak Hicret Günü'nü seçen adam, "Akîde, îmân. ve
edebiyat" mefhûmlarına bütün tarihçilerden ve başka görüşte olan
mütefekkirlerden hem daha vâkıftır, hem mes'elenin ruhunu ve hikmetini
anlamıştır. Çünkü inançlar, her bakımdan zorluklarla ölçülür, kurtuluş ve
gâlibiyyetlerle değil! Çün-
kü dîn gâlib geldiği,
da'vet netice verdiği zaman herkes îmân eder. Fakat hakka, hakîkate bağlanan ve
zâtında îmânının zaferi tecellî eden insan, zorluk ânında da îmân edip
etrafından başına gelecek belâları da hesaba katarak yola çıkan insandır. Onun
için, Hz. Peygamber'in hicret ettiği gün, târîh başlangıcı olmaya başka
günlerden daha lâyıktır; âyetin ifâdesine bakınız:
"Kâfirler O'nu
Mekke'den çıkardıkları zaman bizzat Allah O'na yardım etti. O, o zaman ikinin
ikincisi idi. Onlar mağarada iken Peygamber arkadaşına: Tasalanma, muhakkak
Allah bizimle beraberdir, diyordu. Allah O'nun üzerine sekîne-tini (ma'nevî
kuvvetlerini) indirmiş, O'nu sizin görmediğiniz ordularla te'yîd etmiş, kâfirlerin
kelimesini alçaltmtştı. Allah 'm Kelimesi ise: O en yücedir. Allah mutlak
gâlibdir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir" (et-Tevbe: 40).
Hicret'ten Önceki
takvimin, Peygamber zamanında da tabiî olarak takvîm olması gerektiğini
söyleyen söylesin, "Hicretten maksad Medine'ye gitmekti (?). Onun için
Medine'ye gidildiği gün târîh başlangıcı olmalıdır, çünkü o gün fevkalâde bir
gündür" desin... Ne denirse denilsin, şu kesindir ki, Kur'ân'm açıkça
belirttiği "Zafer târihi", O'nun Mağara'da "İkinin
ikincisi" olduğu gündür.
O açık kalbli Hattâb
oğlu Umer ki -ister târîh başlangıcını tesbît eden o olsun, ister yapılan
tesbîti kabul etmiş bulunsun, müsâvîdir- târîh günü olarak gözlerini
"Sevr" Mağarası'na dikti ve ayırmadı. Ne Medine'ye-giriş gününü, ne
Bedir zaferini, ne İran'ın fethi gününü târih başlangıcı olarak seçti! Sabit
nazarla baktığı tek nokta "Görmediğiniz ordular..." idi. Şimdi onları
biz de görüyoruz.
İslâm'a ilk da'vet
günü de İslâm'ın ilk günü değildir. Çünkü îsâ'nın doğumunun Hristiyânlığın
mu'cizesi olduğu gibi, Muhammed'in doğumu İslâm'ın mu'ci-zesi değildir. Çünkü
Muhammed doğumunda da bizim gibi bir beşerdir. Fakat o ilk da'vet gününde de,
da'vetin semere verip O'nun efendiliğini izhâr ettiği günde de, ve o da'vetin
sahibinin ve arkadaşı Sıddîk'ın kalbinde ilk ağır imtihanını geçirdiği gün de,
Mağara'da iki kişilerken de Peygamber'in Efendisi idi.
İnançların ve dînlerin
târih başlangıçları böyle tesbît edilir. En zor günü ilk târîh günüdür.
Garnîmetlerin alındığı, fetihlerin yapıldığı gün değil. Çünkü bunlar kalblerde
basit, küçük sevinçler doğuran şeylerdir. O hâlde bir zaman, sâdece kalb-lerde
gizli iken bir lâhzada güneş gibi zuhur ettiği ânı iyi tesbît etmemiz lâzımdır.
Bir zamanlar inkâr edilirken varlığı ortadan kaldırılmağa çalışılırken, artık
bugün kalblerin derinliklerinde yerleşmiştir.
imân ve Ümîd Günü:
Mağara günü, Rasûlullah'ın günleri arasında hiç bir zaman unutamadığı, o
muazzam sabrını gösterdiği ve özellikle üzüntü, hayret ve bekleyiş günüydü.
îmân günü, ümîd günüdür. İçinde bulunduğu anda gönül huzuru olmayan insanın
nazarlarını istikbâle çevirdiği gündür. Hiçbir insanını memnun edemeyen âlemin
ümîdle beklediği gün... Âlemde hüzün ve hayret (şaşırma) ağır bastığı zaman,
mutlakaa uzakta, gözlerden uzak, gizlenmiş birşey var demektir. Evet, mutlakaa
gizlenmiş... Çünkü bütün bir kâinat, bütün bir insanlık âlemi ruhunu tatmin
edecek bir îmân manzumesi aramaktadır. Bu sebeble îmân, istikbâl.içindir. Bundan
dolayı da müstakbel, îmâmn olacaktır. Ve ümîdle bekliyoruz: Bütün insanlık, tesellisini
"Mağara Gününün Sâhibi"nden bulacak, şayet O'nu tanırsa, insanca bir
hayâta kavuşacaktır. (Abbâs Mahmûd el-Akkaad, Abkariyyetu Muhammed, Ter-ceme
Alî Husrevoğlu, ızmir-Yeşiiyurt 1400/1979; s. 300-306).
150-.......Bize
Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den; o da Urve'den tahdîs etti ki, Âişe (R) şöyle
demiştir: Namaz evvelâ ikişer rek'at olarak farz edildi. Sonra Peygamber (S)
hicret etti. (Mukîm için) namaz dört rek'at olarak farz kılındı, sefer namazı
ilk hâli üzere iki rek'at olarak bırakıldı.
Abdurrazzâk ibn Hemmân
es-San'ânî, Ma'mer ibn Râşid'den bu hadîsi rivayet etmekte Yezîd ibn Zuray'a
mutâbaat etmiştir [177].
151- Bize
Yahya ibn Kazaa tahdîs etti. Bize İbrâhîm ibn Sa'd, ez-Zuhrî'den; o da Âmir ibn
Sa'd ibn Mâlik'ten tahdîs etti ki, babası Sa'd ibn Ebî Vakkaas (R) şöyle
demiştir; Veda Haccı yılı Mekke'de tutulduğum ve ölüme yaklaştığım şiddetli bir
hastalığımda Peygamber (S) beni ziyaret etti. Ben:
— Yâ Rasûlallah!
Bendeki bu hastalık, görmekte olduğun şu dereceye ulaştı. Ben mal sahibiyim.
Bana bir tek kızımdan başka vâris olacak kimse yoktur. Buna göre ben malımın
üçte ikisini sadaka yapayım mı? diye sordum.
Rasûlullah:
— "Hayır (sadaka etme)'* buyurdu. Râvî
dedi ki: Ben:
— Yarısını sadaka yapayım mı? dedim.
Rasûlullah:
— "Hayır" buyurdu da şöyle devam
etti: "Üçte bir (sana sadaka yapman için yeter) yâ Sa'd! Üçte bir de
çoktur. Çünkü senin ken-
di zürriyetini zengin
bırakman, onları muhtaç ve insanlara el açar bir vaziyette bırakmandan
hayırlıdır" buyurdu.
(el-Buhârî'nin şeyhi
olan) Ahmed ibn Yûnus, İbrâhîm ibn Sa'd-dan: "Senin kendi
zürriyetini..." (diğer tarîkte de "Kendi vârislerini...")
şeklinde söylemiştir.
— "Sen Allah cihetini, yânı rızâsını
aramak için yapacağın her bir sadakaya mukaabil, Allah muhakkak senin ücretini
verecektir. Hattâ (yemek yerken) eşin olan kadının ağzı içine koyacağın lokmadan
da sevâb alacaksın" buyurdu.
Yine ben:
— Yâ Rasûlallah! (Siz
Medîne'ye döneceksiniz de) ben arkadaşlarımdan geriye mi bırakılacağım? diye
sordum.
O:
— "Sen bizden asla geride
bırakılmayacaksın. Şayet sen Mekke 'de kalır da A ilah cihetini isteyerek iyi
amel yaparsan, elbette o amelin sebebiyle bir derece ve yükseklik artırması
yapmış olursun. Ve ben öyle ümîd ediyorum ki, sen (ömrün uzatılmak suretiyle)
hayâtta sona bırakılacaksın. Hattâ seninle birtakım kavimler yararlanacak, diğer
birtakımları da senden zarar göreceklerdir. Yâ Allah! Sahâbîleri-min (Mekke'den
Medîne'ye) hicretlerini tamamlat Onları topukları üzerinde geriye
döndürme!" buyurdu.
(Bunun üzerine Sa'd
ibn Ebî Vakkaas şöyle demiştir:)
— Lâkin hâli kötü
olan, Sa'd ibn Havle'dir. (Kendisinden hicret etmiş olduğu) Mekke'de ölmüş olmasından
dolayı, Rasûluliah ona çok acır, kederlenirdi.
Ahmed ibn Yûnus ile
Mûsâ ibn İsmâîl, İbrâhîm ibn Sa'd'dan "Kendi vârislerini... bırakman"
diye söylemişlerdir [178].
Abdurrahmân ibn Avf:
Medîne'ye geldiğimiz zaman, Peygamber (S) benimle Sa'd ibnu'r-Rabî' arasında
kardeşlik akdi yaptı,
demiştir [180].
Ebû Cuhayfe (R) de:
Peygamber (S), Selmân el-Fârisî ile Ebu'd-Derdâ arasında kardeşlik akdi yaptı,
demiştir [181].
152-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Abdurrahmân ibn
Avf Medîne'ye
geldiğinde Peygamber (S) onunla Sa'd ibnu'r-Rabî' el-Ensârî arasında kardeşlik
akdi yaptı. Sa'd ibnu'r-Rabî', Abdurrahman ibn Avf'a, kendi ailesini ve malını
yarı yarıya ona vermeyi arzetti. Abdurrahmân ibn Avf da ona:
— Allah ehlin ve malın
hakkında sana bereket ihsan eylesin. Sen bana çarşıya delâlet et! dedi.
Müteakiben Abdurrahmân
ibn Avf, (Kaynukaa çarşısına gidip gelmeye başladı,) keş ve yağdan (yânî
bunları alıp satmaktan) çok şey kazandı. Birkaç günler sonra Peygamber
Abdurrahmân'ı ziyaret ettiğinde, onun üzerinde zifaf edenlere mahsûs kokulu
sarı boya izleri gördü. Peygamber ona:
— "Hâlin nedir yâ Abdarrahmân?" diye
sordu. Abdurrahmân:
— Yâ Rasûlallah, ben Ensâr'dan bir kadınla
evlendim, dedi. Rasûlullah:
— "O kadına ne kadar mehr verdin?''
buyurdu. O da:
— Bir çekirdek ağırlığında altın, dedi. Bunun
üzerine Peygamber ona:
— "Bir koyunla olsun düğün aşı yap"
buyurdu . [182]
(Bu, geçen bâbdan bir
fası! gibidir.)
153-.......Humeyd
et-Tavîl şöyle demiştir: Enes ibn Mâlik (R) bize şöyle tahdîs etti:
Peygamber(S)'in Medine'ye gelmesi haberi Abdullah ibn Selâm'a erişti de, o
hemen Peygamber'e geldi ve O'na birtakım şeyler soruyordu. Abdullah:
— Ben Sana üç şey
soracağım ki, bunların cevâblarını ancak bir peygamber bilebilir:
a. Kıyamet alâmetlerinin evvelkisi nedir?
b. Cennet ahâlîsi (cennete girdiklerinde) ilk
önce hangi yemeği yiyecekler?
c. Çocuğun hâli nedir?
Çocuk babasına yâhud anasına benziyor (ve onlardan birinin soyuna çekiyor)?
dedi.
Peygamber:
— "Bu senin sorduğun soruları biraz önce
Cibril gelip bana haber verdi" buyurdu.
Abdullah:
— Cibril, melekler arasında Yahûdîler'in
düşmanıdır, dedi. Peygamber cevâba başlayıp:
— "a. Kıyamet alâmetlerinin en öncesi bir
ateştir ki, o, insanları doğu taraftan batıya sürüp toplar.
"b. Cennet
ahâlîsinin yiyeceği ilk yiyecek maddesi ise balık ciğerinin (sarkmış olan)
fazlasıdır.
"c. Çocuğa
gelince, (cinsî münâsebet esnasında) erkeğin suyu, kadının suyu önüne geçerse
çocuğu kendi soyuna çeker; eğer kadının suyu erkeğin suyu önüne geçerse kadın
çocuğu kendi soyuna çekip benzetir" buyurdu.
Abdullah:
— Eşhedu en lâ ilahe
HleHlâhu ve enneke Rasûluttahı{ = Ben Allah'tan başka ilâh olmadığına ve
Sen'in de muhakkak Allah'ın Ra-sûlü olduğuna şehâdet ederim), dedi.
Abdullah devamla şöyle
dedi:
— Yâ Rasûlallah!
Yahûdîler, insanı hayrette bırakacak surette yalan söyleyen, asılsız isnâd ve
iftiralarda bulunan haksız bir millet-
tir. (Benim müslümân
olduğumu duyunca, türlü yalanlar uydurup iftirada bulunurlar.) İslâm'a girişimi
bilmelerinden önce beni onlardan sorup, mevkiimi tasdik ettir, dedi.
(Peygamber, Abdullah'ı
bir yere gizledi.) Akabinde Yahûdî zümresi geldi. Peygamber onlara:
— "İçinizdeki Abdullah ibn Selâm nasıl bir
kişidir?" diye sordu.
Yahudiler:
— O bizim hayırlımız
ve hayırlımızın oğludur. Yine o bizim en faziletlimiz ve en faziletlimizin
oğludur, dediler.
Bu tezkiye üzerine
Peygamber:
— "Abdullah ibn Selâm müslümân olursa ne
dersiniz?" diye sordu.
Yahudiler:
— İslâm'a girmekten onu Allah'a sığındırırız,
dediler. Peygamber bunu Yahûdîler'e tekrar sordu. Onlar da evvelki gibi
cevâb verdiler. Bunun
üzerine Abdullah evden onların yanına çıktı da:
— Eşhedu en lâ ilahe
illellahu ve enne Muhammeden Rasûlul-lahı{ = Allah'tan başka ilâh olmadığına veMuhammed'in
Allah'ın Elçisi olduğuna şehâdet ederim), dedi.
Bu defa da Yahudiler:
—O bizim şerrlimiz ve
şerrlimizin oğludur, dediler ve İbn Se-lâm'ın kadrini eksiltmeye çalıştılar.
Abdullah:
— Yâ Rasûlallah, işte
korkmakta olduğum bu söyledikleri idi, dedi [183].
154- Bize
Alî ibnu Abdillah el-Medînî tahdîs edip şöyle dedi: Bize Sufyân ibn Mut'ım'den
şöyle dediğini işitmiştir: Benim bir ortağım çarşıda ödenmesi te'hîrli birtakım
gümüş paralar sattı. Ben buna hayret ederek:
— Subhânallah! Bu satış iyi olur mu? dedim.
Ortağım da:
— Subhânallah! Vallahi
ben o gümüş paraları çarşıda sattım da, bu satışımı bana kimse ayıplamadı,
dedi.
Bunun üzerine ben
el-Berâ ibn Âzib'e (gidip, bunu ondan) sordum. el-Berâ cevaben:
— Peygamber (S)
Medine'ye geldi, biz bu şekilde alım satım yapmakta idik. Peygamber:
"Elden ele peşin olursa bunda be's yoktur. Veresiye olanına gelince, işte
o iyi olmaz" buyurdu; sen Zeyd ibn Er-kam'a kavuş da bunu ondan sor. Çünkü
o, ticâretçe bizim en büyüğümüz idi, dedi.
Bunun üzerine ben de
bu mes'eleyi Zeyd ibn Erkam'dan sordum. O da el-Berâ'nın dediği gibi söyledi
(yâni gümüş paralan gümüş paralar mukaabiîinde bir mecliste karşılıklı teslim
almak ve müddetle teslim almak suretiyle yapılan alım satım uygulamasını
söyledi).
Ve râvî Sufyân bir defasında:
Peygamber (S) Medine'ye bizim üzerimize geldi, biz bu şekilde alım satım yapar
hâldeydik, şeklinde söyledi. Ve Sufyân bu rivayetinde: Bir ortağım benim için
ödenmesi hacc mevsimine yâhud hacca kadar te'hîrli olarak gümüş para sattı,
tarzında söylemiştir [184].
"Hâdû",
"Yahûdî oldular" demektir. Amma "Hudnâ" kavline gelince, o
"Tevbe ettik" ma'nâsınadır; "Hâid",
"Tâib"
demektir [186].
155-.......Ebû
Hureyre(R)'den: Peygamber (S): "Yahûdîler'den (hahamlarından) on kişi bana
îmân etmiş olsaydı, Yahûdîler'in hepsi bana îmân etmiş olurlardı"
buyurmuştur [187].
156-.......Ebû
Mûsâ (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Medine'ye girdi. Bir de gördü ki,
Yahûdîler'den birtakım insanlar âşûrâ gününü ta'zîm ediyorlar ve o gün oruç
tutuyorlar. Bunun üzerine Peygamber: "Biz bu günü oruç tutmaya daha
haklıyız" buyurdu -da, o gün oruç tutulmasını emreyledi [188].
157-.......Abdullah
ibn Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Medîne'ye gelince Yahûdîler'i âşûrâ
günü oruç tutuyorlar buldu. Bu orucun sebebi kendilerine sorulunca da:
— Bu gün, Allah'ın
Musa'ya ve İsrâîl oğullan'na Fir'avn'a karşı zafer ihsan eylemiş olduğu
gündür. Biz bu günü Musa'yı ta'zîm etmek için oruç tutuyoruz, dediler.
Bunun üzerine
Rasûlullah:
— ' 'Biz Mûsâ 3ya sizden daha ziyâde yakınız''
buyurdu ve sahâbîlerine o gün oruç tutulmasını emreyledi [189].
158-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibmı Abdillah ibni Utbe, Abdullah ibn
Abbâs(R)'tan haber verdi: Peygamber (S) saçlarını alnının üstüne salıverirdi.
Müşrikler ise başlarının saçlarını alınlarının üst tarafından ikiye
ayırırlardı. Kitâb ehli olanlar da baş saçlarını ayırmadan salıverirlerdi.
Peygamber, hakkında hiçbirşeyle emroiunmadığı hâllerde Kitâb ehline uymayı
severdi. Sonra Peygamber başının saçlarını iki tarafa ayırdı [190].
159-.......tbn
Abbâs (R): Onlar Kitâb'ı parça parça kısımlara ayırıp da bâzısına îmân eden,
bâzısına da inanmayıp kâfir olan Kitâb ehli kimselerdir, demiştir [191].
160- Bana
el-Hasen ibnu Umer ibn Şakîk tahdîs etti: Bize Mu'temir tahdîs edip: Babam
Süleyman ibn Tahran şöyle dedi, dedi.
H ve yine bize Ebû
Usmân en-Nehdî, Selmân el-Fârisî'den, kendisini on'dan fazla mâlikin,
birbirinden satın almak suretiyle elden ele alıp verdiklerini tahdîs etmiştir [193].
