88- KİTABU'D-DİYAT. 2

1- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 3

Ve Haddlerde İkrar Babı 4

3- Hâkimin, Katl Suçuyla İttihâm Edilen Kişiyi Sorguya Çekmesi, Nihayet Suçunu İkrar Ederse Hadd Uygulaması Ve Haddlerde İkâr Babı 5

4- Bâb: Bir Şahıs Diğer Bir Şahsı Taşla Yâhud Deynekle Öldürdüğü Zaman (Öldürdüğü Şeyle Mi, Yoksa Kılıçla ' Mı Kısas Yapılır)? 5

5- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 5

6- Taşla Kısas Yapan Kimse Babı 6

7- Bâb: 6

8- Haksız Olarak Bir Adamın Kanını İsteyen Kimse(Nin Hükmünü Beyân) Babı 7

9- Hatâ İle Öldürmede Maktulün Velîsinin Kaatilden Affı, Maktulün Ölmesinden Sonradır Babı 7

10- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 7

11- Bâb: Şahıs, Öldürmeyi Bir Kerre İkrar Ederse Bu İkrarı İle Öldürülür 7

12- Erkeğin, Kadını Öldürmesi Babı 8

13- Yaralamalarda Erkekler İle Kadınlar Arasında Kısas (Yapılması) Babı 8

14- Nefsi Yâhud Bir Organı Hususunda Hâkimin Hükmü Olmaksızın Hakkını Alan Yâhud Kısas Yapan Kimse Babı 8

15- Bâb: Bir Şahıs Kalabalık İçinde Sıkışıp Öldüğü Yâhud Öldürüldüğü Zaman (Hüküm Nasıldır)? 9

16- Bâb: Bir Şahıs Yanlışlıkla Kendini Öldürdüğü Zaman, Onun İçin Diyet Yoktur 9

7- Bâb: Bir Şahıs Diğer Bir Kimseyi Isırdığı Ve Isıranın Ön Dişleri Düştüğü Zaman (Ona Birşey Lâzım Gelir Mi, Gelmez Mi)?. 9

18- Bâb: Diş, Dişe Mukaabil (Sökülür) 10

19- Parmakların Diyeti Babı 10

20- Bâb: Bir Topluluk Bir Kimseye Musibet Yaptıkları Zaman Onlardan Herbiri Cezaya Uğratılır Yâhud (Öldürmüşlerse) Hepsi Kısas Yapılır Mı? 10

21- Kasâme Yemini Babı 11

22- Bir Kavmin Evlerine İzinleri Olmaksızın Tırmanıp Bakan, Onların Da Gözünü Çıkardıkları Kimseye Diyet Yoktur Babı 13

23- Âkile Cemâati Babı 14

24- Kadının Cenîni(Nin Hükmünü Beyân) Babı 14

25- Kadının Cenininin Hükmü, Öldürülen Kadının Diyetinin Öldürenin Babası Ve Babasının Asabesi Üzerine Olduğu; Çocuk Üzerine Olmadığı Babı 14

26- Köle Yâhud Çocuktan Yardım İsteyen Kimse Babı 15

27- Bâb: 15

28- Bab: 15

29- Bir Zımmîyi Cürümsüz Olarak Öldüren Kimsenin Günâhı(Nı Beyân) Babı 16

30- Bâb: "Kâfir Kişiye Bedel Müslüman Öldürülmez' 16

31- Bâb: Müslüman Kişi Öfke Sırasında Bir Yahudi'ye Tokat Vurduğu Zaman (Üzerine Birşey Lâzım Gelmez) 16


Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle

 

88- KİTABU'D-DİYAT

(Diyetler Kitabı) [1]

 

Ve Yüce Allah'ın şu kavli: "Kim bir mü'mini kasden öldürürse cezası, içinde ebedî kalıcı olmak üzere cehennemdir. Allah ona gadab etmiştir, ona la 'net etmiştir ve ona çok büyük bir azâb hazırlamıştır" (en-Nisâ: 93) [2]

 

1-.......Amr ibn Şurahbîl şöyle demiştir: Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle dedi: Bir adam:

— Yâ Rasûlallah! Allah katında hangi günâh en büyüktür? diye sordu.

Rasûlullah (S):

  "Allah seni yarattığı hâlde Allah'a bir benzer çağırmandır" buyurdu.

O adam:

  Sonra hangi (günâh büyüktür)? diye sordu. Rasûlullah:

  "Sonra beraberinde yemek yemesinden korktuğun için çocu­ğunu öldürmendir" buyurdu.

O zât:

  Bundan sonra hangisi (büyüktür)? dedi. Rasûlullah:

— "Sonra komşunun eşiyle zina edişmendir" buyurdu.

Azîz ve Celîl olan Allah, bunların tasdîki olmak üzere şu âyetle­ri indirdi: ('Onlar ki, A ilah 'in yanına başka bir tanrı daha (katıp) tap­mazlar. Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zina etmezler. Kim bunları yaparsa cezaya çarpar. Kıyamet günü de aza­bı katmerleşir ve o azabın içinde hor ve hakîr ebedî bırakılır" (ei-

Furkaan: 68-69) [3].

 

2-.......İbn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S): "Mü'min kişi, kendisine haram bir kan bulaşmadıkça dâima dîninden (mülhem olduğu) bir genişlik içindedir" buyurdu [4].

 

3-.......Bize îshâk tahdîs etti: Ben babam Saîd ibn Amr'dan işit­tim, şöyle tahdîs ediyordu: Abdullah ibn Umer (R): Nefsini içine atan kimseler için hiçbir çıkış ve kurtuluş olmayan işlerin helak edicilerin­den biri, kan dökmeye halâl kılıcı bir hakk olmaksızın haram kan dökmektir, demiştir.

 

4- Bize Ubeydullah ibn Mûsâ, el-A'meş'ten; o da Ebû Vâil'den tahdîs etti ki, Abdullah (ibn Mes'ûd-R): Peygamber (S):

— "(Kıyamet gününde) insanlar arasında verilecek ilk hüküm, kan da'vâları hakkındadır" buyurdu, demiştir [5].

 

5-.......Bize Atâ ibn Yezîd tahdîs etti. Ona da Ubeydullah ibn Adiyy tahdîs etti. Ona da Zuhre oğulları'nın yeminli dostu olan el-Mıkdâd ibn Amr el-Kindî tahdîs etmiştir. Bu zât, Bedir'de Peygam­ber (S) ile beraber hazır bulunmuştu; o şöyle demiştir: Bir kerresinde RasûluIlah(S)'a:

— Yâ Rasûlallah! Ben bir kâfirle karşılaşsam, onunla vuruşsak da o benim elimi kılıcı ile vurup koparsa, sonra benden kaçıp bir ağaca sığınsa da "Ben Allah için müslümân oldum ("Lâ ilahe ilte'Hâh")" dese, onu bu tevhîd kelimesini söyledikten sonra öldürebilir miyim? dedim.

Rasûlullah:

  "Hayır sen onu öldürme!" buyurdu.

— Yâ Rasûlallah! O benim iki elimden birisini kesti kopardı da, tevhîd kelimesini elimi kopardıktan sonra söyledi, ben onu öldürebi­lir miyim? dedim. Rasûlullah:

  "Sakın onu öldürme! Eğer öldürürsen o senin onu öldürmez­den evvelki vaziyelindedir! (Çünkü müslümân olmuş kanı ma'sûm-dur.) Sen de onun söylediği tevhîd kelimesini söylemezden evvelki vaziyetindesin (çünkü kanın kısas ile mübâh olmuştur)" buyurdu [6].

Ve Habîb ibn Ebî Amrete, Saîd ibn Cubeyr'den söyledi ki, İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Mıkdâd'a:

— "Ey Mıkdâd!Mü'min bir kişi, kâfirlerden meydana gelen kav­minin beraberinde îmânını gizlese de (selâmete erişince) îmânını açı­ğa çıkarsa, bunun üzerine sen de onun (îmânına i'timâd etmeyerek) öldürsen (bu doğru olmaz). Nitekim sen de hicretten önce Mekke'de îmânını böyle gizliyordun!" buyurdu [7].

 

1- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

'(Kim bir canı, bir can mukaabilinde veya yeryüzünde bir fesâd çıkarmaktan dolayı olmayarak öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur.) Kim de onu kurtarırsa, bütün insanları diriltmiş gibi olur.,, "

(el-Mâide: 32).

ibn Abbâs, son fıkranın tefsiri hakkında: Kısas nev'inden bir hakk müstesna, öldürülmesi haram kılınan bir kimseyi öldürülmekten kurtaran, sanki bütün insanları kurtarmış gibi olur, demiştir [8].

 

6-.......Bize Sufyân ibn Uyeyne, el-A'meş'ten; o da Abdullah ibn Murre'den; o da Mesrûk'tan; o da Abdullah ibn Mes'ûd(R)'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Haksızca öldürülen her nefsin öldü­rülme günâhından muhakkak bir pay ilk Âdem oğlu üzerine de olur'' buyurmuştur [9].

 

7-....... Bize Şu'be tahdîs etti: Bana Vâkıd ibn Abdillah haber verip, babası Muhammed ibn Zeyd'den söyledi, o da Abdullah ibn Umer(R)'den işitmiştir ki, Peygamber (S) -Veda Haccı'nda Akabe cemresi yanında insanların toplanması sırasında-:

— "Benden sonra bir birlerinizin boyunlarını vuran kâfirlere dön-meyiniz!" buyurmuştur [10].

 

8-.......Cerîr ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Veda Haccı'nda bana "İnsanları sustur!" diye emretti de, yaptığı hutbe­de: "Benden sonra kâfirlerin âdetine dönüp birbirlerinizin boyunla­rını vurmayınız!" buyurdu.

Bu hadîsi Ebû Bekre ile İbn Abbâs da Peygamber'den rivayet ettiler [11]

 

9-.......Bize Şu'be, Firâs'tan; o daeş-Şa'bî'den; o da Abdullah ibn Amr(R)'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Bü­yük günâhlar Allah 'a ortak tanımak, ana-babaya isyan etmek -yâhud: Gamûs yemini yapmak-" buyurdu. Râvî Şu'be böyle şekkli söyledi.

Muâz ibn Muâz el-Anberî şöyle dedi: Bize Şu'be tahdîs edip şöyle dedi: "Büyük günâhlar, Allah 'a ortak tanımak, gamûs yemini etmek, ana-babaya âsî olmak -yâhud: İnsan öldürmektir-" buyurdu [12].

 

10-....... Bize Ubeydullah ibn Ebî Bekr tahdîs etti ki, kendisi Enes ibn Mâlik(R)'ten işitmiştir. Peygamber (S): "Büyük günâhlar..." buyurdu.

Ve yine bize Amr (ibn Merzûk) tahdîs etti: Bize Şu'be, İbnu Ebî Bekr'den; o da Enes ibn Mâlik(R)'ten tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Büyük günâhların en büyüğü Allah 'a şirk koş­mak, nefis öldürmek, ana-babaya ezâ etmek ve yalan söz söylemek -yâhud: Yalan şâhidliği yapmaktır-" buyurdu [13].

 

11-....... Bize Ebû Zabyân tahdîs edip şöyle dedi: Ben Usâme ibn Zeyd ibn Hârise(R)'den işittim, o tahdîs ederek şöyle dedi: Rasû-lullah (S) bizi Cuheyne kabilesinden el-Huraka boyu üzerine cihâda göndermişti. Bizler sabah vakti o kavme baskın yaptık ve onları boz­guna uğrattık. Ben, Ensâr'dan bir adamla beraber onlardan bir kim­seye kavuştuk. Biz onu kuşatıp yakalayınca "Lâ ilahe ille'llâh "dedi. Bu tevhîd sözü üzerine Ensârî arkadaşım ondan kendini çekti. Fakat ben mızrağımı ona sapladım ve onu öldürdüm. Medine'ye geldiği­mizde bu hâdise Peygamber'e ulaştı da bana:

  "Yâ Usâme! Sen o adamı 'Lâ ilahe ille'llâhu' demesinin ar­dından niçin öldürdün?" buyurdu.

Ben:

— Yâ Rasûlallah! O bu sözü ancak ölümden sığımcı olarak söy­lemiştir, dedim.

Rasûlullah:

  "Sen onu *Lâ ilahe iüe'Üâh' demesinin ardından niçin öldür­dün?" buyurdu ve bu soruyu bana karşı devamlı tekrar ediyordu.

Nihayet ben:

— Keski bu günden önce müslümân olmayaydım! diye temem-nî ettim [14].                              

 

12-....... Bize Yezîd ibn Ebî Habîb el-Mısrî, Ebû'l-Hayr'dan; o da es-Sunabihî'den tahdîs etti ki, Ubâde ibnu's-Sâmit (R) şöyle de­miştir: Ben Akabe gecesinde Rasûlullah (S) ile bey'at etmiş olan na-kîblerden birisiyim. Biz o gece Rasûlullah'a şu şartlar üzerine bey'at ettik: Allah'a hiçbirşeyi ortak kılmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, Allah'ın haram kıldığı canı öldürmemek, iftira etmemek, âsî olmamak, bunlara sâdık kaldığımız takdirde cennetle müjdelen­mek, bu günâhlardan birini işlersek bunun hükmünün Allah'a âid olduğu (üzerine) [15].

 

13-.......   Bize   Cuveyriye,   Nâfi'den;   o   da  Abdullah   ibn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Her kim biz müslümân-lara silâh çekip kıtal ederse artık o kimse biz müslümânlardan değildir" buyurmuştur.

Bu hadîsi Ebû Mûsâ el-Eş'arî de Peygamber(S)'den rivayet et­miştir [16].

