1- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
5- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
6- Taşla Kısas Yapan Kimse Babı
8- Haksız Olarak Bir Adamın Kanını İsteyen Kimse(Nin
Hükmünü Beyân) Babı
9- Hatâ İle Öldürmede Maktulün Velîsinin Kaatilden Affı,
Maktulün Ölmesinden Sonradır Babı
10- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
11- Bâb: Şahıs, Öldürmeyi Bir Kerre İkrar Ederse Bu
İkrarı İle Öldürülür
12- Erkeğin, Kadını Öldürmesi Babı
13- Yaralamalarda Erkekler İle Kadınlar Arasında Kısas
(Yapılması) Babı
15- Bâb: Bir Şahıs Kalabalık İçinde Sıkışıp Öldüğü Yâhud
Öldürüldüğü Zaman (Hüküm Nasıldır)?
16- Bâb: Bir Şahıs Yanlışlıkla Kendini Öldürdüğü Zaman,
Onun İçin Diyet Yoktur
18- Bâb: Diş, Dişe Mukaabil (Sökülür)
24- Kadının Cenîni(Nin Hükmünü Beyân) Babı
26- Köle Yâhud Çocuktan Yardım İsteyen Kimse Babı
29- Bir Zımmîyi Cürümsüz Olarak Öldüren Kimsenin Günâhı(Nı
Beyân) Babı
30- Bâb: "Kâfir Kişiye Bedel Müslüman Öldürülmez'
Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle
(Diyetler
Kitabı) [1]
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli: "Kim bir mü'mini kasden öldürürse cezası, içinde ebedî kalıcı olmak
üzere cehennemdir. Allah ona gadab etmiştir, ona la 'net etmiştir ve ona çok
büyük bir azâb hazırlamıştır" (en-Nisâ: 93) [2]
1-.......Amr
ibn Şurahbîl şöyle demiştir: Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle dedi: Bir adam:
— Yâ Rasûlallah! Allah
katında hangi günâh en büyüktür? diye sordu.
Rasûlullah (S):
— "Allah seni yarattığı hâlde Allah'a bir
benzer çağırmandır" buyurdu.
O adam:
— Sonra hangi (günâh büyüktür)? diye sordu.
Rasûlullah:
— "Sonra beraberinde yemek yemesinden
korktuğun için çocuğunu öldürmendir" buyurdu.
O zât:
— Bundan sonra hangisi (büyüktür)? dedi.
Rasûlullah:
— "Sonra komşunun
eşiyle zina edişmendir" buyurdu.
Azîz ve Celîl olan
Allah, bunların tasdîki olmak üzere şu âyetleri indirdi: ('Onlar ki, A ilah
'in yanına başka bir tanrı daha (katıp) tapmazlar. Allah'ın haram kıldığı cana
haksız yere kıymazlar, zina etmezler. Kim bunları yaparsa cezaya çarpar.
Kıyamet günü de azabı katmerleşir ve o azabın içinde hor ve hakîr ebedî
bırakılır" (ei-
Furkaan: 68-69) [3].
2-.......İbn
Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S): "Mü'min kişi, kendisine haram bir
kan bulaşmadıkça dâima dîninden (mülhem olduğu) bir genişlik içindedir"
buyurdu [4].
3-.......Bize
îshâk tahdîs etti: Ben babam Saîd ibn Amr'dan işittim, şöyle tahdîs ediyordu:
Abdullah ibn Umer (R): Nefsini içine atan kimseler için hiçbir çıkış ve
kurtuluş olmayan işlerin helak edicilerinden biri, kan dökmeye halâl kılıcı
bir hakk olmaksızın haram kan dökmektir, demiştir.
4- Bize
Ubeydullah ibn Mûsâ, el-A'meş'ten; o da Ebû Vâil'den tahdîs etti ki, Abdullah
(ibn Mes'ûd-R): Peygamber (S):
— "(Kıyamet
gününde) insanlar arasında verilecek ilk hüküm, kan da'vâları hakkındadır"
buyurdu, demiştir [5].
5-.......Bize
Atâ ibn Yezîd tahdîs etti. Ona da Ubeydullah ibn Adiyy tahdîs etti. Ona da
Zuhre oğulları'nın yeminli dostu olan el-Mıkdâd ibn Amr el-Kindî tahdîs
etmiştir. Bu zât, Bedir'de Peygamber (S) ile beraber hazır bulunmuştu; o şöyle
demiştir: Bir kerresinde RasûluIlah(S)'a:
— Yâ Rasûlallah! Ben
bir kâfirle karşılaşsam, onunla vuruşsak da o benim elimi kılıcı ile vurup
koparsa, sonra benden kaçıp bir ağaca sığınsa da "Ben Allah için müslümân
oldum ("Lâ ilahe ilte'Hâh")" dese, onu bu tevhîd kelimesini
söyledikten sonra öldürebilir miyim? dedim.
Rasûlullah:
— "Hayır sen onu öldürme!" buyurdu.
— Yâ Rasûlallah! O
benim iki elimden birisini kesti kopardı da, tevhîd kelimesini elimi
kopardıktan sonra söyledi, ben onu öldürebilir miyim? dedim. Rasûlullah:
— "Sakın onu öldürme! Eğer öldürürsen o
senin onu öldürmezden evvelki vaziyelindedir! (Çünkü müslümân olmuş kanı
ma'sûm-dur.) Sen de onun söylediği tevhîd kelimesini söylemezden evvelki
vaziyetindesin (çünkü kanın kısas ile mübâh olmuştur)" buyurdu [6].
Ve Habîb ibn Ebî
Amrete, Saîd ibn Cubeyr'den söyledi ki, İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber
(S) Mıkdâd'a:
— "Ey
Mıkdâd!Mü'min bir kişi, kâfirlerden meydana gelen kavminin beraberinde îmânını
gizlese de (selâmete erişince) îmânını açığa çıkarsa, bunun üzerine sen de
onun (îmânına i'timâd etmeyerek) öldürsen (bu doğru olmaz). Nitekim sen de
hicretten önce Mekke'de îmânını böyle gizliyordun!" buyurdu [7].
'(Kim bir canı, bir
can mukaabilinde veya yeryüzünde bir fesâd çıkarmaktan dolayı olmayarak
öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur.) Kim de onu kurtarırsa, bütün
insanları diriltmiş gibi olur.,, "
(el-Mâide: 32).
ibn Abbâs, son
fıkranın tefsiri hakkında: Kısas nev'inden bir hakk müstesna, öldürülmesi haram
kılınan bir kimseyi öldürülmekten kurtaran, sanki bütün insanları kurtarmış
gibi olur, demiştir [8].
6-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne, el-A'meş'ten; o da Abdullah ibn Murre'den; o da Mesrûk'tan;
o da Abdullah ibn Mes'ûd(R)'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Haksızca
öldürülen her nefsin öldürülme günâhından muhakkak bir pay ilk Âdem oğlu
üzerine de olur'' buyurmuştur [9].
7-.......
Bize Şu'be tahdîs etti: Bana Vâkıd ibn Abdillah haber verip, babası Muhammed
ibn Zeyd'den söyledi, o da Abdullah ibn Umer(R)'den işitmiştir ki, Peygamber
(S) -Veda Haccı'nda Akabe cemresi yanında insanların toplanması sırasında-:
— "Benden sonra bir
birlerinizin boyunlarını vuran kâfirlere dön-meyiniz!" buyurmuştur [10].
8-.......Cerîr
ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Veda Haccı'nda bana
"İnsanları sustur!" diye emretti de, yaptığı hutbede: "Benden
sonra kâfirlerin âdetine dönüp birbirlerinizin boyunlarını vurmayınız!"
buyurdu.
Bu hadîsi Ebû Bekre
ile İbn Abbâs da Peygamber'den rivayet ettiler [11]
9-.......Bize
Şu'be, Firâs'tan; o daeş-Şa'bî'den; o da Abdullah ibn Amr(R)'dan tahdîs etti
ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Büyük günâhlar Allah 'a ortak
tanımak, ana-babaya isyan etmek -yâhud: Gamûs yemini yapmak-" buyurdu.
Râvî Şu'be böyle şekkli söyledi.
Muâz ibn Muâz
el-Anberî şöyle dedi: Bize Şu'be tahdîs edip şöyle dedi: "Büyük günâhlar,
Allah 'a ortak tanımak, gamûs yemini etmek, ana-babaya âsî olmak -yâhud: İnsan
öldürmektir-" buyurdu [12].
10-.......
Bize Ubeydullah ibn Ebî Bekr tahdîs etti ki, kendisi Enes ibn Mâlik(R)'ten
işitmiştir. Peygamber (S): "Büyük günâhlar..." buyurdu.
Ve yine bize Amr (ibn
Merzûk) tahdîs etti: Bize Şu'be, İbnu Ebî Bekr'den; o da Enes ibn Mâlik(R)'ten
tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Büyük günâhların en
büyüğü Allah 'a şirk koşmak, nefis öldürmek, ana-babaya ezâ etmek ve yalan söz
söylemek -yâhud: Yalan şâhidliği yapmaktır-" buyurdu [13].
11-.......
Bize Ebû Zabyân tahdîs edip şöyle dedi: Ben Usâme ibn Zeyd ibn Hârise(R)'den
işittim, o tahdîs ederek şöyle dedi: Rasû-lullah (S) bizi Cuheyne kabilesinden
el-Huraka boyu üzerine cihâda göndermişti. Bizler sabah vakti o kavme baskın
yaptık ve onları bozguna uğrattık. Ben, Ensâr'dan bir adamla beraber onlardan
bir kimseye kavuştuk. Biz onu kuşatıp yakalayınca "Lâ ilahe ille'llâh
"dedi. Bu tevhîd sözü üzerine Ensârî arkadaşım ondan kendini çekti. Fakat ben
mızrağımı ona sapladım ve onu öldürdüm. Medine'ye geldiğimizde bu hâdise
Peygamber'e ulaştı da bana:
— "Yâ Usâme! Sen o adamı 'Lâ ilahe
ille'llâhu' demesinin ardından niçin öldürdün?" buyurdu.
Ben:
— Yâ Rasûlallah! O bu
sözü ancak ölümden sığımcı olarak söylemiştir, dedim.
Rasûlullah:
— "Sen onu *Lâ ilahe iüe'Üâh' demesinin
ardından niçin öldürdün?" buyurdu ve bu soruyu bana karşı devamlı tekrar
ediyordu.
Nihayet ben:
— Keski bu günden önce
müslümân olmayaydım! diye temem-nî ettim [14].
12-.......
Bize Yezîd ibn Ebî Habîb el-Mısrî, Ebû'l-Hayr'dan; o da es-Sunabihî'den tahdîs
etti ki, Ubâde ibnu's-Sâmit (R) şöyle demiştir: Ben Akabe gecesinde Rasûlullah
(S) ile bey'at etmiş olan na-kîblerden birisiyim. Biz o gece Rasûlullah'a şu
şartlar üzerine bey'at ettik: Allah'a hiçbirşeyi ortak kılmamak, hırsızlık
yapmamak, zina etmemek, Allah'ın haram kıldığı canı öldürmemek, iftira etmemek,
âsî olmamak, bunlara sâdık kaldığımız takdirde cennetle müjdelenmek, bu
günâhlardan birini işlersek bunun hükmünün Allah'a âid olduğu (üzerine) [15].
