1- Hâlis İyilik Etmek, İyilik Ulaştırmayı Ekleyip Durmak
Ve Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
2- Bâb: Güzel Dostluk Yapılmaya En Haklı Olan İnsan
Kimdir?
3- Bâb: İnşân Ana-Babasının İzni Olmadıkça Cihâda Gidemez
4- Bâb: İnsan Ana-Babasına Sövmemelidir
5-Ana-Babasına İyilikle Güzel Hizmet Edip İtâatlarında
Bulunan Kimsenin Duasının Kabul Edilmesi Babı
6- Bâb; Ana-Babaya İsyan Ve Ezâ Etmek Büyük
Günâhlardandır
7- Müşrik Olan Babaya İyilik Etmeyi Devam Ettirmek Babı
8- Kadının, Kendi Kocası Varken Annesiyle İlgilenip Ona
İyilik Etmesi Babı
9- Müşrik Olan Kardeşle İlgilenip Ona İyilik Edilmesi
Babı
10- Hısımlarla, Yakınlarla Bağlı Ve İlgili Olmanın
Fazileti Babı
11- Hısımlarla İlgilenmeyi Kesen Kimsenin Günâhı Babı
12- Hısımlarla İlgilenme Sebebiyle Rızıkta Kendisi Lehine
Bollatma Yapılan Kimse Babı
13- Bâb: Hısımlık Bağını Ekleyip Duran Kimseye Allah Da Fadlından
İhsanını Ekler Durur
15- Bâb: Sıla Yapıcılık Karşılık Vermekle Değildir
18- (Babanın) Çocuğa Merhameti, Onu Öpmesi Ve Sarmaşması
Babı
19- Bâb: Allah,
Rahmeti Yüz Parça Yaptı
20- İnsanın, Beraberinde Yemek Yemesinden Korktuğu İçin
Kendi Çocuğunu Öldürmesi Babı
21- Çocuğun (Şefkat Ve Merhamet Olarak) Kucağa Konulması
Babı
22- İnsanın Küçük Bir Çocuğu Uyluğu Üstüne Koyması Babı
23- Bâb: Ahdi Ve Taahhüdü Güzel Koruyup Riâyet Etmek
Îmândandır (Yânı Îmânın Kemâlindendir)
24- Bir Yetîmin İşlerini Gören, Büyütüp Terbiye Eden
Kimsenin Fazîleti Babı
25- Dul Kadınların Nafakalarını Kazanmağa Çalışan (Kimsenin
Fazîleti) Babı
26- Bir Günlük Yiyeceği Olmayan Fakirlerin Nafakalarını
Kazanmaya Koşan(In Fazileti) Babı
27- İnsanların Hayvanlara Merhamet Ve Şefkat
Göstermelerinin Fazileti) Babı
28- Komşu Hakkında Vasiyyet Babı
29- Komşusu Zulümlerinden Emîn Olmayan Kimsenin Günâhı
Babı
32- Komşuluk Hakki, Kapıların Yakınlığı Ölçüsündedir
(Yânî Yakınlığa Göre Derecelenir) Babı
34- Kelâmı Güzel, Tatlı Ve Hoş Söylemek Babı
35- Her İşte Ve Herşeyde Yumuşaklık Ve Kolaylık
(Göstermenin Fazileti) Babı
36- Mü'minlerin Birbirlerine Yardım Etmeleri Babı
37- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
38- Bâb: Peygamber (S) Taşkınlık Yapacak Tabîatte Değildi,
Taşkınlık Yapıcı Da Olmamıştır
39- Ahlâk Güzelliği Ve Cömertliğin (Sevilmesi),
Cimriliğin İse Sevilmemesi Babı
40- Bâb: Erkeğin Kendi Ailesi İçindeki Hâli Nasıl Olur?
41- Sabit Kalacak Sevgi Yüce Allah Tarafındandır Babı
42- Allah'ın Zâtı Hakkında (Hiçbir Steriş Ve Hevâ
Karışmayan) Sevgi Babı
43- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
44- Birbiriyle Sövüşmenin Ve La'net Etmenin Nehyedilmesi
Babı
46- Gıybet Ve Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
47- Peygamber(S)'İn "Ensâr Yurtlarının
Hayırlısı..." Kavli Babı
48- Fesâd Ve Töhmetler Ehlinin Kötülüğünü Belirtmenin
Caiz Olacağı Babı
49- Bâb: Gıybet Etmek Büyük Günâhlardandır
50- Söz Taşımaktan Mekruh Olacak Kısım Ve Yüce Allah'ın
Şu Kavilleri Babı :
51- Yüce Allah'ın: "(Murdardan, Putlardan Kaçının;)
Yalan Sözden Çekinin!3' (Ei-Hacc: 30) Kavli Babı
52- İkiyüzlü Kimse Hakkında Denilen Söz Babı
53- Sahibine (Yânî Arkadaşına) Onun Hakkında Söylenen
Sözü Haber Veren Kimse Babı
54- İnsanlar Arasında Aşırı Ve Mübalağalı Övme Yapmanın
Mekruh Olması Babı
55- Mü'min Kardeşini, Onda Varlığını Bilmekte Olduğu
Meziyetlerle Öven Kimse Babı
56- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı:
59- Zanndan Caiz Olacak Nevi' Babı
60- (Kendisinde Ayıplanacak Birşey Meydana Geldiği Zaman)
Mü'minin Kendini Setredip Örtmesi Babı
63- Âsî Olan Kimseden (İsyanından Vazgeçmesi İçin)
Ayrılmanın Caiz Olacağı Babı
65- Ziyaret Etme{Nin Meşrû'luğu) Ve Bir Kavmi Ziyaret
Edip Yanlarında Yemek Yiyen Kimse Babı
66- Gelen Cemâatler İçin (En Güzel Elbiseler Giyip)
Süslenen Kimse Babı
67- İnsanlar Arasında Kardeşlik Akdi Ve İki Kavim
Arasında Yeminli Dostluk Ahidleşmesi Babı
68- Gülümseme Ve Gülme(Nin Mübâhlığı) Babı
70- Bâb: El-Hedyu's-Sâlîh Hakkındadır
72- İnsanları Ceza Verme Ve Azarlama İle Karşılamayan
Kimse Bârı
73- Mîtmin Kardeşini Te'vîlsiz Olarak Küfre Nisbet Eden
Kimsenin Kendisi, Dediği Gibidir Babı
75- Allah'ın Emri İçin Öfkelenip Şiddet Göstermenin Caiz
Olacağı Babı
76- Yüce Allah'ın Şu Sözlerinden Dolayı Öfkelenmekten
Sakınmak Babı:
79- Dînde Fakîh Olmak İçin Hakkı Sormaktan Utanılmaması
Babı
81- İnsanlara Yayılıp Güleryüzlü Olmak Babı
84- Konuk Hakkı(Nı Beyân) Babı
86- Konuk İçin Yemek Yapılması Ve Birşeyler Hazırlama
Meşakkatinin Yüklenilmesı Babı
87- Konuk Yanında Öfkelenmenin Ve Sabırsızlık Göstermenin
Mekruh Olması Babı
88- Konuğun Ev Sahibine "Vallahi Sen Yemedikçe
Yemem" Demesi Babı
89- Büyük Olana İkram Etmek, Söze Ve Soru Sormaya Yaşça
Daha Büyük Olan Başlar Babı
90- Şiirden, Recezden Ve Tegannîden Caiz Olacak
Nevi'lerle Bunlardan Mekruh Kılınan Nevi'ler Babı
91- Müşrikleri Şiirle Hicvedip Kötülemek Babı
93- Peygamber(S)'İn "Teribet yemînuki",
'Akra" YE "Halkaa1' Sözleri Babı
94- "Zaamû" Ta'bîri Hakkında Gelen Şey Babı
95- Kişinin "Veyleke" Sözü Hakkında Gelen Şey
Babı
97- Bir Adamın Diğer Birine "Ihse' (= Yıkıl
Git)" Sözü Babı
98- Kişinin Bir Başkasına "Merhaba" Demesi Babı
99- İnsanların Babalarının İsimleri(Ne Nisbetjle
Çağırılmaları Babı
102- Peygamber(S)'İn: "Kerm ancak müfminin
kalbidir3' Sözü Babı
103- İnsanın Başkasına "Babam, Anam Sana Feda
Olsun!" Demesi Babı
104- İnsanın (Sevdiği Kimse İçin): "Allah Beni Senin
Yolunda Feda Etsin" Demesi Babı
105- Azız Ve Celîl Olan Allah'a İsimlerin En Sevgili
Olanı Babı
108- İsmi Daha Güzel Bir İsimle Değiştirmek Babı
109- Peygamberlerin İsimleriyle İsimlendiren Kimse Babı
110- "Velîd" İsmini Vermek (Caizdir) Babı
112- Küçük Çocuğa Ve Henüz Çocuğu Doğmayan Kimseye Künye
Verme(Nin Câizliği) Babı
114- Azîz Ve Celîl Allah'a, Kulların İsimlerinden En
Sevimsiz Olanı Babı
115- Müşrikin Künyesinin Hükmü) Babı
116- Bâb: "Tevriye Ve Kinaye Yoluyla Söylenen
Ta'rîzli Sözler, Yalandan Kurtulmadır"
117- İnsanın Birşey İçin "O Hakk Değildir"
Demeyi Kasdederek. "O Hiçbirşey Değildir" Demesi Babı
118- Gözü Semâya Doğru Yükseltme Babı
119- Bâb: Deynekle Suda Ve Çamurda Çizgiler Çizerek
Tefekkür Edip Düşünen Kimse
120- Elindeki Birşeyle Yerde, Dürtükleyerek Çizgiler
Çizip Düşünen Kimse Babı
122- Parmaklarla Küçük Çakıl Taşı Atmaktan Nehy Babı
123- Aksıran Kimsenin Hamdetmesi Babı
125- Aksırıp Hapşırmaktan Müstehâb Olacak, Esnemekten De
Mekruh Olacak Şey Babı
126- Bâb: Bir Kimse Aksırdığı Zaman Nasıl Teşmît Edilip
Karşılanır?
127- Bâb: Aksıran Kimse Allah'a Hamdetmediği Zaman Duâ
İle Karşılanmaz
128- Bâb: "Bir Kimse Esnediği Zaman, Elini Ağzının
Üzerine Koysun"
Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle
(Edeb
Kitabı) [1]
"Biz insana
ana-babasına güzellik (ve iyilik yapmasını) tavsiye ettik..."
(el-Ankebût: S;
Lııkmân:-14-15; el-Ahkaaf: 15) [2].
1-.......Bize
Şu'be tahdîs edip şöyle dedi: Bana el-Velîd ibn Ayzâr haber verip şöyle dedi:
Ben Ebû Amr eş-Şeybânî'den işittim, şöyle diyordu: Bana şu evin sahibi haber
verdi, dedi de eliyle Abdullah ibn Mes'ûd'un evini işaret etti. O şöyle dedi:
Ben Peygamber(Ş)'e:
— Amellerin hangisi Allah'a daha sevgilidir?
diye sordum.
— "Vaktinde kılınan namazdır"
buyurdu. Abdullah:
— Sonra hangisi? dedi.
— "Sonra ana-babaya iyilik etmektir"
buyurdu. Abdullah:
— Sonra hangisi? dedi.
— "Allah yolunda cihâddır" buyurdu.
İbn Mes'ûd: Bunları
bana Peygamber söyledi, daha fazlasını sor-saydim, elbette bana yine haber
verecekti, dedi [3].
2-.......Bize
Cerîr, Umâre ibnu'l-Ka'kaa ibn Şubrume'den; o da Ebû Zur'a'dan tahdîs etti ki,
Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Ra-sûlulIah(S)'a bir adam geldi de:
— Yâ Rasûlallah! Benim
güzel hizmet ve ülfet etmeme insanlar içinde en lâyık ve en haklı olan kimdir?
diye sordu.
Rasûlullah:
— "Anandır!" diye cevâb verdi,
Ozât-
— Sonra kimdir? dedi.
Rasûlullah:
— "Sonra anandır!" buyurdu.
O zât:
— Sonra kimdir? dedi. Rasûlullah:
— "Sonra anandır!" buyurdu. ;
— Sonra kimdir? deyince (dördüncüde)
Rasûlullah:
— "Sonra babandır!" diye cevâb verdi.
İbnu Şubrume ile Yahya
ibnu Eyyûb: Bize Ebû Zur'a bu hadîsin benzerini tahdîs etti, demişlerdir [4].
3-.......Abdullah
ibn Amr (R) şöyle demiştir: Bir adam Peygamber(S)'e:
— Ben cihâda
gidiyorum, dedi.
Peygamber:
— "Senin anan baban var mı?" diye
sordu. O zât:
— Evet var, dedi. Peygamber:
— "Öyleyse sen
(evvelâ) onların rızâları yolunda çalış! 'buyurdu [5].
4-.......Abdullah
ibn Amr (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S):
— "Büyük günâhların en büyüğünden birisi,
kişinin anasına babasına la'net etmesidir" buyurdu.
Kendisine orada bulunanlar
tarafından:
— Yâ Rasûlallah! İnsan
anasına babasına nasıl la'net eder? denildi.
Rasûlullah:
— "O kimse birisinin babasına söver, o da
karşılık olarak onun babasına söver; yine o kişi birisinin anasına söver, o da
karşılık olarak onun anasına söver" buyurdu [6].
5-.......Bize
İsmâîl ibn İbrâhîm ibn Ukbe tahdîs edip şöyle dedi: Bana Nâfi', İbn
Umer(R)'den haber verdi ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Üç kişi
beraber yürürlerken onları yağmur yakaladı. Hemen dağdaki bir mağaraya meyledip
sığındılar. Akabinde mağaralarının ağzına dağdan büyük bir kaya düşüp
üzerlerine tamamen kapattı. Bunun üzerine onlardan biri diğerlerine:
— Riya ve şöhret isteği
olmaksızın, sırf Allah rızâsı için yapmış olduğunuz amellere bakın da, onları
anmak suretiyle Allah'a dua ediniz. Umulur ki, Allah mağaranın kapısını açar!
dedi.
Bu teklif üzerine
onların biri şu duayı söyledi:
— Yâ Allah! Şu muhakkak ki, benim yaşlı ihtiyar
ana-babam ve küçük çocuklarım vardı. Ben sürü otlatarak onları infâk eder
ge-çindirirdim. Akşamleyin sürüyü otlaktan döndürüp onların yanına getirdiğim
zaman sütü sağar, çocuklarımdan evvel ana-babama süt içirir idim. Şu da
muhakkak ki, bir gün otlak bana uzak oldu da ben
tâ akşam oluncaya
kadar sürüyü getirememiştim. Geç vakit geldiğimde onları uyumuş hâlde
bulmuştum. Sağageldiğim gibi yine sütleri sağdım ve sağdığım sütü kabıyle
getirip baş uçlarında dikildim. Onları uykularından uyandırmayı istemiyordum.
Onlardan önce çocuklarıma süt içirmeyi de istemiyordum. Çocuklar ise
ayaklarımın dibinde açlıktan sızlanıyorlardı. İşte o gecefecr doğuncaya kadar
benim hâlim böyle dikilmekle, onların hâli de uyumakla devam etti. Şübhesiz
Sen bilmektesin ki, ben bunu sırfSen'in rızânı istemek için yapmıştım. Bundan
ötürü bizim için bir yarık aç da, biz oradan semâyı görelim! diye duâ etti.
Allah onlara semâyı
görecekleri kadar bir yarık açtı.
İkincileri de şöyle
duâ etti:
— Yâ Allah! Şu muhakkak ki, benim bir amca
kızım vardı. Ben onu erkeklerin kadınları sevmekte oldukları sevginin en
şiddetlisi ile seviyordum. Bir kenesinde ondan nefsini istedim. O:
— Yüz dînâr getirmedikçe olmaz! diye dayattı.
Ben bu parayı kazanmak
için çalıştım, nihayet yüz dînârı topladım. Sonunda amcamın kızına buyuz dînâr
ile kavuştum. İki bacağı arasına oturduğum zaman o:
— Ey Allah'ın kulu!
Allah'tan kork! Yaratıcı kudretin bekâret mührünü (nikâh hakkını yerine
getirmeden) açma! dedi.
Ben de (onu çok
sevdiğim hâlde) bu sözü üzerine kendisinden kalkıp ayrıldım. Allah'ım, Sen
şübhesiz bilmektesin ki, ben bunu sırf Sen'in rızânı aramak için yapmıştım.
Bunun hatırına buradan bizim için bir yarık aç! dedi.
Allah onlar için biraz
daha açtı.
Üçüncüleri de şöyle
dedi:
— Allah'ım, ben onaltı
rıtl olan bir far ak ölçeği pirinç mukaa-bilinde bir işçiyi ücretle tutmuştum.
O işçi işini bitirdiği zaman:
— Bana hakkım olan
ücretimi ver! dedi.
Ben de ona hakkı olan
ücreti arzettim. Fakat işçi ücretini bıraktı ve uzaklaşıp gitti. Ben de onun
pirincini her sene tekrar tekrar ekip çoğalttım, nihayet onun parasıyle bir
sürü sığır topladım, bir de çoban tuttum. Bir müddet sonra o işçi bana geldi
de:
— Allah'tan kork, bana
zulmetme, hakkımı bana ver! dedi. Ben de ona:
— Git şu görünen sığırları ve çobanı al, dedim.
O:
— Allah'tan kork,
benimle alay etme! dedi. Ben ona:
— Ben seninle alay
etmiyorum, bu sığırları ve çobanlarını al! dedim.
O da bunları alıp
gitti. Sen şübhesiz bilmektesin ki, ben bu işi sırf Sen 'in rızânı istemek için
yapmıştım. Bunun hatırına kayanın kalan kısmını da aç! dedi.
Allah da onlardan
kayayı açıp kurtardı" [7].
Bunu Abdullah ibn
Utner (veya Amr), Peygamber(S)'den olmak üzere söylemiştir [8].
6-.......Bize
Şeybân, Mansûr'dan; o da el-Müseyyeb'den; o da Verrâd'dan; o da el-Mugîre'den
tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Şübhesiz Allah sizlere analara isyanı,
verilecek borcun men' edilip verilmemesini, verilmeyen birşeyin alınmasını,
kız çocuklarını diri diri gömmeyi haram kıldı. Ve yine Allah sizler için
dedikoduyu, çok soru sormayı ve mal zayi' etmeyi kerîh gördü" buyurmuştur
[9].
7-.......Ebû
Bekre (Nufey' -R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S):
— "Büyük günâhların en büyüğünü size haber
vereyim mi?" buyurdu.
Biz sahâbîler:
— Evet haber ver yâ
Rasûlallah! dedik. Rasûlullah:
— "Allah 'a ortak koşmak, anaya-babaya
isyan ve ezâ etmektir" buyurdu.
Ve dayanmakta iken
oturdu da:
— "İyi dinleyin! Bir de yalan söz ve yalan
şâhidliğidir. Dikkat edin, bir de yalan söz ve yalan şâhidliğidir/"buyurdu
ve bu sözü durmadan tekrar tekrar söylüyordu.
(Ebû Bekre dedi ki:)
Hattâ ben: Rasûlullah susmayacak, dedim.
8-.......Bize
Şu'be tahdîs edip şöyle dedi: Bana Ubeydullah ibnu Ebî Bekr tahdîs edip şöyle
dedi: Ben Enes ibn Mâlik(R)'ten işit-1 tim, şöyle dedi: Rasûlullah (S) büyük
günâhları zikretti yâhud kendisine büyük günâhlardan soruldu da:
— "Allah'a ortak tanımak, insan öldürmek,
ana-babaya isyan ve ezâ etmektir" buyurdu ve şunu ilâve etti:
— "Dikkat edin! Size büyük günâhlardan en
büyüğünü haber, veriyorum: Yalan söylemektir -yahufr.Yalan
şâhidliğiyapmaktır-" buyurdu.
Şu'be (geçen senedle):
En büyük zannım O'nun "Yalana şâhidliğidir" demiş olmasıdır, dedi [10].
9-.......Ebû
Bekr'in kızı Esma (R) haber verip şöyle demiştir:
Peygamber (S)
zamanında annem beni özleyerek ziyaretime gelmişti. Ben Peygamber'e:
— Anamla ilgilenip onu
kabul edeyim mi? diye sordum. Peygamber:
— "Evet (onunla ilgilenip iyilik
eyle)/" buyurdu.
Râvî Sufyân ibn Uyeyne
dedi ki: Yüce Allah o kadın hakkında şu âyeti indirmiştir: "Sizinle dîn
hususunda muharebe etmemiş, sizi yurtlarınızdan da çıkarmamış olanlara iyilik,
onlara adaletle muamele etmenizden Allah sizi men' etmez. Çünkü Allah adalet
yapanları sever" (el-Mumtehme: 8) [11].
Ve el-Leys şöyle dedi:
Bana Hişâm, Urve'den
tahdîs etti ki, Esma şöyle demiştir: Kureyş'in ahdi ve onların barış için
ta'yîn etmiş oldukları müddetleri içinde annem bir müşrike olduğu hâlde bana
ziyarete gelmişti. O zaman Kureyşliler Esmâ'nın annesinin babası beraberinde Peygamber
ile muharebeyi bırakıp barış anlaşması yapmışlardı. Annem gelince ben
Peygamberden fetva istedim ve: Annem arzu ederek -yâhud İslâm'ı istemediği
hâlde- bana geldi (onu kabul edeyim mi)? dedim. Peygamber: "Evet (ananla
ilgilenip ona iyilik eyle) buyurdu [12].
10-.......Bize
el-Leys, Ukayl'den; o da İbn Şihâb'dan; o daUbeydullah ibn Abdillah'tan tahdîs
etti ki, ona da İbn Abbâs haber vermiş; ona da Ebû Sufyân şöyle haber
vermiştir: Hırakl, Ebû Sufyân'a1 haber gönderip huzuruna çağırtmış ve
Peygamber'i kasdederek:
— O sizlere ne emrediyor? diye sormuş. Ebû
Sufyân da:
— O bize (yalnız
Allah'a ibâdet ediniz, hiçbirşeyi O'na ortak etmeyiniz, dedelerinizin ibâdet
ettiğini terkediniz diyor), namaz kılmayı, sadaka vermeyi, iffetli olmayı;
hısımlarla irtibatı devam ettirip onlara iyilik yapmayı emrediyor, demiştir [13].
11-.......
Bize Abdullah ibn Dînâr tahdîs edip şöyle dedi: Ben İbn Umer(R)'den işittim,
şöyle diyordu: Umer, ipekten bir takım elbisenin satılmakta olduğunu gördü ve:
— Yâ Rasûlallah! Bu
takım elbiseyi satın al da onu cumua günleri ve Sana sefaret hey'etleri
geldiği zamanlarda giy! dedi.
Rasûlullah:
— "Bunu ancak âhiretten nasibi olmayan
kimse giyer" buyurdu.
Sonra Peygamber'e bu
cinsten birçok takım elbiseler getirildi. O da Umer'e bunlardan bir takım
yolladı. Bunun üzerine Umer:
— Bu ipek hülle
hakkında daha önce söylemiş olduğun sözleri söylediğin hâlde, ben bu takım
elbiseyi nasıl giyerim? dedi.
Peygamber (S):
— "Ben bunu sana
giyesin diye vermedim, lâkin sen onu satarsın yâhud da başka bir kimseye verir
giydirirsin" buyurdu.
Umer ibnu'l-Hattâb da
bu takım elbiseyi Mekke ahâlîsinden ve henüz İslâm'a girmemiş olan bir
kardeşine yolladı [14].
12-.......
Buradaki üç senedden birinde: Bize İbnu Usmân ibn Abdillah ibn Vehb ve onun
babası Usmân ibnu Abdiîlah tahdîs ettiler ki, bu ikisi Mûsâ ibn Talha'dan; o
da Ebû Eyyûb el-Ensârî(R)'den şöyle işitmişlerdir: Bir adam:
— Yâ Rasûlallah! Bana,
beni cennete girdirecek bir amel haber ver! dedi.
Oradaki topluluk:
— Buna ne oluyor ki, bunun ne dileği var ki?
dediler. Rasülullah:
— "Onun bir haceti vardır, nesi
olacak!" buyurdu; soran kimseye karşı da Peygamber (S) şöyle cevâb verdi;
— "Kendisine hiçbirşeyi ortak kılmayarak
Allah 'a ibâdet edersin, namazı devamlı ayakta tutarsın, zekâtı verirsin,
hısımlara bağlılık ve ilgiyi ekler durursun. Artık bineğini bırak, menziline
doğru yürüsün!" buyurdu.
Râvî: O adam binek
devesi üzerinde bulunmuş gibidir, demiştir [15]
13-.......Cubeyr
ibn Mut'un (R)Peygamber(S)'den "Hısımlarla ilgilenmeyi kesen (ve bunu
halâl sayan) kimse cennete girmez'''buyururken işittiğini haber vermiştir.
14-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Ben RasûluIlah(S)'tan işittim, şöyle buyuruyordu:
"Her kimi rızkında kendisi lehine bol-latma yapılması ve ecelinde yine
kendi lehine geri bırakılma yapılması sevindirirse, o kimse hısımlarıyle
ilgilenip hısımlık bağını ekleyip dursun."
15-.......İbn
Şihâb şöyle dedi: Bana Enes ibn Malik (R) haber verdi ki, Rasûlullah (S):
"Her kim ki, rızkında bollatmayapılmasını ve ecelinde kendisi lehine geri
bırakma yapılmasını arzu ederse, o kimse hısımlarıyle ilgilenip hısımlık bağını
ekleyip dursun!" buyurmuştur [16].
16-.......Bize
Muâviye ibnu Ebî Muzerrid haber verip şöyle dedi: Ben amcam Saîd ibn Yesâr'dan
işittim, o Ebû Hureyre(R)'den tah-dîs ediyordu ki, Peygamber (S) şöyle
buyurmuştur:
— "Yüce Allah yaratacağı mahlûkların ne
hâl üzere bulunacaklarını takdir edip de onlara âid kazayı tamamladığı zaman,
rahim yâni hısımlık:
— (Yâ Rabb!) Burası
akrabalık münâsebetlerini kesmekten Sana sığınanların makaamıdır, dedi.
Allah:
— Evet öyledir. Sen,
seninle bağlılığını muhafaza edenlere benim iyiliği ekleyip durmama; senden
ilgiyi kesenlerden benim de ihsanı kesmeme razı olmaz mısın? buyurdu.
Hısımlık:
— Evet razı olurum,
diye cevâb verdi. Yüce Allah:
— Bu hüküm sana
mahsûstur, buyurdu."
Bundan sonra
Rasûlullah (hısımlarla ilgiyi kesenlerin Allah'ın rahmetinden mahrum
olacaklarını beyân sadedinde):
— "İsterseniz şu âyetleri okuyunuz"
buyurdu: "Demek idareyi ve hâkimiyeti ele alırsanız hemen yeryüzünde fesâd
çıkaracak, akrabalık münâsebetlerim bile parçalayıp keseceksiniz öyle mi?
Onlar öyle kimselerdir ki, Allah kendilerini rahmetinden tardetmiş de duygularını
almış ve gözlerini kör eylemiştir. Öyle olmasa Kur 'ân'/ tedebbür etmezler mi?
Yoksa kalbler üzerinde üstüste kilitler mi var?" (Muhammed: 22-23) [17].
17-.......Bize
Abdullah ibn Dînâr, Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle
buyurmuştur: "Rahm (adı ki, karın yakınlığı, hısımlıktır) Rahman
(\$>mm)dan alınmıştır. (Bu rahm yakınlığı) sık ağaçların birbirine sarılmış
kökleri gibidir. Allah Taâlâ buyurdu ki: Ey rahm karabeti! Her kim sana bağlı
bulunur (hısımlık bağını ekler) durursa, ben de ona rahmetimi ekler dururum,
kim de seninle münâsebetini keserse, ben de ona rahmetimi keserim!"
18-.......Bize
Süleyman ibn Bilâl tahdîs edip şöyle dedi: Bana Muâviye ibnu Ebî Muzerrid,
Yezîd ibn Rûmân'dan; o da Urve'den; o da Peygamber(S)'in zevcesi Âişe(R)'den
haber verdi ki, Peygamber (S): "Rahm, sık ağaçların birbirine sarılmış
kökleri gibidir. Kim onunla ilgili ekler durursa, ben de ona ihsanı ekler
dururum; kim de onunla ilgiyi keserse, ben de ondan ihsanı keserim"
buyurmuştur [18].
19- Bize Amr
ibn Abbâs tahdîs etti. Bize Muhammed ibn Ca'fer tahdîs etti. Bize Şu'be, İsmâîl
ibn Ebî Hâlid'den; o da Kays ibn Ebî Hâzım'dan tahdîs etti ki, Amr ibnuJl-Âs
(R) şöyle demiştir: Ben Pey-gamber(S)'den gizli değil, açık olarak şöyle
buyururken işittim: "Ebû Fulân'ın ailesi... -Buhârî'nin şeyhi Amr ibn
Abbâs: Muhammed ibn Ca'fer'in kitabında burada yazılmamış bir beyaz yer vardır,
demiştir-benim velîlerim değillerdir. Benim velîm ancak Allah'tır ve sâlih
mü'-minlerdir".
Anbesetu'bnu
Abdilvâhid, Beyân ibn Bişr el-Ahmesî'den; o da Kays ibn Hâzım'dan şunu ziyâde
etti: Amr ibnu'1-Âs: Ben Pey-gamber'den işittim: "Lâkin babamın
hısımlarının hısımlık hakları vardır ki, ben onun ıslaklığı ile bu hısımlığı
ıslatır durumun, yânî hısımlık bağını ekler dururum" buyurdu.
Ebû Abdillah el-Buhârî
dedi ki: Bu kelime "Bi-bilâhâ" şeklinde de vâki' oldu. Ve
"Bilâlihâ" şekli daha iyi ve daha sahîhtir. Ve "Bilâ-hâ"
kelimesi için bir vecih tanımıyorum [19].
20-.......Bize
Sufyân (es-Sevrî), el-A'meş'ten; el-Hasen ibn Amr'dan; Fıtr ibn Halîfe'den;
onlar da Mucâhid ibn Cebr'den; o da Abdullah ibn Amr'dan haber verdi. Sufyân:
Bu hadîsi el-A'meş, Peygamber'e yükseltmedi; bunu el-Hasen ile Fıtr,
Peygamber'e yükselttiler. Peygamber(S) şöyle buyurmuştur: "Misliyle
bil-mukaabele ihsan eden kişi hısımlara hakîkî sıla-i rahim etmiş değildir.
Lâkin hakîkî sılacı, kendisinden akrabalık sıla ve ihsanı kesildiği hâlde, sıla
ve ihsanda bulunan kimsedir" [21].
21- Bize
Ebû'l-Yemân tahdîs etti. Bize Şuayb haber verdi ki, ez-Zuhrî şöyle demiştir:
Bana Urve ibnu'z-Zubeyr haber verdi ki, ona da Hakîm ibn Hızâm şöyle haber
vermiştir: Hakim:
— Yâ Rasûlallah! Bana
birtakım işlerin hükmünden haber verir misin? Ben Câhiliyet devrinde hısımlarla
ilgilenme, köle âzâd etme, sadaka verme nev'inden birtakım ibâdetler işlerdim.
Bu ibâdetlerde benim için ecir ve sevâb var mıdır? diye sordu.
Hakîm dedi ki:
Rasûlullah (S):
— "Sen mazideki hayırlarının hasenelerini
kazanarak müslümân oldun" buyurdu.
(el-Buhârî dedi ki:)
Ve yine Ebû'l-Yemân'dan (iki noktalı te ile) "Etehannetu" şeklinde de
söyleniyor. Ma'mer ibn Râşid, Salih ibn Keysân ve İbnu'l-Musâfir, üç noktalı
harf ile "Etehannesu" şeklinde söylediler. İbnu İshâk
(es-Sîretu'n-Nebeviyye'de): "et-Tehan-nus", "et-Teberrur"
yânî "Tâat ve inkıyâd eylemek" ma'nâsınadır, demiştir.
"Tehannus"un "Teberrür" ile tefsiri hususunda yukarıdaki üç
isme Hişâm da babası Urve'den olmak üzere mutâbaat etmiştir [22].
22-.......Hâlid
ibn Saîd'in kızı Ümmü Hâlid şöyle demiştir: Ben (çocukluğumda) babamla beraber
üzerimde sarı renkli bir gömlek giyimli olarak Rasûlullah'ın huzuruna
gelmiştim. Rasûlullah (S):
— "Seneh, seneh ( = Güzel, güzel)"
buyurdu.
— Râvî Abdullah ibn
Mübarek: "Seneh", Habeş dilinde "Hase-ne ( = Güzel şey)"
ma'nâsmadır, dedi.-
Ümmü Hâlid devamla
şöyle dedi: Bu sırada ben (Rasûlullah'ın iki küreği arasındaki keklik yumurtası
büyüklüğünde bulunan) Peygamberlik Mührü (denilen et beni) ile oynamağa
başladım, babam beni azarlayıp bundan men' etti de Rasûlullah babama:
— "Çocuğu kendi hâline bırak!"
buyurdu. Sonra Rasûlullah bana da üç defa:
— "(Çocuğum çok yaşa da) gömleğini
(sağlıkla giy) eskit, yırt (yenisini giy)! Sonra yine eskit, yırt! Sonra yine
eskit, yırt!'' buyurdu.
Hadîsin râvîsi
Abdullah ibnu'l-Mubârek: Ümmü Hâlid çok za-' mân yaşadı, demiş; Ümmü Hâlid'in
yâhud gömleğin uzun zaman kaldığını zikretmiştir[23].
Sabit ibn Eşlem
el-Bunânî, Enes'ten: Peygamber (S), oğlu İbrahim'i kucağına aldı, onu öptü ve
kokladı, diye söylemiştir [24].
23-.......
İbnu Ebî Nu'm şöyle demiştir: Ben İbn Umer'in yanında hazır bulunuyordum. Bir
adam ona sivrisineğin kanının hükmünü sordu. İbn Umer ona:
— Sen hangi beldedensin? dedi.
Adam:
— Ben Irak ehlindenim, dedi. İbn Umer (hazır
bulunanlara):
— Şu adama bakın! Bana
sivrisineğin kanından soruyor! Hâlbuki bu Iraklılar vaktiyle Peygamber'in
torununu öldürmüşlerdi. Ben Peygamber(S)'den işittim, O: "Bu iki torunum,
benim dünyâdan öpüp kokladığım iki reyhânımdır" buyuruyordu, dedi.
24-.......Peygamber'in
zevcesi Âişe (R) tahdîs edip şöyle dedi:
Bir kerre yanında
kendisine âid iki kız çocuğu bulunan bir kadın bana geldi, benden birşey
vermemi istiyordu. Fakat o sırada benim yanımda bir tek hurmadan başka birşey
bulamadı. Ben o tek hurmayı kadına verdim. Kadın onu iki kızı arasında taksim
etti. Sonra kalktı ve çıkıp gitti. Akabinde Peygamber içeri girdi, ben
kendisine kadının yaptığını söyledim. Peygamber (S): "Her kim bu kız
çocuklarından herhangi birşeye (bakıma, terbiyeye) velayet eder ve onlara
iyilik edip güzel muamelede bulunursa, o kız çocukları kendisi için cehennem
ateşinden koruyan bir perde olurlar" buyurdu [25].
25-.......Ebû
Katâde (el-Hâris ibn Rıb'î el-Ensârî -R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bizim
yanımıza çıktı, omuzu üzerinde damadı Ebû'I-Âs ibnu'r-Rabî' ibn Abdişşems ile
kızı Zeyneb'den olma kız torunu Umâme vardı. Peygamber bu Ebû'l-Âs kızı
Umâme'yi taşıyarak namaz kıldırdı. Rukû'a vardığı zaman onu yere kor, rukû'dan
başını kaldırdığı zaman onu yerden tekrar kaldırır idi [26]
26-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S) torunu el-
Hasen ibn Alî'yi öptü,
o sırada yanında el-Akra' ibn Habis et-Temîmî oturmakta idi. el-Akra':
— Benim on tane
çoeuğum vardır, onlardan hiçbirini öpmedim, dedi.
Rasûlullah ona doğru
baktı, sonra da:
— "Merhamet etmeyen merhamet olunmaz"
buyurdu.
27-.......Âişe
(R) şöyle dedi: Peygamber'e bedevî bir Arab geldi de:
— (Yâ Rasûlallah!)
Sizler çocukları öper (sever) misiniz? Biz çocuklarımızı öpüp okşamayız, dedi.
Peygamber (S):
— "Allah senin gönlünden merhamet ve
şefkati çekip çıkarmıştır. Ben senin için neye mâlik olabilirim (yânî ne
yapabilirim) ?" diye cevâb verdi.
28-.......
Bana Zeyd ibn Eşlem, babası Eslem'den; o da Umer ibnu'l-Hattâb(R)'dan şöyle
tahdîs etti: Peygamber(S)'in huzuruna (Havâzin kabilesinden) birtakım esirler
gelmişti. Bunların içinde emzikli bir kadın vardı. (Çocuğunu kaybetmişti.) O
kadın göğsüne biriken sütü sağıyor, çocuklara veriyor, emziriyordu. Bu kadın
esirler arasında çocuğu(nu) bulunca hemen alıp onu sinesine bastı ve (derin bir
şefkatle) çocuğunu emzirmeye başladı. Bu yüksek şefkat levhasını görünce
Peygamber bize:
— "Şu kadının kendi çocuğunu ateşe
atacağını sanır mısınız?" dedi.
Biz de:
— Hayır, atmamağa muktedir oldukça atmaz!
dedik. Peygamber (S):
— "İşte Yüce Allah kullarına bu kadının
çocuğuna şefkatinden daha merhametlidir" buyurdu [27].
29-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah(S)'tan işittim, şöyle buyuruyordu:
"Allah Taâlâ rahmetini yüz parça yaptı da doksandokuz parçasını kendi
yanında tuttu, bir parçasını yeryüzüne indirdi. îşte bu bir parça rahmet
sebebiyle bütün mahlûklar birbirine acırlar (sevişirler). Hattâ kısrak
(yavrusunu emzirirken) dokunur korkusuyla bir ayağının tırnağını yukarı kaldırır"
[28].
30-.......Abdullah
ibn Meş'ûd (R) şöyle demiştir: Ben:
— Yâ Rasûlallah! Hangi
günâh en büyüktür? diye sordum. Rasûlullah:
— "Allah seni yarattığı hâlde, senin Allah
için bir benzer uydurman-dır" buyurdu.
Sonra İbn Mes'ûd:
— Bundan sonra hangisi (büyüktür)? dedi.
Rasûlullah:
— "Seninle beraber yemek yemesinden
korkarak çocuğunu öldür-mendir" buyurdu.
İbn Mes'ûd:
— Bundan sonra hangisi (büyüktür)? dedi.
Rasûlullah (S):
— "Komşunun kadını ile zina
edişmendir" buyurdu.
Ve Yüce Allah,
Peygamberinin sözünü tasdîk için şu âyeti indirdi: "Onlar ki, Allah 'm
yanma başka bir tanrı daha (katıp) tapmazlar. Allah 'in haram kıldığı cana
haksız yere kıymazlar, zina etmezler. Kim bunlar(dan birini) yaparsa cezaya
çarpar. Kıyamet gününde de azabı katmerleşir ve o azabın içinde hor ve hakîr
ebedî bırakılır" (ei-
Furkaan:68-69) [29].
31-.......Hişâm
şöyle demiştir: Bana babam ürve, Âişe(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S)
küçük bir çocuğu kucağına koyup onun damağını çiğnenmiş bir şeyle ovalarken,
çocuk Peygamber'in üstüne işemiş, Peygamber su isteyip sidiğin üzerine suyu
akıtmıştır [30].
32-.......Bize
el-Mu'temir İbnu Süleyman tahdîs etti. O, babası Süleyman ibn Tarhân
et-Teymî'den tahdîs ediyordu. Süleyman şöyle demiştir: Ben Ebû Temîme Tariften
işittim, o Ebû Usmân en-Nehdî'den tahdîs ediyordu. Ebû Temîme'ye de Ebû Usmân
en-Nehdî, Usâme ibn Zeyd(R)'den tahdîs ediyordu (ki o şöyle demiştir): Rasûlullah
(S) beni alır, dizi üzerine oturturdu, Hasen'i de öbür dizine oturturdu. Sonra
bizi göğsüne basar, sonra da:
— "Allah'ım, bu
ikisine rahmet (ve saadet) ihsan eyle! Çünkü ben bunlara rahmet (hayır ve
saadet) diliyorum!" derdi.
(el-Buhârî şöyle
dedi:) Ve Alî ibnu'l-Medînî'den (o şöyle dedi): Bize Yahya ibn Saîd el-Kattân
tahdîs edip şöyle dedi: Bize Süleyman ibn Tarhân, Ebû Usmân'dan tahdîs etti.
et-Teymî Süleyman ibn Tarhân (geçen senedle) şöyle dedi: Bana bu hadîsi Ebû
Temîme tahdîs ettiği zaman gönlüme bundan bir şübhe düştü: Acaba ben bunu Ebû
Temîme'den; o da Ebû Usmân en-Nehdî'den mi, yâhud vasıtasız olarak doğrudan
Ebû Usmân'dan mı işittim? Kendi kendime: Ben bu hadîsi şöyle şöyle, yânî pekçok
tahdîs ettim, fakat ben bunu Ebû Usmân'dan işitmedim, dedim. Bir de kitabıma
baktım ve bu hadîsi yanımdaki kitâbda Ebû Usmân'dan işitmiş olduğum hadîsler
içinde yazılmış olarak buldum. Böylece hatırlamasa da onun yazısına dayanarak
benden şübhe etti [31].
33-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Ben hiçbir kadına karşı Hadîce'ye karşı kıskançlığım
derecesinde kıskanç değildim. Hâlbuki ye-mîn olsun Hadîce, benim Peygamber'Ie
evlenmemden üç sene önce vefat etmişti. Hadîce'yi kıskanmamın sebebi şunlardır:
Ben Peygam-ber'den onu sık sık anarken işitirdim. Rabb'i Peygamber'e Hadîce'yi
cennette inciden yapılmış (gürültüsüz, yorgunluksuz) bir ev ile müjdelemesini
emretmiştir. Bir de Rasûlullah koyun keserdi de sonra onun etinden Hadîce'nin
sâdık kadın dostlarına hediye ederdi [32].
34-.......Ebû Hazım
tahdîs edip şöyle demiştir: Ben Sehl ibn Sa'd(R)'dan işittim, Peygamber(S):
"Ben, yetim işine bakan kimse ile beraber cennette şöyle bulunacağız"
buyurmuş da şehâdet parmağı ve orta parmağı ile işaret edip göstermiştir [33].
35-.......
Bana Mâlik, Safvân ibn Suleym'den tahdîs etti ki, o hadîsi Peygamber'e
yükseltiyordu. Peygamber (S): "Dul kadınların ve bir günlük yiyeceği
olmayan fakirlerin nafakalarını kazanmaya koşan müslümân, Allah yolunda harb
eden mücâhid gibidir, yâhud gündüz oruç tutan ve gece nafile namazı kılan
kimse gibidir" buyurmuştur.
36- Bize
İsmâîl tahdîs edip şöyle dedi: Bana İmâm Mâlik, Sevr ibn Zeyd ed-Dîlî'den; o da
İbnu Mutî'in âzâdlısı Ebû'l-Gays'ten; o da Ebû Hureyre'den; o da
Peygamber(S)'den geçen hadîsini benzerini tahdîs etti [34].
37-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Dul kadınların
ve bir günlük yiyeceği olmayan fakirlerin nafakalarını kazanmaya koşan kimse
(sevâbda) Allah yolunda harb eden mücâhid gibidir."
- Buhârî'nin şeyhi
Abdullah el-Ka'nebî: İmâm Mâlik'in şöyle dediğini sanıyorum diye gelerek
ibareyi şekk ile söylemiştir:- "O kimse, hiç gevşemeden, zayıflamadan
geceleyin teheccüd namazı kılan kimse gibidir ve hiç iftar etmeden nafile orucu
tutan kimse gibidir" [35].
38-.......Mâlik
ibnu'I-Huveyris (R) şöyle demiştir: Bizler yaşça birbirine yakın gençler
topluluğu olarak Peygamber(S)'e geldik ve O'-nun yanında yirmi gece kaldık.
Peygamber bizim ailelerimizi özlediğimizi anladı da geride kimleri
bıraktığımızı bize sordu, biz de kendisine haber verdik. Peygamber gayet ince
yürekli, hassas ve çok merhametli idi. Bize:
— "Haydin (kendi
ailelerinizin yanma) dönünüz, onlara (dîni) öğretiniz, söyleyecek şeyleri
onlara söyleyip emrediniz. Beni nasıl namaz kılar gördüyseniz, öylece namaz
kılınız. Namaz vakti geldiğinde içinizden biri size ezan okusun, en büyüğünüz
de size imâm olsun" buyurdu [36].
39-.......Bana
İmâm Mâlik, Ebû Bekr el-Mahzûmî'nin âzâdlısı olan Sumeyy'den; o da Ebû
Salih'ten; o da Ebû Hureyre(R)'den şöyle tahdîs etti: Rasûlullah (S) şöyle
buyurdu: "Bir adam bir yolda yürüyüp giderken susuzluğu arttı. Orada bir
kuyu buldu ve hemen o kuyuya inip suyundan içti. Sonra çıktı. Adam orada bir
köpekle karşılaştı ki, hayvan susuzluktan dilini çıkarıp soluyor, yaş toprağı
yalıyordu. Bu yolcu (kendi kendine):
— Yemtn olsun bana ulaşan susuzluğun benzeri
şiddetli bir susuzluk bu hayvana da ulaşmış, dedi (hayvana acıdı).
Sonra kuyuya indî de
ayakkabısının içine su doldurdu. Sonra kuyudan çıkarmak için ayakkabısını
ağzıyle tuttu, onu dışarı çıkarıp köpeği suladı. Bundan dolayı Allah o kula
mükâfat verdi ve onun günâhlarını mağfiret eyledi."
Sahâbîler:
— Yâ Rasûlallah!
Hayvanları sulamakta bize ecir var mıdır? dediler.
Rasûlullah:
— "(Evet, kendisinde hayât olan) her yaş
ciğeri sulamakta ecir vardır" buyurdu [37].
40-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) kalkıp namaza durmuştu. Biz de
O'nunla beraber namaza durmuştuk. (Câhil) Bedevî bir Arab namaz içinde iken:
— Allah'ım, bana ve
Muhammed'e rahmetini ihsan et, bizden başka hiç kimseye rahmet etme! diye duâ
etti.
Peygamber selâm
verince o bedevî Arab'a hitaben:
— "Sen genişi (yânı Allah'ın geniş
rahmetini) daralttın/" buyurdu.
Peygamber bu sözüyle
"Benim rahmetim ise herşeyi kuşatmıştır... " (ei-A'râf:i56) kavlinde
zikredilen Allah'ın geniş rahmetini kasde-diyordu [38].
41-.......en-Nu'mân
ibn Beşîr (R) şöyle diyordu: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Bütün
mü'minleri birbirlerine merhamette, mahab-bette, lütuf ta ve yardımlaşma
hususlarında sanki bir vücûd misâli görürsün I O vücûdun bir organı
hastalanınca, vücûdun diğer kısımları birbirlerini hasta organın elemine
-uykusuzlukla harekete- ortak olmaya çağırırlar."
42-....... Bize Ebû Avâne, Katâde'den; o da Enes ibn
Mâlik(R)'ten tahdîs etti ki, Peygamber (S): "İslâm camiasından bir
müs-lümân bir ağaç diker de onun mahsûlünden bir insan, yâhud bir hayvan yerse,
muhakkak o yenilen şey, ağacı diken kimse için bir sadaka olur".
43-.......