 

14-.......Bize Eyyûb ve Yûnus, el-Hasenu'l-Basrî'den tahdîs et­tiler ki, el-Ahnef ibnu Kays şöyle demiştir: Ben (Alî ile Muâviye ara­sındaki Sıffîn harbi sırasında) şu adama (Alî ibn Ebî Tâlib'e) yardım etmek için gidiyordum. Bana Ebû Bekre kavuştu da:

— Nereye gitmek istiyorsun? diye sordu. Ben:

  Şu adama yardım edeceğim! dedim. O bana şöyle dedi:

  Haydi geri dön! Çünkü ben Rasûlullah(S)'tan işittim: "İki müslümân kılıçlanyle karşılaştıkları zaman ölen de, öldüren de ateştedir" Duyuruyordu. Ben: Yâ Rasûlallah, öldüren böyledir am­ma ölene ne oluyor? diye sordum. Rasûlullah: "Ölen de arkadaşını öldürmeye hırslı idi" buyurdu [17].

 

"Hitamuhu misk" (et-Tatfîf: 26) olması niyâzıyle Ondördüncü Cildin Sonu

 

Ve Haddlerde İkrar Babı

 

"Ey îmân edenler, maktuller hakkında size kısas yazıldı. Hürr, hürr ile; köle, köle ile; dişi, dişi ile (kısas olunur). Fakat kimin lehinde maktulün kardeşi tarafından cüzf birşey affolunursa (hemen kısas düşer). Artık Örfe uymak, onu güzellikle ödemek (lâzımdır).

Bu, Rabb 'inizden bir hafifletme ve rahmettir. O hâlde

kim bundan sonra tecâvüzde bulunursa, onun için pek aCltlCl bir azâb Vardir" (el-Bakara: 178) [18].

 

3- Hâkimin, Katl Suçuyla İttihâm Edilen Kişiyi Sorguya Çekmesi, Nihayet Suçunu İkrar Ederse Hadd Uygulaması Ve Haddlerde İkâr Babı

 

15-.......Bize Hemmâm ibn Yahya, Katâde'den; o da Enes ibn Mâlik(R)'ten şöyle tahdîs etti: Bir Yahûdî, (Ensâj-'dan) bir cariyenin başını iki taş arasında ezmişti (ve zînetlerini almıştı). (O câriye öl­mek üzere iken Peygamber'in huzurunda:)

— Sana bu cinayeti kim işledi? Fulân mı, fulân mı? diye soru­lup, nihayet Yahudi'nin adı anılınca, câriye başı ile "Evet" işareti yaptı.

Bunun üzerine Yahûdî yakalanıp getirildi. Bu fiili devamlı sorul­du, nihayet bu cinayeti ikrar edince, onun da başı taşla ezildi [19].

 

4- Bâb: Bir Şahıs Diğer Bir Şahsı Taşla Yâhud Deynekle Öldürdüğü Zaman (Öldürdüğü Şeyle Mi, Yoksa Kılıçla ' Mı Kısas Yapılır)? [20]

 

16-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Medîne'de bir câri­ye kadın üzerinde gümüş zînet eşyaları olduğu hâlde dışarı çıkmıştı.

Enes dedi ki: Bir Yahûdî o kadına bir taş atmış.

Enes dedi ki: Yaralı kadın ölmek üzere iken Peygamber'in yanı­na getirildi. Peygamber (S) ona:

  "Seni fulân kimse mi öldürdü?" diye sordu.

Kadın ("Hayır" ma'nâsına) başını yukarı kaldırdı. Peygamber soruyu tekrar etti ve:

  "Seni fulân kimse mi öldürdü?" buyurdu.

Kadın yine ("Hayır" yerine) başını kaldırdı. Peygamber üçün­cü defasında:

  "Seni fulân kimse mi öldürdü?" diye sordu.

Bu sefer kadın "Evet" ma'nâsına başını aşağıya indirdi. Bunun üzerine Rasûlullah o Yahudi'yi çağırttı (da soruşturma yapıp suçunu i'tirâf edince) onu da iki taş arasında öldürdü [21].

 

5- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

Biz onda (Tevrat'ta) onların üzerine (şunu) yazdık:

Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş karşılıktır; yaralar birbirine kısastır. Fakat kim bunu sadaka olarak bağışlarsa o, kendisine keffârettir* Kim Allah hn indirdiği hükümlerle hükmetmezse, onlar zâlimlerin tâ kendileridirler" (ei-Mâide: 45) [22].

 

17-.......Bize el-A'meş, Abdullah ibn Murre'den; odaMesrûk'tan tahdîs etti ki, Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Rasûlul-lah (S) şöyle buyurdu: "Allah'tan başka (ibâdete lâyık) tanrı bulunma­dığına ve benim A ilah 'in Rasûlü olduğuma şehâdet etmekte olan müs-lümân bir kimsenin kanı halâl olmaz, ancak şu üç şeyden biri ile halâl olur: Maktulün hayâtı karşılığında öldürülmesi, zina edenin evli ol­ması, İslâm Dînî'nden çıkıp müslümân cemâatini terketmesi!" [23].

 

6- Taşla Kısas Yapan Kimse Babı

 

18-.......Bize Şu'be, Hişâmibn Zeyd'den; o daEnes(R)'ten şöyle tahdîs etti: Bir Yahûdî, üzerindeki gümüş zînet eşyalarım almak için bir cariyeyi taş ile öldürdü. Ölmeye yüz tutmuş olduğu hâlde bu câriye Peygamber(S)'in yanına getirildi. Peygamber ona:

— "Seni fulan kimse mi Öldürdü?" diye sordu. Kadın başıyle "Hayır" diye işaret etti.

Peygamber ikinci defa bir ismi zikrederek sordu. Kadın yine ba­şıyle "Hayır" diye işaret etti. Üçüncü sorusunda ise kadın başıyle "Evet!" diye olumlu bir işaret verdi. Bunun üzerine Peygamber o Yahudi'yi iki taş ile öldürdü [24].

 

7- Bâb:

 

"Her kimin bir kimsesi öldürülürse, iki şeyden hangisi kendisi hakkında hayırlı ise onu isteyebilir (yânı iki şey arasında muhayyerdir; ya kendisine diyet verilir, ya maktulün ehli kısas ettirir)"

 

19-.......Bize Ebû Hureyre (R) şöyle tahdîs etti: Huzâahlar, Câhiliyet günlerinde öldürülmüş bir Huzâalı adama karşılık Leys oğul­larından bir kimseyi Mekke fethi yılında öldürmüşlerdi. Rasûiul-lah(S)'a haber verilince, hemen ayağa kalktı, yaptığı hutbesinde şun­ları söyledi:

  "Şübhesiz Allahfîlin ordusunu Mekke'ye girmekten habset-miştir, Allah Mekkeliler üzerine kendi rasûlü ile mü'minleri saldırt-mıştır. Haberiniz olsun: Mekke benden evvel hiçbir kimse için halâl olmadığı gibi, benden sonra da hiçbir kimse için halâl olmayacaktır. Biliniz ki, o ancak bana da yalnız bir gündüzün bir saatinde halâl kılınmıştır. Bilmiş olunuz ki, işte bu saatimde Mekke benim için de haramdır. Mekke'nin dikeni bile koparılmaz, ağacı kesilmez, yitiği­ni kimse elini uzatıp alamaz, ancak sahibini aramak için arayıp i'lân edici kimse alabilir. O hâlde her kimin bir kimsesi öldürülürse, iki şeyden hangisi kendisi hakkında hayırlı ise, onu isteyebilir (yânî iki şey arasında muhayyerdir: Ya kendisine diyet verilir, yâhud maktu­lün ehli kısas ettirir)/"

Bu hutbe üzerine Yemen ahâlîsinden olup Ebû Şâh denilen bir adam ayağa kalktı da:

  Yâ Rasûlallah! Şu söylediklerini benim için yaz! dedi.    

Rasûlullah da:                                                                 

  "Bunları Ebû Şâh için yazın!" emrini verdi.            

Sonra Kureyş'ten bir zât ayağa kalktı, o da:

— Yâ Rasûlallah! Izhır otu müstesna olsun! Çünkü biz onu eylerimizin inşâsında ve kabirlerimizde kullanıyoruz! dedi.           

Rasûlullah:                                                                     

  "Izhır müstesna olsun!" buyurdu.

Ubeydullah, Şeybân'dan fîl lafzı hususunda Harb ibn Şeddâd'a mutâbaat etti. Bâzı kimse de (yânî şeyh Muhammed ibn Yahya ez-Zuhlî) Ebû Nuaym'dan "Allah Mekke'de katli haram kılmıştır" şek­linde söyledi. Ubeydullah da: "Yâhud da maktulün ehli kısas yaptırır" şeklinde söylemiştir [25].

 

20-.......îbn Abbâs (R) şöyle demiştir: İsrâîl oğullan'nda kısas vardı, fakat onlarda diyet yoktu. Yüce Allah, Kitâb'mda bu ümmete hitaben: "Ey îmân edenler, maktuller hakkında size kısas yazıldı. Hürr, hürr ile; köle köle ile; dişi dişi ile (kısas olunur). Fakat kimin lehinde maktulün kardeşi tarafından cüz T birşey affolunursa, artık örfe uymak, onu güzellikle ödemek lâzımdır... " {d-Bakara: 178) buyur­du.

İbn Abbâs "Fe men ufiye" kavlini tefsir ederek, şöyle dedi: Afv, amden öldürmede maktulün velîsinin kaatilden diyet kabul etmesi­dir (ve kanı terketmesidir).

Yine İbn Abbâs: "FeHtibâun bVl-ma'rûf" da maktulün velîsi­nin kaatilden ma'rûf veçhile diyeti istemesi ve kaatilin de o diyeti gü­zellikle ödemesidir, dedi [26].

 

8- Haksız Olarak Bir Adamın Kanını İsteyen Kimse(Nin Hükmünü Beyân) Babı

 

21-....... Bize Nâfi' ibn Cubeyr, Ibn Abbâs(R)'tan tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Allah'a insanların en sevim­siz olanı üç sınıftır: a. Harem içinde zulüm ve haksızlık eden; b. İs­lâm camiası içinde Câhiliyet âdetini araştırıp, onu bulup yaşatmak isteyen (mürteci'), c. Haksız yere dökmek için ma'sûm bir kişinin ka­nım külfetle araştıran'' [27].

 

9- Hatâ İle Öldürmede Maktulün Velîsinin Kaatilden Affı, Maktulün Ölmesinden Sonradır Babı

 

22-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Uhud günü harb sırasında İblîs insanların içinde:

— Ey Allah'ın kulları, arka tarafınızdan sakınınız! diye bağırdı.

Bu ses ile mücâhidlerin önde bulunanları, arka taraftakiler üze­rine döndüler, (onları düşman sanarak hücum ettiler). Nihayet Hu-zeyfe'nin babası el-Yemân'ı öldürdüler.

Huzeyfe:

— (Ne yapıyorsunuz?) O babamdır, o babamdır! (Onu öldür­meyin!) diye bağırdı (Fakat onu işitmediler) ve yanlışlıkla Yemân'ı öldürdüler.

Huzeyfe yanlışlıkla olan bu öldürmeye karşı:

  Allah sizleri mağfiret eylesin! demekle yetindi.

Râvî: Uhud günü müşrikler bozulmuş, hattâ onlardan bir toplu­luk Taife kadar kaçıp onlara katılmışlardı, demiştir [28].

 

10- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

"Bir müzminin diğer bir mü'mini, yanlışlık eseri olmayarak öldürmesi yakışmaz. Kim bir mü 'mini yanlışlıkla öldürürse, mü ymin bir köleyi azâd etmesi ve ölenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi lâzımdır.

Meğer ki, onlar o diyeti sadaka olarak bağışlamış olsunlar. Eğer öldürülen mü'min olmakla beraber size düşman bir kavimden ise, o zaman öldürenin bir köle azâd etmesi lâzımdır. Şayet kendileriyle aranızda andlaşma olan bir kavimden ise, o vakit mirasçılarına bir diyet vermek ve bir de mü 9min bir köle azâd etmek gerekir. Kim bunları bulamazsa Allah 'tan tevbesinin kabulü için birbiri ardınca iki ay oruç tutması îcâb eder. Allah herşeyi bilendir, gerçek hüküm ve hikmet Sâhİbİdİr" (en-Nisâ: 92) [29].

 

11- Bâb: Şahıs, Öldürmeyi Bir Kerre İkrar Ederse Bu İkrarı İle Öldürülür

 

23-.......Bize Enes ibn Mâlik (R) şöyle tahdîs etti: Bir Yahûdî, bir cariyenin başını iki taş arasında ezdi. Ölmek üzere olan kadına:

— Bunu sana kim yaptı? Fulân kimse mi, Fulân kimse mi? diye soruldu.

Nihayet o Yahudi'nin ismi söylenince, kadın başıyle "Evet" di­ye işaret etti. Yahûdî yakalanıp getirildi, soruldu, o da suçunu i'tirâf edince Peygamber (3) emretti de onun başı da taşla ezildi.

Râvî Hemmâm ibn Yahya "İki taşla ezildi" diye söylemiştir [30].

 

12- Erkeğin, Kadını Öldürmesi Babı

 

24-.......Bize Saîd ibn Ebî Arûbe, Katâde'den; o da Enes ibn Mâlik(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) bir Yahûdî erkeğini, üs­tündeki gümüş zînetlerini almak için öldürdüğü bir câriye kadına mu­kaabil öldürmüştür [31].