13-....... Bize
Cuveyriye, Nâfi'den; o da Abdullah
ibn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Her kim biz
müslümân-lara silâh çekip kıtal ederse artık o kimse biz müslümânlardan
değildir" buyurmuştur.
Bu hadîsi Ebû Mûsâ
el-Eş'arî de Peygamber(S)'den rivayet etmiştir [16].
14-.......Bize
Eyyûb ve Yûnus, el-Hasenu'l-Basrî'den tahdîs ettiler ki, el-Ahnef ibnu Kays
şöyle demiştir: Ben (Alî ile Muâviye arasındaki Sıffîn harbi sırasında) şu
adama (Alî ibn Ebî Tâlib'e) yardım etmek için gidiyordum. Bana Ebû Bekre
kavuştu da:
— Nereye gitmek
istiyorsun? diye sordu. Ben:
— Şu adama yardım edeceğim! dedim. O bana şöyle
dedi:
— Haydi geri dön! Çünkü ben Rasûlullah(S)'tan
işittim: "İki müslümân kılıçlanyle karşılaştıkları zaman ölen de, öldüren
de ateştedir" Duyuruyordu. Ben: Yâ Rasûlallah, öldüren böyledir amma
ölene ne oluyor? diye sordum. Rasûlullah: "Ölen de arkadaşını öldürmeye
hırslı idi" buyurdu [17].
"Hitamuhu
misk" (et-Tatfîf: 26) olması niyâzıyle Ondördüncü Cildin Sonu
"Ey îmân edenler,
maktuller hakkında size kısas yazıldı. Hürr, hürr ile; köle, köle ile; dişi,
dişi ile (kısas olunur). Fakat kimin lehinde maktulün kardeşi tarafından cüzf
birşey affolunursa (hemen kısas düşer). Artık Örfe uymak, onu güzellikle ödemek
(lâzımdır).
Bu, Rabb 'inizden bir
hafifletme ve rahmettir. O hâlde
kim bundan sonra
tecâvüzde bulunursa, onun için pek aCltlCl bir azâb Vardir" (el-Bakara:
178) [18].
15-.......Bize
Hemmâm ibn Yahya, Katâde'den; o da Enes ibn Mâlik(R)'ten şöyle tahdîs etti: Bir
Yahûdî, (Ensâj-'dan) bir cariyenin başını iki taş arasında ezmişti (ve
zînetlerini almıştı). (O câriye ölmek üzere iken Peygamber'in huzurunda:)
— Sana bu cinayeti kim
işledi? Fulân mı, fulân mı? diye sorulup, nihayet Yahudi'nin adı anılınca,
câriye başı ile "Evet" işareti yaptı.
Bunun üzerine Yahûdî
yakalanıp getirildi. Bu fiili devamlı soruldu, nihayet bu cinayeti ikrar edince,
onun da başı taşla ezildi [19].
16-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Medîne'de bir câriye kadın üzerinde gümüş zînet
eşyaları olduğu hâlde dışarı çıkmıştı.
Enes dedi ki: Bir
Yahûdî o kadına bir taş atmış.
Enes dedi ki: Yaralı
kadın ölmek üzere iken Peygamber'in yanına getirildi. Peygamber (S) ona:
— "Seni fulân kimse mi öldürdü?" diye
sordu.
Kadın ("Hayır"
ma'nâsına) başını yukarı kaldırdı. Peygamber soruyu tekrar etti ve:
— "Seni fulân kimse mi öldürdü?"
buyurdu.
Kadın yine
("Hayır" yerine) başını kaldırdı. Peygamber üçüncü defasında:
— "Seni fulân kimse mi öldürdü?" diye
sordu.
Bu sefer kadın "Evet"
ma'nâsına başını aşağıya indirdi. Bunun üzerine Rasûlullah o Yahudi'yi çağırttı
(da soruşturma yapıp suçunu i'tirâf edince) onu da iki taş arasında öldürdü [21].
Biz onda (Tevrat'ta)
onların üzerine (şunu) yazdık:
Cana can, göze göz,
buruna burun, kulağa kulak, dişe diş karşılıktır; yaralar birbirine kısastır.
Fakat kim bunu sadaka olarak bağışlarsa o, kendisine keffârettir* Kim Allah hn
indirdiği hükümlerle hükmetmezse, onlar zâlimlerin tâ kendileridirler"
(ei-Mâide: 45) [22].
17-.......Bize
el-A'meş, Abdullah ibn Murre'den; odaMesrûk'tan tahdîs etti ki, Abdullah ibn
Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Rasûlul-lah (S) şöyle buyurdu: "Allah'tan başka
(ibâdete lâyık) tanrı bulunmadığına ve benim A ilah 'in Rasûlü olduğuma
şehâdet etmekte olan müs-lümân bir kimsenin kanı halâl olmaz, ancak şu üç
şeyden biri ile halâl olur: Maktulün hayâtı karşılığında öldürülmesi, zina
edenin evli olması, İslâm Dînî'nden çıkıp müslümân cemâatini terketmesi!"
[23].
18-.......Bize
Şu'be, Hişâmibn Zeyd'den; o daEnes(R)'ten şöyle tahdîs etti: Bir Yahûdî,
üzerindeki gümüş zînet eşyalarım almak için bir cariyeyi taş ile öldürdü.
Ölmeye yüz tutmuş olduğu hâlde bu câriye Peygamber(S)'in yanına getirildi.
Peygamber ona:
— "Seni fulan
kimse mi Öldürdü?" diye sordu. Kadın başıyle "Hayır" diye işaret
etti.
Peygamber ikinci defa
bir ismi zikrederek sordu. Kadın yine başıyle "Hayır" diye işaret
etti. Üçüncü sorusunda ise kadın başıyle "Evet!" diye olumlu bir
işaret verdi. Bunun üzerine Peygamber o Yahudi'yi iki taş ile öldürdü [24].
"Her kimin bir
kimsesi öldürülürse, iki şeyden hangisi kendisi hakkında hayırlı ise onu
isteyebilir (yânı iki şey arasında muhayyerdir; ya kendisine diyet verilir, ya maktulün
ehli kısas ettirir)"
19-.......Bize
Ebû Hureyre (R) şöyle tahdîs etti: Huzâahlar, Câhiliyet günlerinde öldürülmüş
bir Huzâalı adama karşılık Leys oğullarından bir kimseyi Mekke fethi yılında
öldürmüşlerdi. Rasûiul-lah(S)'a haber verilince, hemen ayağa kalktı, yaptığı
hutbesinde şunları söyledi:
— "Şübhesiz Allahfîlin ordusunu Mekke'ye
girmekten habset-miştir, Allah Mekkeliler üzerine kendi rasûlü ile mü'minleri
saldırt-mıştır. Haberiniz olsun: Mekke benden evvel hiçbir kimse için halâl
olmadığı gibi, benden sonra da hiçbir kimse için halâl olmayacaktır. Biliniz
ki, o ancak bana da yalnız bir gündüzün bir saatinde halâl kılınmıştır. Bilmiş
olunuz ki, işte bu saatimde Mekke benim için de haramdır. Mekke'nin dikeni bile
koparılmaz, ağacı kesilmez, yitiğini kimse elini uzatıp alamaz, ancak sahibini
aramak için arayıp i'lân edici kimse alabilir. O hâlde her kimin bir kimsesi
öldürülürse, iki şeyden hangisi kendisi hakkında hayırlı ise, onu isteyebilir
(yânî iki şey arasında muhayyerdir: Ya kendisine diyet verilir, yâhud maktulün
ehli kısas ettirir)/"
Bu hutbe üzerine Yemen
ahâlîsinden olup Ebû Şâh denilen bir adam ayağa kalktı da:
— Yâ Rasûlallah! Şu söylediklerini benim için
yaz! dedi.
Rasûlullah da:
— "Bunları Ebû Şâh için yazın!"
emrini verdi.
Sonra Kureyş'ten bir
zât ayağa kalktı, o da:
— Yâ Rasûlallah! Izhır
otu müstesna olsun! Çünkü biz onu eylerimizin inşâsında ve kabirlerimizde
kullanıyoruz! dedi.
Rasûlullah:
— "Izhır müstesna olsun!" buyurdu.
Ubeydullah, Şeybân'dan
fîl lafzı hususunda Harb ibn Şeddâd'a mutâbaat etti. Bâzı kimse de (yânî şeyh
Muhammed ibn Yahya ez-Zuhlî) Ebû Nuaym'dan "Allah Mekke'de katli haram
kılmıştır" şeklinde söyledi. Ubeydullah da: "Yâhud da maktulün ehli
kısas yaptırır" şeklinde söylemiştir [25].
20-.......îbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: İsrâîl oğullan'nda kısas vardı, fakat onlarda diyet
yoktu. Yüce Allah, Kitâb'mda bu ümmete hitaben: "Ey îmân edenler,
maktuller hakkında size kısas yazıldı. Hürr, hürr ile; köle köle ile; dişi dişi
ile (kısas olunur). Fakat kimin lehinde maktulün kardeşi tarafından cüz T
birşey affolunursa, artık örfe uymak, onu güzellikle ödemek lâzımdır... "
{d-Bakara: 178) buyurdu.
İbn Abbâs "Fe men
ufiye" kavlini tefsir ederek, şöyle dedi: Afv, amden öldürmede maktulün
velîsinin kaatilden diyet kabul etmesidir (ve kanı terketmesidir).
Yine İbn Abbâs:
"FeHtibâun bVl-ma'rûf" da maktulün velîsinin kaatilden ma'rûf veçhile
diyeti istemesi ve kaatilin de o diyeti güzellikle ödemesidir, dedi [26].
21-.......
Bize Nâfi' ibn Cubeyr, Ibn Abbâs(R)'tan tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle
buyurmuştur: "Allah'a insanların en sevimsiz olanı üç sınıftır: a. Harem
içinde zulüm ve haksızlık eden; b. İslâm camiası içinde Câhiliyet âdetini
araştırıp, onu bulup yaşatmak isteyen (mürteci'), c. Haksız yere dökmek için
ma'sûm bir kişinin kanım külfetle araştıran'' [27].
22-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Uhud günü harb sırasında İblîs insanların içinde:
— Ey Allah'ın kulları,
arka tarafınızdan sakınınız! diye bağırdı.
Bu ses ile mücâhidlerin
önde bulunanları, arka taraftakiler üzerine döndüler, (onları düşman sanarak
hücum ettiler). Nihayet Hu-zeyfe'nin babası el-Yemân'ı öldürdüler.
Huzeyfe:
— (Ne yapıyorsunuz?) O
babamdır, o babamdır! (Onu öldürmeyin!) diye bağırdı (Fakat onu işitmediler)
ve yanlışlıkla Yemân'ı öldürdüler.
Huzeyfe yanlışlıkla
olan bu öldürmeye karşı:
— Allah sizleri mağfiret eylesin! demekle
yetindi.
Râvî: Uhud günü
müşrikler bozulmuş, hattâ onlardan bir topluluk Taife kadar kaçıp onlara
katılmışlardı, demiştir [28].