161-.......Ebû
Usmân en-Nehdî şöyle dedi: Ben Selmân(R)'dan işittim; o: Ben Râme Hürmüz
beldesindenim, diyordu [194].
162-.......Bize
Ebû Avâne, Âsim el-Ahverden; o da Ebû Usmân'dan haber verdi ki, Sehnân: îsâ ile
Muhammed (S) arasında peygambersiz geçen müddet altiyüz senedir, demiştir [195]
[1] Bu "Besmele" ve "Kitâb" sözleri
Buhârî'nin Vensik tarafından yapılan kitâb ve bâb tertibinde vardır (Miflâhu
Kunûzi's-Sünne).
[2] el-Haşr Sûresi'nin bu âyetinde Yüce Allah, Ensâr'i
övmektedir; bu sebeble başlığa konulması güzel olmuştur.
el-Ensâr, Nasîr'in
cem'idir; Nasîr de Nâsır'in mübalağa sîgasidır. Yardım edici demektir. Ensâr da
yardım ediciler demek olur. Sonra Ensâr kelimesi İslâ-mî bir isim olarak
kullanılmış ve Medîne'nİn Evs ve Hazrec kabilelerine ve bunlarla muâhedeli
bulunanlara verilmiştir. Hicret sırasında ve hicretten sonra bu kabileler
halkının Peygamber'e ve Muhâcirler'e dolayısiyle İslâm'a malları ve canlarıyle
büyük yardımda bulunmaları, bu şerefli unvanı kazanmalarına se beb olmuştur. Şu
âyetler Ensâr'ın İslâm'a yardımlarını açıkça belirtmektedir: ' 'îmân edip
hicret edenler, Allah yolunda mattanyle, canlarıyle cihâdda bulunanlar,
(Muhacirler'i) barındırıp yardım edenler; işte onlar birbirlerinin
velî-feridir,.."(el-EnfâI: 72).
[3] Gaylân, Ezd kabîlesindendir, fakat umûmî nisbet
i'tibâriyle Ensâr'a dâhil olur. Burada zikredilen "Ezden
bi'r-racûl"ün Gaylân veya ondan başka bir Ezdli olması muhtemeldir.
Enes ibn Mâlik burada
verdiği cevâbla şu âyete işaret etmiş oluyor: "(İslâm'da) birinci
dereceyi kazanan Muhacirler ve Ensâr ile onlara güzellikte tâbi' olanlar; Allah
onlardan razı olmuştur. Onlar da Allah'tan razı olmuşlardır..." (et-Tevbe:
100).
[4] Buâs, Evs ve Hazrec kabileleri arasında yüzyirmi sene
kadar sürmüş uzun ve kanlı harbin adıdır. Medine'ye iki mil mesafede bir
kalenin adı olduğu ve bu büyük harbin orada cereyan etmesi yüzünden bu adla
anıldığı da rivayet edilmiştir.
Evs ve Hazrec kabileleri
Medine'de yaşayan milletlerin ve kavimlerin en sonudur. Evs İle Hazrec iki
kardeştir. Babaları Haris ibn Sa'lebe'dir. Yemenlidir. Âlu Cefne veya
Kuzâîler'dendir. Yemen'de Arîm seylinin meydana gelmesi üzerine bu iki kardeş,
kabileleri halkı ile Yesrib civarına gelip yerleşmişler ve gitgide
çoğalmışlardır. Müşrik olan bu iki kabile ile Yesrib'in eski ve nüfuzlu
sakinlerinden olan Yahudiler arasında dîn İhtilâfı ve iktisâdı menfâatlerin çarpışması
yüzünden muharebeler olduğu gibi, Arablar'ın seciyyesi gereği bu iki kardeş
kabîle arasında da çekişmeler, ihtilâflar birbirini kovalamıştır. Bu iç
harb-lerin sonuncusu, hadîste anlatılan Buâs Harbi'dir ki, rivayete göre
yüzyirmi sene devam etmiştir. Arab Edebiyatı Buâs muharebelerinin şiirleri ile
doludur. Peygamber'in Medîne'ye hicretinden beş sene evveline kadar devam eden
bu kanlı harblerde her İki tarafın en ünlü başkanları ve yiğitleri hadîste
bildirildiği gibi ya ölmüş yâhud ma'lûl düşmüştü. Bu suretle za'fa uğrayan Evs
ve Hazrec, Kureyş'le ittifak yapmak üzere Mekke'ye gitmişler, fakat Ebû
Cehl'in müdâhelesiyle bu teşebbüsleri sonuçsuz kalmıştı. Bu müşkil vaziyette
iken, bunlar Peygamber'e kavuştular. Peygamber'in okuduğu âyetler ve dînî
öğütler bunların ruhunda derin değişiklikler meydana getirdi. Kendi
aralarındaki ihtilâfın ancak Rasûlullah'ın hakemliği ve islâm Dîni'nin adalet
düstûrlarıyle kaldırılabileceğine kanâat getirerek îmân ettiler ve bunun
üzerine Birinci ve İkinci Akabe buluşmaları ve bey'atları yapıldı. Bu
bey'atlarla Peygamber'in Medine'ye hicreti gerçekleşti ve hakîkaten
Peygamber'in hicreti akabinde Evs ile Hazrec arasındaki asırlık ihtilâftan ve
düşmanlıktan eser kalmadı; kardeş oldular. Bunu şu âyet açıkça belirtmiştir:
"...A ilah onların
gönüllerine sevgi verip birleştirendir. Sen yeryüzünde olan herşeyi toptan
harcamış olsan yine onların gönüllerini böyle birleştiremezdin.
[5] Hadîsteki son cümle ile Peygamber, Ensâr'a bağlılık ve
uygunluğunu; Ensâr'ı başkalarına tercih ettiğini en belîğ bir uslûbla
bildirmiştir: Hiç şübhesiz bu derece güzellikte yüksek şehâdet, Ensâr'ın ahde
vefa ve komşuluk, arkadaşlık hukukuna feragatle uyma gibi faziletleri hâiz
bulunmalarına dayanmaktadır. Bu cümle ile Peygamber'in Ensâr'a mutâbaatı
anlaşılmamalıdır. Çünkü Peygamber, tâbi' olunan metbû'dur; itaat edilendir;
tâbi' olucu ve itaat edici değildir. Erkek kadın her mü'mine O'na uyması
farzdır (Aynî).
[6] Buhârî bunu Mağâzî'de, Tâif gazvesinde uzun bir
metinle getirmiştir.
[7] Peygamber'in hadîs metnindeki "Eğer hicret
olmasaydı ben muhakkak Ensâr'-dan bir kişi olurdum" sözü, Allah için
hicretten sonra en büyük faziletin, İslâm'a yardım ve müslümânlara yardımda
bulunmak olduğuna delâlet etmektedir.
[8] İbn Sa'd'ın nakline göre bu kardeşlik akdi, Bedir'den
beş ay önce, Enes'in evinde, ellisi Muhacir, ellisi Ensâr'dan olmak üzere yüz
kişi arasında yapılmıştır, tbnu Ebî Hayseme'nin târihinde Zeyd ibn Evfâ'dan
gelen rivayete göre bu kardeşlik akdi Mescid'de yapılmıştır. Bu iki rivayeti,
kardeşlik akdinin bu yerlerden birinde başlatılıp diğerinde devam ettiğini
düşünmek suretiyle anlamak da mümkündür. Bunun tafsilâtı Mağâzî'den önce
gelecektir.
[9] Hadîsin başlığa uygunluğu gizli değildir.
[10] Ensâr, Rasülullah'a, hurmalıklarının mülkiyetini
arzedip, mallarının yan yarıya taksimini rica etmişlerdi. Rasûlullah nusrat ve
yardımın bu derecesini fazla görüp: "Hayır bu olmaz" buyurmuş ve
akarın mülkiyeti sahihlerinin üzerinde kalmak üzere Muhâcirler'in çalışma ile
ortak olmaları şeklini münâsib görmüş, böylece Ensâr'm mülkiyet haklarını
korumuştur.
[11] Münafık zahiren mü'min, bâtmen kâfir demek olunca,
Peygamber'le İlk Mu-hâcirler'i konuklama, onlara evlâd ve lyâllerinden daha
ileri muamele etme, uğurlarında mal ve canlarını harcama, dostlarına dost,
düşmanlarına düşman olma suretiyle barındırma, yardım ve İslâm Dîni'ni azîz
kılıp yükseltme gibi sıfatlarla sıfatlanan Ensâr'a bu sıfatlarından dolayı
buğz edenlerin -mü'min görünseler de- kalben kâfir olduklarında şübhe yoktur.
Bu hadîs, îmân Kitabı,
"îmânın alâmetleri bâbı"nda da geçmişti.
[12] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Hadîs metnindeki
Allâhumme ta'bîri ya te-berrük yâhud da sözünde doğru olduğuna Allah'ı şâhid
tutmak içindir.
[13] Hadîslerin başlığa uygunlukları ma'nâlanndan meydana
çıkar. Peygamber bu hadîslerde Ensâr'a: "Yâ Allah, Ensâr'ın zürriyetini
kendilerine itaatli kıl" diye dua etmiş oluyor
[14] Sa'd ibn Ubâde ilk Akabe bey'atında bulunanlardandı.
Fakat sonradan kendisinde kabîle gayreti gâlib olduğundan bu gayret kendisini
birkaç hatâya sürüklemiştir. Rasûlullah'm ilkönce zikrettiği Neccâr oğullan,
Evs kabîlesinin bir şu'besidir. Bunların başkanlığında Sa'd ibn Muâz
bulunmuştur.
[15] Hadîsler birbirini açıklamaktadır. Bu hadîsin uzun bir
rivayeti Zekât Kitabı, "Hurmanın tahmîn edilmesi bâbı"nda geçmişti.
Bu sözlerin Tebûk seferinden dönüşte konuşulduğu, hadîsin oradaki rivayetinde
açıkça belirtilmiştir.
Bu hadîslerdeki
"Dûr", Dâr'm cem'idir. Îbnu'1-Esîr şöyle demiştir: Bunlar, meskûn
menziller ve mahallerdir. Bu kelime Diyar şeklinde de cemi'lenir. Bunlardan
burada kabîleler kasdedilmiştir. Herbir kabile bir mahallede toplandı da, bu
mahalle "Dör"diye isimlendi. O mahallenin sakinleri de muzâfın hazfı
üzerine mecazen bu kelime ile isimlendirildi; yânî "Dâr",
"Ehlu'd-dâr" demektir (Aynî).
[16] Buhârî, bu ta'Iîki Huneyn Gazvesi'nde tam olarak
getirmiştir.
[17] Hadîslerin başlığa uygunluğu açıktır. Bunlar hadîsin
iki ayrı tarîkten gelen rivayetleridir
[18] Bu hadîs, Cizye Kitabı, "Peygamber'in kesip
verdiği arazî bâbi"nda da geçmişti.
[19] Katâde'den gelen bu ik'.ıci rivayet birinci isnâd
üzerine atfedilmiştir. Bu, ayrı tarîklerde Peygamberin Ensâr'a üç ayrı lâfızla
duâ ettiği görülmektedir.
[20] Hadîslerin başlığa uygunluğu meydandadır.
Bu hadîsler Cihâd
Kİtâbı'nda da geçmiş, Mağâzî'de de gelecektir.
Hendek harbi ibn
İshâk'ın, Urve'nin ve Katâde'nin kesin kanâatlerine göre hicretin beşinci yılı
şevval ayında vâki' olmuştur. Mûsâ ibn Ukbe'nin ez-Zuhrî'den nakline göre,
dördüncü sene şevvâlindedir. Enes ibn Mâlik de böyle demiştir. Buna Ahzâb harbi
de denilir. Ahzâb harbi denmesi, birçok Arab kabilelerinin hizit hizib toplanarak
Rasûlullah ile harb etmek üzere ittifak etmiş olmalarıdır. Rasu'ullah bu umûmî
ittifaka işitince Medine etrafına hendek kazarak savunma harbi yapmayı uygun
görmüş ve bunda gâlib olmuştu. İbn Hi-şâm'in beyânına göre, Hendek savunması İranlı Selmân'ın işaretiyle kabul
edilmiştir.
[21] Âyet açıkça Ensâr'ı medh hakkında indiği için,
başlıkla hadîs arasında uygunluk mevcûddur. Peygamber'e gelen o aç kimsenin
bizzat Ebû Hureyre'nin kendisi olduğunu sarihler beyân etmişlerdir.
Âyette bildirilen
haslete "îsâr" derler ki, kişinin kendisi muhtaçken, başkasının
ihtiyâcını daha önde görerek, onun yardımına koşması demektir. Bu haslet
Ensâr'da en mükemmel şekilde görülmüştür.
[22] Başlığa uygunluğu hadîsin sonundadır. Çünkü sonu,
başlığın aynıdır.
Ensâr'ın iyilik edenlerinden
kabul edin demek, onlara yönelip ikram edin; kötülük edenlerin kötülüklerinden
vazgeçin demek, onların dînî haddler dışındaki kötülüklerini cezalandırmayın,
affedin demektir. Bu hadîste Ensâr lehine büyük bir vasiyet ve çok kıymetli bir
fazilet vardır: Bunca mal ve can fadâkâr-îıklarıyle kazanılmış en yüksek
mertebeler hakkında sâdık habercinin beyânıyle bildirilen ne büyük bir müjde!
[23] Hakîkaten Ensâr gitgide azalmış ve zamanın geçmesiyle
Ensâr'ın mikdârı insanlar içinde, yemekteki tuz derecesine inmiştir.
Bu hadîslerde
affedilmesi emredilen kusurlar, dînî haddleri gerektiren kötülükleri şâmil
değildir. İlâhî haddleri affetmek hakkı hiçbir kimseye verilmemiştir
[24] Bu hadîslerde geçen et-Keriş: Samimî dost, öz adam;
el-Aybe: Küfe, zenbîl, heybe ma'nâsmadır. Burada Ensâr'ın samîmî dostluğu ve
emînliği bu ta'bîrlerle ifâde edilmiştir.
Buhârî, bu kitabın
başından buraya kadar Ensâr'ın umûmî olarak menka-belerini anlatan hadîsleri
getirmişti. Bundan sonra Ensâr'dan bâzı büyüklerin menkabelerine âid hadîsleri
sıralayacaktır.
[25] Sa'd ibn Muâz, Ensâr'ın Evs kabîlesinin en yüksek
sîmâsıdır. Peygamber'in hicretinden önce Mus'ab ibn Umeyr'in delaletiyle
müslümân olmuş, sonra kabilesi halkına: Siz müslümân oluncaya kadar sizin
erkeklerinize, kadınlarınıza söz söylemek bana haram olsun! diyerek, bütün
Abdu'l-Eşhel oğulları'nın hidâyetine sebeb olmuştur. Bedir ve Uhud'da hazır
bulundu. Hendek harbinde bir ok yarası almış, Mescid'de kurulan bir çadırda
tedâvî edildiyse de bir ay sonra o yaranın tekrar deşilmesiyle şehîd
olmuştur. ,
Hadîste Sa'd'ın
cennetlik olduğu haber verilmiştir ki, bu Sa'd için çok büyük bir menkabedir.
[26] Ars'm, Sa'd ibn Muâz'ın ölümü sebebiyle titremesi, o
sırada Allah'ın Arş'ta bir his, bir idrâk yaratmasıyle mümkündür; yâhud da
Arş'ta bulunan meleklerin titremiş olmaları mecazî bir uslûbla ifâde edilmiş
olabilir. Bu titreme, Sa'd ibn Muâz'ın ruhunun gelmesine sevinmekten hâsıl olan
bir titremedir, denilmiştir.
[27] Başlığa uygunluğu "Hayırlınıza yâhud seyyidinize
ayağa kalkınız" ve "Sen Allah'm hükmüne uygun hükmettin "
sözlerindedir. Bu hükmün infazı ve bunun tafsîlâtı Mağâzî'de gelecektir.
Peygamber, Muhacirler
arasında Ebû Bekr'i ne kadar severse, Ensâr arasında da Sa'd ibn Muâz'ı o
derece severdi
[28] Hadîsin son rivayetinde isimleri açıkça söylenen bu
iki sahâbînin biri Ensâr'ın Evs kabilesinden Useyd ibn Hudayr el-Eşhelî, diğeri
de yine aynı kabileden Ab-bâd ibn Bişr el-Eşhelî'dİr. Bunların böyle bir nura
nail olmaları, Peygamber'in sohbetini kaçırmamak ve yatsı namazını Peygamber'le
birlikte kılmak faziletini kazanmak için gece karanlığına kalmalarıdır. Nitekim
Ebû Davud'un Sünen'-indeki: "Karanlıklarda mescidlere çokça gidenlere,
kıyamet gününde tam nura mazhar olacaklarını müjdele" hadîsinin
doğruluğuna şâhid ve bu iki sahâbîye ikram olarak, bu nûr, bu dünyâda bile
görülmüştür.
Useyd ibn Hudayr'm,
Akabe Bey'atı'nda, Bedir gazvesinde bulunmak gibi yüksek mertebeleri vardır.
Onun en yüksek bir hususiyeti de güzel sadâ ve edâ ile Ebû Mûsâ el-Eş'arî
derecesinde te'sîrli Kur'ân okumasidır. Hoş ve dürüst Kur'ân okumada
sahâbîlerin birincilerinden idi. Onun Kur'ân okuyuşunda melekler bile hazır
olurlardı. el-Kehf Sûresi'ni okurken bulut kümesi içinden parıltılar şeklinde
melekler inmişti. Bedir'den Kudüs'ün fethine kadar hayâtını cihâdla ve Kur'ân'a
hizmetle geçiren Useyd, yirminci hicret yılında Medine'de vefat etmiş, tâbutu
Bakı'a taşınırken Umer de tâbutun iki kolunu yüklenmiştir.
Abbâd ibn Bişr de
Bedir'de hazır bulunmuştur. Zuhrî, Abbâd'ın Yemâ-me'de, kırkbeş yaşında iken
şehîd olduğunu bildirmiştir.
[29] Muâz ibn Cebel, onsekiz yaşında müslümân olarak Akabe
Bey'atı'nda bulunmuştur. Üstün bir zekâya ve güzel bir endama mâlikti.
Bedir'den İ'tibâren bütün gazvelerde Peygamber'in yanından ayrılmamıştır.
Peygamber: "Ümmetimin halâî ve haramı en iyi bileni Muâz'dır"
buyurmuştur. Peygamber, Muâz'ı vefatından önce Yemen'e göndermişti. Gönderilme
târihi hakkında görüş ayrılıkları vardır. Vâlî veya muallim olarak
gönderildiği hakkında da görüş ayrılıkları vardır.
Muâz ibn Cebel, Tihâme'de,
Ürdün'de, Gor'da henüz otuzbeş yaşında bir genç iken onsekiz yılında Amvâs
tâûnu hastalığından vefat etmiştir.
[30] Âişe'nin bu ifâdesi, uzun Ifk hadîsinin bir
parçasıdır.
Sa'd ibn Ubâde, Akabe
Bey'atı'nda bulunmuş kıdemli sahâbîlerdendi. Gazalarda Hazrecliler'in
sancağını taşırdı. Âişe'nin şehâdet ettiği gibi, Ifk hâdisesinden evvel iyi
bir kimse idi. Fakat Câhilİyet devrinden beri Arablar arasında hakîkaten ziyâde
kabile gayreti hüküm sürdüğünden, Sa'd ibn Ubâde de Hazrec-liler'i ve bu arada
tbnu Ubeyy gibi azgın bir münâfıkı müdâfaa edeyim derken haktan ayrılıyordu.