 

13- Yaralamalarda Erkekler İle Kadınlar Arasında Kısas (Yapılması) Babı

 

İlim ehli (yânî onların cumhuru) da: Erkek, kadına mukaabil öldürülür, demişlerdir. Umer ibnu'l-Hattâb'dan: Nefse ulaşan her kasıtlı öldürmede ve onun aşağısında olacak her yaralamada, kadın, öldürdüğü erkekten dolayı kısas edilir, dediği zikrolunuyor.

Umer ibnu Abdilazîz de Umer'in rivayet ettiği bu görüşe gitmiştir. İbrâhîm en-Nahaî, Ebu'z-Zinâd, ve Ebu'z-Zinâd'ın bâzı arkadaşları da bu görüşe gitmişlerdir [32].

Enes ibnu'n-Nadr'ın kızkardeşi er-Rubeyy', bir insanı yaraladı da Peygamber (S): "Kısas" buyurdu [33].

 

25-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Biz Peygamber(S)'e hastalığında ağzına ilâç koymuştuk. O da bize "İlâç vermeyin" diye işaret etmiş­ti. Fakat biz:

— Rasûlullah'in ilâç istememesi, hastanın ilâçtan hoşlanmama-sıdır, dedik (ilâç vermeye devam ettik).

Rasûlullah- ayıhnca:

  "Sizlerden ev içinde bulunan herkes hiç kimse katmadan mu­hakkak bu ilâçtan alacaktır, ancak Abbâs müstesna! Çünkü o beni ilâçlamakta sizinle bulunmadı" buyurdu [34].

 

14- Nefsi Yâhud Bir Organı Hususunda Hâkimin Hükmü Olmaksızın Hakkını Alan Yâhud Kısas Yapan Kimse Babı [35]

 

26-.......Bize Ebu'z-Zinâd tahdîs etti; ona da el-A'rec tahdîs etti ki, o Ebû Hureyre(R)'den işitmiştir. Ebû Hureyre de Rasûlul-lah(S)'tan: "Bizler (dünyâda) sonra gelenleriz, (âhirette) öne geçecek olanlarız*.." buyururken işittiğini söylüyordu.

Yine bu isnâd ile Rasûlullah (S): "Eğer sen evinde iken içeriye bakmasına izin vermediğin bir kimse, senin evinin içine baksa, sen de ona bir taş atıp gözünü çıkarsan, senin üzerine günâh yoktur" bu­yurduğunu rivayet etti [36].

 

27-.......Bize Yahya ibn Saîd el-Kattân, Humeyd et-Tavîl'den şöyle tahdîs etti: Bir adam, Peygamber(S)'in evinin içine doğru bak­tı. Peygamber de hemen elindeki enli oku, o kimseye doğru yöneltti.

Yahya dedi ki: Ben Humeyd'e:

  Bu hadîsi sana kim tahdîs etti? diye sordum. Humeyd:

  Bunu bana Enes ibn Mâlik tahdîs etti, diye cevâb verdi [37].

 

15- Bâb: Bir Şahıs Kalabalık İçinde Sıkışıp Öldüğü Yâhud Öldürüldüğü Zaman (Hüküm Nasıldır)? [38]

 

28-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Uhud günü olduğu zaman müş­rikler harb meydanında bozguna uğratıldılar. Bu sırada İblîs (müs-lümânların içinde):

— Ey Allah'ın kullan! Arkanızdan gelenlerle mukaatele ediniz! diye bağırdı.

Bu ünleme ile önde bulunanlar arkadan gelenleri müşriklerden sanarak, onlarla harbetmek için geri döndüler. Bunlar ve onlar mu­kaatele ettiler. Bu sırada Huzeyfe bir de baktı ki, arkadaki babası el-Yemân'dır (Müslümanlar onu müşriklerden sanarak öldürüyorlar­dı). Hemen:

— Ey Allah'ın kullan! O benim babamdır! O benim babamdır!

diye bağırdı...

Âişe dedi ki: Vallahi müslümânlar ondan ayrılmayıp nihayet onu (yanlışlıkla) öldürdüler. Huzeyfe (onların, babasını müşriklerden sa­narak yanlışlıkla öldürmüş olmaları özründen dolayı):

  Allah sizleri mağfiret eylesin! dedi.

Bu senedle gelen bir rivayette Urve: Bu fiilden dolayı Huzeyfe'-den tâ Allah'a kavuşuncaya kadar babası üzerine bir hüzün bakıyye-si devam edip durdu, demiştir [39].

 

16- Bâb: Bir Şahıs Yanlışlıkla Kendini Öldürdüğü Zaman, Onun İçin Diyet Yoktur

 

29-.......Seleme ibnu'I-Ekvâ (R) şöyle demiştir: Bizler Peygam­ber (S) ile beraber Hayber gazasına çıktık. Yolda giderken sahâbîler-den bir adam (amcam) Âmir ibnu'l-Ekvâ'a:

— Yâ Âmir! Kısa vezinli şiirlerinden bizlere dinlet! dedi. Bunun üzerine Âmir, recez denilen kısa vezinli şiirlerini tegannî  ile okuyarak kaafilenin develerini yollandırdı. Peygamber:

— "Şiir inşâd ederek develeri yollandıran kimdir?" diye sordu. 'u Sahâbîler:

  Âmir ibnu'I-Ekvâ'dir! Dediler

Peygamber:                                                                  

— "Allah ona rahmet eylesin!" diye duâ etti.               

Sahâbîler:            

  Yâ Rasûlallah! Âmir'le bizi faydalandırmak için keski onu bizlere bağışlasaydın! dediler.

Nihayet Hayber gecesinin sabahında Âmir yaralandı (ve bundan öldü). Bir topluluk:

— Âmir'in ameli bâtıl oldu, o kendini öldürdü! dediler.      

Ben Hayber'den döndüğüm sırada onlar hâlâ:

  Âmir'in âmeli bâtıl oldu! diye konuşuyorlardı.             

 Bunun üzerine ben Peygamber'e geldim ve:

— Ey Allah'ın Peygamberi! Babam, anam Sana feda olsun! Bâzı'/ kimseler Âmir'in gazasının bâtıl ve şehîdliğinin mükâfâtsız olduğu* \ nu iddia ettiler! dedim.

Peygamber:

  "Bu iddiada bulunan kimse yalan söylemiştir. Şübhesiz Âmir için iki ecir ve sevâb vardır: Muhakkak ki o bir câhiddir, bir mücâ-hiddir. Hangi şehidin ecri onun ecrinden daha ziyâde olabilir!" bu­yurdu [40].

 

7- Bâb: Bir Şahıs Diğer Bir Kimseyi Isırdığı Ve Isıranın Ön Dişleri Düştüğü Zaman (Ona Birşey Lâzım Gelir Mi, Gelmez Mi)?

 

30-.......Bize Katâde tahdîs edip şöyle dedi: Ben Zurâre ibn Evfâ'dan işittim, o da İmrân ibn Husayn'dan: Bir adam diğer bir ada­mın elini ısırdı. Işınlan kimse elini ısıranın ağzından şiddetle çekti. Bu çekişten ısıranın ön dişleri düştü. Sonunda Peygamber(S)'e gelip muhakeme oldular. Peygamber:

— "Biriniz kardeşini, kuvvetli erkek devenin ısırışı gibi ısırır (mı)? Senin dökülen dişlerin için diyet yoktur!" buyurdu [41].

 

31-.......Ya'lâ ibn Umeyye (R) şöyle demiştir: Ben bir gazveye çıktım. Bir adam diğer bir adamı ısırdı. Işınlan kimse elini şiddetle çekti. Bu çekişle ısıranın ön dişini yerinden çıkardı. Peygamber (S) düşen dişin diyeti olmadığına hükmetti.

 

18- Bâb: Diş, Dişe Mukaabil (Sökülür)

 

32-....... Bize Humeyd et-Tavîl, Enes(R)'ten şöyle tahdîs etti: en-Nadr'm kızı er-Rubeyy', bir cariyeye tokat vurdu ve onun dişini kırdı. Dişi kırıian cariyenin ailesi Peygamber (S)'e gelip da'vâyı ar-zettiler. Peygamber, er-Rubeyy' üzerine kısas emretti [42].

 

19- Parmakların Diyeti Babı

 

33-.......Bize Şu'be, Katâde'den; o da İkrime'den; o da îbn Abbâs(R)'tan tahdîs etti ki, Peygamber (S): "işte şu ve şu, yâni küçük i parmakla baş parmak (diyet hususunda) müsavidir" buyurmuştur [43].

 

34-......Buradaki senedde de İbn Abbâs: Ben Peygamber(S)'den bunun benzerini işittim, demiştir.

 

20- Bâb: Bir Topluluk Bir Kimseye Musibet Yaptıkları Zaman Onlardan Herbiri Cezaya Uğratılır Yâhud (Öldürmüşlerse) Hepsi Kısas Yapılır Mı? [44]

 

Mutamı, eş-Şa'bfden söyledi ki: İki kişi bir adamı , Alî'ye getirip, onun hırsızlık yaptığına şâhidlik   etmişler. Alî de bu şehâdetle hırsızlığı sabit olan o kimsenin elini kesmiş. Sonra bu iki şâhid başka bir                                adamı daha Alî'nin huzuruna getirmişler de:

Biz evvelki adamın hırsızlık yaptığında yanıldık! demişler. Bunun üzerine Alî, o iki şahidin diğer kimse aleyhindeki şehâdetlerini de iptal etmiş ve o iki kişi yakalanıp onlardan, birinci adamın kesilen elinin diyeti alınmıştır.

Alî: Eğer ben sizin şâhidliğinizde yalan söylemeyi kasdettiğinizi bilmiş olaydım, muhakkak sizin elinizi keserdim! Demiştir [45].

 

35- Buhârî şöyle dedi: Ve bana İbnu Beşşâr söyledi. Bize Yahya ibn Saîd, Ubeydullah'tan; o da Nâfi'den; o da İbn Unıer(R)'den şöyle tahdîs etti: Bir oğlan aldatılarak öldürüldü. îbn Umer:

— Eğer bu öldürme fiilinde San'â ahâlîsi iştirak etmiş olsalardı, muhakkak ben onların hepsini öldürürdüm, demiştir.

Mugîre ibnu Hakîm es-San'ânî, babası Hakîm'den: Dört kişi bir çocuğu öldürdüler. Bunun üzerine Umer de aynı sözü söyledi, demiştir.

Ebû Bekr, İbnu'z-Zubeyr, Alî ibn Ebî Tâlib, Suveyd ibnu Mu-karrin dörtlüsü de tokattan kısas yapmışlardır.

Umer de vurmadan dolayı kırbaçla kısas yapmıştır. Alî ibn Ebî Tâlib de üç kamçı vurmaktan dolayı kısas yapmış­tır.

Kaadi Şurayh da bir deynek vurmasından ve küçük yaralardan dolayı kısas yapmıştır [46].

 

36-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) hasta iken (baygın hâlinde) ağzına ilâç koyduk. O da bize:

  "İlâç vermeyin!" diye işaret etmeye başladı. Biz:

— Rasûlullah'm çekinmesi, hastanın ilâcı sevmemesidir! dedik

(ve ilâç vermeye devam ettik). Ayılmca:

  "Ben sizi ilâç vermekten nehyetmedim mi?" diye azarladı. Biz yine:

— Hasta ilâçtan hoşlanmaz (onun için azarlıyor), dedik (ve ilâç vermeye devam etmek istedik).

Bunun üzerine Rasûlullah:

  "Sizden ev içinde bulunan herkes, hiç kimse kalmaksızın bu ilâçtan alacaktır. İşte ben ona bakıyorum. Yalnız Abbâs müstesna­dır. Çünkü o, beni ilâçlamakta sizinle bulunmadı!" buyurdu .

 

21- Kasâme Yemini Babı [47]

 

Ve el-Eş'as ibn Kays şöyle demiştir: Peygamber (S):

"(Da'vânı isbât edecek şey) senin iki şahidindir, yâhud da onun yemini vardır" buyurdu [48].

Abdullah ibnu Ebî Muleyke de: Muâviye ibn Ebî Sufyân kasâme yemini ile kısas yapmadı, demiştir.

Umer ibn Abdilazîz (99 senesinde) Basra üzerine emîr ta'yîn ettiği Adiyy ibn Ertae'ye, yağcıların evlerinden bir evin yanında bulunmuş olan bir maktul hakkında şöyle yazmıştır:

"Eğer maktulün sahihleri beyyine bulurlarsa (onunla hükmet), sâhibleri beyyine bulamazlarsa bu hususta beyyinesiz olarak hüküm vermekle insanlara zulmetme! Çünkü bu iş, kıyamete kadar hakkında hüküm verilemiyecek olan bir iştir!" [49]

 

37-.......Ensâr'dan Sehl ibn Ebî Hasme denilen sahâbî (R), Buşeyr ibn Yesâr'a şöyle haber vermiştir: Kendi kavminden bir toplu­luk Hayber'e gittiler. Hayber hurmalıkları içinde kendi işlerine dağıldılar. Sonra kendilerinden birini (Abdullah ibn Sehl'i) öldürül­müş olarak buldular. Bu topluluk, cesedin arazîlerinde bulunduğu Hayber liler'e:

  Siz bizim arkadaşımızı öldürdünüz! dediler. Hayberliler de:

— Onu biz Öldürmedik, onun kaatilini de bilmiş değiliz! dediler. Sonra bu sahâbîler topluluğu Peygamber(S)'e gidip:

— Yâ Rasûlallah! Bizler Hayber'e gittik ve orada birimizi öldü­rülmüş hâlde bulduk, dediler.

Peygamber:

  "Büyük konuşsun, büyük konuşsun!" buyurdu. Sonra onlara:

  "Onu öldüren kimse üzerine beyyine getireceksiniz" buyur­du.