"Bir müzminin
diğer bir mü'mini, yanlışlık eseri olmayarak öldürmesi yakışmaz. Kim bir mü
'mini yanlışlıkla öldürürse, mü ymin bir köleyi azâd etmesi ve ölenin ailesine
teslim edilecek bir diyet vermesi lâzımdır.
Meğer ki, onlar o
diyeti sadaka olarak bağışlamış olsunlar. Eğer öldürülen mü'min olmakla beraber
size düşman bir kavimden ise, o zaman öldürenin bir köle azâd etmesi lâzımdır.
Şayet kendileriyle aranızda andlaşma olan bir kavimden ise, o vakit
mirasçılarına bir diyet vermek ve bir de mü 9min bir köle azâd etmek gerekir.
Kim bunları bulamazsa Allah 'tan tevbesinin kabulü için birbiri ardınca iki ay
oruç tutması îcâb eder. Allah herşeyi bilendir, gerçek hüküm ve hikmet Sâhİbİdİr"
(en-Nisâ: 92) [29].
23-.......Bize
Enes ibn Mâlik (R) şöyle tahdîs etti: Bir Yahûdî, bir cariyenin başını iki taş
arasında ezdi. Ölmek üzere olan kadına:
— Bunu sana kim yaptı?
Fulân kimse mi, Fulân kimse mi? diye soruldu.
Nihayet o Yahudi'nin
ismi söylenince, kadın başıyle "Evet" diye işaret etti. Yahûdî
yakalanıp getirildi, soruldu, o da suçunu i'tirâf edince Peygamber (3) emretti
de onun başı da taşla ezildi.
Râvî Hemmâm ibn Yahya
"İki taşla ezildi" diye söylemiştir [30].
24-.......Bize
Saîd ibn Ebî Arûbe, Katâde'den; o da Enes ibn Mâlik(R)'den tahdîs etti ki,
Peygamber (S) bir Yahûdî erkeğini, üstündeki gümüş zînetlerini almak için
öldürdüğü bir câriye kadına mukaabil öldürmüştür [31].
İlim ehli (yânî
onların cumhuru) da: Erkek, kadına mukaabil öldürülür, demişlerdir. Umer
ibnu'l-Hattâb'dan: Nefse ulaşan her kasıtlı öldürmede ve onun aşağısında olacak
her yaralamada, kadın, öldürdüğü erkekten dolayı kısas edilir, dediği zikrolunuyor.
Umer ibnu Abdilazîz de
Umer'in rivayet ettiği bu görüşe gitmiştir. İbrâhîm en-Nahaî, Ebu'z-Zinâd, ve Ebu'z-Zinâd'ın
bâzı arkadaşları da bu görüşe gitmişlerdir [32].
Enes ibnu'n-Nadr'ın
kızkardeşi er-Rubeyy', bir insanı yaraladı da Peygamber (S): "Kısas"
buyurdu [33].
25-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Biz Peygamber(S)'e hastalığında ağzına ilâç koymuştuk. O da
bize "İlâç vermeyin" diye işaret etmişti. Fakat biz:
— Rasûlullah'in ilâç
istememesi, hastanın ilâçtan hoşlanmama-sıdır, dedik (ilâç vermeye devam
ettik).
Rasûlullah- ayıhnca:
— "Sizlerden ev içinde bulunan herkes hiç
kimse katmadan muhakkak bu ilâçtan alacaktır, ancak Abbâs müstesna! Çünkü o
beni ilâçlamakta sizinle bulunmadı" buyurdu [34].
26-.......Bize
Ebu'z-Zinâd tahdîs etti; ona da el-A'rec tahdîs etti ki, o Ebû Hureyre(R)'den
işitmiştir. Ebû Hureyre de Rasûlul-lah(S)'tan: "Bizler (dünyâda) sonra
gelenleriz, (âhirette) öne geçecek olanlarız*.." buyururken işittiğini
söylüyordu.
Yine bu isnâd ile
Rasûlullah (S): "Eğer sen evinde iken içeriye bakmasına izin vermediğin
bir kimse, senin evinin içine baksa, sen de ona bir taş atıp gözünü çıkarsan,
senin üzerine günâh yoktur" buyurduğunu rivayet etti [36].
27-.......Bize
Yahya ibn Saîd el-Kattân, Humeyd et-Tavîl'den şöyle tahdîs etti: Bir adam,
Peygamber(S)'in evinin içine doğru baktı. Peygamber de hemen elindeki enli
oku, o kimseye doğru yöneltti.
Yahya dedi ki: Ben
Humeyd'e:
— Bu hadîsi sana kim tahdîs etti? diye sordum.
Humeyd:
— Bunu bana Enes ibn Mâlik tahdîs etti, diye
cevâb verdi [37].
28-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Uhud günü olduğu zaman müşrikler harb meydanında bozguna
uğratıldılar. Bu sırada İblîs (müs-lümânların içinde):
— Ey Allah'ın kullan!
Arkanızdan gelenlerle mukaatele ediniz! diye bağırdı.
Bu ünleme ile önde
bulunanlar arkadan gelenleri müşriklerden sanarak, onlarla harbetmek için geri
döndüler. Bunlar ve onlar mukaatele ettiler. Bu sırada Huzeyfe bir de baktı
ki, arkadaki babası el-Yemân'dır (Müslümanlar onu müşriklerden sanarak
öldürüyorlardı). Hemen:
— Ey Allah'ın kullan!
O benim babamdır! O benim babamdır!
diye bağırdı...
Âişe dedi ki: Vallahi
müslümânlar ondan ayrılmayıp nihayet onu (yanlışlıkla) öldürdüler. Huzeyfe
(onların, babasını müşriklerden sanarak yanlışlıkla öldürmüş olmaları özründen
dolayı):
— Allah sizleri mağfiret eylesin! dedi.
Bu senedle gelen bir
rivayette Urve: Bu fiilden dolayı Huzeyfe'-den tâ Allah'a kavuşuncaya kadar
babası üzerine bir hüzün bakıyye-si devam edip durdu, demiştir [39].
29-.......Seleme
ibnu'I-Ekvâ (R) şöyle demiştir: Bizler Peygamber (S) ile beraber Hayber
gazasına çıktık. Yolda giderken sahâbîler-den bir adam (amcam) Âmir
ibnu'l-Ekvâ'a:
— Yâ Âmir! Kısa
vezinli şiirlerinden bizlere dinlet! dedi. Bunun üzerine Âmir, recez denilen
kısa vezinli şiirlerini tegannî ile
okuyarak kaafilenin develerini yollandırdı. Peygamber:
— "Şiir inşâd
ederek develeri yollandıran kimdir?" diye sordu. 'u Sahâbîler:
— Âmir ibnu'I-Ekvâ'dir! Dediler
Peygamber:
— "Allah ona
rahmet eylesin!" diye duâ etti.
Sahâbîler:
— Yâ Rasûlallah! Âmir'le bizi faydalandırmak
için keski onu bizlere bağışlasaydın! dediler.
Nihayet Hayber gecesinin
sabahında Âmir yaralandı (ve bundan öldü). Bir topluluk:
— Âmir'in ameli bâtıl
oldu, o kendini öldürdü! dediler.
Ben Hayber'den
döndüğüm sırada onlar hâlâ:
— Âmir'in âmeli bâtıl oldu! diye
konuşuyorlardı.
Bunun üzerine ben Peygamber'e geldim ve:
— Ey Allah'ın
Peygamberi! Babam, anam Sana feda olsun! Bâzı'/ kimseler Âmir'in gazasının
bâtıl ve şehîdliğinin mükâfâtsız olduğu* \ nu iddia ettiler! dedim.
Peygamber:
— "Bu iddiada bulunan kimse yalan
söylemiştir. Şübhesiz Âmir için iki ecir ve sevâb vardır: Muhakkak ki o bir
câhiddir, bir mücâ-hiddir. Hangi şehidin ecri onun ecrinden daha ziyâde
olabilir!" buyurdu [40].
30-.......Bize
Katâde tahdîs edip şöyle dedi: Ben Zurâre ibn Evfâ'dan işittim, o da İmrân ibn
Husayn'dan: Bir adam diğer bir adamın elini ısırdı. Işınlan kimse elini
ısıranın ağzından şiddetle çekti. Bu çekişten ısıranın ön dişleri düştü.
Sonunda Peygamber(S)'e gelip muhakeme oldular. Peygamber:
— "Biriniz
kardeşini, kuvvetli erkek devenin ısırışı gibi ısırır (mı)? Senin dökülen
dişlerin için diyet yoktur!" buyurdu [41].
31-.......Ya'lâ
ibn Umeyye (R) şöyle demiştir: Ben bir gazveye çıktım. Bir adam diğer bir adamı
ısırdı. Işınlan kimse elini şiddetle çekti. Bu çekişle ısıranın ön dişini
yerinden çıkardı. Peygamber (S) düşen dişin diyeti olmadığına hükmetti.
32-.......
Bize Humeyd et-Tavîl, Enes(R)'ten şöyle tahdîs etti: en-Nadr'm kızı er-Rubeyy',
bir cariyeye tokat vurdu ve onun dişini kırdı. Dişi kırıian cariyenin ailesi
Peygamber (S)'e gelip da'vâyı ar-zettiler. Peygamber, er-Rubeyy' üzerine kısas
emretti [42].
33-.......Bize
Şu'be, Katâde'den; o da İkrime'den; o da îbn Abbâs(R)'tan tahdîs etti ki,
Peygamber (S): "işte şu ve şu, yâni küçük i parmakla baş parmak (diyet
hususunda) müsavidir" buyurmuştur [43].
34-......Buradaki
senedde de İbn Abbâs: Ben Peygamber(S)'den bunun benzerini işittim, demiştir.
Mutamı, eş-Şa'bfden
söyledi ki: İki kişi bir adamı , Alî'ye getirip, onun hırsızlık yaptığına
şâhidlik etmişler. Alî de bu şehâdetle
hırsızlığı sabit olan o kimsenin elini kesmiş. Sonra bu iki şâhid başka bir adamı daha Alî'nin
huzuruna getirmişler de:
Biz evvelki adamın
hırsızlık yaptığında yanıldık! demişler. Bunun üzerine Alî, o iki şahidin diğer
kimse aleyhindeki şehâdetlerini de iptal etmiş ve o iki kişi yakalanıp
onlardan, birinci adamın kesilen elinin diyeti alınmıştır.
Alî: Eğer ben sizin
şâhidliğinizde yalan söylemeyi kasdettiğinizi bilmiş olaydım, muhakkak sizin elinizi
keserdim! Demiştir [45].
35- Buhârî
şöyle dedi: Ve bana İbnu Beşşâr söyledi. Bize Yahya ibn Saîd, Ubeydullah'tan; o
da Nâfi'den; o da İbn Unıer(R)'den şöyle tahdîs etti: Bir oğlan aldatılarak
öldürüldü. îbn Umer:
— Eğer bu öldürme
fiilinde San'â ahâlîsi iştirak etmiş olsalardı, muhakkak ben onların hepsini
öldürürdüm, demiştir.