Sa'd ibn Ubâde, Peygamber'in vefatı üzerine Ebû Bekr'e bey'at etmekten
çekinerek Şâm tarafına gitmiş ve onbeşinci hicret yılında Hav-rân'da vefat
etmiştir.
[31] Hadîsin başlığa uygunluğu "Rasûlullah siz Sâide
oğulları'na birçok insanlar üzerinde fazilet verdi" sözündedir. Çünkü
Sa'd ibn Jbâde, Hazrec'in Sâide oğulları kulundandır ve bu kolun önde
gelenlerindendir.
Bu hadîs yakında da
geçmişti.
[32] Ubeyy ibn Ka'b, Ensâr'ın Hazrec kolunun Neccâr oğulları
boyundandır. İlk müs-lümânlardandır. Akabe'de ve ondan sonraki gazvelerde hazır
bulunmuştur Otuzuncu hicret yılında Medine'de vefat etmiştir.
[33] Bu vak'a Ubeyy
için hiç kimsenin ortak olamayacağı yüksek bir menkabedir. Umer: Ubeyy,
seyyidu'l-müslimîndir, der idi. Bu sûrenin ona okunması, şüb hesiz ona öğretmek
içindir; yoksa ondan öğrenmek için değildir. Sûrenin diğerlerinden önce
Ubeyy'e arz olunmasının sebebi de Ubeyy'in Kur'ân lâfızlarını, edâ
keyfiyetlerini, kıraat vecihlerini öğrenmeye ehemmiyet vermesidir. Bu se-beble
Kur'ân'ın kıraatine ihtimam eden hafızlara Kur'ân'ı arzetmek, bir sünnet olarak
devam edegelmiştir. Başka bir sebeb de Kur'ân'ı onun dilinden öğrenmeye teşvik
olabilir. Nitekim öyle de olmuştur: Rasûlullah'tan sonra Ubeyy, kıraat ilminin
müstakil imamlarından biri olmuştur.
Kur'ân sûreleri
arasında bu sûrenin tahsis buyurulması da, bu sûrenin İslâm Dîni'nin
asıllarını, kaaidelerini ve en yüksek mühimmelerini vecîz bir uslûb İle ihtiva
etmesindendir.
[34] Zeyd ibn Sabit, Peygamber'in Medine'ye hicretinde
onbir yaşında idi. Hicretten evvel ezberlediği onaltı sûreyi Peygamber'e
okumuş, O'nun büyük takdirine nail olmuştu. Medine devrinde Peygamber'in
vefatına kadar vahiy kâtibliğinde kalmıştır. Yaşı küçük olduğundan Bedir
harbine katılmasına izin verilmemiş, Uhud'dan sonraki bütün gazvelere
katılmıştır. Tebûk gazvesinde Neccâr oğul-ları'nm bayrağını Umâre ibn Hazm'dan
alıp Zeyd'e vermiş, Umâre sebebini sorunca: "Kur'ân öne geçirilir. O
Kur'ân'ı senden çok bilir" buyurmuştur. Peygamber, yabancı hükümdarlardan
gelen mektûbları terceme etmesi için Zeyd'e Süryânî ve İbranî dillerini
öğrenmesini emretmiş, o da kısa zamanda bu dilleri öğrenmiştir. Farâiz ilmini
en iyi o bilirdi. Ebû Bekr'in emri ile bütün Kur'ân'ı, muntazam bir şekilde sahîfelerde
bir araya topladığı gibi, Usmân'ın emri ile de bu ilk Mushaf'ı bir hey'et
başkanlığı sorumluluğunda, bugün elimizdeki tertîb-le çoğaltmıştır. Hicretin
kırkbeşincİ yılında vefat etmiş, namazını Mervân ibn Hakem kıldırmıştır.
Zeyd ibn Sabit 'in özellikleri
şöyle özetlenebilir:
1. Medine devri süresince vahiy kâtibliği,
2. Rasûlullah'ın sağlığında Kur'ân'ı
ezberleyenlerden biridir.
3. Kur'ân'ı en düzgün okuyanlardandır.
4. Kur'ân hafızları İçinde en uzun yaşayanıdır.
5. Tebûk'te sancakdâr yapılırken belirtilen
tercih sebebi.
6. Çok zekî olup yabancı dil öğrenmesi.
7. Ebû Bekr'in Kur'ân'ı onun toplamasını
emrettiği sırada: "Ey Zeyd, sen akıllı, reşîd bir gençsin; biz seni hiçbir
kusur ile itham edemeyiz" diye tezkiye etmiş olması.
[35] Kur'ân'ı ezberleyenlerin bu dört zâttan ibaret olduğu
sanilmamalıdır. Dört Ha-lîfe'nin içlerinde bulunduğu daha birtakım sahâbîler
Kur'ân'ı ezber etmişlerdir. Buna geçen hadîsler de delâlet eder. Belki Enes
İbn Mâlik bu hadîsinde yalnız bir kabileden, yalnız Ensâr'dan dört zâtın
Kur'ân'ı ezberlemiş olduklarını bildirmiş olmaktadır.
[36] Ebû Talha Zeyd ibn Sehl künyesi ile meşhurdur.
Sahâbîler arasında kahraman ve atıcılanndandı. Ebû Talha bütün savaşlara
katılmış, bilhassa Uhud'da çok yararlık göstermiş, Peygamber'e atılan düşman
oklarına göğüs germiştir. Gür sesli olduğundan Peygamber: "Ebû Talha'nın
ordu içinde sesi, yüz adamdan hayırlıdır" buyurmuştur.
Ebû Talha, Enes'in üvey
babasıdır. Enes'in öz babası Mâlik, Şam'da kâfir olarak ölmüştü. O zaman Enes,
sekiz yaşında idi. Annesi Ümmü Suleym ilk kocası öldükten sonra Ebû Talha ona
evlenme teklîf etmişti. Ebû Talha o zaman müşrik idi. Ümmü Suleym, kendisi
müslümân olursa onunla evlenebileceğini, mehir de istemeyeceğini bildirdi.
Bunun üzerine Ebû Talha müslümân oldu ve Ümmü Suleym'le evlendi. Bu karı-koca,
İslâm yiğitliğinin benzersiz örnekleridirler.
Ebû Talha, hicrî otuz
yılında vefat etmiştir.
[37] Abdullah ibn Selâm, İsrâîl oğulları'ndan ve Yûsuf
Peygamber'in soyundandır. Kendisi ve babası Selâm ibn Haris, Yahûdî âlimlerindendi.
Peygamber'in Me-dîne'ye hicreti üzerine müslümân olmuştur. Câhiliyet devrinde
adı Husayn iken, Rasûlullah ona Abdullah adını vermiştir. Tirmizî'nin
rivayetinde Peygamber onun hakkında: "Abdullah ibn Selâm, cennet ehli olan
on kişinin onuncusudur" buyurmuştur. Hicretin 43. yılında Medine'de vefat
etmiştir.
[38] Hadîsin Abdullah ibn Selâm için büyük bir menkabe
ihtiva ettiği gizli değildir.
ez-Zemahşerî şöyle
demiştir: Abdullah ibn Selâm Kur'ân ile Tevrat arasındaki benzerliği, her iki
kitabın tevhîd, mebde', maâd, sevâb, ikaab, ba's, he-sâb, gibi dînî asıllara
delâlet etmesinde bulmuştur. Ve kavmine:' 'Musa'ya inen Tevrat'ı Allah Kelâmı
olarak kabul edip de Muhammed'i ve O'na inen Kur'-ân'ı inkâr etmek
zulümdür" diyerek müslümân olmuştur.
Bâzı âlimler, sûrenin
Mekkî, Abdullah'ın İslâm'a girişi Medine'de oldu-•ğundan bu şahidin Abdullah
değil, Mûsâ olduğunu söylemişlerdir.
[39] Başlığa uygunluğu açıktır. Peygamber'in bu ta'bîrİ şu
âyetin muhtevasını işaret etmektedir: "Hakikat îmân ile küfr apaçık meydana
çıkmıştır. Artık her kim azgınları tanımayıp da Allah *a îmân ederse, o
muhakkak ki kopması olmayan en sağlam kulpa yapışmıştır... " (el-Bakara:
256).
Abdullah ibn Selâm'ın
İslâm'a girişini anlatan bir hadîs, daha önceki ki-tâbda geçmişti: Buhârî,
Enbiyâ, "Bâbu halkı Âdem... bâbu kavlihi taâlâ: Ve iz kaale Rabbuke
lil-melâiketi innî câilun fî'I-ardı halîfe.." IV, 226 "133".
Sahîh-iMüslim ve
Tercemesi'nde daha tafsîlli hadîsler vardır: VII, 407-412.
[40] Bu hadîsteki sözleri Abdullah ibn Selâm'm son derece
takvâlı olduğunu ifâde etmektedir ki, bu, onun için büyük bir menkabedir
[41] Hadîsteki "Sen büyük bir eve girersin"
ifâdesi, onun evine Peygamber'in girdiğini ifâde eder ki, bu da Abdullah'ı bir
büyütmedir.
[42] Hadîce, Huveylid ibn Esed ibn Abdi'1-Uzzâ ibn Kusayy'ın
kızıdır. Hadîce'nin nesebi, Peygamber'in nesebi ile Kusayy'de birleşir, buna
göre kadınların ne sebce kendisine en yakın olanı Hadîce'dir. O'nun Kusayy
soyundan evlendiği, Hadîce'den başka bir de Ümmü Habîbe vardır. Câhiliyet
devrinde Hadîce, Tâ-hire adiyle çağrılırdı. Annesi Fâtıma bintu Zâide'dir.
Cumhura göre Hadîce ile evlendiğinde Peygamber yirmibeş, Hadîce kırk yaşında
bulunuyordu. Bu evlilik yirmidört sene sürmüştür. Hadîce hicretten birkaç sene
evvel 64,5 yaşında vefat etmiş ve Hacûn'a gömülmüştür. Hadîce ittifakla İlk
müslümân olan insandır. Başlıktaki "Tezvîc" kelimesi,
"Tezevvüc"yerinde kullanılmış olup, "Çift-. lenmek" ve "Evlenmek"
ma'nâsınadır. Tef'îl sığasının tefe'ûl ma'nâsmda kullanılması yaygındır.
[43] İmrân kızı Meryem hakkındaki âyetlerden biri şudur:
"Hani melekler: Ey
Meryem, şübhesiz ki Allah sana seçkin bir hususiyet verdi. Seni tertemiz
büyüttü. Seni âlemlerin kadınları üzerine mümtaz kıldı, demişti" (ÂIu
İmrân: 42).
Hadîce'nin fazîleti, bu
hadîste ve gelecek hadîslerde belirtilmiştir. Hadîce, Aişe ve Fâtıma'nın
fazîlet sıralan hakkında görüş ayrılıkları vardır. Bu görüş ayrılıklarının
ortak noktası, her üçünün diğerine kıyâsen ayrı ayrı fazîlet ve üstünlük
cihetleri bulunmasıdır.
[44] Buraya kadar geçen hadîslerin başlığa uygunluğu
açıktır.
Peygamber'in,
İbrahim'den başka bütün çocukları Hadîce'den doğmuştur. Bunlar Zeyneb, Rukayye,
Ümmü Kulsüm, Fâtıma, Kaasım, Tâhir, Tayyİb'dir. Bu üç erkek çocuk
peygamberlikten önce vefat etmişlerdir. Kızların hepsi İslâm devrine yetişip
müslümân olmuşlar ve Medine'ye hicret etmişlerdir. Bunlardan üçü Peygamber'den
Önce vefat etmişler; yalnız Fâtıma, Peygamber'den altı ay kadar sonra vefat
etmiştir. Peygamber'in nesebi Fâtıma'nın çocuklarından devam etti. İbrahim,
Marye'den doğmuş ve onsekiz aylık iken ölmüştür.
[45] Âişe'nin ileri sürdüğü hayirlılık, gençlik ve güzellik
i'tibâriyledir denilebilir: Ra-sûlullah'm sükûtu ise bir müsamahalı
davranıştır. Çünkü bu sözler kadınlık gayretiyle söylenmiştir. Gayret
(kıskançlık) fıtrî bir hâl olduğu için; bundan dolayı kadınlara ceza sabit
olmuyor.
[46] Cerîr, dokuzuncu veya onuncu hicret yılında ve bir
rivayete göre Peygamber'in vefatından seksen gün kadar evvel, Veda Haccı
sırasında müslümân olmuştur. Ruceyle kabilesinin başkanlarından olduğu için
Peygamber, üzerine otursun diye yere kaftan yayarak ikramda bulunmuştu.
Peygamber tarafından Yemen'e âmil ta'yîn olunmuştur. Sonra Medâin'in fethinde
büyük hizmetleri görülmüş, Kaa-dişiye harbinde İslâm ordusunun sağ kanadına
kumanda etmiştir. Umer, Ce-rîr'i çok severdi. Güzel çehreli olduğu İçin:
"Cerîr, islâm Ümmeti'nin Yûsuf'udur" der idi.
Cerîr, Kûfe'de ikaamet
etmiş, 51 veya 54 yılında vefat etmiştir.
[47] Bu hadîslerde Peygamber'in Cerîr'e ikram etmesi, hem
Cerîr'e, hem de Ahmes kabilesi süvârîlerine duâ etmesi bulunduğundan, başlıkla
uygunlukları yerindedir.
Bu Zu'1-Halasa
puthânesinin yıkılması hadîsi Cihâd'da, "Fetihler hakkında
müjde'bâbı"nda da geçmişti.
[48] Huzeyfe ibnu'l-Yemân el-Absî, Hısl yâhud Huseyl ibn
Câbir'İn oğludur. Her ikisi de büyük sahâbîlerdendir. Hısl ibn Câbir nasılsa
birini Öldürmüş olduğundan, memleketinden kaçarak Medîne'ye gelmiş,
Evsîler'den Abdu'l-Eşhel oğul-lan'na halîf olmuş. Evs ile Hazrec, aslında
Yemen'den gelme olduklarından Yemânî'dirler. İşte Hısl, bu Yemânîler'e
katıldığı İçin kavmi tarafından kendisine "Yemân" lakabı
verilmiştir. Huzeyfe, Rasûlullah'm hâle ve geleceğe âid gizli haberlerinin
sahibi olmuştur. Babasıyle beraber Uhud harbinde hazır bulunmuş, babası
yanlışlıkla bir müslümân tarafından öldürülmüştür. Peygamber tarafından
verilen diyeti Huzeyfe, müslümânlara sadaka etmiştir. Huzeyfe, Umer tarafından
Selmân Fârisî'den sonra Medâin Vâlîlîği'ne getirilmiş, ömrünün sonuna kadar o
hizmette kalmıştır.
Vefatı, Usmân'ın
Öldürülmesinden ve Alî'ye bey'at edilmesinden kırk gün sonradır (Tecrîd Ter.,
II, 383-384).
[49] Bu hadîste açıkça ifâde ettiği gibi Hind'in müslümân
olmadan önceki târihî hayâtı, Peygamber'e ve müslümânlara karşı buğz ve kînle
doludur. Son derece zekî ve tedbirli olan Hind, Uhud harbinde Kureyş ordusu
içinde şiirler okuyarak, Kureyş askerlerini İslâm ordusu üzerine
heyecanlandırıp cesaretlendirmiştir. Orada şehîd Hamza'nın ciğerini ağzına alıp
çiğnemiştir.
Hind'in babası Utbe ibn
Rabîa, Kureyş başkanlarından olarak Bedir harbine gelmiş ve orada
öldürülmüştür.
Hind, kocası Ebû Sufyân
ile beraber Mekke fethi günü müslümân olmuş, İslâm'da sebat ve güzel hareket
etmiştir. Yermuk harbinde de kocasıyle beraber hazır bulunmuş, İslâm
askerlerini Rûmlar'a karşı ateşli hitâbeleriyle heyecanlandırıp teşvîk
etmiştir.
Umer'in halifeliğinde,
Ebû Kuhâfe'nin öldüğü gün vefat etmiştir.
Peygamber, kadınlardan:
"... Hırsızlık yapmamaları, zina etmemeleri..." (el-Mümtehıne: 12)
diye bey'at alırken: Hürre kadın zina eder mi? diyen şanlı kadındır.
[50] Zeyd ibn Amr, Peygamber'in cennetle müjdelediği on
zâttan birisi olan Saîd ibn Zeyd'in babası, Umer ibn Hattâb'm da amcası
oğludur. Zeyd, Tevhîd Dîni arayan muvahhidlerden idi, putlara tapmaktan,
şirkten sakınırdı. Fakat Pey-gamber'e peygamberlik gelmezden beş sene evvel
vefat etmiştir, Peygamber: "Zeyd, (benimle îsâ arasında) yalnız başına bir
ümmet olarak diriltilir" buyurmuştur.
Buhârî, bunun hadîsini
bu bakımdan burada zikretmiştir.
[51] Yânî sizin bu fiiliniz akla, adalete uygun mudur?
diyerek onları ayıplardı.
[52] Yahûdî âlimin bu sözü, şu âyete uygundur:
"İbrâhîm ne bir Yahûdî, ne de bir Hristiyan'dt. Fakat o, Allah'ı bir
tanıyan dosdoğru bir müslümândı. Müşriklerden de değil idi o" (Âiu İmrân:
67).
[53] Ebû Nuaym'ın Mustahrac'mda. Ebû Usâme hadîsinde: Zeyd:
Benim ilâhım İbrahim'in ilâhı; dînim de îbrâhîm'in dînidir, der idi,
şeklindedi
[54] Bu hadîsler Zeyd ibn Amr'ın faziletlerini pek güzel
ortaya koymaktadırlar.
Câhiliyet devrinin kız
çocuklarını diri diri gömme feceâtı, Kur'ân-ı Kerîm'de de zikredilip
kötülenmiştir:
"... Fakirlik
endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Sizin de, onların da rızkını biz
vereceğiz,..'''' (el-En'âm: 151);
"Evlâdlartnızı
fakirlik korkusuyla öldürmeyin. Onları da, sizi de biz rızık-landmnz. Hakikat
onları öldürmek büyük bir suçtur" (el-tsrâ: 31);
' 'Diri diri gömülen
kız hangi suçtan dolayı öldürüldüğü sorulduğu zaman..." (et-Tekvîr: 8-9).
Zamanımızda yeniden
gündeme getirilip propogandasi yapılan nüfûs plânlaması çalışmalarında bu
âyetlerden gaflet edilmemelidir!..
[55] Yıkılacak hâle gelen Ka'be'yi, peygamberliğe yakın
Câhiliyet günlerinde Kureyş yeniden bina etmişti. Bunun târihi hakkında yedi
ayrı rivayet vardır: Bu sırada Peygamber bulûğa ermemişti (Zuhrî); onbeş
yaşında idi (tbn Battal, İbnu't-Tîn); peyamberlik ile Ka'be'nin binası arasında
beş yıllık zaman geçmiştir (İbn Hişâm); Ka'be'nin yeniden inşâsında Peygamber
otuzaltı yaşında idi; yeniden inşâ, Hadîce ile evlenmesinden önce idi
(Beyhakî); Hadîce ile evlenmesinden on sene sonra idi (Muhammed ibn İshâk);
peygamberlikten on sene evvel idi <Mû-sâ ibn Ukbe ve Mucâhid). Bu inşâ
hizmetinde erkek, kadın, yaşlı, çocuk bütün Kureyş çalışmıştır.