Zeyd ibn Vehb tahdîs edip şöyle demiştir: Ben Cerîr ibn Abdillah
el-Bece!î(R)'den işittim, Peygamber (S): "Merhamet etmeyen kimseye merhamet
olunmaz" buyurmuştur [39].
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli:
"Allah'a ibâdet
edin, O'na hiçbirşeyi ortak tutmayın. Anaya, babaya, hısımlara, yetimlere,
yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa,
sağ elinizin mâlik olduğu kimselere (hizmetçilerinize) iyilik edin. Allah,
kendini beğenen ve dâima böbürlenen kimseyi sevmez9' (en-Nisâ: 36).
44-.......
Yahya ibn Saîd şöyle demiştir: Bana Ebû Bekr ibnu Muhammed, Urve'den; o da
Âişe(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S): "Cibril hiç durmadan komşu
hakkına hürmet olunmasını bana vasiyyeî ederdi. (Bu vasiyyeti o kadar çok
yapmıştı ki) hattâ ben yakında Cibril (Allah'ın emriyle) komşuyu komşuya
mirasçı yapacak sandım" buyurmuştur [41].
45-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S):
"Cibril bana
komşu hakkına hürmet etmeyi o kadar devamlı tavsiye etti ki, nihayet ben onun
yakında (Allah'ın emriyle) komşuyu komşuya mirasçı yapacağını zannettim"
buyurdu.
Yûbıkhunne",
MYuhIikhunne( = Onları helak eder)"; "Mevbıkan", "Mehliken (
= Helak yeri)" ma'nâsınadır [42].
46- Bize
Âsim ibn Alî tahdîs etti. Bize İbnu Ebî Zi'b, Saîd'den; o da Ebû Şurayh'ten
tahdîs etti ki, Peygamber (S) arka arkaya üç kerre:
— "Vallahi îmân etmiş olmaz, vallahi îmân
etmiş olmaz, vallahi îmân etmiş olmaz!" buyurdu.
(Mecliste hazır
bulunanlar tarafından:)
— Yâ Rasûlallah! Bu
îmân etmiş olmayan kimdir? diye soruldu.
Rasûlullah:
— "Komşusu zulümlerinden, şerrlerinden
emîn olmayan kimsedir" diye cevâb verdi [43].
Bu hadîsi İbn Ebî
Zi'b'den rivayet etmekte Şebâbe ibnu Sevâr ile Esed İbnu Mûsâ, Âsim ibnu Alî'ye
mutâbaat etmişlerdir.
Humeyd ibnu'l-Esved,
Usmân ibnu Umer, Ebû Bekr ibnu Ayyaş, Şuayb ibnu İshâk dörtlüsü de İbn Ebî
Zi'b'den; o da el-Makburî'-den; o da Ebû Hureyre'den senediyle söylediler [44].
"Hiçbir komşu
kadın, sakın komşusunun hediyesini hor görmesin".
47-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S): "Ey müslümân kadınlar! Komşu
bir kadın, kadın komşusunun hediyesini, hediye bir koyun ayağı olsa bile sakın
küçük görmesin!" buyururdu [45].
"Allah'a ve son
güne îmân etmekte olan kimse komşusuna eza etmesin".
48-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Allah'a ve son
güne îmân etmekte olan kimse komşusuna eza etmesin. Yine Allah 'a ve son güne
îmân etmekte olan kimse konuklarına ikram etsin. Yine Allah 'a ve son güne îmân
etmekte olan her kişi hayır söylesin yâhud sussun."
49-.......
Bize el-Leys tahdîs edip şöyle dedi: Bana Saîd el-Makburî tahdîs etti. Ebû
Şurayh el-Adevî şöyle demiştir: Peygamber bu hadîsi tekellüm ederken sesini iki
kulağım işitti, yüzünü de iki gözüm gördü. Peygamber (S):
— "Allah'a ve son güne îmân etmekte olan,
komşusuna ikram etsin; Allah'a ve son güne îmân etmekte olan kimse, konuğuna
caizesini ikram etsin" buyurdu.
— Yâ Rasûlallah,
konuğun caizesi (gelip geçicisi) nedir? dedi.
— "Onun caizesi bir gün ve bir gecedir.
Ziyafet, yânı konukluk ise üç gündür. Üç günden sonraki ikram ise ona
sadakadır. Her kim Allah'a ve son güne îmân etmekte ise ya hayır söylesin yâhud
sussun!" buyurdu. [46].
50-.......
Âişe (R) şöyle demiştir: Ben:
— Yâ Rasûlallah! Benim
iki komşum var. (Hediye vermek istediğimde) hediyemi bunlardan hangisine önce
vereyim? diye sordum.
Rasûlullah (S):
— "Kapısı sana en yakın olan komşuna
ver!" buyurdu [47].
"Her ma'rûf (yânî
her iyilik) sadakadır".
51-.......Bize
Ebû Gassântahdîs edip şöyle dedi: BanaMuhammed ibnu'l-Munkedir, Câbir ibn
Abdillah(R)'tan tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Her ma'rûf
sadakadır" buyurmuştur [48].
52-.......Ebû
Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle demiştir: Peygamber (S):
— "Her müslümân
üzerine sadaka vermek vâcibdir" buyurdu. Sahâbîler:.
— Sadaka verecek birşey bulamazsa (ne yapar)?
dediler. Peygamber:
— "Elleriyle çalışır, elinin emeğiyle
kazandığım hem kendisine harcar, hem de sadaka verir" buyurdu.
Sahâbîler:
— Çalışmaya gücü yetmez yâhud yapmazsa?
dediler.
— "İhtiyâç sahibi olan bunalmışa (mazluma)
yardım ve himaye eder" buyurdu.
— Böyle bir yardımı da
yapamazsa? dediler. Peygamber:
— "Hayır ile yâhud ma'rûf ile
emreder" buyurdu.
— Bunu da yapamazsa? deyince:
— "Kendini şerrden tutar. Çünkü bu da onun
için bir sadakadır" buyurdu [49].
Ebû Hureyre,
Peygamber(S)'den "Güzel ve hoş söz, sadakadır" buyurduğunu
nakletmiştir [51].
53-.......Adiyy
ibn Hatim (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) ateşi zikretti de ondan Allah'a
sığındı ve yüzünü ondan çevirdi. Sonra yine ateşi yânî cehennemi zikretti,
ondan sığındı ve yüzünü döndürüp çevirdi. -Râvî Şu'be: İki kerre böyle
yaptığında şübhe etmiyorum, amma üçüncüsünde şübhe ediyorum, demiştir.- Bundan
sonra Rasûlul-ah:
— "Sizler tek
hurmanın yansı ile, bunu da bulamayan güzel bir sözle de olsa ateşten
korununuz!" buyurdu [52].
54-.......
Peygamberdin zevcesi Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûlullah'ın huzuruna beş on
kişilik bir Yahûdî hey'eti girdi. - Huzura girince selâm vermiş olmak için-:
"Ölüm üzerinize" demek olan "es-Sâmu aleykum" dediler.
Âişe dedi ki: Ben bu
sözü anladım da:
— Sânı ve Allah'ın
la'neti sizin üzerinize olsun! diye karşıladım. Âişe dedi ki: Bunun üzerine
Rasûlullah (S):
— "Yâ Âişe ağır ol! Çünkü Allah her
hususta rıfk ile, yumuşaklık ile muamele etmeyi sever" buyurdu.
Ben:
— Yâ Rasülallah! Dediklerini işitmediniz mi?
dedim. Rasûlullah:
— "Ben de: Ve aleykum (= Sizin üzerinize
de)/ dedim " buyur-
55-.......Bize
Hammâd ibn Zeyd, Sabit ibn Eşlem el-Bunânî'den; o da Enes ibn Mâlik(R)'ten
şöyle tahdîs etti: Bir bedevî, mescidin içinde ' işedi. Sahâbîler onu dövmek ve
ezâ etmek için kalkıştılar. Rasûlullah onlara:
— "Onun sidiğini
kestirmeyin!" buyurdu.
Sonra bir kova su
istedi de, onun sidiği üzerine döküldü [53].
56-.......Ebû
Burde Bureyd ibnu Ebî Burde şöyle demiştir: Bana dedem Ebû Burde, babası Ebû
Mûsâ el-Eş'arî(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S) bir hutbesinde:
— "Mü'minin mü'mine bağlılığı, taşları
birbirine kenetleyen duvar gibidir" buyurmuş, sonra iki elinin
parmaklarım birbirine geçirmiştir.
(Râvî Ebû Mûsâ dedi
ki:) Peygamber (S) mescidde otururdu, bu sırada kendisine bir kimse gelip
birşey ister yâhud bir hacet dileğinde bulunan olursa yüzünü bizlerden yana
döndürür ve:
— "(Bu işin olması için) bana delâlet
ediniz, sizlere bunun ücreti, sevabı verilir. Bununla beraber Allah,
Peygamberi'nin şefaati ve niyazı üzerine dilediği şeyi muhakkak yerine
getirir" buyurdu [54].
"Kim güzel bir
şefaatle şefaatte bulunursa, ondan kendisine bir pay vardır. Kim de kötü bir
şefaatle şefaatte bulunursa ondan da kendisine bir günâh payı vardır. Allah her
şeye hakkıyle muktedir ve koruyucudur" (en-Nisâ: 85)
"Kiflun",
"Nasibim" demektir. Ebû Mûsâ: "Kifleyn" (el-Hadîd: 28), Habeşçe'de
"Ecreyn", yânî "İki kat ecir" ma'nâsmadır, demiştir [55].
57-.......
Bize Ebû Usâme, Bureyd'den; o da Ebû Burde'den; o da Ebû Musa'dan tahdîs etti
ki, Peygamber (S) kendisine birşey isteyip sorucu yâhud bir hacet sahibi
geldiğinde:
— "Siz de (bu
işin olması için bana) delâlet ediniz ki, sizler de ecre nail kılmasınız. Gerçi
Allah, Rasûlü 'nün diliyle, yânîO'nun şefaat ve niyazı üzerine ne dilerse onu
infaz edecektir" buyurdu [56].
58-......
Buradaki iki senedde Mesrûk şöyle demiştir: Abdullah ibn Amr ibni'1-Âs (41
yılında) Muâviye ibn Ebî Sufyân'ın beraberinde Kûfe'ye geldiği zaman bizler
Abdullah ibn Amr'ın yanına girdik. O, Rasûlullah(S)'ı zikretti de:
— Rasûlullah (sözünde,
fiil ve hareketlerinde) taşkınlık yapacak seciyede değildi ve hiçbir zaman taşkınlık
yapıcı da olmamıştır, dedi.
Yine Abdullah ibn Amr:
— Rasûlullah "Muhakkak sizin en güzel
huylunuz, en hayırlı olanınızdır" buyurmuştur, dedi [57].
59-.......Bize
Abdulvahhâb, Eyyûb'dan; o da Abdullah ibn Ebî Muleyke'den; o da Âişe(R)'den
şöyle haber verdi: Bir Yahûdî topluluğu Peygamber(S)'e geldiler de (selâm
yerine "Ölüm üzerinize" demek olan) "es-Sâmu aleykum"
ta'bîrini söylediler. Âişe de:
— O sizin üzerinize
olsun, Allah sizlere la'net etsin, Allah sizlere gadab etsin! dedi.
Rasûlullah:
— "Yâ Âişe yavaş ol, incelik ve
yumuşaklıkla muamele etmen lâzımdır; seni katılık ve aşırılıktan
sakındırırım" buyurdu.
Âişe:
— (Yâ Rasûlallah!) Onların dediklerini
işitmediniz mi? dedi. Rasûlullah:
— "Sen de benim onlara ("Sizin
üzerinize de" şeklinde) söylediğimi işitmedin mi? Ben de onu onlara aynen
reddettim. Benim onlar hakkındaki duam kabul olunur, fakat onların benim
hakkımdaki dilekleri kabul olunmaz" buyurdu [58]
60-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) sövücü, aşırı söz ve harekette
bulunucu ve la'net edici değildi. O bizden birine danldığında sâdece "Ona
ne oldu? Alnı toprak olası!" der idi [59].
61-.......Bize
Ravh ibnu'l-Kaasım, Muhammed ibnu'l-Munkedir'den; o da Urve'den; o da
Âişe(R)'den şöyle tahdîs etti: Bir adam Peygamber'in huzuruna gelmek için izin
istedi. Peygamber onu uzaktan görünce:
— "O, aşiretin ne kötü kardeşidir -yâhud:
Aşiretin ne kötü oğludur-" buyurdu.
Adam içeri girip
oturunca ona güleryüz gösterdi ve ona genişleyip açıldı (yânı ona yumuşak
sözler söyledi). Adam gidince Âişe:
— Yâ Rasûlallah! Adamı
gördüğün zaman onun için şöyle şöyle sözler söyledin, sonra da onun yüzüne
karşı güleç oldun ve ona açılıp yayıldın? dedi.
Rasûlullah (S):
— "YâÂişe! Sen beni ne zaman aşırı hareket
edici buldun? Kıyamet günü Allah katında mevki'ce insanların şerrlisi,
(dünyâda) kötülüğünden korunmak için insanların terkettiği -yâhud: Karşılaşmak
ve konuşmaktan kaçındığı- kimsedir" buyurdu [60].
Ve İbn Abbâs:
Peygamber (S)
insanların en cömerdi idi. En cömert olduğu zaman da ramazânda idi..., demiştir
[61].
Ebû Zerr, Mekke'de
Peygamber'in ortaya çıktığı haberi kendisine ulaştığı zaman kardeşi Uneys'e hitaben:
Şu bineğine bin de
Mekke vadisine git ve o adamın sözlerinden işit! dedi. Kardeşi gitti ve
döndüğünde:
Ben O adamı ahlâk
güzelliklerini emrederken gördüm, dedi [62].
62-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) insanların en güzeli idî,
insanların en cömerdi idi, insanların en cesuru idi. Bir gece Medîne ahâlîsi
düşman baskınından korkmuştu da insanlar sesin geldiği tarafa doğru
gitmişlerdi. Peygamber (Ebû Talha'nm çıplak atma binmiş), sesin geldiği yöne
doğru sürerek Medîneli-ler'i geride bırakıp geçmişti. Sonra O, Ebû Talha'nın
eyersiz çıplak beygiri üzerinde,boynunda bir kılıç olduğu hâlde döndü de
insanlara: "Korkmayın, korkmayın!" diyordu. Bu arada:
— "Yemîn olsun,
ben bu beygiri bir deniz (gibi çabuk akar) buldum -yâhud: Muhakkak ki bu beygir
bir deryadır-" buyurdu [63].
63-.......İbnu'l-Munkedir
şöyle demiştir: Ben Câbir(R)'den işittim: Peygamber(S)'den birşey
istenildiğinde, O'nun "Hayır!" dediği asla vâki' değildir, diyordu.
64-.......Mesrûk
şöyle demiştir: Bizler Abdullah ibn Amr'in beraberinde oturuyor, o da bize
hadîs tahdîs ediyordu. Bu sırada: Ra-sûlullah (S) aşırılık yapıcı
seciyededeğildi, aşırılık yapıcı da olmamıştır. Muhakkak olan şu ki, O
"Sizin en hayırlı olanlarınız, ahlâkı en güzel olanlannızdır"
buyurur dururdu.
65-.......SehlibnSa'd(R)
şöyle demiştir: Bir gün bir kadın (elinde kenarlı dokunmuş) bir bürde ile
Peygamber'e geldi. Sehl oradaki topluluğa:
— Bürde nedir bilir misiniz? diye sordu. Onlar:
— Semledir (yânı bürünülen bir kisvedir),
dediler. Sehl:
— Evet, semle, saçakları olan dokunmuş bir
ihramdır, dedi. O kadın:
— Yâ Rasûlallah! Bu bürdeyi Sana giydireceğim,
dedi. Peygamber (S) bürdeyi aldı, kendisinin hakîkaten buna ihtiyâcı
vardı, onu hemen
giydi. Sahâbîlerden bir adam onu Peygamber'in üstünde gördü de:
— Yâ Rasûlallah, bu bürde ne kadar da güzelmiş,
bunu bana giydir! dedi.
Peygamber:
— "Evet" diyerek kalkıp soyunmağa
gittiği zaman, sahâbîlerî o adamı ayıpladılar da:
— Sen bunu istemekle
iyi etmedin, Peygamber'in o bürdeye ihtiyâcı olarak alıp giydiğini gördüğün
hâlde, sonra onu kendisinden istedin. Hâlbuki sen Peygamber'in kendisinden
istenen hiçbir,şeyi red-, detmez olduğunu bilip duruyordun! dediler.
Oda:
— Ben Peygamber'in o
bürdeyi giydiğini gördüğüm zaman onun bereket kazandığını ümîd ettim, belki ben
bunun içinde kefenlenirim, dedi [64].
66-.......
Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S):
— "Zaman yakınlaşır, amel eksilir,
insanlara aşırı cimrilik ve hırs atılır, here çok olur" buyurdu.
Sahâbîler:
— Here nedir? diye sordular. Rasûlullah:
— "Öldürmek, öldürmek!" buyurdu.
67-.......Enes
ibn Mâlik (R): Ben Peygamberce on sene hizmet ettim. Bana (bir kerre bile canı
sıkılıp da) "Öff" demedi, "Niçin böyle yaptın?" da demedi,
"Keski böyle yapsaydın!" da demedi, demiştir [65].
68-.......
el-Esved ibn Yezîd şöyle dedi: Ben Âişe(R)'ye:
— Peygamber (S) ailesi içinde ne iş yapardı?
diye sordum. Âişe:
— Peygamber kendi
ailesinin hizmetinde bulunurdu, namaz vakti gelince kalkar namaza giderdi, dedi
[66].
69-.......İbn
Cureyc şöyle demiştir: Bana Mûsâ ibn Ukbe, Nâfi'den; o da Ebû Hureyre(R)'den
haber verdi ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Allah bir kulu sevdiği
zaman Cibril'e:
— Allah fulân kulu
sever, sen de onu sev! diye nida eder.
Cibril de o kulu
sever. Sonra Cibril gök halkı içinde:
— Allah fulânı
seviyor, onu sizler de sevin! diye nida eder.
Bunun üzerine o kulu
gök ehli de sever. Sonra yerdeki insanların gönlüne o kimse hakkında bir kabul
ve sevgi konulur" [67].
-Yânî sırf Allah için
sevmek bâbı-
70-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S): "Hiçbir kul bir kişiyi ancak
Allah için sevinceye, Allah kendisini küfürden' kurtardıktan sonra tekrar
küfre ve şirke dönmektense ateşe atılması kendisine daha sevgili oluncaya ve
Allah ile Rasûlü kendisine başkalarından daha sevgili oluncaya kadar îmânın
tadını bulamaz buyurdu [68].
"Ey îmân edenler,
bir kavim diğer bir kavim ile alay etmesin. Olur ki (alay edilenler Allah
indinde) kendilerinden daha hayırlıdır. Kadınlar da kadınları eğlenceye
almasın.
Olur ki, eğlenceye
alınanlar kendilerinden daha hayırlıdır.
Kendi kendinizi de
ayıplamayın. Birbirinizi kötü lakablarla çağırmayın, imândan sonra fâsıklık ne
kötü addır! Kim tevbe etmezse onlar zâlimlerin tâ kendileridirler'' (el-Hucurât:
11).
71-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne, Hişâm'dan; o da babası Urve'den tahdîs etti ki, Abdullah ibn
Zem'a şöyle demiştir: Peygamber (S) kişinin, insanlardan dışarı çıkan herhangi
küçük bir ayıptan dolayı gülmesini nehyetti. Ve:
— "Sizin biriniz
kadınım erkek deveyi döver gibi niçin döver, sonra da belki o kişi kadınıyle
boyun boyuna sarmaşacaktır!" buyurdu.
Sufyân es-Sevrî,
Vuheyb ve Ebû Muâviye, Hişâm'dan "Köle döver gibi" şeklinde
söylemişlerdir.
72-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle dedi: Peygamber (S) Minâ'da hutbe yapıp:
— "Bugün hangi gündür biliyor
musunuz?" diye sordu. Sahâbîler:
— Allah ve Rasûlü en bilendir! dediler.
Peygamber:
— "Şübhesiz bu haram bir gündür (Allah'ın
kıtali haram kıldığı bir gündür)/ Bu belde hangi beldedir biliyor
musunuz?" buyurdu.
Sahâbîler:
— Allah ve Rasûlü en bilendir! dediler.
Rasûlullah:
— "Bu haram kılınmış olan beldedir. Bu
hangi aydır biliyor musunuz?" dedi.
Sahâbîler:
— Allah ve Rasûlü en
bilendir! dediler. Rasûlullah:
— "Bu, haram
kılınan aydır" buyurdu da şöyle devam etti: "Şübhesiz Allah, bu
ayınızda, bu beldenizde, bugününüzün harâmlığı gibi kanlarınızı, mallarınızı
ve ırzlarınızı birbirlerinize karşı haram kılmıştır!" buyurdu [69].
73-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) tahdîs edip şöyle dedi: Rasûlullah (S): "Müslümâna sövmek
fâşıklık, onunla kıtal etmek küfürdür" buyurdu.
Bu hadîsi Şu'be'den
rivayette Ğunder, Süleyman ibn Harb'e mu-tâbaat etmiştir [70].
74-.......Ebû
Zerr (R) Peygamber (S)'den şöyle buyururken işitmiştir: "Hiçbir kimse
başka bir kimseye fâsıklık sıfatı atamaz (atmağa hakkı yoktur). Yine böyle
diğer bir kimseye küfür sıfatı da atamaz. Şayet atar da attığı kimse atılan
fâsıklık veya kâfirliğin sahibi değilse, bu sıfatlar muhakkak atan kimseye
döner" [71].
75-.......Enes
ibn Mâlik (R): Rasûlullah (S) aşırılık yapıcı, la'net edici, sövücü bir kimse
değildi; O darılma sırasında "Ona ne oldu? Alnı toprak olasıca!"
buyururdu, demiştir [72].
76-.......Bize
Alî ibnu'l-Mubârek, Yahya ibn Kesîr'den; o da Ebû Kılâbe'den tahdîs etti ki,
ona da ağaç altında bey'at eden sahâbîler-den oian Sabit ibnu'd-Dahhâk şöyle
tahdîs etmiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Her kim İslâm 'dan başka
bir millet üzerine and içerse, o andığı millet gibidir, Âdem oğluna mâlik
olmadığı malı adaması da doğru değildir. Her kim dünyâda bir şeyle kendini
öldürürse, kıyamet gününde intihar ettiği o şeyle azâb olunur. Her kim de bir
mü'mine la'net ederse, bu da onu öldürmek gibi(günâh)dir. Her kim de bir
mü'mine küfür isnâd ederse, bu da onu öldürmek gibi(günah)dır [73]
77-.......Adiyy
ibn Sabit tahdîs edip şöyle dedi: Ben Peygamber'in sahâbîlerinden bir adam olan
Süleyman ibn Surad(R)'dan işittim, şöyle dedi: Peygamber'in yanında iki kişi
birbirine sövdü. Bunlardan biri öfkelendi ve öfkesi o kadar şiddetlendi ki,
yüzü şişti ve rengi değişti. Bunun üzerine Peygamber (S):
— "Ben bir kelime bilmekteyim ki, eğer şu
adam o kelimeyi söylerse, kendisinde bulunan öfke hâli muhakkak gider (o
kelime Eûzu biflâ-himine 'ş-şeytâni'r-racîm Mir)" buyurdu.
Orada bulunanlardan
biri Peygamber'in bu sözünü o öfkeli kişiye gidip haber verdi de:
— Şeytândan Allah'a sığın! dedi. O kişi de:
— Bende şiddetli bir hastalık mı var? Ben deli
miyim sanıyorsun? Haydi' kendi işine git! Dedi [74].
78-.......
Ubâdetu'bnu's-Sâmit (R) iahdîs edip şöyle demiştir:
Rasûlullah (S) kadir
gecesini insanlara haber vermek için dışarı çıkmıştı. Bu sırada müslümânlardan
iki kişi kavga ettiler. Peygamber: — "Ben sizlere kadir gecesini haber
vermek üzere çıkmıştım. Fulün ile fulan kavga ettiler de (ona dâir olan bilgi)
benden kaldırıldı. İhtimâl ki, sizin için hakkınızda bu daha hayırlıdır. Artık
siz kadir gecesini (ramazânın yirmiden sonraki) dokuzuncu yâhud yedinci yâ-hud
beşinci geceler içinde arayın" buyurdu [75].
79-.......
Bize el-A'meş, el'Ma'rûr'dan; o da Ebû Zerr(R)'den tahdîs etti. el-Ma'rûr ibn
Suveyd şöyle dedi: Ben Ebû Zerr'in üstünde bir örtü, hizmetçisinin üzerinde de
bir tek örtü gördüm de, ona:
— Keski şu örtüyü de
sen giysen, böylece senin tam bir takım elbisen olsa, hizmetçine de başka bir
elbise versen! dedim.
Ebû Zerr şöyle dedi:
Benimle bir adam arasında bir söz olmuştu. Onun anası gayr-ı Arab olan yabancı
bir kadındı. Ben kavga sırasında onun anasını kötüledim. O kimse beni
Peygamber'e zikredip şikâyet etti. Peygamber (S) bana:
— "Sen fulân kimseyle sövüştün mü?"
dedi. Ben:
— Evet, dedim.
— "Onun anasını kötüledin mi?"
buyurdu.
— Evet, kötüledim, dedim.
— "Muhakkak ki, sen içinde henüz Câhiliyet
ahlâkı kalmış bir kimsesin!" buyurdu.
Ben:
— (Yâ Rasûlallah!) Bu
saatim zamanında, bu büyük yaşımda, bende hâlâ cahillik mi var? dedim.
Rasulullah:
— "Evet. O kardeşlerinizi Allah sizin elleriniz,
kudretiniz altına koymuştur. Her kimin eli altına Allah kardeşini koymuşsa,
artık ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin. Ona gücü yetmeyecek zahmetli
iş yüklemesin. Şayet gücü yetmeyecek bir iş yüklerse kendi o işte hizmetçisine
yardım etsin" buyurdu [76].
80-.......Bize
Muhammed ibn Şîrîn tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber
(S) bize.öğle namazını iki rek'at kıldırdıktan sonra selâm verdi. Bunda sonra
mescidin önünde uzatılmış bir ağaç parçasına doğru kalktı 've elini onun
üzerine koydu. O gün cemâatin içinde Ebû Bekr ve Umer de vardı. Bunlar Peygamber'e
birşey söylemekten çekindiler. Acele çıkmak isteyen insanlar dışarı çıktılar
ve (kendi kendilerine):
— Namaz kısaldı, dediler.
Yine o cemâatin içinde
Peygamber'in "Zu'1-yedeyn = Uzun kollu" ismiyle çağırır olduğu bir
zât vardı. İşte bu zât:
— Ey Allah'ın
Peygamberi! Unuttun mu, yoksa namaz mı kısaldı? diye sordu.
Peygamber:
— "Ne unuttum, ne de kısaldı"
buyurdu. Zu'1-yedeyn:
— Evet (iki rek'ati) unuttun yâ Rasûlallah!
dedi. (Tasdik ettirdikten sonra) Rasulullah:
— "Zu'1-yedeyn doğru söyledi" dedi
de, kalkıp namazdan eksik bıraktığı iki rek'ati kıldırdı. Sonra selâm verdi.
Sonra tekbîr alıp secdeye vardı. Her vakitki sücûdu kadar yâhud daha uzun
müddet secdede kaldı. Sonra başını kaldırıp tekbîr aldı. Sonra tekbîr alıp
başını yere koydu. Secdesi gibi yâhud daha uzun bir secde daha yaptı. Sonra
başını kaldırıp tekbîr aldı. (Sonra selâm verdi.) [78].
"Kiminiz kiminizi
arkasından çekiştirmesin. Sizden herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten
hoşlanır mı? îşte bundan tiksindiniz*
Allah'tan korkun. Çünkü
Allah tevbeleri kabul edendir, çok merhametlidir" (el-Hucurât: 12) [79].
81-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: kasûlullah (S) iki kabir üzerine uğradı da:
— "Bunlar azâb olunmaktadırlar. Hem de
azâb olunmaları büyük bir şey için değildir. Şu kabrin sahibine gelince, o,
sidiğim yaparken insanlardan perdelenmezdi.
Şunun sahibi ise koğuculuk ederdi" buyurdu.
Sonra yaş bir hurma
çubuğu istedi, onu iki parçaya ayırdı, birini şu kabrin üstüne, birini de şu
kabrin üstüne dikti. Sonra:
— "Bunlar kurumayıp taze kaldıkça,
onlardan azâblannın hafifletilmesi ümid edilir" buyurdu [80].
82-.......
Ebû Useyd es-Sâidî (R): Peygamber (S):
— "Ensâr
obalarının hayırlısı Neccâr oğulları'dır" buyurdu, demiştir [81].
83-.......
Âişe (R) haber verip şöyle dedi: Bir kimse RasûlulIah(S)'ın huzuruna gelmek
için izin istedi. Rasûlullah:
— "Ona izin veriniz; o, aşiretin ne kötü
kardeşidir- yâhud: O, aşiretin ne kötü oğludur-!" buyurdu.
O kimse Rasülullah'ın
yanma girince, Rasûlullah ona karşı yumuşak sözler söyledi. Ben:
— Yâ Rasûlallah! Biraz
önce Sen onun için söylediğin o sözleri söyledin. Sonra da ona yumuşak kelâm
ettin? diyerek bunun sebebini sordum.
Rasûlullah:
— "Ey Âişe! İnsanların en şerrlisi, çirkin
hareketlerinden korunmak için insanların kendisini terkettikleri -yâhud:
karşılaşmak istemeyip yalnız bıraktıkları- kimsedir" buyurdu [82].
84-........
İbn Abbâs (R) şöyle dedi: Peygamber (S) Medine'nin hurma bahçelerinin birinden
çıktı da kabirlerinde azâb olunan iki insanın sesini işitti. Ve:
— "Bunlar azâb olunuyorlar, bunların azâb
olunmaları, üzerlerine (büyük ve meşakkatli olacak) birşey için de değildir.
Şu muhakkak ki, onların günâhları (Allah katında) elbette büyüktür: Biri
hacetini yerine getirirken sidikten sakınmaz, yâhud insanların gözlerinden
avretini perdelemezdi, diğeri de insanlar arasında söz taşıyıp koğuculuk
ederdi" buyurdu.
Ondan sonra yapraklan
soyulmuş taze bir hurma dalı istedi, dalı iki parça etti yâhud ikiye böldü,
şunun kabrine bir parça, şunun kabrine de bir parça koydu ve:
— "Bu çubuklar kurumayıp yaş kaldıkları
müddetçe, bunlardan azabın hafifletilmesi ümîd edilir" buyurdu [83].
"Dâima ayıplayan,
lâf getirip götürmeye koşan..." (en- Nûn: 11);
"Arkadan
çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi ve ayıplamayı âdet edinen her kişinin vay
hâline!" (el-Humeze: 1).
Buhârî:
"Yehmizu"ve "Yelmizu", "Yaîbu" (yânî "ayıplıyor")
manasınadır, dedi [85].
85-.......Bize
Sufyân es-Sevrî, Mansûr'dan; o da İbrâhîm en-Nahaî'den tahdîs etti ki, Hemmâm
ibnu'l-Hâris şöyle demiştir: Bizler Huzeyfe ibnu'I-Yemân'm beraberinde
oturuyorduk. Huzeyfe'ye:
— Bir adam bu hadîsi
Usmân ibn Affân'a yükseltiyor, denildi. Huzeyfe o sözü söyleyene hitaben:
— Ben Peygamber
(S)'den "Koğuculuk edenfesâdçı kimse cennete girmez" buyururken
işittim, dedi [86].
86- Bize
Ahmed ibn Yûnus tahdîs etti. Bize İbnu Ebî Zi'b, el-Makburî'den; (yânî Saîd ibn
Ebî Saîd Keysân'dan); o da babasından; o da Ebû Hureyre(R)Jden tahdîs etti ki,
Peygamber (S):
— "Kim yalan
söylemeyi, yalanla amel etmeyi ve cahilliği bırakmazsa, onun yemesini,
içmesini bırakmasına Allah'ın hiçbir ihiyâ-cı yoktur" buyurmuştur.
Râvî Ahmed ibn Yûnus:
Bu hadîsi bana İbnu Ebî Zi'b tahdîs ettiği zaman, ben onun lafzından bunun
isnadını kesin bilemedim de mecliste benim beraberimde bulunan bir adam bana bu
hadîsin isnadım söyleyip anlattı, dedi [87].
87-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle dedi: Peygamber (S): "Sen kıyamet günü Allah katında
insanların en şerrlisinden bir nev'ini, (iki sınıf halk arasında) şunlara bir
yüzle, bunlara bir yüzle gelmekte olan iki yüzlü (münafık kimse) bulursun"
buyurdu [88].
88-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Rasülullah (S) -Huneyn günü sonunda- ganimet
mallarını taksîm etmişti (ve kalbleri İslâm'a alıştırılan bâzı kimselere fazla
vermişti). Bundaki gayeyi anlamayan Ensâr'dan bir kimse:
— Vallahi Muhammed bu
taksimle Allah rızâsını kasdetmedi,' dedi.
Ben de Rasûlullah'a
geldim ve onun bu sözünü kendisine haber verdim. Rasûlullah'ın yüzünün rengi
değişti ve:
— "Allah Musa'ya
rahmet etsin! Vallahi o bundan daha çok sözlerle ezâlandırıldı da
sabretti" buyurdu [89].
89-.......Ebû
Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle dedi: Peygamber (S) bir kimsenin bir adamı övdüğünü ve
övmede uzatıp aşırı gittiğini işitti de:
— "Siz bu adamı
helak ettiniz -yâhud: Bu adamın sırtını yardınız!" buyurdu.
90-.......
Bize Şu'be, Hâlid el-Hazzâ'dan; o da Abdurrahmân ibn Ebî Bekre'den; o da
babasından şöyle tahdîs etti: Peygamber(S)'in huzurunda bir adam anıldı, orada
bulunanlardan biri de bu adı geçen kimseyi hayır ile anıp övdü (ve Övmede
aşırı gitti). Bunun üzerine Peygamber:
— "Vay sana yazıklar olsun! Sen dostunun
boynunu kopardın!" buyurdu ve bu sözü birkaç kerre tekrarlıyordu.
Sonra:
— "Eğer sizden biriniz muhakkak bir
dostunu medhetmek zaruretinde bulunursa; (Ben, görünüşe göre) öyle sanıyorum
ki, o şöyle iyidir, böyle iyidir desin. Ve bu medhini de o adamın bu
vasıflarla vasıflandığını zannediyor ve biliyorsa söylesin. İnsanı (ameline
göre) hesaba çekecek olan ancak Allah'tır. Kimse Allah'a karşı herhangi-bir
kimseyi temize çıkaramaz" buyurdu.
Vuheyb ibn Hâlid,
Hâlid el-Hazzâ'dan yaptığı rivayette "Vay-hake" yerine "Veyleke
(= Sana veyl olsun)" şeklinde söylemiştir.
Sa'd ibn Ebî Vakkaas
(R):
Ben Peygamber(S)'i
yeryüzünde yürüyen hiçbir kimse için "Bu cennet ehlindendir" derken
işitmedim, ancak Abdullah ibn Selâm müstesnadır, demiştir [90].
91-.......
Bize Mûsâ ibn Ukbe, Sâlim'den; o da babası Abdullah ibn Umer(R)'den tahdîs
etti ki, Rasûİullah (S) izâr hakkında (izâ-nn kibirle yerlere kadar uzatılıp
sürüklenmesi hakkında) söylediği kötüleyici sözleri söylediği zaman, Ebû Bekr:
— Yâ Rasûlallah! Benim
izârım bazen kendiliğinden iki tarafına sarkıp yere düşüyor, dedi.
Rasûİullah ona:
— "Şübhesiz sen çalımla yerde elbise
sürükleyen o kibirli kimselerden değilsin" buyurdu [91].
"Şübhesiz ki,
Allah adaleti, iyiliği, hısımlara vermeyi emreder. Taşkın kötülükten,
münkerden, zulüm ve cebbârlıktan nehyeder. Size bu suretle öğüt verir ki, iyice
dinleyip ve anlayıp tutasınız" (en-Nahi: 90) [92];
"(Fakat Allah
onları selâmete erdirince, bakarsın ki, yeryüzünde yine haksız yere
taşkınlıklarda bulunuyorlar.)
Ey insanlar, sizin
taşkınlığınız ancak kendinize karşıdır (kendi aleyhinizedir. Bu da) dünyâ
hayâtının menfâati gibi süresizdir. Nihayet dönüşünüz ancak banadır. O vakit
neler yapıyor olduğunuzu size biz haber vereceğiz" (Yûnus:- 23);
"Bu böyledir. Kim
kendisine edilen ukubete tıpkısıyle mukaabele eder de sonra yine aleyhine zulüm
ve tecâvüz olunursa, Allah her hâlde ona yardım eder... " (ei-Hacc: 60).
Ve müslümân yâhud
kâfir; herhangibir insan aleyhine şerri tahrik etmemek (bil'akis bütün
insanlardan şerri söndürmek).
92-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şu kadar ve şu kadar zaman ikaamet etti ki,
bu müddet içinde O'na ehline varmaz olduğu hâlde ehline varıp mübaşeret ettiği
hayâlı verilirdi.
Âişe dedi ki: Bir gün
bana:
— "Yâ Âişe! Şübhesiz Allah bana, hakkında
fetva istemiş olduğum bir iş hususunda fetva vermiştir. Şöyle ki: Bana iki
kişi geldi. Bunlardan biri ayaklarımın yanına, diğeri de başımın yanına oturdu.
Ayalarımın yanındaki, başımın yanındakine:
— Bu adamın nesi var
(bunun hastalığı nedir)? diye sordu. Oda: '
— Tıbb yapılmış, yânı sihir yapılmıştır, dedi.
— Ona kim sihir yapmış? deyince, öbürü:
— Lebîd ibn A 'sam,
diye cevâb verdi. Sonra:
— Bu sihir ne ile yapılmıştır? diye sordu. Oda:
— Zervân Kuyusu'nun
içinde büyük bir taşın altında bir tarak, saç ve sakal tarantısında erkek
hurmanın kurumuş çiçek kapçığı ile yapılmıştır, diye cevâb verdi" dedi.
Sonra Peygamber (bâzı
sahâbîleriyle beraber çıkıp) bu kuyuya gitti ve:
— "İşte bana ru 'yâmda gösterilmiş olan
kuyu budur. Kuyunun başındaki, etrafmdaki hurma ağaçlarının uçları, sanki
şeytânların başları gibidir; onun suyu da (değersizliğinden veya içine atılan
şeylerin karışmasından dolayı) kına boyası gibi bozuk renklidir" dedi.
Akabinde Peygamber
emretti de o şeyler dışarı çıkarıldı. Âişe, büyüyü kasdederek:
— Yâ Rasûlallah! Bunu
ve failini yaysaydın da onu rüsvây et-seydin! dedi.
Peygamber:
— "Allah bana şifâ vermiştir. Ben bunu
söyleyip de insanlar üzerine sjhir şerrim yaymak istemem" buyurdu.
Âişe: Velîd ibn A'sam,
Zurayk oğullarından Yahûdîler'in ye-mînli dostu olan bir adamdır, dedi [93].
"Fe hased edenin
hased ettiği zaman şerrinden (Allah'a Slğininm de)" (el-Felâk: 5) KAVLİ
BABI
93-.......Bize
Ma'rner ibn Râşid, Hemmâmibn Münebbih'ten; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi
ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Sizleri zarından sakındırırım.
Çünkü zarınla söylenen sözler, yalanı daha çok olanıdır. Birbirinizin
eksikliğini görmeye ve işitmeye çalışmayınız, husûsî ve mahrem hayâtınızı da
araştırmayınız. Birbirinize hased etmeyiniz, birbirinize arkanızı çevirip
küsmeyiniz, birbirinize buğz ve düşmanlık da etmeyiniz. Ey Allah 'in kulları,
birbirinizle kardeşler (mesabesinde) olunuz!" [94]
94-......
ez-Zuhrî şöyle dedi: Bana Enes ibn Mâlik (R) tahdîs etti ki, Rasûlullah (S)
şöyle buyurmuştur: "Birbirinizle buğz (ve düşmanlık) yarışma girmeyiniz,
birbirinize hased etmeyiniz, birbirinize arka dönüp ayrılmayınız- Ey Allah'ın
kulları, birbirinizle kardeşler (mesabesinde) olunuz. Bir müslümânın dîn
kardeşini üç günden fazla bırakması (küs durması) hâlâl olmaz!" [95].
'Ey îmân edenler,
zannın birçoğundan kaçının. Çünkü zannın bâzısı günâhtır. Birbirinizin kusurunu
araştırmayın... " (ei-Hucurât. \i) [96].
95-.......Bize
Mâlik, Ebu'z-Zinâd'dan; o da el-A'rec'den; oda Ebû Hureyre(R)'den haber verdi
ki, RasûluIIah (S) şöyle buyurmuştur: "Sizleri zatından sakındırırım.
Çünkü zannla söylenen söz, sözlerin en yalanıdır. Birbirinizin eksiğini
görmeye ve işitmeye çalışmayınız, husûsî ve mahrem hayâtınızı da
araştırmayınız. Almayacağınız bir malın, alıcıyı zarara sokmak içinfıâtım
artırmayınız. Birbirinize hased etmeyiniz, buğzlaşma da yapmayınız. Birbirinize
arkanızı çevirip küsmeyiniz. Ey Allah'ın kulları, birbirinize kardeşler
(mesabesinde) olunuz/" [97].
96-.......Bize
el-Leys, Ukayl'den; o da İbn Şihâb'dan; o da Urve'den tahdîs etti ki, Âişe (R):
Peygamber (S):
— "Ben fulan ve f
ulan kimseleri bizim dînimizden birşey bilirler zannetmiyorum" buyurdu,
demiştir.
Râvî el-Leys ibn Sa'd:
Onlar münafıklardan iki adamdı, demiştir.
97- Bize
Yahya ibn Bukeyr tahdîs etti. Bize el-Leys bu hadîsi tahdîs etti. Bunda Âişe
şöyle demiştir: Peygamber (S) bir gün benim yanıma girdi ve:
— "Yâ Âişe!
Benfulân vefulân kimselerin bizim üzerinde bulunduğumuz şu dînimizi bilir
olacaklarım sanmıyorum " buyurdu " [98].
98-.......
Salim ibn Abdillah şöyle demiştir: Ben Ebû Hureyre(R)'den işittim, şöyle
diyordu: Ben Rasûlullah(S)'tan işittim, şöyle buyuruyordu: "Ümmetimin
hepsi (Allah tarafından) af/olunmuştur, yalnız açıkça günâh işleyenler değil.
Bu açıklayıcı günahkâr delilerden öyleleri vardır ki: Kişi geceleyin bir günâh
iş işler, sonra sabaha ulaşır da Allah kendisini örtmüş olduğu hâlde, o: 'Ey
fulan! Ben dün gece şöyle şöyle işler yaptım' diye söyler. Hâlbuki o, Rabb'i
onun günâh işini ört-bas ederek gecelemişti. Fakat bu deli, Allah 'in örttüğü
perdeyi açarak sabaha çıkıyor (fâsıkhğını söyleyip i'lân ediyor)/" [99].
99-.......Bize
Ebû Avâne, Katâde'den; o da Safvân ibn Muhriz'den şöyle tahdîs etti: Bir adam
İbn Umer'e:
— RasûluIlah(S)'ın
"Necvâ" hakkında söylemekte olduğu beyânını nasıl işittin? diye
sordu.
îbn Umer de:
— Rasûlullah şöyle
buyurdu, dedi: "Biriniz Rabb'ine yaklaşır, hattâ Rabb'i onun üzerine
şefkat perdesini örter de ona: Sen şu ve şu günâhlarını bildin değil mi? der.
Kul da: Evet bildim, der. Yine Rabb'i ona: Şu ve şu günâhlarını da bildin değil
mi? der. O da: Evet bildim, der. Böylece Allah o kuluna günâhlarını ikrar
ettirir. Sonra: Ben senin üzerindeki bu günâhlarım dünyâda halktan gizledim. Bu
gün de onları senin lehine mağfiret ediyorum, der (ve haseneler kitabını ona
verir)" [100].
Mucâhid ibn Cebr:
"Saniye ıtfıhi" (ei-Hacc: 9), "Müstekbiran fî nefsihi( = Nefsinde büyüklenmek isteyen)"
manasınadır.
'Itfuhu",
"Rakabetuhu" (yânı "Boynu") demektir, dedi [101].
100-.......Bize
Ma'bed ibn Hâlid el-Kaysî, Harise ibnu Vehb el-Huzâî(R)'den tahdîs etti.
Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Dikkat edin, size cennet ehlini haber
veriyorum: Her zaif olan ve her mütevazı' olan kimsedir. O kimse Allah üzerine
yemin etse, Allah onu yemininde muhakkak gerçek çıkarır. Yine dikkat edin, size
ateş ehlini haber veriyorum: Her katı yürekli, her hilekâr aldatıcı, her ululuk
taslayandır" [102].
Ve Muhammed ibn îsâ
şöyle dedi: Bize Huşeym tahdîs etti. Bize Humeyd et-Tavîl haber verdi. Bize
Enes ibn Mâlik (R) tahdîs edip şöyle dedi: Medine'nin dişi kölelerinden bir
dişi köle vardı ki, o kadın muhakkak Rasûlullah(S)'m elinden tutardı da O'nu
kendi istediği yere doğru götürür giderdi [103].
101-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Avf ibn Mâlik ibni'l-Tufeyl tahdîs etti. O, el-Hâris'in
oğlu, aynı zamanda Peygamberdin zevcesi Âişe'nin ana-bir erkek kardeşinin
oğludur. (O şöyle dedi:) Âi-şe'ye bir satış veya Âişe'nin bir kimseye vermiş
olduğu bir atası hakkında Abdullah ibnu'z-Zubeyr'in "Vallahi Âişe bu
satıştan ya kat'î olarak vazgeçer yâhud da beri onu bundan muhakkak men'
ederim" dediği haberi ulaştırıldı. Bunun üzerine Âişe:
— Abdullah bu sözü
söyledi mi? dedi. Oradakiler:
— Evet söyledi, dediler. Âişe:
— Zubeyr'in oğluna
ebediyyen konuşmamam Allah için benim üzerime bir nezr olsun! dedi.
Ayrılık epey uzayınca
İbnu'z-Zubeyr, Muhacirler'in kendisine Âişe yanında şefaat etmelerini istedi.
Neticede Âişe:
— Hayır vallahi, ben
onun hakkında ebeden şefaat kabul etmem ve nezrimden de döneklik yapmam, dedi.
İbnu'z-Zubeyr üzerine
bu ayrılık uzayınca, İbnu'z-Zubeyr, Zuhre oğulları'ndan olan el-Misver ibn
Mahrame ve Abdurrahmân ibnu'l-Esved ibn Abdi Yeğûs ile konuştu ve onlara:
— İkinizden Allah
adiyle istiyorum: Beni muhakkak Âişe'nin huzuruna girdireceksiniz! Muhakkak olan
şu ki, Âişe'nin benden kesilip ayrılmaya nezretmesi, ona halâl olmaz! dedi.
Bunun üzerine Misver
ile Abdurrahmân ridâlanna bürünerek Abdullah'ı götürüp Âişe'nin huzuruna
girmek üzere izin istediler. Ve:
— es-Selâmu aleyki ve
rahmetullâhi ve berekâtuhû! Huzuruna girebilir miyiz? dediler.
Âişe:
— Giriniz! diye izin verdi. Onlar:
— Hepimiz mi girelim? diye sordular. Âişe:
— Evet, hepiniz
giriniz! dedi.