Mugîre ibnu Hakîm
es-San'ânî, babası Hakîm'den: Dört kişi bir çocuğu öldürdüler. Bunun üzerine
Umer de aynı sözü söyledi, demiştir.
Ebû Bekr,
İbnu'z-Zubeyr, Alî ibn Ebî Tâlib, Suveyd ibnu Mu-karrin dörtlüsü de tokattan
kısas yapmışlardır.
Umer de vurmadan
dolayı kırbaçla kısas yapmıştır. Alî ibn Ebî Tâlib de üç kamçı vurmaktan dolayı
kısas yapmıştır.
Kaadi Şurayh da bir
deynek vurmasından ve küçük yaralardan dolayı kısas yapmıştır [46].
36-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) hasta iken (baygın hâlinde) ağzına ilâç
koyduk. O da bize:
— "İlâç vermeyin!" diye işaret etmeye
başladı. Biz:
— Rasûlullah'm
çekinmesi, hastanın ilâcı sevmemesidir! dedik
(ve ilâç vermeye devam
ettik). Ayılmca:
— "Ben sizi ilâç vermekten nehyetmedim
mi?" diye azarladı. Biz yine:
— Hasta ilâçtan
hoşlanmaz (onun için azarlıyor), dedik (ve ilâç vermeye devam etmek istedik).
Bunun üzerine
Rasûlullah:
— "Sizden ev içinde bulunan herkes, hiç
kimse kalmaksızın bu ilâçtan alacaktır. İşte ben ona bakıyorum. Yalnız Abbâs
müstesnadır. Çünkü o, beni ilâçlamakta sizinle bulunmadı!" buyurdu .
Ve el-Eş'as ibn Kays
şöyle demiştir: Peygamber (S):
"(Da'vânı isbât
edecek şey) senin iki şahidindir, yâhud da onun yemini vardır" buyurdu [48].
Abdullah ibnu Ebî
Muleyke de: Muâviye ibn Ebî Sufyân kasâme yemini ile kısas yapmadı, demiştir.
Umer ibn Abdilazîz (99
senesinde) Basra üzerine emîr ta'yîn ettiği Adiyy ibn Ertae'ye, yağcıların
evlerinden bir evin yanında bulunmuş olan bir maktul hakkında şöyle yazmıştır:
"Eğer maktulün
sahihleri beyyine bulurlarsa (onunla hükmet), sâhibleri beyyine bulamazlarsa bu
hususta beyyinesiz olarak hüküm vermekle insanlara zulmetme! Çünkü bu iş,
kıyamete kadar hakkında hüküm verilemiyecek olan bir iştir!" [49]
37-.......Ensâr'dan
Sehl ibn Ebî Hasme denilen sahâbî (R), Buşeyr ibn Yesâr'a şöyle haber
vermiştir: Kendi kavminden bir topluluk Hayber'e gittiler. Hayber hurmalıkları
içinde kendi işlerine dağıldılar. Sonra kendilerinden birini (Abdullah ibn
Sehl'i) öldürülmüş olarak buldular. Bu topluluk, cesedin arazîlerinde
bulunduğu Hayber liler'e:
— Siz bizim arkadaşımızı öldürdünüz! dediler.
Hayberliler de:
— Onu biz Öldürmedik,
onun kaatilini de bilmiş değiliz! dediler. Sonra bu sahâbîler topluluğu
Peygamber(S)'e gidip:
— Yâ Rasûlallah!
Bizler Hayber'e gittik ve orada birimizi öldürülmüş hâlde bulduk, dediler.
Peygamber:
— "Büyük konuşsun, büyük konuşsun!"
buyurdu. Sonra onlara:
— "Onu öldüren kimse üzerine beyyine getireceksiniz"
buyurdu.
Onlar:
— Bizim beyyinemiz yoktur, dediler. Peygamber:
— "O takdirde Yahudiler onu kendileri
öldürmediklerine dâir yemîn ederler" dedi.
Sahâbîler:
— (Yâ Rasûlallah!) Biz
Yahûdîler'in yeminlerine razı olmayız! dediler.
Rasûlullah, öldürülen
kişinin kanını bâtıî ve heder kılmayı istemedi de zekât develerinden yüz
tanesini onun diyeti olmak üzere verdi [50].
38-.......Bana
Ebû Kılâbe ailesinden olan Ebû Recâ tahdîs etti. Bana Ebû Kılâbe Abdullah şöyle
tahdîs etti: Umer ibnu Abdilazîz, halifeliği zamanında bir gün üzerine oturduğu
serîrini insanlar için evinin dışına çıkardı. Sonra insanlara yanına
girmelerine izin verdi. İnsanlar onun huzuruna girdiler. Halîfe onlara:
— Bu kasâme yemîni hakkında ne diyorsunuz?
dedi. Onlar:
— Biz kasâme ile kısas vâcib bir haktıf; kasâme
ile (Muâviye ibn Ebî Sufyân, Abdullah ibnu'z-Zubeyr, Abdulmelik ibn Mervân
gibi) halîfeler kısas yapmışlardır diyoruz, dediler. Ebû Kılâbe dedi ki: Bana
da:
— Sen kasâme hakkında
ne diyorsun yâ Ebâ Kılâbe! diye sordu ve beni insanlar önünde (onlarla münazara
ettirmek için) dikti.
Ben de cevâbında şöyle
dedim:
— Ey Mü'minlerin
Emîri, ordu kumandanları ve Arab'ın şerifleri huzûrundadir. Şu mes'elede nasıl
re'y edersin, bana haber ver: Eğer Şam'da bulunan evli bir erkek aleyhine
onlardan elli adam, onu görmedikleri hâlde onun zina ettiğine şâhidlik etmiş
olsalardı, sen o adamı onların bu şehâdetleriyle recm eder miydin? dedim.
O da:
— Hayır (recm etmezdim), diye cevâb verdi. Ben
yine:
— Re'yini bana haber
ver: Şayet Hımıs'ta bulunan bir erkek aleyhine, onu gözleriyle görmedikleri
hâlde onlardan elli kişi, o hırsızlık yapmıştır diye şâhidlik etselerdi, sen
onun elini keser miydin? dedim.
Halîfe bu sorumu da:
— Hayır, diye cevâbladı. Ben:
— Allah'a yemîn ederim
ki, Rasûlullah (S) şu üç hasletten başka hiç bir kimseyi asla öldürmedi: a.
Kendi nefsinin çekmesi veya cinayeti ile haksız olarak öldüren ve bu sebeble
kisasen öldürülen; b. Evlilikten sonra zina eden; c. İslâm Dîni'nden çıkarak,
Allah'a ve Rasûlü'ne harb açan kimse.
Oradaki topluluk:
— Enes ibn Mâlik sana: Rasûlullah(S)'ın
hırsızlarda veya hırsızlıkta el kestiğini, gözleri oyduğunu ve onları güneşe
attığım tahdîs etmiş değil mi? dediler.
Ben de onlara şöyle
dedim:
— Sizlere ben Enes ibn
Mâlik'in hadîsini tahdîs edeyim: Bana Enes şöyle tahdîs etti: Ukl kabîlesinden
sekiz nefer insan Rasûlullah'a geldiler ve onunla İslâm üzerine
bey'atlaştılar. Müteakiben Medine arazîsinin havası onlara ağır geldi de
vücûdları hastalandı. Onlar bu hastalıklarını Rasûlullah'a arzettiler.
Rasûlullah (S): "Bizim çobanımızla beraber develerin yanına çıksanız,
onların sütlerinden ve bevl-lerinden nail olsanız?" buyurdu. Onlar: Peki,
deyip develerin yanma çıktılar. Onların sütlerinden ve sidiklerinden içtiler ve
sıhhat buldular. Akabinde Rasûlullah'm çobanını öldürdüler, develeri de sürüp
gittiler. Derken bu haber Rasûlullah'a ulaştı. Rasûlullah derhâl arkalarından
bir seriyye gönderdi. Kısa zamanda yakalanıp geri getirildiler. Rasûluilah
emretti, elleri ve ayakları kesildi, gözlerini de oydurdu. Sonra onları güneşe
attırdı ve nihayet öldüler.
Ben:
— Bunların işlemiş
oldukları suçtan daha şiddetli hangi suç vardır: Bunlar İslâm Dîni'nden geri
dönmüşler, insan öldürmüşler, hırsızlık yapmışlardır, dedim.
Anbese ibnu Saîd:
— Vallahi ben bu gün senden işittiğimin
benzerini bu günden Önce asla işitmiş değilim! dedi.
Ebû Kılâbe dedi ki:
Ben Anbese'ye:
— Ey Anbese! Sen benim
bu hadîsimi bana karşı redd mi ediyorsun? dedim.
Anbese:
— Hayır (sana karşı
reddetmiyorum), lâkin sen hadîsi tastamam olduğu gibi getirdin. Vallahi bu şeyh
(yânî Ebû Kılâbe) aranızda yaşadığı müddetçe bu ordu (yânî Şâm ahâlîsi)
hayırdan asla ayrılmazlar, dedi.
Ben konuşmama şöyle
devam ettim:
— Bu, benzeri işlerde
uygulanmak üzere Rasûlullah tarafından konulmuş bir kaanûn olmuştur.
Rasûlullah'm huzuruna Ensâr'dan bir topluluk girdi, O'nun yanında konuştular.
Sonra onlardan biri Hayber'e doğru yola çıktı. O kişi önlerinden gitti ve orada
öldürüldü. Ötekiler de onun ardından Hayber'e çıktılar. Bir de gördüler ki,
arkadaşları (Abdullah ibn Sehl) kan içinde debeleniyor. Hemen Rasûlullah'm
yanına döndüler ve:
— Yâ Rasûlallah!
Arkadaşımız bizimle beraber senin yanında konuşuyordu, bizim önümüzde yola
çıktı, biz onu kan içinde bula-nır vaziyette bulduk! dediler.
Rasûlullah (evinden
yâhud mescidinden) çıkıp onların yanına geldi ve:
— "Onu kimin öldürdüğünü düşünüyor veya
görüyorsunuz?" diye sordu.
Onlar da:
— Biz onu Yahûdîler'in öldürdüğünü düşünüyoruz,
dediler. Rasûlullah, Yahûdîler'e haberci salıp onları çağırttı ve:
— "Bunu öldüren sizler misiniz?" diye
sordu. Onlar:
— Hayır, dediler. Rasûlullah iddiacılara:
— "Siz, Yahudiler'den elli kişinin onu
öldürmediklerine dâir yemîn etmesine razı olur musunuz?" dedi.
Onlar:
— Yahûdîler bizim
hepimizi öldürmelerine ehemmiyet vermezler, sonra da öldürmediklerine yemîn
ederler! dediler.
Rasûlullah yine
müddeîlere hitaben:
— "Sizler kendinizden elli kişinin (onu
bunlar öldürdü mîni ile diyete hakk kazanır mısınız?" buyurdu.
O sahâbîler:
— Bizler bu yemini yapamayız! dediler.
Bunun üzerine
Rasûlullah o kimsenin diyetini kendi malından verdi [51].
Ebû Kılâbe geçen
senedle şöyle dedi: Ben şöyle dedim: Huzeyl kabilesi Câhiliyet devrinde
kendilerinin yeminli bir dostlarından ayrılmışlar:
— Sen bizden, biz de senden değiliz,
demişlerdi.