[56] Başlığa uygunluğu "Ka'be bina edileceği
zaman" ve "Peygamber ile amcası Abbâs gidip sırtlarında taşlan
naklediyorlardı" sözlerindedir. Bu Peygamber'in Ka'be'nin yeniden
inşâsında bizzat çalıştığının delilidir. Peygamber'in bayılması, avret yerinin
açılması sebebiyle duyduğu derin utanmayı ifâde eder. Namaz Ki-tâbı'nın
evvellerinde geçen rivayette: "İşte o günden sonra hiç çıplak görülememiştir"
ziyâdesi vardır. Bu hadîs Hacc Kitabı, "Mekke'nin fadlı ve bina edilmesi
bâbı"nda da geçmişti.
[57] Bu hadîsin başlığa uygunluğu, bunda Ka'be etrafına
duvar örülmesi, sonra bunun uzatılıp yükseltilmesinin bildirilmesi
yönündendir.
[58] Câhİliyet günleri, îsâ Peygamber ile Peygamberimizin
peygamberliği arasında geçen müddetin adıdır. Bu devirde câhilce işler çok
olduğu ve umûmî bir cehalet hüküm sürdüğü için bu isimle adlandırılmıştır
(el-Kirmânî).
[59] Başlığa uygunluğu "Âşûrâ, Câhiliyet devrinde
Kureyş'in oruç tutar olduğu bir gündü..." sözlerindedir. Bu hadîs Oruç
Kitabı, "Âşûrâ orucu bâbı"nda da geçmişti.
[60] Başlığa uygunluğu "Câhiliyet devrinde müşrikler
hacc aylarında umre yapmayı yeryüzünde işlenen günâhlardan sayarlardı"
sözlerindedir. Bu hadîs dahî Hacc Kitabı, "Temettü' ve ifrâd bâbı"nda
geçmişti.
[61] Bu, uzun bir kıssadır. Mûsâ ibn Ukbe şöyle
zikretmiştir: Seyl, Mekke'nin yukarı tarafında kayalar üzerinden gelirdi de,
Mekke'yi harâb eder; Mekkeliler suların Ka'be'ye girmesinden korkarlardı.
Bunun için Ka'be'nin binasını sağlamlaştırmak istediler. Bu maksadla Ka'be'nin
üzerine ilk çıkan ve ondan bir parça yıkan, el-Velîd ibnu'l-Mugîre oldu...
(Aynî).
[62] Hadîsin başlığa uygunluğu "ihramda susma,
Câhiliyet devri işlerindendir" sö-zündedir. Hadîsin son fıkrası, bekaanız,
imamlarınız dosdoğru oldukları müd-detçedir. Çünkü imamların doğrultmalanyle
haddler ikaame edilir, haklar alınır ve herşey yerli yerine konulur, denmiş
oluyor.
[63] el-Vuşâh, el-Vişâh; kitâb vezninde Arab kadınlarının
süs eşyalarından şu gerdanlığa denir ki, İnciden ve sair cevherden, her iki
dânenin ağırlığına diğer ne-vi'den bir dâne girdirerek iki kur dizerler ve o
iki kurun birisini diğeri üzre dizip bükerler. Ve yine Vişâh bir süse denir ki,
geniş bir meşin parçasını cevher nevi'-leriyle süsleyip, hâtûnlar onu hamaile
takınırlar. Ve vâv'ı hemze'ye ibdâl ile "Işâh" dahî derler (Kaamûs
Ter.)
[64] Başlığa uygunluğu, Câhiliyet halkının üzerinde
bulundukları katı fiiller ve sözler yönündendir. Görmez misin o kızcağızı
ittihâm edenler, ona nasıl cefâ ettiler ve aramada ne kadar aşn-ı gittiler de,
onu fercinin içinde bile araştırdılar! Bu hadîsin diğer rivayetlerinden birinde
bu kızcağızın yeni evlenmiş bir gelin olduğu ve yıkanmak için zînetini çıkarmış
bulunduğu bildirilmiştir. Bu hadîsin benzeri Namaz Kitabı, "Mescidde kadının
uyuması bâbı"nda geçti.
Bundan barınacak yeri
olmayan fakîrlerin, hattâ fitne korkusu olmamak şartıyle kadının bile mescidde
gece geçirmesi caiz olduğu istidlal edilmiştir. Mescidde ikaamet eden Suffa
Ashabı da hep meskeni ve kazancı olmayan fakîr insanlardı
[65] Câhiliyet devrinde babalar üstüne yapılan yemîn, eğer
babası sağ ise "Babamın başı için şu işi işlerim, yâhud işlemem";
ölmüş ise "Babamın toprağı hakkı için şunu yaparım yâhud yapmam"
şeklinde idi. Yemîn, yemîn yapılan şeyi ta'zîm ifâde ettiği, ta'zîme ise ancak
Allah'ın hakkı olduğu için, İslâm'da bu câhiliyet yemîni kaldırılmıştır.
[66] Yâhud bunun ma'nâsı şöyledir: "Sen ehlin içinde
şerîf idin, şimdi sen nesin?". Bunu iki kerre söylerlerdi.
Yâhud da ma'nâ şöyle
olabilir; "Sen bir kerre ehlin içinde idin, artık sen iki kerre onların
içinde olmayacaksın".
Birincide "Mâ"
mevsûle, ikincide soru, üçüncüde ise nâfiye olur ve "Merreteyn" sözün
tamamlayıcısıdır. Câhiliyet inancı bu ma'nâlann üçüne de uygundu; onlar bir
daha dirilmeyi ummuyorlardı... Cenaze için ayağa kalkma hakkındaki farklı
görüşler, Cenazeler Kitâbı'nda sıralanmıştı.
[67] Bu, Hacc Kitabı; "Minâ'dan ne zaman dönülür
bâbı"nda da geçmişti. Bunda Câhiliye'nin güneş doğmadan Minâ'dan hareket
etmemeleri âdeti, İslâm'da kaldırılmıştır.
[68] Hadîsin başlığa uygunluğu, âyetteki "Ke'sen
dıhâkan " (Amme zu) lâfızlarının Câhiliyetteki bir ta'bîrle tefsîr
edilmesi yönündendir.
[69] Hadîsin başlığa uygunluğu Lebîd'in de,
Umçyyetu'bnu's-Salt'ın da Câhiliye devri şâirlerinden olmaları yönündendir.
Lebîd ibn Rabîa,
Câhiliye devrinde şiirleri müsabaka kazanarak Ka'be'nin duvarına asılan yedi
büyük şâirden birisidir. Yukarıdaki beyit de bu muallaka-smın matla'ı yânî ilk
beytidir. Lebîd'in bu şiirinin hepsi on beyittir. Lebîd, mu-hadramûndan yânî
hem Câhiliyet devrini, hem de İslâm hayâtını yaşamış uzun ömürlü
bahtiyarlardandır. Enes'in rivayetine göre yüzkırk yıl yaşamıştır. Hicretin
dokuzuncu yılında kabîlesi halkıyle birlikte Medine'ye gelip müslümân olmuştur.
Câhiliyet devrine âid şiirleri, Âİşe'nin beyânına göre onikibin beyit kadardır.
Lebîd müslümân olduktan sonra pek az şiir söylemiştir. Bir gün Umer,
kendisinden şiir okumasını istemiş. Lebîd:
— Allah bana el-Bakara
ve Âlu İmrân'ı öğrettikten sonra, artık ben şiir söylemez oldum, demiş ve
Kur'ân'm fesahat ve belagat nurunun şiirin ikbâlini söndürdüğünü bildirmiştir.
Usmân'm halîfeliği
zamanında Kûfe'de vefat etmiştir... (Ali Fehmî, Hüsnü's-Sahâbe, s. 350).
Umeyye ibn Ebi's-Salt
da Câhiliyet devrinde yetişen Kureyş şâirlerindendi. Tevhîde, öldükten sonra
tekrar dirilmeye, âhiret gününe îmân ederdi. Bütün bu kanâatlerini îmânh
yaşadığı gençlik devri şiirlerinde terennüm etmiştir. Müslim'in bir
rivayetinde Şerîd ibn Suveyd şöyle demiştir: Bir gün Rasûlullah'ın terkisinde
yolculuk ediyordum. Rasûlullah; "Umeyye'nin şiirlerinden birşey biliyor
musun?" dedi. Bende: Evet biliyorum, dedim ve yüz beyit kadar okudum. Bunun
üzerine Rasûlullah (S): "Ümeyye,, müslümân olmağa yaklaşmıştır"^
buyurdu (Müslim, Şiir).
Vâkıdî'nin beyânına
göre Umeyye, hayâtının ilk devirlerinde peygamberlik iddia etmiş, hayâtının
sonlarında da o güzel i'tikaadlarını bırakarak sapıklardan olmuştur. Bir
rivayete göre el-A'râf: 175. âyeti Umeyye hakkında inmiştir: "Onlara o
kimsenin haberini de oku ki biz kendisine âyetlerimizi vermiştik de o,
bunlardan sıyrılıp çıkmış, derken şeytân onu arkasına takmış, nihayet azgınlardan
olmuştu'".
Umeyye İslâm'a yetişmiş,
fakat müslümân olmamıştır. Bir rivayette Hris-tiyan olduğu söylenmiştir.
[70] Kâhinlik, gâibden delilsiz olarak haber verdiğini
iddia ederek birtakım insanları aldatmak hilekârlığıdır. Câhiliyet devrinde bu
kabîl hurafeler pek çoktu. İslâm bunları yasaklamıştır. İnsanları aldatarak
elde edilen kazançlar haram olduğu için Ebû Bekr, o nevi1 kazançtan yediği
şeyleri kusmuş oluyor.
[71] Bu da müddeti bilinmeyen bir şeye ta'lîk ederek
yapılan ve içinde aldatma bulunan bir Câhiliyet devri alışverişi idi. Bunun
tafsilâtı Buyu' Kitabı, "Bey'u'l-garer ve habelu'l-habele bâbi"nda geçmişti.
[72] Enes ibn Mâlik, senin kavmin şu, şu günde şöyle şöyle
yaptı... demekle onların Câhiliyet devrinde yaptıkları kötü İşlere işaret etmiş
olabilir. Râvî Gaylân, En-sâr'dan değil, fakat Ensâr'a mensûb bir kişi olduğu
için, ona böyle hitâb etmiş oluyor...
[73] ... el-Kasâme, yemîn ma'nâsına olan îksâm'dan isim
olarak mutlak yemîn ma1-nâsınadir. Sonra şu yemine denildi ki, maktulün
velîleri üzere taksim olunur. Meselâ bir köy toprağında bir kimsenin mülkü
olmayan boş mahalde yaralanmış bir maktul bulunup, kaatili bilinmezse,
vârisleri o köy ahâlîsinden iddia eyledikte, maktulün velîsi seçtiği elli
adama yemîn verir, ve eğer elli adam bulunmaz ise yemîn verilen kimselere elli
yemîn tamamlanıncaya kadar yemîn tekrar olunur. Ve yine beyyine olmayarak,
meselâ yakınında düşmanlığı görülen Amr Üzere delâletle da'vâ eyleseler, maktulün
velîleri işbu Amr ve Zeyd'i katleyledi diye elli tamâmına dek yemîn ederler.
İşte bu iki surette yemîn eden cemâate de Ka-sâme denildi. Eğer iddiacılar
yemîn ederlerse diyete hakk kazanırlar, ve eğer îtti-hâm edilenler yemîn
ederlerse diyet lâzım gelmez... (Kaamûs Ter.).
[74] Bunu İbn Abbâs'a, doğruluklarına güvendiği bir cemâat
haber vermiş ve onun için yemînle söylemiş olabilir.
Fethu'l-Börîdt şöyle
dedi: tbn Abbâs'a bunu haber verenin bizzat Peygamber olması muhtemeldir. îşte
bu sebeble hadîsin Câmi'u's-Sahîh'e girmesi mümkün olmuştur.
Yine Fethu'l-Bârfde
zikrettiğine göre el-Fâkıhî, îbn Ebî Necîh'ten şöyle rivayet etmiştir: Birtakım
insanlar Beyt'in yanında bâtıl üzerine Kasâme yemini yaptılar, sonra çıkıp bir
kayanın altına konakladılar. Kaya üzerlerine yıkıldı (da hepsi helak oldular).
[75] Bu hadîs, Ensâr'ın Menkabeleri'nin evvelinde de
geçmişti.
[76] ibn Abbâs, sa'yin sünnetliğini nehyetmiyor, fakat
şiddetle yürüyüşü nehyediyor. Çünkü sa'yin aslı Rasûlullah'ın yoludur, hacda ve
umrede vâcib bir rükündür. Cumhur, vâdînin seyl yerinde şiddetle yürümenin
müstehâblığma kaail oldular. İbn Abbâs onlara muhalefet etmiştir (Kastallânî).
[77] Oraya Hatîm denmesinin, buradakinden başka isimleme
sebebleri de zikredilmiştir.
[78] Bu kıssanın aslını el-İsmâîlî, Absî ibn Hıtân'dan; o
da Amr ibn Meymûn'dan olmak üzere geniş surette zikretmiştir: Amr şöyle
demiştir: Ben Yemen'de aileme âid bir koyun sürüsü içinde idim. Yüksek bir
yerde bulunuyordum. Derken bir maymun geldi, beraberinde birçok maymunlar
vardı... (Aynî).
[79] Câhiliye'de yıldız hareketlerinden yağmur isterlerdi
de, şu yıldız sebebiyle yağmura mazhar olduk, şu yıldız sayesinde suya
kavuştuk derlerdi. Yağmur İsteme Duâsı'nda bu konuda bilgiler verilmişti.
Buhârî, Câhiliyet
devrine âid olan bu haberleri, şimdi gelecek olan Peygamberlik Bâbı'na bir
mukaddime olarak getirmiştir
[80] Buradaki isimlerin herbiri hakkında şerhlerde bilgiler
verilmiştir.
Muhammed, Peygamber'in
en meşhur ismidir. Kur'ân'ın dört yerinde bu isimle anılmıştır: Âlu İmrân: 144,
el-Ahzâb: 40, Muhammed: 2, el-Feth: 29. Birçok hadîslerde de bu isimle
anılmıştır. Muhammed, tef îl babından mef'ûl sîga-sıdır; çokluk ve mübalağa
ifâde eder. Buna göre Muhammed, çok medh olunan kimse demektir. Doğumunda
Abdulmuttalib tarafından bu isim verilmiştir. Peygamber, Kur'ân'da ve
hadîslerde daha başka isimlerle de anılmıştır.
Buhârî, Peygamber'in
nesebini Adnan'da bırakmıştır. İbrahim'e ve Âdem'e kadar çıkarmamıştır. Çünkü
nesebinin Adnan'a kadar olan zincirinde neseb ilmi âlimlerinin ittifakı
vardır. Ondan yukarısında ihtilâf vardır. Peygamber'in yukarıda zikrolunan
nesebi çok temiz ve çok şerefli bir altın zincirdir. Kendisi: "Ben
devirden devire ve aileden aileye intikal ve bu suretle süzülen Âdem oğullan
soylarının en temizinden naklolundum ve nihayet şu içinde bulunduğum Hâ-şimî
camiasından meydana çıktım " buyurmuştur (Buhârî, Menâkıb, Sıfatu'n--Nebî,
V, 30 "64").
Bu asîl süzülme, Müslim
ile Tirmizî'de şöyle îzâh edilmiştir: "Allah, îbrâ-hîmoğulları'ndan
İsmail'i, İsmâîl oğulları 'ndan Kinâne oğulları 'm, Kinâne oğul-lart'ndan
Kureys'i, Kureyş'ten Hâşim oğulları'm, Höşim oğullan'ndan da beni
seçmiştir".
[81] Bu hesaba göre Peygamberimiz altmışüç yaşında vefat
etmiş oluyor ki, Âişe'-nin rivayeti ve siyer âlimlerinin çoğunun görüşü
böyledir. Vahyin gelmeye başladığı târihi, yılı, ayı, günü İle ta'yîn
hususunda re'yler, İctihâdlar dağınıktır. Bunun sebebi de Zu'1-karneyn, Fîl,
Ka'be'nin binası gibi değişik târih başlangıçlarına göre hesâb edilmesidir. Bu
görüşlerden çoğunun bir ortak noktası vardır ki, o da ilk vahyin Ramazân
ayında gelmeye başlamış olmasıdır.
[82] Başlığa uygunluğu "Biz müşriklerden şiddetle
karşılanmıştık" sözlerindedir. Bunun biraz değişik bir rivayeti
Peygamberlik Alâmetleri'nde geçmişti.
Râvî Habbâb
ibnu'L-Erett, ilk müslümân olan sahâbîlerdendir. Hadîste haber verdiği hâl,
İslâm'ın Mekke'deki ilk günlerine âid vakıalardandır.
Peygamber'in yemîn ile
ve en kuvvetli te'kîd edâtlarıyle haber verdiği İslâm'ın kudret ve hâkimiyeti
kendisi hayâtta iken gerçekleşmiş ve müslümânlı-ğm adalet ve emniyet nuru
Arabistan'ın her yerine nufûz etmiştir
[83] Hadîsin başlığa uygunluğu, o ihtiyarın müslümânlarla
beraber bulunduğu hâlde, onlara muhalefet edip secdeden çekinmesi, onlara bir
nevi' eziyyet olması yönündendir.
[84] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Bu hadîsin bir
rivayeti Abdest Alma Kitâbı'nın sonlarında geçmişti
[85] Hadîsin başlığa uygunluğu, Mekke ahâlîsinin
müşriklerinin: "Biz Allah'ın haram kıldığı nefsi öldürdük..."
sözlerinden alınır. Çünkü müslümânları öldürmek ve işkence etmekten daha
şiddetli ezâ olamaz... (Aynî).
Hadîsin son fıkrasında
Mucâhid: el-Furkaan: 68. âyet devamındaki 70. âyetle kayıdlanmıştır; mutlak,
mukayyede hamledilir demiş oluyor. •
îbn Abbâs'a göre islâm'a
girdikten sonra kasden bir mü'mini öldüren kaa-til için tevbe yoktur. O buna
en-Nisâ: 93. âyeti ile hüccet getirdi. İbn Abbâs'-tan meşhur olan görüş budur.
Ondan kaatil için tevbenin var olduğu görüşü de rivayet edilmiştir. Bu hadîs,
Tefsîr'de de gelecektir. Bu hadîsi Müslim de Tef-sîr'de getirmiştir.
[86] Başlığa uygunluğu açıktır. Ebû Bekr'in saldırganı def
edip ona karşı okuduğu âyet, Mûsâ ile Fir'avn kıssasına ve Fir'avn'ın Musa'yı
öldürmeye karar verdiği zaman, sarayda îmânını gizleyen bir mü'mınin söylediği
sözlerdir. Bunun Peygamber'in uğradığı bu saldırı akabinde okunması çok
yerinde ve belîğ olmuştur. Bu âyetlerin mealleri yerinden ve tefsirlerinden
okunmaya değer.