Âişe onların
beraberinde İbnu'z-Zubeyr olduğunu bilmiyordu. Onlar içeri girince
İbnu'z-Zubeyr de perdenin arkasına girdi, Âişe'-ye sarıldı, ondan kendisini
affetmesini istemeye ve ağlamaya başladı. Bu sırada Misver ile Abdurrahmân da
muhakkak Âişe'nin onunla
6054/Sahîh-i Buhârî ve
Tercemesi
konuşmasını ve onu
kabul etmesini ısrarla istemeye başladılar. Ve:
— Peygamber (S), senin
yapmış olduğun bu ayrılıktan nehyetti, "Şübhesiz ki bir müslümânın, mü'min
kardeşini üç geceden fazla bırakması (küsmesi) halâl olmaz" buyurmuştur,
dediler.
Onlar Âişe üzerine bu
hatırlatmaları ve baskı yapmayı çoğalttıkça, o da onlara adağını hatırlatmağa
ve ağlamaya başladı. Ve:
— Ben onunla
konuşmamaya nezrettim, nezr ise şiddetlidir! diyordu.
Onlar da devamlı
Âişe'ye ısrar ediyorlardı. Nihayet Âişe, İbnu'z-Zubeyr'le konuştu ve bu nezri
hakkında kırk tane köleyi hürriyete kavuşturdu. Artık bundan sonra bu nezrini
dâima anar ve ağlar oldu, hattâ gözyaşları baş örtüsünü ıslatırdı [104]
102-.......Bize
Mâlik, İbn Şihâb'dan; o da Enes ibn MâIik(R)'ten haber verdi ki, Rasûlullah
(S): "Birbiriniz/e kînleşmeyiniz, birbirine hased etmeyiniz, birbirinize
darıhp arka dönmeyiniz ve ey Allah'ın kulları! Birbirinizle sevişip kardeşler
(mesabesinde) olunuz. Bir müslümânın, mü'min kardeşini üç geceden fazla küsüp
terketmesi halâl olmaz" buyurmuştur.
103-.......Bize
İmâm Mâlik, İbn Şihâb'dan; o da Atâ ibn Yezîd el-Leysî'den; o da Ebû Eyyûb
Hâlid ibn Zeyd el-Ensârî(R)'den haber verdi ki, Rasûlullah (S) şöyle
buyurmuştur: "Bir kimsenin dîn kardeşini üç geceden fazla küs bırakması
halâl olmaz. Öyle bir küslük ki, iki mü 'min birbirine kavuştukları zaman
birisi yüzünü şu tarafa çevirir, öbürüsü de öteki tarafa çevirir. Hâlbuki iki
mü'minin hayırlısı, şu önce selâm vermeye başlayandır" [105].
Ka'b ibn Mâlik, Tebûk
gazvesine gitmeyip, Peygamberden geri kaldığı zaman, Peygamber (S) müslümânlan
bizimle konuşmaktan nehyetti, demiş ve bu ayrılığın elli gece olduğunu zikretmiştir
[106].
104-.......
Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) bana:
— "Ben senin bana öfkelenmeni ve hoşnûdluğunu
muhakkak tanırım" buyurdu.
Âişe dedi ki: Ben:
— Sen bunu nasıl tanırsın yâ Rasûlallah? dedim.
O:
— "Şübhesiz sen hoşnûd olduğun zaman
(birşeyi tasdik ederken): 'Muhammed'in Rabb'i hakkı için evet' dersin; öfkeli
olduğun zaman da (birşeyi inkâr ederken): 'İbrahim'in Rabb'i hakki için hayır'
dersin" buyurdu.
Âişe dedi ki: Ben de:
— Evet öyledir. Fakat
ben (öfkeli hâlde) yalnız Sen'in isminden ayrılırım (sevgin gönlümde yaşar),
diye saygımı arzettim [107].
105-.......İbn
Şihâb şöyle dedi: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr haber verdi ki, Peygamber'in zevcesi
Âişe (R) şöyle demiştir: Ben babamla anamın İslâm Dîni'ni dîn edinmiş
hâllerinden başka bir hâlde yaşadıklarını hiç hatırlamadım. O zamanlarda bir
günümüz geçmezdi ki, o günde gündüzün iki tarafında sabah ve akşam
vakitlerinde Rasûlullah (S) bize gelmemiş olsun... Bir gün biz zeval vaktinin
ilk saatinde (yânî en sıcak zamanda) Ebû Bekr'in evinde oturuyorduk. Ev
halkından biri:
— İşte Rasûlullah! Bize gelmesi âdeti olmayan
bir saatte geliyor, dedi.
Ebû Bekr de:
— O'nu bu saatte ancak mühim bir iş
getirmiştir! dedi.
(Âişe dedi ki:
Rasûlullah geldi, izin istedi, buyurun denildi, içeri girdi) ve:
— "Bana (Mekke'den Medine'ye) çıkmam
hususunda izin verilmiştir" buyurdu [108].
Selmân el-Farisî de
Peygamber zamanında Ebu'd-Derdâ'yı ziyaret etmiş ve onun yanında yemek yemiştir
[109].
106-.......Bize
Abdulvahhâb, Hâlid el-Hazzâ'dan; o da İbn Sîrîn'den; o da Enes ibn Mâlik(R)'ten
haber verdi ki, Rasûlullah (S), Ensâr'dan bir ev halkını ziyaret etmiş ve
onların yanında bir yemek yemiş, çıkmak istediği zaman evden bir yere emretmiş,
kendisi için bir hasır yaygısı üzerine su serpilmiş, Peygamber o yaygı üzerinde
(iki rek'at) namaz kılıp ev halkına duâ etmiştir [110].
107-.......Yahya
ibn Ebî İshâk tahdîs edip şöyle dedi: Salim ibn
Abdillah bana:
— İstebrak nedir? dedi. Ben:
— Dîbâc denilen ipek
kumaşın kalın ve sert olan nev'idir, dedim.
O:
— Ben babam Abdullah
ibn Umer(R)'den işittim, şöyle diyordu: Umer ibnu'l-Hattâb, bir adamın
üzerinde istebrak kumaştan yapılmış bir takım elbise gördü ve o takım elbiseyi
Peygamber'e getirdi de:
— Yâ Rasûlallah! Bu
takım elbiseyi satın al da insanların hey'-etleri Sen'in huzuruna geldikleri
zaman onu giy! dedi.
Rasûlullah-:
— "İpek elbiseyi (halâl sayarak) ancak âhiretten
nasibi olmayan kimse giyer" buyurdu.
Bundan i'tibâren geçen
bir müddet geçti. Sonra Peygamber (S) Umer'e istebrak nev'inden ipek bir takım
elbise gönderdi. Umer hemen bu elbiseyi Peygamber'e getirdi de:
— (Yâ Rasûlallah!)
Bunun benzeri olan takım elbise hakkında o söylediğin sözleri söylemiş olduğun
hâlde, bunu bana gönderdin? dedi(de sebebini öğrenmek istedi).
Rasûlullah:
— "Ben bunu sana ancak bunun (satılıp da)
karşılığında bir mala nail olasın diye gönderdim" buyurdu.
(Râvî:) İbn Umer bu
hadîsten dolayı kumaşta ipek desen olmasını kerîh görürdü, demiştir [111].
Ebû Cuhayfe: Peygamber
(S), Selmân ile Ebu'd-Derdâ arasında kardeşlik akdi yaptı, demiştir [112].
Abdurrahmân ibn Avı
da: Bizler Medîne'ye geldiğimiz zaman Peygamber (S) benimle Sa'd ibnu'r-Rabf arasında
kardeşlik ahdi yaptı, demiştir [113].
108-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Abdurrahmân ibn Avf, Medîne'ye bizim üzerimize
geldiği zaman Peygamber (S) onunla Sa'd ibnu'r-Rabî' arasında kardeşlik akdi
yaptı. Sonra Abdurrahmân evlendiği zaman Peygamber ona:
— "Bir koyun
(kesmek sureti) ile olsun düğün aşı yap!" buyurdu [114].
109-.......Bize
Âsim el-Ahvel, tahdîs edip şöyle dedi: Ben Enes ibn Mâlik'e:
— Peygamber(S)'in
"islâm'da (Câhiliyet devrinin) yemînleşme ahdi yoktur" buyurduğu sana
ulaşmadı mı? diye sordum.
— Peygamber (S) (Medine'de) benim evimde Kureyş
ile Ensâr arasında kardeşlik akdi yaptı, diye cevâb verdi [115].
Fâtıma aleyha's-selâm:
Peygamber, vefatına yakın bana ailesi içinden kendisine ilk kavuşacak kimsenin ben
olduğumu gizlice söyleyince, ben sevincimden güldüm, demiştir [117].
İbn Abbâs da:
Şübhesiz güldüren de,
ağlatan da ancak Allah'tır, demiştir [118].
110-.......Bize
Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den; o daUrve'den; o da Âişe(R)'den şöyle haber
verdi: Rifâa el-Kurazî karısını boşadı ve boşamayı kesinleştirdi. Ondan sonra o
kadınla Abdurrahmân ibnu'z-Zubeyr el-Kurazî evlendi. Bir müddet geçince kadın,
Peygam-ber(S)'e geldi de:
— Yâ Rasûlallah! Bu
kadın Rifâa'nın yanında onun karısı idi.Rİ-fâa onu üç boşamanın sonuncusu ile
kesin olarak boşadı. Ondan sonra bu kadınla Abdurrahmân ibnu'z-Zubeyr el-Kurazî
evlendi. Fakat şu bir gerçek yâ Rasûlallah, vallahi Abdurrahmân'ın beraberinde
bulunan erkeklik âleti ancak şu elbise saçağı gibi gevşektir, dedi.
Kadın üst elbisesinden
sarkan bir püskülü elinde tutup gevşekliği gösterdi.
Râvî dedi ki: Bu
sırada Ebû Bekr, Peygamber'in yanında oturmakta, Hâlid ibn Saîd ibni'1-Âs da
kendisine izin verilmesi için hücrenin kapısında oturmakta idi. Kadının bu
sözlerini işitince Hâlid dışarıdan:
— Yâ Ebâ Bekr, yâ Ebâ Bekr! Şu kadım
Rasûlullah'ın huzurunda apaçık söylemekte olduğu sözlerinden niye men'
etmiyorsun? diye nida etmeye başladı.
Rasûlullah ise
gülümseme üzerine birşey artırmadı. Sonra da kadına:
— "Sanırım ki sen eski kocan Rifâa'ya
dönmek istiyorsun. Fakat sen (ikinci kocan) Abdurrahmân'ın balağından
tadıncaya, o da senin balçığından tadıncaya kadar bu dönüş olmaz" buyurdu [119].
111-.......Sa'd
ibn Ebî Vakkaas (R) şöyle demiştir: Umer ibnu'l-Hattâb, Rasûlullah'ın huzuruna
girmek üzere izin istedi. Hâlbuki bu sırada Rasûlullah'ın yanında Kureyş
kabîlesinden birtakım kadınlar vardı, kadınlar Rasûlullah'tan bâzı isteklerde
bulunuyorlar ve kendilerine daha fazla vermesini istiyorlardı. Bu konuşmaları
sırasında kadınların sesleri Rasûlullah'ın sesinden yüksek tonda oluyordu. Umer
izin isteyince bu kadınlar hemen kalkıp perdeye doğru koşuştular. Peygamber,
Umer'in gelmesine izin verdi. Umer huzura girdiğinde Peygamber (kadınların
hâline) gülüyordu. Bunun üzerine Umer:
— Yâ Rasûlallah! Babam anam Sana feda olsun!
Allah Senin dişlerini güldürsün (yânî Seni sevindirsin)! dedi (ve bununla
gülmesinin, sebebini sormuş oluyordu).
Peygamber:
— "Yanımda bulunan şu kadınların hâline
taaccüb ettim: Onlar senin sesini işitince acele perdeye koşuştular"
buyurdu.
Bunun üzerine Umer:
— Yâ Rasûlallah, Sen
onların saygı ve büyültmelerine daha lâyıksın! dedi.
Sonra kadınların tarafına
yöneldi de onlara:
— Ey nefisleri düşman
olan kadınlar! Rasûlullah'ı ta'zîm etmeyip de benden mi çekmiyorsunuz? dedi.
Kadınlar da:
— Çünkü sen Rasûlullah'tan yoğun sözlü ve
katısın, dediler.
Rasûlullah, Umer'e:
— "Ey Hattâb
oğlu, sen kadınlara cevâb vermeyi bırak! Nefsim elinde bulunan Allah 'a yemin
ederim ki, sen bir yolda giderken şeytân asla seninle karşılaşmaz da muhakkak
senin yo/undan başka bir yola yönelip gider!" buyurdu [120].
112-.......Abdullah
ibn Amr (R) -bir rivayette de: Abdullah ibn Umer (R)- şöyle demiştir:
Rasûlullah (S) Tâif gazvesini yaptığı zaman (muhasara uzayınca, bâzı
sahâbîleriyle istişareden sonra):
— "İnşâallah yarın dönüyoruz!" diye
orduya i'Iân etmişti. Bu, Rasûlullah'ın s ah âb ilerinden bâzı insanlara ağır
geldi de:
— Biz buradan Tâif i fethedinceye kadar
ayrılmayız! dediler. Bu i'tirâz üzerine Peygamber:
— "Öyleyse yarın sabah harbe hazır
olun!" buyurdu.
Râvî dedi ki: Ertesi
sabah harbe giriştiler ve düşmanla çok şiddetli bir kıtal yaptılar. (Düşmanın
attığı ok, taş, kızgın demir çivilerle) müslümânlardan yaralananlar çok oldu.
Bunun üzerine Rasûlullah:
— "İnşâallah yarın döneceğiz"
buyurdu.
Bu defa bu kararla
(sevinip) sükût ettiler. Rasûlullah da sahâbî-lerin bu sevinçli sükûtlarına
(taaccüb edip) güldü.
Buhârî'nin üstadı
el-Humeydî: Bize Sufyân ibn Uyeyne bu hadîsin senedinin hepsini ihbar lafzıyle
tahdîs etti, demiştir [121].
113-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'e bir adam geldi de:
— Ben helak oldum,
ramazânda oruçlu iken eşimle cinsî münâsebette bulundum! dedi.
Peygamber ona:
— "Bir köle âzâd et!" buyurdu. O zât:
— Benim köle âzâd edecek malım yok! dedi.
Peygamber:
— "Öyleyse iki ay arka arkaya zincirleme
(keffâret olarak) oruç tut!" buyurdu.
O:
— Buna güç yetiremem, dedi. Peygamber:
— "Öyleyse altmış fakire yemek
yedir!" buyurdu. O zât:
— Onları doyuracak şeyin yolunu da bulamam,
dedi.
Bu sırada Peygamber'e
içi hurma dolu -râvî îbrâhîm ibn Sa'd'ın: O, mikteldir, dediği onbeş sâ' hurma
olan- bir arak getirildi.
Peygamber:
— "O soran kimse nerededir?" dedi ve
o şahsa:
— "Bu hurmayı al, yoksullara sadaka
yap!" buyurdu. O zât:
— Benden daha fakır
olana mı vereceğim? Allah'a yemîn ederim ki, Medine'nin kara taşlı iki yanı
arasında benim ailemden daha fakır bir ev halkı yoktur! dedi.
Bunun üzerine
Peygamber (S) yan dişleri meydana çıkıp görü-lünceye kadar güldü. Sonra da o
adama:
— "O takdirde bunu sizin ev halkı
yesin!" buyurdu [122].
114-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah(S)'ın maiyyetinde yürüyordum.
Rasûlullah'm üzerinde Necrân doukmala-nndan kaim kenarlı bir kaftan
bulunuyordu. Bir çöl bedevisi Rasû-lullah'a erişti de arkasından kaftanım,
şiddetli bir çekişle çekti.
Enes dedi ki: O sırada
ben Peygamber'in boynu ile omuzu arasına baktım da, bedevinin kaftanını
şiddetle çekmesinden, kaftanın kenarı onun boyun safhasında iz bırakmış
olduğunu gördüm. Bu çekmeden sonra bedevî:
— Yâ Muhammed! Yanında
bulunan Allah malından bana bir-şey vermelerini emret! dedi.
Bunun üzerine
Rasûlullah o bedeviye doğru (şefkatle) baktı da güldü, sonra bu bedevîye biraz
atıyye verilmesini emretti [123].
115-.......Cerîr
ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Ben İslâm Dîni'ne girdiğimden beri Peygamber
(S) beni meclisine girmekten men' etmemiş ve beni her gördüğünde de muhakkak
yüzüme gülümsemiş-tir. (Ahmes kabilesinden yüzelli süvarinin başında
Zu'1-Halasa putunu kırmaya gittim, Ahmesliler iyi ata binerlerdi, fakat) ben
bir türlü at üzerinde duramazdım. Bunu Peygamber'e şikâyet ettim. Peygamber
eliyle göğsüme vurdu da:
—
"Allâhummesebbithuve'c'alhuhâdiyenmehdiyyen{ = Allah'ım! Sen Cerîr'i
(doğru yolda ve at üstünde) sabit tut ve onu hidâyet edici ve hidâyet edilmiş
kıl]" diye dua etti [124].
116-.......Hişâm
şöyle demiştir: Bana babam Urve, Ummü Seleme'nin kızı Zeyneb'den; o da anası
Ümmü Seleme'den haber verdi ki, Ümmü Suleym:
— Yâ Rasûlallah!
Şübhesiz Allah hakkı beyân etmekten haya etmez. Kadın ihtilâm olduğu zaman
kendisine yıkanmak vâcib olur mu? diye sordu.
Peygamber (S):
119-.......Bize
Cerîr ibn Abdilhamîd, Mansûr'dan; odaEbû Vâil'den; o da Abdullah ibn
Mes'ûd(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Doğruluk
insanı hâlis iyiliğe götürür, hâlis iyilik de cennete kılavuzluk eder. İnsan
doğruluk ede ede nihayet bu seciyyesiyle sıddîk olur. Yalancılık da insanı
fucûra, şerre götürür. Şerr de cehenneme götürür. İnsan yalancılık ede ede
nihayet Allah katında bir kezzâb (yânı çok yalancı bir kimse sıfatıyle)
yazılır" [125].
120-.......Bize
İsmâîl ibn Ca'fer, Ebû Süheyl Nâfi' ibn Mâlik ibn Ebî Âmir'den; o da
babasından; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S):
"Münâfıkın alâmeti üçtür: Söz söylediği zaman yalan söyler, va'd ettiği
vakit sözünde durmaz, kendisine bir-şey emniyet edildiği zaman hıyanet
eder" buyurmuştur.
121-.......Semure
ibn Cundeb (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Ben bu gece
rüyamda iki adam gördüm. Onlar bana geldiler (ve benim elimden tutup beni
mukaddes bir sahraya çıkardılar ve birçok yerleri gezdiler. Sonunda ben
onlara: Beni iyi gezdirdiniz. Şimdi bana gördüğüm şeyleri bildirin, dedim).
Onlar, yânî bu iki melek şöyle dediler:
— Hani şu ağzı
parçalanmakta olduğunu gördüğün kimse yok mu, işte o çok yalan söyleyen bir
yalancı idi, o dünyâda dâima yalan söylerdi. Onun söylediği yalanlar, ondan
alınıp taşınır da nihayet her tarafa yayılırdı. İşte bu yalancı, kıyamet gününe
kadar bu suretle azâb olunacaktır..." [126].
122- Bize
İshâk ibn İbrâhîm tahdîs edip şöyle dedi: Ben, Ebû Usâme'ye:
— el-A'meş size tahdîs etti mi? dedim. (O şöyle
dedi:)
— Ben Şakîk'ten işittim, şöyle dedi: Ben
Huzeyfe(R)'den işittim, şöyle diyordu: Şübhesiz insanların sîretçe, kasdca ve
yolca Ra-sûlullah(S)'a en çok benzeyeni, İbnu Ümmi Abd'dir. Biz, o evinden
çıkıp da tekrar evine döneceği zaman içinde (onu görüyor ve hâlini biliyorduk).
Ev halkı içinde onlarla yalnız kaldığı zaman onun ne yapar olduğunu bilmiyoruz [128].
123-.......Muhârik
şöyle demiştir: Ben Târik el-Ahmesî'den işittim, şöyle dedi: Ben Abdullah ibn
Mes'ûd(R)'dan işittim, şöyie dedi: Şübhesiz sözün en güzeli Allah'ın Kitabı,
yolun en güzeli de Muham-med'in yoludur [129].
124-.......Sufyân
şöyle dedi: Bana el-A'meş, Saîd ibn Cübeyr'den; o da Ebû Abdirrahmân
es-Sulemî'den; o da Ebû Mûsâ(R)'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle
buyurmuştur: "Yüce Allah'tan daha sabırlı ve aleyhinde işittiği (bâtıl
iddiaların verdiği) ezaya Mimli hiçbir ferd -yâhud: Hiçbirşey yoktur: Çünkü
insanların bir kısmı ona oğul isnâd edip çağırıyorlar, böyle iken şübhesiz
Allah onları afiyette kılıyor ve onları türlü ni'metlerle
rızıklandırıyor"'.
125-.......Bize
el-A'meş tahdîs edip şöyle dedi: Ben Şakîk'ten işittim, şöyle diyordu: Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle dedi: Peygamber (S- Huneyn günü olup bitince) öteden beri
yapageldiği taksîmler-den biri gibi, ganîmet mallarını taksîm etti. Ensâr'dan
bir adam:
— Vallahi bu, muhakkak
kendisinde Allah rızâsı gözetilmeyen bir taksimdir, dedi.
Ben de:
— Bu (küstahça) sözü
muhakkak Peygamber'e söyleyeceğim! dedim.
Ve Peygamber'e geldim,
kendisi sahâbîleri içinde bulunuyordu, o sözü O'na yavaşça haber verdim. O söz
Peygamber'e ağır geldi, yüzünün rengi değişti ve öfkelendi, hattâ ben, keski
bunu kendisine haber vermeyeydim dedim. Sonra:
— "Mûsâ bundan
daha fazlasıyle eza edilmiş de sabretmiştir" buyurdu [130].
126-.......Bize
Müslim (ibn Subayh) Mesrûk'tan tahdîs etti ki, Âişe (R) şöyle demiştir:
Peygamber (S) birşey yapmış da o hususta insanlara ruhsat vermişti. Bir
topluluk o işten çekindi ve ona yanaşmadılar. Onların bu çekingenliği
Peygamber'e ulaşınca, hemen hutbeye çıkıp Allah'a hamdetti, sonra:
— "Birtakım
cemâatlere ne oluyor ki, benim yapmış olduğum işten çekiniyorlar? Allah'ayemîn
ederim, ben Allah'ı onların en bileniyimdir ve Allah'a saygısı en şiddetli
olanlarıyımdır" buyurdu [131].
127-.......Ebû
Saîd el-Hudrî (R): Peygamber (S) haya yönünden kendi köşesinde oturan bakir
kızdan daha çok utangaç idi. İstemediği birşeyi gördüğü zaman biz O'nu
yüzünden tanır, anlardık, demiştir.
128-.......Bize
Alî ibnu'l-Mubârek, Yahya ibn Ebî Kesîr'den; o da Ebû Seleme'den; o da Ebû
Hureyre(R)'den haber verdi ki, Ra-sûlullah (S): "Bir adam kardeşine
hitaben: Yâ kâfir! dediği zaman, ikisinden biri bu sıfatla dönmüş olur"
buyurmuştur.
İkrime ibnu Ammâr da
Yahya ibn Ebî Kesîr'den söyledi ki, Abdullah ibn Yezîd, Ebû Seleme'den işitmiş;
o da Ebû Hureyre'den işitmiş; o da Peygamber'den işitmiştir.
129-.......Bana
İmâm Mâlik, Abdullah ibn Dînâr'dan; o da Abdullah ibn Umer(R)'den tahdîs etti
ki, Rasûlullah (S): "Herhangibir kimse (mü'min) kardeşine: Yâ kâfir! diye
hitâb ederse, ikisinden biri muhakkak bu sıfatla dönmüş olur" buyurmuştur.
130-.......
Bize Eyyûb, Ebû Kılâbe'den; o da Sabit ibnu'd-Dahhâk'tan tahdîs etti ki,
Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Her kim İslâm 'dan başka bir milletin
adiyle yalancı olarak yemin ederse, o, söylediği millet gibidir. Her kim de
dünyâda kendisini herhangi birşeyle öldürürse, cehennemde kendisini öldürmüş
olduğu o şeyle azâb olunur. Mü'mine la'net etmek, onu öldürmek gibidir. Kim bir
mü'mine kâfirlik isnâd ederse, bu da onu öldürmek gibidir" [132].
Umer ibnu'l-Hattâb da
Hâtıb ibn Ebî Beltea için: "O bir münafıktır!" demişti de Peygamber
(S):
'Sana ne bildirir?
Belki Allah Bedir harbine katılanların ihlâsına muttali' olmuş ve: Ben sizlere
mağfiret ettim! buyurmuştur" dedi [133].
131-.......
Câbir ibn Abdillah (R) şöyle tahdîs etmiştir: Muâz: ibn Cebel, Peygamber(S)'in
arkasında namazı kılar, sonra da kendi kavmi olan Benû Selime'ye gelir, o
namazı onlara kıldırır ve namazda da el-Bakara Sûresi'ni okurdu.
Câbir dedi ki: Bir
defasında bir adam (cemâatten ayrıldı da) kendi başına hafif bir namaz kıldı.
Bu adamın ayrıca namaz kıldığı haberi Muâz'a ulaşınca, Muâz:
— O bir münafıktır! dedi.
Muâz'ın bu sözü de o
adama ulaştığında, hemen Peygamber'e gitti ve:
— Yâ Rasûlallah!
Bizler ellerimizle işleyen ve su çeken develerimizle sulama yapan bir
topluluğuz. Muâz dün bizlere namaz kıldırdı da namazda el-Bakara Sûresi'ni
okudu. Ben de namazımı hafif kılıp geçtim. Bundan dolayı Muâz benim bir münafık
olduğumu iddia etmiş, dedi.
Bunun üzerine
Peygamber üç kerre:
— "Ya Muâz! Sen bir fettan mısın?
Ve'ş-şemsi ve duhâha, Seb-bih isme Rabbike'l-alâ ve benzeri sûreleri oku!"
buyurdu [134].
132-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S): "Sizden her kim yemîn eder de
yemininde 'Lât ve Uzzâ hakkı için' derse (bunun keffâreti için) hemen: 'La
ilahe ille'Hah' desin. Arkadaşına 'Gelseninle kumar oynayalım' diyen de
(oynayacağı kumar parasını) fakirlere sadaka versin" buyurdu.
133-.......Bize
el-Leys, Nâfi'den; o da îbn Umer(R)'den şöyle tahdîs etti: İbn Umer, babası
Umer ibnu'l-Hattâb'a bir kaafile içinde giderlerken arkadan yetişti, o sırada
Umer, babası adiyle yemîn ediyordu. Bunun üzerine Rasûlullah (S):
— "Dikkat edin!
Allah sizleri babalarınızla yemîn etmenizden nehyetmiştir. Her kim yemin etmek
zorunda olursa, yalnız Allah adiyle yemîn etsin yâhud (yemîn etmeyip)
sussun!" diye nida etmiştir [135].
Yüce Allah da:
"Ey Peygamber
kâfirlerle, münafıklarla savaş, onlara karşı sert davran... " (et-Tahrîm:
9) buyurdu.
134-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) yanıma girdi. Evde üzerinde suretler bulunan
bir perde vardı. Peygamber onu görünce yüzünün rengi değişti. Sonra o perdeyi
uzanıp aldı ve onu yırttı.
Âişe: Peygamber:
— "Kıyamet günü
azabın en şiddetli olanlarından bir nev'i işte bu resimleri yapan
kimselerdir" buyurdu, dedi.
135-.......Ebû
Mes'ûd (el-Bedrî el-Ensârî-R) şöyle demiştir: Bir adam Peygamber(S)'e geldi de:
— Fulânca kimse bize
namaz kıldırırken o kadar uzatıyor ki, vallahi sabah namazına gitmekten
(adetâ) geri kalıyorum! dedi.
Ebû Mes'ûd dedi ki:
Ben Rasûlullah'ı hiçbir mev'ızada o günkü kadar öfkeli görmedim.
Yine Ebû Mes'ûd dedi
ki: Bu şikâyet üzerine Rasûlullah: — "Ey insanlar! İçinizden bâzı
kimselerde cemâati dînden nefret ettirme hasleti vardır. Herhanginiz namaz
kıldıracak olursa hafif tutsun. Çünkü cemâatin içinde hasta olanı var, yaşlı
olanı var, iş güç sahibi olanı vardır" buyurdu [136].
136-.......
Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) cemâatin önünde namaz
kıldırırken mescidin kıble tarafındaki duvarda bir tükürük gördü de onu eliyle
kazıdı ve öfkelendi. Sonra namazdan çıkınca:
— "Sizden
herbiriniz namaz içinde olduğu zaman Allah onun yüzü mukaabilindedir. Onun için
hiçbiriniz namaz içinde iken yüzünün karşısına doğru tükürmesin!" buyurdu
[137].
137-.......Bize
Rabîatu'bnu Ebî Abdirrahmân, Munbeis'in âzâdlısından; o da Zeyd ibn Hâlid el-Cuhenî'den
şöyle haber verdi: Bir adam RasûIullah(S)'a bulunmuş eşyanın hükmünden sordu.
Rasûlullah:
— "Bir sene i'lân et, sonra bunun kabının
ağız bağını ve içinde-kini iyi tanı, sonra bununla faydalan. Eğer sahibi
gelirse, onu kendisine ver!" buyurdu.
O zât:
— Yâ Rasûlallah! Koyun yitiğinin hükmü nedir?
dedi. Rasûlullah:
— "Onu sen al! Çünkü o ya senin, ya mü'min
kardeşinin yâhud da kurdundur!" buyurdu.
O zât:
— Yâ Rasûlallah! Yitik devenin hükmü nedir?
dedi.
Râvî dedi ki: Bu suâl
üzerine Rasûlullah öfkelendi, hattâ iki yanakları yâhud yüzü kıpkırmızı oldu.
Sonra:
— "Ondan sana ne? O hayvanın gezecek
tabanı var, karnında su tulumu var, sahibine kavuşuncaya kadar gezer,
içer!" buyurdu.
138-
el-Mekkî de şöyle dedi: Bize Abdullah ibn Saîd tahdîs etti.
H Bana Muhammed ibn
Ziyâd tahdîs etti. Bize Muhammed ibn Cafer tahdîs etti. Bize Abdullah ibn Saîd
tahdîs edip şöyle dedi: Bana Salim Ebu'n-Nadr Mevlâ Umer ibn Ubeydillah, Busri
ibnu Saîd'-den tahdîs etti ki, Zeyd ibn Sabit (R) şöyle demiştir: Rasûlullah
(S) mescidde hurma yaprağı örgülerinden yâhud hasırdan küçük bir hücre çevirdi.
RasûluIIah (ramazânda bir gece) çıkıp onun içinde namaz kılıyordu. Kendisini
birtakım adamlar ta'kîb ettiler ve gelip onun namazına uyarak namaz kılar
oldular. Sonra bir gece daha geldiler ve orada hazır oldular. RasûluIIah
onlardan gecikti ve onların yanına çıkmadı. Bunun üzerine seslerini yükseltip
kapıya çakıl taşlan attılar. Bunun üzerine RasûluIIah öfkelenmiş olarak
onların yanına çıktı. Ve RasûluIIah onlara:
— "Yaptığınız bu
namaz isimsizinle birlikte devam ettirdim. Fakat onun, sizin üzerinize farz
yazılacağını zannettim.Onun için sizler bu gece namazını evlerinizde kılınız.
Çünkü kişinin namazının hayırlısı, farz namazı müstesna, kendi evinde kıldığı
namazdır" buyurdu [138]
"(Bu sevâblar)
îmân edip de ancak Rabblerine güvenip dayanmakta, büyük günâhlardan ve açık
kötülüklerden kaçınmakta, öfkelendikleri zaman bizzat kusurları örtmekte
olanlara.., mahsûstur" (eş-şûrâ: 36-37);
"O takva
sahihleri bollukta ve darlıkta infâk edenler, öfkelerini yutanlar, insanlardan
afv ile geçenlerdir. Allah iyilik edenleri sever" (âiu imrân: 134) [139].
139-.......Bize
İmâm Mâlik, İbn Şihâb'dan; o da Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den; o da Ebû
Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, RasûluIIah (S) şöyle buyurmuştur: "Çok
kuvvetli pehlivan, birçok güreşçileri yere serip gâlib olan değildir. Asıl
kuvvetli pehlivan, öfkelendiği sırada nefsine mâlik (ve irâdesine hâkim) olan
kimsedir".
140-.......Süleyman
ibn Sured (R) tahdîs edip şöyle demiştir:
Peygamber(S)'in
yanında iki kişi sövüştüler, biz de yanında oturuyorduk. O ikisinden biri
arkadaşına öfkelendirilmiş olarak sövüyordu, öfkesinden yüzü kıpkırmızı
olmuştu. Bunun üzerine Peygamber:
— "Ben bir kelime bilmekteyim ki, bu
öfkeli olan kişi onu söylese, kendisinden öfkesi muhakkak gider: Eğer
"Eûzu billahi mine'ş-şeytânVr-racîm (= Ben taşlanmış şeytândan Allah'a
sığınırım)1 dese" buyurdu.
Oradaki sahâbîler o
öfkeli adama:
— Sen Peygamber'in söylemekte olduğu sözü (öfke
reçetesini) işitmiyor musun? dediler.
O adam:
— Ben deli değilim, dedi [140].
141-.......BizeEbû
Bekr -ki.o İbn Ayyâş'tir-Ebû Husayn'dan; o da Ebû Salih'ten; o da Ebû
Hureyre(R)'den şöyle haber verdi: Bir adam -ki o Câriyetu'bnu Kudâme'dir-
Peygamber(S)'e:
— Bana bir nasîhat tavsiye et! dileğinde
bulundu. Peygamber ona:
— "Gadablanma!" buyurdu.
Bunun üzerine o kişi
Peygamber'den tekrar tekrar nasîhat tavsiye etmesini istedi, her defasında
Peygamber ona "Gadablanma!" öğüdünü verdi [141].
142-.......
İmrân ibn Husayn (R): Peygamber (S):
— "Haya ancak hayır getirir" buyurdu,
demiştir.
Tabiî âlimlerinden
Buşeyr ibn Ka'b, İmrân ibn Husayn'dan bu hadîsi işitince:
— Hikmet kitâblannda:
"Şübhesiz vakaar hayadandır, şübhesiz sekınet de hayadandır" diye
yazılıdır, demiştir.
Bunun üzerine İmrân,
Buşeyr'e:
— Ben sana
Rasûlullah'tan hadîs tahdîs ediyorum, sen ise bana hikmet sahîfenden söz söylüyorsun!
diye karşılamıştır [143].
143.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyie demiştir: Peygamber (S) bir adama uğradı. O adam o SIrada
(kardeşini) hayasından ötürü kınayıp azarlamakta:
— Sen muhakkak utanıp
sıkılıyorsun! diyor ve sanki ona- Bu utanma sana zarar vermiştir, diye
söyleniyordu. Rasûlullah da:
"ŞU kayâh
karde§İnİ bırak! Çünkü hayQ îmândandır" buyurdu.
'Utanmazsan dilediğini
yap!1
145-......Ebu
Mesud ^el-Bedrî"R) tahdîs edip şöyle demiştir: Geçmiş peygamberlerin
sözünden (hiç eksiksiz) in-birisi de:
146-.......Ümmü
Seleme (R) şöyle dedi: Ümmü Suleym, Rasûlu!lah(S)'a geldi de:
— Yâ Rasûlallah! Şübhesiz Allah hakkı beyân
etmekten haya etmez. Kadın ihtilâm olursa, üzerine yıkanmak vâcib olur mu? diye
sordu.
Rasûlullah:
— "Suyu (yânî meniyi) gördüğünde evet"
buyurdu [144].
147-.......Bize
Şu'be tahdîs etti. Bize Muhârib ibnu Disâr tahdîs edip şöyle dedi: Ben İbn
Umer'den işittim, şöyle diyordu: Peygamber (S):
— "Mü'minin meseli, yapraklan düşmez ve
dağıtmaz yeşil bir ağacın meseli gibidir" buyurdu.
Orada bulunan
topluluk:
— O şu ağaçtır, o şu
ağaçtır, diye bâzı ağaçların isimlerini söylediler.
Ben de onun hurma
ağacı olduğunu söylemek istedim. Ben küçük, taze bir oğlan hâlimden dolayı
(bunu söylemeye) utandım. Peygamber:
— "O, hurma ağacıdır" buyurdu.
Ve yine Şu'be'den:
Bize Hubeyb ibn Abdirrahmân, Hafs ibn Âsım'dan; o da İbn Umer'den bunun
benzerini tahdîs etti ve bunda şunu ziyâde etti: İbn Umer:
— Sonra ben bunu babam Umer'e söyledim de o:
Utanmayıp da o sözü söylemiş olaydın, bu bana şu ve şu şeylerden elbette daha
sevimli olurdu, dedi.
148-.......
Ben Sabit ibn Eşlem el-Bunânî'den işittim; o da Enes(R)'ten şöyle derken
işitmiştir: Bir gün bir kadın Peygamber'e geldi, nefsini O'na arzederek:
— Benimle evlenmeye
ihtiyâcın var mı (yânî benimle evlenir misin)? dedi.
Enes bu hadîsi
söylerken orada hazır bulunan kızı:
— O kadının hayası ne kadar da kıtmış! dedi.
Bunun üzerine Enes:
— Kızım o kadın senden
hayırlıdır. (Çünkü o) kendi nefsini Ra-sûlullah'a arzetmiş (O'nun ev halkı
arasına girme şerefine yönelmiş) bir kadındır, dedi [145].
149-.......Ebû
Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) ben Ebû Mûsâ ile Muâz ibn
Cebel'i Yemen'e gönderdiği zaman, ikisine hitaben:
— "Kolaylaştırın, zorlaştırmayın;
müjdeleyin, nefret ettirmeyin ve işlerde uygunluk gösterin/" buyurdu.
Ebû Mûsâ:
— Yâ Rasûlallah! Biz
Yemen'in bir arâzîsindeniz. Orada baldan "Biti"' denilen bir içki
yapılır, arpadan da "Mızru" denilen bir içki yapılır (bunların hükmü
nasıl olacaktır)? diye sordu. Rasûlullah (umûmî bir düstûr olarak): — "Her
sarhoşluk veren içki, haramdır!" buyurdu.
150-.......
Enes ibn Mâlik (R): Peygamber (S): "Kolaylaştırınız, zorîaştırmayınız;
sükûnete kavuşturunuz, ürkütüp nefret ettirmeyiniz!" buyurdu, demiştir.
151-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) -dünyâ işlerinden- iki şey arasında
muhayyer kılındı mı, O muhakkak günâh olmadığı müddetçe onlardan en kolayım
alırdı. Eğer bir günâh olacaksa, o kolay işten halkın en uzak bulunanı,
Rasûlullah olurdu. Rasûlullah kendisi için asla kîn tutup öç almamıştır. Ancak
Allah'a karşı hürmetsizlik edilmiş olması müstesnadır, bu takdirde işlenen
hürmetsizlik sebebiyle Allah için öfkelenir, intikaam alırdı [146].
152-.......Bize
Hammâd ibn Zeyd tahdîs etti ki, el-Ezrak ibn Kays şöyle demiştir: Ehvâz'da
(Duceyle denilen) bir nehrin kenarında bulunuyorduk. O nehrin suyu kuruyup
gitmişti. Ebû Berze Nadle ibnu Ubeyd el-Eslemî atı üzerinde geldi de namaza
durdu, atını da salıverdi. Kendisi namazda iken atı yürüdü. Ebü Berze hemen
namazını bıraktı ve atının ardından gitti, sonunda ona yetişip yakaladı. Sonra
geldi, yarım bıraktığı namazını tamamladı. Bizim içimizde Haricî görüşünde
olan bir adam vardı. Bu, Ebû Berze'nin böyle namazı içinde atı yakaladığını,
sonra yine kıldığını görünce:
— Şu ihtiyara bakınız,
atı için namazını terketti! demeye başladı.
Ebû Berze de namazdan
sonra ona yöneldi de:
— RasûIullah(S)'tan
ayrıldığım zamandan beri beni hiçbir kimse sertlik, yoğunluk etmemiş;
ayıplamamıştır! diye cevâb verdi ve şöyle devam etti:
— Benim ineceğim yer
uzaktadır. Eğer ben atımı bırakıp da namazı tam kılsaydım, geceye kadar
ehlimin yanına varamazdım, dedi.
Bu arada kendisinin
Peygamber(S)'e sahâbîlik ettiğini ve bu beraberliğinde Peygamber'in (namazda
ve diğer hususlarda dâima) kolaylık göstermesine şâhid olduğunu zikretti [147].
153-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle haber vermiştir: Bir bedevî mescidde işedi. Oradakiler hemen
ona ceza vermek için, ona doğru hareket ettiler. Rasûlullah (S) da hemen
onlara:
— "Onu bırakınız,
sonra sidiğinin üzerine bir dolu kova su -yâ-hud: İçinde su bulunan bir kova-
dökünüz. Çünkü sizler ancak kolaylık göstericiler olarak gönderildiniz, güçlük
göstericiler olarak gönde-rilmediniz" buyurdu [148].
İnsanlara dînini
yaralamaksızın dîninle karışkanlık yap! demiştir.
Ve aile beraberinde
onlarla latîfeleşmenin meşru' ve caiz olduğu.
154-.......Bize
Ebu't-Teyyâh tahdîs edip şöyle dedi: Ben Enes ibn Mâlik(R)'ten işittim, şöyle
diyordu: Şu muhakkak ki, Peygamber (S) bizim aramıza karışırdı (ve güleryüzle
biz çocuklara latife eder-
— "Yâ Ebâ Umeyr!
Nuğayr ne yaptı?" derdi [149].
155-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Ben Peygamber'in yanında birtakım kız timsâlleriyle oyun
oynardım. Benim birçok kız arkadaşlarım vardı. Onlar benimle kızlara âid
oyunlar oynarlardı. Biz oyun oynarken Rasûlullah (S) eve girdiği zaman, oyun
arkadaşlarım O'ndan saklanırlardı. Çok defa Rasûlullah bu kız arkadaşlarımı
benimle oy-nasınlar diye benim yanıma gönderirdi [150].
Ebu'd-Derdâ'dan:
Bizler birtakım toplulukların yüzlerine karşı dişlerimizi meydana çıkarıp
gülümserdik, hâlbuki kalblerimiz onlara muhakkak la'net ederdi, dediği
zikrolunur [151].
156-.......Âişe(R)
Urve'ye şöyle haber vermiştir: Bir adam Peygamber(S)'in huzuruna girmeye izin
istedi. Peygamber:
— "Ona izin veriniz. O aşiretin ne kötü
oğludur- yâhud; Aşiretin ne kötü kardeşidir-!" buyurdu.
O kimse yanma girince
Peygamber ona karşı yumuşak sözler söyledi. Ardından ben kendisine:
— Yâ Rasûlallah! Biraz
önce Sen onun için söylediğin sözü söyledin. Sonra da ona yumuşak konuştun?
dedim (sebebini sordum).
Rasûlullah:
— "Ey Âişe! Allah katında mevkVi
bakımından insanların en senlisi (dünyâda) kötülüğünden korunmak için
insanların terkettiği -yâhud: Karşılaşmak ve konuşmaktan vazgeçip bıraktığı-
kimsedir" buyurdu [152].
157-.......Bize
Eyyûb, Abdullah ibn Muleyke'den şöyle haber verdi: Peygamber(S)'e dîbâc
kumaşında altın düğmeli birçok kaftanlar hediye edilmişti. Kendisi bu
kaftanları sahâbîJerinden bâzı insanlar arasında taksim etti de onlardan
birini Mahrame için ayırdı. Mahrame yanına gelince:
— "Bunu senin
için sakladım" buyurdu.
Râvî Eyyûb kendi
elbisesiyle işaret edip: Peygamber bu sözü söylerken kaftanı Mahrame'ye böyle
gösteriyordu. Mahrame'nin huyunda bir sertlik vardı, demiştir.
Bu hadîsi Hammâd ibn
Zeyd, Eyyûb'dan rivayet etti. Hâtem ibnu Verdân da şöyle dedi: Bize Eyyûb, İbnu
Muleyke'den; o da el-Misver'den: Peygamber'e birçok kaftanlar gelmişti, diye
tahdîs etti [153]
'(Akıllı ve olgun)
mü'min bir yılan deliğinden iki kerre sokulmaz".
Muâviye ibn Ebî Sufyân
da: Hakîm, ancak tecrübe sahibi olan teennîli kişidir, demiştir [154].
158-.......Bize
el-Leys Ukayl'den; o da ez-Zuhrî'den; o da İbnu'l-Müseyyeb'den; o da Ebû
Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "(Akıllı ve kâmil) mü'min
bir yılan deliğinden iki kerre ısırılıp sokulmaz" buyurmuştur [155].
159-.......Abdullah
ibn Amr (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) benim yanıma girdi de:
— "Bütün gece
namaz kılmakta olduğun ve gündüzleri de oruç tutmakta olduğun bana haber
verilmedi mi sanırsın?" buyurdu.
Ben:
— Evet öyledir, dedim. Rasûlullah:
— "Böyle yapma, gecenin bir kısmında kalk
ibâdet et, bir kısmında yat uyu, bâzı günler oruç tut, bâzı günler oruç tutma.
Çünkü bedenin için senin üzerinde bir hakk vardır, gözlerin için desenin üzerinde
bir hakk vardır, ziyaretçilerin için de senin üzerinde bir hakk vardır, eşin
için de senin üzerinde bir hakk vardır. Sana uzun bir Ömür olması ümîd edilir.
Her aydan üçer gün nafile oruç tutman sana yeter. Çünkü her bir haseneye
mukaabil onun on misli sevâb vardır. Böylece bu, bütün sene oruç tutmuş sevabı
eder".
Abdullah şöyle dedi:
— Ben kendi nefsime şiddet yaptıkça bana şiddet
yapıldı: Ben bundan daha fazlasına güç yetiririm, dedim.
Rasûlullah:
— "Öyleyse her bir cumuadan (yânî her
haftadan) üç gün oruç tut" buyurdu.
Abdullah dedi ki:
— Ben şiddet istedikçe
bana şiddetlendirildi. Ben bundan fazlasına da güç yetiririm, dedim.
Rasûlullah:
— "Öyleyse Dâvûd Peygamberdin orucu gibi
oruç tut" buyurdu. Ben:
— Dâvûd Peygamber'in orucu nedir? dedim.
Rasûlullah:
— "Yılın yarısıdır" buyurdu [156].
Ebû Abdillah Buhârî
şöyle dedi:
Müfredde "Huve
zevrun", cemi'de: "Hâulâi zevrun" denilir (yânı bu müfred ve
cemi'de müsavidir). "Dayf" da böyledir. "Dayf'hn ma'nâsı, onun
konukları ve ziyaretçileri demektir. Çünkü o, kavim, ridâ ve ad! gibi bir
masdardır. "Maun ğavrun" ve "Bi'run ğavrun" ve "Mâ âni
ğavrun" ve "Miyâhun ğavrun" denilir (Bu, masdarla vasıflamadır)
Kovaların erişmez
olduğu şeye "Gav/*" ve "Gâir" denilir. İçinde kaybolduğun
herşey bir "Mağâre"dir.
"Tezzâveru",
"Zevr" masdarından <MTemîlu( = Meyleder)" "Ezveru"
da "Çok meyleden" ma'nâsmadır [157].
160-.......Bize
(İmâm) Mâlik, Saîd ibn Ebî Saîd el-Makburî'den; o da Ebû Şurayh el-Ka'bî(R)'den
haber verdi ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Allah'a ve son güne
îmân eden kimse konuğuna ikram etsin. Konuğun gelip geçici olan kısmının
ikramı bir gün, bir gecedir. Ziyafet, yânı konukluk üç gündür. Üç günden sonra
hazır bulunan kimseye yapılan ikram ise, sadakadır. Konuk için ev sahibinin
yanında, onun (göğsünü daraltıp da) kendisini dışarı çıkarmasına kadar ikaamet
etmesi halâl olmaz".