O ayrılman kimse
Yemen'den bir ev halkına (onlardan hırsızlık için) Bathâ denilen Mekke
vadisinde geceleyin hücum etti. O ev halkından bir adam, o hırsızın gelmesiyle
uyandı da ona bir kılıç darbesi attı ve onu öldürdü. Akabinde Huzeyl kabilesi
geldiler ve o Yemenli adamı (yânı kendisinden ayrılınmış olup da hırsızlık
teşebbüsü sırasında onu öldüren kimseyi) yakaladılar ve hacc mevsiminde Umer
ibnu'l-Hattâb'ın huzuruna çıkardılar ve:
— Bu adam bizim arkadaşımızı öldürdü, dediler.
Kaatil de:
— O, hırsızlık
yapmıştır ve bunlar, yânı onun kavmi de bundan ayrılmış hâldedirler, dedi.
Umer de:
— Huzeyl kabilesinden elli kişi ondan
ayrılmadıklarına yemîn ederler, dedi.
Bunun üzerine onlardan
kırkdokuz kişi o kimseden ayrılmadıklarına yafan olarak yemîn etti. Bu sırada
Huzeyl kabilesine mensûb olan bir adam Şam'dan geldi. Hemen ondan da kendileri
gibi o zâttan ayrılmadıklarına dâir yemîn etmesini istediler. O Şam'dan gelen
adam bin dirhem fidye verip yeminini onlardan kurtardı. Bu sefer onun yerine
başka bir adam soktular. Böylece Umer o adamı maktulün kardeşine teslîm etti.
Onun eli, ötekinin eliyle bir yere getirilip bağlandı. Bunlar şöyle dediler:
— Biz elli kişi, yânî ondan ayrılmadığımıza
yemîn eden bizler -(hakikatte yemîn edenler ancak kırkdokuz olduğundan burada
küll söylenip cüz irâde edilmiştir)- yürüdük. Nihayet Mekke'den bir gecelik
uzaklıkta olan Nahle mevkiine vardıkları zaman kendilerini bir yağmur yakaladı.
Hemen bir mağaraya girdiler. Akabinde o mağara yemîn etmiş olan o elli kişinin
üzerine çöktü, hepsi öldüler de o elleri birbirine bağlanan iki kişi (yânî
maktulün kardeşi ile Şam'dan gelen adamın yerine koydukları kişi) kaçıp
kurtuldular. Onları da bir taş ta'kîb etti ve maktulün kardeşinin ayağına
çarpıp onu kırdı. O bir yıl daha yaşadı, sonra öldü.
Ebû Kılâbe geçen
senedle şöyle dedi: Ben şöyle dedim: — Abdulmelik ibn Mervân bir adamı kasâme
yemîni ile kısas yapmıştır. Fakat sonra yaptığına pişman olmuş ve emir vermiş
de yemîn eden o elli kişinin isimleri divân defterinden silinmiş ve onları
Şam'dan başka yere sürgün etmiştir [52].
39-.......Bize
Hammâd ibn Zeyd, Ubeydullah ibn Ebî Bekr ibn Enes'ten; o da Enes ibn
Mâlik(R)'ten şöyle tahdîs etti: Bir kimse Pey-gamber'in evlerindeki deliklerin
birinden içeriye baktı. Hemen Peygamber (S) bir mışkas veya birkaç mışkas ile
ona doğru kalktı da, onu dürtmek için ona doğru sinerek yaklaşmaya başladı [53].
40-.......Bize
Leys, İbn Şihâb'dan tahdîs etti. Ona da Sehl ibn Sa'd es-Sâidî (R) şöyle haber
vermiştir: Bir kimse Rasûlullah'ın kapısındaki bir delikten içeriye bakmıştı.
O sırada Rasûlullah'ın elinde midrâ demlen demirden bir tarak vardı ki, onunla
başını kaşıyordu. Rasûlullah (S) -delikten münasebetsizce bakan- o kişiyi
görünce:
— "Eğer senin bana bakıyor olduğunu daha
önce hileydim, şu demiri gözüne saplardım!" buyurdu.
Ve yine Rasûlullah:
— "İzin isteme, ancak göz cihetinden
kaanûn yapılmıştır!" buyurdu [54].
41-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Ebû'l-Kaasım (S) şöyle buyurdu: "Eğer bir
kimse izinsiz olarak senin mahremiyyetine bakar, sen de iki parmağın arası ile
bir çakıl taşı atarak onun gözünü çıkarırsan, bundan dolayı artık sana
herhangibir günâh sabit olmaz" [55].
42-.......Bize
Mutarrıf tahdîs edip şöyle dedi: Ben eş-Şa'bî'den işittim, şöyle dedi: Ben Ebû
Cuhayfe'den işittim, şöyle dedi: Ben Alî(R)'ye:
— Siz Ehli Beyt'in
yanında Kur'ân'da olmayan herhangi birşey var mı? -Bir kerre "İnsanların
yanında olmayan birşey var mı?" demiştir- diye sordum.
Alî:
— Taneyi yaran ve
insanı yaratan Allah'a yemîn ederim ki, bizim yanımızda Kur'ân'da olandan
başka birşey yoktur. Ancak insana Allah'ın Kitâbı'nı anlamak hususunda verilen
bir anlayış ve bir de şu sahîfedeki şey vardır, dedi.
Ben:
— O sahîfedeki nedir? dedim.
Alî:
— Akl, yânî diyet,
esîrin bağının çözülüp kurtarılması, kâfir karşılığında müslümânm öldürülmeyeceği,
dedi [57].
43-.......Bize
Mâlik, İbn Şihâb'dan; o da Ebû Seleme ibn Abdirrahmân'dan; o da Ebû
Hureyre(R)'den şöyle tahdîs etti: Huzeyl kabîlesİnden iki kadın birbiriyle
döğüşüp, bunların biri diğerine bir taş atmış ve bu sebeble o kadın, karnındaki
cenini (ölü olarak) dışarıya atmıştı. Rasûlullah (S) kadının cenini hakkında
semeni, diyet bedelinin onda birinin yarısına ulaşan erkek veya dişi bir köle
hükmetti [58].
44-.......Bize
Hişâm, babası Urve'den; o da ei-Mugîre ibn Şu'be'den tahdîs etti ki, Umer
ibnu'l-Hattâb onlarla, kadının doğum vaktinden evvel düşürülen cenini hakkında
istişare etti de, el-Mugîre:
— Peygamber (S) cenîn
hakkında tam diyet bedelinin onda birinin yarısı kadar olan bir erkek yâhud
dişi köle ile hükmetti, dedi.
Umer ona:
— Seninle beraber buna
şehâdet edecek bir kimse daha getir, dedi. Bunun üzerine Muhammed ibn Mesleme
de Peygamber'in böyle
hükmettiğine şehâdet
eyledi.
45- Bize
Ubeydullah ibn Mûsâ, Hişâm'dan; o da babası Urve'den tahdîs etti ki, Umer
ibnu'l-Hattâb, insanlara:
—Peygamber(S)'in düşük
cenîn hakkındaki hükmünü işiten kimse var mı? diye sordu. el-Mugîre:
— Ben işittim;
Peygamber düşük cenîn hakkında tam diyet bedelinin onda birinin yarısı kadar
olan bir erkek yâhud dişi köle ile hükmetti, dedi.
Umer:
— Beraberinde buna şehâdet edecek bir kimse
getir, dedi.
Bunun üzerine Muhammed
ibn Mesleme:
— Ben, Peygamber üzerine böyle hükmettiğine
şehâdet ediyorum, dedi.
46- Bize
Hişâm ibn Urve, babasından, onun Mugîre ibn Su'be'den, Umer'in kendileriyle
kadının vakitsiz düşürülmüş cenini hakkında istişare ettiğini, bundan önceki
hadîs gibi tahdîs ederken işitmiştir.
47-.......Bize
el-Leys, İbn Şihâb'dan; o da Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den; o da Ebû Hureyre(R)'den
şöyle tahdîs etti: Rasûlullah (S), Lahyân oğulları'ndan bir kadının ölü olarak
düşen cenîni hakkında kıymeti, tam diyet bedelinin onda birinin yarısına ulaşan
bir köle veya câriye ile hükmetti. Sonra lehine tam diyet bedelinin onda
birisinin yarısı ile hükmolunan o cenînin anası kadın öldü. Bunun akabinde
Rasûlullah, o kadının mirasının, kendi oğullarına ve kocasına âid olduğuna,
cinayete kurbân gidip ölmüş olan kadının diyetinin ise, cinayeti işleyen
kadının erkek akrabaları üzerine lâzım geldiğine hükmetti [59].
48-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Huzeyl kabilesinden iki kadın birbiriyle döğüşüp,
bunların biri diğerine bir taş attı. Taş atan kadın, öteki kadını ve onun
karnındaki cenîni öldürdü. Akabinde Peygamber(S)'in huzurunda da'vâlaştılar.
Peygamber, cenînin diyetinin, tam diyet bedelinin onda birinin yarısına
ulaşacak erkek veya dişi bir köle olduğuna hükmetti. Kadının diyeti de, caniye
kadının asabesi (yânî erkek akrabaları) üzerinedir, diye hükmetti [60].
Ümmü Seleme'nin,
kâtiblerin muallimine haberci gönderip "Bana yün tiftikleyecek oğlan
çocukları yolla, hürr yollama" dediği zikrolunuyor [61].
49-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Medîne'ye geldiği zaman üvey babam
Ebû Talha benim elimden tutup Rasûlullah'm yanına götürdü ve:
— Yâ Rasûlallah! Enes
akıllı bir oğlandır, Sana hizmet etsin! dedi.
Enes: Artık ben
hazarda, seferde O'na hizmet ettim. Vallahi bana yapmış olduğum birşey için
"Bunu neden böyle yaptın?" demedi; yine yapmadığım birşey için de
"Bunu neden şöyle yapmadın?" demedi, demiştir [62].
"Ma'den cubârdır,
kuyu da cubârdır" (Yânî bunlarda olan zararlar, ölümler hederdir, üzerine
birşey lâzım
50-.......Bize
İbn Şihâb, Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den ve Ebû Seleme ibn Abdirrahmân'dan; onlar
da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S): "Hayvanların
kendiliğinden meydana getirdikleri cinayet ve zararlar hederdir. Kuyu kazmaktan
doğan cinayet de hederdir. Ma'den kazmada meydana gelen cinayet de hederdir.
Define mallarında beşte bir nisbetinde vergi vardır" buyurmuştur [63].
"Hayvanların
kendiliklerinden meydana getirdikleri zararlar hederdir". Muhammed ibn
Şîrîn: (Sahâbî ve tabiî âlimleri) hayvan tepmesinden uğranılan zararı
ödetmezlerdi de binicinin hayvanın dizginini geriye çekmesinden dolayı hayvana
isabet eden zararı biniciye ödetirlerdi, demiştir.
Hammâd ibn Seleme de: Hayvan
tepmesi tazmîn olunmaz, ancak insanın, hayvanın ensesine, arkasına yâhud
yanlarına öğendire makûlesi deynekle dürtmesi tazmîn olunur, demiştir.