Onlar:

  Bizim beyyinemiz yoktur, dediler. Peygamber:

  "O takdirde Yahudiler onu kendileri öldürmediklerine dâir yemîn ederler" dedi.

Sahâbîler:

— (Yâ Rasûlallah!) Biz Yahûdîler'in yeminlerine razı olmayız! dediler.

Rasûlullah, öldürülen kişinin kanını bâtıî ve heder kılmayı iste­medi de zekât develerinden yüz tanesini onun diyeti olmak üzere ver­di [50].

 

38-.......Bana Ebû Kılâbe ailesinden olan Ebû Recâ tahdîs etti. Bana Ebû Kılâbe Abdullah şöyle tahdîs etti: Umer ibnu Abdilazîz, halifeliği zamanında bir gün üzerine oturduğu serîrini insanlar için evinin dışına çıkardı. Sonra insanlara yanına girmelerine izin verdi. İnsanlar onun huzuruna girdiler. Halîfe onlara:

  Bu kasâme yemîni hakkında ne diyorsunuz? dedi. Onlar:

  Biz kasâme ile kısas vâcib bir haktıf; kasâme ile (Muâviye ibn Ebî Sufyân, Abdullah ibnu'z-Zubeyr, Abdulmelik ibn Mervân gibi) halîfeler kısas yapmışlardır diyoruz, dediler. Ebû Kılâbe dedi ki: Bana da:

— Sen kasâme hakkında ne diyorsun yâ Ebâ Kılâbe! diye sordu ve beni insanlar önünde (onlarla münazara ettirmek için) dikti.

Ben de cevâbında şöyle dedim:

— Ey Mü'minlerin Emîri, ordu kumandanları ve Arab'ın şerif­leri huzûrundadir. Şu mes'elede nasıl re'y edersin, bana haber ver: Eğer Şam'da bulunan evli bir erkek aleyhine onlardan elli adam, onu görmedikleri hâlde onun zina ettiğine şâhidlik etmiş olsalardı, sen o adamı onların bu şehâdetleriyle recm eder miydin? dedim.

O da:

  Hayır (recm etmezdim), diye cevâb verdi. Ben yine:

— Re'yini bana haber ver: Şayet Hımıs'ta bulunan bir erkek aley­hine, onu gözleriyle görmedikleri hâlde onlardan elli kişi, o hırsızlık yapmıştır diye şâhidlik etselerdi, sen onun elini keser miydin? dedim.

Halîfe bu sorumu da:

  Hayır, diye cevâbladı. Ben:

— Allah'a yemîn ederim ki, Rasûlullah (S) şu üç hasletten başka hiç bir kimseyi asla öldürmedi: a. Kendi nefsinin çekmesi veya cina­yeti ile haksız olarak öldüren ve bu sebeble kisasen öldürülen; b. Ev­lilikten sonra zina eden; c. İslâm Dîni'nden çıkarak, Allah'a ve Rasûlü'ne harb açan kimse.

Oradaki topluluk:

  Enes ibn Mâlik sana: Rasûlullah(S)'ın hırsızlarda veya hır­sızlıkta el kestiğini, gözleri oyduğunu ve onları güneşe attığım tahdîs etmiş değil mi? dediler.

Ben de onlara şöyle dedim:

— Sizlere ben Enes ibn Mâlik'in hadîsini tahdîs edeyim: Bana Enes şöyle tahdîs etti: Ukl kabîlesinden sekiz nefer insan Rasûlullah'a gel­diler ve onunla İslâm üzerine bey'atlaştılar. Müteakiben Medine ara­zîsinin havası onlara ağır geldi de vücûdları hastalandı. Onlar bu hastalıklarını Rasûlullah'a arzettiler. Rasûlullah (S): "Bizim çobanı­mızla beraber develerin yanına çıksanız, onların sütlerinden ve bevl-lerinden nail olsanız?" buyurdu. Onlar: Peki, deyip develerin yanma çıktılar. Onların sütlerinden ve sidiklerinden içtiler ve sıhhat buldu­lar. Akabinde Rasûlullah'm çobanını öldürdüler, develeri de sürüp gittiler. Derken bu haber Rasûlullah'a ulaştı. Rasûlullah derhâl ar­kalarından bir seriyye gönderdi. Kısa zamanda yakalanıp geri geti­rildiler. Rasûluilah emretti, elleri ve ayakları kesildi, gözlerini de oydurdu. Sonra onları güneşe attırdı ve nihayet öldüler.

Ben:

— Bunların işlemiş oldukları suçtan daha şiddetli hangi suç var­dır: Bunlar İslâm Dîni'nden geri dönmüşler, insan öldürmüşler, hır­sızlık yapmışlardır, dedim.

Anbese ibnu Saîd:

  Vallahi ben bu gün senden işittiğimin benzerini bu günden Önce asla işitmiş değilim! dedi.

Ebû Kılâbe dedi ki: Ben Anbese'ye:

— Ey Anbese! Sen benim bu hadîsimi bana karşı redd mi edi­yorsun? dedim.

Anbese:

— Hayır (sana karşı reddetmiyorum), lâkin sen hadîsi tastamam olduğu gibi getirdin. Vallahi bu şeyh (yânî Ebû Kılâbe) aranızda ya­şadığı müddetçe bu ordu (yânî Şâm ahâlîsi) hayırdan asla ayrılmaz­lar, dedi.

Ben konuşmama şöyle devam ettim:

— Bu, benzeri işlerde uygulanmak üzere Rasûlullah tarafından konulmuş bir kaanûn olmuştur. Rasûlullah'm huzuruna Ensâr'dan bir topluluk girdi, O'nun yanında konuştular. Sonra onlardan biri Hayber'e doğru yola çıktı. O kişi önlerinden gitti ve orada öldürül­dü. Ötekiler de onun ardından Hayber'e çıktılar. Bir de gördüler ki, arkadaşları (Abdullah ibn Sehl) kan içinde debeleniyor. Hemen Ra­sûlullah'm yanına döndüler ve:

— Yâ Rasûlallah! Arkadaşımız bizimle beraber senin yanında konuşuyordu, bizim önümüzde yola çıktı, biz onu kan içinde bula-nır vaziyette bulduk! dediler.

Rasûlullah (evinden yâhud mescidinden) çıkıp onların yanına geldi ve:

  "Onu kimin öldürdüğünü düşünüyor veya görüyorsunuz?" diye sordu.

Onlar da:

  Biz onu Yahûdîler'in öldürdüğünü düşünüyoruz, dediler. Rasûlullah, Yahûdîler'e haberci salıp onları çağırttı ve:

  "Bunu öldüren sizler misiniz?" diye sordu. Onlar:

  Hayır, dediler. Rasûlullah iddiacılara:

  "Siz, Yahudiler'den elli kişinin onu öldürmediklerine dâir ye­mîn etmesine razı olur musunuz?" dedi.

Onlar:

— Yahûdîler bizim hepimizi öldürmelerine ehemmiyet vermez­ler, sonra da öldürmediklerine yemîn ederler! dediler.

Rasûlullah yine müddeîlere hitaben:

  "Sizler kendinizden elli kişinin (onu bunlar öldürdü mîni ile diyete hakk kazanır mısınız?" buyurdu.

O sahâbîler:

  Bizler bu yemini yapamayız! dediler.

Bunun üzerine Rasûlullah o kimsenin diyetini kendi malından verdi [51].

Ebû Kılâbe geçen senedle şöyle dedi: Ben şöyle dedim: Huzeyl kabilesi Câhiliyet devrinde kendilerinin yeminli bir dostlarından ay­rılmışlar:

  Sen bizden, biz de senden değiliz, demişlerdi.

O ayrılman kimse Yemen'den bir ev halkına (onlardan hırsızlık için) Bathâ denilen Mekke vadisinde geceleyin hücum etti. O ev halkın­dan bir adam, o hırsızın gelmesiyle uyandı da ona bir kılıç darbesi attı ve onu öldürdü. Akabinde Huzeyl kabilesi geldiler ve o Yemenli adamı (yânı kendisinden ayrılınmış olup da hırsızlık teşebbüsü sıra­sında onu öldüren kimseyi) yakaladılar ve hacc mevsiminde Umer ibnu'l-Hattâb'ın huzuruna çıkardılar ve:

  Bu adam bizim arkadaşımızı öldürdü, dediler. Kaatil de:

— O, hırsızlık yapmıştır ve bunlar, yânı onun kavmi de bundan ayrılmış hâldedirler, dedi.

Umer de:

  Huzeyl kabilesinden elli kişi ondan ayrılmadıklarına yemîn ederler, dedi.

Bunun üzerine onlardan kırkdokuz kişi o kimseden ayrılmadık­larına yafan olarak yemîn etti. Bu sırada Huzeyl kabilesine mensûb olan bir adam Şam'dan geldi. Hemen ondan da kendileri gibi o zât­tan ayrılmadıklarına dâir yemîn etmesini istediler. O Şam'dan gelen adam bin dirhem fidye verip yeminini onlardan kurtardı. Bu sefer onun yerine başka bir adam soktular. Böylece Umer o adamı maktu­lün kardeşine teslîm etti. Onun eli, ötekinin eliyle bir yere getirilip bağlandı. Bunlar şöyle dediler:

  Biz elli kişi, yânî ondan ayrılmadığımıza yemîn eden bizler -(hakikatte yemîn edenler ancak kırkdokuz olduğundan burada küll söylenip cüz irâde edilmiştir)- yürüdük. Nihayet Mekke'den bir ge­celik uzaklıkta olan Nahle mevkiine vardıkları zaman kendilerini bir yağmur yakaladı. Hemen bir mağaraya girdiler. Akabinde o mağara yemîn etmiş olan o elli kişinin üzerine çöktü, hepsi öldüler de o elleri birbirine bağlanan iki kişi (yânî maktulün kardeşi ile Şam'dan gelen adamın yerine koydukları kişi) kaçıp kurtuldular. Onları da bir taş ta'kîb etti ve maktulün kardeşinin ayağına çarpıp onu kırdı. O bir yıl daha yaşadı, sonra öldü.

Ebû Kılâbe geçen senedle şöyle dedi: Ben şöyle dedim: — Abdulmelik ibn Mervân bir adamı kasâme yemîni ile kısas yapmıştır. Fakat sonra yaptığına pişman olmuş ve emir vermiş de ye­mîn eden o elli kişinin isimleri divân defterinden silinmiş ve onları Şam'dan başka yere sürgün etmiştir [52].

 

22- Bir Kavmin Evlerine İzinleri Olmaksızın Tırmanıp Bakan, Onların Da Gözünü Çıkardıkları Kimseye Diyet Yoktur Babı

 

39-.......Bize Hammâd ibn Zeyd, Ubeydullah ibn Ebî Bekr ibn Enes'ten; o da Enes ibn Mâlik(R)'ten şöyle tahdîs etti: Bir kimse Pey-gamber'in evlerindeki deliklerin birinden içeriye baktı. Hemen Pey­gamber (S) bir mışkas veya birkaç mışkas ile ona doğru kalktı da, onu dürtmek için ona doğru sinerek yaklaşmaya başladı [53].

 

40-.......Bize Leys, İbn Şihâb'dan tahdîs etti. Ona da Sehl ibn Sa'd es-Sâidî (R) şöyle haber vermiştir: Bir kimse Rasûlullah'ın ka­pısındaki bir delikten içeriye bakmıştı. O sırada Rasûlullah'ın elinde midrâ demlen demirden bir tarak vardı ki, onunla başını kaşıyordu. Rasûlullah (S) -delikten münasebetsizce bakan- o kişiyi görünce:

  "Eğer senin bana bakıyor olduğunu daha önce hileydim, şu demiri gözüne saplardım!" buyurdu.

Ve yine Rasûlullah:

  "İzin isteme, ancak göz cihetinden kaanûn yapılmıştır!" bu­yurdu [54].

 

41-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Ebû'l-Kaasım (S) şöyle buyurdu: "Eğer bir kimse izinsiz olarak senin mahremiyyetine ba­kar, sen de iki parmağın arası ile bir çakıl taşı atarak onun gözünü çıkarırsan, bundan dolayı artık sana herhangibir günâh sabit olmaz" [55].

 

23- Âkile Cemâati Babı [56]

 

42-.......Bize Mutarrıf tahdîs edip şöyle dedi: Ben eş-Şa'bî'den işittim, şöyle dedi: Ben Ebû Cuhayfe'den işittim, şöyle dedi: Ben Alî(R)'ye:

— Siz Ehli Beyt'in yanında Kur'ân'da olmayan herhangi birşey var mı? -Bir kerre "İnsanların yanında olmayan birşey var mı?" demiştir- diye sordum.

Alî:

— Taneyi yaran ve insanı yaratan Allah'a yemîn ederim ki, bi­zim yanımızda Kur'ân'da olandan başka birşey yoktur. Ancak insa­na Allah'ın Kitâbı'nı anlamak hususunda verilen bir anlayış ve bir de şu sahîfedeki şey vardır, dedi.

Ben:

  O sahîfedeki nedir? dedim.

Alî:

— Akl, yânî diyet, esîrin bağının çözülüp kurtarılması, kâfir kar­şılığında müslümânm öldürülmeyeceği, dedi [57].

 

24- Kadının Cenîni(Nin Hükmünü Beyân) Babı

 

43-.......Bize Mâlik, İbn Şihâb'dan; o da Ebû Seleme ibn Abdirrahmân'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den şöyle tahdîs etti: Huzeyl kabîlesİnden iki kadın birbiriyle döğüşüp, bunların biri diğerine bir taş atmış ve bu sebeble o kadın, karnındaki cenini (ölü olarak) dışa­rıya atmıştı. Rasûlullah (S) kadının cenini hakkında semeni, diyet be­delinin onda birinin yarısına ulaşan erkek veya dişi bir köle hükmet­ti [58].