Bize İsmâîl tahdîs
edip şöyle dedi: Bana Mâlik, bunun benzerini tahdîs etti ve bunda şu ziyâdeyi
getirdi: "Allah'a ve son güne îmân eden her kişi, hayır söylesin yâhud
sussun!"
161-.......Bize
Sufyân es-Sevrî, Ebû Husayn'dan; o da Ebû Salih'ten; o da Ebû Hureyre(R)'den
tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Allah'a ve son güne îmân
eden kişi komşusuna eza etmesin, Allah'a ve son güne îmân eden her kişi
konuğuna ikram etsin. Allah'a ve son güne îmân eden her kişi hayır söylesin
yâhud sussun!" [158].
162-.......Ukbe
ibn Âmir (R) şöyle demiştir: Biz:
— Yâ Rasülallah! Sen
bizleri bir sefere gönderiyorsun, biz de seferde bir kavmin yanına konaklıyoruz
ki, onlar bizlere konukluk yemeği yedirmiyorlar. Bu hususta bize ne emredersin?
dedik.
Rasûlullah (S) bize:
— "Bir kavmin yanına indiğinizde sizin
için konuğa lâyık şeyler emrederlerse, onlara yönetip kendilerinden bunu kabul
ediniz. Eğer birşey yapmayıp ikramdan çekinirlerse, onların malından kendilerine
yakışacak olan konuk hakkını alınız" buyurdu [159].
163-.......Bize
Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den; o da Ebû Seleme'den; o da Ebû Hureyre(R)'den
haber verdi ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
— "Allah'a ve son
güne îmân etmekte olan kimse konuğuna ikram etsin. Allah 'a ve son güne îmân
etmekte olan her kişi hısımlarıy-la ilgilenip ikram etsin. Allah'a ve son güne
îmân etmekte olan herkes (ya) hayır söylesin, yâhud da sussun!"
164-.......Ebû
Cuhayfe (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Selmân ile Ebu'd-Derdâ arasında
kardeşlik akdi yapmıştı. Selmân, Ebu'd-Derdâ'ya ziyarete gitti.(Evde
bulamadı.)Ve zevcesi Urnrnü'd-Derdâ'yı eski bir elbise içinde perişan gördü de:
— Bu hâlin nedir? diye sordu. Ümmü'd-Derdâ:
— Kardeşin
Ebu'd-Derdâ'mn dünyâda bir işi ve ilişiği yok ki (gündüz oruç tutar, gece
namaz kılar)! diye yanıktı.
Bu sırada Ebu'd-Derdâ
geldi. Selmân(ı selâmladı ve onun) için yemek yaptı (önüne getirdi).
Ebu'd-Derdâ, Selmân'a:
— Buyur ye, ben oruçluyum! dedi. Selmân:
— Sen yiyinceye kadar ben de yemeyeceğim! dedi.
Bunun üzerine
Ebu'd-Derdâ da (nafile orucunu bozup konuğu ile) yedi. Gece olunca Ebu'd-Derdâ
gecenin evvelinde namaza kalkmak istedi. Selmân:
— Uyu! diye men' etti.
Ebu'd-Derdâ da uyudu.
Sonra bir daha kalkmak istedi. Yine
Selmân:
— Uyu! diye men1 etti.
Gecenin sonu olunca Selmân:
— Artık şimdi kalk!
dedi.
Kalkıp ikisi de namaz
kıldılar. Namazdan sonra Selmân, Ebu'd-Derdâ'ya şunları söyledi:
— Senin üzerinde
muhakkak ki, Rabb'in için bir hakk -ardır. Senin üzerinde nefsin için de bir
hakk vardır. Senin üzerinde ailen için de bir hakk vardır. Binâenaleyh sen her
hakk sahibine hakkım vermelisin!
Sonra Ebu'd-Derdâ,
Peygamber(S)'in huzuruna gelip bu vak'a-yı O'na zikredince, Peygamber:
— "Selmân doğru söylemiştir!"
buyurdu.
Ebû Cuhayfe, Vehb
es-Suvâî'dir; ona Vehbu'1-Hayr denilir [160].
165-.......Bize
Saîd el-Cuveyrî, Ebû Usmân en-Nehdî'den; o da Abdurrahmân ibn Ebî Bekr'den şöye
tahdîs etti: Ebû Bekr birkaç kişilik bir topluluğu konuk edindi. Oğlu
Abdurrahmân'a:
— işte konukların,
onları al. Ben Peygamber'in yanma gidiyorum. Ben gelmeden önce onların
yemeklerini önlerine boşalt, yedir! dedi.
Bunun üzerine
Abdurrahmân evine gidip yanında bulunan yemeği konuklara getirdi de:
— Yiyiniz, dedi. Onlar:
— Konuk olduğumuz evin
sahibi nerede? diye Ebû Bekr'i sordular.
Abdurrahmân onlara:
— Siz buyurun, yemeği yiyin! dedi.
Onlar:
— Bizler ev sahibimiz
gelinceye kadar yemek yiyiciler değiliz, dediler.
Abdurrahmân:
— Siz bizden yemeğinizi kabul edip yiyiniz,
çünkü Ebû Bekr, siz yemek yememiş hâldeyken gelirse hepimiz onun ezâ ve
azarlama-sıyle karşılaşırız, dedi.
Konuklar yine yemekten
çekindiler. Ben Ebû Bekr'in bana öfkeleneceğini bildiğim için, ben o gelince
bir kenara çekilip saklandım. Ebû Bekr geldi ve:
— Konuklara ne
yaptınız? dedi. Ev halkı:
— Konuklar sen hazır
olmadan yemekten çekindiler, diye haber verdiler.
Bunun üzerine Ebû
Bekr:
— Yâ Abderrahmân! diye çağırdı.
Ben sükût ettim, cevâb
vermedim. O yine:
— Ey câhil! Senin
üzerine Allah'a yeminle söylüyorum, eğer sesimi işitiyorsan muhakkak cevâb
verip geleceksin! dedi.
Bunun üzerine ben
saklandığım yerden dışarı çıktım da:
— Benim günâhım yok, i$te konukların, onlara
sor! dedim. (Onlara sordu.) Onlar:
— Abdurrahmân doğru
söyledi, o bize yemeği getirdi de biz kabul etmedik! dediler.
Ebü Bekr:
— Sizler ancak beni
beklediniz ha! İşte vallahi ben de bu gece bu yemeği yemeyeceğim! dedi.
Diğerleri de:
— Vallahi sen yemedikçe biz de bu yemeği
yemeyiz! dediler.
Ebû Bekr:
— Ben şerlilikte bu
gece gibisini görmedim, size yazıklar olsun! Size ne oluyor? Niçin bizden
yemeğinizi kabul etmiyorsunuz? (Yâ Abderrahmân!) Yemeğini getir! dedi.
Abdurrahmân yemeği
getirdi. Ebû Bekr elini yemeğin içine koydu da:
— Bismillah, birinci
halet (yânî öfkelenip bu gece yemeği yemeyeceğim sözü) şeytândandır, dedi ve
yemekten yedi, konuklar da yediler [161].
Bu konuda Ebû Cuhayfe
Vehb es-Suvâî*nin hadîsi vardır [162].
166-.......Ebû
Usmân en-Nehdî şöyle demiştir: Ebû Bekr'in oğlu Abdurrahmân (R) şöyle dedi: Ebû
Bekr kendi konuğu yâhud konuklarını getirdi de, kendisi Peygamber'in yanında
(yatsıyı kıhncaya kadar) akşamladı. Ebû Bekr gelince annem ona:
— Bu gece konuğunun
yâhud konuklarının yanında bulunmaktan alıkonulup habsolundun! dedi.
Ebû Bekr:
— Onlara hâlâ yemek vermedin mi? dedi. Annem de
ona:
— Biz ona yâhud onlara
yemek çıkarıp arzettik, onlar yâhud o çekinip kabul etmediler, dedi.
Bunun üzerine Ebû Bekr
öfkelendi, sövüp saydı, "Burnu yarı-lasica!" dedi ve o yemekten
yememeye yemîn etti.
Abdurrahmân dedi ki:
Ben bu sırada saklanmıştım. Bana:
— Ey câhil herîf! diye
nida etti.
(Abdurrahmân'm annesi
Ümmü Rûmân) kadın da kocası yemedikçe o yemeği yemeyeceğine yemîn etti. Konuk
yâhud konuklar da, Ebû Bekr yemedikçe o yemekten yemeyeceğine yâhud yemeyeceklerine
yemîn ettiler. Bunun üzerine Ebû Bekr:
— Bu halet (yâhud bu
yemîn) muhakkak şeytândandır, dedi, akabinde yemeği istedi, kendisi yedi,
konuklar da yediler.
Onlar yemekten her bir
lokmayı kaldırdıkça, yemek aşağısından muhakkak artmaya ve daha çok olmaya
.başladı. Bunun üzerine Ebû Bekr, Ümmü Rûmân'a hitaben:
— Ey Firâs oğulları'nın kızkardeşi! Bu hâl
nedir? dedi. Oda:
— Gözümün nuruna (Rasûlullah'a)
yemîn olsun ki, bu yemek, bizim yememizden Önceki hâlinden muhakkak daha
çoktur! dedi.
Hepsi yediler de Ebû
Bekr o artan yemeği sahanıyle Peygamber'e yolladı, Peygamber'in de ondan
yediğini zikretti [163].
167-.......
Bize Hammâd ibn Zeyd, Yahya ibn Saîd'den; o da Ensâr'ın mevlâsı olan Buşeyr ibn
Yesâr'dan; o da Râfi' ibn Hadîc ile Sehl ibn Ebî Hasme'den tahdîs etti ki, bu
ikisi ona şöyle tahdîs etmişlerdir. Abdullah ibn Sehl ile Muhayyısa ibn Mes'ûd;
ikisi birlikte Hayber'e (hurma toplamaya) gitmişlerdi. Bu iki yoldaş Hayber'e
vardıklarında hurmalıklar içinde birbirinden ayrıldılar. Abdullah ibn Sehl
öldürüldü. (Ensâr'dan) Abdurrahmân ibn Sehl ile Mes'ûd'un iki oğlu Huveyyısa ve
Muhayyısa, Peygamber'e geldiler ve öldürülen arkadaşlarının işi hakkında
konuştular [164].
Konuşmaya Abdurrahmân
başladı. Hâlbuki Abdurrahmân onların en küçüğü idi. Peygamber (S) ona:
— "İlk sözü
büyüğe bırak!" buyurdu.
Râvî Yahya
"Konuşmayı en büyük olan üzerine alsın!" şeklinde söyledi.
Böylece onlar
arkadaşlarının işi hakkında konuştular. Sonunda Peygamber onların üçüne:
— "Maktulünüzün -yâhud arkadaşınızın- kan
bedeli olan diyetine, sizlerden elli kişinin (bu cinayeti Hayberliler işledi
diye) yemtn etmeleri suretiyle hakk kazanır mısınız?" buyurdu.
Onlar:
— Yâ Rasûlallah, bu,
görmediğimiz bir iştir (nasıl yemîn ederiz)? dediler.
Rasûlullah:
— "O hâlde Yahûdîler'den elli kişinin (bu
cinayeti biz işlemedik diye) yemîn etmeleri sizi da'vânızdan uzak kılar (yânî
isnâd ettiğiniz suçtan kurtulurlar)" buyurdu.
Onlar:
— Yâ Rasûlallah,
Yahudiler kâfir bir kavimdir (biz onların yeminlerini nasıl alırız)? diye razı
olmadılar.
(Yânî Peygamber evvelâ
elli yemîn etmeyi müddeîlere teklif etti. Onlar yemîn etmekten çekinince, elli
yemîni müddea aleyhim olan Yahûdîler'e teklif edeceğini söyledi. Müddeîler buna
razı olmayınca) Rasûlullah cinayetin diyetini müddeîlere kendi tarafından (yânî
kendi malından yâhud da beytu'l-mâlden) ödedi [165].
Sehl ibn Ebî Hasme:
Ben Peygamber'in diyet olarak verdiği bu develerden bir dişi deveye, develerin
toplandığı ağılda eriştim de deve beni ayağıyle tepti, demiştir.
el-Leys ibn Sa'd: Bana
Yahya, Buşeyr'den; o da Sehl'den tahdîs etti, dedi.
Yahya ibn Saîd
el-Ensârî: Ben Buşeyr'in: Râfi' ibn Hadîc'in beraberinde dediğini sanırım,
demiştir.
Sufyân ibn Uyeyne de:
Bize Yahya, Buşeyr'den; o da Sehl'den yalnız olarak tahdîs etti, demiştir
(Râfi' ibn Hadîc'le beraber dememiştir) [166].
168-.......
Abdullah ibn Umer (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S):
— "Bana bir ağaç haber veriniz ki, onun
meseli müsiimin meselidir. O meyvelerini her zaman Rabb'inin izniyle verir,
yapraklan düşmez'' buyurdu.
Benim gönlüme onun
hurma ağacı olduğu düştü. Burada Ebû Bekr ve Umer de mevcûd olup bunlar
konuşmayınca ben konuşmamı kerîh gördüm. Peygamber:
— "O, hurma ağacıdır" buyurdu.
Ben babamın
beraberinde çıktığım zaman:
— Ey babacığım! Benim
gönlüme hurma ağacı düşmüştü, dedim. Babam:
— Seni bunu
söylemekten ne men' etti? Senin onu söylemiş olman bana şundan ve şundan daha
sevimli olurdu, dedi.
İbn Umer:
— Beni men' eden ancak
senin de, Ebû Bekr'in de konuştuğunuzu görmemiş olmamdır. İşte bundan ötürü
konuşmayı kerîh gördüm, demiştir [167].
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli (babı): "Şâirlere gelince; onlara da sapıklar uyarlar. Onların her vadide
ifrata düşegeldiklerini ve hakîkaten yapmayacakları şeyleri söyler insanlar
olduklarını görmedin mi? Ancak îmân edip de iyi iyi amellerde bulunanlar,
Allah'ı çok zikredenler ve zulme uğratıldıklarından sonra öçlerini alanlar
böyle değildir. O zulmedenler yakında hangi inkılâb ile yıkılacaklarını bilecekler"
(eş-Şuarâ: 224-227) [169].
169-.......Ubeyy
ibn Ka'b (R), Rasûlullah(S)'m: "Şiirden bir kısmı, şübhesiz
hikmettir" buyurduğunu haber vermiştir [170].
170-.......el-Esved
ibn Kays şöyle demiştir: Ben Cundeb'den işittim şöyle diyordu: Peygamber (S)
bir gazvede yürürken, parmağına bir taş isabet etmiş, kanamıştı. Bunun üzerine
Peygamber:
— "Hel enti illâ
ısbaun demîti
Vefî sebüi'llâhi mâ
laktti (= Sen ancak bir parmaksın ki kanadın Allah yolundadır bütün de
çattığın)" buyurdu [171].
171-.......BizeEbû
Seleme, Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Şâir sınıfının
söylediği en doğru söz, Lebîd'in: Ela küllü şey'in mâ hala'Uâhe bâtılu
(= İyi bilin ki,
Allah'tan başka herşey bâtıldır) kelâmıdır.
Ümeyye ibnu Ebi's-Salt
da (şiirlerinde) müslümân olmağa yaklaşmıştı" buyurmuştur [172].
Teemme 1-sutura
I-kamatı fe mneha Mme l-Meîe ı Î-A la ıleyke rasaılu Ve kad hutta fihâ lev
teemmehe satrahâ
172-.......Seleme
ibnu'1-Ekva' (R) şöyle demiştir: Bizler Rasûlullah(S)'ın maiyyetinde Hayber
gazasına çıkmıştık. Bir gece yürüdüğümüz sırada kaafileden bir adam Âmir
ibnu'l-Ekva'a hitaben:
— Yâ Âmir! Bize kısa
vezinli şiirlerinden biraz dinletsen ya! dedi.
Selemetu'bnu Ekva':
Âmir, şâir bir kimse idi, dedi. Bu istek üzerine Âmir, bineğinden aşağıya indi
ve kaafileyi şu beyitleri söyleyerek yürütüyordu:
Aîîâhumme! Levîâ enîe
mehtedeynâ Velâ îasaddaknâ velâ sedleynâ Fe'ğfir fidâen leke maktefeynâ Ve
sebbiii'l-akdâme in îâkaynâ Ve elkıyen sekîneten aleynâ înnâ izâ sîha bina
eteynâ Ve bi's-siyâhı avvelû aleynâ
[= Yâ Allah! Sen
olmayaydın biz doğru yolu bulmaz, sadaka da vermez, namaz da kılmazdık.
Hayâtımız Sen'in rızân yolunda feda olsun, işlediğimiz günâhları mağfiret
eyle! Düşmanlarla karşılaşırsak ayaklan sabit kıl. Üzerimize sekînet ve
metanet indir. Biz kıtale çağırıldığımız zaman hemen savaşa geliriz. O
düşmanlar bizim üzerimize (yiğitlikle değil) bağırmakla hamle yapmışlardır.]
Bu şiir üzerine
Rasûlullah:
— "Şiir inşâd edip develeri yollandıran
kimdir?" diye sordu. Sahâbîler:
— Âmir
ibnu'I-Ekva'dır, dediler. Rasûlullah:
— "Allah Âmir'e rahmet eylesin!" diye
duâ etti. Kaafileden bir adam (Umer ibnu'l-Hattâb):
— Ey Allah'ın
Peygamberi! Âmir'e cennet vâcib oldu (şehîdliği
kesinleşti). Keski
onunla (onun şiir ve yiğitliğiyle) bizleri bir müddet daha faydalandırsaydın!
Dedi [173].
Nihayet Hayber'e
geldik ve Hayber halkını muhasara ettik. (Fakat muhasara yirmi gün sürmüştü.)
Hattâ bize şiddetli bir açlık isabet etmişti. Sonra Yüce Allah müslümânlara
Hayber kalelerinin fethini müyesser kıldı. Hayber'in müslümânlara açılıp
fetholunduğu günün akşamı, mücâhidler yer yer birçok ateşler yakmışlardı.
Rasûlullah:
— "Bu ateşler nedir? Ne için
yakıyorsunuz?" diye sordu. Sahâbîler:
— Et pişirmek için,
diye cevâb verdiler. Rasûlullah:
— "Hangi et (ne eti)?" sordu.
Sahâbîler:
— Evcil eşeklerin eti! diye cevâb verdiler.
Rasûlullah:
— "O etleri dökünüz, kaplarını da
kırınız!" buyurdu. Bir adam:
— Yâ Rasûlallah! Etleri döküp de kapları
yıkasak olmaz mı? diye sordu.
Rasûlullah:
— "Yâhud öyle yapınız!" buyurdu.
Hayber'de düşman kavim
harb saffı bağlayınca (Âmir, Yahûdî-ler'in en cenkçi pehlivanı Merhab'a karşı
mubâriz çıktı). Âmir'in kılıcında bir kısalık vardı. Âmir bu kısa kılıcıyla
vurmak için Yahûdî'ye uzandı. Fakat kılıcının keskin yüzü dönüp Âmir'in diz
kapağına isabet etti ve kendisi bu yaradan vefat etti.
(Râvî dedi ki:)
Rasûlullah ile beraber ordu Hayber'den döndükleri sırada Rasûlullah beni rengi
değişmiş olarak gördü ve bana:
— "Senin neyin var?" diye sordu. Ben
de O'na:
— Babam anam Sana feda
olsun! Bâzı kimseler (amcam) Âmir'in amelinin bâtıl olduğunu söylediler!
dedim.
Peygamber:
— "Bunu kim söyledi!" dedi. Ben de
O'na:
— Fulân, fulân, fulân
kimseler ve Useyd ibn Hudayr el-Ensârî söyledi, dedim.
Rasûlullah:
— "Bunu söyleyen,
yalan söylemiştir. Âmir için muhakkak iki ecir vardır: -Rasülullah iki parmağı
arasını birleştirdi-: Hiç şübhesiz o hem bir çalışkandır, hem de bir
mücâhiddir. Medine'de Âmir'in benzeri bir Arab az yetişmiştir" buyurdu [174].
173-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bir sefer esnasında kadınlarından
bâzılarının yanına geldi. Onların beraberinde (Enes'in anası) Ümmü Suleym de
vardı (Enceşe adında güzel sesli bir hizmetçi, kadınların develerini şiirler
tegannî ederek sevke-diyordu). Peygamber ona:
— "Yâ Enceşe! Cam
şişeleri (gibi olan kadınların binek develerini) yavaş bir sürüşle
şevket!" buyurdu.
Râvî Ebû Kılâbe:
Peygamber Öyle bir söz konuştu ki, eğer biriniz o kelimeyi konuşsaydı sizler
muhakkak o kelimeyi o şahıs üzerine ayıplardınız, demiştir. Peygamberdin sözü
"Cam şişelerini sevke-dişini yavaş yap"t\r [175].
174-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Hassan ibn Sabit şiiriyle müşrikleri hicvetmek hususunda
Rasûlullah(S)'tan izin istedi. Rasûlullah:
— "Benim nesebim de onların içinde olduğu
hâlde, onları nasıl hicvedersin?" buyurdu.
Hassan:
— Ben Sen'in soyunu
Kureyş soyları arasından muhakkak hamurdan kıl çekilir gibi çeker sıyırırım!
dedi.
Hişâm ibn Urve'den
gelen rivayette, babası Urve: Ben Âişe'nin yanında Hassân'a sövmeye davrandım
da Âişe bana:
— Sen ona sövme, çünkü
o, Rasülullah'tan yana müdâfaa ederdi! dedi, demiştir [176].
175- Bize
Esbağ tahdîs edip şöyle dedi: Bana Abdullah ibn Vehb haber verip şöyle dedi:
Bana Yûnus, İbn Şihâb'dan haber verdi ki, ona da el-Heysem ibn Ebî Sinan, Ebû
Hureyre'den işittiğini haber vermiştir: Ebû Hureyre (R) -bir kerre
arkadaşlarına- menkabeler anlatırken, Peygamber(S)'i de anarak, O'nun
(Abdullah ibn Revâha'-mn şiirinin güzelliğini takdîr edip):
— "Şübhesiz
kardeşiniz bâtıl söz söylemez" buyuruyordu.
Ebû Hureyre:
Peygamber, bu "Kardeşiniz" sözüyle Abdullah ibn Revâha'yı
kasdediyordu, demiştir.
Abdullah ibn Revâha,
Rasûlullah'ı şu şiiriyle medhediyordu:
Veimâ Rasûlullahı
yeiîû Kitâbeh, İze'n-şakka ma'rûfun mine'l-fecri sâîıu. Erâna'î'hudâ
ba'de'1-amâ fe-kulûbunâ Bihî mûkmâtun enne mâ kaaîe vâkıu Yehîîu yucâfî cenbehû
an fırâşıhî İze 's-teskaîeî bi '1-kâfırîne '1-madâcm
(= Tan yeri ağarıp
fecri sâdık yükseldiği sırada Rasûlullah, Ki-tâbı'm okuyarak aramızda
bulunuyor. O bize dalâletten sonra hidâyet nuru göstermiştir. Gönüllerimiz
O'na tereddütsüz inanmıştır. O'nun her söylediği muhakkak vâki'dir. Kâfirlere
yatakları ağırlık verirken, O Peygamber yanını yatağından uzaklaştırarak
geceler.)
Bu hadîsi ez-Zuhrî'den
rivayet-etmekte Ukayl de Yûnus'a mu-tâbaat etmiştir. ez-Zubeydî de
ez-Zuhrî'den; o da Saîd ibnu'l-Müsey-yeb'den ve el-A'rec'den; onlar da Ebû
Hureyre'den olmak üzere söylemiştir [177].
176-.......Ebû
Seleme Abdurrahmân ibn Avf, haber verdi ki, kendisi Hassan ibn Sabit
el-Ensârî'dan işitmiştir: Hassan (mescidde şiir inşadının cevazı hususunda) Ebû
Hureyre'yi şâhid tutarak:
— Allah aşkına söyle!
Rasûlullah'ın "Yâ Hassan! Rasûlullah'-tan yana (Kureyş kâfirlerine) cevâb
ver! Allah'ım! Onu (yânî Has-sân'ı) Rûhu'l-Kuds ile te'yîd et!" dediğini
işittin mi? dedi.
Ebû Hureyre de:
— Evet işittim! diye cevâb verdi [178].
177-.......Bize
Şu'be, Adiyy ibn Sâbit'ten; o da el-Berâ (ibn Âzib- R)'dan tahdîs etti ki,
Peygamber (S) Hassan ibn Sâbit'e hitaben: "Sen de müşrikleri hicvedip
kötüle! Yâhud onların hicivlerine karşılık ver, Cibril de seninle
beraberdir" buyurmuştur [179].
178-.......Bize
Hanzala, Sâlim'den; o da İbn Umer(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S):
"Birinizin içinin irinle dolması, muhakkak ki şiirle dolmasından
hayırlıdır" buyurmuştur.
179-.......Ebû
Hureyre (R): Rasûlullah (S): "Muhakkak ki, bir kimsenin karnının içi, onu
bozacak bir irinle dolması, şiir dolmasından daha hayırlıdır" buyurdu,
demiştir [180].
180-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Ebû'l-Kuays'm erkek kardeşi olan Eflah, Hicâb emrinin
inmesinden sonra benim yanıma gelmek için izin istedi. Ben de ona:
— Bu hususta
Rasûlullah'tan izin isteyinceye kadar vallahi ben ona izin veremem. Çünkü beni
Eflah'ın kardeşi Ebû Kuays emzir-medi, lâkin beni Ebû'l-Kuays'm karısı emzirdi!
dedim.
Bu sırada Rasûlullah
benim yanıma girdi. Ben: ^- Yâ Rasûlallah! Beni erkek emzirmedi, lâkin beni
Ebû'l-Kuays'm karısı emzirdi! dedi. Rasûlullah (S):
— "Sen ona (yanına gelmesi için) izin ver.
Çünkü o senin (süt) amcandır. Teribet yemînuki (= Sağ eli toprak olası)/"
buyurdu.
Urve ibnu'z-Zubeyr: Bu
hadîste zikredilen şey sebebiyle Âişe:
— Nesebden haram
olanı, sütten de haram kılın! derdi, demiştir.
181-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) haccdan dönerken Minâ'dan Mekke'ye doğru
hareket etmek istedi. Bu sırada Sa-fiyye (bintu Huyey)'yi çadırının kapısında
dertli ve hüzünlü hâlde gördü. Çünkü Safiyye hayız olmuştu. Bunun üzerine Peygamber,
Ku-reyş'in bir lügati, bir ta'bîri olan:
— "Akra, halkaa!
Muhakkak ki sen bizleri habsedip yolumuzdan alıkoyacaksın!" buyurdu.
Sonra da:
— "Sen nahr günü ziyaret tavafını yaptın
mı?" diye sordu. Safiyye:
— Evet yaptım, cevâbını verince Peygamber:
— "Öyleyse yürü, hareket ediyoruz
(hayızlıdan veda tavafı düşer)/" buyurdu.
182-.......Ebû
Tâlib'in kızı Ümmü Hâni'in hizmetçisi EbûMurre haber verdi ki, kendisi Ebû
Tâlib'in kızı Ümmü Hâni'den şöyle derken işitmiştir: Ben Mekke fethi senesi
Rasûlullah(S)'m yanma gittim ve onu yıkanır hâlde buldum. Kızı Fâtıma da
kendisini perde tutup örtüyordu. Selâm verdim.
— "Bu kadın kimdir?" diye sordu.
— Ben Ebû Tâlib'in kızı Ümmü Hâni'im! cevâbını
verdim.
— "Ümmü Hâni'e merhaba (= Hoş geldin, safa
geldin Ümmü Hâni')/" dedi.
Yıkanmasını bitirince
Rasülullah sırtındaki tek parça kumaşı çap-razvârî bağlamış olduğu hâlde durup
sekiz rek'at namaz kıldı. Namazdan çıktığı zaman:
— Yâ Rasûlallah!
Anamın oğlu Alî, benim and ve emân verdiğim fulân adamı, Hubeyre oğlu fulân
kimseyi öldüreceğini zu'm etmiştir! dedim.
Bunun üzerine
Rasülullah:
— "Yâ Ümme Hâni'!
Senin ahd ve emân verdiğin kimseye biz de ahd ve emân vermişizdir!"
buyurdu.
Ümmü Hâni': Bu, duhâ
vakti idi, demiştir [182].
183-.......Bize
Hemmâm ibn Yahya, Katâde'den; o da Enes(R)'ten tahdîs etti ki, Peygamber (S)
bir adamın kurbanlık deveyi sürüp götürmekte olduğunu görmüş de ona:
— "Deveye bin!" buyurmuş. O kimse:
— Bu deve kurbanlıktır, demiş. Rasülullah:
— "Bu kurbanlık deveye bin! Veyl olsun
sana!" buyurmuştur.
184- Bize
Kuteybe ibn Saîd, Mâlik'ten; o da Ebu'z-Zinâd'dan; o da el-A'rec'den; o da Ebû
Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasülullah (S) birisini kurbanlık devesini
sevkederken görmüş de ona:
— "Deveye bin!" buyurmuş. O kimse:
— Yâ Rasûlallah! Bu deve kurbanlıktır! demiş.
Rasûlullah ikinci
yâhud üçüncü defasında:
— "Bu kurbanlık deveye bin! Yazıklar olsun
sana!" buyurmuştur.
185-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) bir seferde idi. Beraberinde siyah
bir hizmetçisi vardı ki, ona Enceşe deniliyordu. Bu siyah köle, kaafilenin
develerini güzel neşîdeler okuyarak sevkediyor ve hızlı yürütüyordu.
Rasûlullah ona:
— "Veyl sana yâ
Enceşe! Yavaş ol! Cam gibi (ince kalbli) olan kadınların develerini hızlı
yürütme!" buyurdu.
186-.......Ebû
Bekre (Nufey* ibnu'l-Hâris- R) şöyle demiştir:
Bir adam Peygamber'in
yanında bir kimseyi övdü. Bunun üzerine Peygamber (S) ona üç defa:
— "Veyl sana! Kardeşinin boynunu kesip
kopardın!" buyurup şöyle devam etti:
— "Sizden biriniz bir kimseyi çaresiz
medhedecek olursa 'Ben fulâm zahirine göre şöyle şöyle sanıyorum; ameline göre
onu hesaba çekecek ise A Hah 'tır, ben A ilah 'a karşı hiçbir kimseyi tezkiye
etmem' desin. Bunu da o kimsenin böyle hâlini biliyorsa söylesin!" buyurdu
[183]
187-.......Ebû
Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bir gün ganimet taksimi
yaparken Temîm oğullan'ndan Zu'I-Huvey-sıra lakablı bir adam:
— Yâ Rasûlallah!
Adalet et! dedi. Rasûlullah:
— "Veyl olsun sana! Ben adalet etmezsem
kim adalet eder?' buyurdu.
Bunun üzerine Umer:
— Bana izin ver de şu
adamın boynunu vurayım! dedi. Rasûlullah şöyle buyurdu:
— "Hayır (boynunu vurma)/ Onun birtakım
arkadaşları vardır ki, sizden biriniz onların namazı yanında kendi namazını,
onların oruçları yanında kendi orucunu hakîr görür. Onlar okun avdan delip çıkışı
gibi dînden çıkarlar. (Avı delip geçen) okun demirine bakılır, onda kan nâmına
birşey bulunmaz- Sonra okun ağaç kısmına bakılır, orada dçı birşey bulunmaz.
Sonra okun yelesine -tüyüne- bakılır, orada da birşey bulunmaz. Ok, avın
işkenbesi içindeki şeylere ve kana girip çıkmış, fakat onlardan hiçbirşey oka
yapışıp kalmamıştır! Onlar, insanlar (müslümânlar) arasında bir ayrılma olduğu
zaman ortaya çıkarlar. Onların alâmeti iki elinin birinde kadın memesi gibi
yâhud öteye beriye gidip gelen bir et parçası gibi birşey bulunan bir
adamdır". Ebû Saîd şöyle dedi: Ben bunu Peygamber'den işittiğime şehâ-det
ediyorum. Ve yine şehâdet ediyorum ki, Alî ibn Ebî Tâlib onlarla harbettiği
zaman, ben onun maiyyetinde idim. Öldürülenlerin içinde bu hadîste vasfedilen
adam arandı. Netîcede Peygamber'in vasfetti-ği vasıf üzere birisi bulunup
getirildi [184].
188-.......
Bize el-Evzâî haber verip şöyle dedi: Bana îbnu Şihâb, Humeyd ibn
Abdirrahmân'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den şöyle tahdîs etti: Bir adam
Rasûlullah(S)'a geldi de:
— Yâ Rasûlallah! Ben helak oldum! dedi.
Rasûlullah:
— "Vayhake (= Yazık sana) ne oldu?*'
buyurdu. O kimse:
— Ramazânda oruçlu
iken eşimin üzerine düştüm (yânı cima yaptım), dedi.
Rasûlullah:
— "Bir köle âzâd et!" buyurdu. O
kimse:
— Köle bedelini bulamam, dedi. Rasûlullah:
— "Öyleyse iki ay zincirleme oruç
tut!" buyurdu. O:
— Buna güç yetiremem, dedi. Rasûlullah:
— "Öyleyse altmış fakire yemek yedirip
doyur!" buyurdu. O:
— (Bunun bedelini de) bulamam, dedi.
O sırada Peygamber'e
(hurma yaprağından örülmüş onbeş sâ' alabilen hurma dolu) bir zenbîl getirildi.
— (tBu hurmayı al da fakirlere sadaka yap [185]
buyurdu. O kimse:
— Yâ Rasûlallah!
Ailemden başka fakirler üzerine mi sadaka yapacağım? Nefsim elinde olan
Allah'a yemîn ederim ki, Medine'nin iki yanı arasında benden daha ihtiyâçh bir
kimse yoktur, dedi.
Bunun üzerine
Peygamber, dişleri meydana çıkıncaya kadar güldü ve:
— "Bunu al (ailene yedir)/" buyurdu
m.
Bu hadîsi ez-Zuhrî'den
rivayet etmesinde el-Evzâî'ye Yûnus ibn Yezîd mutâbaat etmiştir. Abdurrahmân
ibn Hâlid de ez-Zuhrî'den rivayetinde "Vayhake" yerine "Veyleke"
ta'bîrini söylemiştir [186].
189-.......Bize
Ebû Amr el-Evzâî tahdîs edip şöyle dedi: Bana İbn Şihâb ez-Zuhrî, Atâ ibn Yezîd
el-Leysî'den; o da Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den şöyle tahdîs etti: Bir bedevî Arab:
— Yâ Rasûlallah! Bana
hicretin hükmünden haber ver, dedi. Rasûlullah (S):
— "Vayhake{ = Yazık sana)/ Şübhesiz hicret
işi çok çetindir.
Senin develerin var
mı?" buyurdu. Bedevi:
— Evet vardır, diye cevâb verdi. Rasûlullah:
— "Sen onların sadakalarım (yânı
zekâtlarını) veriyor musun?" buyurdu.
Bedevi:
— Evet veriyorum, dedi. Rasûlullah:
— "Öyleyse sen denizlerin ötesinde olsan
da Medine 'ye uzak olan (yânî yerinde) çalış! Çünkü Allah senin amelinden
hiçbirşeyi eksik bırakmayacaktır" buyurdu [187].
190-.......Bize
Şu'be tahdîs etti ki, Vâkıd ibn Muhammed ibn Zeyd şöyle demiştir: Ben babam
Muhammed ibn Zeyd'den işittim; o da İbn Umer(R)'den ki, Peygamber (S):
"Veylekum" -yâhud "Vayhakum"- ta'bîrini söyledi de sonra
-Şu'be: Peygamber'in bu ta'-bîrlerden hangisini söylediğinde şekkeden şeyhi
Vâkıd ibn Muham-med'dir, demiştir-:
— "Benden sonra
birbirlerinin boyunlarını vuran kâfirlere dönmeyiniz!" buyurdu.
en-Nadr ibn Şumeyl de
Şu'be'den: "Vayhakum"sözünü söylemiştir.
Umer ibnu Muhammed,
babası Muhammed ibn Zeyd'den "Veylekum" yâhud "Vayhakum"
şeklinde söylemiştir [188]
191-.......Bize
Hemmâm ibn Yahya, Katâde'den; o da Enes(R)'ten şöyle tahdîs etti: Çöl
ahâlîsinden bir adam Peygamber'e geldi de:
— Yâ Rasûlallah!
Kıyamet saati ne zaman ayağa kalkacak (yânî kıyamet ne zaman kopacak)? diye
sordu.
Rasûlullah (S):
— "Veyleke(= Veyl sana)/ Sen kıyamet için
ne hazırladın?" di-Bedevî'ye sordu.
— Ben onun için (fazla
bir amel) hazırlamadım. Ancak ben Allah'ı ve Rasûlü'nü seviyorum, dedi.
Rasûlullah:
— "Şübhesiz sen sevdiğinle
berabersin" buyurdu. (Enes dedi ki:) Biz:
— (Yâ Rasûlallah!)
Bizler de böyle miyiz (âhirette sevdiklerimizle beraber miyiz)? diye sorduk.
Rasûlullah:
— "Evet berabersiniz" diye tasdîk
edince, biz o gün bu cevâb-dan pek şiddetli bir ferah ile ferahlanıp
sevindik.
Bir gün Mugîre ibn
Şu'be'ye âid olup benim yaşımda butunah bir oğlan çocuğu uğradı da Peygamber:
— "Eğer bu çocuğun eceli geri bırakılırsa,
ihtiyarlık devri bu çocuğa erişmeden (burada hazır bulunanlar için olan) saat
kopar" buyurdu.
Bu hadîsi Şu'be,
Katâde'den özetle söyledi. Katâde: Ben Enes'-ten işittim; o da Peygamber'den,
demiştir [189].
192-.......Bize
Muhammed ibn Ca'fer, Şu'be'den; o da Süleyman (ibn Mıhrân el-A'meş)'den; o da
Ebû Vâil'den; o da Abdullah ibn Mes'ûd(R)'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S):
"KİŞİ sevdiği ile beraberdir" buyurmuştur.
193-.......Bize
Cerir, el-A'meş'ten tahdîs etti ki, Ebû Vâil şöyle demiştir: Abdullah ibn
Mes'ûd (R) şöyle dedi: Rasûlullah'ın huzuruna bir adam geldi de:
— Yâ Rasûlallah! Henüz
kendilerine katılmamış olduğu bir kavmi, bir zümreyi seven bir kimse hakkında
nasıl bit hüküm söylersiniz? diye sordu.
Rasûlullah (S):
— "Kişi sevdiği ile beraberdir"
buyurdu.
Bu hadîsi
el-A'meş'ten; o da Ebû Vâil'den; o da Abdullah'tan; o da Peygamber'den
senediyle rivayet etmekte Cerîr ibn Abdilhamîd'e, Cerîr ibn Hazım,Süleyman ibn
Karm, Ebû Avâne üçlüsü de mutâba-at etmişlerdir.
194-.......Ebû
Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle demiştir: Peygamberce:
— Bir kimse henüz
kendilerine kavuşmadığı bir topluluğu seviyor! denildi.
Peygamber:
— "Kişi sevdiği kimse ile beraberdir"
buyurdu.
Bu hadîsin râvîsi
Sufyân es-Sevrî'ye el-A'meş'ten rivayet etmekte Ebû Muâviye Muhammed ibn Hazım
ile Muhammed ibn Ubeyd mu-tâbaat etmişlerdir.
195- Bize
Abdan tahdîs etti. Bize babam Usmân ibnu Cebele, Şu'be'den; o da Amr ibnu
Murre'den; o da Salim ibn Ebi'I-Ca'd'-den; o da Enes ibn Mâlik(R)'ten şöyle
haber verdi:
Bir adam
Peygamber(S)'e:
— Yâ Rasûlallah! Kıyamet ne zaman (olacak)?
diye sordu. Oda:
— "Sen onun için ne hazırladın?"
buyurdu. O zât:
— Ben kıyamet için çok
namaz, çok oruç ve çok sadaka hazırlamadım. Lâkin ben Allah'ı ve Rasûlü'nü
seviyorum, dedi.
Rasûlullah:
— "Sen sevdiklerinle beraber
olacaksın" buyurdu [191].
196- Bize
Ebu'l-Velîd tahdîs etti. Bize Selm ibnu Zerîr tahdîs etti: Ben Ebû Recâ'dan
işittim. Ben İbn Abbâs(R)'tan, şöyle dedi: Rasûlullah (S) İbnu Sâid adındaki
kâhin çocuğa:
— "Ben senin için gönlümde birşey
gizledim, o nedir?" dedi. O:
— "Duh"dur, diye cevâb verdi.
Rasûlullah:
— "Thse(= Sus, yıkıl git)!" buyurdu [192].
197-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Salim ibn Abdillah haber verdi; ona da babası Abdullah
ibn Umer (R) şöyle haber vermiştir: Umer ibnu'l-Hattâb, RasûluIIah'ın
beraberinde sahâbîlerinden bir topluluk içinde İbn Sayyâd denilen bir kâhinin bulunduğu
tarafa doğru gittiler. Nihayet onu (Ensâr'dan) Mağale oğullan'mn kalesi içinde
çocuklarla oynarken buldular. İbn Sayyâd, o günlerde henüz erlik çağına
ermeye yaklaşmıştı. Bu genç kâhin, Rasûlullah'i bilemedi, nihayet Rasûlullah
onun sırtına eliyle hafifçe vurduktan sonra:
— "Benim Allah'ın Rasûlü olduğuma şehâdet
eder misin?" deyince, hemen Rasûlullah'a baktı ve:
— Senin Ümmîlerin Rasûlü olduğuna şehâdet
ederim, dedi. Bundan sonra İbn Sayyâd:
— Sen benim Allah'ın
Rasûlü olduğuma şehâdet eder misin? dedi. Peygamber onun suâline cevâb
vermeyip, onu eliyle itti ve sonra:
— "Ben Allah 'a ve Allah 'in hakk
rasûllerine îmân ettim " dedi. Bundan sonra İbn Sayyâd'a:
— "Düşte, törede ne görüyorsun?" diye
sordu. O da:
— Bana doğru haber de gelir, yalan haber de
gelir, dedi. Rasûlullah:
— "Senin üzerine iş karıştırılmıştır"
buyurdu.
Rasûlullah ona:
— "Ben senin için gönlümde birşey
sakladım?" dedi, (O: Nedir? dedi. Zihninde Duhân Sûresi'ni hatırlamıştı).
İbn Sayyâd:
— Gönlündeki "Duh"tur, diye cevâb
verdi. Rasûlullah:
— "Sus, yıkıl git! Haddini tecâvüz
etme!" buyurdu. Umer:
— Yâ Rasûlallah! Bana
onun hakkında izin verir misin ki, onun boynunu vurayım! dedi.
Rasûlullah;
— "Eğer bu Deccâl ise sen onun üzerine
musallat kılınmazsın (yânîonu vurmağa me'mûr değilsin)/ "Eğer Deccâl değil
ise, onuöl-dürmekte senin için hiçbir hayır yoktur!" buyurdu.
Salim şöyle dedi: Ben
yine Abdullah ibn Umer'den işittim, şöyle diyordu: Rasûlullah bundan sonra bir
kerre de Ubeyy ibn Ka'b el-Ensârî ile beraber İbn Sayyâd'ın bulunduğu hurmalığı
kasdederek gittiler. Nihayet Rasûlullah hurmalığa girince hurma gövdeleriyle
saklanıp gizlenmeye başladı. Böylece İbn Sayyâd kendisini görmeksizin ondan
birşeyler işitmek istiyordu. îbn Sayyâd ise hurmalıkta kendisine âid bir kadîfe
içinde, döşeği üzerinde yatmakta idi. Kadife hırka içinde genizden gelen hafif
bir ses, bir hırıltı vardı. Tam bu sırada îbn Sayyâd'ın annesi, hurma
gövdeleriyle korunmakta olan Peygam-ber'i gördü de İbn Sayyâd'a:
— Ey Safi! İşte
Muhammed geldi! diye seslendi.
Safi, İbn Sayyâd'ın
adıdır. İbn Sayyâd, bulunduğu yatma hâline son verip sustu. Rasûlullah
yanındakilere:
— "Şu kadın oğlunu o hâlde bıraksaydı îbn
Sayyâd saçma sözleri ve tabiî olmayan halleriyle size ne mâl olduğunu beyân
ederdi" buyurdu [193].
Salim şöyle dedi:
Abdullah ibn Umer şöyle dedi: Bir kerresinde Rasûlullah (S) insanlar içinde
ayağa kalktı, (Allah'a hamdedip) lâyık olduğu sıfatlarla Allah'ı övdü. Bundan
sonra Deccâl'i zikredip şöyle buyurdu:
— "Ben sizleri kesin surette onun
şerrlerinden sakındırırım. Peygamberlerden herbir peygamber, muhakkak kavmine
Deccâl'den haber verip korkutmuştur. Nûh Peygamber de muhakkak kavmine ondan
haber verip sakındırmıştır. Lâkin ben size bunun hakkında hiçbir peygamberin
bilsinler diye kendi kavmine söylemediği bir vasfını söyleyeceğim: Deccâl
şaşıdır (kötü kılavuzdur), Allah ise şaşı değildir (insanları doğru yola irşâd
eyler)".
Ebû Abdillah
el-Buhârî: "Hase'tu'l-Kelbe", "Köpeği uzaklaş-tırdim";
"Hâsiîn" (ei-Bakara: 65; d-A'râf: 165)"Uzaklaştırılanlar" ma'nâ-sinadır,
dedi [194].
Aişe de: Peygamber
(S), Fâtıma aleyha's-selâm'a hitaben "Merhaba kızım" buyurdu,
demiştir.
Keza Ümmü Hâni' de:
Ben Peygamber(S)'in yanına geldim de, O bana "Merhaba Ümmü Hâni'"
sözünü söyledi, demiştir [196].
198-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Abdu'1-Kays hey'eti Peygamber(S)'in huzuruna geldiği
zaman onlara:
— "Horlanmay anlar ve pişman da olmayanlar
olarak gelmiş bulunan hey'ete merhaba (yânî hoş geldiniz)/" buyurdu.
Hey'et:
— Yâ Rasûlallah!
Bizler Rabîa kabilelerinden bir kabileyiz. Sen'-inle bizim aramızda (kâfir
olan) Mudarr kabileleri vardır. Bu sebeb-le bizler Sana haram aylardan başka
bir zamanda ulaşamıyoruz. Onun için bize kestirme birşey emret de biz onu
yapmakla cennete girelim ve kavmimizden geride kalanlarımızı da ona da'vet
edelim! dediler.
Rasûlullah:
— "Size emredeceğim şeyler dörttür,
nehyedeceğim şeyler de dörttür: Namazı dosdoğru kılınız, zekâtı veriniz,
ramazân orucunu tutunuz ve ganimet aldığınız şeylerin beşte birini devlete
veriniz. Dubbâ', hantem, nakîr denilen kaplarda, bir de zift sürülmüş olan
kapta şıra kurup içmeyiniz" buyurdu [197].
199-.......Bize
Yahya ibn Saîd el-Kattân, Ubeydullah'tan; o da Nâfi'den; o da İbn Umer(R)Men
tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Verdiği sözde durmayıp cayan gadredici
kimse için kıyamet gününde bir bayrak yükselttiler de (kendi ismi ve babasının
ismi söylenerek) 'Bu fulân oğlu fulânın ahd ve sözünde durmamasıdır!'
denilir" buyurmuştur.