Kaadı Şurayh:
Hayvan ayağı ile vurup
ikaab ettiği zaman, sen de karşılık olarak onun ayağına vurup da ayağına bir zarar
verdiğinde tazmîn edilmez, demiştir:
el-Hakem ibn Uteybe
ile Hammâd ibn Ebî Süleyman:
Mekkârî, üzerinde bir
kadın bulunan eşeği sürdüğü zaman kadın düşerse, sürücü üzerine bir ödeme yoktur,
demişlerdir. eş-Şa'bî de: Sürücü hayvanı sürüp yorduğu zaman hayvana isabet edecek
zararı öder. Eğer sürücü, hayvanın arka tarafında olur ve yormaksızın yavaş
yavaş yumuşaklık ve kolaylıkla sürer de bu sırada hayvana bir zarar isabet
ederse zararı ödemez, demiştir [64].
51-.......Bize
Şu'be, Muhammed ibn Ziyâd'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki,
Peygamber (S): "Hayvanların yaptığı zararın diyeti hederdir; kuyu
kazmadan meydana gelen zarar da hederdir. Ma'den kazmada meydana gelen zarar da
hederdir. Define mallarında beşte bir nisbetinde vergi vardır" buyurmuştur.
52-.......Bize
Mücâhid ibn Cebr, Abdullah ibn Amr(R)'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle
buyurmuştur: "Herhangi mü'min bir kişi, muâhedeli bir zımmîyi haksız yere
öldürürse, o kişi cennet kokusu kokamaz. Hâlbuki (büyük günâhlardan çekinen
öbür mü'minler tarafından) cennet kokusu kırk-yıllık uzaklıktan duyulur!" [65].
53-.......
Ebû Cuhayfe (R) şöyle demiştir: Ben Alî'ye:
— Sizin yanınızda
Allah'ın Kitâbı'nda bulunmayan nevi'den herhangi birşey var mı? -Râvî İbn
Uyeyne bir kerre: "İnsanların yanında bulunmayan birşey var mı?"
şeklinde söylemiştir- diye sordum.
Alî (R):
— Taneyi (toprak
içinde) yaran ve inşam yaratan Allah'a yemîn ederim ki, bizim yanımızda
Kur'ân'da olanlardan başka birşey (bir ilim) yoktur. Ancak Allah'ın Kitabı
hakkında bir kişiye Allah tarafından verilen anlama ve bir de şu sahîfede
yazılı olan şeyler vardır, dedi.
Ben:
— Bu sahîfedeki hükümler nedir? dedim. Alî:
— Öldürme diyeti,
esirin (esîrlik bağının çözülüp) kurtarılması, kâfir kişiye karşılık müslümânın
öldürülmeyeceği hükümleri vardır, dedi [66].
Bunu (yânî müslümânın
Yahudi'yi tokatlaması hadîsini) Ebû Hureyre, Peygamber(S)'den rivayet etmiştir [67].
54-.......
Bize Sufyân es-Sevrî, Amr ibn Yahya'dan; o da babası Yahya ibn Umâre'den; o da
Ebû Saîd eI-Hudrî(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Peygamberler
arasında şu, şundan daha hayırlıdır demeyiniz!" buyurmuştur [68].
55-.......
Ebû Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Yahûdîler'den bir adam, yüzüne tokat
vurulmuş olduğu hâlde, Peygamber(S)'e geldi de:
— Ensâr'dan olan
sahâbîlerinden bir adam benim yüzüme tokat vurdu, diye şikâyet etti.
Peygamber:
— "Onu çağırın!" buyurdu.
Sahâbîler o Ensârî
adamı çağırdılar. Peygamber:
— "Sen bunun yüzüne niçin tokat
vurdun?" diye sordu. O zât:
— Yâ Rasûlallah! Ben Yahûdîler'in yanından
geçtim de bunu "Musa'yı bütün beşeriyetin üstüne seçip tercîh eden Allah'a
yemîn ederim ki" derken işittim.
Ensârî dedi ki:
— Ben: Muhammed'in üstüne de mi (yükseltti),
dedim. Ensârî dedi ki:
— Bu sırada beni bir öfke yakaladı, ben de bu
sebeble onu tokatladım, dedi.
Peygamber:
— "Bana peygamberler arasından üstünlük,
hayırlılık vermeyiniz. Hakikatte insanlar kıyamet gününde (dehşetten)
bayılacaklar. (Ben de onlarla beraber bayılacağım.) Fakat ilk ay ilan ben
olacağım. O anda bir de göreceğim ki, Mûsâ, Arş'ın ayaklarından bir ayağa tutunmuş
hâlde olacaktır. Bilmiyorum, Mûsâ da bayılanların içinde idi de benden evvel mi
ayıldı, yâhud Tür Dağı 'ndaki bayılması ile mi hesabı karşılandı?"
buyurdu [69].
[1] ed-Diyât, "ed-Diyet"m cem'İdir. ed-Diye,
dâl'in kesri ve yâ'nin lahfîfiyle öldürülen kimse için verilen kan bahâsına
denir ki, kanı bahâsıdır. Sarihin beyânına göre aslında masdardır.
"el-Vedyu ve'd-Diyetu", "İde" vezninde maktul için vârisine
kan bahâsı vermek ma'nâsmadır... (Kaamûs Ter.).
[2] el-Buhârî'nin bu âyeti, bu kitabın başında zikretme
sebebi, âyet haksız olarak bir mü'mini öldüren kimse için iki şiddetli ceza
ihtiva etmekte olup bu cinayeti işleyen şahıs, maktulün veresiyle mal
mukaabilinde sulh olursa, bu sulhun diyeti şâmil olmasıdır. Kasden insan
öldürmenin hükümleri bundan önceki 92. âyette geçmiştir. Kasden insan
öldürmenin dünyevî hükmü: "Ey îmân edenler, maktuller hakkında size kısas
yazıldı... "(el-Bakara: 178) âyetinde beyân olunmuş idi, bunun uhrevî
hükmü de bu âyette bildirilmiştir.
Âlimlerin cumhuruna
göre, cehennemde ebedî kalmak cezası, kaatilin tev-be etmemesine âiddir,
tevbesi kabul olunmaz demek değildir. Cumhura göre tevbe eden kaatilin
tevbesinin kabul edilip edilmemesi, Allah'ın irâdesine bağlıdır. Cumhur bu
hususta Ubâde ibn Sâmit'in Akabe bey'atindeki "Günahkâr kişinin işi Allah
'in İrâdesine bağlıdır, Allah dilerse affeder" maddesi ile "Şiibhesiz
ki, ben tevbe ve îmân edenleri, iyi amelde bulunanları, sonra da doğru yolda
sebat gösterenleri elbette çok mağfiret ediciyim" (Tâhâ: 82) âyetine ve
benzeri delillere tutunmuştur. Şu hâlde cumhurun, âyetteki şiddetli cezayı
katli halâl i'tikaad edenlere tahsîs etmiş olmaları kabul olunur. Bu ihtimâli
âyetin nuzûl sebebi de te'-yîd eder: Bunun nuzûl sebebi Mikyes ibn Dabâbe
adındaki mürteddir. Şöyle ki: Mikyes İbn Dabâbe, kardeşi Hişâm ile beraber
müslümân olmuşlardı. Bir gün Dabâbe, kardeşi Hİşâm'ı Neccâr oğulları yurdunda
vurulmuş hâlde buldu. Gelip Rasûlullah'a şikâyet etti. Rasûlullah da onunla
beraber Bedir sahâbîle-rinden Zubeyr ibn Iyâd el-Fıhrî'yi Neccâr oğulları'na
gönderdi, kaatili biliyorlarsa kısas etmesi için Mikyes'e teslîm etmelerini ve
eğer biliniyorlarsa diyeti ödemelerini emrediyordu. "Allah'ın Rasûlü'nü
işittik, itaat ettik. Kaatili bilmiyoruz, lâkin diyeti veririz" dediler.
Ve yüz deve getirdiler, onlar da aldılar ve Medine'ye döndüler. Yolda gelirken
şeytân Mikyes'e şöyle bir vesvese verdi: ' 'Kardeşinin diyetini kabul edeceksin
de kendine baş kakmcağı yapacaksın öyle mi? Yanmdakini öldür, cana can olsun;
diyeti de kâr kalsın" dedi. Bu vesvese ile Fıhrî'nin bir gafletini gözetip
kaya ile başım parçaladı, sonra develerin birine binip gerisini sürerek ve
küfrederek Mekke'ye döndü gitti... Rasûhıllah'ın Mekke fethi günü.emân
vermediği şahıslardan biri bu idi. Bu kaatil ve mürtedd o gün Ka'be'nin
örtüsüne yapışmış olduğu hâlde öldürüldü {HakkDînİ, II, 1425).
[3] Hadîsdeki el-Furkaan âyetiyle başlık arasındaki
uygunluk meydandadır.
[4] Mü'minin dîninden mülhem olduğu hakîkat Yüce Allah'ın
tevbe eden kullarının tevbelerint kabul buyurup büyük, küçük günâhlarının
mağfiret olunması-dır. Ancak şirkten sonra en büyük günâh olan insan öldürmek
müstesna. Kanı hürmet edilecek bir mü'minin kanı diğer mü'mine bulaşırsa, artık
dînî hayâtı o kimseyi sıkar, ilâhî aftan ümîdsiz yaşar demektir. Fakat cumhurun
mezhebine göre şirkten başka bütün ma'siyetler, Allah'ın irâdesine tâbi'
olduğundan, baştaki en-Nİsâ âyeti gibi, bu hadîs de sakındırmaya
hamlolunmuştur.
[5] Bu hadîsten hukukî da'vâ ve hükümlerin en mühimmi kan
da'vâsı olduğu anlaşılır. Bu hadîs, "Kulun ilk hesaba çekileceği şey
namazdır" hadîsine muhalif değildir. Çünkü konumuz olan hadîs sırf kul
hakkı hususunda görülecek da'vâ-yı göstermektedir {Müslim Ter., V, 264).
[6] Hadîsin zikredilen âyete uygunluğu, içinde müslimân
olmuş bir nefsi öldürmekten büyük bir nehy bulunması bakımındandır. Bunun bir
rivayeti Mağâzî'de Bedir gazvesi'nde geçmişti.
[7] Bezzâr, Dârakutnî ve Taberânî'nin rivayetlerinde bunun
evveli şöyledir: Rasûlullah, Mtkdâd'ın içinde bulunduğu bir kıt'ayı sefere
göndermişti. Bunlar vazî-feli oldukları düşman üzerine vardıklarında düşmanı
dağılmış bir hâlde buldular. Yalnız zengin birisini malının başında buldular.
Bu adam müslümânları görünce "Lâ ilahe İlle 'ilâh'1 demişti. Fakat
Mıkdâd, onun şehâdet kelimesine ehemmiyet vermeyip öldürdü. Seferden döndüğünde bu, Peygamber'e söylendi.
Peygamber: "Yâ Mıkdâd! ıLâ ilahe ille'llâh " diyen bir kişiyi
öldürdün mü?" diye tekdir buyurdu. Bunun üzerine "Ey îmân edenler!