[87] Buhârî'nin gösterdiği bu mutâbaaların bir kısmı, diğer
hadîsçiler tarafından, bir kısmı da bizzat Buhârî tarafından senedleriyle
mevsûlen rivayet edilmişlerdir. Bunları zikretmenin faydası, hadîsin çeşitli
yollarını ve lafızlarını gösterip kuvvetini belirtmektir.
[88] Hadîsin başlığa uygunluğu, Ebû Bekr'in hürr erkekler
arasında ilk müslümân olmasıdır. Ammâr'm haber verdiği beş köle de: Bilâl
Habeşî, Zeyd ibn Harise, Amir ibn Fuheyre -ki Ebû Bekr'İn kölesidir ve
efendisiyle beraber müslümân olmuştur-, Ubeyd ibn Zeyd, Ebû Fukeyhe ki, Safvân ibn Umeyye'nin kölesi idi. Bu hadîs,
Muhâcirler'in Menkabeleri Kitâbı'nda da geçmişti.
[89] Bundan önceki bâbda geçen Ammâr hadîsi ile bunun
te'lîfi şöyle yapılabilir: Sa'd'ın üçüncü müslümân olması sözü, erkek, hürr,
baliğ olarak müslümân olanların üçüncüsüyüm ma'nâsma olabilir. Rasûlullah
birinci, Ebû Bekr ikinci, Sa'd üçüncü olmuş olur. Müslümanlığın ilk günlerinde
müslümânlarm gizli bir cemiyet hâlinde yaşamış olmaları sebebiyle, Sa'd'ın
kendisine delâlet eden Ebû Bekr ile Rasûlullah'tan başka kimseyi tanımamış
olması ve kendi bilgisine göre böyle söylemesi de muhtemeldir. Diğer taraftan
beş köle ile Ebû Bekr altı olur, Sa'd da yedinci gelir. Şu hâlde Sa'd İslâm'da
en kıdemli birkaç kişiden biridir.
[90] Bu cinn vak'asi, İbn İshâk'ın beyânına göre,
Peygamber'in Tâif dönüşünde olmuştur. Şöyle ki: Rasûlullah, Ebû Tâlib ile
Hadîce'nİn arka arkaya ölmeleri üzerine Kureyş, bu iki dayanaktan mahrum kalan
Rasûlullah'ı tazyîka başlamıştı. Rasûlullah da kendisine bir sığınak aramak
üzere Tâif e gitmişti. Fakat orada umduğunu bulamayarak dönerken, gece yarısı
Batnu Nahle'ye gelmişti. Orada namaz kılarken, cinnden yedi kişilik bir cemâat
buraya uğramış ve Rasûlullah1-ın okuduğu Kur'ân'ı dinlemişlerdir. Rasûlullah
namazı bitirince cinnler kendi kavimlerine gidip, onları inzâr etmişlerdir.
el-Cinn Sûresi'nin
yukarıdaki ve müteâkib âyetleri cinnlerin bu inzârlanm bildirir. Ayrıca şu
âyetler de bunu anlatır:
"Hatırla o zamanı
ki, cinnlerden bir taifeyi Kur'ân dinlemeleri için sana doğru çevirmiştik. İşte
bunlar onun huzuruna gelince: Susun demişler, okuması bitirilince de
korkutmaya me'mûr olarak kavimlerine dönmüşlerdi. Ey kavmimiz, dediler,
hakikat biz Mûsâ 'dan sonra indirilmiş olan, kendinden öncekileri tasdik eden,
hakka ve doğru yola ileten bir Kitâb dinledik. Ey kavmimiz, Allah 'in
da'vetine icabet edin. Ona îmân edin ki (Allah) sizin günâhlarınızdan bir
kısmını bağışlasın ve sizi acıklı bir azâbdan kurtarsın" (el-Ahkaaf:
29-30).
Âyetteki "Cinn
vak'ası bana vahyolunarak bildirildi" kavlinin zahirine göre, Rasûlullah
cinni görmemiştir. Kur'ân dinlediklerinden haberi olmamıştır ve onlara husûsî
surette Kur'ân okumamıştır. Fakat cinnler rastgele sabah namazında
Rasûlullah'ın okuduğu Kûr'ân'ı dinlemişlerdir.
[91] Bu hadîs, Peygamber'in cinnleri gördüğünü
sezdirmektedir. Bu rivayet pek kısa olduğu için Peygamber'in cinnleri görüp
görmediği açık değidir. BeyhakF-nin Delâilu'n-Nübüvve'deki şu rivayeti bunu
açıklamaktadır:
İbn Mes'ûd dedi ki: Ben
cinnlerin Rasûlullah'a:
— Senin Allah'ın Rasûlü
olduğuna kim şehâdet eder? diye sorduklarını işittim.
Bulunduğumuz yere yakın
bir sakız ağacı vardı. Rasûlullah o ağacı işaret ederek onlara:
— "Şu ağacı gördünüz mü; o şehâdet ederse
îmân eder misiniz?" dedi. Cinnler:
— Evet îmân ederiz,
dediler.
Bunun üzerine
Rasûlullah o ağacı çağırdı. Ağaç İcabet etti de ben dallarını, budaklarını
sürüyerek geldiğini gördüm. Rasûlullah ağaca:
— "Benim Allah'ın Rasûlü olduğuma şehâdet
eder misin?" dedi. Ağaç:
— Şehâdet ederim ki, Sen Allah'ın Rasûlü'sün,
dedi.
[92] Şimdi sahîh olan bu iki haberi şöyle te'lîf
edebiliriz: Peygamber'e birçok defalar cinn hey'etleri gelmiştir: Mekke'de,
Medine'de, daha başka yerlerde. Bunlardan dördünde İbn Mes'ûd bizzat hazır
bulunmuştur. Cinn hey'etleri birkaç defa olduğuna göre, ilk defakine İbn
Abbâs'ın dediği gibi Peygamber vâkıf değildi; onları görmedi, Kur'ân
dinlediklerini bilmiyordu. Bu kendisine vahiyle bildirildi. Fakat el-Cinn
Sûresi indikten sonraki vakıalarda Peygamber Allah'-■ in emri ile çıkıp cinnlerle buluşmuştur
(Özetle Aynî'den),
Cinn'İn varlığı ve
mâhiyeti hakkında şunu özetle nakledelim: "Ebu'l-Abbâs ibnu Teymiyye (R)
şöyle dedi: Bütün İslâm fırkalanyle şâir milletlere ve kâfirlere mensûb
zümreler cinnin varlığında muhalefet etmemişlerdir. Vakıa İslâm zümreleri
arasında Cehmiyye ve Mu'tezile gibi cinni inkâr edenler bulunduğu gibi şâir
ümmetler ve kâfirler arasında da inkâr edenler vardır. Fakat milletlerin cumhuru
cinnin varlığını kabû! ve i'tirâf etmişlerdir. Çünkü bütün peygamberlerin
cinnin varlığına dâir haberleri zarurî ilim ifâde edecek derecede
mütevâtirdir..." (Aynî, Umdetu'l-Kaarî, VII, 285).
Elmahlı Muhammed Hamdı
Yazır, Hakk Dîni Kur'ân Dili adlı kıymetli tefsirinde el-Cinn Sûresi'nin
mukaddimesinde, doğu ve batı ilim âleminde bu mes'ele hakkında gelen nasslar
ile öne sürülen fikirleri ve görüşleri naklederek, çok kıymetli bilgiler
toplamıştır. Bu bilgiler oradan okunmalıdır: VII, 5381-5395.
[93] Ebû Zerr el-Gıfârî'nin adı Cundeb ibn Cenâde'dir. ilk müslümân olan beş
zâtın beşincisi olduğu, İslâm'ı hiç da'vet edilmeksizin kendi arzusu ile ve
yüksek iradesiyle kabul etmiş olduğu hadîsten anlaşılmaktadır. Muâviye ile bâzı ilmî mes'-elelerde uyuşamadığı için, Usmân
tarafından Medine'ye getirtilmiş, orada da bâzı tenkîdleri devam ettiği için,
Rebe köyüne gönderilmiş, orada yalnız bir hayât geçirerek otuz iki yılında
vefat etmiştir.
Buhârî bu hadîsi biraz
farklı bir uslûbla Kureyş'in Menkabeleri bölümünde Zemzem kıssasında da
getirmişti. Ebû Zerr'in İslâm'a girmesi hadîsi Müslim'in Sahîh'inde daha
tafsîllidir: Müslim Ter., VII, 387, 28. Bâb "2473".
[94] Saîd ibn Zeyd, daha önce de geçtiği üzere Umer
ibnu'l-Hattâb'ın amcası oğlu ve kızkardeşinin kocası olduğu için, aynı zamanda
eniştesidir. Mekke'de zevce-siyle beraber ilk müslümân olanlardan ve cennetle
müjdelenen on sahâbîden biridir. Bedir'den başka bütün gazvelerde hazır
bulunmuş, Bedir ganimetlerinden kendisine pay ayrılmıştır. Akîk mevkiinde hicrî
ellibir yılında vefat etmiş, cenazesi Medîne'ye nakledilmiştir (Vâkıdî).
[95] Başlığa uygunluğu "Umer müslümân olduğu günden
beri..." sözündedir.
[96] Başlığa uygunluğu "Şu babalarının dîninden sapan
Hattâb oğlu'na..." sözlerinden alınır. Küreydiler, müslümân olan
kimselere dîninden saptı derlerdi.
As ibn Vâil, kavmiiçinde
itaat edilen bir adamdı, İslâm'a erişmiş, fakat müslümân olmamıştır. Âs,
kavmine karşı söylediği o sözü ile Uriıer'i korumuştur.
[97] Başlığa uygunluğu "Umer ibnu'l-Hattâb müslümân
olduğu zaman" sözlerin-dedir.
[98] el-Kevâkib de şöyle demiştir: Bundan murâd Arabî bir
peygamberin meydana çıkması, cinnlerin Arablar'a mutâbaat etmeleri, cinnlerin
dînde Arablar'a katılmalarıdır. Çünkü O, Rasülu's-Sakaleyn'dir, yânî
"İnsanların ve Cinnlerin ra-sûlü"dür... (Kastallânî).
[99] Bu hadîsin bu bâbda zikredilmesi, bu hadîsteki
kıssanın Umer'in İslâm'a girmesinin sebebi olmuştur denilmesidir.
[100] Bu hadîs yakında Saîd ibn Zeyd'in İslâm'a girişi
babında geçmişti.
Umer'in İslâm'a girişi
hakkında birkaç rivayet vardır. Bunlardan biri kızkardeşi Fâtıma ile eniştesi
Saîd ibn Zeyd'in evinde Tâhâ Sûresi'nin okunduğunu işitmesi, içeri girip
onları tazyik etmesi, sonunda bu sûrenin baş tarafının yazılı olduğu parçayı
alıp okuyarak İslâm'a girmesi rivayetidir. Kaynaklardan bâzıları: İbn Hişâm,
es-Sîretu'n-Nebeviyye, I, 342-350; "îslâmu Umer ibni'l-Hattâb -R-";
Aynî, VIII, 64-69; Kastallânî, VI, 186-187; Şiblî, Asrı Saadet Târihi, Hz.
Umer'in Hidâyeti, IV, 1671-1674; Sadrı İslâm, VII, 2. fasıl, s. 41-75,
"Hz. Umer'in Müslümanlığı Kabulü", Cevdet Paşa, Kısası Enbiyâ, I,
74-80; Osman Keskioğlu, Kur'ân Târihi, s. 67-69 "Kur'ânı Kerim Karşısında
Hz. Ömer".
[101] Buh'ârî bu hadîslerin bâzılarını küçük farklarla
Peygamberlik Alâmetleri Bâbi'-ndan sonraki "Müşriklerin Peygamber'den
kendilerine bir âyet göstermelerini istemeleri ve Peygamber'in de onlara Ay'ın
ikiye yarılmasını göstermesi bâbı"n-da da getirmişti.
. Orada da belirtildiği
üzere Ay'ın ikiye bölünmesi mu'cizesi Rasûlullah'a has mu'cizelerin en büyüğü
ve en parlaklanndandır. Çünkü bu mu'cize, bütün peygamberlere verilen
mu'cizelerin hepsinden büyüktür. Zîrâ diğer peygamberlerin mu'dzeleri
araziyâttan semavâta geçmemiştir. Bu
mu'cizeyi Allah, Kur'-ân'da da söylemiştir: "Saat yaklaştı, Ay (ikiye)
ayrıldı. Onlar bir mu'cize görürlerse yüz çevirirler ve müstemirr bir büyüdür
derler..." (el-Kamer: 1-3).
Felsefecilerin bâzısı
bozuk iddiâlarıyle felekiyyâtın delinme kabul etmeye ceğini iddia etmişlerdir.
Biz ise: Ay, Allah'ın mahlûklarından bir mahlûktur; O, mahlûkunda dileyeceği
işi yapar. Nitekim işin sonunda onu dürüp yok edecektir, deriz (Aynî).
Bu mes'ele hakkında
geniş ve doyumca bilgileri Elmahlı Muhammed Hamdı Yazır'ın Hakk DîniKur'ön Dili
(VI, 4617-4638) adlı kıymetli eserinin el-Kamer Sûresi Tefsîri'nden okumalıdır.
[102] Kureyş müşrikleri müslümânlan dînlerinden döndürmek
için onlara azâb etmeye ve eziyet yapmaya yöneldikleri zaman ilk defa
Habeşistan'a iki hicret yapılmıştır. Habeşistan'a birinci hicret,
Peygamberliğin beşinci yılında receb ayında oldu. Vâkıdî'nin beyânına göre
birinci muhacir kaafilesinde onbir erkek, dört kadın vardı. Bunlar Mekke'den
yaya ve binitli olarak deniz sahiline gelip, orada yarım dînâra kiraladıkları
bir gemi ile denizi geçmiş ve Habeşistan'a varmışlardır. O sırada
Habeşistan'da Necâşî Eshame hükümdar idi. Adaleti ile meşhur olan bu zât, İslâm
muhacirlerini iyi karşılayıp kabul etti. Muhacirlerin iyi durumu Mekke'de
duyulunca, ertesi sene ikinci Habeşe muhacereti yapıldı. İkinci kaafiie
yetmişiki yâhud yetmişüç erkek idi. Kadın ve çocuklar bu sayının dışındadır.
Onsekiz kadın vardı denilmiştir.
Âişe'nin buradaki sözü
Medine'ye hicret bâbı'nda uzun ve senedlİ bir metinle gelecektir. Ebû Musa'nın
hadîsi bu babın sonunda; Esmâ'nm hadîsi de Hu-neyn Gazvesİ'nde senediyle
gelecektir.
[103] Hadîsin başlığa uygunluğu, Usmân'm "Ben ilk iki
hicretle muhacir oldum" sö-zündedir. Bu hadîs "Usmân'ın menkabeleri
bâbı"nda da geçmişti. Fakat her iki rivayette bâzı ziyâdelik ve
noksanlıklar vardır.
Müstemlî rivayetinde
ondan naklen el-Yûnînî nüshasında hadîsin sonunda Ebû Abdillâh el-Buhârî'nin
"el-Belâ" ve "el-İbtilâ" kelimelerine âid âyetlerle
destekli bâzı tefsirleri vardır. Bu tefsîr kısmı, İbn Hacer'in Fethu'l-Bâr?si
ile Kastallânî'deki nüshalarda da mevcûddur.
[104] Hadîsin başlığa uygunluğu Ümmü Habîbe ile Ümmü
Seleme'nin Habeş toprağına hicret eden kadınlardan olmaları yönündendir.
Mü'minlerİn anası Ümmü
Habîbe'nin ismi Remle olup, Kureyş büyüklerinden Ebû Sufyân İbn Harb'ın
kızıdır. Kocası Ubeydullah ibn Cahş ile birlikte Habeşistan'a hicret etti. Ubeydullah'm
orada ölümü üzerine hicretin altıncı yılında Rasûlullah, Amr ibn Umeyye
ed-Damri'yi gönderip kendisiyle evlenme ve nikâh akdine, Necâşî'yİ tevkîl etti.
Mehrini Necâşî kendi kesesinden verip, sonra Medine'ye yolladı.
Ümmü Seleme'nin ismi
Hind bintu Eb.î Ümmeye el-Mahzûmîyye'dir. Kocası Ebû Seleme ile Habeşistan'a
hicret etmiş, Medine'ye döndüklerinde kocasının ölümü üzerine mü'minlerin
anaları zincirine katılmıştır.
Habeşistan'da gördükleri
o kilise Mâriye, yânî Meryemana Kih'sesi'dir. Rasûlullah gitgide putperestlik
ibâdetine götürür diye kabirler üzerine bina yapmayı yasaklamıştır.
[105] Başlığa uygunluğu "Habeşistan'dan küçük bir kız
çocuğu hâlinde geldim" sö-zündedir. Rasûlullah'm kıza söylediği
"Senâh senâh " kelimeleri de Habeşçe'de "güzel" ma'nâsmadır.
[106] Başlığa uygunluğu "Necâşî'nin yanından Medine'ye
döndüğümüzde" sözünde-dir. Necâşî, Habeşistan hükümdarlarının unvanıdır.
Türk meliklerine "Hâkaan", İran meliklerine "Kisrâ", Rûm
meliklerine "Kayser" denildiği gibi, Habeş meliklerine de "Necâşî"
denilirdi. O zamanki Necâşî Ashame, Peygamber'i tasdik ve îmân etmişti.
[107] Başlığa uygunluğu "Gemimiz bizi Habeşe hükümdarı
Necâşî'nin memleketi sahiline bıraktı" ve "Peygamber'in onlara: Ey
gemi yoldaştan, sizin için iki hicret vardır" sözündedir. Bu iki
İhicretten birisi Necâşî'nin memleketi Habeşistan'a, öbürüsü de Medîne'ye
Allah'ın Rasûfü'ne yapılan hicretti
[108] Na'y, sa'y vezninde, bir kimsenin öldüğünü haber
vermektir.
[109] Necâşî üzerine cenaze namazı kılındığı bu hadîslerle
kesin olarak sabit oluyor. Ibn.Sa'd, Tabakaat'mda Necâşî'nin islâm'a girişini
şöyle anlatmıştır: Rasûlul-lah altıncı hicret yılında Hudeybiye'den dönünce Amr
ibn Umeyye ed-Damrî ile Necâşî'ye bir mektûb gönderip onu İslâm'a da'vet etmiş.
Necâşî de mektubu hürmetle alıp müslümân olmuştur. Müslüman olduğunu da bir
mektûbla Pey-gamber'e bildirmiştir. Necâşî'ye Ca'fer ibn Ebî Tâlib İslâm
Dîni'ni öğretmiştir. Necâşî'nin vefatı, Tebûk seferinden dönüldüğü yedinci
yılın receb ayına tesadüf etmiştir.
Bu hadîslerin bir kısmı
Cenazeler Kitâbt'nda da geçmişti.