200- Bize
Abdullah ibn Mesleme, Mâlik'ten; o da Abdullah ibn Dinar'dan; o da İbn
Umer(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S): ''Verdiği sözde durmayıp cayan
gadredici kişi için kıyamet gününde bir bayrak dikilir de 'Bu fulân oğlu
fulânın sözünde durmamasıdır!' denilir (flân olunur)" buyurmuştur [198].
'İnsan 'Nefsim habis
oldu' demesini3'
201-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne, Hişâm'dan; o da babası Urve'den; o da Âişe(R)'den tahdîs
etti ki, Peygamber (S): "Sakın sizden biriniz 'Nefsim habis oldu'
demesin. Lâkin 'Nefsim lakis oldu (yânî sıkıldı ve zebûn oldu)' desin!"
buyurmuştur.
202-.......
Bize Abdullah ibn Mübarek, Yûnus'tan; o da ez-Zuhrî'den; o da Ebû Umâme ibn
Sehl'den; o da babası Sehl ibn Hu-neyf el-Ensârî'den tahdîs etti ki, Peygamber
(S): "Sizden herhangi biriniz sakın 'Nefsim habîs oldu' demesin. Lâkin
'Nefsim lakis oldu' desin!" buyurmuştur.
Bu hadîsi ez-Zuhrî'den
rivayet etmekte Yûnus ibn Yezîd'e Ukayl mutâbaat etmiştir [199].
'Dehre sövmeyiniz!
203-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: RasûluIIah (S) şöyle dedi: "Yüce Allah: Âdem
oğlu dehre söver. Hâlbuki ben dehr'im (yânı dehrin yaratanı ve sahibiyim).
Gece, gündüz benim elimdedir! buyurdu".
204-.......Bize
Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den; o da Ebû Seleme'den; o da Ebû Hureyre(R)'den
tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Üzüme kerm adı vermeyiniz. 'Ey hasar ve
ziyana uğrayası dehrV sözünü de söylemeyiniz. Çünkü Allah dehr(\n yaratanı ve
sâhibi)tf/r" buyurmuştur [200].
Peygamber (S) şunları
da söylemiştir:
"Hakîkî müflis,
ancak kıyamet gününde iflâs edendir";
"Çok yenici olan
gerçek pehlivan ancak öfke sırasında kendi nefsine mâlik olan kimsedir";
"Lâ mülke illâ
üîlâhi (= Hakîkî meliklik ancak Allah'a âiddir
-diğer bir zabta göre: Allah'tan başka melik yoktur)"; Peygamber bu
sözünde Allah'ı, melikliğin sonu olmakla vasifladı. Sonra da melikleri
zikredip, bunun dünyâ melikleri ma'nâsına da geldiğini delîllemek için şu âyeti
söyledi:
"(Belkîs:)
Şübhesiz ki hükümdarlar bir memlekete girdikleri zaman orasını perişan ederler.
Halkından şerefli olanları hor ve hakir kılarlar. Bunlar da böyle yapacaklardır...
dedi" (en-Nemi: 34) [202]
205-.......Ebû
Hureyre (R) dedi ki: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "(İnsanlar üzüm
ağacına) kerm diyorlar. Kerm, ancak mü'mi-nin kalbidir" [203].
Bu söz hakkında
ez-Zubeyr ibnu'l-Avvâm'ın Peygamber'den rivayet ettiği senedli bir hadîs vardır
[204].
206-.......Alî
ibn Ebî Tâlib (R): Ben RasûluîIah(S)'m Sa'd ibn Ebî Vakkaas'tan başka hiçbir
kişiye babasını, anasını feda ederken işitmedim. Ben O'ndan, zannederim Uhud
günü şunu işittim: "(Ey. Sa'd!) Babam, anam sana feda olsun,
ctf/"buyuruyordu, demiştir [205]
Ebû Bekr de Peygamber
(S) için: Babalarımızı ve analarımızı Sana feda edelim! demiştir [206].
207-.......Bize
Yahya ibn Ebî İshâk, Enes ibn Mâlik(R)'ten tahdîs etti ki, Enes ve babalığı Ebû
Talha Peygamber'in beraberinde Usfâr harbinden dönüyorlardı. Peygamber'in
beraberinde Safiyye de vardı. Peygamber (S) Safiyye'yi bineğin arka tarafına
bindirmişti. Yolun bir kısmında oldukları zaman bindiği dişi deve sürçtü de
Peygamber ile kadını Safiyye; ikisi birden düştüler.
Enes dedi ki:
Zannederim Ebû Talha kendini devesinin üzerinden derhâl düşünmeksizin yere attı
da Rasûlullah'ın yanına geldi ve:
— Ey Allah'ın Peygamberi! Allah benim hayâtımı
Sana bedel kılsın! Sana birşey isabet etti mi? dedi.
Peygamber:
— "Hayır, lâkin sen kadına dikkat et (ona
yardım et)/" buyurdu.
Bunun üzerine Ebû
Talha kendi elbisesini (Safiyye'ye bakmamak için) kendi yüzü üzerine koydu ve
onun bulunduğu tarafa doğru yürüdü. Safiyye'nin yanma varınca elbisesini onun
üzerine attı. Kadın ayağa kalktı. Akabinde Ebû Talha onlar için devenin
eşyasını düzeltip sıkıca bağladı. Rasûlullah ile Safiyye deveye bindiler ve
kaa-file yürüdü. Nihayet Medîne sırtına vardıkları zaman -yâhud: Me-dîne'yi
yukarıdan gördükleri zaman- Peygamber (S):
— "Âyıbûne, tâibûne, âbidûne ü-Rabbinâ
hâmidûne { = Biz dönücüleriz, tevbe edicileriz. Rabb'imize ibâdet edicileriz,
hamdedici-leriz)/" sözlerini söyledi ve Medine'ye girinceye kadar bunu
söylemeyi devam ettirdi [207].
208-.......
Câbir (R) şöyle demiştir: Bizim Ensâr'dan bir adamın bir oğlu doğdu da o kimse
doğan çocuğa Kaasım adını verdi. Biz de ona:
— Biz seni
Ebû'l-Kaasım künyesiyle künyelemeyiz ve sana ikram da etmeyiz! dedik.
O zât bizim sözümüzü
Peygamber(S)'e haber verdi. Bunun üzerine Peygamber ona:
— "Sen oğluna
Abdurrahmân ismini ver!" buyurdu [208].
Bunu Enes, Peygamber'den
olmak üzere söylemiştir [209].
209-.......Bize
Husayn, Sâlim'den tahdîs etti ki, Câbir (R) şöyle demiştir: Bizim Ensâr'dan bir
adamın oğlan çocuğu doğdu da kendisi çocuğa Kaasım adını verdi. Ensâr:
— Bizler bunu
Peygamber(S)'e soruncaya kadar sana bu künyeyi vermeyiz! dediler.
Sorduklarında
Peygamber onlara:
— "Benim ismimle çocuklarınızı
isimleyiniz, fakat künyem ile künyelenmeyiniz!" buyurdu.
210-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne, Eyyûb'dan; o da İbn Sîrîn'den tahdîs etti ki, İbn Şîrîn
şöyle demiştir: Ben Ebû Hureyre(R)'den işittim; Ebû'l-Kaasım (S): "Benim
ismimi çocuklarınıza isim veriniz, fakat künyemle künyelenmeyiniz"
buyurdu, dedi.
211-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne tahdîs edip şöyle dedi: Ben İbnu'l-Munkedir'den işittim,
şöyle dedi: Ben Câbir ibn Abdil-lah(R)'tan şunu işittim: Bizden bir adamın oğlu
doğdu da ona el-Kaasım ismi verdi. Ensâr da ona:
— Bizler seni
Ebû'l-Kaasım ile künyelemeyiz ve sana bu doğum sebebiyle "Göz aydın"
diye ikram da etmeyiz, dediler.
O zât Peygamber(S)'e
gelip onların bu sözlerini kendisine zikretti. Bunun üzerine Peygamber ona:
— "Oğluna Abdurrahmân ismi ver!"
buyurdu.
212-.......Bize
Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den; o da İbnu'l- Müseyyeb'den haber verdi ki,
babası Hazn ibn Ebî Vehb el-Kuraşî, Peygamber(S)'e geldiğinde Peygamber ona:
— "İsmin nedir?" diye sormuş. O da:
— Hazn'dır, diye cevâb vermiş. Peygamber:
— "Sen Sehl'sin!" buyurmuş. O ise:
— Ben babamın bana verdiği ismi değiştirmem,
demiştir. Îbnu'l-Müseyyeb: Ondan sonra bizim aile içinde katılık, sertlik devam
etti durdu, demiştir [211].
213- Bana
Alî ibnu Abdillah ve Mahmûd tahdîs edip şöyle dediler: Bize Abdurrazzâk tahdîs
etti. Bize Ma'mer, ez-Zuhrî'den; o da Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den; o da.babası
el-Müseyyeb'den; o da dedesinden bu geçen hadîsi haber verdi.
214-.......Sehl
ibn Sa'd (R) şöyle dedi: Ebû Useyd'in oğlu doğduğu zaman Peygamber(S)'in
yanına getirildi. Peygamber de çocuğu kendi uyluğu üzerine koydu. Babası Ebû
Useyd de orada oturmakta idi. Bu sırada Peygamber, önünde bulunan bir şeyle
meşgul olup daldı. Ebû Useyd O'nun meşguliyetini görünce oğlunun alınmasını
emretti. Böylece çocuk, Peygamber'in dizi üzerinden alınıp geriye taşındı.
Peygamber daldığı işten ayrılıp kendine gelince:
— "Çocuk nerede?" diye sordu. Ebû
Useyd:
— Biz onu geriye çevirip iade ettik yâ
Rasûlallah! dedi. Rasûlullah:
— "Onun ismi ne idi?" diye sordu.
Babası:
— Fulân'dır, diye cevâb verdi. Rasûlullah:
— "Lâkin sen ona el-Munzir ismini
ver!" buyurdu. Babası da o gün çocuğa el-Munzir ismini verdi [212].
215-.......Bize
Muhammed ibn Ca'fer, Şu'be'den; oda Atâibn Ebî Meymûne'den; o da Ebû Râfi'den;
o da Ebû Hureyre(R)'den şöyle haber verdi: Zeyneb'in adı Berre idi. Bu kız
adiyle kendi nefsini tezkiye ediyor denildi. Bunun üzerine Rasûlullah ona
Zeyneb adını verdi [213].
216-.......İbn
Cureyc haber verip şöyle demiştir: Bana Abdulhamîd ibnu Cubeyr ibn Şeybe haber
verip şöyle dedi: Ben Saîd ibnu'l-Müseyyeb'in yanma oturdum. O bana şunu tahdîs
etti: Dedesi Hazn, Peygamber(S)'in huzuruna vardığında Peygamber ona:
— "Adın nedir?" diye sormuş. O da:
— İsmim Hazn'dır! diye cevâb vermiş. Peygamber:
— "Hayır, sen Hazn değil, Sehl'sin (bu
isimle anıl)/" buyurmuş. O ise:
— Ben, babamın bana
verdiği ismi başka bir isimle değiştirmem! demiştir (yânî babamın verdiği ismi
nasıl değiştireyim? diye özür ileri sürüp eski ismini muhafaza etmiştir).
İbnu'l-Müseyyeb: Artık
ondan sonra bizim ailemiz içinde sertlik, katılık (yâhud hüzün ve keder) devam
edip durdu, demiştir [214].
Enes de: Peygamber
(S), İbrahim'i, yânî oğlunu öptü, demiştir [215].
217-.......Bize
İsmâîl ibn Ebî Hâlid tahdîs edip şöyle dedi: Ben Abdullah ibn Ebî Evfâ'ya:
— Sen Peygamber(S)'in oğlu İbrahim'i gördün mü?
dedim. O:
— (Evet gördüm.) O
küçük bir çocukken öldü. Eğer Muham-med'den sonra bir peygamber olması
hükmolunsaydı, oğlu İbrâhîm yaşardı. Lâkin Muhammed'den sonra hiçbir peygamber
yoktur, dedi (Çünkü O, peygamberlerin sonuncusudur).
218-.......Bize
Şu'be haber verdi ki, Adiyy ibn Sabit şöyle demiştir: Ben el-Berâ (ibn
Âzib-R)'dan işittim, şöyle dedi: (Peygamber'in oğlu) İbrâhîm aleyhi's-selam
öldüğü zaman Rasûîullah (S):
- "îbrâhîm için
cennette bir süt emzirici vardır" buyurdu [216].
219-.......Câbir
ibn Abdillah el-Ensârî (R) şöyle dedi: Rasûîullah (S):
— "Benim ismimle
isimleyiniz. Fakat künyemle künyelenmeyi-niz. Kaasım ancak benim; aranızda
taksim ediyorum!" buyurdu.
Bunu Enes de Peygamber'den
rivayet etmiştir [217].
220-.......Bize
Ebû Husayn, Ebû Salih'ten; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber
(S) şöyle buyurmuştur: "Benim ismimi çocuklarınıza isim veriniz, fakat
künyem ile künyelenmeyiniz. Her kim beni ru'yâda görürse hakikatte beni görmüş
olur. Çünkü şeytân benim suretime giremez. Bir de her kim benim ağzımdan
bilerek yalan uydurursa, cehennemdeki yerine hazırlansın' [218].
221-.......Ebû
Mûsâ (R) şöyle dedi: Benim bir oğlum doğdu, ben hemen onu alıp Peygamber(S)'e
götürdüm. Peygamber oğluma "İbrâhîm" adını verdi, bir hurmayı çiğnem
yapıp çocuğun damağını ovaladı, ona bereketle duâ etti ve bana verdi. İşte bu
İbrâhîm, Ebû Musa'nın en büyük oğlu idi.
222-.......el-Mugîre
ibn Şu'be (R): İbrahim'in öldüğü gün güneş tutuldu, demiştir. Bu güneş tutulma
hadîsini Ebû Bekre de Pey-gamber'den olmak üzere rivayet etmiştir.
223-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle dedi: Peygamber (S) başını rukû'dan kaldırdığı zaman şöyle
duâ etti: "Yâ Allah! el- Velîd ibnu 7-Velîd'i, Seleme ibn Hişâm 'ı, Ayyaş
ibn EbîRabîa'yı ve Mekke'de müşrikler elinde zayıf görülen diğer mü'minleri
kurtar! Allah'ım! Mudar (kâfirleri) üzerindeki baskım daha da şiddetlendir!
Allah'ım, içinde bulundukları bu yıllarını onlara Yûsuf Peygamber'in yılları
gibi yap!" [219]
Ebû Hazım, Ebû
Hureyre'den söyledi ki, o: Peygamber (S) bana: "Yâ Ebâ Hırr!" diye
nida etti, demiştir [220].
224-.......Peygamberdin
zevcesi Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) bana:
— "Yâ Âişe! Bu yanımdaki Cibril'dir. Sana
selâm okuyor!" buyurdu.
Ben de:
— Selâm ve Allah'ın rahmeti onun üzerine de
olsun! dedim. Âişe: Peygamber (S), bizim görmediğimiz şeyi görürdü, demiştir.
225-.......Enes
(R) şöyle demiştir: (Bir seferde annem) Ümmü Suleym -diğer kadınlarla beraber-
yolcuların ağırlıkları içinde bulunuyordu. Peygamber(S)'in kölesi güzel sesli
Enceşe'de onların bindikleri develeri hızlıca sevkediyordu. Peygamber:
— "Yâ Enceşu
(Ağır ol)/ Cam şişeleri gibi olan kadınları şevket meni daha yavaş yap!"
buyurdu.
226-.......Enes
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) insanların en güzel ahlâklısı idi. Benim
(annem Ümmü Suleym'den) Ebû Umeyr denilen bir kardeşim vardı -zannederim ki,
sütten yeni ayrılmıştı, demiştir-. Peygamber Ümmü Suleym'e geldiği zaman, o
çocuğa:
— "Yâ Ebâ Umeyr!
Nuğayr kuşu ne yaptı?" diye hitâb eder, şakalaşırdı.
Nuğayr (serçeye benzer
bir kuştur ki) kardeşim onunla oynar dururdu. Peygamber bizim evimizde iken
bazen namaz vakti gelirdi de hemen emir verir, altındaki yaygı süpürülür ve
üzerine su serpilirdi. Sonra namaza durur, biz de arkasında durur, O bize namaz
kıldırır-dı [221].
227-.......
Sehl ibn Sa'd (R) şöyle demiştir: Şu muhakkak ki, Alî(R)'ye isimleri içinde
kendisine en sevimli olanı elbette "Ebû Turâb" künyesi idi. Yine
muhakkak ki, kendisi bununla çağrılmaktan çok ferah duyardı. Bu künye ile ona
isim takan, Peygamber'den başkası değildi. (Bu şöyle olmuştu:) Bir gün Alî,
Fâtıma'ya öfkelenmiş, bundan dolayı dışarıya çıkmış, mescidin duvarlarından
birinin dibine uzanıp yatmıştı. Peygamber de Alî'yi ta'kîb ederek yâhud arayarak
gelmişti. Birisi:
— İşte Alî duvarın
dibinde yan-üstü yatmış! dedi.
Peygamber (S) Alî'nin
yanına geldi ki, Alî, sırtı kum ve toprakla dolmuş hâlde yatıyordu. Peygamber
onun sırtından toprakları eliyle silmeye ve:
- "Otur yâ Ebâ
Turâb!" demeğe başladı [222].
228-.......Ebû
Hureyre (R): Rasûlullah (S): "Kıyamet gününde Allah katında isimlerin en
zelili (en alçağı) Meliku'l-Emlâk ismiyle isimlenen kimse(nin ismi)dir"
buyurdu, demiştir.
229-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne, Ebu'z-Zinâd'dan; o da el- A'rec'den tahdîs etti ki, Ebû
Hureyre bir rivayetinde "Allah katında en alçak isim" şeklinde
söylemiştir.
Yine Sufyân birkaç
kerre "Allah katında isimlerin en zelili Mâliku'l-Emlâk ismiyle isimlenen
adamdır" şeklinde söylemiştir.
Sufyân:
Ebu'z-Zinâd'dan başkası bu "Meliku'l-Emlâk" lafzının tefsiri
(Farsça'da) "Şâhân-şâh"dir, diyordu, demiştir [223].
Mısver ibn Mahrame:
Ben Peygamber(S)'den minber üzerinde işittim: "Ancak Ebû Tâlib'in oğlu
benim kızımı boşamayı istemesi hâli müstesna..." diyordu [224].
230-.......Usâme
ibn Zeyd (R) şöyle haber vermiştir: Rasûlullah (S) Bedir vak'asından önce bir
gün, üzerine Fedek dokuması saçaklı bir kadîfe örtü konulmuş palanlı bir
merkeb üzerine bindi. Arka tarafında da Usâme olduğu hâlde Haris ibnu'l-Hazrec
oğullan ma-hallesinde(ki evinde hasta bulunan) Sa'd ibn Ubâde'ye hasta ziyaretine
gidiyordu. İkisi giderlerken nihayet yolda içlerinde Abdullah ibn Ubeyy ibn
SelûFun bulunduğu bir meclise uğradılar. Bu vak'a Abdullah ibn Ubeyy'in
müslümân olmasından önce idi. Bu mecliste müs-lümânlardan, müşriklerden, puta
tapanlardan, Yahûdîler'den karışık birtakım insanlar vardı. Müslümanların
içinde (şâir) Abdullah ibn Re-vâha da bulunuyordu. Merkebin kaldırdığı toz,
meclisi kaplayınca Abdullah ibn Ubeyy, kaftânıyle burnunu kapadı ve:
— Bizim üzerimize
tozlatmaymız! dedi.
Rasûlullah onlara
selâm verdi. Sonra da orada durup merkebin-
den indi, onları
Allah'a da'vet etti ve onlara karşı Kur'ân okudu. Bunun üzerine Abdullah ibn
Ubeyy ibn SelûJ:
— Ey kişi! Bu
söylediklerin gerçek ise bunlardan daha güzel birşey olamaz. Fakat bizim
meclislerimize gelip de bizleri bununla ezâlan-dırma! Kendi menziline git, sana
gelen olursa ona anlat! dedi.
Abdullah ibn Revana:
— Evet yâ Rasûlallah! Sen bizim meclislerimizde
(her zaman) bizleri Kur'ân ile ört, bürü! Çünkü bizler Sen'in konuşmanı ve Kur'ân
okumanı çok seviyoruz! dedi.
Bunun üzerine
müslümânlar, müşrikler, Yahûdîler sovüşmeye başladılar, hattâ birbirlerine
doğru kalkışıp döğüşmeye yaklaştılar. Rasûlullah ise onları devamlı
yatıştırıyordu, nihayet sakinleşip sustular. Bundan sonra Rasûlullah,
merkebine binip yürüdü. Nihayet Sa'd ibn Ubâde'nin evine varıp yanına girdi.
Rasûlullah (Ensâr'ın ve Hazrec kabilesinin ulularından olan) Sa'd'a hitaben:
— "Ey Sa'd! -Abdullah ibn Ubeyy'i
kasdederek- Ebû Hubâb'-ın söylediklerini işitmedin mi? O şöyle şöyle şeyler
söyledi" diye (biraz önce geçen vak'ayı anlattı.
Sa'd ibn Ubâde:
— Ey Rasûlallah! Babam
Sana feda olsun! Sen İbn Ubeyy'in kusurunu affet ve onu biraz da özürlü sayıp
hoş gör! Sana Kitâb'ı indiren Allah'a yemîn ederim ki, Allah'ın irâdesi, Sana
indirdiği hakkı getirmek suretiyle tecellî etmiştir. Hâlbuki şu Belde halkı,
İbn Ubeyy'in başına tâc giydirmeğe, üzerine de meliklere mahsûs olan sarığı sarmağa
(bu suretle onu kendilerine melik edinmeye) ittifak edip hazırlanmışlardı.
Allah Sana vermiş olduğu hakk peygamberlikle onların bu tasavvurlarını
reddedince, bu mahrumiyet sebebiyle İbnu Ubeyy mahzun ve kederli oldu. Yâ
Rasûlallah! İşte bu keder sebebiyle İbnu Ubeyy görmüş olduğun çirkin
hareketleri yapmıştır! (Sen onu affet!) dedi.
Rasûlullah da onu
affetti. Esasen Rasûlullah ile sahâbîleri Allah'ın kendilerine emrettiği gibi,
müşriklerin ve kitâb ehlinin kusurlarım affedip ezalarına sabrediyorlardı.
Yüce Allah şöyle
buyurdu: "And olsun ki3 mallarınız ve canlarınız hususunda imtihana
çekileceksiniz. Sizden evvel kendilerine kitâb verilenlerden ve Allah 'a eş
tanıyanlardan da herhalde incitici birçok laflar işiteceksiniz. Eğer katlanır,
sakınırsanız işte bu, (hâdiselere karşı gösterilmiş) bir azimdendir*1 (âiu
imrân: i86>;
"Kitâb ehlinden
birçoğu, Hakk kendilerince besbelli olduktan sonra, ruhlarındaki hasedden ötürü
sizi îmânınızdan sonra küfre döndürmek hevesine düştü. Allah'ın emri gelinceye
kadar, şimdilik onları bırakın. Serzeniş de etmeyin. Şübhesiz ki, Allah
herşeye hakkıyle
kaadİrdİr"
(el-Bakara: 109).
İşte Rasûlullah,
Allah'ın kendisine onların affı hakkında emretmiş olduğu bu emirleri yerine
getirip uyguluyor, onların kusurlarını affedip ezalarına sabrediyordu. Nihayet
Allah, Peygamber'ine onlar hakkında harbe izin verdi. İşte bu izin üzerine
Rasûlullah, Bedir gazvesine gitti. Allah Bedir'de (İslâm ordusunun eliyle)
kâfirlerin yiğitlerinden ve Kureyş'in ulularından öldürdüklerini öldürdü.
Rasûlullah ve sahâbîleri zafere ulaştırılmışlar ve ganimet kazanmışlar olarak,
beraberlerinde küffâr yiğitlerinden ve Kureyş ulularından birçok esîr-ler
bulunduğu hâlde Medine'ye döndüklerinde Ubeyy ibn Selûl oğlu ve beraberinde
bulunan müşrikler ve puta tapanlar:
— Artık bu Bedir
vak'ası işi, müslümânlığa yönelmiş açık bir zaferdir! Allah'ın Rasülü'ne İslâm
Dîni'ne girmek üzere bey'at ediniz! dediler ve müslümân oldular [225].
231-.......Bize
Abdulmelik ibn Umeyr, Abdullah ibnu'l-Hâris ibn Nevfel'den tahdîs etti ki,
Abbâs ibnu Abdi'l-Muttalib:
— Yâ Rasûlallah! Amcam
Ebû Tâlib'e herhangi birşeyle fayda verdin, yarar sağladın mı? Çünkü o dâima
Sen'i korur ve Sen'in için düşmanlarına karşı öfkelenirdi! dedi.
Rasûlullah (S):
— "Evet, o şimdi topuklarına kadar dibi
yakın ateşten bir çukur içindedir. Eğer ben olmasaydım, muhakkak o
cehennem' ?n derin çukurunda
olacaktı" buyurdu [226].
İshâk ibn Abdillah
şöyle dedi: Ben Enes'ten işittim: Üvey babam Ebû Talha'nın bir oğlu öldü. Eve
geldiğinde: — Oğlan(ın hastalığı) nasıl oldu? diye sordu.
Annem Ummü Suleym: —
Oğlanın nefesi sâkinleşti, ben onun istirahata kavuşmuş olmasını timîd
ediyorum, dedi.
Ebû Talha, Ummü
Suleym'in bu sözünden, onun doğru söylemekte olduğunu zannetti, dedi [228].
232-.......Bize
Şu'be, Sabit el-Bunânî'den; o da Enes ibn Mâlik(R)'ten tahdîs etti ki, o şöyle
demiştir: Peygamber (S) bir seferinde yol alırken Habeşli bir deve sürücüsü
güzel sesiyle kadınların bindikleri develeri hızlı bir şekilde yürüttü. Bunun
üzerine Peygamber ona hitaben:
— "Yâ Enceşe,
yumuşak ol! Yazık sana! Camları (yânî cam gibi nâzik olan kadınları) hızlı
yürütme!" buyurdu.
233-.......BizeHammâdibnYezîd,
Sâbit'ten; o daEnes'ten ve yine Hammâd, Ebû Kılâbe'den; o da Enes(R)'ten şöyle
tahdîs etti: Peygamber (S) bir seferde idi. Enceşe denilen bir siyah köle de kadınların
bindikleri develeri güzel sesiyle tegannî ederek hızlı hızlı yürütüyordu.
Peygamber ona:
— "Yavaş ol yâ
Enceşe! Camları sürüşünde ağır ol!" buyurdu.
Ebû Kılâbe: Peygamber
"Kavarîr{= Camlar)" sözüyle kadınları kasdediyordu, demiştir.
234-.......Bize
Katâde tahdîs etti. Bize Enes ibn Mâlik (R) tahdîs edip şöyle dedi:
Peygamber'in Enceşe denilen bir deve sürücüsü vardı, o güzel sesli bir kimse
idi. Peygamber (S) ona:
— "Yavaş ol yâ
Enceşe! Cam şişeleri kırma!" buyurdu.
Katâde: Peygamber
"Cam şişeler" sözüyle, kadınların (gönüllerinin) za'flarını
kasdediyordu, dedi [229].
235-.......Enes
ibn Mâlik (R): Medine'de düşmandan bir korku olmuştu. Rasûlullah (S) hemen Ebû
Talha'nın atma binip hareket etti. Döndüğünde:
— "Biz korkulacak
hiçbirşey görmedik. Şu muhakkak ki, biz bu beygiri bir derya (gibi hızlı)
bulduk" buyurdu [230].
İbn Abbâs (R) da:
Peygamber (S) iki
kabir için: "Bunlar (kendilerince) büyük günâh olmaksızın azâb
olunuyorlar, hâlbuki o muhakkak büyük günâhtır" buyurdu, demiştir [231]
236-.......
Âişe (R) şöyle demiştir: Birtakım insanlar Rasülullah'a kâhinlerden (onların
gaybı bilme iddialarından) sordular. Ra-sûlullah (S), bu soranlara:
— "Onlar(m bu ğayb ilmi hakkındaki
sözleri) hiçbirşey değildir" buyurdu.
Sahâbîler:
— Yâ Rasûlallah! Onlar
bâzı vakitler gaybdan birşey söylüyorlar da bu şey bir hakk oluyor? dediler.
Bunun üzerine
Rasûlullah:
— "Bu haktan bir kelimedir ki, cinnîler
onu (melekler birbirlerine söylerlerken kulak hırsızhğıyle) kaparlar da, artık
onu tavuğun bağırıp çağırması gibi kendi kâhin dostlarının kulakları içine
yüksek sesle söyler dururlar ve o (vahiyden çaldıkları) bir tek hakk kelimenin
içine yüzden fazla yalan karıştırırlar" buyurdu [232].
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli: 'Onlar hâlâ bakmazlar mı o deveye, nasıl yaratılmıştır o?
O göğe nice
yükseltilmiştir o? O dağlara; nasıl dikilmiştir o?... "
(el-Ğâşiye: 17-19);
Eyyûb es-Sahtıyânî de
İbnu Ebî Muleyke'den; o da Aişe'den; öleceği sıra Peygamber (S), başını semâya doğru
yükseltti... diye söylemiştir [233].
237-.......İbn
Şihâb şöyle demiştir: Ben Ebû Seleme ibn Abdirrahmân'dan işittim, şöyle
diyordu: Bana Câbir ibn Abdillah (R) haber verdi ki, kendisi Rasûlullah(3)'tan
şöyle buyururken işitmiştir: "Sonra benden vahy bir müddet kesildi. Bir
gün yürürken gökyüzü tarafından bir ses işittim. Ben hemen gözümü gökyüzüne
doğru kaldırdım. Bir de gördüm ki, Hıra Dağı 'nda bana gelen melek (yânî
Cibril aleyh'Vselâm) semâ ile Arz arasında bir kürst üzerinde oturmuştu. (Pek
ziyâde korktum...)".
238-.......
İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Ben bir gece teyzem Meymûne'nin evinde kaldım.
Peygamber (S) de onun yanında idi. Gecenin son üçte biri -yâhud bir kısmı-
olunca yatağından kalkıp oturdu ve akabinde gökyüzüne doğru baktı da şu
âyetleri okudu:
"Hakikat göklerin
ve Yer'in yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde temiz
akıl sahihleri için elbet ibretler vardır. Onlar ayakta iken, otururken, yanlan
üstünde yatarken hep Allah h hatırlayıp anarlar ve göklerin, Yerin yaratılışı
hakkında inceden inceye düşünürler. Ey Rabb İmiz, Sen bunları boşuna
yaratmadın. Sen pak ve münezzehsin. Bizi ateşin azabından korut Ey Rabb 'imiz,
hakikat Sen kimi o ateşe sokarsan, şübhesiz onu hor ve zelîl edersin. (Orada)
zâlimlerin hiçbir yardımcıları da yoktur. Ey Rabb İmiz, doğrusu biz 'Rabb Hnize
inanın' diye insanları îmâna çağıran bir da 'vetçiyi işitip hemen îmâna geldik.
Ey Rabb İmiz, artık bizim günâhlarımızı mağfiret eyle, kusurlarımızı ört,
canımızı da iyilerle beraber al. Ey Rabb -imiz, Senin rasûllerine karşı bize
va'd ettiklerini bize ver. Kıyamet
günü yüzümüzü kara
çıkarma. Şübhe yok ki Sen asla sözünden dönmezsin... " (Âlu îmrân:
190-200) [234].
239-.......
Bize Ebû Usmân en-Nehdî, Ebû Musa'dan şöyle tahdîs etti: Ebû Mûsâ (R) Medine
bustânlarından bir bustân içinde Peygam-ber(S)'in beraberinde bulunmuştur.
Oradaki kuyunun başında otururlarken, Peygamber'in elinde bir deynek vardı.
Peygamber bu deynekle su ile çamur arasına vurarak düşünüyordu. Bu sırada
bus-tânın kapısına bir adam geldi de içeriye girmek için kapının açılmasını
istedi. Peygamber, Ebû Musa'ya:
— "Kapıyı aç ve o
geleni cennetle müjdele!" buyurdu.
(Ebû Mûsâ dedi ki:)
Ben gidip gördüm ki, o Ebû Bekr'dir. 'Hemen ona kapıyı açtım ve kendisini
cennetle müjdeledim.
Ondan sonra başka bir
adam bustân kapısının açılmasını istedi. Peygamber yine:
— "Ona kapıyı aç ve kendisini cennetle
müjdele!" buyurdu. Gidip baktım ki, o Umer'dir. Ona da kapıyı açtım ve
cennetle
müjdeledim.
Bundan sonra başka bir
adam kapının açılmasını istedi. Peygamber dayanmış vaziyette idi, oturdu da:
— "Ona da kapıyı aç ve kendisine isabet
edecek -yâhud: Meydana gelecek- musibetlere, belâlara karşı cennetle müjdele!"
buyurdu.
Ben gidip gördüm ki, o
Usmân'dır. Ona da kapıyı açtım ve cennetle müjdeledim de Peygamber'in söylemiş
olduğu "İsabet edecek belâlara karşı" sözlerini kendisine haber
verdim. Usmân:
— (Peygamber'in haber verdiği belâlara
sabretmenin acılığına karşı) kendisinden yardım istenecek olan ancak
Allah'tır! Dedi [235].
240-.......Alî
(R) şöyle demiştir: Bizler Peygamber (S)'in beraberinde bir cenazede idik.
Oturduğumuzda Peygamber (başını eğdi de) elindeki deynekle yere vurup
dürtüklemeye (birtakım çizgiler çizmeğe) başladı. İşte bu tefekkür hâlinde:
— "Sizlerden hiçbir kimse müstesna olmamak
üzere, muhakkak cennetten ve cehennemden oturacağı yeri boşaltılmış olarak
hazırdır" buyurdu.
Sahâbîler:
— Öyle ise bizler
(çalışmayı bırakıp) bu takdire dayanıp güvenmeyelim mi? dediler.
Rasûlullah:
— "Sizler çalışınız. Çünkü (saadet ve
şekaavet ehlinden olan) herkes, ne için yaratılmışsa, onun yolu kendisine
kolaylaştınhp hazırlanmıştır" buyurdu ve şu âyetleri okudu:
"Hakîkaten sizin
çalışmalarınız ayrı ayrıdır: Bundan sonra kim verir ve sakınırsa ve o en güzeli
de tasdik ederse, biz de onu o en kolaya hazırlarız. Amma kim cimrilik eder,
kendisini müstağni görür ve o en güzeli yalan sayarsa, biz de ona o en güç
olanı hazırlayıp müyesser kllariZ..." (el-Leyl: 4-10) [236].
241-.......Ümmü
Seleme (R) şöyle demiştir: Bir gece Peygamber (S) uykusundan uyandı da:
— "Subhânallah! Bu gece ne hazîneler
indirildi ve ne fitneler indirildi! Hücrelerin sahibelerini kim uyandırır
-bununla zevcelerini kasdediyordu- ki, onlar da kalkıp gece namazı kılsalar!
Dünyâda nice giyinik kadınlar vardır ki, âhirette çıplaktırlar!" buyurdu [237].
İbnu Ebî Sevr, İbn
Abbâs'tan söyledi ki, Umer şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'e:
— Sen kadınlarını boşadın mı? diye sordum.
Peygamber:
— "Hayır (boşamadım)" buyurdu. Ben de
bundan taaccüb ederek:
— Allâhu Ekber! dedim,
demiştir [238].
242-.......Peygamber'in
zevcesi S afiyye bintu Huyey şöyle haber vermiştir: Peygamber (S) ramazânın
son on günü içinde mescid-de i'tikâf yaparken Safiyye, Peygamber'i ziyaret
etmek üzere yanına gitmiş ve yatsının ardından bir saat (yânî bir müddet)
kendisiyle konuştuktan sonra evine dönmek üzere kalkmış. Peygamber de onu menziline
geçirmek için onunla beraber kalkmış, Peygamber'in zevcesi Ümmü Seleme'nin
evinin yanındaki mescid kapışma ulaştığında yanlarına Ensâr'dan iki kişi
uğramış ve Rasûlullah'a selâm verdikten sonra hızlıca yürüyüp geçmişler,
Rasûlullah onlara:
— "Acele etmeyiniz! Durunuz! Yanımdaki bu
kadın, Safiyye bintu Huyey'dir!" buyurdu.
O iki zât;
Rasûlullah'ın bu sözü kendilerine ağır geldi de:
— Subhânallah! Yâ
Rasûlallah! dediler. Rasûlullah:
— "Şübhesiz şeytân, Âdem oğlunun
bedenindeki kanın ulaşması gibi, her yerde cereyan eder. Ben şeytânın sizin
kalblerinizin içine kötü bir şübhe atmasından endîşe ettim" buyurdu [239].
243-.......
Katâde şöyle demiştir: Ben Ükbe ibn Suhbân el- Ezdî'den tahdîs ederken işittim
ki, Abdullah ibn Mugaffel (R): Peygamber (S) parmaklarla -ve sapanla- küçük
çakıl taşı atmaktan neh-yetti, demiştir.
Râvî İbn Mugaffel
rivayetine devamla: Şübhesiz ki, bu parmaklarla ve sapan ile taş atmak, avı
öldürmez, düşmanı da yaralamaz. Böyle atılan taş, ancak göz çıkarır ve diş
kırar, demiştir [240].
244-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Bir defasında iki kişi Peygamber(S)'in yanında
(ayrı ayrı) aksırdüar da, Peygamber bunlardan birisine: "Yerhamukettâhu(=
Allah sana merhamet eylesin)" diye duâ etti, ötekisine duâ etmedi.
Peygamber'e:
— Buna niçin duâ etmediniz? diye soruldu.
Peygamber:
— "Şu, Allah'a hamdetti, el-Hamdu Uttan
dedi, ben de onu rahmet duası ile karşıladım. Şu ise Allah 'a hamdetmedi (ben
de onu duâ ile karşılamadım)" buyurdu [241].
Aksırıp da hamdedene
duâ etmek hakkında Ebû Hureyre'nin rivayet ettiği bir hadîs vardır [242].
245-.......
el-Berâ ibn Âzib (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bize yedi şeyi işlememizi
emretti, yedi şeyden de bizleri nehyetti: Peygamber bizlere hastayı ziyaret
etmeyi, cenaze arkasından gitmeyi, ak-sırana duâ etmeyi, da'vet edene icabet
eylemeyi, selâmı karşılamayı, zulme uğrayana yardım etmeyi, yemîn edenin
yeminini kabul etmeyi emretti. Yine Peygamber bizleri şu yedi şeyden: Altın
yüzükten -yâhud altın halkadan-, harîr, dîbâc ve sündüs denilen ipek kumaşlar
giymekten, at eyerlerinin üzerlerine konulan ipek altlık minderlerden nehyetti
[243].
246-.......Bize
Saîd el-Makbûrî, babası Keysân el-Medenî'den; o da Ebû Hureyre(R)'den; o da
Peygamber(S)'den şöyle buyurduğunu tahdîs etti:
"Allah (sıhhat ve
hafifleme sebebi olan) aksırmayı sever, (gaflet ve tenbellik eseri olan)
esnemeyi de çirkin görür. Bir kimse aksırıp da Allah 'a hamdetliği zaman, onun
hamdeîtiğini işiten her müs-lümân üzerine 'Yerhamuke'llâhu (= Allah sana
merhamet eylesin)' diye mukaabele etmesi aksıran mü 'min için bir hakk olur.
Esnemeye gelince; şübhesiz o, şeytândandır. Biriniz esnemek hâli geldiğinde, gücü
yettiği derecede onu gidermeye çalışsın! Çünkü biriniz esneyip de 'Hâ' diye
ağzını açıp ayırınca, onun bu gafletinden dolayı şeytân güler" [244].
247-.......Bize
Abdullah ibn Dînâr, Ebû Salih'ten; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi ki,
Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Sizin biriniz aksırdığı zaman 'el-Hamdu
lillâh * desin. Mü 'min kardeşi veya arkadaşı da ona 'Yerhamuke'llâhu (= Allah
sana merhamet eylesin)' diye duâ ile mukaabeiede bulunsun. Ona
'Yerhamuke'llâhu' dediği zaman, öteki de bu îeşmîîe cevâb olarak ' Yehdîkumu
'llâhu ve yuslihu bâlekum (= Allah sizlere hidâyet eylesin ve hâlinizi, işinizi
de iyileştirsin)' duasını söylesin!" [245].
248-.......Bize
Süleyman et-Teymî tahdîs edip şöyle dedi: Ben Enes(R)'ten işittim, şöyle
diyordu: Peygamber(S)'in yanında iki kişi (arka arkaya) hapşırdı da Peygamber
onlardan birisine "Allah sana merhamet eylesin" diye duâ etti, diğerine
duâ etmedi. Bir adam:
— Yâ Rasûlallah! Şuna
duâ ettin, şuna duâ etmedin? dedi (de sebebini öğrenmek istedi).
Peygamber (S):
— "Çünkü şu, Allah'a hamdetti, şu ise
Allah'a hamdetmedi" buyurdu [246].
249-.......Bize
İbnu Ebî Zi'b, Saîd el-Makburî'den; o da babası Keysân'dan; o da Ebû
Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Şübhesiz ki
Allah hapşırmayı sever, esnemeyi de çirkin görür. Sizden biriniz hapşırıp aksırdığı
ve Allah 'a hamdettiği zaman, bunu işiten her müslümân üzerine, o kişiye
'Yerhamuke'llahu (= Allah sana merhamet eylesin)' demesi bir hakk olmuştur.
Esnemeye gelince; bu, ancak şeytândandır. Biriniz esnemek hâli geldiği zaman,
gücü yettiği kadar onu geri çevirmeye çalışsın! Çünkü biriniz esnediği zaman,
şeytân bundan dolayı güler!" [247].
[1] Edeb, ahlâk güzelliklerini almak yâtıud kavlen ve
fiilen övülecek şeyleri kullanmak yâhud üstündeki kimselere ta'zîm, altındaki
kimselere şefkat; yâhud güzel sayılan şeylerin beraberinde durmaktır
(Kastallânî).
el-Edeb; iki fetha ile
zarafet ve usluluk ki, insanlarla kavlen ve fiilen hıtuf-lu muamele ve güzel
münâvele eylemekten ibarettir... Mütercim der Vi,Ta'rîfât'ta "Edeb",
bütün hatâ nevi'lerinden sakınılacak olan nesneyi bilmekten ibarettir diye
ta'rîf edilmiştir. Bâzı büyük âlimler de zahir olan güzel ahlâk ile tefsîr eylemiştir.
Ve İslâm Devleti'nden bir müddet geçtikten sonra Arabça ile sür ilimlerine,
edeblenmeye sebeb olduğu için "Edeb" dediler ve "Edeb" nefsin
köklü bir melekesidir ki, muttasıf olan kimseyi kötülenme ve ayıplanmayı
gerektirecek şeylerden korur. Ve edeb iki nevi'dir: Biri
"Edebu'n-nefs", biri "Edebu'd-ders"tir dedikleri, anılan
ta'rîfin son fıkrasına bahis olmuş olur. Birinci fıkrası arifler ıstılahında
"Hıfzu hudûdı şer'iyye ve sülûku tarikatı mer'iyye"dii ki, bâtıriî
güzel huylardan ibarettir (yânî biri fıtrî, biri kesbîdir). Hakk yolların hepsi
edeb-lerdir. Fakîhlere göre edeb, sünnet üzerine kurulmuş hareketler
demektir... Ve işbu "Edeb" kelimesi, "Edb" lafzından
isimdir, hemzenin fethi ve dâl'in sükûnu ile bir kimseyi yemeğe ve ziyafete
da'vet eylemek ma'nâsına olmakla anılan ahlâk da sahibini hayırlara ve
güzelliklere da'vetçi olmak münâsebetiyle edeb denilmiştir. Âlimler arasında
bir de "Edebu'l-bahs" vardır ki, bahs ve münâ zara ilminin
kaanûnlarmı ihtiva eder. Hulâsa edebin altına, hoşnûd olunan zahirî ahlâktan
başka, şer'in sevdiği ve, aklın güzel saydığı bütün tavırlar, sözler girmiştir:
İffet, zarafet, nezâket, adalet izhârı, lutufiu ve insaflı muamele ve şâir iyi
ahlâk ve güzel sıfatlar gibi... (Kaamûs Ter.).
Şems Tebrîzî'nin edeb'i
anlatan şu beyitlerini de yazalım:
—Efendi, anla ki
insanın tenindeki can ne ise, edeb de odur. Efendi, insanların kalbindeki,
gözündeki nurlar edebden ibarettir.
Âdem ulvî âlemdendir
(yânı yaratılışı yüksektir), onu süflîve alçak sanma! Bu kâinat kubbesinin
dönüşündeki nizâm ve revnak edebdir.
Ayağını İblîs'in
kafasına koymak, ona hâkim olmak istersen gözünü aç ve anla ki, şeytânı öldüren
edebdir.
Gözünü aç da baştan
başa Tanrı kelâmına bak: Âyet âyet bütün Kur'ân'm ma'nâsi edebden ibarettir.
Akla "îmân
nedir?" diye sordum. O, kalb kulağıma dedi ki: "îmân edebdir!.."
Ey Şems-i Tebrîzî,
artık sus ki, sen Huda'nın bir sırrısın. Geceleri parıldayan en nurlu ve en
üstün ışık edebdir. (Terceme: H.Basrî Çantay, Diyanet îşleri Başkanlığı
Dergisi, 1964, S.72)
Sa'd ibn Hişâm, Hakîm
ibn Eflah ile beraber Âişe'ye gittiğini haber vererek şöyle dedi: Âişe'ye
hitaben:
— Ey mü'minlerin anası!
Bana Rasûlullah'ın ahlâkını haber ver, dedim. Âişe:
— Sen Kur'ân'i okumuyor musun? dedi
Ben:
— Evet okuyorum,
dedim.
Bunun üzerine Âişe (R):
— Hİç şübhesiz Allah Peygamberi'nin ahlâkı
Kur'ân'dan ibaret idi, dedi (Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn ve kusrihâ, Câmiu
salâti'1-leyl, 139).
[2] Üç yerde geçen bu lafzın devamları şöyledir: "Biz
insana ana-babasına güzellik yapmasını tavsiye ettik. Eğer onlar, hakkında
bilgin olmayan birşeyi bana ortak koşman için uğraşırlarsa kendilerine itaat
etme. Dönüşünüz ancak banadır. Binâenaleyh ne yapar idiyseniz size haber
vereceğim'" (el-Ankebût: 8).
"Biz insana
ana-babasını tavsiye ettik. Onun anası kendisini zaj üstüne za'file taşımıştır.
Sütten ayrılması da iki yıl (sürmüştür). 'Bana ve ana-babana şükret. Dönüş
ancak Banandır' (dedik). Eğer onlar sence ilimde (yeri) olmadık herhangi
birşeyi Bana ortak tutman üzerinde seni zorlarlarsa kendilerine itaat etme.
Onlarla dünyâda iyi geçin. Bana dönenlerin yoluna uy! Nihayet dönüşünüz ancak
Bana 'dır. O vakit Ben de size ne yapıyordunuz, haber veririm'' (Luk-mân:
14-15).
"Biz insana
ana-babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Anası onu zahmetle taşıdı. Onu
zahmetle doğurdu. Onun bu taşınması ile sütten kesilmesi otuz aydır. Nihayet o,
yiğitlik çağına erdiği, kırk yıla ulaştığı zaman şöyle demiştir: Ey Rabb 'im,
gerek beni, gerek ana-babamı nVmetlendirdiğine şükretmemi, Sen'in razı olacağın
iyi işlerde bulunmamı bana ilham et! Zürriyetim hakkında da benim için salâh
nasîb et. Şübhesiz ben Sana döndüm. .Şübhesiz ben Sana teslim
Oldum" (el-Ahkaaf: 15)
[3] "Namaz îmândan sonra amellerin şübhesiz en
fazîletlisidir. Çünkü dînin direğidir. Ana- babaya iyilik İslâm Dîni'nin
insana yüklediği en büyük vecîbelerdendir. Ana-baba kâfir de olsalar onlara
ihsan ile muamele ederek kendilerine itaatsizlikten çekinmek farzdır. Onlara
can sıkıntısı ile "Off!" demek bile Kur'-ân'm nassı ile (el-îsrâ: 23)
nehyolunmuş şer'î haramlardandır. Ma'siyet olmadıkça emirlerine itaat vâcibdir.