Allah yolunda harbe çıktığınız zaman meselelerin tam açıklanmasını bekleyin.
Size selâm verene, dünyâ hayâtının geçici menfâatini arayarak: Sen mü 'min
değilsin! demeyin... " (en-Nisâ: 94) âyeti indi. Sonra Rasûlullah:
"Ey Mıkdâd!..." buyurdu.
[8] İbn Abbâs'ın bu sözünü el-Bezzâr ile Taberânî
el-Kebîr'dc senediyle rivayet etmiştir.
Çünkü haksız olarak
birini öldüren kaatil, umumiyet üzere hayât hakkını tanımamış, kanların
hürmetini, nefislerin ismetini parçalamış, nefis öldürmeye yol açmış,
başkalarına da cür'et vermiş olur. Bu sebeble bir kimseyi öldüren, herkesi
öldürmüş gibi Allah'ın gazabına ve büyük azabına hakk kazanır da hayât hakkı
kalmaz, kanı heder ve öldürülmesi vâcib olur... Her kim de bir nefsi diriltir,
yânî affetmek veya öldürülmesine mâni' olmak veya herhan-gibir helak sebebinden
kurtarmak suretiyle hayâtının bekaasına sebeb olursa, sanki insanların hepsini
diriltmiş, birine yaptığım hepsine yapmış gibi olur... Her iki fıkradaki
teşbihlerden maksad, nefs öldürmenin zararı, nefs kurtarmanın da menfâati âmm
olduğunu açıkça anlatmak ve bunun için katle karşı kısâsen ve yeryüzünde fesâd
cürmüne karşı kati ve îdâmın meşrûiyyetini tesbît ve öldürmeye taarruzdan
korkutmak ve hayâtı muhafazaya rağbetlendirme-dir... {Hakk Dîni, II, 1657-1658)
)
[9] Bunun bir rivayeti Âdem'in yaratılması bâbı'nda
geçmişti.
Her öldürme cinayeti
günâhından ilk Âdem oğlu'na pay olması, öldürme âdetini ilk başlatan kimse
olmasındandır.
Âdem'in oğlu Kaabil'in,
kardeşi Hâbil'i öldürmesi kıssası el-Mâide: 27-31. âyetlerinde anlatılmaktadır.
[10] Yânî bunu halâl kılıcılar olmayın yâhud fiilleriniz
müslümânlann boyunlarm-vurmakta kâfirlerin fiillerine benzer olmasın. Bunun bir
rivayeti Ilim'de geçti, Inşâallah Fitneler'de de gelecektir.
[11] Ebû Bekre ile İbn Abbâs'ın bu rivayetleri Hacc'da
geçti.
[12] Bunun bir rivayeti Eymân ve'n-Nuzûr'da geçti; buradaki
başlığa uygunluğu "İnsan öldürmek" fıkrasındadır. Gamûs yemîni, orada
da açıklandığı üzere, sahibini günâha yâhud ateşe daldıran yemîn demektir
[13] Hadîsin birer rivayeti Şehâdetler, Mağâzî, Edeb...
Kitâbları'nda geçmişti.
[14] Bu, Mekke fethiden önce Gâlib ibn Abdillah komutasında
gönderdiği yüzotuz mevcûdlu bir seriyyedir, Usâme'nin, Rasûlullah'ın bu soruyu
tekrar tekrar sorması ve azarlamasından çok sıkıldığım, sonundaki temennisi
belâgatle ifâde etmektedir.
[15] Bunun bir rivayeti îmân'da ve daha sonraki kjtâblarda
geçti.
[16] Bu şiddetli tehdîd, bu adam İslâm camiasından çıkar ve
teybe ederse, tevbesi kabul olunmaz, cehennemlik olur ma'nâsına değil, bu büyük
günâhtan sakındırmak içindir.
[17] Bunun da bâzı rivayetleri îmân'da ve daha başka
yerlerde geçti. Bütün bu hadîsler ve benzeri rivayetler İslâm Dîni'nin beşer
hayâtına ne derece kıymet verdiğinin demleridirler.
[18] Bu âyet, kısasın vücûbunu, ve bu vücûbun ancak
ehlinden afv ile düşebileceğini ve bu affın efdâliyet ve evleviyetini, bununla
beraber afv sırasında mal üzerine sulh olmanın da cevazını tesbît etmektedir.
Kısas, lügatte misliyle mukaabele etmektir, herhangibir hakkı misliyle takas
etmek demektir.
Dişinin erkek, erkeğin
dişi mukaabilinde kısasen kati olunacağında imamlar arasında ittifak
edilmiştir. Bunu te'yîd ve tefsir edici olmak üzere el-En'âm Sûresi'ndeki 45.
kısas âyetinde "Nefis nefisle" buyurulmuş ve bununla kısas ta aranan
mUmâselet ve müsavat, nefs ve can mümâseleti olduğu gösterilmiştir ve hayât
hakkı herkes için müsâvîdir ve kısas bu müsavata dayanır. Maktul kim olursa
olsun, onun kaatili veya muhtelif kaatilleri, o maktulden fazla hayât hakkında
mâlik değillerdir... (Hakk Dîni, I, 602).
.
[19] Hadîs bundan sonraki bâbda daha geniş gelmektedir.
Bunun bir rivayeti Hu-sûmetler'de de geçmişti.
[20] Buhârî, âdeti üzere, ihtilaflı konularda hadîste
gelecek cevâbla yetinip başlığı soru
hâlinde bırakmıştır. Hadîse göre bunun cevâbı "Öldürdüğü şeyle öldürülür"
olacaktır.
[21] Başlığa uygunluğu meydandadır. Fakat bu konuda imamlar
arasında görüş ayrılığı vardır. Yânı öldürdüğü âletle mi, yoksa kılıçla mı
kısas edileceğinde ayrı görüşler ileri sürmüşlerdir. Tafsilâtı geniş şerhlerde
ve fıkıh kitâblanndadır.
[22] Demek ki, kısas, şâri'in nazarında icrası istenmiş
olduğu İçin değil, "Ey salim akıl sahihleri, kısasta sizin için (umûmî)
bir hayât vardır, tâ ki sokmasınız" (el-Bakara: 179) medlulü üzere, hayât
hakkına saldırı ve tecâvüz vahşetlerinden, cinayetlerinden beşer hayâtım
korumak için meşru' kılınmıştır. Gerçi kısas dahî bîr telef etmeyi içine
almaktadır ve bir zarara zarar ile mukaabele gibi düşünülebilir. Fakat bu
telef etme, hayât hakkını kaldıran bir cinayet ve vahşeti telef etmedir. Bu ise
hayât hakkının yaşaması demektir. Bunun için dünyâda adalet ve müsavata
kısastan daha büyük bir misâl gösterilemez ve zâten kısasın ma1-nâsı eşitlik ve
tam dengeleme demektir. Hayât hakkını yok eden bir cânînin yaşama hakkı
olmadığını gözü ile görmesi ne büyük bir adalet manzarasidır. Sonra hakk ve
adlin bu hâkimiyet manzarası altında hayât hakkının kendi kes biyle silinmesini
gören bir kimseyi affedip de kendisine yeniden bir hayât hakkı bahşetmekte de
Öyle yüksek, öyle kudsî bir ihsan manzarası vardır ki, beşeriyet âleminde
bundan daha güzel, daha yüksek bir ihsan misâli gösterilemez {Hakk Dîni, II,
1693).
[23] Hadîsle âyet arasındaki uygunluk "Ne/s nefse
mukaabildîr" sözündedir. Bu hadîste kısas sebebleri öldürme, zina ve
dînden dönme suçlarına hasrolunmuştur. Bâzı âlimler öldürme sebeblerini on
sayısına kadar çıkarmışlarsa da bir bakımdan bütün bunlar hadîsin üçüncü fıkrası
olan "İslâm camiasından çıkan, dîninden dönen mürtedd ve kâfir"
fıkrasında toplanırlar.
[24] Hadîsin bir iki rivayeti yakında geçti, orada
"İki taş arasında ezerek öldürdü" şeklinde idi. Hadîsin başlığa
uygunluğu meydandadır
[25] Hadîsin başlığa uygunluğu, başlığın hadîsin lafzından
olması yönündendir. Bu-hârî burada hadîsi iki yoldan getirmiştir. Biri Ebû
Nuaym FadI ibn Dukeyn'-den; o da Şeybân ibn Abdirrahmân'dan; o da Yahya İbn Ebî
Kesîr'den; o da Ebû Seleme'den; o da Ebû Hureyre'den. Bu yoldan gelen hadîs,
İlim Kitabı, "İlmin yazılması bâbı"nda geçti...
İkinci yol, Abdullah
ibn Recâ el-Müsennâ el-Basrî yoludur ki, bu, ta'lîk sûretindedir...
Buhârî getirdiği
mutâbaalarda da bâzı lafız farklarını tesbît etmektedir.
[26] Başlığa uygunluğu, maktulün velîsinin kısası terkedip
diyete razı olması, diyet almada ve kısasta tercih hakkının, maktulün velîsine
âid bulunması ve bunda kaatilin rızâsının şart olmaması yönündendir. Buhârî'nin
bu başlıktan maksadı da bu idi (Aynî).
İsrâîl oğulları
şerîatinde mümâselet ma'nâsında kısas vardı, fakat diyet yoktu. îsâ
Peygamber'in şerîatinde ise yalnız diyet vardı, kısas yoktu. Bu sabit olunca
tslâm şerîati bunların ikisini birleştirmek, ifrat ve tefrît olmaksızın tam
orta ve denk bir adalet kurmakla seçkin olmuştur (Kastallânî).
İslâm Peygamberi'nden
evvel insan öldürmeye karşı Nasârâ yalnız affın vü-cûbuna kaail oluyorlardı.
Yahûdîler'in hükümlerinde de afv yok, yalnız öldürmek vardı. Maamâfîh Buhârî
ve Nesâî'nin rivayetleri veçhile İsrâîl oğullan diyeti öldürmekten önde
tutuyorlar, lâkin bu iki hükümden herbirinde aşırılık yapıyorlardı... Diyete
gelince onda da zulmederler ve ekseriya eşraftan olanların diyetini
diğerlerinin birkaç katı yaparlardı... İşbu âyet İndi. Kısasın vücûbunu ve bu
vücûbun ancak ehlinden afv ile düşebileceğini, bu affın efdaliyet ve
evlevi-yetini, bununla beraber afv sırasında mal üzerine sulh olmanın da
cevazını tesbît ederek Yahûdîler'in affın meşru' olmadığına ve diyetin
kısastan önde bulunduğuna dâir olan hükümlerini ve kısâsen katlin asla meşru'
olmadığına kaail olan Nasârâ hükümlerini ve insanlık eşitliğine riâyet etmeyip
şeref da'vâsiyle teaddî ve tecâvüze giden Arab âdetleri ve hükümlerini kaldırdı
ve hayât hakkında eşitliği te'sîs ve i'lân etti (Hakk Dîni, I, 600-601).
[27] Haremden maksad Mekke Haremi'dir. Mescidi Haram,
Ka'be'yi çevreler. Mescidi Harâm'ı da her taraftan kuşatan sahaya
"Harem" ve "Mekke Haremi" ta'bîr olunur. Bu sahanın ağacı
kesilmemek, hayvanları avlanmamak, haksızlık yapılmamak gibi buraya mahsûs
şer'î hükümler vardır. Tafsilât Hacc Kitabı'ndadır.