 

44-.......Bize Hişâm, babası Urve'den; o da ei-Mugîre ibn Şu'be'den tahdîs etti ki, Umer ibnu'l-Hattâb onlarla, kadının doğum vak­tinden evvel düşürülen cenini hakkında istişare etti de, el-Mugîre:

— Peygamber (S) cenîn hakkında tam diyet bedelinin onda biri­nin yarısı kadar olan bir erkek yâhud dişi köle ile hükmetti, dedi.

Umer ona:

— Seninle beraber buna şehâdet edecek bir kimse daha getir, dedi. Bunun üzerine Muhammed ibn Mesleme de Peygamber'in böyle

hükmettiğine şehâdet eyledi.

 

45- Bize Ubeydullah ibn Mûsâ, Hişâm'dan; o da babası Urve'­den tahdîs etti ki, Umer ibnu'l-Hattâb, insanlara:

—Peygamber(S)'in düşük cenîn hakkındaki hükmünü işiten kim­se var mı? diye sordu. el-Mugîre:

— Ben işittim; Peygamber düşük cenîn hakkında tam diyet be­delinin onda birinin yarısı kadar olan bir erkek yâhud dişi köle ile hükmetti, dedi.

Umer:

  Beraberinde buna şehâdet edecek bir kimse getir, dedi.

Bunun üzerine Muhammed ibn Mesleme:

  Ben, Peygamber üzerine böyle hükmettiğine şehâdet ediyo­rum, dedi.

 

46- Bize Hişâm ibn Urve, babasından, onun Mugîre ibn Su'be'den, Umer'in kendileriyle kadının vakitsiz düşürülmüş cenini hakkında istişare ettiğini, bundan önceki hadîs gibi tahdîs ederken işitmiştir.

 

25- Kadının Cenininin Hükmü, Öldürülen Kadının Diyetinin Öldürenin Babası Ve Babasının Asabesi Üzerine Olduğu; Çocuk Üzerine Olmadığı Babı

 

47-.......Bize el-Leys, İbn Şihâb'dan; o da Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den; o da Ebû Hureyre(R)'den şöyle tahdîs etti: Rasûlullah (S), Lahyân oğulları'ndan bir kadının ölü olarak düşen cenîni hakkında kıymeti, tam diyet bedelinin onda birinin yarısına ulaşan bir köle ve­ya câriye ile hükmetti. Sonra lehine tam diyet bedelinin onda birisi­nin yarısı ile hükmolunan o cenînin anası kadın öldü. Bunun akabinde Rasûlullah, o kadının mirasının, kendi oğullarına ve kocasına âid ol­duğuna, cinayete kurbân gidip ölmüş olan kadının diyetinin ise, ci­nayeti işleyen kadının erkek akrabaları üzerine lâzım geldiğine hükmetti [59].

 

48-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Huzeyl kabilesinden iki kadın birbiriyle döğüşüp, bunların biri diğerine bir taş attı. Taş atan kadın, öteki kadını ve onun karnındaki cenîni öldürdü. Aka­binde Peygamber(S)'in huzurunda da'vâlaştılar. Peygamber, cenînin diyetinin, tam diyet bedelinin onda birinin yarısına ulaşacak erkek veya dişi bir köle olduğuna hükmetti. Kadının diyeti de, caniye kadı­nın asabesi (yânî erkek akrabaları) üzerinedir, diye hükmetti [60].

 

26- Köle Yâhud Çocuktan Yardım İsteyen Kimse Babı

 

Ümmü Seleme'nin, kâtiblerin muallimine haberci gönderip "Bana yün tiftikleyecek oğlan çocukları yolla, hürr yollama" dediği zikrolunuyor [61].

 

49-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Medîne'ye geldiği zaman üvey babam Ebû Talha benim elimden tutup Rasûlullah'm yanına götürdü ve:

— Yâ Rasûlallah! Enes akıllı bir oğlandır, Sana hizmet etsin! dedi.

Enes: Artık ben hazarda, seferde O'na hizmet ettim. Vallahi bana yapmış olduğum birşey için "Bunu neden böyle yaptın?" demedi; yine yapmadığım birşey için de "Bunu neden şöyle yapmadın?" demedi, demiştir [62].

 

27- Bâb:

 

"Ma'den cubârdır, kuyu da cubârdır" (Yânî bunlarda olan zararlar, ölümler hederdir, üzerine birşey lâzım

 

50-.......Bize İbn Şihâb, Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den ve Ebû Se­leme ibn Abdirrahmân'dan; onlar da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs et­ti ki, Rasûlullah (S): "Hayvanların kendiliğinden meydana getirdikleri cinayet ve zararlar hederdir. Kuyu kazmaktan doğan cinayet de he­derdir. Ma'den kazmada meydana gelen cinayet de hederdir. Define mallarında beşte bir nisbetinde vergi vardır" buyurmuştur [63].

 

28- Bab:

 

"Hayvanların kendiliklerinden meydana getirdikleri zararlar hederdir". Muhammed ibn Şîrîn: (Sahâbî ve tabiî âlimleri) hayvan tepmesinden uğranılan zararı ödetmezlerdi de binicinin hayvanın dizginini geriye çekmesinden dolayı hayvana isabet eden zararı biniciye ödetirlerdi, demiştir.

Hammâd ibn Seleme de: Hayvan tepmesi tazmîn olunmaz, ancak insanın, hayvanın ensesine, arkasına yâhud yanlarına öğendire makûlesi deynekle dürtmesi tazmîn olunur, demiştir.

Kaadı Şurayh:

Hayvan ayağı ile vurup ikaab ettiği zaman, sen de karşılık olarak onun ayağına vurup da ayağına bir zarar verdiğinde tazmîn edilmez, demiştir:

el-Hakem ibn Uteybe ile Hammâd ibn Ebî Süleyman:

Mekkârî, üzerinde bir kadın bulunan eşeği sürdüğü zaman kadın düşerse, sürücü üzerine bir ödeme yoktur, demişlerdir. eş-Şa'bî de: Sürücü hayvanı sürüp yorduğu zaman hayvana isabet edecek zararı öder. Eğer sürücü, hayvanın arka tarafında olur ve yormaksızın yavaş yavaş yumuşaklık ve kolaylıkla sürer de bu sırada hayvana bir zarar isabet ederse zararı ödemez, demiştir [64].

 

51-.......Bize Şu'be, Muhammed ibn Ziyâd'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Hayvanların yaptığı za­rarın diyeti hederdir; kuyu kazmadan meydana gelen zarar da hederdir. Ma'den kazmada meydana gelen zarar da hederdir. Define malların­da beşte bir nisbetinde vergi vardır" buyurmuştur.

 

29- Bir Zımmîyi Cürümsüz Olarak Öldüren Kimsenin Günâhı(Nı Beyân) Babı

 

52-.......Bize Mücâhid ibn Cebr, Abdullah ibn Amr(R)'dan tah­dîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Herhangi mü'min bir kişi, muâhedeli bir zımmîyi haksız yere öldürürse, o kişi cennet ko­kusu kokamaz. Hâlbuki (büyük günâhlardan çekinen öbür mü'minler tarafından) cennet kokusu kırk-yıllık uzaklıktan duyulur!" [65].

 

30- Bâb: "Kâfir Kişiye Bedel Müslüman Öldürülmez'

 

53-....... Ebû Cuhayfe (R) şöyle demiştir: Ben Alî'ye:

— Sizin yanınızda Allah'ın Kitâbı'nda bulunmayan nevi'den her­hangi birşey var mı? -Râvî İbn Uyeyne bir kerre: "İnsanların yanın­da bulunmayan birşey var mı?" şeklinde söylemiştir- diye sordum.

Alî (R):

— Taneyi (toprak içinde) yaran ve inşam yaratan Allah'a yemîn ederim ki, bizim yanımızda Kur'ân'da olanlardan başka birşey (bir ilim) yoktur. Ancak Allah'ın Kitabı hakkında bir kişiye Allah tara­fından verilen anlama ve bir de şu sahîfede yazılı olan şeyler vardır, dedi.

Ben:

  Bu sahîfedeki hükümler nedir? dedim. Alî:

— Öldürme diyeti, esirin (esîrlik bağının çözülüp) kurtarılması, kâfir kişiye karşılık müslümânın öldürülmeyeceği hükümleri vardır, dedi [66].

 

31- Bâb: Müslüman Kişi Öfke Sırasında Bir Yahudi'ye Tokat Vurduğu Zaman (Üzerine Birşey Lâzım Gelmez)

 

Bunu (yânî müslümânın Yahudi'yi tokatlaması hadîsini) Ebû Hureyre, Peygamber(S)'den rivayet etmiştir [67].

 

54-....... Bize Sufyân es-Sevrî, Amr ibn Yahya'dan; o da baba­sı Yahya ibn Umâre'den; o da Ebû Saîd eI-Hudrî(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Peygamberler arasında şu, şundan daha hayır­lıdır demeyiniz!" buyurmuştur [68].

 

55-....... Ebû Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Yahûdîler'den bir adam, yüzüne tokat vurulmuş olduğu hâlde, Peygamber(S)'e gel­di de:

— Ensâr'dan olan sahâbîlerinden bir adam benim yüzüme to­kat vurdu, diye şikâyet etti.

Peygamber:

  "Onu çağırın!" buyurdu.

Sahâbîler o Ensârî adamı çağırdılar. Peygamber:

  "Sen bunun yüzüne niçin tokat vurdun?" diye sordu. O zât:

  Yâ Rasûlallah! Ben Yahûdîler'in yanından geçtim de bunu "Musa'yı bütün beşeriyetin üstüne seçip tercîh eden Allah'a yemîn ederim ki" derken işittim.

Ensârî dedi ki:

  Ben: Muhammed'in üstüne de mi (yükseltti), dedim. Ensârî dedi ki:

  Bu sırada beni bir öfke yakaladı, ben de bu sebeble onu to­katladım, dedi.

Peygamber:

  "Bana peygamberler arasından üstünlük, hayırlılık vermeyi­niz. Hakikatte insanlar kıyamet gününde (dehşetten) bayılacaklar. (Ben de onlarla beraber bayılacağım.) Fakat ilk ay ilan ben olacağım. O anda bir de göreceğim ki, Mûsâ, Arş'ın ayaklarından bir ayağa tu­tunmuş hâlde olacaktır. Bilmiyorum, Mûsâ da bayılanların içinde idi de benden evvel mi ayıldı, yâhud Tür Dağı 'ndaki bayılması ile mi he­sabı karşılandı?" buyurdu [69].



[1] ed-Diyât, "ed-Diyet"m cem'İdir. ed-Diye, dâl'in kesri ve yâ'nin lahfîfiyle öl­dürülen kimse için verilen kan bahâsına denir ki, kanı bahâsıdır. Sarihin beyâ­nına göre aslında masdardır. "el-Vedyu ve'd-Diyetu", "İde" vezninde maktul için vârisine kan bahâsı vermek ma'nâsmadır... (Kaamûs Ter.).

[2] el-Buhârî'nin bu âyeti, bu kitabın başında zikretme sebebi, âyet haksız olarak bir mü'mini öldüren kimse için iki şiddetli ceza ihtiva etmekte olup bu cinayeti işleyen şahıs, maktulün veresiyle mal mukaabilinde sulh olursa, bu sulhun diye­ti şâmil olmasıdır. Kasden insan öldürmenin hükümleri bundan önceki 92. âyette geçmiştir. Kasden insan öldürmenin dünyevî hükmü: "Ey îmân edenler, mak­tuller hakkında size kısas yazıldı... "(el-Bakara: 178) âyetinde beyân olunmuş idi, bunun uhrevî hükmü de bu âyette bildirilmiştir.

Âlimlerin cumhuruna göre, cehennemde ebedî kalmak cezası, kaatilin tev-be etmemesine âiddir, tevbesi kabul olunmaz demek değildir. Cumhura göre tevbe eden kaatilin tevbesinin kabul edilip edilmemesi, Allah'ın irâdesine bağlıdır. Cum­hur bu hususta Ubâde ibn Sâmit'in Akabe bey'atindeki "Günahkâr kişinin işi Allah 'in İrâdesine bağlıdır, Allah dilerse affeder" maddesi ile "Şiibhesiz ki, ben tevbe ve îmân edenleri, iyi amelde bulunanları, sonra da doğru yolda sebat gös­terenleri elbette çok mağfiret ediciyim" (Tâhâ: 82) âyetine ve benzeri delillere tutunmuştur. Şu hâlde cumhurun, âyetteki şiddetli cezayı katli halâl i'tikaad eden­lere tahsîs etmiş olmaları kabul olunur. Bu ihtimâli âyetin nuzûl sebebi de te'-yîd eder: Bunun nuzûl sebebi Mikyes ibn Dabâbe adındaki mürteddir. Şöyle ki: Mikyes İbn Dabâbe, kardeşi Hişâm ile beraber müslümân olmuşlardı. Bir gün Dabâbe, kardeşi Hİşâm'ı Neccâr oğulları yurdunda vurulmuş hâlde buldu. Gelip Rasûlullah'a şikâyet etti. Rasûlullah da onunla beraber Bedir sahâbîle-rinden Zubeyr ibn Iyâd el-Fıhrî'yi Neccâr oğulları'na gönderdi, kaatili biliyor­larsa kısas etmesi için Mikyes'e teslîm etmelerini ve eğer biliniyorlarsa diyeti ödemelerini emrediyordu. "Allah'ın Rasûlü'nü işittik, itaat ettik. Kaatili bilmi­yoruz, lâkin diyeti veririz" dediler. Ve yüz deve getirdiler, onlar da aldılar ve Medine'ye döndüler. Yolda gelirken şeytân Mikyes'e şöyle bir vesvese verdi: ' 'Kardeşinin diyetini kabul edeceksin de kendine baş kakmcağı yapacaksın öyle mi? Yanmdakini öldür, cana can olsun; diyeti de kâr kalsın" dedi. Bu vesvese ile Fıhrî'nin bir gafletini gözetip kaya ile başım parçaladı, sonra develerin biri­ne binip gerisini sürerek ve küfrederek Mekke'ye döndü gitti... Rasûhıllah'ın Mekke fethi günü.emân vermediği şahıslardan biri bu idi. Bu kaatil ve mürtedd o gün Ka'be'nin örtüsüne yapışmış olduğu hâlde öldürüldü {HakkDînİ, II, 1425).