Allah yolunda cihâd da
"Allah'ın kelimesini en yüksek kılma" ve İslâm şeâirini izhâr
kasdıyle hem nefisle, hem de mal harcayarak uğraşmak, mukaate-le etmektir. Namazı
terkeden kimse, diğer Allah haklarını evleviyetle terkeder. Ana-baba haklarını
gözetmeyen kimseden, başka insanların haklarını gözetmek ne kadar beklenir?
Allah'ın kelimesini en yüksek kılmayı ve İslâm şeâirini izhâr etmeyi
mühimsemezse, Allah'a yaklaşmağa vesile olan diğer amelleri terketme-sinden
kolay ne var?..."
Bunun bir rivayeti bu isnâd ve metinle Namaz Vakitleri, "Namazın vaktinde
kılınması bâbı"nda da geçmişti.
[4] Bâzıları: Gelip de bu sorulan soran kimsenin Muâviye
ibn Hayde olması muh-temil olur, çünkü Buhârî el-Edebu 'l-Müfred Kitâtn'nda bu
zâtın hadîsini tahrîc
etmiştir... dedi.
Hadîste anaya ihsanın
üç kerre tekrar edilmesi, İbn Battâl'm da dediği gibi, ananın evlâd üzerinde
babanın üç misli iyilik ve ihsana hakk kazandığını ifâde eder. Bunlar sırasıyle
karında taşıma, sonra doğurma, sonra emzirme zorlukları karşılığıdır.
Âİle içinde ana
hakkının önde bulunduğuna dâir başka hadîsler de vardır, bunları Aynî, Umdetu
'l-Kaarl"de nakletmiştir.
Bu hadîsi Müslim de Edeb'de, İbn Mâce Vesâyâ'da getirmiştir.
[5] Sarihler cihâd yapmak isteyen kimsenin Muâviye ibn
Canime olduğunu, îbn Ab-dilberr'in hadîsinden olmak üzere rivayet etmişlerdir.
Bunun Câhime ibn Ab-bâs olduğu da bildirilmiştir.
Aile yuvası ilk evvel
ana-baba ile kurulduğu, aile dirlik ve düzenliğinin temel taşı bunlar olduğu
için İslâm Dîni, ana-baba rızâsına üstün bir yer vermiştir. Peygamber bu
vakıada o zâta cihâda katılabilmesini ana-babasımn rızâsına bağlamıştır.
Ana-baba rızâsına ta'lîk edilen bu cihâdın devlet tarafından çağrılan umûmî bir
seferberlik veya husûsî surette farz olan bir cihâd olmadığı, bunun belki
ihtiyara tâbi' gönüllülerden tertîb olunan bir seriyye cihâdı olduğu zikredilmiştir.
Selef âlimlerinden pek çoğu devletçe bir zaruret görülmedikçe ana-babadan izin
istenir, devletçe zaruret görülünce ihtiyar zail olup cihâda katılmak vâcib
olur demişlerdir. Bunun bir rivayeti Cihâd'da da geçmişti.
[6] Bu suretle ana-babasının sövülmesine sebeb olan kişi,
bizzat ana-babasma sövmek derecesinde büyük günâhların en büyüklerinden
birisini işlemiş sayılmaktadır. Evlâdın ana-baba sövülmesine sebeb olması en
büyük günâhlardan sayıldığına göre, bu çirkinliği bizzat yapması elbette daha
fecî ve daha ağır bir cürüm olacaktır.
[7] Buhârî bunun bîr rivayetini Alışverişler Kitabı,
"Başkası için izni olmadan bir-şey satın aldığı zaman bâbı"nda da
getirmişti.
Buradaki başlığa delîlliği sırf Allah rızâsını istemek için ana-babaya
iyilik ve iyi işler yapmanın duaların kabulüne sebeb olmasıdır
[8] Müellif bunu Eymân ve Nuzûr Kitâbı'nda eş-Şa'bî
rivayetinden; o da Abdullah ibn Amr ibni'l-As'tan; o da Peygamber'den olmak
üzere rivayet etmiştir.
[9] Metindeki Men' ve Hâti, iki nehye işaret olunan iki
kelimedir. Sarihler birincisini; Verilmesi üzerine vâcib olan borcu men' edip
vermemektir, diye; ikincisini de: Alınmasında hayır ve şeref bulunmayan birşeyi
almak suretinde tefsîr etmişlerdir ki, her ikisi de, yânî vermemek de, almak
da haramdır. Bu iki kelimenin delâlet ettiği ma'nâyı Ahmed ibn Hanbel şöyle
açıklamıştır: İshâk ibn Mansûr dedi ki: Ben Ahmed ibn Hanbel'e bunların
ma'nâsım sordum. O bana: Üzerindeki fakîr haklannı men' edip sadaka
vermemendir, sana verilmezken elini uzatıp halktan sadaka istemendir, diye
cevâb verdi.
[10] Bunların birer rivayeti Şehâdetler Kitâbı'nda da
geçmişti.
[11] Bundan sonraki âyet de şöyledir: "Allah sizi
ancak sizinle dîn muharebesi yapmış, sizi yurdlarımzdan çıkarmış ve
çıkarılmanıza arka çıkmış olanlarla dostluk etmenizden men' eder. Kim onları
dost edinirse, işte bunlar zâlimlerin tâ kendileridir1'.
Taberî de bu âyetin Ebû
Bekr'in eski zevcesi Kuteyle bintu Abdiluzzâ hakkında indiğini haber veriyor.
Ebû Bekr, Kuteyle'yi Câhiliyet devrinde boşamış-tı. Kuteyle, Rasûlullah Mekke
müşrikleriyle sulh anlaşmalı bulunduğu sırada Medine'ye kızı Esmâ'ya ziyarete
gelmiş ve ona kuru üzüm, yağ gibi bâzı hediyeler getirmişti.
Bu âyet, Yüce AHah tarafından mü'minlere düşmanlık yapmayan ve onlarla
harb etmeyenlerle irtibat kurmak ve onlara iyi muamele yapmak hakkında bir
ruhsattır...
[12] el-Leys ibn Sa'd'dan olan bu rivayeti Buhârî burada
ta'lîk şeklinde getirdi, bunu Ebû Nuaym el-Müstahrac'mda senediyle rivayet
etmiştir.
İbn Battal dedi ki: Hadîste fıkıhtan şu vardır: Peygamber, Esmâ'ya, annesine
iyilik etmesine ruhsat verdi ve kocası Zubeyr'Ie bu hususta müşavere etmesini
şart kılmadı. Bir de kadının kocasının malında, onun izni olmadan tasarruf etme
hakkı vardır... (Aynî).
[13] Bu hadîs Buhârî'nin evvellerinde Vahy Bâbı'nda
geçmişti. Buhârî onu burada kısaltılmış olarak getirdi, buradaki maksadı
irtibat ve iyiliği zikretmektir. Bunun başlığa uygunluğu umûmî oluşundan ve
mutlaklığından alınır... (Kastallâ-nî).
[14] Bundan giymesi caiz olmayan şeyi mal edinmek ve başkasına
hediye etmek caiz olduğu ma'nâsı çıkar. Zîrâ sahibi giymese bile kadınlara
giydirmek gibi başka suretle de faydalanabilir.
Bu zât Umer
ibnu'l-Hattâb'm yâhud biraderi Zeyd'in ana-bir kardeşi, bir kavle göre de
Umer'in süt kardeşi Usmân es-Sulemî'dir. "İslâm'a girmesinden önce"
denildiğine göre, sonradan İslâm'a girdiği anlaşılır.
Umer'İn bu fiilinden,
kâfir olan hısımları bile gözetmek müstahsen olup kâfire hediye vermenin caiz
olduğu hükmü alınabilir.
Bu hadîsin bâzı rivayetleri Cumua, Hibe, Libâs... Kitâblan'nda geçti.
[15] Hadîsteki "Namazı ayakta tutma", namazı
kılmayı devam ettirme ve muhafaza etme ma'nâsınadır. Meşru' kılındığı gibi
namaz kılmaktır da denilmiştir.
Sılatu'r-Rahim, hayırlı
işlerde yakın olan kimselere ziyaret edip, bitişikliği devam ettirmektir.
Hadîste diğer dînî vâciblerden hısımlara ilgiyi devam ettirme maddesi, soranın
hâline nazaran hassaten zikredilmiştir. Sorucu, yakınlar ve hısımlar ziyaretini
terketmeyi mübâh sayan bir kimse farz edilerek, "Sılatu'r-rahim" ile
emr olunmuştur.
Kurtubî dedi ki: Rasûlullah'ın sorucuya nafile ibâdetlerden haber vermeyip
de vâcibler ile yetinmesi, bu suâl ve cevâbın İslâm'ın başlangıçlarında cereyan
etmiş olmasından ve dînî vâcibler ile tatavvu'un birbirine karıştırılarak,
nafilelerin vâcib i'tikaad edilmesi endîşesinden dolayıdır. Bu sebeble
Rasûlul-Iah, ümmetinin gönülleri İslâm mahabbeti ile açılıncaya kadar ümmetine
kolaylaştırmalar İbraz eylemiştir.
[16] Sılatu'r-Rahim'in hükümleri ve derecelerini Kaadı Iyâd
şöyle açıklıyor: Sıla-i Rahim'in fî'1-cümle vâcib olduğunda ihtilâf yoktur.
Vâcib olan sılanın kesilmesi ve terki, şübhesiz ki, büyük bir ma'siyettir.
Buna birçok sahîh hadîsler şehâ-det ve delâlet etmektedir. Şu kadar ki, bunun
mertebeleri ve dereceleri vardır. Bu derecelerin bâzısı bâzısından daha
yüksektir. Bu derecelerin en aşağı mertebesi
de tatlı söz ile, selâm ile, hâl hatır sormak ile olan sıladır. Bundan başlayarak
ziyaretle, hizmetle, mâlî yardımla yapılan derecelere kadar yükselir. Bu
dereceler de kudretin ve ihtiyâcın ihtilâfı ile muhtelif olur. Bir kısmı vâcib
olur, bir kısmı da müstehâb olur. Bunlardan en aşağı mertebedeki sılaya kudreti
yetişip de onu îfâ eden ve yüksek mertebesine erişemeyen kimse sıla etmiş
olur. Fakat daha yüksek bir sılaya, meselâ mal ve bedenle yardıma kudreti olan
kimse, kuru bir selâm ve ziyaretle geciştirirse sıla etmiş sayılmaz, elbette
sorumlu olur... (Nevevî).
[17] Bu âyetteki "Tevellî"iki ma'nâya
muhtemildir: Birisi, arkasını dönüp kaçmak ma'nâsma "TevellF'den, birisi
de "Velayet"ten tefa'ûl olarak, vâlî olmak, iş başına geçmek ma'nâsma
tefsîr olunmuştur. Binâenaleyh şu iki ma'nânın ikisi de doğrudur.
"Erhâm",
"Rahim"'m cem'idir. Rahim, esasen kadında çocuk yatağı olan husûsî
organdır. Neseb yakınlığının menşei olmak hasebiyle akrabalığa da
"Rahim" denilir. Bu ma'nâ ile akrabaya "Ulu'l-Erhâm"
denildiği gibi, "Er-hâm"da. denilir ki, burada bu ma'nâyadır. Yânî
çoluğunuzu, çocuğunuzu, kadınlarınızı, hısımlarınızı parçalatabilir misiniz?
demek olur. Çünkü müslümân ordusunda fesâd çıkarıp düşman isti'Iâsına sebebiyet
verildiği takdirde meydana gelecek netîce budur.
Öbür ma'nâca: Nasıl o
korkaklıkla iş başına geçer, kumandayı elinize alır da vatanınızı Câhiliyye
devri gibi fesada verip ihtilâl içinde hısım-akrabânızı öyle perîşân edebilir
misiniz? buyurulmuş oluyor. Bu âyet ile akrabalık münâsebetlerini kesip
atmanın harâmlığma delîl getirilir.
[18] Rahim, Ketif vezninde, kadınlarda ve dişi hayvanlarda
bulunan döl yatağına denir ki, çocuk onun içinde oluşur. Rahim, aynı zamanda
akrabalık, ve akrabalık sebebi ma'nâsma da gelir. Nitekim "Sıla-ı
rahim", akrabaya ihsan, "Kat'-ı rahim" de hısımlık alâkasını
kesmek demektir. Herhalde Rahm kelimesinin me-veddet, merhamet, şefkat ve
rikkat iş'âr ettiği ve bunların, kadınlığın hilkati gereği bulunduğu cihetle,
kadınlara incelik ve şefkatle muamele etmek, şeref ve haysiyetleri gereğince
fıtratları muhafaza olunmak, tecâvüzden, sû'-i istimalden, izdivaç gayesini
ihlâl edecek münasebetsizliklerden korunmak ve bütün ev halkı, çoluk çocuk,
umumiyetle akraba ve ilgililer hakkında da rahm rikkatine yaraşan rakîk ve
câzibedâr bir sevgi beslemek ve bütün bunlarda Mahabbetu '-ilah ile
Mehâbetu'ilah'm hâsılı demek olan htıkaaullah çerçevesinde ilgiyi ve iyi
münâsebetleri devam ettirmek lüzumu gösterilmiştir (Hakk Dîni, II, 1276).
[19] Mışkaat şerhinde şöyle dedi: Bunda tanınan ve meşhur
olan bir mübalağa san'-atı vardır: Rafım, yânî hısımlık bir arza benzetildi. Bu
arazî su ile hakkıyle sulandığı zaman çiçek açar, meyve verir ve meyvelerinde
parlaklık eseri görülür.
Rahm, yânî hısımlık da
hısımlık duygusu ile eklenir durursa, o da mahab-bet ve safa meyveleri
verir.Sulanmadan bırakıldığı zaman ise kurur,çoraklaşır da düşmanlık ve
kesiklikten başka meyve vermez olur.
Buhârî bu hadîsin bir rivayetini îmân'da da getirdi. (Kastallânî).
[20] Yânî hakîkî sıla yapan, yakınma onun fiili
karşılığında ihsan edip mükâfat ve-( ren kimse değildir, çünkü bu bir nevi'
ivâzlaşmadır.
[21] Şu âyetler de hısımlık bağını ekleyip durma konusuna
delîl sayılmıştır: "... Ancak selim akılların sahihleridir ki, iyice düşünür
(idrâk ederler). Onlar ki, Allah 'in ahdini yerine getirirler, mîsâkı
bozmazlar. Onlar ki, A ttah 'm ulaştırılmasını (idâme ve riâyet edilmesini)
emrettiği şeyi ulaştırırlar, Rabb Herinden korkarlar, kötü hesâbdan endîşe
ederler" (er-Ra'd: 19-21).
Ulaştırılmasını emrettiği şeyde, akrabalık rabıtasını devam ettirme,
mü'-minlerle dostluğa ve birliğe riâyet, bütün peygamberlere îmân, bütün
insanların haklarına riâyet lüzumu da dâhildir (Beydâvî).
[22] Hadîsin bir rivayeti Zekât Kitâbı'nda da geçmişti. Bu
hadîsin ifâde ettiği hüküm, kâfirin İslâm olması ve İslâm üzere vefat etmesi
takdîrinde, küfür ve şirk hâlinde İşlediği hayır işlerinden sevaba nail olup
faydalanmasıdır. Küfür üzerine olursa "Kim îmânı tanımayıp kâfir olursa,
herhalde bütün yaptığı boşuna gitmiştir ve o, âhirette en çok ziyana
uğrayanlardandır" (el-Mâide: S) âyeti hükmünce küfürde işlediği hayırları
ve haseneleri bâtıl olur.
Peygamber'in "Sen
mâzîdeki hayırlarının haseneleri ile müslümân oldun" sözünün medlulünde
âlimlerin İhtilâfı vardır... Âlimler bunu birkaç şekilde te'vîl etmişlerdir:
a. Hadîsin ma'nâsı: Sen
mâzîde kazandığın güzel tabîatler ile İslâm oldun. Müslümanlıkta da bu selîm
tabîatinden faydalanırsın, demektir.
b. Yâhud: Câhiliyet devrinde işlediğin
hayırlarla iyi bir nâm aldın. Ve bu içtimaî şerefinle müslümân oldun, denilmiş
bulunması ki, bu daha câzibdir. c. İslâm'daki hayırlarının haseneler
i'tibâriyle ziyâde olması, ecri çoğalması gibi bir ma'nâya hamledilmek de uzak
değildir, denilmiştir.
[23] Hadîsin başlığa uygunluğu "Peygamberlik mührü ile
oynamağa başladım" sö zündedir. Bu hadîsin bâzı rivayetleri Cihâd,
Habeşistan'a Hicret ve Libâs'ta da geçmişti.
Abdest Alma
Kitâbı'ndaki Sâib ibn Yezîd hadîsinde de bu Peygamberlik Mührü geçmektedir:
Sâib şöyle demiştir: Çocukluğumda teyzem beni Peygamber'in yanma götürdü de:
Yâ Rasûlallah! Benim şu kizkardeşimin oğlunun ayağından rahatsızlığı var,
dedi. Rasûlullah başımı sığayip bana bereket duası etti. Sonra abdest aldı.
Abdest suyundan içtim. Sonra arkasında durdum ve iki omuzu arasında gerdek
çadırının koca düğmeleri (yâhud keklik yumurtası) gibi nübüvvet hâtemini
gördüm.
[24] Buhârî, Sâbit'in Enes'ten olan bu rivayetini Cenazeler
Kitâbı'nda uzunca bir metinle getirmiştir.
[25] Kadının tek hurmayı iki yavrusuna taksîm edip de
kendisinin bundan hiçbir-şey yememesi, Yüce Allah'ın anaların gönlünde
yarattığı hârika merhamet ve şefkatin en belîğ bir misâlidir. Hadîsin son
fıkrası, kız çocuklarının nafakasi.ter-biye edilip yetiştirilmeleri hususunda
gayret sarfetmenin cehennemden kurtuluşu sağlayan çok hayırlı işlerden
olduğunu takrir etmektedir.
Bu hadîsi Müslim de Edeb'de getirmiştir.
[26] Müslim'de "Peygamber(S)'i omuzunda Umâme olduğu
hâlde halka imâm ola rak namaz kıldırır gördüm" rivayeti olduğu gibi, Ebû
Davud'un Soner'inde de "Biz öğle, ya ikindi namazı için Rasûlullah'i
beklemede, Bilâl de O'nu namaza da'vet etmiş iken bir de baktık ki, kızının
kızı Umâme bintu Ebi'l-Âs omuzunda olarak mescide girip namaza durdu, biz de
durduk" rivayeti vardır. Bunlara göre, bu hareketi farz namazda yapmış
oluyor. Namaz Kitâbı'nda da belirtildiği üzere, âlimlerin bâzıları şöyle
demişlerdir: Umâme'nin namazda iken omuzda taşınmasındaki incelik, kızları
sevmemek, taşınmalarından çekinmek gibi Arab'ın Câhiliyet'ten kalma çirkin
âdetlerini hükmen ibtâl etmektir. Bu münasebetsiz çekinme ve büyüklenmeyi
reddetmekte mübalağa olsun diye omuza alınabileceklerini bi'1-fiil göstermiş
oldu ki, fiil ile beyân, söz ile beyândan elbette daha kuvvetlidir (Tecrid
Ter., II., 374-377 "313" ve haşiyesi).
[27] Buyû'daki Ebû Hureyre hadîsinde Peygamber'in torunu
Hasen'İ kucaklayıp sarmaştığı, öptüğü, sonra "Allah'ım bu çocuğu sev,
bunu seveni de sev" diye duâ ettiği geçmişti (Tecrîd Ter., VI, 525).
[28] Yüce Allah'ın rahmeti nihayetsizdir. O'nun rahmeti
sayıya, ölçüye sığmaz. Buradaki rakamla yapılan ifâdeyi şöyle anlamalıdır:
Rahmet, hayır ve saadet ulaştırmakla ilgili bir kudretten ibarettir. Kudret
ise cüz'lere ayrılma ve adedleşme kabul etmeyen bir sıfattır. Binâenaleyh bunun
yüz adedine hasrı ve tahsisi yeryüzünde bizim yanımızda olan ilâhî rahmet,
kendi kerem ve inayet hazînesinde bulunan hudûdsuz rahmetin yanında bir
zerreden ibarettir demektir.
[29] Âyetin Peygamber'in sözünü tasdîk ciheti, Allah'a
ortak tanıma sırasına, öldürme ve zinanın girdirilmesinden, bunların da en
büyük günâhlar olduğunun bilinmiş olmasındadır (Aynî).
[30] Çocuğu kucağa koymakta çocuk sevgisi, çocuğa merhamet
ve şefkat ma'nâsı olduğu gibi, koyanın tevâzû'unu ve hilmini de bildirme vardır
[31] İbn Hacer Fethu'l-BârFde şöyle dedi: O, bu hadîsi
evvelâ Ebû Temîme'den; o da Ebû Usmân senediyle işitmiş, sonra Ebû Usmân'a
kavuşup bir de vasıtasız olarak ondan işitmişe benziyor. Yâhud işitmesi Ebû
Usmân'dan olmuş da Ebû Temîme, bunda hadîsi tesbît etmiştir (Kastallânî).
Bu hadîsin birer
rivayeti Usâme ve Hasen'in Faziletleri bâbı'nda da geçmişti.
[32] Hadîsin başlığa uygunluğu, ahdi güzel korumayı içine
alması bakımındandır ki, o da Peygamber'in, Hadîce'nin ahdini koruyarak
kardeşlerine, dostlarına ve tanıdıklarına et hediye etmesidir. el-Hâkim ile
Beyhakî'nin Âişe'den yaptıkları rivayetin sonunda Peygamber: "Ahdi güzel
korumak îmândandır" buyurmuştur. Buhârî, âdeti üzere zihinleri bilemek
için ona işaretle yetinmiştir. Bunun bir rivayeti Menâkıb'da da geçmişti (Aynî,
Kastallânî).
[33] Hadîsin bir rivayeti Talâk'ta da geçmişti.
[34] Buhârî 35 rakamlı hadîste "Peygamber'e
yükseltiyordu" ifadesiyle belirttiği sağlamlığı 36 rakamlı senedi
sevkederek daha da kuvvetlendirmiştir.
[35] Buradaki iki bâb ile hadîsler, cemiyetin himayesiz ve
fakîr zümrelerinin nafakalarını ve geçimlerini sağlamaya çalışanların
faziletinin ve cemiyete yaptıkları hizmetin düşmanla Allah yolunda harbeden
mücâhidin hizmeti derecesinde kıymetli olduğunu anlatmaktadır.
[36] Başlığa uygunluğu "Peygamber ince yürekli ve çok
merhametli idi" sözünde-dir. Bunun bir rivayeti Namaz Kitabı, "Cemâat
oldukları zaman yolcular için ezan okuma bâbı"nda da geçmişti.
[37] "Her yaş ciğeri sulamakta ecir vardır"
fıkrası, kendisinde hayât eseri olarak biraz rutubet bulunan her hayvanı, her
yaş şeyi sulamakta sevâb var demektir. Bu hadîsten alınan hükümlerin en
miihimmi, su hayrının Allah'a yakınlık olduğudur. Susuz bir köpeği sulamak
mağfirete vesile olunca, bir insanın susuzluğunu gidermenin evleviyetle
mağfirete sebeb olacağı muhakkaktır, hattâ bitkileri de...
[38] Âyet, Musa'nın seçtiği yetmiş adamın dualarının bir
kısmıdır: "Allah buyurdu: Ben azabımı kimi dilersem ona isabet ettiririm.
Benim rahmetim ise herşeyi kuşatmıştır. O 'nu sakınmakta, zekâtı vermekte, bir
de âyetlerimize îmân etmekte olanlara has olmak üzere yazıp tesbît edeceğim.
Onlar yanlarındaki Tevrat ve İncîVde (ismini ve sıfatını) yazılı bulacakları
Ümmî Nebî olan o RasûVe tâbi' olanlardır..." (ei-A'râf: 155-157).
[39] Bu hadîs cevâmi'u'I-kelim'den, yânî câmialı
sözlerdendir. İki küçük cümle ile en geniş, en cem'iyyetli ve en şümullü ma'nâ
ifâde olunmuştur. Bu hadîsi ha-dîsciler daha değişik metinlerle de rivayet
etmişlerdir. En kısası Buhârî'nİn bu metnidir.
[40] Bâzı
nüshalarda
"Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-râhim.
Kitâbu'l-Birri ve's-Sılati,
Bâbu'l-Vesâeti bi'1-Câri"
şeklindedir. Tavzih sahibinin nüshasında böyle vâki' olmuştur. Geçen babın
sonundaki Cerîr hadîsinin şerhini bitirince: Bu Edeb Ki-tâbı'nın sonudur,
demiş, bundan sonra da Besmele ve daha
sonra söylediklerimizi zikretmiştir. en-Nesefî rivayetinde ise "Bismİ'Ilâhi'r-rahmâni'r-rahîm.
Bâbu'l-Vesâe bi'1-Câri ve Yüce Allah'ın şu kavli..." şeklindedir (Aynî).
[41] Komşu hakkını gözetmek hususunda gelen bu vasiyyetin
mübalağa derecesinde bir ciddiyeti vardır. Komşu ta'bîrinde de müslümân, kâfir,
âbid, fâsık, dost, düşman, mukîm, müsâfir, yararlı, zararlı, yakın, uzak
istisnasız bütün komşular dâhildir. Komşu sınırını Hz. Alî'nin "Ses
işitilmek" suretiyle sınırlandırdığı rivayet edilmiştir. Âişe, her
taraftan kırk evin komşuluk hakkı bulunduğunu bildirmiştir. Korunacak komşuluk
hakkı da komşularla güzel geçinmek, hayır isteyici olmak, zarardan korumak,
nasîhat edip görüp gözetmek gibi umûmî ta'-bîrlerle özetlenebilir.
[42] Bu kelimelerin geçtiği âyetler: "Yâhud (Allah bu
gemileri binenlerin) kazandıkları günâhlar yüzünden (fırtına ile batırıp)
helak eder, birçoğunu da bağışlar (kurtarır) . Tâ ki âyetlerimiz hakkında
mücâdele etmekte olanlar, kendileri için kaç (ip kurtul)acafc/fl/7 hiçbir yer
olmadığını bilsinler" (eş-Şûrâ: 34-35);
"O gün Allah: Bana iddia edip kattığınız şerikleri çağırın, der.
İşte çağırmışlar, fakat bunlar kendilerine cevâb vermemişlerdir. Biz onların
aralarına (cehennemden) bir uçurum koymuşuzdur. Günahkârlar ateşi görmüşler de
onun içerisine düşenlerin kendileri olduklarını anlamışlar, fakat ondan
savuşacak bir yer bulamamışlardır" (el-Kehf: 52-53).
[43] "Mü'min olmaz" cümlesiyle nefyolunan îmânın
esası değil, îmânın kemâlidir; tam ve kâmil mü'min olmaz demektir.
[44] Buhârî hadîsi burada evvelâ Asım ibn Alî'den; o da İbn
Ebî Zi'b'den; o da Saîd el-Makburî'den; o da Ebû Şurayh'ten senediyle getirdi,
sonra da bunu diğer mu-tâbaatlar ve senedlerle kuvvetlendirdi
[45] Bu hadîsi aynı metinle Müslim de Zekât'ta getirmiştir.
Hadîsteki "Çâre", "Câr"-ın müennesidir. Arablar arasında
bir haremde zevcine mücâveret ettiği için zev ceye ' 'Çâre'' denilir. Arabça'da
kadının darresine, yânî eşine de kinaye yoluyla "Çâre" denildiği
vardır. "Firsin", deve tabanına denir. Koyun tırnağı için de istiare
edilmiştir ki, burada öyledir. Lisânımızda "Paça" ta'bîr olunur.
Burada bu kelime ile kasdedilen ma'nâ, hediye edilen şey az olsa bile hediye
edilmesinin lüzumunu beyân ve bunun hor görülmemesidir...
[46] Bu ikinci hadîste İbn Şurayh rivayetini
vesîkalandırıcı durumu da metindeki ifadeleriyle belirtmiştir. Hadîsin
"Konuklarına ikram etsin" cümlesinin ardından bu konukluğun caize
denilen gelip geçici kısmında konuğun aile yemeğinden daha hürmetli ve ikrâmlı
ağırlanması ve caize, yânî gelip geçici konukluğun müddeti bir gün bir geceden
İbaret olduğu, üç güne kadar devam eden kqnukluk zamanında âdet olan
ağırlamanın yeteceği, üç günden fazla olan konuklukta yapılan ikramın sadakadan
ibaret olduğu ziyâdesini de rivayet etmiştir. İşte bu ziyâde; Ebû Hureyre
hadîsinden sonra bunun burada getirilmesi, onun en güzel te'kîdi ı ve gerekçesi
olmuştur.
[47] Buhârî bunun bâzı rivayetlerini Şuf a ve Hibe
Kİtâbları'nda da getirmiştir. Hz. Alî ile Âişe'nin komşuluk sınırlaması
hakkındaki beyânları 44. hadîsin haşiyesinde yazılmıştı. Ebû
Davud'un Merâstl'inde İbn
Şihâb'dan rivayetinde: “Kırk ev
komşudur" buyurulmuştur. Yûnus ibn Şihâb'a sordum: Bu kırk ev nasıl
ta'yîn edilir? dedim. İbn Şihâb: Sağdan kırk, soldan kırk, önden kırk, arkadan
da kırk! diye cevâb verdi, demiştir.
Hasen ibn Hayy:
Ortaktan sonra şuf'a hakkı, komşunundur; ister o komşu bitişik olsun, ister
olmasın, müsâvîdir, demiştir. Komşu şuf ası hakkındaki delillerden birisi de
Bezzâr'ın Enes ibn Mâlik'ten, Tırmizî ile Tahavî'nin altı yol ile Semure'den
rivayet ettikleri "Câru'd-döri ehakku bi'd-dâri = Bir evin komşusu o eve
şefi' olmakta herkesten çok hakk sahibidir" hadîsidir. Bu açıklamalar
daha geniş olarak Şuf'a bâbı'nda da verilmişti.
[48] Ma'rûf, akl ile idrâk olunup dînin de güzel saydığı
söz, fiil ve amele denir, Münker mukaabilidir. Münker, akıl ve dînin kabul
etmeyip inkâr eylediği söz ve amelden ibarettir. Kur'ân'da Yüce Allah
"... İyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış..." (Lukmân: 17)
hitâbiyle Peygamberine tebliğ ve irşâd vazîfesinin iki mühim ana düstûrunu
öğretmiştir. Buradaki Ma 'ra/da, halk arasında alınıp verilmesi âdet olup
dînin teşvîk ve aklın güzel gördüğü ikramlar, ihsanlar, iltifatlar, ziyafetler,
içtimaî yardımlar dâhildir. Bunların hepsi sadakadır, sahibi için ecir ve
sevaba sebeb olan şeylerdir. Bu hadîs de cevâmi'u'l-kelimden, yânî az kelime
ile çok ma'nâlar toplayan sözlerdendir.
[49] Bu hadîsteki "Çalışır, yardım eder, emreder,
kendini şerrden tutar" fiilleri gâ-ib emir sîgasıyle cezİmli olarak da
zabtedilmiştir. Bu da ma'rûfun çok geniş ma'-nâlan şâmil olduğunu gösterdiği
gibi, millet ferdlerini en veciz şekilde iyiliklerin her çeşidini öğreten ve
kötülüklerin de her türlüsünden uzaklaştıran çok kıymetli bir ahlâk
düstûrudur. Bunun bir rivayeti Zekât'ta da geçmişti.
[50] Yânî güzel ve tatlı sözün meydana getireceği hayırları
beyân babı. Yüce Allah tatlı ve güzel söz söylemeyi birçok yerde zikr ve
emretmiştir:
"Rabb*inîn yoluna
hikmetle, güzel Öğütle da'vet et. Onlar/a mücâdelem en güzel olan yol ile
yap... " (en-Nahl: 123);
"Fir'avn'a gidin.
Çünkü o azdı. Ona yumuşak söz söyleyin. Olur ki nasihat dinler yâhud Allah'tan
korkar" (Tâhâ: 43-44);
"Sen kötülüğü en
güzel hasletle def et... " (d-Mü'minün: 96); "Ne iyilik, ne de
kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel hasletle önle. O zaman görürsün ki,
seninle arasında düşmanlık bulunan kimse bile sanki yakın dost olmuştur"
(Fussilet: 34);
"Güzel kelimeler
ancak O'na yükselir. Onu da iyi amel ve hareketler yükseltir..." (Fâtır:
10).
Burada Yûnus Emre'nin
söz hakkındaki şiiri de zikre değer:
Keleci bilen kişinin
yüzünü ağ İde bir söz
Sözü pişip diyenin işini
sağ ide bir söz.
Söz ola kese savaşı,
söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı bal ile yağ ide bir söz.
Kelecilerin pişürgil,
yaramazların şaşırgıl
Sözün usûle düşürgil
dem ağın çağ ide bir söz
Yürüye yürüye yol gele,
gâfıl olma bilgin ile
Key sakın kim dile gele
canına dağ ide bir söz.
Kişi bile söz demini,
demiye sözün kemini
Bu cihan cehennemini
sekiz uçmak ide bir söz.
Yûnus imdi sez
yatından, söyle sözü gayetinden
Ki sakın ol şâh
katından seni ırağ ide bir söz
[51] Bu ta'lîk,Sulh ve Cihâd Kitâblan'nda getirdiği hadîsin
bir parçasıdır. İbn Battal şöyle demiştir: Hoş kelimenin sadaka olmasının
vechi şudur: Mal vermek, verilen kimsenin kalbini açar ve kalbindeki şeyleri
giderir. Güzel söz de böyledir, bu bakımdan güzel sözü sadakaya benzetmiştir
(Aynî).
[52] Bu hadîsin bir rivayeti Cehennemin sıfatı bâbı'nda da
geçmiştir. Müslim, Zekât; 20. bâbda, 68 rakamıyle birkaç rivayeti geçmektedir.
[53] Ebû Davud'un SümvTindeki rivayetine göre, yaşlık değen
toprağın kazınıp atılmasından sonra, yeri üzerine bir kova su dökülmesi
emredilmiştir. Müslim'in rivayetinde bu A'râbî'yi yanma çağırıp: "Bu
mescidiere ne sidik, ne de başka pislik yakışık almaz. Bunlar ancak Allah 't
anmak, namaz kılmak ve Kur'ân oku mak içindir" buyurmuştur.
Buhârî'nin Tahâret'teki
Ebû Hurevre'den getirdiği hadîsin sonunda: "Çünkü sizler güçlük değil,
ancak kolaylık göstermek üzere ba's olundunuz" buyurdu, ziyâdesi vardır.
[54] Peygamber el parmaklarını birbirine geçirmekle
mü'minler arasındaki içtimaî dayanışmayı haricî bir misâl ile gösteriyordu.
[55] Âyetin tamâmı şöyledir: "Ey îmân edenler,
Allah'tan korkun, O'nun Rasûlü'-ne de îmân edin ki, Allah size rahmetinden iki
kat nasfb versin. Sizin için yürüyeceğiniz bir nûr lütfetsin. Sizi mağfiret
eylesin. Allah çok mağfiret edici, pek merhametlidir" (el-Hadîd: 28).
[56] Rasûlullah'ın sahâbîlerine öğrettiği şefaat, bir fikir
için yâhud bir hacet sahibi için diğer bir kimse yanında istenen şeyin kabulüne
delâlet etmektir. Başlıktaki âyette bir muhtacın zaruretini gidermek için
üçüncü şahıs yanında şefaat ve delâlet edene, o hayrı işleyen gibi ecir ve
sevâbdan verileceği bildirilmiştir. Peygamber de "Bir kul mü'min
kardeşinin yardımında bulundukça Allah da o kufr yardımda bulunur"
buyurmuştur
[57] Rasûlullah'ın ahlâkı Kur'ân'dan ibaret idi; O, Kur'ân
danldığı için darılır, Kur'ân beğendiği için beğenirdi:
Sa'd ibn Hişâm, Hakîm
ibn Eflah ile beraber Âişe'ye gittim de:
— Ey mü'minlerin anası!
Bana Rasûlullah'ın ahlâkından haber ver, dedim. Âişe:
— Sen Kur'ân okumuyor musun? dedi.
— Evet okuyorum, dedim. O:
— Allah'ın Peygamberi'nin ahlâkı Kur'ân'dan İbaret idi, dedi (Müslim,
Salâtu'l-Musâfirîn ve kasrihâ, "Gece namazını ve uyuyakalıp yâhud hasta
olup da bunu kılamayanı cami' olan bâb", Müslim Ter., II, 384-388
"746").
[58] Bunun bir rivayeti "Herşeyde incelik ve
yumuşaklık babı' 'nda 53 rakamıyle geçmişti.
[59] Hattâbî dedi ki: Bu duâ iki veçhe muhtemil olur: Biri
"Yüzü yere düşsün de alnına toprak bulaşsın", biri de bunun ona tâat
duası olmasıdır ki, "Namaz kılsın da alnı topraklansın" demek olur.
Bu "Alnı toprak olası" sözünü Arablar hakikat ma'nâsına değil
de, daha çok mecaz olarak kullanırlar. "Eli toprak olası", "Yüzü
toprak olası", "Allah canını alsın" ta'bîrleri de ekseriya
hakikat ma'nâsına değil, mecazî ma'nâda kullanılır. Buna göre Peygamber'in bu
"Alnı toprak olası" duası, hakikat ma'nâsına değil de, namaz kılıp
secdede alnına toz toprak bulaşmasını temennîden ibaret ölür.
[60] Kaadı lyâd şöyle dedi: Bu adam Uyeyne ibn Hısn'dır.
İslâm'ı izhâr etmiş ise de henüz mü'min olmuş değildi. Peygamber insanlar onu tanısınlar
ve onun hâlini bilmeyenler onunla aklanmasınlar diye onun hâlini beyân etmek
istemiştir. Onda Peygamber'in hayâtında da, ondan sonra da îmânının za'fına
delâlet eden hâl vardı. Nihayet mürtedlerle beraber irtidâd etmiş, kendisi esîr
olarak Ebû Bekr'e getirilmiştir. Peygamber'in onu "Kabilenin kötü
kardeşidir" diye vasıflaması, nübüvvet alâmetlerindendir. Çünkü onun
kötülüğü, Peygamber'in vasfettiği gibi meydana çıkmıştır. Peygamber ona karşı
ancak onu ve benzerlerini İslâm'a ısındırmak için yumuşak konuşmuştur
(Nevevî).
[61] Bu, Vahy Bâbı'nda geçen hadîsin bir parçasıdır.
[62] Buhârî, Menkabeler Kitabı, Zemzem kıssası ve içinde
Ebû Zerr el-Gifârî'nin İslâm'ı babı; Müslim, Sahâbîlerin Faziletleri Kitabı,
"Ebû Zerr'in faziletlerinden bir bâb", Müslim Tercemesi, VII, 390-397
(132 "2473")
[63] Peygamber'in hârika cesaretini ve yiğitliğini ortaya
koyan daha birçok hadîsler vardır. Bunlardan biri bir sefer esnasında İstirahat
ederlerken Peygamber'in yalnız başına bir ağaç altında uyuduğu sırada, bir
bedevinin O'nun kılıcını çekerek baş ucunda dikilmesi ve Peygamber'i öldürmekle
tehdîd edişi, Peygamber'in hârika cesareti ve soğukkanlı, te'sîrli sözleri
karşısında kılıcının elinden fırlayıp düşmesi vak'ası anılmaya değer: Buhârî,
Zâtu'r-Rikâ' gazvesi babı.
Esasen Rasûlullah'm kıldığı her namaz sonunda yaptığı dualardan biri de
ümmetine yiğitliği aşılayıp öğretmek için, korkaklıktan Allah'a sığınmaktı.
[64] Bunun birer rivayeti Cenazeler Kitâbı'nda "Kefeni
hazırlamak isteyen kimse babı "nda ve Libâs'ta geçmişti.
[65] Enes ibn Mâlik, Peygamber'in Medine'ye hicret
etmesinden sonraki aylar içinde hizmetine girmiş olduğuna göre, dokuz sene
birkaç ay devamlı hizmetinde bulunuyordu. Bu hesâbca kesirler bir sene i' ;bâr
edilmiştir
[66] Bu hadîs, Peygamber'in en küçük hizmetine herkes can feda etmek isterken, ehlinin hizmeti ile meşgul olmakla gösterdiği büyük tevâzu'unu ortaya koyuyor. Âişe'nin Tirmizî'nin Şemâil'indekİ lafzı şudur: "O da her beşer ferdi gibi bir ferd idi. Elbisesini temizler, davarını sağar, kendi hizmetçiğini görürdü." Hâkimin Iklîl'deki rivayetinde "Eliyle ne bir kadına, ne bir hizmetçiye vurduğunu görmüş değilim" demiştir. Allah O'na salât ve selâm eylesin!
[67] Buhârî'den başka hadîsçiler bu hadîsin alt tarafını da
şu suretle rivayet etmişlerdir: "Allah bir kişiye buğz edip ondan nefret
edince de Cibril'e:
— Ben fulân kişiyi sevmiyorum, onu sen de
sevme! diye emreder. Cibril de onu sevmez. Sonra Cibril de gök halkına:
— Allah fulân kişiyi sevmiyor, siz de onu
sevmeyiniz! der.
Göktekiler de o kimseyi
sevmezler. Sonra yerdeki insanların gönüllerine (Allah tarafından) o kimse
hakkında bir nefret konulur (da insanlar arasında sevilmez olur)".
Bu ziyâde rivayeti
îsmâîfî, İbn Cureyc'den gelen bir yol ile getirmiştir. Tûfî de: Buhârî,
Sahîh'mde hadîsin muhabbet ve rağbete dâir kısmını rivayet etmiş de buğz ve
nefrete âid kısmını bırakmış diye ta'rîf etmiştir.
Hadîsin birinci
kısmı:Müslümân]ar arasında sevimli olan her kişi Allah yanında da sevimlidir
suretinde umûmî bir hükmü içine almıştır. İkinci kısmı da bunun aksi bir hükmü
içine alır, yânî: Müslümanlar arasında nefret edilen her kişi Allah yanında da
sevilmez bir kişidir hükmünü içine alır.
[68] Beydavî şöyle dedi: "Bu üç şey bu lezzeti meydana
getirici olan îmânın kemâline unvan yapıldı. Çünkü kişinin îmânı, ni'met veren
ve mutlak olarak herşeye . kaadir olanın, ancak Allah olduğu, ondan başka
verici ve mâni' olucu bulunmadığı, ondan başkalarının sâdece mi'mete vâsıta
olduğu inancı gönlünde kuvvetle yerleşinceye kadar kemâle ulaşmaz..."
Bunun biraz değişik bir rivayeti îmân Kitabı, "Rasûlü sevmek îmândandır
bâbı"nda da geçmişti. Yardım isteme ancak Allah iledir (Kastallânî).
[69] Buhârî bunun tamâmım bu isnâd ve metinle Hacc Kitabı,
"Minâ günlerinde hutbe bâbı"nda, İbn Abbâs ve Ebû Bekre'den de ilim
Kitabı, "Peygamber'in, kendisine tebliğ edilen kimse bizzat işitenden
daha iyi belleyici olabilir sözü babı"n-da getirmiştir. Bu hutbeleri
Müslim Hacc'da, Câbir'den en uzun ve tamam
metinlerle rivayet etmiştir.
[70] Peygamber'İn maksadı -Allah Peygamberi'nin maksadını
en bilendir- müslü-mân ile sövüşmek fısk ve fucûr ehlinin, müslümân ile kıtal
de küfür ehlinin sânından olduğunu beyân olsa gerektir. Küfür ehlinin sânından
olan ahlâk ve fiiller vakıa insanı âsî mertebesine de düşürüp hemen îmânını
gidermez. Fakat îmân kalesini yaralayıp sahibini Allah korusun küfür ve nifak
vadisine sürüklemelerinden korkulur (Ahmed Naîm).
[71] Fısk ve Fusûk, hakk yoldan çıkmak ma'nâsına umûmî bir
ta'bîrdir. "Hani biz meleklere: Âdem için secde edin demiştik de İblîs'ten
başkası hemen secde etmişlerdi. O ise cinnden olduğu için Rabb'inin emrinden
dışarı çıkmıştı. Şimdi siz beni bırakıp da onu ve onun neslini (avenesini),
hepsi sizin düşmanınız olduğu hâlde dostlar edinir misiniz? Zâlimler için ne
kötü trampadır bu!'' (el-Kehf: 50). Bu âyette de Hakk'ın emrinden çıkmanın
mâhiyeti umûmîdir, her veçhile sapkınlıktır. Fıskm mâhiyeti böyle umûmî
olduğundan, hadîs, her hangi kötü bir sıfatı başkasına isnâd edip de, isnâd
olunan kimse onunla muttasıf olmayınca, o kötü sıfatın onu isnâd edene dönmesi
hükmünü tesbît etmiştir. Böylece hadîsin ma'nâsi umûmî bir ahlâk kaanûnudur.
Eğer fısk ve küfür
isnâd olunan kişi, hakîkaten fâsık veya kâfir olursa, isnâd eden kimse sözünde
sâdık olduğundan, o kötü sıfatın kendisine dönmemesi ve bu isnâddan dolayı
günahkâr ve ahlâkan sorumlu olmaması gerekir. Şu kadar ki, bu sorumsuzluk
mutlak değildir. Nasîhat gibi, terbiye gibi bir hayır maksadına, bir fazilete
âid olmakla şartlıdır. Böyle bir niyetle kişinin kusurunu yüze vurmak caizdir.
Fakat kişiyi ayıplamak, ayıbıyle teşhîr etmek, ezâ eylemek maksadıyle isnâd
ederse caiz değildir. Çünkü bu yolda hareket, düşmanlıktır. Dosta düşen
vazife, dostun kusurunu açmak, saçmak değil, öğüt vermektir, düzeltmek,
iyileştirmektir...
[72] Bunun bir rivayeti yakında geçmişti
[73] Sabit ibn Dahhâk'ın bu hadîsi, birkaç hadîsin özetidir
ve beş hüküm toplamaktadır:
a. İslâm milletinden başkası adına yemîn, ve:
b. Mâlik olmadığı şeyi adamak mu'teber değildir.
c. İntihar,
d. Mü'mine la'net etmenin, onu öldürmek gibi
günâh olması. Çünkü la'net mü'minin âhiret menfâatlerinin zevalini temennî
olduğundan, öldürmekle müsâvî günâh sayılmıştır.
e. Mü'mine "Yâ kâfir!"
diye küfür isnadı. Bu da kişinin dünyâ menfaatlerini ihlâl ettiği için, onu
öldürmek derecesinde günâhtır.
[74] Bunun bir rivayeti Bed'u'l-Halk'ta "İblîs'in ve
ordusunun sıfatı bâbı"nda geçmişti.
[75] Başlığa uygunluğu "Fetelâhâ" sözündedir ki,
o da çekişme ve husûmet ma'nâ-sma olup bu da ekseriya sövüşmeye götürür. Bu
hadîsin birer rivayeti îmân ve Hacc'da da geçmişti.
[76] Velîd ibn Müslim'in kesik rivayetine göre sövülen zât
Bilâl Habeşî imiş, Ebû Zerr ona: "Kara kadının oğlu!" diye sövmüş.