[110] Kinâne oğulları yurdu, Muhassab ve Ebta' adlarıyle de
anılır. Ebû Kubeys Da-ği'nın yamacındadır. Kinâne ogullan'yle Kureyş müşrikleri
burada küfr üzerine andlaşmışlardı. Bu andlaşma kısaca özetlenirse, Kureyş ile
Kinâne oğulları, Hâ-şim ve Muttaiib ogullan'yle kız alıp vermemek ve her türlü
içtimaî ve medenî münâsebetleri kesmek üzere andlaşmışlardır. Bu andlaşma,
Hâşim ve Muttaiib oğullan Rasûlullah'ı Kinâne ile Kureyş'e boyun eğmeye ikna
edinceye kadar devam edecekti. Bu ittifak bir vesika ile de tesbît edilerek
Ka'be duvarına asılmıştı. Peygamberliğin yedinci senesi muharremi evvelinde
başlayan ve üç sene devam eden bu münâsebet kesme dolayısıyle, Kureyş ile
Kinâne oğullan, Hâşim ve Muttaiib oğulları'nı Hâşimîler mahallesinde üç sene
muhasara altında tutmuşlar ve aç bırakmışlardır.
Rasûlullah'ın burasını
konaklama yeri seçmesi, büyük bir ilâhî intikaamı hatırlamaya vesîle olacağı
içindir. Veda Haccı'nda da Minâ'dan dönüşte yine burasını konaklama yeri
edinmişti.
Bu hadîs daha tafsîlli
bir metinle Hacc Kitâbı'nda geçtiği gibi, Mağâzî'de de gelecektir.
[111] Anasının karnında iken babadan yetim kalan Peygamber,
evvelâ dedesi Abdul-muttalib'in; sekiz yaşında iken onun da vefâtıyle amcası
Ebû Tâlib'in himayesinde büyümüş, Peygamberliği zamanında da onun çok
yardımını görmüştü. Ebû Tâlib, Hâşimîler muhasaradan çıktıktan sonra,
Peygamberliğin onuncu yılında vefat etmiştir.
Buhârî, Hicret'ten
önceki vak'alara dâir hadîsleri birer bâbda verirken, Ebû Tâlib'in vefatı ile
alâkalı birkaç hadîsi de bu başlık altında sıralamıştır.
Ebû Tâlib'in vefatı,
kendisini dayanaksız bırakmıştı. Artık Mekke'de oturması çok zorlaşmıştı. Üç
sene sonra Medine'ye hicret edecektir.
[112] Bu âyetlerin ve hadîslerin ma'nâlarma göre Ebû Tâlib,
İslâm Dîni'nde ölme-miştir, Peygamber uğrunda bütün varlığını ortaya koyduğu
hâlde, kabîle geleneklerine sıkı bağlılığı yüzünden zahiren Tevhîd Akîdesi'ni
kabul edememiştir.
[113] Bu da 104. hadîsin başka bir tarîkidir. Bunların
başlığa uygunlukları açıktır.
İmâm Müslim'in ve
diğerlerinin Ebû Hureyre'den rivayetine göre, Rasû-lullah (S) amcası Ebû
Tâlib'e: "Allah 'tan başka hiçbir tanrı yoktur de de, kıyamet gününde
senin lehinde şehâdet edeyim" demişti. Ebû Tâlib: Kureyş kadınları beni
kınarlar, korku buna şevketti derler. Böyle demeyecek olsalardı müslümân olup
gözünü aydın ederdim, demiştir. Bunun üzerine el-Kasas: 56. âyeti inmiştir
(H.B. Çantay, Kur'ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm).
[114] Başlıktaki el-İsrâ ile âyetteki "Esra"
kelimeleri, biri masdar, biri mâzî fiildir. Gece yolculuğu etmek demektir.
Âyet, "bâ" edâtıyle müteaddî olduğu için "Yürüttü" demek
olur.
Mescidi Haram, Mekke'de
Ka'be'nin etrafında ve Ka'be'yi çevreleyen bugünkü tavaf sahasıdır. Buraya
Mescidi Harem de denilir. Harem denilmesi, bu sahaya ihtiram ve saygı vâcib
olduğu içindir. Kendisine karşı saygısızlık caiz olmadığı için Mekke'ye de
Haram Belde denilmiştir. Peygamber devrinde ve Ebû Bekr zamanında Mescidi
Haram, tavaf etmeye mahsûs olan sahadan ibaret idi. Umer devrinde
genişletilmeye başlanıp, Emevîler ve Abbasîler zamanlarında etrafındaki
binalar satın alınıp Mescidi Harâm'a ilâve edilmiştir.
Mescidi Aksa, Kudüs
Mescidi'dir. Buna Beytu'l-Makdis de denilir. Yeryüzünde evvelâ Mekke'deki,
sonraki Kudüs'teki mescidler bina edilmiştir. Kudüs'-tekihe "Aksa = En
uzak" vasfı verilmesi, aralarında o zamanın Ölçülerine göre bir aylık yol
uzaklığı bulunmasındandır. Mescidi Aksa, Musa'dan îsâ'ya kadar peygamberlerin
toplanma yeri ve mukaddes vahy menzili olduğu için, Peygamberimizin bu gece
yürütülüşünde de yol uğrağı kılınmıştır.
[115] Hadîsin başlığa uygunluğu, Isrâ gecesinde vukû'a gelen
şeylerin bâzısını şâmil olması yönündendir. Bunu Müslim'in Ebû Hureyre'den
getirdiği şu hadîs daha da açmaktadır: "Kureyş bana seyahat ettiğim
yerlerden soruyordu. Bilhassa Mescidi Aksâ'ya dâir öyle şeyler sormuştu ki,
ben îsrâ gecesi onlarla ilgilenip tesbtt edememiştim. Bu sebeble o kadar müşkil
bir vaziyete düşmüştüm ki, hiçbir zaman öyle sıkılmamıştım. Bunun üzerine
Allah benimle Beytu'l-Makdis arasın da perde olan mesafeyi kaldırdı. Ben artık
Beytu'l-Makdis'i görüyor ve ne sorarlarsa muhakkak ona bakarak cevâb
veriyordum".
Bu îsrâ vak'asıyle, onu
ta'kîben başlayan Mİ'râc hâdisesi hakkında doğru bilgiler almak için Elmalın
Muhammed Hamdî Yazır'ın Hakk Dîni Kur'ân Dili tefsîrine bakılmalıdır: IV,
3141-3152.
[116] en-Nesefî nüshasında bu başlık "Mi'râc kıssası
babı" şeklinde gelmiştir.
Mi'râc, Peygamber'in
mülk ve melekût acîbliklerini müşâhade ile azametli kevnî ve Rabbânî sırlan,
kendisine hass tam bir bildirme ile vâkıf olması için Allah tarafından vâki'
olan da'vete İcâbeten en yüksek semâlara geceleyin çıkmasıdır, îsrâ ise
geceleyin Mekke'den Burak üzerinde ilâhî âyetler kendisine gösterilmek üzere
Mescidi Aksâ'ya seyahat etmesidir, Bu daha Önce de beyân edilmişti. İsrâ,
lügatçe gece yolculuğu ettirilmek ma'nâsma geldiği için, hepsini şâmil olması
muhtemel ise de, Kur'ân'ın nazmı ile sabit olan Mekke-Kudüs yolculuğuna tahsis
edilmiştir.
Mi'râc ismi, yükseğe
çıkmak ma'nâsına olan C/rûc'dan alınmış bir âlet ismidir. Bu gün merdiven,
asansör, füze, uzay gemisi de bununla ifâde edilebilir. Mi'râc, Peygamber'in bu
Arz'dan yüce makaamlara yükselme vâsıtası demek oluyor. Mi'râc hadîslerinde
"Uruce bî( = Yükseğe çıkarıldım)" ta'bîri edildiğinden, bu vak'a
"Mi'râc" adiyle anılmıştır.
İsrâ ve Mİ'râc vak'ası,
zaman ve zemîn kayıdlarından hâriç, mülk ve mele-kûta dâir sırlarla dolu
muazzam bir mu'cize olduğu için müteaddid ta'rîklerle rivayet edilmiş ve bu
rivayetler müteaddid ve muhtelif görüş ve ictihâdlan mucib
olmuştur.
İsrâ ve Mi'râç'ın
yılını, ayını ta'yîn hususundaki rivayetler de çeşitlidir. Bunların en çoğu
hicretten bir sene veya onsekiz ay evvel vukû'unu bildirmektedir. Buhârî'nİn de
bu vakıa ile Akabe Bey'atları'm, hicretten önceki vak'alara âid bâblann en
sonuna bırakması da bu cumhur görüşünü te'yîd eder mâhiyettedir. Sonra ay
ta'yîni hakkındaki rivayetlerin en çoğu da rebîu'l-evvel ve receb aylan
üzerinde toplanmıştır.
[117] Yahya ile îsâ'nın teyze oğulları olmaları şöyledir:
Yahya'nın anasHsâ bintu Fâ-kûz, Meryem'in anası Hanne bintu Fâkûz ile
kardeştir. Bunlar iki kızkardeştir-ler. Bunlardan Hanne'yi îmrân ibn Mâsân
zevce aldı. îsâ'yı da Zekeriyyâ zevce aldı. îsâ, Yahya'yı; Hanne de Meryem'i
doğurdu. îsâ, Meryem'in; Hanne de Yahya'nın teyzesi oldu ve böylece iki
teyzeoğlu oldular. Burada adı geçen Im-rân, Müsâ Peygamber'in babası olan îmrân
değildir. Çünkü bu iki Îmrân arasında, tarihçilerin beyânına göre, binsekizyüz
yıl gibi büyük bir zaman farkı vardır.
[118] Lugatçiler bu büyük testilerin ikiyüzelli ntl su
aldıklarını bildirirler.
[119] Bu hadîsin bir rivayeti Namaz Kitâbı'mn baş tarafında
da geçmişti. Bu Mi'râc hadîsinde, Mi'râc'ın es-Sidretu'1-Müntehâ'ya kadar
merhaleleri ve safhaları açıktır, ayrıca açıklamaya ihtiyaç yoktur. Ancak
Sidre'den ötesi için hiçbirşey rivayet edilmemiştir. Yalnız Beş namazın farz
kılmışı ve bunun elli vakit namazdan hafifletilip indirildiği bildirilmekle
yetinilmiştir. Çünkü Rasûlullah mi'râcda Sid-re'ye varınca, Sidre'yi bürüyen
-ve onu şuurun vukuf ve ıttılâmdan saklayan ilâhî bir emir, bir nûr
bürüyüvermişti. Bundan ötesi tasvir ve beyâna sığmayan bir âlemdi. Onun için
biz mi'râcm bundan ötesini Kur'ân'dan, en-Necm Sûre-si'nden ta'kîb edelim:
"Onu müdhiş
kuvvetlere mâlik olan öğretti. Ki o, akıl ve re'yinde kâmil bir melektir. Hemen
(kendi suretine girip) doğruldu. O en yüksek ufukta idi. Sonra (Cebrail ona)
yaklaştı. Derken sarktı. (Bu suretle o, Peygamber'e) iki yay kadar yâhud daha
yakın oldu da (Allah'ın) kuluna vahyettiğini etti. Onun gördüğünü kalb yalana
çıkarmadı. Şimdi siz onun bu görüşüne karşı da kendisiyle mücâdele mi
edeceksiniz? And olsun ki, onu diğer bir defa da Sidretu'l-Müttehâ'mn yanında
gördü o, ki Cennetuyl-Me'vâ onun yanındadır.O zaman Sidre'yi buruyordu onu
bürümekte olan. Peygamberdin gözü gördüğünden ağmadı, onu aşmadı da. And olsun
ki o, Rabb 'inin en büyük âyetlerinden bir kısmını görmüştür" (en-Necm:
5-18).
en-Necm Sûresi'nin
mi'râca dâir tebliğleri de burada bitiyor. Mi'râc'ın her safhası âdet ve tabiat
hâricinde cereyan eder... Sahîh haberler Isrâ ve Mi'râc vakıasını bu âlemdeki beşerî
teşrifat ve merasimine benzer bir surette rivayet ettiklerine göre, melekût
âleminde de tabiat alemindeki gibi, fakat onun kayıt ve şartlarından ârî
ma'nevî bir İhtifal vardır. "Biz İbrahim 'e kesin ilme erenlerden olması
için göklerin ve yerin büyük mülkünü de öylece gösteriyorduk'' (el-En'âm: 75)
âyetinde İbrahim'in mi'râcına işaret buyurulmuştur. Buna göre her peygamberin
muhtelif mertebelerde mi'râcı vardır. Ka'be kavseyn makaamı, Peygamberimize
müyesser olmuştur.
[120] îbn Abbâs, buradaki rü'yâ, uykuda görülen bir düş
değil, uyanık olarak gözle görülen bir hakikattir demek istemiştir.
Zemahşerî, Tefsirinde:
Bu âyetin zahiriyle de İsrâ'nm rü'yâda vâki' olduğunu iddia edenler istidlal
etmişler, İsrâ'nın uyanık iken olduğuna kaail olanlar da buradaki rü'yâyı,
rü'yetle tefsir etmişlerdir, demiştir. Allah Kur'ân'da hem kalb görmesini, hem
de göz görmesini isbât etmiştir: Kalb görmesini "Onun gördüğünü
kalbyalana çıkarmadı"(en-Necm: ll)kavliyle, göz görmesini de: "Göz
ağmadı, aşmadı da" {en-Necm: 17) nazmıyle tesbît etmiştir.
Bu âyeı ve
benzerlerinden, Rasülullah'ın Allah'ı görüp görmediği hususu mühim bir ihtilâf
konusu olmuştur. Âişe, Mes'ûd, Ebû Hureyre gibi bâzı sahâ-bîler, Allah'ı
görmenin imkânsız olduğunu ileri sürmüşlerdir. Buhârî, Âişe'den:
— Muhammed, Rabb'ini gördü mü? diye sorulmuş; o
da:
— Herkim Muhammed,
Rabb'ini gördü derse, yalan söylemiştir, demiş, sonra: "Ona gözler
erişemez. O ise bütün gözleri ihâtû eder.." (el-En'âm: 103) âyetini
okumuştur. ' .
Abdullah ibn Abbâs'tan
da Rasülullah'ın Rabb'ini gözleriyle görmüş olduğu haberi naklolunmuştur
(Taberânî, el-Mu'cemu'l-Evsat).
Bu hadîsteki
la'netlenmiş ağacın zakkum ağacıyle tefsîri es-Sâffât: 62-67 ve el-Vâkıa: 51-56
âyetlerinde gelmiştir:
"Böyle (ni'mete)
konmak mı hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı? Hakikat biz onu zâlimler için bir
fitne (imtihan) yaptık. Şübhesiz ki o, çılgın ateşin dibinde (bitip)
çıkacaktır. Ki tomurcuklan, şeytânların başlan gibidir. İşte hakikat onlar
bundan yiyecekler, bu suretle karınlarım bundan dolduracaklar. Sonra üzerine
de onlar için çok sıcak bir su ile karıştırılmış (şarâb) vardır"
(es-Sâffât: 62-67);
"Sonra hakîkaten
siz, ey sapkınlar ve tekzfbciler, muhakkak ki, zakkum ağacından yiyeceksiniz.
Öyle ki karınlarınızı hep ondan dolduracaksınız, üstüne de o kaynar sudan
içeceksiniz. Susamış develerin içişi gibi içeceksiniz. İşte ceza günü onlara
ziyafet budur" (el-Vâkıa; 51-56).
[121] Peygamberliğin onuncu yılında Peygamber, Akabe
mevkiinde Hazrecliler'den bâzı kimselerle buluşmuş, onlara Kur'ân okumuş^ onlar
da müslümânlığı kabul etmişlerdi. Bunlar altı kişiden İbaretti. Ertesi sene
Medine'den oniki kişi gelmiş ve bu Akabe mevkiinde Peygamber'le buluşup
müslümân olmuşlardı. Buna İkinci Akabe Bey'atı denir ki,bey'at maddeleri
el-Mümtehıne: 12. âyetîndeki Bey'atu'n-Nisâ maddeleri gibidir.
Ertesi yıl Medine'den
yetmişiki kişi gelmiş ve gece Akabe mevkiinde Peygamber'le buluşup bey'at
etmişler ve Peygamber'le Mekkelİ müslümânlarm Me-dîne'ye hicret etmesini
kararlaştırmışlardır. Buna Üçüncü Akabe Bey'atı denir. Bu bey'at birinci
bey'attan farklıdır. Bunda Ensâr, mallarını, canlarını, ailelerini nasıl
muhafaza ve müdâfaa ederlerse Peygamber'in hayâtını da öyle muhafaza
edeceklerine söz vermişlerdir.
İslâm Dîni'nin temelleri
ancak Akabe Bey'atı'nda sağlam bir te'mînâta bağlandığı için Ka'b ibn Mâlik,
Akabe Bey'atı'nda hazır bulunmasını, yine İslâm'ın sağlama bağlandığı mühim
bir gazve olan Bedir'de bulunmaktan üstün tutuyor. Bunda da haklı olduğu
apaçıktır...
[122] Câbir, Üçüncü Akabe Bey'atı'nda hazır bulunanların en
küçüğü idi
[123] Bu ilk Akabe gecesinde olan bey'attır ki, ona
el-Mümtehıne: 12. âyetinin nâtık olduğu bey'at şartlarının aynı ile vâki'
olduğundan Bey'atu'n-Nisâ denilmiştir. Bu şartlarla mükellef olmakta erkekler
ve kadınlar müsâvîdir. İkinci Akabe'de ise Ensâr, çocuklarını ve ailelerini
nasıl müdâfaa ve himaye ederlerse Peygamber'i de öylece müdâfaa ve himaye etmek
üzere bey'at etmişler ve ahidlerini hak-kıyle îfâ ederek kendilerinden sonra tâ
kıyamete kadar İslâm'a girmiş ve girecek olanlarla veliyyi ni'met olmuşlardır.
[124] Bu da geçen hadîsin diğer bir tarîkidir. O da, bu da
îmân Kitâbi'nda da geçmişti.
[125] Ahmed ibn Hanbel'de ise şu ziyâde vardır: Rasûlullah
bir sedir üzerine oturmuştu. Yanında Ensâr'dan erkekler ve kadınlar vardı.
Beni yanma oturttular, sonra: Bu ehlindir, mübarek olsun, dediler. Âişe, annesi
Ümmü Rûmân, kiz-kardeşi Esma ile beraber Ebû Bekr'in hicretinden sonra hicret
etmiştir. Ebû Bekr Medine'ye varıp yerleştikten sonra, Mekke'deki ailelerini
getirmek üzere Zeyd ibn Harîse ile Rasûlullah'ın kölesi Ebû Râfı'i Mekke'ye
gönderdiler. Rasûlul-lah'ın iki kızı Fâtıma ve Ümmü Kulsüm ile zevcesi Şevde ve
Âİşe, annesi ve kız-kardeşi Medine'ye nakledildiler. Âişe'nin güvey evine
girmesi, en sahîh rivâyett göre, hicretin sekizinci ayına tesadüf eden şevval
ayında olmuştur.
[126] Hadîslerin başlığa uygunlukları gizli değildir.
[127] Hicret, bir yerden başka bir yere göç etmektir.
Medine'ye hicret, mi'râcdan kısa bir zaman sonra başlamıştır.
Habeşistan'a birinci ve
İkinci muhaceret, Peygamber'in dîn neşri gayesi için muvakkat bir tedbîr idi.