[3] Hadîsdeki el-Furkaan âyetiyle başlık arasındaki uygunluk meydandadır.

[4] Mü'minin dîninden mülhem olduğu hakîkat Yüce Allah'ın tevbe eden kulları­nın tevbelerint kabul buyurup büyük, küçük günâhlarının mağfiret olunması-dır. Ancak şirkten sonra en büyük günâh olan insan öldürmek müstesna. Kanı hürmet edilecek bir mü'minin kanı diğer mü'mine bulaşırsa, artık dînî hayâtı o kimseyi sıkar, ilâhî aftan ümîdsiz yaşar demektir. Fakat cumhurun mezhebi­ne göre şirkten başka bütün ma'siyetler, Allah'ın irâdesine tâbi' olduğundan, baştaki en-Nİsâ âyeti gibi, bu hadîs de sakındırmaya hamlolunmuştur.

[5] Bu hadîsten hukukî da'vâ ve hükümlerin en mühimmi kan da'vâsı olduğu anla­şılır. Bu hadîs, "Kulun ilk hesaba çekileceği şey namazdır" hadîsine muhalif değildir. Çünkü konumuz olan hadîs sırf kul hakkı hususunda görülecek da'vâ-yı göstermektedir {Müslim Ter., V, 264).

[6] Hadîsin zikredilen âyete uygunluğu, içinde müslimân olmuş bir nefsi öldürmekten büyük bir nehy bulunması bakımındandır. Bunun bir rivayeti Mağâzî'de Bedir gazvesi'nde geçmişti.

[7] Bezzâr, Dârakutnî ve Taberânî'nin rivayetlerinde bunun evveli şöyledir: Rasû­lullah, Mtkdâd'ın içinde bulunduğu bir kıt'ayı sefere göndermişti. Bunlar vazî-feli oldukları düşman üzerine vardıklarında düşmanı dağılmış bir hâlde buldular. Yalnız zengin birisini malının başında buldular. Bu adam müslümânları görün­ce "Lâ ilahe İlle 'ilâh'1 demişti. Fakat Mıkdâd, onun şehâdet kelimesine ehem­miyet vermeyip öldürdü.  Seferden döndüğünde bu, Peygamber'e söylendi. Peygamber: "Yâ Mıkdâd! ıLâ ilahe ille'llâh " diyen bir kişiyi öldürdün mü?" diye tekdir buyurdu. Bunun üzerine "Ey îmân edenler! Allah yolunda harbe çıktığınız zaman meselelerin tam açıklanmasını bekleyin. Size selâm verene, dün­yâ hayâtının geçici menfâatini arayarak: Sen mü 'min değilsin! demeyin... " (en-Nisâ: 94) âyeti indi. Sonra Rasûlullah: "Ey Mıkdâd!..." buyurdu.

[8] İbn Abbâs'ın bu sözünü el-Bezzâr ile Taberânî el-Kebîr'dc senediyle rivayet etmiştir.

Çünkü haksız olarak birini öldüren kaatil, umumiyet üzere hayât hakkını tanımamış, kanların hürmetini, nefislerin ismetini parçalamış, nefis öldürme­ye yol açmış, başkalarına da cür'et vermiş olur. Bu sebeble bir kimseyi öldü­ren, herkesi öldürmüş gibi Allah'ın gazabına ve büyük azabına hakk kazanır da hayât hakkı kalmaz, kanı heder ve öldürülmesi vâcib olur... Her kim de bir nefsi diriltir, yânî affetmek veya öldürülmesine mâni' olmak veya herhan-gibir helak sebebinden kurtarmak suretiyle hayâtının bekaasına sebeb olursa, sanki insanların hepsini diriltmiş, birine yaptığım hepsine yapmış gibi olur... Her iki fıkradaki teşbihlerden maksad, nefs öldürmenin zararı, nefs kurtar­manın da menfâati âmm olduğunu açıkça anlatmak ve bunun için katle karşı kısâsen ve yeryüzünde fesâd cürmüne karşı kati ve îdâmın meşrûiyyetini tesbît ve öldürmeye taarruzdan korkutmak ve hayâtı muhafazaya rağbetlendirme-dir... {Hakk Dîni, II, 1657-1658) ) 

[9] Bunun bir rivayeti Âdem'in yaratılması bâbı'nda geçmişti.

Her öldürme cinayeti günâhından ilk Âdem oğlu'na pay olması, öldürme âdetini ilk başlatan kimse olmasındandır.

Âdem'in oğlu Kaabil'in, kardeşi Hâbil'i öldürmesi kıssası el-Mâide: 27-31. âyetlerinde anlatılmaktadır.

[10] Yânî bunu halâl kılıcılar olmayın yâhud fiilleriniz müslümânlann boyunlarm-vurmakta kâfirlerin fiillerine benzer olmasın. Bunun bir rivayeti Ilim'de geçti, Inşâallah Fitneler'de de gelecektir.

[11] Ebû Bekre ile İbn Abbâs'ın bu rivayetleri Hacc'da geçti.

[12] Bunun bir rivayeti Eymân ve'n-Nuzûr'da geçti; buradaki başlığa uygunluğu "İnsan öldürmek" fıkrasındadır. Gamûs yemîni, orada da açıklandığı üzere, sahibini günâha yâhud ateşe daldıran yemîn demektir

[13] Hadîsin birer rivayeti Şehâdetler, Mağâzî, Edeb... Kitâbları'nda geçmişti.

[14] Bu, Mekke fethiden önce Gâlib ibn Abdillah komutasında gönderdiği yüzotuz mevcûdlu bir seriyyedir, Usâme'nin, Rasûlullah'ın bu soruyu tekrar tekrar sor­ması ve azarlamasından çok sıkıldığım, sonundaki temennisi belâgatle ifâde et­mektedir.

[15] Bunun bir rivayeti îmân'da ve daha sonraki kjtâblarda geçti.

[16] Bu şiddetli tehdîd, bu adam İslâm camiasından çıkar ve teybe ederse, tevbesi kabul olunmaz, cehennemlik olur ma'nâsına değil, bu büyük günâhtan sakın­dırmak içindir.

[17] Bunun da bâzı rivayetleri îmân'da ve daha başka yerlerde geçti. Bütün bu ha­dîsler ve benzeri rivayetler İslâm Dîni'nin beşer hayâtına ne derece kıymet ver­diğinin demleridirler.

[18] Bu âyet, kısasın vücûbunu, ve bu vücûbun ancak ehlinden afv ile düşebileceği­ni ve bu affın efdâliyet ve evleviyetini, bununla beraber afv sırasında mal üze­rine sulh olmanın da cevazını tesbît etmektedir. Kısas, lügatte misliyle mukaabele etmektir, herhangibir hakkı misliyle takas etmek demektir.

Dişinin erkek, erkeğin dişi mukaabilinde kısasen kati olunacağında imamlar arasında ittifak edilmiştir. Bunu te'yîd ve tefsir edici olmak üzere el-En'âm Sûresi'ndeki 45. kısas âyetinde "Nefis nefisle" buyurulmuş ve bununla kısas ta aranan mUmâselet ve müsavat, nefs ve can mümâseleti olduğu gösterilmiş­tir ve hayât hakkı herkes için müsâvîdir ve kısas bu müsavata dayanır. Maktul kim olursa olsun, onun kaatili veya muhtelif kaatilleri, o maktulden fazla ha­yât hakkında mâlik değillerdir... (Hakk Dîni, I, 602).    .

[19] Hadîs bundan sonraki bâbda daha geniş gelmektedir. Bunun bir rivayeti Hu-sûmetler'de de geçmişti.

[20] Buhârî, âdeti üzere, ihtilaflı konularda hadîste gelecek cevâbla yetinip başlığı soru  hâlinde  bırakmıştır.   Hadîse göre bunun cevâbı  "Öldürdüğü şeyle öldürülür" olacaktır.

[21] Başlığa uygunluğu meydandadır. Fakat bu konuda imamlar arasında görüş ay­rılığı vardır. Yânı öldürdüğü âletle mi, yoksa kılıçla mı kısas edileceğinde ayrı görüşler ileri sürmüşlerdir. Tafsilâtı geniş şerhlerde ve fıkıh kitâblanndadır.

[22] Demek ki, kısas, şâri'in nazarında icrası istenmiş olduğu İçin değil, "Ey salim akıl sahihleri, kısasta sizin için (umûmî) bir hayât vardır, tâ ki sokmasınız" (el-Bakara: 179) medlulü üzere, hayât hakkına saldırı ve tecâvüz vahşetlerinden, cinayetlerinden beşer hayâtım korumak için meşru' kılınmıştır. Gerçi kısas dahî bîr telef etmeyi içine almaktadır ve bir zarara zarar ile mukaabele gibi düşünü­lebilir. Fakat bu telef etme, hayât hakkını kaldıran bir cinayet ve vahşeti telef etmedir. Bu ise hayât hakkının yaşaması demektir. Bunun için dünyâda adalet ve müsavata kısastan daha büyük bir misâl gösterilemez ve zâten kısasın ma1-nâsı eşitlik ve tam dengeleme demektir. Hayât hakkını yok eden bir cânînin yaşama hakkı olmadığını gözü ile görmesi ne büyük bir adalet manzarasidır. Sonra hakk ve adlin bu hâkimiyet manzarası altında hayât hakkının kendi kes biyle silinmesini gören bir kimseyi affedip de kendisine yeniden bir hayât hak­kı bahşetmekte de Öyle yüksek, öyle kudsî bir ihsan manzarası vardır ki, beşeriyet âleminde bundan daha güzel, daha yüksek bir ihsan misâli gösterilemez {Hakk Dîni, II, 1693).

[23] Hadîsle âyet arasındaki uygunluk "Ne/s nefse mukaabildîr" sözündedir. Bu hadîste kısas sebebleri öldürme, zina ve dînden dönme suçlarına hasrolunmuş­tur. Bâzı âlimler öldürme sebeblerini on sayısına kadar çıkarmışlarsa da bir bakımdan bütün bunlar hadîsin üçüncü fıkrası olan "İslâm camiasından çı­kan, dîninden dönen mürtedd ve kâfir" fıkrasında toplanırlar.

[24] Hadîsin bir iki rivayeti yakında geçti, orada "İki taş arasında ezerek öldürdü" şeklinde idi. Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır

[25] Hadîsin başlığa uygunluğu, başlığın hadîsin lafzından olması yönündendir. Bu-hârî burada hadîsi iki yoldan getirmiştir. Biri Ebû Nuaym FadI ibn Dukeyn'-den; o da Şeybân ibn Abdirrahmân'dan; o da Yahya İbn Ebî Kesîr'den; o da Ebû Seleme'den; o da Ebû Hureyre'den. Bu yoldan gelen hadîs, İlim Kitabı, "İlmin yazılması bâbı"nda geçti...

İkinci yol, Abdullah ibn Recâ el-Müsennâ el-Basrî yoludur ki, bu, ta'lîk sûretindedir...

Buhârî getirdiği mutâbaalarda da bâzı lafız farklarını tesbît etmektedir.

[26] Başlığa uygunluğu, maktulün velîsinin kısası terkedip diyete razı olması, diyet almada ve kısasta tercih hakkının, maktulün velîsine âid bulunması ve bunda kaatilin rızâsının şart olmaması yönündendir. Buhârî'nin bu başlıktan maksadı da bu idi (Aynî).

İsrâîl oğulları şerîatinde mümâselet ma'nâsında kısas vardı, fakat diyet yoktu. îsâ Peygamber'in şerîatinde ise yalnız diyet vardı, kısas yoktu. Bu sabit olunca tslâm şerîati bunların ikisini birleştirmek, ifrat ve tefrît olmaksızın tam orta ve denk bir adalet kurmakla seçkin olmuştur (Kastallânî).

İslâm Peygamberi'nden evvel insan öldürmeye karşı Nasârâ yalnız affın vü-cûbuna kaail oluyorlardı. Yahûdîler'in hükümlerinde de afv yok, yalnız öldür­mek vardı. Maamâfîh Buhârî ve Nesâî'nin rivayetleri veçhile İsrâîl oğullan diyeti öldürmekten önde tutuyorlar, lâkin bu iki hükümden herbirinde aşırılık yapı­yorlardı... Diyete gelince onda da zulmederler ve ekseriya eşraftan olanların di­yetini diğerlerinin birkaç katı yaparlardı... İşbu âyet İndi. Kısasın vücûbunu ve bu vücûbun ancak ehlinden afv ile düşebileceğini, bu affın efdaliyet ve evlevi-yetini, bununla beraber afv sırasında mal üzerine sulh olmanın da cevazını tes­bît ederek Yahûdîler'in affın meşru' olmadığına ve diyetin kısastan önde bulunduğuna dâir olan hükümlerini ve kısâsen katlin asla meşru' olmadığına kaa­il olan Nasârâ hükümlerini ve insanlık eşitliğine riâyet etmeyip şeref da'vâsiyle teaddî ve tecâvüze giden Arab âdetleri ve hükümlerini kaldırdı ve hayât hakkında eşitliği te'sîs ve i'lân etti (Hakk Dîni, I, 600-601).