Bilâl'in şikâyeti üzerine Peygam-ber'in bu azarlaması vâki' olunca Ebû Zerr
yanağını yere koyup: "Bilâl ayağıy-le basmadıkça yanağımı yerden kaldırmayacağım"
diyerek kusurunu affettirmek istemiştir. Bunun da birer rivayeti îmân ve Itk'ta
geçmişti.
[77] Peygamber'in bu "Zu 'î-yedeyn ne diyor?"
sözü Namaz Kitâbı'nın evvellerinde "Mescidde parmaklan birbirine geçirme
bâbı"nda geçen hadîsin bir parçasıdır. Buhârî bununla lakab, şahsı
tanıtmak için olursa, Peygamber'in kullandığı gibi kullanmanın cevazına işaret
etmek istemiştir.
[78] Başlığa uygunluğu "Peygamber'in Zu'I-yedeyn diye
çağırır olduğu zât" sözün-dedir. Çünkü o şahıs böyle denmekle tanınıyordu.
Böyle olan sıfatları kullanmak caiz olmaktadır.
[79] Gıybet, bir kimsenin yokluğunda hoşlanmayacağı birşey
söylemektir. Peygamber (S):
— "Gıybet nedir bilir misiniz?"
buyurdu. Sahâbîler:
— Allah ve Rasûlü en bilendir, dediler.
— "Kardeşini hoşlanmayacağı birşey ile
anmandır" buyurdu.
— Ya söylediğim kardeşimde varsa? denildi.
— "Eğer söylediğin onda varsa gıybet
gelmiş olursun. Ve eğer söylediğin onda yoksa o vakit ona iftira etmiş
olursun" buyurdu ki, bunu Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Neseî ve diğerleri
de zikretmişlerdir...
Âyet gıybetin tab'an, aklen ve şer'an çirkinliğini tasvirdir. Gıybet
edilen kimse gâib olup, söylenen söze şuuru bulunmamak ve o anda müdâfaa edecek
vaziyette olmamak hasebiyle bir ölü, hem de kardeş olan bir ölü ve o vaziyette
onun kötülüğünü söyleyerek gıybet ile haysiyetine saldırmak bir ölünün etlerini
parçalayıp yemek kabilinden bir canavarlık olmak üzere tasvîr olunuyor... {Hakk
Dîni, VI, 4474-4476).
[80] Peygamber'in bu fiiliyle onbeş asır önceden yaş
hücrelerin çevresinde biyo-manyetik alan meydana gelip şerrli cereyanlardan
orayı koruduğunu bildiği, daha doğrusu kendisine bunun bildirildiği
anlaşılıyor.
[81] Bunun bir rivayeti Ensâr kabilelerinin fazîleti
babında geçti, başlığa uygunluğu, islâm'a girişteki fazilet dereceleri mukaayesesinin
umûmundan alınır.
[82] Rasûlullah, kötülüğünden sakınmak ve onu iyileştirmek
için o kimseye yumuşak sözler söyleyip müdârât etmiş oluyor. Bunun bir
rivayeti yakında geçmiş, orada Kaadı Iyâd'ın bu vak'a hakkındaki açıklaması
verilmişti.
[83] Bunun da bir rivayeti yakında geçmişti. Bunların
kendilerine büyük ve meşakkatli birşey olmayan ve fakat Allah katında büyük
günâh olan bu iki şey yüzünden azâb edildikleri apaçık ifâde edilmiştir:
"... Hiçbir bilginiz olmayan şeyi ağızlarınızla söylüyordunuz ve bunu
kolay sanıyordunuz- Hâlbuki ftw(nun günâhı) Allah katında büyüktür"
(en-Nûr: 15).
[84] Fethu'l-Bârî'dt şöyle dedi: Buhârî bununla, hakkında
söz taşman kişi kâfir ve zararlı olduğu zaman, onların zarar ve fesâdlanndan
korunmak için ve tedbîr almak için o gibilerin haberlerini nakletmenin cevazına
işaret etmiş gibidir. Nitekim küffâr beldelerinde casusluk yapmak ve onların
zararlı faâaliyetlerini nakletmek caiz olur... (Kastallânî).
[85] Birinci âyetin bir evveliyle tamâmı şöyledir:
"Onlar arzu ettiler ki, sen yumuşak duvranasın da kendileri de yumuşaklık
göstersinler. Alabildiğine yemin eden, izzeti nefsi bulunmayan, dâima
ayıplayan, lâf getirip götürmeye koşan, hayırdan durmayıp men 'eyleyen, aşırı
zâlim, çok günahkâr, kaba, haşîn, bütün bunlardan başka da kulağı kesik
(damgalı soysuz) olan hiçbir kişiyi tanıma" (en,-Nûn: 9-13).
[86] Kattât, "Nemmâm" demektir; koğuculuk etmek
ma'nâsına olan "Ennemmu" lafzından mübalağa sîgasıdır. "Nemime" de ondan isimdir,
koğuculuk'tur. "Kattât" ile "Nemmâm" arasında şârih Hattâbî
ve Seyyid Şerîf şöyle bir fark bildirirler: "Nemmâm ", insanlar
arasında söz getirip götürerek birbirine düşüren kimsedir. "Kattât",
görünmez gizli bir yerden söz dinleyen, sonra da bu dinlediği sözü nakleyleyen
kimsedir ki, bunun fesâd ve kötülüğü daha büyüktür. Kaamûs Mütercimi Âsim
Molla: "Kattât'a Türkçe'de "Dikici" derler, demiştir.
[87] "Atfah'tn ihtiyâcı yoktur" demek, Allah
yalan söyleyen ve yalanla, cahillikle amel eden kimsenin tuttuğu oruca hiç
kıymet vermez ma'nâsmadır. Bunlar zâten nehyedümiş iken oruçlu için daha da
fena olduğu ve orucun kemâli, bunlardan dilin tamâmıyle salim olmasıyle hâsıl
olacağına delâlet etmektedir. Yalan ve gıybet, âlimler cumhuruna göre, orucu
bozmaz, fakat orucun kemâl ve faziletini yok eder.
Sufyân es-Sevrî, gıybetin orucu bozacağına hükmetmiştir. Mucâhid'in de
"İki huy orucu bozar: Gıybet ve yalan" dediğini: el-Leys İbn Sa'd,
Mucâhid'-den rivayet etmiştir.
[88] Müslim'in Abdullah ibn Umer'den rivayet ettiği bir
hadîste münafık, iki davar sürüsü arasında şaşkın bir koyuna benzetilmiş,
şaşkın koyunun iki sürüden kâh birisine, kâh öbürüsüne koştuğu gibi, münafık da
cemiyet içinde bazen bir halk zümresine, bazen de Öbür halk zümresine koşar
buyurulmuştur (Müslim, Kitâ-bu sıfatı'1-münâfıkîn ve ahkâmihim, 18-"2784")-
[89] Bunun bir rivayeti Cihâd'da "Peygamber'in
müellefeye atıyye vermesi bâbı"n-da geçti.
[90] Buhârî, Sa'd ibn Ebî Vakkaas'ın bu hadîsini, Abdullah
ibn Selâm'm menkabe-leri bâbi'nda senedli olarak getirmişti
[91] Bunun bir rivayeti Libâs Kitâbı'nda geçmişti.
Buradaki başlık ve
sevkedilen hadîsler, fazîlet ve iyilik sahibi kimselerin bu meziyetlerinin
söylenebileceğini,bunlarla övülmelerinin caiz olduğunu göstermektedir. Çünkü
iyi vasıflı kimseleri bu vasıflanyle övmek, o vasıfların teşvik edilip başka
kimseler tarafından da benimsenmesini sağlar.
Peygamber kendi hayâtında Hassan ibn Sabit, Ka'b ibn Zuheyr, Abdullah
İbn Revâha gibi şâirlerin şiirleri ve hutbelerinde medholunmuş, kendisi de bu
şâirleri övüp medhetmiştir.
[92] en-Nahl: 60. âyet hakkında İbn Mes'ûd: Kur'ân âyetleri
içinde hayrı da, şerri de en toplu bir surette bir arada zikreden âyet budur,
demiştir. Eğer Kur'ân'da başka âyet olmasaydı yalnız başına bu âyet "Sana
bu Kitâb'ı herşeyin apaçık bir beyânı, bir hidâyet, bir rahmet ve müslümânlar
için bir müjde olmak üzere peyderpey indirdik" (en-Nahl: 89) denmeye kâfî
gelirdi, ihtimâl ki bu 60. âyetin 89. âyetten sonra getirilmesi de buna işaret
ve tenbîh içindir (Beydâvî).
Bu âyetin hutbelerden
sonra minberlerde okunması Umer ibn Abdilazîz (99-101)'in halifeliği zamanında
ve onun emriyle başlamıştır, Allah kendisinden fazı olsun... (Şeyhzâde).
[93] Başlıkta zikredilen âyetlerle hadîs arasındaki
uygunluk, Hattâbî'nin sözlerinden alınan şu özettir: Allah bağyden nehyedîp,
bağyin zararının bâğîlik yapana döneceğini, bağye ma'rûz kalan kimseye de
yardımın garanti olduğunu bildirince, bağye uğrayana yakışanın, bağy yapanı
affetmek suretiyle ihsanına karşı Allah'a şükretmesi olduğudur. Peygamber de
bunu misâl edinmiş, sihirle belâ-landığmda sihir yapana ceza vermeye kudreti
bulunmakla beraber, onu cezâ-Iandırmamıştır... (Aynî, Kastallânî).
Bu tatbîkaatı, başlığın
sonundaki müslümân yâhud kâfir hiçbir insan üzerine şerr tozutmamak fıkrasına
da tam uymuştur.
Hadîsin bir rivayeti Tıbb Kitabı, "Sihir bâbi"nda da geçmişti.
[94] Allah'ın rızâsı yolunda yürüyerek kazanacağınız iyi
huylarla şefkatte, rahmette, mahabbette, birbirinize yardım ve nasîhat etmekte
neseb kardeşleri gibi olunuz.
[95] Hadîsin son fıkrası dargınlığın ve küslüğün müddetinin
sonunu üç gün olmak üzere sınırlamıştır. "Müslümânın müslümâna küslüğü
tülbend kuruyuncaya kadardır" atalar sözü, barışma müddetini daha kısa bir
zamanla hudûdlandırmıştır.
[96] İsm, sonunda üzerine ukubet sabit olan günâhtır. Çünkü
zann, ihtimâl üzere bir hüküm olduğundan bir kısmı hakka hiç isabet etmez,
etmeyince de başkasının hakkını ilgilendiren hususta o suretle aleyhine hüküm
bühtan ve iftira ve bir vebal olur. Bilhassa zannın menşei sırf nefsî işler
oiduğu zaman, hatâ daha da büyük olur. Zannın bâzısı ism ve vebal olunca da
böyle bir vebal ve zarara düşmemek için ihtiyat etmek ve hangi nevi' zanndan
olduğunu düşünebilmek üzere onun birçoğundan sakınmak lâzım gelir. Nehyolunan
çirkinliklerden birçoğu da böyle zannlardan meydana gelir. Gerçi zannın hepsi
ism ve günâh değildir. Allah'a ve mü'minlere güzel zann gibi vâcib olan zann
da vardır. Nitekim "Onu işittiğiniz vakit, erkek mü 'mirilerle kadın mü
'minler kendilerine hayır zann-da bulunsalardı..." (en-Nûr: 12) buyurulmuş
ve kudsî hadîste: "Ben kulumun bana zanmyamndayımdır" diye gelmiştir.
Peygamber (S): "Herbiriniz Allah'a güzel zannederek ölsün" ve
"Güze! zann imândandır" buyurmuştur. Amelî işlerde, kesinlik
bulunmayan hususlarda zannî delîl ile amelin vâcib olduğu yerler de vardır.
Sonra maişetle ilgili hususlarda olduğu gibi, mübâh olan zannlar da vardır.
Lâkin zannm bir kısmı da haramdır. Yakîn vâcib olan ilahiyatta, nü-büvvâtta
zann haram olduğu gibi, Allah'a ve salâh ehline kötü zann da haramdır.
Peygamber (S) "Allah Taâlâ müslimden kanını, ırzını ve kendisine kötü
zannedilmesini haram kılmıştır" buyurdu. İşte bu âyet de bu siyakta
gelmiştir. Ve hepsinin değil, bâzı zannın ism olduğu tasrîh buyurulmuştur (Hakk
Dîni, VI, 4471-4472).
[97] Bu hadîsin bir rivayeti yakında bundan önceki bâbda da
geçmişti.
[98] Buhârî, Âişe'nin bu hadîsini iki ayrı sened ve metinle
getirmiş olduğu için biz de eksiltmeden sened ve metinleri aynen tercüme edip
yazdık. Münafıklar Pey-ganıber'e vahiy ile bildirildiğinden, buradaki zann
ta'bîri yakînî ilim ile temr edilmiştir. Bu hadîslerdeki zann, nehyedilmiş olan
zann nev'inden değildir. Çünkü bu, hâli o iki kişinin hâli gibi olacak kişileri
sakındırma makaamındadir. Nehy ise ancak dîni ve ırzında salim olan müslümânı
kötü zannetmektendir. Münafıkların her türlü hâlleri ve hareketleri Tevbe
Sûresi'nde tafsîlâtıyle bildirilmiştir. Onun için İbn Abbâs: "Biz bu
sûreye Nâdiha derdik, bütün münafıkları vasıflarından tanırdık. Fakat Allah
münafıkları öldürmeyi emretmedi" demiştir. Peygamber'den ve O'nun
bildirdiklerinden başkalarının münafıkları tanıması zann iledir. Çünkü Allah
"Siz onları bilmezsiniz, onları ancak Allah bilir" (el-Enfâl: 60)
buyurmuştur.
[99] Başlığa uygunluğu, Allah'ın onun günâhlarını örtmesi,
mü'min kulun da günâhlarını kendi üzerinde örtüp gizli tutmasını gerektirmesi
yönündendir
[100] Bu "Necvâ Hadîsi" diye meşhurdur. Buhârî
bunun bâzı rivayetlerini birkaç yerde getirmiştir. Mezâlim ve Tefsîr'de (Hûd:
18. âyetin tefsîrİnde) daha geniş bir metinle geçmişti.
Necvâ: Yavaşça söz
söylemeğe denir ki, fısıldamak ta'bîr olunur. İbn Esîr de en-Nihâye'de: Necvâ,
İsimdir, masdar yerinde durur, kıyamet gününde Allah Taâlâ'nm, mü'min kuluna
gizlice hitabıdır, der- Buhârî sarihleri de: Necvâ: Allah ile mü'min kulu
arasında kıyamet günündeki gizli konuşmasıdır ki, bunda kuıun ma'siyetleri
gizlice kendisine sayılır ki, Allah'ın facilıdır, demişlerdir.
Tıybî de şöyle demiştir: Bu hadîsteki kenef ve ilâhî koruma, kuşun kanadından
istiare buyurulmuştur. Kuş kanadıyle kendini örtüp koruduğu gibi, yumurtasını
da örtüp muhafaza eder. İşte bu hâl Allah'ın, mü'min kulunu mahşer halkının
bakışlarından setredip rezîl ve rüsvây olmaktan koruması ma'nâsma istiare
buyurulmuştur.
[101] Âyet iki evvelkisiyle şöyledir: "İnsanlar içinde
öylesi vardır ki, ne bilgisi, ne is-tidlâl edeceği bir senedi, ne de
aydınlatıcı bir kitabı olmaksızın, (insanları) Allah yolundan saptırmak için
(kibirle) yanını eğip bükerek, Allah hakkında kavga eder durur. Dünyâda
rüsvâylık onundur. Biz ona kıyamet gününde de yangın azabım tattıracağız. Bunun
sebebi iki elinin önden gönderdiği şeylerdir ve çünkü Allah, şübhesiz, kulları
hakkında zulmedici değildir" (ei-Hacc: 8-10).
[102] Bunun bir rivayeti Nûn Sûresi Tefsîri'nde de geçmişti.
Bu hadîste sayılan cehennemlik sıfatlar daha geniş olarak Nûn: 8-15
âyetlerinde de sayılmaktadır.
[103] Rasûlullah'ın elinden tutmakla murâd, bunun lâzımı
ma'nâsıdır ki, o da Rasû lullah'ın o kadına inkıyâd etmesidir. Onun bu
hareketinde büyük tevazuu, alçak gönüllülüğü ve kibir nevi'lerinin hepsinden
tamâmiyle beri olduğu apaçık görülmektedir. Allah'ın salât ve selâmı üzerine olsun!.
[104] Âişe'nin Îbnu'z-Zubeyr hakkında, onunla konuşmamaya
nezretmesi ve işi ondan ebediyyen ayrılmaya kadar vardırması haramdır,
mekruhtur diyenlere şöy^ le cevâb verilmiştir: Âişe, İbnu'z-Zubeyr'in "Ben
Âişe'yi muhakkak bundan men' ederim" sözünü söylemekle büyük bir günâh
işlediğini düşünmüştür. Çünkü bu sözde Âişe'nin kadrini eksiltmek ve onu
tasarruftan men' etmeyi gerektirecek bir israfa nisbet etmek ma'nâsi vardır.
Mü'minlerin anası olması, teyzesi olması ve kızkardeşinin oğlu olması da
bunlara eklenince Âişe, tbnu'z-Zubeyr'den sâdır olan işin bir nevi' isyan ve
ezâ vermek olduğunu, ve bunun da özürsüz olarak Tebük gazvesinden geri
kaldıkları için onlara ceza olarak Peygamber'in bütün müslümânları Ka'b ibn
Mâlik ve iki arkadaşıyla konuşmaktan nehyet-mesi ma'nâsında görmüştür...
(Kastallânî).
[105] Hadîste küslüğün son müddeti üç gece olmak üzere
sınırlandırılmıştır. Bundan daha az bir zaman içinde ilk selâm veren mü'minin
daha hayırlı ve faziletli olduğu anlaşılır.
Sonra iki mü'min arasındaki dargınlığın selâm vermek suretiyle zail olup
gideceği de bu hadîsten alman hükümler cümlesindendir. Küslük hakkındaki bu
hükümler beşeriyet îcâbı iki mü'min arasındaki alışılan dargınlıklara âiddir.
Asî, fâsik ve zâlim kimselerden yüz çevirmek ise hadîste bildirilen ale'1-âde
küslük mâhiyetinde değildir. Onlardan sakınıp çekinmek Kitâb ve Sünnet'in emrettiği
bir vazifedir. Nitekim Tebûk gazvesinden özürsüz geri kalan Ka'b ibn Mâlik ile
arkadaşlarına Peygamber'in emriyle elli gün ne selâm verilmiş, ne de güler yüzle
bakılmıştı. Sonra bu üç sahâbî Allah tarafından affolunarak sahâ-bîler
arasındaki eski şerefli yerlerini almışlardı: Mağâzî Kitabı, "Tebûk
gazvesi babı", Ka'b ibn Mâlik hadîsi; et-Tevbe: 117-118.
[106] Buhârî, Mağâzî Kitabı, "Tebûk gazvesi babı",
Ka'b ibn Mâlik hadîsi, et-Tevbe: 117-118.
[107] Buhârî bu hadîsin bir rivayetini Nikâh Kitabı,
"Kadınların kıskançlığı ve öfkelenmeleri bâbı"nda, 157
rakamiyle; Müslim de
Fadâil'de getirmiştir:
"Müslim Tercemesi, Sahâbîlerin Faziletleri Kitabı, "Hz.
Âişe'nin fazileti hakkında bâb", VII, 341-342, 80 "2439".
[108] Başlığa uygunluğu ve cevâb olan yeri "Gündüzün
iki tarafında sabah ve akşam vakitlerinde Rasûlullah bize muhakkak
gelirdi" sözündedir. Hadîs, Peygamber'in ve sahâbîlerinin Medine'ye
hicreti babında uzun bir metinle geçmişti, burada kısa bir parçasını
getirmiştir.
[109] Bu, Oruç Kitâbı'nda geçen Ebû Cuhayfe hadîsinin bir
parçasıdır.
[110] Bu hadîsin bir rivayeti de Namaz Kitabı, "Duna
namazı bâbı"nda geçti.
[111] O, üzerinde istebraktan takım elbise olan adam Utarit
ibn Hâcib idi. Bu Benû Temîm reislerinden "Zu'I-kavs = Yay sahibi"
lakabıyle tanınan zâttır. Benû Te-mîm kabîlesi tarafından Peygamber'in huzuruna
gönderilen yetmiş-seksen kişilik kalabalık hey'etin başında olanlardan biri
idi.
Bu hadîsten, hey'etlerle karşılaşma sırasında en güzel elbiseler giyme
hükmü alınmıştır. Bunun bir rivayeti Libâs Kitabı, "İpek, kadınlar
içindir bâbı"n-da geçmişti.
[112] Bu, Medîne'ye hicret bâbı'nda geçen hadîsten bir
parçadır
[113] Bu da Ensârın Faziletleri kısmında geçen hadîsten bir
parçadır
[114] Bu hadîsin tam bir rivayeti Buyu' Kitâbı'nın
evvellerinde geçti.
[115] Bunun bir rivayeti Kefalet Kitâbı'nda geçmişti.
Bu hılfler, bu dostluk ve ittifaklar, saldırılardan korunmak veya diğer
ka-bîleler aleyhine hareket etmek üzere yapılırdı. Bir çanağa kokulu bir su
doldurmak, ellerini bulayarak Ka'be duvarına sürmekle yemini kuvvetlendirmek
Câhiliyet âdetleri cümlesinden idi. Peygamber "Müslümanlıkta hüf
yoktur"^buyurarak Arab'ın alışık olduğu bu âdetleri kaldırmış ve yerine
dînî bir kardeşlik ahdi ikaame etmiştir.
[116] Tebessüm, sevinç sebebiyle yüzün yayılıp sessiz olarak
dişlerin meydana çıkmasına kadar ağzın açılmasıdır. Eğer sesli olup uzaktaki
kimse işitecek olursa, bu, kahkahadır. Eğer yalnız yakındaki işitecek kadar
sesli olursa bu da Dıhk, yânî gülmedir. Bunun için ağızm ön tarafındaki dişlere
Davâhık, yânî gülen dişler ismi verilir.
[117] Fâtıma'nın bu sözü, Peygamberin vefatı bâbı'nda geçen
hadîsin bir parçasıdır.
[118] İbn Abbâs'm bu sözü Cenazeler Kitâbı'nda ölünün
arkasından ağlamanın hükmü konusunda yapılan bir münâkaşayı anlatan İbn Ebî
Muleyke'nİn uzunca hadîsi içinde söylenmişti. Bu söz yakm lafızla Kur'ân'da da
geçmektedir:
"Şübhesiz ki, en son gidiş ancak RabbHnedir. Hakikat şu: Güldüren
de ağlatan da ancak O'dur. Hakikat şu: Öldüren de, dirilten de
O'rf«r"(en-Necra: 42-44).
[119] Başlığa uygunluğu "Rasûlullah ise gülümseme
üzerine birşey artırmadı" sözün-dedir. Bunun bir rivayeti Talâk'ta,
"Karısına: Sen bana haramsın diyen kimse bâbı"nda geçmişti.
[120] Bu hadîste kadınların Umer'e karşı kullandıkları
"Çünkü sen yoğun sözlü ve katısın- Efazz ve ağlaz" tafdîl isimleri,
tafdîl ma'nâsma alınmadığı takdîrde "Sen Allah 'tan bir rahmet
sayesindedir ki, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın,
onlar etrafından herhalde dağılıp gitmişlerdi. Artık onlan bağışla, Allah 'tan
günâhlarının mağfiretini iste. İş hususunda onlarla müşavere et. Bir kerre de
azmettin mi artık Allah'a güvenip dayan... " (Âlu İmrân: 159) âyetiyle
zıdlık olmaz.
Bunun bir rivayeti Bed'u'1-Halk, "İblîs'in ve ordularının sıfatı"
ile Fadâ-il'de "Umer'in menkabeleri bâbı"nda da geçmişti.
[121] Başlığa uygunluğu "Rasûlullah da sahâbîlerinin bu
sevinçli sükûtlarına (taaccüb edip) güldü" sözündedir. Bunun bir rivayeti
Mağâzî'de, "Tâif gazvesi bâ-bı"nda geçmişti.
[122] Başlığa delîlliği "Peygamber (S) yan dişleri
meydana çıkıp görülünceye kadar güldü" sözündedir. Hadîsteki
"Lâbeteyhâ = Medîne'ninikilâbesi", Uhud'laÂir Dağları'dır. Bu iki dağ
arasındaki arazîye "Medîne Haremi" denildiği daha önce geçmişti.
Bunun bir rivayeti Oruç Kitabı, "Ramazân'da cima eden kimse bâbı"n-da
geçti. Orada da ifâde edildiği üzere bu hadîs, dîn mürşidlerine dîn öğretiminde
tutulacak yolu gösterir: Dîn âlimlerinin güler yüzlü olmalarını, öğrencileri
nfk ve yumuşaklıkla dîne ısındırmalarını öğretmektedir. Bununla dîn işlerinde
müsamaha ve genişlik yolu tutulması öğretilmiştir. Çünkü Peygamber o zâta
yumuşaklıkla gereken dînî cezaları sırasıyle
saymış ve aldığı olumsuz cevâblarm beyyinelerini araştırmayarak derece derece
yürüyerek en kolay çözüme ulaştırmıştır..-
[123] Bunda Rasûlullah'm hilmi, nefsinde ve malında ezaya
karşı sabrının beyânı vardır. Bunun bir rivayeti Beşte bir ile Libâs'ta
geçmişti.
[124] Bunun daha geniş birer rivayeti Cihâd'da've Cerîr'in
fazîleti'nde geçmiştir.
[125] Hadîsteki Bİrr, bütün hayırları toplayan câmiâlı bir
ta'bîr olup hâlis iyilik, itaat, doğruluk, sözünde durmak gibi ma'nâlara
gelir.
Fucûr, şerr ve fesada
meyil ve mahabbet ma'nâsına olup her türlü şerr ve fesadı içine alan bir
ta'bîrdir.
Sıddîk; çok doğrucu
ma'nâsına mübalağa sîgasıdır.
Kezzâb da çok yalancı
ma'nâsına bir mübalağa sîgasıdır.
"Kim Allah 'a ve Rasûlü 'ne itaat ederse işte onlar, Allah 'in
kendilerine nV-metler verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehîdlerle, iyi
insanlarla'beraberdirler. Onlar ne iyi arkadaştırlar" (en-Nisâ: 69)
âyetinde "Sıddîk" Peygamberlik mertebesinden sonra gelen yüksek bir
rütbedir.
[126] Buhârî bunu Namaz, Cenazeler, Buyu', Cihâd,
Bed'u'1-Halk, Gece Namazı, Peygamberler, Tefsîr ve Ta'bîr Kitâbîarı'nda
getirmiştir. Buradaki, Cenâzeler'de geçen uzun hadîsten bir parçadır. Bu parça,
yalancıitin öldükten sonra kıyamete kadar sürecek olan fecî' azabını
anlatmaktadır.
[127] el-Hüdâ, doğru yola gitmek ve doğru yola delâlet
eylemeğe denir ki, isimdir.
el-Hedyu, bir adamın sîret, meslek ve tarîkına denir...
[128] Ebû Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle demiştir: Ben kardeşimle
Yemen'den Medine'ye geldiğim zaman bir müddet bekledik. Peygamber'in hâllerini,
yakınlarını ted-kîk ettik. Bu sürede biz Abdullah ibn Mes'ûd'u, Peygamber'in ev
halkından bir kişi olarak bildik. Çünkü Peygamber'in huzuruna dâima İbn
Mes'ûd'la anasının girdiğini çıktığını görüyorduk.
[129] Bu sözü, Peygamber, hutbe mukaddimesinde söyler idi:
Câbir ibn Abdillah <R) şöyle demiştir: Rasûlullah hutbe yapacağı zaman
hamdeder, sonra "Amma ba'du = Bundan sonra biliniz ki, sözün en hayırlısı
Allah'ın Kitabı, yolun hayırlısı da Muhammed'in yoludur. İşlerin en kötüsü
(dînde) sonradan çıkarılan şeylerdir. (Dînde çıkarılan) her bid'at
sapıklıktır., "büyütüyordu. (Müslim, Cu-mua, "Namaz ve hutbenin hafif
tutulması babı".) Bunu "Sözün en doğrusu Allah'ın Kitabı, yolun en
faziletlisi de Muhammed'in yoludur" şeklinde Ahmed ibn Hanbel de Câbir'den
rivayet etmiştir.
[130] Bâbdaki âyet ve burada getirilen hadîsler insanların
ezâ ve cefâlarına, zor ve çetin işlerin sıkıntılarına karşı sabretmenin,
bunlardan yılmayıp tahammül etmenin faziletini beyân etmektedir. Yüce Allah'a
sabırlı demek, hilmli ma'nâsı-nadir. Hilm de cezaya hakk kazanan günahkârın
cezasını hemen vermeyip, başka bir zamana habs ile geri bırakmaktır.
[131] Hadîste Peygamber'in ruhsat verdiği hususlardan
istifâde etmenin, yânî işlerin dâima kolaylık ve sadelik cihetinin tercîh
edilmesi lüzumu belirtilmiş, işlerin bu kolaylık ve sadelik cihetlerini tercîh
etmeyip de zor ve meşakkatli olanlarım tutanlar müdellel bir üslûbla serzeniş
edilmiştir. Bu konu ile iki hadîs Müslim, Fadâil, "Peygamber'in Yüce
Allah'ı bilmesi ve O'na saygı ile korkusunun şiddeti bâbı"nda rivayet
edilmiştir: Müslim Ter., VII, 329-330-127
"2356".
[132] Millet, dîn ma'nâsmâdır. İslâm milleti, Yahûdî
milleti, Nasrâniyye milleti gibi İslâm'dan başka bir dîne yapılan yeminin
sureti, bunlardan herbirine veya kâfir milletlerden herhangibirinin adına
yemîn etmektir. "Yalancı olarak" kaydı, "Halefe" fiilinde
gizli bulunan zamirden hâldir. Ve: "Yemîn eden kimse,adına yemîn ettiği
dîn ve millete ta'zîm etmekte yalancı olarak" demektir. Ve bu hâl, lâzıme
hâllerdendir. Çünkü İslâm Dîni'nden başka bir dîne yemîn eden kimse, herhalde
ve her zamanda bu yemininde yalancıdır...
La'net, mü'minin uhrevî
menfâatlerinin zevalini temennî etmek olduğu için öldürmekle mûsâvî
sayılmıştır. Mü'mine "Yâ-kâfir!" diye küfür isnâd etmek de onun
dünyevî menfâatini ihlâl ettiği için, onu öldürmek derecesinde günâh
sayılmıştır.
Bu hadîslerin bâzı rivayetleri daha önceleri de geçmişti.
[133] Buhârî, Umer'in bu sözünü içine alan hadîsi
el-Mumtehıne Sûresi tefsirinde senedli olarak getirmişti.
[134] Başlığa uygunluğu Peygamber'in Muâz'ı "O bir
münafıktır" sözü hakkında ma' ziretli kabul etmesi yönündendir. Çünkü
Muâz, cemâat namazım terkedenin münafık olduğunu zannederek te'vîl edici
olmuştur.
Bunun bâzı rivayetleri
Namaz Kitabı, "İmâm namazı uzattığı zaman... bâ-bı"nda geçmişti.
[135] Umer, bununla yemîn etmekten nehyi işitmeden evvel
yemîn ettiği için ma'zûr olmuştur. Bunun için Peygamber nehiy ile yetindi de
onu muaheze etmedi... Bu iki hadîsin birer rivayeti en-Necm Sûresi'nin
tefsirinde geçmişti (Kastallânî).
[136] Bu hadîslerden imâm için namazı hafif kıldırmasının
mendûb olduğu anlaşılıyor, hattâ bazılarınca bu emri vâcibdir.
Şikâyet olunan bu fulânca kimse, Muâz ibn Cebel ile Ubeyy ibn Ka'b'dan
birisidir.
[137] Namaz Kitâbı'ndaki Enes ibn Mâlik hadîsinin bundan
sonrası da: "Muztarr kaldığında ya sol tarafına, ya sol ayağının altına
tükürsün "; sonra ridâsının kenarından tuttu da içine tükürüp dürerek
"Yâhud işte böyle yapsın" buyurdu, ziyâdesi vardır.
[138] Bu hadîsin birer rivayeti Namaz Kitabı, "Gece
namazı bâbı"nda Âişe'den ve Zeyd ibn Sâbit'ten olarak geçmişti. Burada
getirilmesi ve başlığa uygunluğu, Rasûlullah'ın öfkelenerek onların yanına
çıkması bakımındandır.
[139] Buhârî gadabdan sakınmak gerektiğini burada zikrettiği
iki âyetle delîllendir-miştir.
Gayz, hoşlanılmadık birşeye karşı tab'ın heyecanı, yânî öfke demektir
ki, gadabın aslıdır ve ondan farkı vardır. Deniliyor ki, her hâlde gadabın
arkasında intikaam irâdesi vardır veyâhud gadab, ihtiyârsız yüzde ve organlarda
zahir olur. Gayz ise yalnız kalbde kalabilir. Bir de Allah'a gadab isnâd edilir
ve gayz isnâd edilmez.
Keztn, dolu bir
kırbanın ağzını bağlamaktır ki, burada Öfkesini yutup tutmak, zarar gördüğü
kimselere karşı kudreti bulunduğu halde intikaama kalkışmamak ve hattâ nahoş
bir hâl göstermeyip hazm ve sabretmektir... (Hakk Dîni, II, 1176-1177).
[140] Bu hadîsin birer rivayeti îblîs'in ve ordusunun sıfatı
ile sövüşme ve la'net bâb-larında geçmişti.
Şeytân, gadabı insana zînetleyen şerrli mahlûktur.îstiâze. onun tuzağını def
etmeye en kuvvetli silâhtır. O kimse "Ben deli değilim" demekle
gadabın şeytân ilişmesinden bir nevi' olduğunu bilmediğini ortaya koymuştur. Bu
hadîste istiâzenin gadabı terketmeye yardım edeceği ve gayzi yutmaya hazırlayacağı
hükmü vardır... (Kastallânî).
[141] Hattâbî şöyle dedi: "Gadablanma!" öğüdünün
ma'nâsı, "Gadabın sebeblerin-den çekin ve gadabı çekecek işlere
girişme!" demektir. Çünkü gadabın kendisi insanda tab' olunmuştur, onun
cibilliyetinden çıkarılıp atılması mümkin olmaz... Bu bir kelimelik öğüt,
sayılmayacak birçok hikmetleri, maslahatları ve ni'met-Ieri çekmeyi, birçok
mefsedetleri ve intikaamlan def etmeyi şâmil olmuştur.,. (Kastallânî).
Peygamber'in bu adama
tekrar tekrar öğüt isteğine karşı yalnız "Gadablanma!" öğüdünü
vermesi, bu adamın hâl ve tavrında asabîlik görmesinden dolayıdır.
Peygamber'in âdeti, nasîhat isteyenlere kendi hâl ve tavırlarının ifâde ettiği
lüzum ve İhtiyâca göre tavsiyede bulunmaktı. Belki bu adam da titizdi, gadablı
bir tip idi ve kendisine bu bir kelimelik öğüt reçetesini vermiş, gadablanmazsa
bütün şerrlerden, belâlardan kurtulacağını öğretmiştir.
Beydâvî şöyle demiştir: İnsana arız olan bütün mefsedetler, insandaki
şehvet ve gadab kuvvetlerinin eseridir. Vasiyet temenni eden kişi, şübhesiz
ki, fenalıklardan korunma çâresine irşâd edilmesi niyazında bulunmuştu.
Peygamber de bütün fenalıkların çıkış sebebi olan gadabın bırakılmasını vasiyet
buyurmuştur.
[142] Haya, halkın ayıplaması endîşesinden ötürü insana arız
olan sıkılma hâlidir, Türk-çesi "Utanmak"tir. Bu ruhî hâl, insanlarda
fıtrîdir. Avret yerini açmaktan, insanların ortasında cinsî münâsebetten
utanmak, bütün medenî insanlarda bulunan bir halettir. Hayanın bir nev'i de
îmânîdir. Bu da Allah korkusu ile günahlı işlerde bulunmaktan utanıp
sıkılmaktır. Gerek fıtrî ve ruhî bir haletin ese ri olarak insanlardan utanmak,
gerek bir îmân eseri olarak Allah'tan utanmak, hadîste bildirildiği üzere
insana hayırdan başka birşey getirmez... Müslim Sa-/îf/î'indeki İmrân ibn
Husayn hadîsinde Rasûlullah: "Hayanın hepsi hayırdır" buyurmuştur.
Yânî haya, gerek fıtrî, gerek îmânî olsun, ister Allah'tan korku, ister kuldan
utanmak eseri olsun, hepsi hayırdır;bunların hepsi insanı hayra, saadete
sevkeder demektir.
[143] İmrân'ın Buşeyr'e kızması, Buşeyr'in hikmet kitabından
naklettiği sözün kendi rivayet ettiği hadîse eklenip ziyâde edilmesi
endîşesinden, yânî Peygamber sözüne hakimlerin sözünün eklenmesi endîşesinden
olmuştur. Bir de hadîs "Hayanın hepsi hayırdır" şeklinde olduğu
hâlde, hikmetteki söz "Hayadan bir kısmı sekînet ve vakaardır"
şeklinde olup, hayanın bir kısmı seiûnet ve vakaarı hâiz değildir ma'nâsına
olabileceği içindir. Hikmet ilmi, mevcudatın varlık ve görünüşlerindeki
vaziyetlerine göre hakikatlerinden, beşer zekâsının erişebildiği kadar
bahseden bir ilimdir.
[144] Bu hadîsin birer rivayeti Gusl'de ve daha başka
yerlerde geçmişti. Bu, dîn işlerinde hakikati öğrenmek için suâl cormaya
hayanın mâni' olmaması lâzım geleceğini ifâde eder. Buhârî, "Haya
bâbi"nda geçen "Hayanın hepsi hayırdır"'hadîsinin amma mahsûs
olduğuna, bu gibi hususlarda utanmanın iyi olmadığına işaret etmiştir. Nitekim
Âişe'den ta'lîkaan gelen bir rivayette "Ensâr kadınları ne iyi
kadınlardır! Hayaları kendilerini dînlerini öğrenmekten men' etmedi"duyurulmuştur.
[145] İbn Umer'in hadîsinin bir rivayeti İlim Kitâbı'nda,
Enes ibn Mâlik hadîsinin bir rivayeti de Nikâh'ta geçmişti.
Enes'in kızına karşı söylediği sözde de belirttiği gibi, kadının
Peygamber'-le evlenme isteğini açıkça ve utanmadan Peygamber'e arzedip
söylemesi, başlı başına yüksek bir fazilet örneği ve başlığa tam bir
uygunluktur.
[146] Ebû Mûsâ hadîsinin bir rivayeti Mağâzî'nin sonunda,
bir rivayeti de îlim Kitâ-bi'nda geçmişti.
Enes'in hadîsi îiim'de, Âişe'nin hadîsinin bir rivayeti Peygamberin
sıfatı bâbı'nda da geçmişti. Hadîslerin başlığa delâletleri meydandadır.
[147] Bunun bir rivayeti Namaz Kitâbı'nın sonlarında
"Namaz içinde iken binek hayvanı çözülüp giderse bâbı"nda geçti.
[148] Bunun bir rivayeti de Tahâret'te "Mescidde sidik
üzerine su dökülmesi bâbı"n-da geçti. Hakikatte bu sıfatlarla gönderilen,
Peygamber'in kendisidir. Sahâ-bîler de bunu tebliğ edici olduklarından mecazen
Peygamber bu sıfatlan onlara isnâd etmiştir. Bunda kolaylaştırmada mübalağaya
bir tenbîh ma'nâsı da vardır (Kastallânî).
di). Hattâ (kuşu olan) küçük kardeşime:
[149] Ebû Umeyr, Umeyr'in babası demektir, ve küçük çocuğa
Peygamber tarafından verilen künyedir. Üç beş yaşındaki küçük çocuğa babalık
künyesi vermek bir latîfedir. Çocuğun asıl adı Zeyd ibn Sehl'dir. Bu çocuk Enes
ibn Mâlik'in ana-bir kardeşidir. Bu çocuk Peygamber'in sağlığında ölmüştür.
Nuğayr, "Nuğr"-un küçültme ismidir. "Nuğr", serçe kuşu
kadar kırmızı gagalı bir kuştur. Me-dîneliler bu kuşa bülbül derlermiş. Küçük
Zeyd'in böyle bir kuşu ölmüş, Peygamber çocuğu gördükçe latîfe eder: "Yâ
Ebâ Umeyr, nuğayr ne yaptı?" dermiş.
Peygamber'in çocuklara böyle güleryüzle karışıp latîfeleşmesi güzel huyunun,
kerem ve alçakgönüllülüğünün en güzel delilidir.
[150] Âişe Peygamber'le evlendiği zaman dokuz yaşında bir kızdı.İşte
bu çocukluk günlerinde kız çocuğu suretindeki oyuncak bebek timsâlleriyle
kızlara mahsûs oyunlar oynamıştın Peygamber, Âişe'nin yaşıtında olan komşu
kızlarını onunla oynamaları için Âişe'nin yanma yollar, beraber oynamalarına
yardımcı olurdu, îşte Peygamber'in bütün bu hâlleri ve davranışları O'nun
güzel huyunun, kız çocuklarına varıncaya kadar İnsanlarla karışkanlığınm ve
onlarla ilgilenip meşgul oluşunun delilleridir.
[151] Ebu'd-Derdâ'mn bu sözünü Ibnu Ebi'd-Dünyâ, Ibrâhîm
Harbî ve Dinâverîsenedli olarak rivayet etmişlerdir.
Mudârât: Câhili öğretmekle, fâsikı fiilinden nehiyde yumuşak
davranmaktır.
[152] Bunun bir rivayeti "Fesâd ehlinin kötülüğünü
söylemenin caiz olacağı bâbi"nda geçmişti.
[153] Mahrame hadîsinin de bâzı rivayetleri Hibe'de ve
Libâs'ta geçmişti.
[154] Muâviye'nin bu sözü "Halîm, ancak tecrübe sahibi
olandır" lafzıyle de rivayet edilmiştir. Bunu Ahmed ibn Hanbel, İbn Hıbbân
senediyle rivayet etmişlerdir.
Halîm, büyük ve çetin işlerde teenni ile hareket eden kimsedir. Arab
dahîlerinden birisi olan Muâviye, siyâsî hayatındaki bütün başarılarını hilmİ
ve ,te-ennfile hareketi sayesinde kazanmıştır. Onun siyâsî hayâtta düstûru şu
idi: "Halk bana pamuk ipliği ile bağlansın kâfidir. Ben o zayıf bağı
kırmam, onlar benden çekindikçe ben onlara doğru teenni ederek yaklaşırım, o
bağı koparmam!" de-' misti. Bu hazm, ihtiyat ve teennf ile harekpfden
[155] Yânî akıllı ve olgun mü'min, dîn ve dünyâ işlerinde
sakınılacak şeylerden sakınır, ihtiyâthve uyanık hareket eder, bir defa
aldatılsa bile gaflete düşüp ikinci defa aklanmaz.
[156] Başlığa delîlliği "Ziyaretçilerin için üzerinde
bir hakk vardır" sözündedir. "Zevr", "Zâir"in cem'i
olup "Ziyaretçiler" ma'nâsınadır. Bunun bir rivayeti Oruç Kitâbı'nda
"Konuğun hakkı... bâbı"nda geçmişti.
[157] Buhârî bu başlıkta "Dayf" ve "Zevı"'
kelimeleri hakkında bilgiler vermektedir. "Tezzâveru" fiili mağarada
uyuyanlar hakkındaki âyette geçer: "(Onlara baksaydin) görürdün ki, güneş
doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafına yönelir, battığı vakit de onların sol
yanını kesip giderdi..." (el-Kefh: 17).
[158] Bunların birer rivayeti bu kitabın evvellerinde de
geçmişti
[159] Bunun bir rivayeti Zulümler Kitabı, "Zâlimin
malını bulduğu zaman mazlumun kısası bâbı"nda geçmişti.
[160] Bunun bir rivayeti Oruç Kitabı, "Gönüllü oruçta
kardeşinin orucunu bozdurmak için yemîn eden kimse bâbı"nda geçmişti.
[161] Bunun bir rivayeti Nübüvvet Alâmetleri Bâbı'nda geçti.
Bundan sonra gelen bâb-daki rivayet, bâzı nüshalarda daha tafsîllidir.
[162] Selmân'ın Ebu'd-Derdâ'ya "Sen yemedikçe ben de
yemeni" sözü, bundan bir bâb önce geçmişti.
[163] Hadîsin Namaz Vakitleri Kitâbı'ndaki rivayetinde
burada şu ziyâde vardır: Ebû Bekr o yemekten bir lokma yedikten sonra
Peygamber'e gönderdi.Yemek orada sabaha kadar durdu. Bizimle bir kavim
arasında bir ahid vardı, müddet son bulmuş olduğu için Medîne'ye gelmişlerdi.
İçlerinden arîf olarak oniki kişi ayırdık. Herbİri ile beraber kaç kişi
olduğunu ancak Allah bilir. İşte onların hepsi o yemekten yediler. (Râvî
rivayetini bitirdikten sonra) yâhud bu lafızlara benzer lafızlarla (rivayet
olunmuştur dedi).
Başlığa uygunluğu
"Konuklar da Ebû Bekr yemedikçe yemekten yememeye yemîn ettiler"
sözünden alınır.
Bu yemekte görülen bereket, evliyanın kerametlerine kaail olan sünnet
ehli mezhebini te'yîd edici bir delîldir. Bu bereket Muhammed'in mu'cizesinin
eseri olarak Ebû Bekr Sıddîk'm elinde zahir olmuş ulu bir keramettir. Müslim
ile Ebû Davud'un rivayetlerine göre, ertesi günü Peygamber'in huzuruna
vardığında konukların ettiklerini naklettikten sonra: Yâ Rasûlallah, onlar
yemînlerinden bârr oldular, yânî sâdık kaldılar; ben ise hânis oldum, demiş.
Rasûlullah da: 'J ^il ^!I j; =
Hayır, onların en bârrı, en sâdıkı sensin" buyurmuştur.
[164] Abdurrahmân ibn Sehl, öldürülen Abdullah ibn Sehl'in
kardeşidir. Her ikisi de Muhayyısa ile Huveyyisa'nm kardeşi oğullarıdır.
[165] Buna "Kasâme yemîni" denir. Maktulün
velîleri veya onların isteği üzerine kaa-tilin velîleri tarafından elli kişinin
yeminidir. Kimsenin tasarrufunda olmayan bir yerde yaralı olarak bir maktul
bulunur da kaatili bilinmezse, maktulün vârisleri, civardaki köy ahâlîsi
tarafından öldürüldüğünü iddia ederler ve bu iddialarını elli kişinin yemîni
ile te'yîd ederlerse, maktulün diyetine hakk kazanırlar. Yâhud da velîsinin
talebi üzerine köylülerden onun seçtiği elli kişinin redde dâir yemîn etmesidir
ki, buna da "Kasâme" denilir. Ve bu suretle maktulün diyetinden
kurtulurlar.
Bunun bir rivayeti Cihâd'm sonlarında "Müşriklerle mütâreke ve
musâla-ha bâbi"nda geçmişti.
[166] Bu ta'lîklerden el-Leys'inkini Müslim, Tirmizî ve
Nesâî senedli olarak getirmişlerdir.
[167] Bunun bir rivayeti yakında "Haktan haya edilmez
bâbı"nda geçtiği gibi, İlim Kitâbı'nda da geçmişti. Burada getirilmesi, içinde büyüklere ta'zîm bulunduğu ,
içindir.