Tâif, dîn neşrine iyi bir merkez olabilecekti. Fakat bunun tecrübesi menfî
netîcelendi. Akabe Bey'atları üzerine Medine'nin en uygun hicret yurdu olacağı
anlaşıldı. Mi'râc'da hicret duasının bu suretle vahyedilme-si üzerine Medine'ye
hicret teayyün etti:
İmâm Ahmed ibn Hanbel
şöyle dedi:-İbn Abbâs şöyle demiştir: Peygamber (S) Mekke'de ikaamet etti,
sonra hicretle emrolundu. Bunun üzerine Allah: '' Ve şöyle de: Rabb 'im beni
sıdk ve selâmet girdirişi ile girdir. Sıdk ve selâmet çıkarışı ile çıkar ve
tarafından bana hakkıyle yardım edici bir hüccet ve kuvvet ver" (el-İsrâ:
80) âyetini indirdi (Ahmed ibn Hanbel ve Tirmizî).
Tirmizî şöyle dedi: Bu
hasen sahihtir. Hasen Basrî bu âyetin tefsirinde şöyle dedi: Mekke kâfirleri
Rasûlullah'ı öldürmeleri yâhud kovmaları yâhud bağlamaları için müzâkere
ettikleri zaman, Allah Mekke ehlini kıtali irâde etti de Peygamber'e Medine'ye
çıkmasını emretti. İşte Yüce Allah'ın el-İsrâ: 80 kavlinde buyurduğu budur
(Tefsir, İbn Kesîr, IV, 342).
Mekkeliler'in bu
sû'ikasd müzâkerelerini el-Enfâl: 30 âyetinde ifâde etmektedir: "Hani bir
zaman o küfredenler seni tutup bağlamaları, ya seni öldürmeleri yâhud seni
(yurdundan) çıkarmaları için, sana tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı
kurarlarken Allah da onun karşılığını yapıyordu. Allah tuzak kuranlara
mukaabele edenlerin en hayırlısıdır".
[128] Abdullah ibn Yezîd'in hadîsi Huneyn gazvesinde; Ebû
Hureyre'ninki Ensâr'ın Menkabeleri'nde senedli olarak geçti
[129] Ebû Mûsâ'nm hadîsi Namaz Kitâbı'nda geçti.
[130] Başlığa uygunluğu "Peygamber'in izniyle Medine'ye
Allah'ın rızâsını isteyerek hicret ettik" sözlerindedir.
Ru hadîs, bâzı öne
geçirme ve geriye bırakmalarla Cenazeler Kitâbı'nda da geçmişti.
[131] Bunun da başlığa uygunluğu meydandadır. Bu -hadîsin
bir rivayeti îmân Kitabı'nın en başında geçmişti.
[132] Yânî fetihten sonra artık Mekke'den Medîne'ye hicret
yoktur. .Bundan sonra Mekke'den yalnız cihâd kasdıyle ve ilim tahsîli niyetiyle
çıkılabilir.
[133] Sa'd ibn Muâz bu duayı Kurayza oğulları hakemliği
kendisine yöneltildiği günden evvelki gecede yapmıştı. Diğer rivayette duanın
biraz daha devamı vardır ki, bu da Kurayza oğullan ile harbetmek veya bu
yaradan dolayı şehîd olmak dileğidi
[134] Bu İbn Abbâs hadîslerinin başlığa uygunluğu bellidir.
Bunlar daha önceki bâb-larda da geçmişti.
[135] Hadîsin başlığa uygunluğu Rasûlullah'ın:
"Şübhesiz arkadaşlık hususunda da, mal harcama hususunda da insanların
bana en çok vergilisi olanı Ebû Bekr'dir... " sözleri yönünden
alınabilir. Hicrette Rasûlullah'ın beraberinde Ebû Bekr'-den başka arkadaşlık
eden kimse yoktu. Bu kadar münâsebet yeterli olabilir. Onun bu derin dostluğuna
Kur'ân'da da şâhid vardır: "... O zaman onlar mağaradaydılar. Peygamber o
vakit arkadaşına: Tasalanma, Allah hiç şübhe yok bizimle beraberdir,
diyordu" (et-Tevbe: 40).
[136] Rasûlullah'm Medine'ye hicreti İslâm târihinin hiç
şübhesiz en mühim bir safhasını teşkil eder. Bu ehemmiyetten ötürüdür ki,
rivayette ekseriya kısaltma yoluna tutunan Buhârî, bu hicret hadîsini çok uzun
bir metinle getirmiştir. Buhâri burada Âişe'ye, Surâka'ya, Zubeyr'e varan üç rivayet yolunu bir araya toplaya rak ve bu
hicret menk ab elerine bir istikaamet vererek rivayet etmiştir.
[137] Berku'l-Gımâd, Mekke'nin Yemen yönünde ve deniz
sahiline takriben beş gün lük mesafede bir yerin adıdır.
İbnu'd'Dağme ismini
hadîsçiler böyle zabtetmişlerdir. Lugatçiler bun İbnu'd-Dugunne diye
okumuşlardır. Her iki şekilde rivayet edilmiştir, tbn t hâk'a göre bu zâtın adı
Rabîa ibn Refi'dir. Sonra müslümân olmuş, Hune^ gazasında bulunmuş ve o gün
Durayd ibn Samme'yi öldürmüştür. İbn Abdi Berr ile Zehebî, sahâbîlerden
olduğunu rivayet etmişlerdir.
[138] Vâkıdî'nin rivayetine göre, Rasûlullah'ın Ebû Bekr'den
aldığı bu deveyi Ebû Bekr sekizyüz dirheme almıştı. Adı Kasvâ idi. Kuşeyr oğullan
kabilesi hayvanlarından idi. Rasûlullah'ın vefatından sonra biraz daha yaşamış
ve Bakî'a salı-nıverip orada otlamıştır. Sonra Ebû Bekr'in halifeliği zamanında
ölmüştür.
[139] Buhârî bunu biraz sonra bizzat Esmâ'dan da rivayet
edecektir.
[140] Mekke'den çıkışları bir perşembe günü, mağaraya
ulaşmaları cumua gecesi ol-' muş, bir pazar günü de. mağaradan çıkıp yola
koyulmuşlardır.
Sevr Dağı, Mekke'nin sağ
tarafında ve üç mil uzaklıktadır. Mağara da bu dağın tepesindedir. Rasûlullah
ile Ebû Bekr'İ mütevâzî sinesinde saklayan bu mağara, bu gün de mevcûddur ve
ziyaret olunmaktadır.
[141] Câhiliyet devrinde Arablar, İki kişi yâhud iki kabîle
arasında and içerek bir dostluk akdettiklerinde, bu akdi ve yemîni nazarlarında
canlandırmak ve kuvvetlendirmek için bir kap içine kan ve zağferân gibi renkli
bîr madde koyarak ellerini ona batırırlardı.
[142] Hadîsin buraya kadarki kısmı, Âİşe'den İdi. Buradan
i'tibâren Surâka'nm hadîsi nakledilmektedir. Binâenaleyh bu uzun hicret hadîsi
bir değil, iki hadîstir. Bu uzun metnin tabiî râvîsi ibn Şihâb ez-Zuhrî, hicret
menkabesini buraya kadar Urve ibnu'z-Zubeyr vâsıtasıyle Âİşe'den, buradan
aşağısını da Surâka'nın kardeşi oğlu Abdurrahmân vâsıtasıyle Surâka'dan rivayet
etmiştir. Müellif Buhârî, metni sevkedişinde bütün bunları açık açık
belirtmiştir. Biz de tercemede bunları sadâkatle nakletmeye çalışıyoruz.
[143] Surâka'nın düşmesi Peygamber'in duâsıyle olmuştur.
Peygamber Surâka'yı görünce "Allâhumme ısrahu = Yâ Allah onu düşür"
diye duâ etmiş, bunun üzerine atı da, kendi de düşmüştür. Bunun tafsilâtı 129
rakamıyle gelecek hadîstedir.
[144] el-Ezlâm, Zelem 'in cem'idir. Zelem bir çeşit kumar
okudur. Kidh dedikleri bu fal okunun yeleği ve demiri yoktu. İki kalemden
ibaret olan bu zelemlerin birisinde "Neam = Evet", diğerinde
"Lâ-Hayir" yazılı bulunurdu. Câhiliyet devrinde Arablar, sonu
bilinmeyen bir işle karşılaştıklarında bu oklarla fal bakarak, bunlardan
birisini çekerlerdi. Eğer evet çıkarsa o İşe girişirler; hayır çıkarsa vaz geçerlerdi.
Ezlâm kuburu da bu okların konulduğu meşin kabın ismidir
[145] İbn İshâk'ın bir rivayetinde şu ziyâde vardır: Ve ben,
Surâka ibn Mâlik ibn Cu şum'um, bana bakın, i'timâd edin, size şunları
söylüyorum: Vallahi benden size mâzîde hoşlanmadığınız bir zarar gelmediği
gibi, hâlde ve istikbâlde de gelmeyecektir! (Kastallânî).
ez-Zehebî, Surâka'nın
Tâif seferinden sonra müslümân olduğunu bildiriyor. Tarihçiler de elindeki
emân-nâmeye müracaat ettiğini haber verirler. İbn Abdi'1-Berr de
e/-/s//'ffö*da'Surâka'nm Medîneliler'den sayıldığını ve Usmân'-m halifelik
zamanına kadar yaşadığını zikretmiştir. Surâka, Kureyş casuslarından
Rasûlullah'ın hareketini gizlemiş ve arayanlara: Ben buralarda aradım, siz
başka tarafa bakınız, demiştir.
[146] Hicret hadîsinin Surâka'ya dayanan kısmı burada bitti.
Bundan alt tarafını sonuna kadar İbn Şihâb ez-Zuhri, Urve'den rivayet
etmiştir. Başlangıcındaki is-nâd gibi Âişe'ye ulaştırmamıştır. Buna göre
hadîsin buradan alt tarafı mürseldir. Ancak şu var ki, bu kısmı da Hâkim,
Urve'nin Zubeyr'den rivayeti suretiyle Âişe'ye ulaştırmış ve böylece mevsûl
olmuştur.
[147] İbn Sa'd, Zubeyr yerine Talha ibn Abdillah'ı
zikretmiş, onun Şâ'dan döndüğünü, onun beyaz elbiseler giydirdiğini...
bildirmiştir. Dimyatı ise, siyercilerden hiçbirinin Zubeyr ibn Avvâm'ı
zikretmediklerini bildirmiştir. Fakat Aynî'nin beyân ettiği gibi, en iyisi bu
rivayetleri te'lîf ederek Talha ile Zubeyr'den her ikisinin de Şâm kaafilesinde
bulunduğunu, her ikisi tarafından beyaz elbiseler hediye edildiğini kabul
etmektir.
[148] Buhârî, Küba'ya varışın rebîu'l-evvel ayının hangi
pazartesine tesadüf ettiğini açıkça belirtmemiştir. Bunun sebebi de bu konuda
çeşitli görüşlerin bulunmasıdır. Bunların kaynağı da Peygamber'in Kubâ'dakİ
ikaamet müddeti hakkındaki ihtilâftır. Buhârî'nin bu Hicret bâbı'nda Enes'ten
gelen bir rivayetine göre, Küba'da ondört gece kalmıştır. Bâzı siyerciier ise
üç dört gün kaldığını ileri sürerler. Rasûlullah Kubâ Mescidİ'nin inşâsı
müddetince burada kaldığına göre, Buhârî'nin rivayeti elbette daha ziyâde
güvene lâyıktır.
[149] Kubâ Mescidi, Rasûlullah'ın hicreti ve bilhassa Kubâ
Köyü'ne ulaşması ile açılan yeni devrin mübarek bir abidesidir. Bundan dolayı
Kur'ân diliyle Takva Mescidi adı verilmiştir:
"... Tâ ilk
gününde temeli takva üzerine kurulan mescid senin içinde kıyamına elbet daha
lâyıktır. Orada tertemiz olmalarını arzu etmekte olan rical vardır. Allah da
çok temizlenenleri sever" (et-Tevbe: 108).
Bu âyette zikredilen
mescidin Kubâ Mescidi mi, Medine'deki Peygamber Mescidi mi olduğu hakkında
görüş ayrılıkları vardır.. Buhârî ise işbu mescidin Kubâ Mescidi olduğunu
işaret eder. Bununla beraber her iki mescidin de ayrı ayrı kasdedilmiş olması
mümkindir. Allah en bilendir.
[150] Buhârî bu hadîsin bir kısmını Namaz
Kitâbı*fıdar\'Yolda olacak mescid bâbı"n-da; İcâre Kitabı; "Zaruret
sırasında müşriklerden ücretli tutma bâbı"nda; Kefalet ve Edeb
Kitâbları'nda olmak üzere birçok yerde kısaltılmış olarak parça parça
getirmiştir. Bu uzunlukta bir metin ile buradan başka yerde getirmemiştir.
Bu,
el-Câmi'u's-Sahîh'teki en uzun metinli birkaç hadîsten biridir. Bunun da Buhârî
tarafından en az iki hadîsin güzel bir tertîble bir yere getirilmesi suretiyle
teşkîl edildiğini baş taraftaki 134 rakamlı haşiyede belirtmiştik.
[151] Esma, yemek çıkını ve yemek sofrası yapacak birşey
bulamadığından, belindeki nİtâkını çıkarıp ikiye bölerek bunun birisini yemek
sofrası, bir parçasını da su kırbasına bağ yapmış olduğundan, Peygamber
tarafından kendisine bu târî-hî sıfat verilmiş, bu da onun için ebedî bir
iftihar unvanı olmuştur. Nitâk hakkında şu bilgi verilmiştir:
en-Nitâk, kitâb vezninde
Arab kadın elbiselerinden bir libâstır. Hakikati izâr gibi bir parçadır.
Ortasını bellerine bağlayıp, yukarısını aşağısının üzerinden dizlere doğru
salıverirler. Aşağısı ise yerde sürünür. Hâlen fistan ta'bîr ettikleri gibi
bir sevbdir (Kaamûs Ter.).
[152] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Hadîsin son fıkrası
daha önce de geçmişti.
[153] Bu mutâbaa rivayetinde Esmâ'nın çocuğu Küba'da
doğurup, emzirmeden Peygamber'e getirdiği, Peygamber'in de ona duâ ettiği ve
Abdullah adını verdiği ziyâdesi de vardır.
Hicretten sonra Medîne
hâricinde Muhacir müslümân aileleri arasında ilk doğan erkek çocuk olarak da
Habeşistan'da doğan Abdullah ibn Ca'fer bildiriliyor. Medine'de Ensâr aileleri
arasında ilk doğan çocuk da Mesleme ibn Mahled yâhud Nu'mân ibn Beşîr'dir
denilmiştir.
[154] Bu da aynı vak'anm başka bir sahâbiyyeden; Âişe'den
gelen rivayetidir.
[155] Başlığa uygunluğu "Allah'ın Peygamberi Medine'ye
yönelip geldi" sözünde-dir. Medîne'ye gelmesi, O'nun hicretidir.
[156] İbn Umer'in yaşı o zaman onbir yıl ve birkaç aydı.
[157] Başlığa uygunluğu açıktır. Bu hadîs, bu babın başında
geçtiği gibi, küçük sened ve lafız farkıyle Cenazeler Kitâbı'nda da geçmişti
[158] Umer, söylediği bu sözü ancak nefsini kırmak için
söylemiştir. Yâhud da insanın yapacağı her hayır işinde eksiklikten boş
olmayacağını görünce, İkisi ara smda takas olmasını ve böylece kendinin dînde
salim kalmasını istemiştir.
Hayırhlık sebebi de
şudur: Çünkü korku makaamı, ümîd makaamından daha üstündür (Aynî, Kastallânî).
[159] Bu bey'atin harbetmek üzerine yapılan bir bey'at
olmaması muhtemeldir. İbn Umer bunu, kendisinin babasından önce hicret
edenlerden olduğunu söyleyen kimsenin yanılma sebebini beyân etmek için
zikretmiştir. Kendisine ancak bir yerde babasından önce bey'at etmesi işi vaki
olmuştur (Kastallânî).
[160] Bu hadîs, Peygamberlik Alâmetleri Bâbı'nda, bundan
daha bütün olarak geçti. Lâkin orada bundaki ziyâde yoktu. Çünkü Buhârî,
hadîsin sonundaki bu ziyâdeyi, buradan başka yerde zikretmemiştir. el-Berâ'nın
Âişe'nin yanma girmesi ittifakla hicâb, yânî perdelenme emrinden önce idi.
el-Berâ'nın yaşı da o zaman bulûğdan aşağıda idi (Kastaİlânî).
[161] el-Keteme ve'l-Kutmân, bir nebat adıdır ki, kınaya
katılıp onunla saç ve sakal boyanır, bir müddet rengi sabit olup kalır, kökünün
pişirilmesiyle mürekkeb gibi yazı yazılır. Bu nebat "Vesme" olacaktır
ki, çivit otudur (Kaamûs Ter.).
[162] Ümmü Bekr" adı bu kasîde de geçmektedir
[163] Başlığa uygunluğu, içinde hicret işlerinden bir iş
bulunması yönündendir. "Biz, üçüncüleri Allah olan iki kişiyiz"
sözüyle et-Tevbe: 40. âyeti mealine telmih vardır.
[164] Bu hadîsin bir rivayeti Zekât Kitabı, "Develerin
zekâtı bâbı"nda, bir rivayeti de Hibe'de "Ariyet olarak sağımlı
hayvan hediye etme bâbı"nda geçmişti.
[165] Peygamberin Küba'ya ulaşması rebîu'l-evvelin bir
pazartesi gününde oldu. Sa-hâbîlerden çoğunun buraya ulaşmaları daha önce
olmuştu. Peygamber Kubâ'-da Kulsüm ibnu Hıdım'ın evine indi. Çok zaman sahâbîl
eriyle, bekâr olan Sa'd ibn Hayseme'nin evinde otururlardı. İbn Şihâb'ın
rivayetine göre,-Alî de Pey-gamber'den üç gün sonra hareket edip, Peygamber
Küba'da iken gelip yerleşmiştir.
[166] Bu da önceki hadîsin başka bir tarîkidir.
İbn İshâk, Umer'le
hicret eden yirmi kişiden onüçünün adlarını şöyle sıralamıştır: Zeyd
ibnu'l-Hattâb, Saîd ibn Zeyd, Abdullah ibn Surâka, Huneys ibn. Huzâfe, Vâkıd
ibn Abdillah, Havla ibn Ebî Havla, Mâlik ibn Ebî Havla, Hilâl, Ayyâs ibn Ebî
Rabîa, Bekr oğulları kabilesinden Hâlid, Iyâs, Âmir, Âkil. İbn İshâk da bu onüç
Muhâcir'in de Rıfâa ibn Munzir'e misafir olduklarını bildiriyor.
[167] Başlığa uygunluğu açıktır. Bu hadîs Hacc Kitâbı'mn
sonunda da geçmişti.
[168] Bu konu hakkında bâzı hadîsler Usmân'ın Menkabeleri
Bâbı'nda geçmişti. Burada bunu zikretmekten maksad, Usmân'ın: "Sonra ben
iki defa hicret ettim" sözüdür
[169] Bu, Abdir rahman'm Umer'le olan kıssasının bir
parçasıdır. Burada bu parçayı getirmekten maksad, Abdurrahmân'ın Umer'e:
"Medîne'ye gidinceye kadar konuşmayı geri bırak. Çünkü orası Hicret ve
Sünnet Yurdu'dur..." sözleridir. Hadîs burada kısadır, zor anlaşılıyor.