[27] Haremden maksad Mekke Haremi'dir. Mescidi Haram, Ka'be'yi çevreler. Mescidi Harâm'ı da her taraftan kuşatan sahaya "Harem" ve "Mekke Haremi" ta'bîr olunur. Bu sahanın ağacı kesilmemek, hayvanları avlanmamak, haksızlık ya­pılmamak gibi buraya mahsûs şer'î hükümler vardır. Tafsilât Hacc Kitabı'ndadır.

[28] Başlığa uygunluğu "Allah sizleri mağfiret etsin" sözünden alınır. Çünkü bu­nun ma'nâsı: "Ben sizi affettim"dir. Zîrâ müslümânlar, Huzeyfe'nin babası Ye­mân'ı yanlışlıkla öldürmüşlerdi. Huzeyfe, Peygamber tarafından verilen diyeti de müslümânlara sadaka etmiştir. Bu hadîsin bir rivayeti Bed'u'l-Halk'ta "Ib-lîs'in sıfatı bâbı"nda da geçmişti. el-Yemân'm bu öldürülme kıssası Tecrîd Ter., II, 382 "316" rakamlı hadîsin haşiyesinde genişçe olarak verilmiştir.

[29] Bu âyet, diyetler hususunda bir asıldır. Allah bunda iki diyet ile üç keffâret zik­retmiştir... (Aynî).

Her kim bir mü'mini hatâen öldürürse, îcâbı, bir mü'min köle veya cariye­ye hürriyet verip azâd etmek ve maktulün veresesine teslîm olunacak bir diyet verilmektir...

Bir köleyi hürriyete kavuşturmak, Allah hakkı olarak bir keffâret; diyet de kul hakkı olarak bir tazmindir. Bir mü'minin öldürülmesine bu suretle biri Al­lah hakkı, biri de kul hakkı olmak üzere iki hakk ilgilenir. Hayât, evvelemirde Allah hakkıdır, hürriyet de bir nevi' hayâttır, bu da Allah hakkıdır. Allah'ın kullarından bir mü'minin Allah hakkı olan hayâtı yok edilmesine mukaabil, di­ğer bir mü'min kula hürriyet bahşederek yeni bir hayât kazandırmak, yanlışlık­la kaatil olan bir mü'minin günâhım örtmeye vesile olacak en güzel ve en münâsib bir keffârettir ki, bunda bir cihetten bir ceza, bir cihetten de bir ibâdet ma'nâsı vardır. Kati, amden olsa idi, bu günâh keffâret ile örtülemezdi. Fakat hatâ az çok bir dikkatsizliği içine almakla beraber küllî olarak sakınmak ve muavenete lâyıktır. Bunun için keffâretinin affı bahis konusu olamaz. Sonra Allah hakkı olan hayâttan, maktulün bir istifâdesi vardı, hayât hakkına mâlik idi. Kaatil, yanlışlıkla da olsa bunu gidermiş bulunduğundan ve hiçbir hakk heder edileme­yeceğinden, buna karşı sırf bir tazmîn olmak üzere maktulün yerine, kalıp ma­lından faydalanacak olan vârislerine bir diyet verilmek de bir kul hakkıdır. Ve hatâen kaatil olan bunda da muavenete lâyıktır. Bunun için hısımları varsa diyete ortak olmalıdır. Vârislerin bunu affetmeleri de bir muavenettir. Bundan dolayıdır ki, afv ve ibra yerine "Tasadduk" ta'bîriyle bu muavenete tergîb edil­miştir. İşte İslâm yurdunda bir mü'mini yanlışlıkla öldürmenin hükmü ikidir: Keffâret, diyet. Ancak hatâen kati, gayrimüslim ise yalnız diyet lâzım gelir.

Dâr-ı harbe gelince... {Hakk Dîni, II, 1418-1419).

[30] Hadîsin başlığa uygunluğu ve delîlliğİ meydandadır. Hadîs şimdiye kadar bir­kaç yerde geçmişti.

[31] Bu da aynı hadîsin kısaltılmış bir rivayetidir, bu da başlıktaki hükmü açıkla­maktadır. Kısasta -hayât hakkı herkes için eşit bir hakk olduğundan- erkek, ka­dın farkı yoktur; nefis nefse mukabil, erkek olsun, dişi olsun kısas yapılır.

[32] Umer ibnu'l-Hattâb'in bu görüşünü Saîd ibn Mansûr en-Nahaî yolundan rivâ- / yet etmiştir. Bu görüş, Urve el-Bârikî(R)'nin Umer'den Kaadi   Şurayh'e getir­diği haberlerden idi.  Urve el-Bârikî:  Erkekler ve kadınlar müsâvî olarak yaralandılar... demiştir. Bunun senedi sahihtir. Lâkin en-Nahaî'nin Şurayh'ten işitmesi sahîh olmamıştır. İşte bu sebebden Buhârî, Umer'in haberini temrîz sî-gasıyle getirmiştir (Kastallânî).

Urve el-Bârikî, Peygamber'in âlim sahâbîlerinden idi. Umer'in halifeliği za­manında Kûfe'ye kaadı ta'yîn edilmiştir. Şa'bî'nin rivayetine göre, Urve, Kû-fe'nin ilk kaadısıdır.

[33] en-Nesefî nüshasında "Allah'ın kitabı kısastır" şeklindedir. Bu er-Rubeyy' bir cariyenin dişini kırmıştı. Peygamber de aleyhine kısasla hükmetmişti.

[34] Bunda erkeğin kadından kısası vardır. Çünkü Peygamber'e ilâç içirenler erkek­ler ve kadınlardı, hattâ ev halkının çoğu kadınlardı. Bu hadîsin bir rivayeti "Pey­gamber'in hastalığı bâbı"nda geçmişti.

[35] Buhârî âdeti üzere hadîste gelecek ile yetinerek cevâbı zikretmedi. Yâhud da ha­berden hüküm çıkarıcının zihnine i'timâd ederek böyle yaptı. İbn Battal: Fetva imamları hiçbir kimse için hâkimin hükmü olmaksızın hakkını almasının caiz olmayacağı üzerinde ittifak etmişlerdir, ancak kölesi üzerinde hadd uygulayan kimse hakkında ihtilâf etmişlerdir, demiştir. Amma, hakk almaya gelince, mal nev'inden olan hakkını alması -hakkı inkâr ettiği ve beyyinesi de olmadığı zamân-imâmlara göre caiz olur... (Aynî).

[36] Bunun başka bir rivayeti Sevbân tarafından merfû' olarak getirilmiştir: "Müslümânlardan hiçbir kimseye, kendisine izin verilmedikçe bir evin içine bakması halâ! olmaz..." (Aynî).

Sehl ibn Sa'd (R) şöyle dedi: Peygamber(S)'in evindeki bir pencereden bir kimse içeriye bakmıştı. O sırada Peygamber, midrâ denilen bir demirle başını kaşıyordu. O kişiye: "Eğer senin böyle hareme baktığını önceden bileydim, şu demiri gözüne saplardım. Çünkü izin isteme ancak göz için kaanûn yapılmıştır" "buyurdu. Bu iki hadîsi Müslim de Âdâb'da, "2156" ve "2157" rakamlanyle getirmiştir. İzin vermediğin bir adamın gözünü çıkarırsan kısas lâzım gelmez n     demek oluyor.

[37] Bu hadîsin ilk sureti mürsel idi. Çünkü Humeyd bu kıssaya erişmemiştir. Yahyâ'nın Humeyd'e: Bu hadîsi sana kim tahdîs etti? sorusuna: Enes tahdîs etti, demesiyie hadîs merfû' olmuştur. "Enes..." sözü, bunun müsned, mevsûl ol­duğuna delâlet eder.

[38] Cevâbda görüş ayrılıkları bulunduğu için yâhud da hadîste gelen ile yetindiği için başlığı böyle soru hâlinde bırakmıştır.

[39] Başlığa uygunluğu "Vallahi onu öldürünceye kadar ayrılmadılar" sözünden alı­nır. Çünkü müslümânlar onun üzerine kalabalık bir sıkışma hâlinde hücum edip öldürmüşlerdi. Bu konuda çeşitli görüşler vardır: Bâzıları onun diyeti Beytu'l-mâl'e de vâcib olur, çünkü o müslümânlardan bir topluluğun fiili ile öldü, böy­lece onun diyeti müslümânlar in Beytu'l-mâl'ine vâcib olmuştur, dediler. Bâzı­ları da diyeti orada hazır bulunanların hepsi üzerine vâcib olur, çünkü o. onların fiiliyle olmuş, bu fiil başkalarına geçmemiştir... demiştir (Kastallânî). Bunun bir rivayeti 9. bâbda, 22 rakarmyle gemişti.

[40] Başlığa uygunluğu Peygamber'in, Âmir'in vârisleri için, âkilesi üzerine yâhud müslümânların Beytu'l-mâl'i üzerine diyet hükmetmemiş olması yönündendir. Bu hadîs, Buhârî'nin sülâsiyâtının ondokuzuncusudur. Mağâzî, Edeb, Mezâ­lim, Zebâih, Daavâd Kitâblan'nda uzun, kısa metinlerle geçmişti. Câhid: Çalış­kan, son gayretini harcayan: Mucâhid, Allah yolunda harbeden demektir.

[41] Bu hadîsin birbirini te'yîd ve tafsîl eden sekiz kadar rivayetini Müslim de Sa-hîh'İnde getirmiştir. Oradaki rivayetlerin biri şöyledir: Safvân ibn Ya'lâ ibn Umeyye babasından heber verdi. Babası Ya'lâ ibn Umeyye şöyle demiştir: Ben Peygamber (S) ile beraber Tebûk gazvesinde bulundum.- Ya'lâ: Bu gazve be-nîm nazarımda en sağlam amelimdir, der idi. Ya'lâ dedi ki: Benim ücretli bir adamım vardı. O, bir insanla kitâl edercesine döğüşmüş. Bu iki döğüşenden bi­ri, diğerinin elini ısırmış... Bu sırada ışınlan kimse, ısıranın ağzından elini çeki-vermiş. Çekerken de ön dişlerinden ikisi yerinden sökülmüş. Bunlar Peygamber'e geldiler de, Peygamber (S) onun dişinin tazmînâtı olmadığına hükmetti.

Oradaki rivayetlerde daha bâzı tafsilât vardır. Müslim Tercemesi, Kitâbu'l- Kasâme ve'1-Muhâribîn ve'1-Kısâs ve'd-Diyât, "Saldırgan bir kimse diğer bir  insanın nefsine yâhud bir uzvuna saldırırsa, saldırıya uğrayan da o mütecavizi def ettiği zaman, onun canını yâhud bîr uzvunu telef etse, üzerine tazmînât yok­tur babı", V, 257-259 "1673-1674".

[42] Bu üç râvîli hadîslerden yirmincisîdir. Bunun Tefsîr'de, el-Bakara: 178. âyetin­de daha geniş bir rivayeti geçmişti: Enes ibn Mâlik şöyle dedi: İbnu'n-Nadr'm kızkardeşi er-Rubeyy' bir kerresinde bir kadının ön dişlerini kırdı. (Onlar diye­tini istediler, İbnu'n-Nadr da affetmelerini istedi.) Rasûlullah (S) da kısas ile emretti. Bunun üzerine Enes ibnu'n-Nadr:

— Yâ Rasûlallah, Seni hakk ile peygamber gönderen Allah'a yemîn ede­rim (ve Allah'ın yardımını anarak derim ki:) Rubeyy'in dişi kırılmaz! dedi.

Enes dedi ki: Hakîkaten da'vâcılar en sonu diyete razı olup kısası bıraktilar. Bunun üzerine Rasûlullah:

  — "Allah'ın kullarından öyle bir kişi vardır ki, o, Allah'a yemîn etse, muhakkak Allah onun yeminini yerine getirir" buyurdu.

[43] Hadîs başlıktaki hükmü açıklamaktadır.

en-Nesâî'nin rivayetinde Rasûlullah (S), Amr ibn Hazm oğullan'na diyetlere dâir gönderdiği mektubunda: "Elin diyeti elli devedir. Her parmağın diyeti de on devedir" buyurmuştur. Şârih Hattâbî: Bu rivayet, diyet hususunda bir asıldır. Bununla âlimler, elin diyeti, tam diyetin yarısı olduğunda ittifak etmiş lerdir. Yine böyle elin ve ayağın parmaklarının diyeti müsâvî olarak farksız on deve olduğunda da ittifak etmişlerdir, demiştir.

[44] el-Bakara: 178. kısas âyetinde "el-Katlâ" elif lâm ile süslü bir cemi' olduğun­dan kasden ve haksız olarak öldürülmüş olanların, hürr, köle, erkek, dişi, müs-lim,  muâhedeli  cümlesine  şâmildir.   Herbirinin  kaatili  kim  olursa  olsun, mukaabilinde kısas olunur. Ve beyân olunacağı üzere kısası düşürücü olan afv veya sulh olma vâki' olmadıkça, bu kısasın.İcrâsı umûm îmân ehline farzdır... Bunun için dişinin erkek, erkeğin dişi mukaabilinde öldürüleceği imamlar arasında ittifak edilmiştir. Bunu te'yîd ve tefsir edici olmak üzere el-Mâide: 45'deki kısas âyetinde "en-Nefsu bVn-nefsi" buyurulmuş ve bununla kısasta ş-u. istenen mümâselet ve müsavat, nefis ve can mümâseleti olduğu gösterilmiştir. \^   Ve hayât hakkı herkes için müsâvîdir ve kısas bu müsavata dayanır. Maktul kim olursa olsun, onun kaatili veya müteaddid kaatilleri o maktulden fazla bir hayât hakkına mâlik değillerdir... (Hakk Dîni, I, 601-602).