[168] Şiir, lügatte birşeyi zekâ ve fetânetle iyice anlamak
ma'nâsına olup, ilimden daha husûsîdir. Istılahta Şiir, kasd ve irâde ile
söylenen vezinli, kaafiyeli sözdür. Şiir'in kasd ve irâde ile söylenmesi şart
olduğundan vezinli ve kaafiyeli gelen âyet ve hadîslere şiir denilmez.
Mantıkçılar arasında tanınan ve ıstılah olan bir şiir vardır ki, hayâlı küçük
ve büyük önermelerle tanzim olunan kıyastan ibaret olup nefsin birşeye rağbet
veya birşeyden nefret ettirilmesiyle infialine hizmet eder. Buhârî'nin bu
babına mantıkin şiiri de dâhil olur.
Recez de şiirden bir
nevi'dir. Vezni altı kerre Müstefittin'dür.
Huda' da deveyi nağme ve terane ile bilhassa recez inşâdiyle
şevklendire-rek yürütmek ve sürmektir. Arablar arasında seferlerde şiir
inşâdıyle deve yürütmek Mudar ibn Nizâr zamanından beri tecrübe olunarak devam
edegelmiştir. Deve şiir vezinlerinin çabukluk ve yavaşlığına uyarak hızını
artırıp yavaşlatır.
[169] Buhârî bu âyeti şiir ve recez inşâd eden şâirlerin
kötülerini ve iyilerini ta'rîf etmekte olduğu için burada getirmiştir. Bu
âyetlerle Ubeyy ibn Ka'b hadîsinin delâletinden, şiirin hayra, fazîlete teşvik
edip rağbetlendiren yararlıları ve iyileri olduğu gibi, fuhşa, rezalete,
ahlâksızlığa hizmet eden zararlıları ve kötüleri de olduğu anlaşılmaktadır.
Birinciler öğülmüş, ikinciler kötülenmiştir.
[170] Yânî doğru ve hakka uygun bir sözdür. Cehlden,
beyinsizlikten men' eden, yararlı bir sözdür de denildi. Şiirden bir kısmı
İnsanlara yarar veren meseller, va'z-lar gibi hikmet olunca, böylesinin
söylenmesi ve inşâd ediimesinin câİz olacağı şübhesizdir (Kastallânî).
[171] Bâzı rivayete göre Peygamber'in parmağı bu yarayı Uhud
harbinde almış, çokça ağrıyıp sızlamaya başlayınca İstiare suretiyle parmağa
hitâb ederek Abdullah ibn Revâha'nın şiirinden olan bu recezi söylemiştir.
Bunun bir rivayeti Cihâd'da da geçmişti.
[172] Lebîd ibn Rabîa ile Umeyyetu'bnu Ebi's-Salt, Câhiliyet
devri şairlerindendir. Lebîd, Arab'ın en büyük şâirlerinden ve Muallaka
sâhiblerindendir. İslâm devrine de yetişip 120 yâhud 140 sene kadar uzun bir
ömür yaşamıştır. Usmân'ın halifeliği zamanında Kûfe'de vefat etmiştir. Kur'ân'ın
i'câzı karşısında hayran kalarak, onu okuyup dinlemeyi şiir söylemeye tercih
etmiştir. Lebîd'in burada verilen sözü, on beyitli bir şiirindendir. Bir îzâha
göre şu kıt'asının bir parçasıdır
Elâ kuîîi şey'in mâ
hala'llâhe bâtılu
( = Kâinatın bütün
satırları, iyi düşün ki, Mele-i A'lâ'dan sana (hitaben) yazılmış risalelerdir.
Onlarda yazılanların hulâsası da teemmül edersen şundan ibarettir: Gözünü aç,
Allah'tan başka herşey bâtıldır) (H. B. Çantay, Meâl-i Kerîm, II, 760, es-Sâffât Sûresi 9. âyetin haşiyesi).
Umeyyetu'bnu Ebi's-Salt da Câhiliyet devrinde yetişen Kureyş
şairlerindendir. Tevhide, öldükten sonra dirilmeye ve âhiret gününe îmân
ederdi. Bu inançlarını şiirlerinde dile getirmiştir. Müslim'in bir rivayetinde
Şerîd ibn Suveyd dedi ki: Bir gün Rasûlullah'a bineğin terkisinde refakat
ettim. Sefer sırasında "Umey-ye'nin şiirinden birşey biliyor musun?"
diye sordu. Ben de: Evet, biliyorum, dedim ve yüz beyit kadar okudum. Bunun
üzerine Rasûlullah: "Umeyye müs-lümân olmağa yaklaşmıştır" buyurdu
(Müslim, Şiir Kitabı, Müslim Ter., VII, 122-123)
[173] Âmir ibnu'1-Ekva', bu hadîsin râvîsi Seleme
ibnu'l-Ekva'ın amcasıdır. Sahâbîler arasında tecrübe ile bilinmiştir ki,
Rasûlullah'ın rahmet ve duâ ettiği kimse şehîd olurdu. Bunun için Umer: Âmir'le
bizi faydalandirsaydm! Temennisinde bulunmuştur.
[174] Hadîsin birer rivayeti şiirlerde bâzı küçük farklarla
Cihâd ve Mağâzî'de "Hay-ber gazvesi bâbı"nda geçmişti.
[175] Bu hadîsin bâzı rivayetlerini Müslim de Fadâil'de
getirdi.
Bundan murâd, yürütmede rıfktır. Çünkü deve tegannî ve terennüm ile sürüşü
işitince, bundan lezzet alarak yürüyüşte sür'at eder, dolayısıyle binicilerini
rahatsız kılıp yorar. İşte bundan dolayı Peygamber, Enceşe'yi nehyetti. Çünkü
kadınlar şiddetli hareketten zayıflık duyar, zarara uğrayıp düşmelerinden de
korkulur (Nevevî). {Müslim Ter., VII, 201-203).
[176] Bunun da bir rivayeti Mağâzî'de geçtiği gibi, Müslim
de Fadâil'de, Hassan ibn Sâbit'in faziletleri bâbı'nda daha tafsîlli olarak
getirmiştir.
[177] Bu hadîsin bir rivayeti Teheccüd'de, "Gecenin bir
kısmında uykusuz kalıp ibâdet eden kimsenin fazîleti bâbı"nda da
geçmişti.
Bu üç beyit, Abdullah
ibn Revâha'nm tavîl bahrından inşâd ettiği beyitlerdendir. Merhum Kâmil Mîrâs,
bunları nazmen de tercüme etmiştir:
"Seherde fecri
sâdık yükselip nûr saçtığı bir ân Rasûlullah okur ashabına tertîl ile Kur'ân
Halâs etti dalâletten hidâyet etti İslâm 'a İnandı gönlümüz bildirdiği bilcümle
ahkâma Anın irşâden tergîbiyle girdik Dîni Meftûre Çıkardı zulmeti küfrü
dalâletten bizi nûre Fırâşmdan çıkıp eyler idi Mevlâ'yı istikbâl
Gece kârırlere, madca'lan eylerken istiskal" {Tecrîd Ter., IV, 155) Buradaki metinde kâfirler bulunduğu için
tercümedeki "Müşriklere" yerine "Kâfirlere" şeklinde küçük
bir değişiklik yapıldı (M. Sofuoğlu).
[178] Bunun bir rivayeti Namaz Kitabı, "Mescidde şiir
bâbı"nda geçti.
[179] Bunun bir rivayeti Bed'u'l-Halk'ta geçti.
[180] Bu hadîsleri Müslim de Tıbb'da ve Şiir Kitâbı'nda
getirmiştir.
Bu hadîslerdeki zecr ,
tamâmiyle şiire yönelen ve onunla meşgul olup kendini Kur'ân tilâvetinden,
zikrden, ibâdetten, ilimden alıkoyan kimseler içindir.
Bir de insanı vâciblerden, müstehâblardan, ilimden alıkoyan kötü
şiirlerle kafalarını ve gönüllerini dolduran kimselere yöneliktir.
[181] Teribetyemînuki" ta'bîri "Sağ eli toprak
olası!" ma'nâsınadir. Arablar bunun hakîkat ma'nâsmı kasdetmeyerek
"Zengin ol, elin toz toprak kadar bol mala ersin" temennisi yerinde
kullanırlar. Bir de teşvik ma'nâsma kullanırlar. "Akra ve halkaa"
ta'bîrleri de lügatçe "Allah onu kesip helak etsin, Allah onun boğazına
dokunup hastalandırsın!", ma'nâlannda olmakla beraber, Arablar bunları da
kendi ma'nâlarına kullanmayıp mutlak olarak rastgele söylerler...
Buradaki birinci hadîs Nikâh'ta; ikinci hadîs de Hacc Kitâbı'nda
geçmişti.
[182] Başlığa uygunluğu Ümmü Hâni'in "Anamın oğlu zu'm
etti" sözündedİr.
ez-Zu'm: Zâ'nın üç
harekesiyle söylemek ma'nâsınadir. Hakk ve doğru sözde, bâtıl ve yalan sözde
kullanılmakla zıdd ma'nâli fiillerdendir. Çok defa ger-çekleşmeyip şübheli ve
seçilmez olan yerde kullanılır (Kaamûs Ter.)
Bu hadîsin bir rivayeti Namaz Kitabı, "Bir libâs içinde namaz
bâbı"nda geçmişti.
[183] el-Veyl: Leyi vezninde şerrin gelmesi ma'nâsınadır.
Bâzıları dedi ki, Veyl, fecaate düşme kelimesidir, bir musibet meydana
geldiğinde söylenir. Lisânımızda"Vay, yazık, hayf ve diriğ" ile
îa'bîr olunur. "Veyîeh", "Veylek", "Veylî"
denilir ve imdâd isteme hâlinde "Vey/âh!" derler... "Vay"
kelimesi hüzün ve husrân ma'nâsınadır (Kaamûs Ter.).
[184] Başlığa uygunluğu Peygamber'in "Veylek, kim
adalet eder... " sözündedir. Bunun bir rivayeti Nübüvvet Alâmetleri'nde
geçti.
Bu lafza en yakın metin Müslim'de Zekât, Hâricîler'in ve sıfatlarının
zikri babı altında 148 rakamıyle geçen hadîstir: Müslim Ter., III, 265-266.
[185] Başlığa uygunluğu "Vayhake" ve
"Veyleke" ta'bîrlerindedir. Bunun bir rivayeti Oruç Kitâbı'nda
geçmişti.
[186] Bu mutâbaati et-Tahâvî, Leys tarîkinden; o da: Bana
Abdurrahmân tahdîs etti, şeklinde rivayet edip zikretmiştir (Kastallânî).
[187] Bedevî, Medine'ye hicret etmek istiyordu. Kendisi
Mekkeli değildi. Hicret ise Mekke'nin fethinden evvel, Mekkeliler'in Medine'ye gelmeleri
ve ikaamet etmeleri için farz kılınmıştı. Peygamber onun için bedeviye:
"Vayh sana, yazık sana! Hicret çok çetin bir iştir!" diye, onu hicret
etmekten men' eylemişti. Bunun Mekke fethinden evvel olduğu anlaşılıyor. Çünkü
Mekke fethinden sonra hicret yoktu.
"Vayh " ta'bîri hakkında Dâvûdî: Bu kelime, söylenen bir sözün
işlenmesi istenmediği zaman zecr ve men' için kullanılır, demiştir. Buna göre
Peygamber bu ta'bîrle bedeviye: "Sakın hâ, hicrete kalkışma!" demiş
oluyor. Kaamûs Ter-cemesi'nde de: Vayh kelimesi rahmet ve şefkattir; vay,
yazık, hayf demektir ki, bir adamın hâline acıyıp rahmet ve rikkat ettiğin
zaman söylenir, denilmiştir. Bu hadîsin birer rivayeti Zekât ve Hicret
Kitâbları'nda da geçmişti.
[188] Buhârî bunun aslını Sahîh'inin birçok yerinde bâzı
farklılıklarla getirmişti: Ma-ğâzî'nin sonlarında, VedâHaccı bâbı'nda, "Ey
îmân edenler, bir kavim bir kavme alay etmesin..." (el-Hucurât: 11) âyeti
bâbı"nda, Fiten'de, Diyetler'de, Hudûd'da.
[189] Dâvûdî şöyle dedi: Çünkü o sırada Peygamber'in huzurunda
bulunanların çoğu bedevilerdi. Peygamber onlara bilmiyorum deseydi, onlar
şübheye düşeceklerdi. Onun İçin Peygamber onlara ta'rîzli olarak böyle
söyledi.
Müslim'deki Âişe
hadîsinde: Bedeviler Peygamber'in huzuruna geldiklerinde, O'na kıyametin ne zaman
kopacağını sorarlardı. Peygamber de onlardan yaşça en genç olanına bakar da:
"Eğer şu yaşarsa, ona ihtiyarlık erişmeden sizin kıyametiniz sizin
üzerinize kopar" buyururdu. Kaadı Iyâd'ın da dediği gibi, bu daha açık
olan rivayet, metindekini tefsîr etmektedir... (Kastallânî).
Bu hadîsi Müslim, Fiten'de getirmiştir.
[190] Mahabbet, nefsin kemâl idrâk ettiği birşeye öyle bir
meylidir ki, ona yaklaşmak için lâzım gelen sebeblere ve vesilelere sevkeder.
Sevenin gayesi, sevilenin rızâsına nail olmak ve öfkesinden sakınmak
olduğundan, Mahabbet, itaat ve ma'siyetten sakınma irâdesini gerektirir.
Herhangibir nefis, hakîkî kemâl ancak Allah'ın olduğunu, bütün vücûdda gerek
kendinden, gerek başkalarından gördüğü, göreceği, tasavvur edebileceği herhangi
hayır ve kemâlin Allah'tan ve Allah ile ve Allah'a olduğunu idrâk ettiği zaman,
onun bütün mahabbeti Allah için ve Allah yolunda, Allah'ın rızâsı uğrunda olur.
Allah'ın Dîni de Tevhîd ve İslâm olduğundan, mahabbeti ancak bu dâirede cereyan
eder. Tâat irâdesinde ancak bu dîn hâkim olur... (Hakk Dîni, II, 1075-1076).
[191] Gazâlî el-Ihyâ'da. şöyle dedi: Rasûlullah'm "Kişi
sevdiği ile beraberdir" sözü sakın seni aldatmasın. Çünkü Hrİstiyanlar Hz.
îsâ'yı. Yahûdîler de Hz. Musa'yı sevdiklerini ve bu sebeble Mûsâ ile îsâ'nın
bunlara fâide vereceğini iddia ediyorlar. Hâlbuki bir kimseyi sevmek, ona
muhalefet etmemeyi gerektirir, yânı muhalefetle beraber sevmek fâide vermez.
Zîrâ böylesi, sevdiğini gerçekten ve samîmi olarak sevmiş değildir. Böyle
olunca da sahte sevgililerin birbirleriyle beraber olması mümkin değildir.
Bu ma'nâyı pek belîğ ifâde eden bir âyet meali: ''Allah 'a ve âhiret
gününe îmân eder hiçbir kavmi, Allah ve Rasûlü 'ne hudûdyansına kalkışan
kimselerle sevişir bulamazsın; babaları veya oğulları veya kardeşleri veya soy
sop hısımları olsalar bile. İşte Allah Öyle kimseleri sevmeyen bir kavmin
kalblerine îmânı yazmış ve bunları kendinden bir rûh ile te 'ytd buyurmuştur.
Bunları altlarından ırmaklar akar cennetlere koyacaktır. Bunlar orada
ebediyyen kalacaktır. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah 'tan hoşnûd
olmuşlardır. İşte onlar Allah fır-kasıdır. Gözünüzü açın ki, Allah fırkası
muhakkak hep felaha erenlerdir" (el-Mucâdile: 22).
[192] el-Has'e, hâ'mn fethi ve sînin sükûnu ile ve el-Husât
"Kuûd" vezninde sürüp kovmak... ma'nâsınadır. Lâkin gerek müellifin,
gerek diğer ana kitapların temsillerine göre köpek kısmını sürüp kovmağa
mahsûstur, üçüncü bâbdandır. Bu ma'nâda lâzım olur, sürülmekle yıkılıp gitmek
ma'nâsına (Kaamûs Ter.).
Bu bilgiye göre "Ihse" kelimesi, aslında köpeği kovmak için
kullanılan bir lafızdır. Sonra bir men' ve horlama hitabı olmuştur. "Zelîl
ve kovulmuş olarak sus!" demektir.
[193] Buhârî bu İbn Sayyâd hadîsinin bir rivayetini
Cenazeler Kitabı, "Sabî müslü-mân olup da öldüğünde üzerine namaz kılınır
mı? babı"nda getirmişti. Bâzı açıklamalar orada verilmişti.
Bu hadîsin bir haylî farklı isnâdlarını Müslim de Fitneler ve Kıyamet
Alâmetleri Kitâbı'nda getirmiştir: Müslim Ter., VIII, 459-470.
[194] Bunu da Müslim Fitneler...'de getirmiştir.
Deccâl, zamanın sonunda meydana çıkacak, peygamberlik veya ulûhiyet
iddia edecek pek yalancı bir mahlûktur. Hadîslerde "Zamanın sonlarında birçok
deccâller olacağı"haber verilmiştir. Sarihler "Deccâlun" lafzını
"Yalancılar ve aldatıcılar" ile tefsir etmişler ve "Deccâl"in
bir değil, nice yalancı ve yaldızcı makûlesi insanlar olduğu ve bunların dünyâ
târihînin son zamanlarında çoklukla görüleceğini" söylemişlerdir.
[195] el-Merhab, "Matlab" vezninde, genişlik
ma'nâsına mimli masdar ve geniş yer ma'nâsma mekân ismi olur. Arablar'ın
"Merhaban ve sehlen" sözleri bundandır, "Genişliğe ve düzlüğe
geldin" demiş olurlar. Yânî Arablar gelen konuğa "Merhaban ve
sehlen" derler ki, darhksız, küçük görülmek şaibesinden ârî, şen ve ma'mûr
yere geldiniz, kalb genişliğiyle üns ve ülfet üzere olup kat'iyyen kırık
gönüllü ve ürkek olmamanız ümîd edilir, denmiş olur... (Kaamûs Ter.)
[196] Âişe'nin rivayeti Nübüvvet Alâmetleri'nde geçen
hadîsin bir parçasıdır. Ümmü Hâni'in hadîsi de yakında "Zaamû hakkında
gelen şey bâbV'nda geçmişti.
[197] Bunun bir rivayeti imân Kitabı, "Beşte biri
ödemek îmândandır bâbı"nda -ve aha başka yerlerde- geçmiş, açıklamalar
orada verilmişti.
[198] et-Gadr, el-Gadarân: Vefa mukaabilidir ki, ahidde
durmayıp vefasızlık ve hıyanet eylemek ma'nâsmadır... (Kaamûs Ter.)
insanı kendi ismi ve
babasının ismiyle çağırmak ta'rîfte daha şiddetli ve temyîzde daha beliğdir.
Bu hadîste
"İnsanlar kıyamet gününde babalarına karşı bir örtme olması için
analarının isimlerinden başkasıyle çağınlmazlar" diyen kimselere bir reddiye
vardır. Hattâbî: Evet bu söz Taberânî'de İbn Abbâs hadîsinde rivayet edilmiştir,
lâkin pek zayıf bir senedledir, demiştir... (Kastallânî).
Ebû Davud'un Ebu'd-Derdâ'dan rivayet ettiği hadîste Peygamber (S):
"Sizler kıyamet gününde kendi isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle
çağırılacaksınız, onun için güzel İsimler seçiniz!" buyurmuştur. Bu
hadîsi îbn Hıbbân da rivayet edip
"Sahihtir" demiştir. Buhârî'nin bunu almaması, Sahih1 mût aradığı
şartlara uymamış olmasındandır... (Aynî).
[199] Habîs, gerek hissedilen, gerek akledilen olsun, murdar
ve nahoş nesneye denir ki, tayyib mukaabilidir. Alçak, dubârecî, aldatıcı ve
mekkâr kimseye denir...
Lakis... bir nesneyi
gönül şiddetle Özleyip arzu eylemek ma'nâsmadır. Bu, dördüncü bâbdandır. Ve bir
nesneden iğrenip gönül dönmek ve mi'de bulunmak ma'nâsmadır. Nefis bir şeye
zebûn ve habîs olduğu zaman "Lakiset nefsehû" denilir. Peygamber (S)
çirkinliği için ve müslümâmn habisliği kendi nefsine nis-bet etmemesi için
"Habîs oldu" ta'bîrini kerîh görmüştür. Yânî Peygamber'in bu
ta'bîrden nehy buyurdukları iki sebebe dayanır: Biri habîs ve habaset maddesini
kabîh gördüğü için; biri de müsîümân olan kimsenin nefsine habaseti nisbet
etmesinin lâyık olmadığı içindir... {Kaamûs Ter., II, 1013).
Hulâsa Peygamber,
ümmetine lafızlar ve ta'bîrler hususunda da edebliliği öğretmiş, güzellerini
kullanmayı ve çirkinlerinden uzaklaşmayı ta'lîm eylemiştir. Salât ve selâm
olsun!
Bu hadîsi Müslim de Kitâbu'l-Elfaz mine'1-Edeb ve gayriha'da
getirmiştir: Müslim Ter., VII, 118-119,
"2151".
[200] Dehr'i Râgıb el-Isfahânî el-MüfredâVında, kâinatın
ezelden ebede kadar devam eden bekaası müddetinin ismidir, diye ta'rîf
etmiştir. Bâzıları bir milletin târihte devam eden hayât müddetidir,
demişlerdir. Dehr, hâdiselerin menşei olan gece ile gündüzün arka arkaya
gelmesine de denildiği, bu hadîs ve açıklamasından anlaşılır. Zaman da mâzî,
hâl ve istikbâl kısımlarım içine alan Dehr'm gayrı muayyen bir kısmı oluyor.
Şârih Hattâbî şöyle
demiştir: Câhiliyet zamanında bütün hâdiseler, bütün musibetler gece ve gündüzden
ibaret olan Dehr'e nisbet edilirdi. Bu i'tikaadda-kİ câhiliyet adamları, iki
fırka olup bunlardan bir fırkası Allah'a îmân etmezdi. Dehr'den ve hâdiselerin
mahalli olan gece ile gündüzden başka bir müessir tanımazlardı. Bunlar her
fenalığı Dehr'e nisbet ederlerdi. "Dehriyye" denilen bu fırka
"Bizi ancak dehr helak eder" (el-Câsiye: 23-24) derlerdi.
İkinci fırkası bir
yaratan tanırlardı, fakat sevilmeyen işleri ona nisbet etmekten tenzih ederler
ve her fenalığı Deh?t nisbet ederlerdi. Ve "Vay dehrin mahrumiyet ve
hüsranına!" diye Dehr'e söverlerdi.
Peygamber bu
hadîslerinde bu akideyi ibtâl etmiş ve Dehr'e sövmeyi yasaklamıştır. "Ben
dehr'im" cümlesi, "Ben dehrin mâliki ve mutasarrıfıyım"
demektir. Kısaltılarak "Mâlik" lafzı hazf olunmuştur. "Allah dehrdir"
sözü de böyledir.
el-Câsiye: 245 ve
ed-Dehr: 1 âyetlerinde geçen Dehr'in tefsiri, yerinden okunmağa değer: Hakk
Dîni, V,
4322-4323; VII, 5492.
Bu hadîslerin bir haylî rivayetlerini Müslim de Kitâbu'1-Elfaz...'da
getirmiştir.
[201] Kerm, "Adi" ve "Dayf" lafızlarında
olduğu gibi "Kerîm" ma'nâsına bir mas-dardır. Masdarla yapılan
vasıflamalarda erkek, dişi, tesniye, cemi'lerde bu lafız değişmez, hep aynı
kalır. Bu "Kerm ancak..." sözünde zahire göre hasr yoktur. Bunun
ma'nâsi: "Kerm ismine en haklı olan mü'mİnin kalbidir" demektir,
böyle olunca başkalarını kerm ismiyle isimlemeyi reddetmemiş olur...
(Kastallânî).
Hâsılı
"Kerem" maddesinden alınmış olan bu İsim, ancak müslümân ve mü'mine
lâyıktır, "Kerem"in kökü olan bu İsme haklı olan ancak müslümân-dır
demektir. Bu hususta diğer bir tevcîh şudur:
"Ineb" ve "Kerm" kelimeleri eşdeğer olarak üzüm
ma'nâsına gelir. Bununla beraber kelimenin kökü cömertlik ve asalet
ma'nâlarınadır. Bu sebeble belki Peygamber bu mühim kelimenin sâdece üzüm ve
üzüm asması ma'nâsına kullanılmasını uygun bulmamıştır.
[202] Buradaki ta'lîkler, senedli olarak rivayet
edilmişlerdir. "Lâmülke ille'tiah" sözü hasrı gerektirir. Bu da
melikliğin Allah indinde kesilmesinden ibarettir ki, O'ndan başka melik yok
demektir. Yânî hakîkî metiklik Allah'a âiddir. Fakat melik sözü mecaz olarak
dünyâ melikleri hakkında da kullanılır.
[203] Bunu Müslim de Kitâbu'1-Elfâz...'da getirmiştir.
[204] ez-Zubeyr'in bu hadîsi, kendi menkabesi babında ve
Ahzâb harbinde kahramanca yaptığı hizmetler hakkındadır
[205] Sa'd ibn Ebî Vakkaas da: Uhud günü Rasûlullah (S) ok
kabındaki oklarını çıkarıp bana verirdi de: "Ey Sa'd, babam, anam sana
feda olsun, at" derdi, demiştir.
[206] Ebû Bekr'in buna yakın bir sözü Hicret hadîsi içinde
de geçti. Bu sözü aynen Peygamber'in hicreti bâbı'nda Ubeyd ibn Huneyn'in Ebû
Saîd el-Hudrî'den rivayet ettiği hadîste vardır. Lafzı şöyledir: Rasûlullah
(S) minber üzerine oturdu da: "Allah bir kulu kendiyanındakilerle
dünyâdakiler arasında muhayyer kıldı da o kul, Allah yanında olanı tercih
etti" buyurdu. Bunun üzerine Ebû Bekr: "Babalarımızı ve analarımızı
Sana feda edelim!" dedi... (Buhârî, Menâkib, "Peygamber'in ve
sahâbîlerinin Medine'ye hicretleri babı", rakamlı nüsha, IV, 151-167; hadîs rakamı: 123)
[207] Hadîsin başlığa uygunluğu "Allah beni Sana feda
kılsm" sözünde olduğu açıktır. Bunda bu sözü söylemenin caiz olduğuna
delîl vardır. Bunun bâzı rivayetleri Cihâd'da,' 'Gâzî gazveden döndüğü zaman
söyleyeceği söz babı' 'nda ve Libâs Kitâbı'nda geçmişti.
[208] Müslim'deki İbn Umer hadîsi şöyledir: Rasûlullah (S):
"isimlerinizin Allah'a en sevimli olanı Abdullah ve Abdurrahmân'dır"
buyurdu (Kitâbu'1-Âdâb, 2-"2132" rakamlı hadîs). Yânî İsimlerinizin
Allah katında en razı olunanı Abdullah ve Abdurrahmân'dır. Çünkü Abdullah
isminde ubudiyet ve tezellülü i'tirâf vardır, ikincide ise her mahlûku arara ve
şâmil olan rahmeti i'tirâf vardır. Keza birinci isimde bu isimle adlandırılan
kimsenin Allah'a ibâdet edici olması, ikincide ise ilâhî rahmeti izhâr edici
olması tefe'ülü vardır... {Müslim Ter., VI, 391).
[209] Enes'in bu hadîsi Buyû'da ve Peygamber'in sıfatı
bölümünde senedli olarak geçmişti.
Künye ve Kinye bir
kimseye eb, ümm, ibn ve bint (yânî baba, ana, oğul ye kız) kelimelerinin birini
muzâf yaparak İsimlendirmek ma'nâsınadır ki, onunla isminden tevriye eylemiş
olur (Kaamûs Ter.). Şimdi Türkçe'de isim, öz adı; künye de takribi olarak
soyadı yerine alınabilir.
Arablarda baba ve ana
ilk doğan çocuklarının ismiyle künyelenirler. Peygamber'in adı Muhammed,
künyesi Ebû'l-Kaasım'dır. Kaasım, Hadîce annemizden doğan ilk oğlu idi, küçük
yaşında Mekke'de, Peygamberliğinin başlangıçlarında vefat etmiştir.
Bu hadîslerdeki nehyin tahrîm için olmadığı ve nehyin Peygamber'in hayâtı
devrine âid tenzîhî bir nehy olduğu, hattâ Peygamber'in bu hususta müsamahalı
davrandığı tesbît edilmiştir.
[210] el-Hazn, hâ'nın feth ve noktalı zâ'nın sükûnuyle,
ei~Hazen iki fetha ile gam ve endûha denir, cem'i Ahzân 'dır ve hâ'nın dammıyle
el-Huzn, masdar olur, birinci bâbdan; bir adamı gamlı eylemek; dördüncü bâbdan
gamlı kederli olmak ma'nâlarınadir. el-Hazn ve el-Huzen: Sert, galîz dağlara
denir.
es-Sehî, Ehl vezninde
kolay, âsân şeye, ve toprağı yumuşak, yürümesi kolay düz ve mülayim yere denir
ki, cem'i Suhûl gelir.. (Kaamûs Ter.).
[211] Saîd ibnu'l-Müseyyeb kırk kadar sahâbîye yetişmiş büyük
tabiîlerdendir. 36. senesinde doğmuş, Velîd ibn Abdilmelik devrinde 94 yılında
vefat etmiştir. Babası el-Müseyyeb ise ağaç altında bey'at eden
sahâbîlerdendir. Dedesi Hazn ibn Ebî Vehb, Muhacirler'den olup Câhiliyet'te
Kureyş'in şeriflerinden idi (Aynî).
[212] İbn EbîŞeybe'ninUrve'den rivayetinde: Peygamber,
hoşlanılmayan bir İsim işittiğinde onu daha güzel bir isimle değiştirirdi,
demiştir. Rasûlullah Ensâr'dan Useyd'in kendi oğluna verdiği bir adı
beğenmeyerek "OnaMunzir ismini koy" buyurmak suretiyle önceki ismini
değiştirmiş oluyor.
[213] Peygamber'in kadınlarından Zeyneb bintu Cahş'm ve yine
Peygamber'in kadınlarından Ümmü Seleme'nin kızı ve Peygamber'in üvey kızı
Zeyneb'iiı adlan da Berre idi. Rasûlullah her ikisinin Berre adlarını Zeyneb
adiyle değiştirdi. Çünkü "Berre", "Çok hayırlı, çok iyi, çok
cömerd kimse" ma'nâlanna gelmektedir.
Bu hadîsleri Müslim de Kitâbu'l-Âdâb'da getirmiştir.
[214] Bunun bir rivayeti yakında geçmişti. Bu hadîs isim
değiştirmenin ve çirkin isimle isimlemekten men' etmenin vücûbu üzere değil,
bu hususta muhayyerlik ifâde etmektedir. Böylece çirkin bir adamın güzel
isimle, fâsıkm da "Salih" ismiyle isimlenmesi caiz olur. Çünkü
Peygamber (S) "Hazn" kendi ismini "Sehl" ile değiştirmeyi
kabul etmediği zaman, onu buna zorlamamıştır. Eğer bu lâzım birşey olaydı,
Peygamber onu "Ben babamın bana verdiği ismi değşitirmem" sözü üzerinde
sabit bırakmazdı. Doğruya muvaffak kılıcı ancak Allah'tır (Kastallânî).
Müseyyeb ibn Hazn İbn
Ebî Vehb (R) Kureyşli'dirler. Baba-oğul ikisi de sahâbîdir. Annesi
Rasûlullah'ın halası Âtike'dir. Hazn ibn Ebî Vehb eşraftandı, hicret şerefini
de kazanmıştır. Onuncu hicret senesinde Ebû Bekr'in Halîfe-lik devrine tesadüf
eden Yemâme harbinde şehîden vefat ettiğini Aynî, Zehebî'den naklediyor.
Müseyyeb de bey'at eden bahtiyarlardandır. Müseyyeb ibn Hazn, sahâbî oğlu
sahâbî olduklarından tercümede tesnîye sîgasıyle tardiye ettik. Müseyyeb,
ticâretle uğraşırdı. Kendisinden yedi hadîs rivayet edilmiştir. Üçü Bu-hârî'de
vardır. Tâbiîler'in yedi meşhur Medîne fakîhlerinden birisi Saîd
ibnu'l-Müseyyeb, bu tercüme sahibinin oğludur ve babasının râvîsidir. Saîd
ibnu'l-Müseyyeb, hıfz selâmeti, beyân doğruluğu yönüyle hadîs ehlinin göz nurudur.
Mürsel olarak rivayet ettiği hadîslerin mürsellerin en sahîhleri olduğunda
icmâ' vardır (Hulâsa ve Aynî'den naklen Tecrîd Ter., IV, 665 rakamlı hadîsin haşiyesi).
[215] Enes'in bu hadîsi Cenazeler Kitâbı'nda geçen hadîsten
bir parçadır. İbrâhîm'e, Ebû Seyf adında bir demircinin evinde karısı Ümmü
Burde tarafından süt analığı yapılıyordu.., Peygamber çocuğu ziyaret ettiği
zaman kucaklayıp öpmüştür.
[216] İbrâhîm'in sekizinci hicret yılının zu'1-hicce ayında
doğduğunda târîhçİlerin ittifakı vardır. Fakat vefatı târihi hakkında haberler
değişiktir. Vâkîdî: "Onuncu hicret yılı rebîu'l-evvelinin onuncu günü
olduğu kesindir" demiştir. Ebû Davud'un Sünen 'inde Peygamber (S) ile
aralarında yetmiş gün olduğu rivayet edilmiştir. Bâzıları onaltı ay sekiz gün;
bâzıları onyedi ay; diğer bâzıları ise bir sene on ay altı gün yaşamış olduğunu
bildirmişlerdir... (Aynî).
[217] Müslim'in Kitâbu'l-Âdâb'daki Câbir hadîsinde
Rasûîullah (S): "Benim ismimle isimleyiniz- Fakat künyemle
künyelenmeyiniz. Çünkü Ebû'l-Kaasım olan, benimdir ki, (aranızda ilim ve
sâireyi) ben taksim ediyorum" buyurdu, şeklindedir {Müslim Ter., VI, 393).
Kaasım ismi lügatte "Taksîm edici" ma'nâsına bir fail isimdir.
Bu Kaasım kelimesi, Peygamber'in hem künyesi, hem sıfatı, hem vazîfesini ifâde
eden bir sözdür.
[218] Şer'an nehyedilmiş olan, Ebû'l-Kaasım Muhammed
suretiyle isim ve künyenin bir şahısta toplanmasıdir. Nitekim bunu açıkça
bildiren rivayetler de vardır. Bu nehy, Peygamber'in hayâtında yürürlükte olap sonrasına şâmil değildir
diyenler vardır ve tatbîkaatte böyfe olmuştur. Son hükmün ru'yâ ile ilgisi,
Peygam-ber'i ru'yâda görmemiş kimsenin gördüm demesinin, kendisini bu tehdîde
girdireceğini anlatması yönündendir.
[219] Bunun uzunca bir rivayeti Namaz Kitabı,
"Eğilirken Allâhu Ekber demek bâbı"nda geçmişti. Peygamber'in bu
isimli sahâbînin ismini de söyleyerek duâ etmesi, bu ismin kullanılmasının
câizliğine delâlet etmektedir.
[220] Bu Et'ime'de geçen hadîsin bir parçasıdır.
Bir şahsı çağırırken isminden bir harfi eksik söylemeye, edebiyatta
"Terkîm ", yâni "Budama" denir. Bu hadîslerde Peygamber'in
de bu terhîmi yaptığı sabit oluyor
[221] Bunun küçük çocuğa ve henüz çocuğu doğmayan kimseye
künye vermenin caiz olduğuna delâleti açıktır. Bunun bâzı rivayetleri Namaz
Kitâbı'nda ve daha başka yerlerde geçmişti.
[222] Bunun bir rivayeti Alî'nin menkabeleri bâbı'nda
geçmişti.
[223] Meliku'l-Emlâk: Memleketlerin, kıt'aların sahibi,
hükümdarı demektir. Meliku'l-Mülûk ise, bütün hükümdarların hükümdarı
ma'nâsmadır. Nitekim Sufyân ibn Uyeyne birçoklarının bunu Farsça'ya
"Şâhânşâh" diye tercüme ve tefsir ettiklerini bildirmiştir.
Hiç şübhe yok ki, bu
azametli unvanlar yalnız Allah'a mahsûstur. İnsanların bu sıfatlarla
sıfatlanmaları doğru değildir. Bunca acizliklerine rağmen Allah'a âid olan bu
sıfatlan kullanan kimselerin Allah dîvânında en çirkin, en alçak, en nefretli
kimseler olacağı bu hadîslerde Peygamber tarafından haber verilmiş ve bundan
da o azametli sıfatları kullanmanın kullar için haram olduğu hükmü alınmıştır.
Bu hadîsleri Müslim de
Kitâbu'l-Âdâb'da getirmiştir. Müslim Ter., VI, 402-"2143".
[224] Bu, Nikâh Kitâbı'nm sonlarında "Kişinin kendi
kızını savunması bâbı"nda geçmişti. Baş tarafı şöyledir: Mısver ibn
Mahrame: Ben minber üzerinde iken Pey-gamber(S)'den işittim: "Hişâm
ibnu'l-Mugîre oğulları, kızlarım Alî ibn Ebî Tâ-lib 'e nikâh etmeleri hususunda
benden izin istediler. Ben buna izin vermem. Sonra yine izin vermem, sonra yine
izin vermem..." buyuruyordu, demiştir. Peygamber bu hitabesinde müşrik
olan Ebü Tâlib'i, yokluğunda künyesiyle zikretmiştir, Ebû Tâlib'in ismi Abd
Menâf idi (Aynî ve Kastallânî).
[225] Başlığa uygunluğu "Ebû Hubâb" sözündedir. Çünkü
bu, Abdullah ibn Ubeyy'in künyesidir. Bu aynı zamanda şeytânın ismi olup
"Yılan" ma'nâsına ve daha başka ma'nâlara da kullanılır...
Abdullah ibn Ubeyy'in
ve onun başkanlık ettiği zümrenin müslümân olmaları zahirî idi. Hakikatte
kinlerini ve düşmanlıklarını gönüllerinde gizlemişler ve her vesile ile fesâd
çıkarmışlardır. "Münafık" adiyle anılan bu zümrenin çirkin hâlleri ve
işleri, Kur'ân'ın birçok yerinde ve hadîslerde ortaya konulmuştur.
Bu hadîsin az farklı bir rivayeti, Âlu İmrân Sûresi, 173. âyetinde de
geçmişti.
[226] Başlığa uygunluğu "Ebû Tâlib" sözündedir.
Çünkü bu Abd Menâfin künyesidir, o da Peygamber'in babası Abdullah'ın
kardeşidir. Bunun bir rivayeti "Ebû Tâlib'in zikri bâbı"nda geçmişti.
[227] Bu ta'rîzli sözlerle insan yalan söylemek zaruretinden
kurtulur ma'r.âsınadır. Bu başlığı Taberî, Umer ibnu'l-Hattâb'a varan bir
senedle zikretmiştir ki, o: "Ta'rîzlerde muhakkak yalandan bir kurtuluş
vardır" demiştir. Bunu İbn Adiyy de Katâde yolundan rivayet etmiştir
(Aynî).
en-Nedha ve el-Mendûha, bolluk ve genişlik ma'nâsınadır. Şârİh der ki:
İmrân ibnu'l-Husayn hadîsi bundandır: "Inne fî'I-maârîdı le-mendûhaten
ani'l-kezibi", yânî "Bir sözü tevriye ve kinaye yoluyla söylemekte
kizbden halâs ve berâet vardır ki, kizbden sayılmaz. Murad: Yalan söyleyeceğine,
kinaye ve tevriye ve bilmece söyle, demektir {Kaamûs Ter., I, 986).
[228] Bu gibi sözler hakikatte yalan sayılmazlar; bunlar
yalandan kaçıştır. Enes'in bu hadîsi Cenazeler Kitâbı'nda uzunca bir metinle
geçmişti.
[229] Bu hadîslerin birer rivayeti yakında geçmişti.
Peygamber bu hadîslerinde "'Kavarîr" yânî "Camlar" sözüyle
kadınları kasdedip ta'rîz eylemiştir. Bu iki ma'nâya gelebilir: Kadınlar cam
gibi nâzik bedenli oldukları için hızlı hareketten rahatsız olabilirler yâhud
kadınlar zayıf gönüllü oldukları için Enceşe'nin güzel sesinden etkilenip, onun
te'sîriyle cam gibi ince gönülleri kırılır, rahatsız olabilir, fitneye
düşebilirler...
[230] Bunun bir rivayeti Cihâd'da daha geniş olarak
geçmişti.
[231] Buhârî bunu Tahâret'te senedi Peygamber'e ulaştırılmış
olarak getirmişti. Daha sonraki kitâblarda da birçok kerreler getirmiştir.
[232] Başlığa uygunluğu "Onlar hiçbirşey değildir"
sözündedir. Yânî onların gayb ilminden haber verdiklerini iddia ettikleri
şeyler, i'tibâra alınacak sahih birşey değildir.
Bunun bir rivayeti Tıbb Kitâbı'nda "Kâhinlik bâbı"nda
geçmişti.
[233] Bu, Peygamber'in vefatı hakkında geçen hadîsin bir
parçasıdır. Başlıktaki âyetler semâya bakıp inceleme, araştırma yapmayı teşvik
ve delâlet eden en açık delillerdir.
[234] Câbir'in hadîsi Sahîh'm başında "Vahy
bâbi"nda geçmişti. İbn Abbâs'm teyzesi Meymûne'nin evinde kalıp gece
geçirmesi ve Peygamber'in hareketlerini ta'-kîb edip.öğrenmesi hadîsi, Abdest
Alma Kitabı, Namaz Kitâbi'nm sonlarındaki "Teheccüd babı" gibi daha birçok yerlerde getirilmiştir.
[235] Hadîsin başlığa uygunluğu "Elindeki deynekle su
ve çamur arasına vurarak düşünüyordu" sözlerinde olduğu açıktır.
Peygamber'in Usmân hakkında söylediği belâlar, onun şehîd edilmesi faciası ile
gerçekleşmiştir ki, bu, Peygamberlik alâmetlerinden olan bir bilgidir. Bunun
bir rivayeti Menkabeler'de daha uzun bir metinle geçmişti.
Usmân'ın burada söylediği ta'bîr, Yûsuf: 18 ile el-Enbiyâ: 112.
âyetlerinde geçmektedir.
[236] Bununla dünyâ ehlinden saîd ve şakinin tanınmasının
imkânına delîl getirilmiştir. Çünkü amel, ceza üzerine bir alâmettir ve işin
zahiriyle hükmolunur. İşin bâtını İse Yüce Allah'a âiddir (Kastallânî).
Bununla dünyâ ehlinden
saîd ve şakinin tanınmasının imkânına delîl getirilmiştir. Çünkü amel, ceza
üzerine bir alâmettir ve işin zahiriyle hükmolunur. İşin bâtını ise Yüce
Allah'a âiddir (Kastallânî).
Bunun daha bütün ve tafsîlli bir rivayeti Cenazeler Kitâbı'nda geçmiş ve
orada bâzı açıklamalar verilmiştir.
[237] Bunun bâzı rivayetleri İlim, Gece Namazı, Libâs ve
Nübüvvet Alâmetleri bölümlerinde geçmişti.
[238] Bu da İlim Kitâbı'nda geçen uzun hadîsten bir parçadır
[239] Başlığa uygunluğu meydandadır. Bunun da bâzı
rivayetleri İ'tİkâf ta, tblîs'in sıfatı'nda ve Beşte bir'de geçmişti.
[240] Bu nehiyden maksad, böyle parmaklarla ve sapanla
atılan taşların müslümânIara isabet ederek gözlerini çıkarma, dişlerini kırma
nev'inden meydana getireceği ezayı önlemektir. Bunun birer rivayeti el-Feth
Sûresi tefsirinde, keza Sayd ve Zebâıh Kitâbi'nda da geçmişti.
[241] eş-Şemâtu ve'ş-Şemâtetu, sinlerin fethiyle düşmanın
keder ve musîbetiyle hur-rem ve mesrur olmak ma'nâsmadır. el-Işmât: Bir kimseyi
düşmanının gam ve musibeti sebebiyle mesrur kılmak ma'nâsmadır.
"Eşmetehu'llâhu bihi" denilir ki, "Allah onu düşmanının
beliyyesiyle sevinçli kılsın" demektir.
et-Teşmît de onun
mürâdifidir ki, aksıran adama "Yerhamuke'llâhu" diye duâ
eylemektir... Sarihin beyânına göre binası izâle içindir; "Allah seni
şe-mâtetten uzak kılsın" sebkindedir... (Kaamûs Ter.).
Bu hadîs, "Yerhamuke'llâhu"duasının, aksırıp da "el-Hamdu
Hilafı" diyen mü'minin bu hanıdine karşılık olarak söyleneceğini
öğretmektedir. Bu merhamet duasını da o kimsenin "Yefıdînâ
veyehdîkumu'llâhu (= Allah bize ve size hidâyet eylesin)" duâsiyle
karışlaması güzel olur.
[242] Bununla maksad ya bundan sonraki bâbda gelecek olan
Ebû Hureyre hadîsidir, yâhud da bâbda zikredilen "Aksırmayı işiten her
mü'min üzerine ona duâ etmesi bir haktır" hadîsidir. Demek ki bu yolda duâ
ve teennî ile mukaabele etmek, mü'minin mü'min üzerinde bir hakkı olmaktadır.
[243] Buhârî bu hadîsi küçük farklılıklarla ve bâzı
maddeleri öne geçirilmiş veya geriye bırakılmış olarak Sahîh'mm birçok yerinde
getirmiştir: Hadîs Cenazeler, Mezâlim, Libâs, Tıbb, Nİkâh'ta geçmişti.
İnşâallah Nuzûr'da da gelecektir.
[244] Aksırıp hapşırma nezle gibi bir rahatsızlıktan da
olabildiğinden, parantez içerisine "Sağlık ve hafifleme sebebi olan"
diye bir kayıd konuldu. Beden hafifliği ve seddlerin açılmasına sebeb olan
hapşırma, tâat ve hayır fiilleri için neşât ve çeviklik gerektirir. Aksıranın
bu sağlık ve hafifleme ni'metine karşı Allah'a ham-detmesi müstehâb olur. Onun
için Allah hapşırmayı ve hamdedilmesinİ sever.
Esneme ise bedenin
dolması, çok yemek yenilmesi ve yemekte çok şeyler karıştırılması gibi
sebeblerden olur. Bu da tenbelliğe, ibâdetten ve makbul fiillerden oturup
kalmaya götürür. Allah bu hâlleri de sevmez. Burada zikredilen mahabbet ve
kerahet, bunların sebebi olan şeylere döndürülür.
Esnemenin şeytândan
olması, şeytânın esneme sebeblerini sevmesindendir.
Esneme hâlini gidermeye çalışmak, sebeblerini gidermeye çalışmakla veya
elini ağzı üzerine koymak, dudaklarını kapatmak süretleriyle olur (Kastallânî).
[245] işte bunlar îslâm medeniyetinin insanlığa öğrettiği
ebediyyen eskimeyecek en yüksek medeniyet ve muaşeret âdabı düstûrlarındandir.
[246] Bu hadîs, aksıranı duâ ile karşılamanın, ancak aksırma
ni'metini ihsan eden Allah'a hamdetmesi şartına bağlı olduğuna delâlet
etmektedir.
[247] Bu hadîsin Bed'u'l-Halk'ta geçen rivayetinde ve
buradaki 246 rakamlı hadîste "Biriniz esneyip de 'Hâ' dediği (ağzını açıp
ayırdığı) zaman, şeytân onun bu gafletinden güler" ziyâdesi vardır.