Bunu Mağâzî, İ'tisâm ve Muharibin bölümlerinde daha uzun getirecektir. Bu hacc
sırasında bâzı kimseler: Umer ölürse fu-lân kimseye bey'at ederim... gibi
sözler söylemiş, Umer bundan öfkelenip bir hutbe yapmak istemiş, Abdurrahmân
bunu Medine'de yapmasını söylemiştir.
[170] Başlığa uygunluğu, "Muhacirlerin oturacakları
yerleri ta'yîn için Ensâr kur'a çektikleri zaman" sözünden alınır.
Bu hadîsin bir rivayeti
Cenazeler Kitabı, "Ölünün yanma girme bâbı"nda da geçmişti.
[171] Başlığa uygunluğu "Rasûlullah Medine'ye hicret
edip gelmişti'' sözündedir. Bu hadîsin bir rivayeti Ensâr'm Menkabeleri
Kitâbı'nda geçmişti. Orada da belirtildiği üzere Buâs günü, Evs ile Hazrec
kabîleleri arasında yapılan kanlı ve devamlı bir muharebenin adıdır. Buâs, bu
harbe denildiği gibi, Medine'ye iki mil uzaklıkta bir kalenin adı olduğu ve bu
büyük harb orada yapıldığı için bu.adla
. anıldığı da rivayet
edilmiştir. Bu iç harblerin en sonu, hadîste zikredilen Buâs harbidir kî,
rivayete göre yüzyirmi sene devam etmişti..Peygamber'in Medîne'-ye hicretinden
beş sene önceye kadar devam eden bu harblerde her iki tarafın önderleri ve
yiğitleri hadîste bildirildiği gibi, ya ölmüş yâhud yaralanmış, ma'-lûl
kalmıştı. Bu suretle za'fa uğrayan Evs ve Hazrec, Kureyş'le ittifak yapmak
istemiş, bu neticelenmeyince, o sırada Peygamber'le buluşup arka arkaya yapılan
Akabe Bey'atları ile islâm'a girmişler ve böylece hem kuvvet kazanmışlar, hem de aralarındaki asırlık düşmanlık
kardeşliğe dönüşmüştür. Âişe'nin en güzel şekilde belirttiği gibi, bütün bu
harbler Allah'ın takdiriyle yüce bir plâmn gerçekleşmesi hazırlıkları olmuştur.
[172] Bu hadîsin başlığa uygunluğu, bunun Buâs günü zikrinde
geçen hadîse mutabık olması yönündendir. Birşeyden dolayı mutabık olana mutabık
olan, o şeye de mutabıktır (Aynî).
[173] Medine'nin Necd cihetinden Tihâme'ye doğru gelen köy
ve ma'mûrelerine Aliye, Tihâme cihetinden Medine'ye doğru olanlarına Sâfile
denir (Mu'cemu'l-Buldân).
[174] Bu hadîsin bir rivayeti Namaz Kitabı, "Câhiliye
müşriklerinin kabirleri deşilip çıkarılır mı? babı"nda geçmişti.
[175] Sader tavafı, hacıların Minâ'dan dönüp memleketlerine
giderken yaptıkları veda tavafıdır; bununla hacıların ibâdet işleri tamâm
olur. Mekke fethinden evvel Peygamber, Mekke'den hicret eden Muhacirler için
veda tavafı yapılıp hacc ve umre tamâm olduktan sonra yalnız üç gün Mekke'de
ikaamet edebileceğini bildirmiştir... Âlimlerin cumhuru bu yasağın, Mekke'den
Medîne'ye hicret etmek vâcib olduğu zamana âid bulunduğunu kabul etmişlerdir
ki, bunun son hududu Mekke'nin fethidir. O devirde Peygamber'e yardım etmek
vâcib olduğu ipin, fetihten evvel Muhâcirler'in Medine'de ikaamet etmeleri
vâcib idi. Mekke'nin fethi ile İslâm Dîni lâyık olduğu kuvveti kazanmış
olduğundan, birçok âlimlere göre bu yasak sona ermiş bulunuyor. Muhacir olmayan
müslümâna gelince, onlar bu yasağın dışında idiler.
[176] Sehl ibn Sa'd'ın açık fakat çok kısa olan bu
rivayetini Hafız İbn Asâkir'ın Dı-maşk Târîhi'nde rivayet ettiği Enes ibn Mâlik
ile İbn Abbâs hadîsleri tamamlıyor: Enes: Târih, Rasûlullah'ın
rebîu'l-evvel'de Medîne'ye gelmesi zamanından i'tibâr edildi ve sahâbîler bu
târîhi kullandılar, demiştir.
Abdullah ibn Abbâs da
şu bilgileri vermiştir: Rasûlullah Medîne'ye hicret ettiğinde müslümânların bir
târîhi yoktu. Sonra, hicret başlangıç kabul edilerek: "Rasûlullah'ın
gelişinden bir ay, iki ay sonra" diye hicrî târîh kullanmaya başladılar.
Rasûlullah'ın vefatına kadar da bu suretle kullanıldı. Fakat sonra kesildi,
kullanılmadı. Ebû Bekr'in halifeliği zamanı ile Umer'in halifeliğinin ilk dört
senesi bu suretle geçti. Sonra resmî muameleleri ve medenî münâsebetleri
vakitlendirmeye ciddî ihtiyâç hissolundu. îbn Abbâs dedi ki: Umer târîh başlangıcı
koymaya teşebbüs edince sahâbîleri topladı, onlarla istişare etti. Sa'd İbn Ebî
Vakkaas, Rasûlullah'ın vefatı zamâmyle vakitlendirfneyi, Talha peygamberlikle
başlatmayı, Alî ibn Ebî Tâlib hicretle başlatmayı, başkaları da Peygam-ber'in
doğumu ile başlatmayı teklîf etmişlerdi. Hicretin onyedi veya onaltıncı yılında
toplanan bu şûra müzâkereleri sonunda Alî'nin teklifi üzerinde ittifak edildi.
Ancak ayın ta'yminde ihtilâf edilmişti: Abdurrahmân ibn Avf, haram aylarının
evveli olduğu için recebi, Talha da Ümmet'in mübarek ayıdır diye ramazânı, Alî
ibn Ebî Tâlib de sene başıdır diye muharremi başlangıç olarak teklîf
etmişlerdi. Bu hususta da Alî'nin teklîfi tatbîk edildi.
Şârih Aynî ile
Kastallânî bu hadîsin şerhinde Âdem'den Muhammed'e kadar geçen beşer
topluluklarının zaman; zaman kabul edip kullandıkları târîh başlangıçlarını
özet hâlinde bildirmişlerdir. İslâm'daki târîh başlangıcı için toplanan şûrada
ileri sürülen tekliflerde bunların mahzurlarının gerekçeleriyle gösterilip
reddedilişleri ve nihayet yukarıda özetlenen neticede karâr kılındığını
bildirmişlerdir.
Biz buradaki târîh
başlangıcının en kuvvetli dayanağı olan et-Tevbe: 108. âyeti hakkında bir
fıkrayı da vermek istiyoruz:
[177] Bundan önceki iki bâb, Peygamber'in hicreti bâbi'nda
dâhi) olduğu için, bu hadîsin burada zikredilmesine münâsebet gelmiştir. Bu
hadîsin bir rivayeti Namaz Kitabı bâblarının evvelinde "Namaz nasıl farz
kılındı bâbı"nda-geçmişti. Dört rek'atli namâzlardaki ikişer rek'at
ziyâde, hicretten bir sene sonra farz edilmiştir.
[178] Başhğauygunluğu "Yâ Allah, sahâbîlerim için
hicretlerini tamamla.." sözle-rindedir.
Buhârî bu hadîsi
Cenazeler Kitabı, "Peygamber'in Sa'd ibn Havle'ye mersiyesi bâbı"nda
da getirmişti.
RasûluIIah'ın ağır hasta
olan Sa'd ibn Ebî Vakkaas'a Mekke'de hasta ziyaretine gidip, onunla konuştuğu
sırada, Sa'd'ın hayâtta geri bırakılacağı, yânî çok yaşayacağı ümidini
açıklayıp, onu teselli etmesi aynen gerçekleşmiştir. Hakîkaten Sa'd ibn Ebî
Vakkaas bu târihten sonra daha kırkbeş yıl yaşamıştır. Uzun ve başarılı
kumandanlık ve vâlîlik devirlerinden sonra, Medine'ye on mil uzaklıktaki
konağında ve ellibeşinci hicret yılında vefat etmiş, Medîne'ye; el-Bakî'a
nakledilip orada gömülmüştür. Bedir gazasında giydiği eski,bir yün cübbeyi muhafaza
etmiş ve onunla kefenlenmesini vasiyet etmişti. Cennetle müjdelenen on
sahâbîden biridir. Allah onların hepsinden razı olsun!
[179] Sahâbîler arasında iki kerre kardeşlik akdi
yapılmıştır. Birisi Mekke'deki müs-lümânlar arasında, öbürü de Medine'de
Muhâcirler'le Ensâr arasında. Bu başlıkta kasdedilen kardeşlik, Medine'de
kurulan kardeşlik akdidir. Hicretin yedinci ayında ve mescid inşâsının bitimi
sırasında Rasûluliah, Muhacir ve Ensâr'dan kırkbeşerden doksan kişiyi Enes ibn
Mâlik'in evine da'vet etti. "İslâm Dîni'nde yeminli dostluk yoktur, dîn
kardeşliği vardır" buyurup, doksan kişi arasında ikişer ikişer kardeşlik
akdi yaptı. Böylece târihin kaydettiği benzersiz dayanışma ve yardımlaşma
müessesesi kurulmuş oldu.
[180] Bu, Buhârî'nin tamâmını Alışverişler Kitabı'mn
evvelinde getirdiği hadîsin bir parçasıdır.
[181] Buhârî bu Selmân ile Ebu'd-Derdâ'nın kardeşliği
hadisinin tamâmını da Oruç Kitâbı'nda, "Nafile oruç hakkında, onun orucunu
bozdurmak için kardeşine karşı yemîn eden kimse bâbı"nda getirmişti.
[182] Hadisin başlığa uygunluğu açıktır. Çünkü hadiste
kardeşlik keyfiyeti vardır
[183] Hadîsin Peygamber'in Medine'ye hicreti ile ilgisi
açıktır. Çünkü bu hâdise, hic-retirr ilk günlerinde Medîne'-de vâki' olmuş* jr.
Bu hadîsin bir rivayeti Peygamberler Kitabı, "el-Bakara: 30 âyeti
bâb>' nda geçmişti.
[184] Hadîsin zikredilen başlığa uygunluğu evvelâ:
"Peygamber Medine'ye geldi, bizler bu şekil alım satımı yapar hâldeydik
dedi" sözündedir.
Bu hadîs, Buyu' Kitabı,
"Gümüşün altına mukaabil müddetli olarak satılması bâbı"nda; Şerîket
Kitabı, "Altın ve gümüşte ortaklık bâbı"nda da geçmişti. Bunun bir
rivayeti, küçük sened ve lâfız farklanyle Müslim, Musâkaat, "Gümüşü altına
mukaabil va'deli borç olarak satmaktan nehy bâbı"nda da geçer: Müslim
Ter., V,
110-lll-"1589".
[185] Hicretten önceki târihlerde Medine'nin eski sakinleri
olan Evs ve Hazrec kabî-Ieleriyle Yahûdtter arasında dîn ayrılığı gibi çeşitli
sebeblerle çekişme ve ihtilâf devam edegelmişti. Evs ve Hazrec müslümân olup,
Peygamberin gelmesiyle şeref ve kuvvet kazanınca Benû Kurayza, Benû'n-Nadîr,
Benû Kaynukaa Yahûdîle-ri'nin elçileri Peygamber'in huzuruna gelip bir
ahidleşme yapılmasını teklif ettiler. İbn Hişâm'm es-Sfre'sinde uzun metni İle
yazılı olan bu muahedenin en mühim maddeleri: Peygamber'in kendisine ve
sahâbîlerine zarar vermemek; düşmanlarına yardım etmemek; Kureyş ile harb
edildiğinde harb masraflarından bir kısmına ortak olmak; buna mukaabil
Yahûdîler de dîn ve mezheb serbestliğine mâlik olmak, mallarında tasarruf
hakkını hâiz bulunmak maddeleri idi. Bir müeyyide olarak da ahdi bozduklarında
mallarının, canlarının helak olması maddesi vardı.
[186] Buhârî burada da hadîs lâfzına uygun olan Kur'ân
lâfızlarını zikretme âdeti üzerine yürümüş ve bu lâfızların tefsîrini
yapmıştır: "Hâdû" kelimesinin bulunduğu âyet şudur:
'*Ey Peygamber,
kaîbleriyle inanmadıkları halde ağızlarıyle inandık diyen-(munâfık)ferfe
Yahûdüer 'den o küfr içinde koşuşanlar seni mahzun etmesin. Onlar durmadan
yalan dinleyen, Senin huzuruna gelmeyen, diğer bir kavim hesabına casusluk
eden kimselerdir. Onlar kelimeleri yerlerine konulduktan sonra bir tarafa
atarlar..." (el-Mâide: 41).
"Hudnâ"
kelimesinin bulunduğu âyet şudur ki, bunda Musa'nın Allah'a müracaatında
seçtiği yetmiş kişiyi de kasdederek: ''Dünyâda da, âhirette de bize iyilik
yaz. Biz hiç şübhesiz Sana (tevbe ederek) döndük..." (el-A'râf: 156).
Buhârî bu iki tefsîri
ile "Yehûd" isminin "tevbe edicilik" ma'nâsıyle ilgili
olduğunu göstermiştir
[187] On Yahûdî ile, bunların âlim ve hahamları
kasdedilmiştir. Yoksa halktan bir hayli Yahûdî, müslümân olmuştu. Bunların
âlimlerinden Abdullah ibn Selâm
, ile Abdullah ibn
Surya'dan başka hiçbirisi hicret sırasında müslümân olmamıştır.
[188] Başlığa uygunluğu, Peygamber'in Medîne'ye geldiğinde Yahûdîler'in
âşûrâ ile ilgili durumlarını tesbît etmesi yönündendir.
[189] Bu da aynı hadîsin başka bir râvîden gelen
rivayetidir; başlığa uygunluğu "Biz Musa'ya sizden daha yakınız"
sözündedir. Bu hadîsler, küçük farklarla Oruç Kitabı, "Âşûrâ orucu
bâbı"nda da geçmişti. Rasûlullah'ın bu âşûrâ orucunu tutup, sahâbîlerine
de tutmalarını emretmesi, başlangıçta idi. Ramazân orucu farz kılınınca bunu
tutmak tutmamak serbest bırakılmış ve nafile druca dönüşmüştür
[190] Bu hadîs de Peygamber'in Sıfatı bâbı'nda geçmişti.
Peygamber bir şeyle
emroiunmadığı hususlarda geçmiş peygamberlerin ümmetlerine uymayı severdi.
Putperestlik rejimi tamamıyle yıkıldıktan sonra, müşriklere benzemek tehlikesi
kalmayınca, saçlarınriki tarafa ayırmağa başlamıştır.
[191] Aynî şöyle dedi: Bundan önce geçen hadîste Kitâb ehli
zikredilmiş olunca, İbn Abbâs: Onlar, Kitâb'ı parça parça ayırıp bir kısmına
inanan, bir kısmına da inkâr ederek kâfir olan
Kitâb ehli milletlerdir, demiştir.
Ebû Zerr, el-Kuşmeyhenî'den gelen nüshada: İbn Abbâs,
"Kur'ân'ı iki parça yapanlar" (el-Hıcr: 91) âyetini kasdediyor,
ziyâdesini getirmiştir. Çünkü onlar, Kur'ân'ı parçalara ayırdılar da İnatları
sebebiyle: Bir kısmı haktır; Tevrat ve incil'e uygundur; bir kısmı da
bâtıldır, Tevrat ve fncîl'e aykırıdır, dediler ve böylece onu hakk ve bâtıl
diye iki parçaya ayırdılar (Kastallânî).
[192] Selmân el-Fârisî aslen İranlı'dır. Gençliğinde mecûsî
iken Hakk Dîni aşkıyle babalarının dînini terkedip, evvelâ Hristiyanlığı kabul
etmiş, Kitâb ehlinin gelmesini bekleyip durdukları son peygamberin gelmesinin
yaklaşmış olduğunu onlardan öğrenmiş, Arabistan'a gitmekte iken beraberinde
olduğu tüccarlar tarafından Medîne Yahudileri'nden birine köle olarak
satılmış. O Yahûdî'nin hizmetinde çalışırken Son Peygamber'in gönderildiğini öğrenmiş.
Peygamber hicret edip Medîne'ye gelince de, daha evvel râhiblerden öğrendiği
peygamberlik alâmetlerini O'nda görünce hemen îmân etmiş ve bilâhare
Peygamber'in yardımı ile hürriyetini satın alıp, sahâbîler zümresine
katılmıştır. Bedir ile Uhud harble-rine katılmaya esirliği mâni' olmuş ise de,
Hendek harbinden i'tibâren bütün gazvelerde Peygamber'den ayrılmadı. Hendek
harbinde Medine'yi düşman hücumundan kurtarmak için etrafına hendek
kazılmasını tavsiye eden de Selmân'-dır. Selmân, Peygamber'den sonra Şâm ve
Irak fetihlerine kendi isteğiyle katılmış, İran fethinden sonra Umer tarafından
Kisrâ'mn başşehri olan Medâyin'e vâlî ta'yîn olunmuş ve otuzbeş senesinde
Medâyin Valisi iken vefat etmiştir. Medâ-yin harabelerine Bağdâdlılarca bugün
"Selmân-ı Pâk" adının verilmesi, orada gömülü, olduğundandır.
[193] Selmân'm bu kadar sayıda kişinin birinden diğerine
geçip, elden ele dolaşması, ancak İslâm Dîni'ni aramak için olduğundan, hadîsin
başlıkla uygunluğu hâsıl olmuştur. Buhârî, Buyu' Kitâbı'nda, Peygamber'in:
"Selmân hürr idi, fakat yoldaşları ona zulmedip köle diye sattılar"
buyurduğunu nakletmİştir,
[194] Râme Hürmüz, Fars arazîsinde meşhur bir şehirdir.
Ahmed ibn Hanbel'in İbn
Abbâs'tan rivayetinde Isbâhan şehrinden olduğu, babasının Dehkan olduğu,
nesebi sorulduğunda "Ben İslâm oğluyum" dediği sabittir.
Selmân el-Fârisî'nin
Ahmed ibn Hanbeİ'in Müsnedindeki (V, 437-444) uzun hâl tercemesini Ahmed Naîm
merhum Tecrîd Ter. (III, 442-445, 17-24)'ten özetle tercüme etmiştir. Selmân'm
bu uzun macerası, tbn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, I, 214-222'de "Hadîsu
Islâmi Selmân" başlığı altında mufassalen verilmektedir. Mehmed Zihnî,
el-Hakaaik, s. 151-158; Müslim Ter., VII.442; İslâm Ansiklopedisi, X, 457-458.
[195] el-Kırmânî: Bu hadîslerin hepsi Selmân'ın İslâm'a
girmesiyle ilgilidir, demiştir. °' uU t° jÜyle'Selmân vatanından hicret edip
uzun bir hayât yaşadıktan sonra, on bu kadar efendinin elinde dolaşıp, nihayet
tslâm olmuştur, demek istemiştir (Aynî).