[45] Mutarnf'm bu haberini Şafiî ile Taberî, Bundâr'dan; o da Şu'be'den; o da Ka-tâde'den olmak üzere rivayet etmişlerdir

[46] Buradaki haberleri İbn Ebî Şeybe, Saîd ibn Mansûr, Müsedded... gibi hadîsçiler senedleriyle rivayet etmişlerdir.

Aldatılarak öldürülen oğlanın kaatilleri, oğlanın anası olan kadın, onun dostu ve kadının cariyesi ve onlara yardım eden bir adam imiş. Oğlanın adı Asîl imiş. Çocuğu öldürenler de el-Mugîre ibn Hakîm es-San'ânî'nin karısı, hizmetçi­si, kadının gizli dostu ve başka bir adam imiş. Öldürülen çocuk Mugîre'nin başka karısından olan oğlu Asîl imiş. Onu öldürüp bir kuyuya atmışlar... (Beyhakî).

[47] Kasâme, yemîn ma'nâsma olan "lksâm"dan isim olarak mutlak yemîn ma'nâ-sınadır. Sonra maktulün velîleri üzerine taksim olunan husûsî bir nevi' yemîn ma'nâsma kullanıldı. Meselâ bir karye toprağında bir kimsenin milki olmayan boş bir arazîde yaralanmış olarak bir maktul bulunur. Kaatili bilinmez. Verese­si karye ahâlîsinden da'vâ ettikte, maktulün velîsinin tercîh eylediği elli kişiye yemîn verilir. Ve eğer elli kişi bulunmaz ise yemîn verilen kişilere elli yemîn ta­mâmına dek yemîn tekrîr olunur. Ve yine beyyine olmayarak, meselâ yakının­da düşmanlığı zahir olan Amr üzere bi'd-delâle da'vâ eyleseler, maktulün velîleri işbu Amr, Zeyd'i katleyledi diye elli tamâmına dek yemîn ederler. İşte bu iki surette yemîn eden cemâate de "Kasâme" denildi. Eğer da'vâcılar yemîn eder­lerse, diyete hakk kazanırlar. Ve eğer cinayetle ittihâm edilenler yemîn ederler­se diyet lâzım gelmez. Nitekim fıkıh kitâblannda şerhedilmiştir... (Âsim Efendi, Kaamûs Tercemesî).

[48] Eş'as ibn Kays'in hadîsi uzun bir metinle Şehâdetler ile Yeminler ve Nezrler Ki-tâbları'nda geçti.

[49] Fethu'l-Bârî de şöyle dedi: Muâviye'nin kasâme ile kısas yapması hususunda ihtilâf edildiği gibi, Umer ibn Abdilâziz üzerine de kasâme ile kısası hususunda ihtilâf edildi... (Kastallânî).

[50] Buhârî bu hadîsi, "Kasâme"de kısas olmadığına ve bunda hüküm beyyine ve yemîne maksûr olduğuna dâir geçen Eş'as ibn Kays hadîsine uygun olarak zik­retmiştir.

Bunun birer rivayeti Sulh'ta ve Cizye'de geçmişti. Müslim de Kasâme, Mu-hâribler, Kısas ve Diyât Kitâbı'nda bunun onüç kadar rivayetini ayrı ayrı yol­lardan ve farklı metinlerle arka arkaya sıralamıştır. Müslim Tercemesi, V, 243-250 "1669-1670".

[51] Hadîste evvelâ yeminin müddeîye değil de müddeâ aleyhe yönelmesi vardır. Ni­tekim bu Ensârîler kıssasında böyle vâki' olmuştur... (Kastallânî).

[52] Buhârî'nin bu hadîsi burada getirmesi, Ensâr kıssasında olduğu gibi, yeminin evvelâ müddeâ aleyhe yöneleceği, müddeîye yönelmiyeceği bakımındandır.

Hadîsin sonundaki "İle'ş-Şâm = Şam'a" ta'bîriEbûNuaym'ınA/usta/ırac'-ında Ahmed ibn Harb rivayetinde "Mine'ş-Şâm Şam'dan" şeklindedir. Fethu'l-Bârî'dt: Bu daha uygundur. Çünkü Abduimelik'in ikaameti Şam'da idi. An­cak bu sürgün işinin Mus'ab ibnu'z-Zubeyr ile muharebe sırasında Irak'ta bu­lunduğu zaman olması muhtemel olur. O takdirde o yemîni yapanlar Irak ehlinden olup Abdulmelik onları Şam'a sürmüş olur.

el-Kaabisî, Umer ibn Abdilazîz'e taaccüb etmiştir: O, Rasûlullah'ın hük­müyle ve Râşid Halîfeler'in ameliyle sabit olan kasâme hükmünü, Ebû Kılâbe'nin kavliyle nasıl ibtâl etmiş, hâlbuki Ebû Kılâbe tabiîlerin dalgınlarından idi. Ab-dulazîz ondan müsned olmayan mürsel bir söz işitmiştir. Ebû Kılâbe'de Ensâr kıssasiyle Hayber kıssası alt üst olmuş, o hıfzının azlığından bunların birini di­ğerine bindirmiştir. Ve keza kasâme ile ilgili olmayan mürsel bir hikâye işitmiş­tir. Çünkü Hal'in kasâme ile ilgisi yoktur. Abduimelik'in isim silmesinde de hüccet yoktur, demiştir ve Allah en bilendir (Aynî-Kastallânî).

Bu uzun metnin Ukl kabilesinden gelen sekiz kişinin macerası kıssası ile Ensâr'dan birinin Hayber arazîsinde öldürülmesi kıssası Buhârî ve Müslim'de sahîh olarak rivayet edilmiş olan sağlam ve sıhhatlerinde hiç şübhe bulunma­yan hadîslerdir. Ebû Kılâbe'nin Anbese'ye hitabı ve onun kendisini bu ifâdele­rinde doğrulayıcı sözleri de aynen Müslim'de rivayet edilmiştir: Müslim Ter., V, 251-254 "1671", Kitâbu'l-Kasâme..., 2. Bâb.

[53] Midrâ, mîm'in kesriyle tarağa denir, muşt ma'nâsınadır...

[54] Midrâ, mîm'in kesriyle tarağa denir, muşt ma'nâsınadır...

[55] Evine girmesine izin vermediğin bir adamın gözünü çıkarırsan kısas lâzım gel­mez demek olur ki, bu da öyle izinsiz bakmayı men' etmede mübalağa ifâde etmektedir.

[56] Âkile: Âkü'in cem'idir. Kişinin âkılesi, baba tarafından olan yakınlarıdır, on­lar onun asabesidir. Bunlar âkile diye İsimlendirildi, çünkü bunlar diyeti hakk edenin evinin avlusuna diyet develerini bağlarlar, yâhud da cânînin "Akl" de­nilen diyetini yüklendikleri için böyle isİmlenmişlerdir...

el-Âkıle, aslında diyet ve kan bedeli ma'nâsına olan "A ki''d&n fail isim­dir. "Âkile" cemâati demektir. Sonra bir adamın asabesine denildi...

[57] Hz. Alî'nin böyle kuvvetli bir yemîn ile te'yîd edip: "Ben Rasûlullah'tan, baş­kalarından saklı gizli olarak Beyt Ehli'ne mahsûs ve yazılı hiçbir emir almadım" demesinde Şîa'nm bu suretle ileri sürdükleri çürük iddialarını kuvvetli bir redd vardır. Alî'nin "Benim bildiğim birşey varsa, o da Allah'ın kişiye Kur'ân'daki hükümleri ve hakikatleri anlamak kudretini vermiş olmasıdır" sözünde de mü-fessirlerden naklolunmayan hükümleri, şerîatin usûl ve fürû'una uygun olarak herhangibir âlimin anlayıp kavraması, zekâsıyle Kur'ân'dan çikarabilmesinin cevazına İşaret vardır. Bu hakikati İmâm Mâlik de "ilim, rivayetin çokluğuyla hâsıl olmaz, o bir nurdur, bir fehm ve idrâk kaabiliyetidir ki, Allah onu diledi­ğinin gönlüne kor" sözüyle ifâde etmiştir.

[58] Bunun bir rivayeti Tıbb'da da geçmişti. Bu hadîslerin birkaç rivayetini Müslim de Kasâme... Kitâbı'nda getirmiştir.

[59] Bunun bir rivayeti Ferâiz'de de geçmişti.

[60] Bu babın hadîslerinin birkaç rivayetini Müslim de Kasâme...'de getirmiştir: Müs­lim Ter., V, 271-275 "1681, 1689".

[61] Bu Ümmü Seleme, mü'minlerin anasidır. Bir rivayette Ümmü Suleym şeklinde gelmiştir ki, bu Enes ibnMâlik'in anasıdır. Fethu'l-Bârî'de şöyle dedi: Ümmü Seleme bilhassa köle istedi, çünkü örf, efendilerin, hürrlerin aksine, meşakkat­siz, kolay işlerde kölelerinin kullanılmasına rızâ göstermeleri üzere carî idi. Bu haberi es-Sevrî, kendi Camiinde senediyle rivayet etmiştir.

[62] Rasûlullah, Ebû Talha'ya "Bana hizmet edecek bir oğlan araştır" demişti. Enes ise, annesi Ümmü Suleym'İn kefaletinde idi. Onu annesi Peygamber'e getirdi. Kocası ve Enes'in üvey babası olan Ebû Talha da beraberinde idi... (Kastallânî).

Hicretin başlarında Enes'i, sekiz-on yaşlarında olduğu hâlde annesi Üm­mü Suleym, Peygamber'in yanına götürüp ' 'Yâ Rasûlallah, bunu size hizmetçi­niz olmak üzere getirdim, haddim olmayarak armağan ettim. Benim oğlum ve Sizin hizmetçinizdir. Ona duâ buyur" diye takdîm etmişti. Peygamber de Enes hakkında uzun ömür, mal ve evlâd çokluğu ile duâ etmiş idi. Peygamber'in bu duası bereketiyle Enes, seksenden fazla evlâd ve torun görmüş, kendisi çok mala mâlik olup yüzüç yaşına ulaştığı hâlde vefat etmiştir... (Mehmed Zihnî, el-Hakaaık, s.171-174).

[63] Sahibi tarafından bağlanan veya bir tarafa kapatılan dört ayaklı hayvanların bağlarını kopararak veya kapatıldıkları yerden kurtularak meydana getirdikleri cinayet ve zararlar hederdir. Sahibine tazmin lâzım gelmez, demek oluyor. An­cak hayvanın sahibi, cinayet sırasında ve zarar esnasında yanında bulunur da men' etmezse, tazmin îcâb eder. Fıkıh kitâblarında bu zararların çeşitleri ve taz­mîn için gereken şartlar ayrı ayrı tafsil edilmiştir.

Kuyu da böyledir. Bir kimsenin kendi milkine yâhud hükümetin izniyle boş bir yerde kazdırdığı kuyunun içine bir insan yâhud hayvan düşse -gerekli ted­bîrleri aldığı takdirde- kuyu sahibine tazmin lâzım gelmez.

Ma'den kuyuları da böyledir. Devletin izniyle işletilen ma'den kuyularına düşen insan ve hayvanın zararı, ma'den sahibine ödettirilmez.

Hadîsin son fıkrası "Rîkâz"m, yânî örtülü ve gömülü olan ma'denler ve definelerin beşte bir nisbetinde harca, vergiye tâbi' olmasını takrîr etmektedir... {Müslim Ter., V, 312-313).

[64] İbn Sîrîn'in sözünü Saîd ibn Mansûr; Hammâd'm, Kaadı Iyâd'ın, el-Hakem'in ve eş-Şa'bî'nin sözlerini de îbn Ebî Şeybe senedli olarak rivayet etmişlerdir.

[65] Parantez içindeki ziyâde Nesâî ve Ebû Davud'un rivâyetlerindendir. Kırk yıl ye­rine yetmiş, yüz rivayetleri de olduğundan, bununla uzak mesafeler kinaye edil­miş olmaktadır.

Müslüman ülkesinde yaşayan gayrı müslim zımmîler, müslümânlar gibi can­ları, mallan, ırzları devletin korumasmdadır. Haksız olarak asla öldürülmezler.

[66] Alî'nin "Ancak Allah tarafından Kitâb'ı hakkındadır kimseye verilen anlama vardır" sözü, müfessirlerden naklolunmayan hükümleri, dînin usûl ve kaaide-lerine uygun olarak bir âlimin anlayış ve zekâsiyle Kur'ân'dan istinbât edebil­mesinin cevazına işaret sayılmıştır. Bu hakîkati, İmâm Mâlik de: "ÎHm rivayet çokluğu ile hâsıl olmaz, o bir nurdur, bir anlama ve idrâk kaabiliyetidir ki, Al­lah onu dilediği gönüle kor" sözüyle ifâde etmiştir.

Bunun bir rivayeti de Cizye'de geçti.

[67] Bu, Peygamberlerde, "Mûsâ kıssası"nda geçti.

[68] Bu da birçok yerde geçti. Bunun bir rivayeti Husûmetler'de geçmişti.

[69] Bu, geçen Ebû Saîd hadîsinin başka bir rivayetidir.