[28] Başlığa uygunluğu "Allah sizleri mağfiret
etsin" sözünden alınır. Çünkü bunun ma'nâsı: "Ben sizi
affettim"dir. Zîrâ müslümânlar, Huzeyfe'nin babası Yemân'ı yanlışlıkla
öldürmüşlerdi. Huzeyfe, Peygamber tarafından verilen diyeti de müslümânlara
sadaka etmiştir. Bu hadîsin bir rivayeti Bed'u'l-Halk'ta "Ib-lîs'in sıfatı
bâbı"nda da geçmişti. el-Yemân'm bu öldürülme kıssası Tecrîd Ter., II, 382
"316" rakamlı hadîsin haşiyesinde genişçe olarak verilmiştir.
[29] Bu âyet, diyetler hususunda bir asıldır. Allah bunda
iki diyet ile üç keffâret zikretmiştir... (Aynî).
Her kim bir mü'mini
hatâen öldürürse, îcâbı, bir mü'min köle veya cariyeye hürriyet verip azâd
etmek ve maktulün veresesine teslîm olunacak bir diyet verilmektir...
Bir köleyi hürriyete
kavuşturmak, Allah hakkı olarak bir keffâret; diyet de kul hakkı olarak bir
tazmindir. Bir mü'minin öldürülmesine bu suretle biri Allah hakkı, biri de kul
hakkı olmak üzere iki hakk ilgilenir. Hayât, evvelemirde Allah hakkıdır,
hürriyet de bir nevi' hayâttır, bu da Allah hakkıdır. Allah'ın kullarından bir
mü'minin Allah hakkı olan hayâtı yok edilmesine mukaabil, diğer bir mü'min kula
hürriyet bahşederek yeni bir hayât kazandırmak, yanlışlıkla kaatil olan bir mü'minin
günâhım örtmeye vesile olacak en güzel ve en münâsib bir keffârettir ki,
bunda bir cihetten bir ceza, bir cihetten de bir ibâdet ma'nâsı vardır. Kati,
amden olsa idi, bu günâh keffâret ile örtülemezdi. Fakat hatâ az çok bir
dikkatsizliği içine almakla beraber küllî olarak sakınmak ve muavenete
lâyıktır. Bunun için keffâretinin affı bahis konusu olamaz. Sonra Allah hakkı
olan hayâttan, maktulün bir istifâdesi vardı, hayât hakkına mâlik idi. Kaatil,
yanlışlıkla da olsa bunu gidermiş bulunduğundan ve hiçbir hakk heder
edilemeyeceğinden, buna karşı sırf bir tazmîn olmak üzere maktulün yerine,
kalıp malından faydalanacak olan vârislerine bir diyet verilmek de bir
kul hakkıdır. Ve hatâen kaatil olan bunda da muavenete lâyıktır. Bunun
için hısımları varsa diyete ortak olmalıdır. Vârislerin bunu affetmeleri de bir
muavenettir. Bundan dolayıdır ki, afv ve ibra yerine "Tasadduk"
ta'bîriyle bu muavenete tergîb edilmiştir. İşte İslâm yurdunda bir mü'mini
yanlışlıkla öldürmenin hükmü ikidir: Keffâret, diyet. Ancak hatâen kati,
gayrimüslim ise yalnız diyet lâzım gelir.
Dâr-ı harbe gelince...
{Hakk Dîni, II, 1418-1419).
[30] Hadîsin başlığa uygunluğu ve delîlliğİ meydandadır.
Hadîs şimdiye kadar birkaç yerde geçmişti.
[31] Bu da aynı hadîsin kısaltılmış bir rivayetidir, bu da
başlıktaki hükmü açıklamaktadır. Kısasta -hayât hakkı herkes için eşit bir
hakk olduğundan- erkek, kadın farkı yoktur; nefis nefse mukabil, erkek olsun,
dişi olsun kısas yapılır.
[32] Umer ibnu'l-Hattâb'in bu görüşünü Saîd ibn Mansûr
en-Nahaî yolundan rivâ- / yet etmiştir. Bu görüş, Urve el-Bârikî(R)'nin
Umer'den Kaadi Şurayh'e getirdiği
haberlerden idi. Urve el-Bârikî: Erkekler ve kadınlar müsâvî olarak
yaralandılar... demiştir. Bunun senedi sahihtir. Lâkin en-Nahaî'nin Şurayh'ten
işitmesi sahîh olmamıştır. İşte bu sebebden Buhârî, Umer'in haberini temrîz
sî-gasıyle getirmiştir (Kastallânî).
Urve el-Bârikî,
Peygamber'in âlim sahâbîlerinden idi. Umer'in halifeliği zamanında Kûfe'ye
kaadı ta'yîn edilmiştir. Şa'bî'nin rivayetine göre, Urve, Kû-fe'nin ilk
kaadısıdır.
[33] en-Nesefî nüshasında "Allah'ın kitabı
kısastır" şeklindedir. Bu er-Rubeyy' bir cariyenin dişini kırmıştı.
Peygamber de aleyhine kısasla hükmetmişti.
[34] Bunda erkeğin kadından kısası vardır. Çünkü
Peygamber'e ilâç içirenler erkekler ve kadınlardı, hattâ ev halkının çoğu kadınlardı.
Bu hadîsin bir rivayeti "Peygamber'in hastalığı bâbı"nda geçmişti.
[35] Buhârî âdeti üzere hadîste gelecek ile yetinerek
cevâbı zikretmedi. Yâhud da haberden hüküm çıkarıcının zihnine i'timâd ederek
böyle yaptı. İbn Battal: Fetva imamları hiçbir kimse için hâkimin hükmü
olmaksızın hakkını almasının caiz olmayacağı üzerinde ittifak etmişlerdir,
ancak kölesi üzerinde hadd uygulayan kimse hakkında ihtilâf etmişlerdir,
demiştir. Amma, hakk almaya gelince, mal nev'inden olan hakkını alması -hakkı
inkâr ettiği ve beyyinesi de olmadığı zamân-imâmlara göre caiz olur... (Aynî).
[36] Bunun başka bir rivayeti Sevbân tarafından merfû'
olarak getirilmiştir: "Müslümânlardan hiçbir kimseye, kendisine izin
verilmedikçe bir evin içine bakması halâ! olmaz..." (Aynî).
Sehl ibn Sa'd (R) şöyle
dedi: Peygamber(S)'in evindeki bir pencereden bir kimse içeriye bakmıştı. O
sırada Peygamber, midrâ denilen bir demirle başını kaşıyordu. O kişiye:
"Eğer senin böyle hareme baktığını önceden bileydim, şu demiri gözüne
saplardım. Çünkü izin isteme ancak göz için kaanûn yapılmıştır"
"buyurdu. Bu iki hadîsi Müslim de Âdâb'da, "2156" ve
"2157" rakamlanyle getirmiştir. İzin vermediğin bir adamın gözünü
çıkarırsan kısas lâzım gelmez n demek
oluyor.
[37] Bu hadîsin ilk sureti mürsel idi. Çünkü Humeyd bu
kıssaya erişmemiştir. Yahyâ'nın Humeyd'e: Bu hadîsi sana kim tahdîs etti?
sorusuna: Enes tahdîs etti, demesiyie hadîs merfû' olmuştur.
"Enes..." sözü, bunun müsned, mevsûl olduğuna delâlet eder.
[38] Cevâbda görüş ayrılıkları bulunduğu için yâhud da
hadîste gelen ile yetindiği için başlığı böyle soru hâlinde bırakmıştır.
[39] Başlığa uygunluğu "Vallahi onu öldürünceye kadar
ayrılmadılar" sözünden alınır. Çünkü müslümânlar onun üzerine kalabalık
bir sıkışma hâlinde hücum edip öldürmüşlerdi. Bu konuda çeşitli görüşler
vardır: Bâzıları onun diyeti Beytu'l-mâl'e de vâcib olur, çünkü o
müslümânlardan bir topluluğun fiili ile öldü, böylece onun diyeti müslümânlar
in Beytu'l-mâl'ine vâcib olmuştur, dediler. Bâzıları da diyeti orada hazır
bulunanların hepsi üzerine vâcib olur, çünkü o. onların fiiliyle olmuş, bu fiil
başkalarına geçmemiştir... demiştir (Kastallânî). Bunun bir rivayeti 9. bâbda,
22 rakarmyle gemişti.
[40] Başlığa uygunluğu Peygamber'in, Âmir'in vârisleri
için, âkilesi üzerine yâhud müslümânların Beytu'l-mâl'i üzerine diyet
hükmetmemiş olması yönündendir. Bu hadîs, Buhârî'nin sülâsiyâtının
ondokuzuncusudur. Mağâzî, Edeb, Mezâlim, Zebâih, Daavâd Kitâblan'nda uzun,
kısa metinlerle geçmişti. Câhid: Çalışkan, son gayretini harcayan: Mucâhid,
Allah yolunda harbeden demektir.
[41] Bu hadîsin birbirini te'yîd ve tafsîl eden sekiz kadar
rivayetini Müslim de Sa-hîh'İnde getirmiştir. Oradaki rivayetlerin biri
şöyledir: Safvân ibn Ya'lâ ibn Umeyye babasından heber verdi. Babası Ya'lâ ibn
Umeyye şöyle demiştir: Ben Peygamber (S) ile beraber Tebûk gazvesinde
bulundum.- Ya'lâ: Bu gazve be-nîm nazarımda en sağlam amelimdir, der idi. Ya'lâ
dedi ki: Benim ücretli bir adamım vardı. O, bir insanla kitâl edercesine
döğüşmüş. Bu iki döğüşenden biri, diğerinin elini ısırmış... Bu sırada ışınlan
kimse, ısıranın ağzından elini çeki-vermiş. Çekerken de ön dişlerinden ikisi
yerinden sökülmüş. Bunlar Peygamber'e geldiler de, Peygamber (S) onun dişinin
tazmînâtı olmadığına hükmetti.
Oradaki rivayetlerde
daha bâzı tafsilât vardır. Müslim Tercemesi, Kitâbu'l- Kasâme ve'1-Muhâribîn
ve'1-Kısâs ve'd-Diyât, "Saldırgan bir kimse diğer bir insanın nefsine yâhud bir uzvuna saldırırsa,
saldırıya uğrayan da o mütecavizi def ettiği zaman, onun canını yâhud bîr
uzvunu telef etse, üzerine tazmînât yoktur babı", V, 257-259
"1673-1674".
[42] Bu üç râvîli hadîslerden yirmincisîdir. Bunun
Tefsîr'de, el-Bakara: 178. âyetinde daha geniş bir rivayeti geçmişti: Enes ibn
Mâlik şöyle dedi: İbnu'n-Nadr'm kızkardeşi er-Rubeyy' bir kerresinde bir
kadının ön dişlerini kırdı. (Onlar diyetini istediler, İbnu'n-Nadr da
affetmelerini istedi.) Rasûlullah (S) da kısas ile emretti. Bunun üzerine Enes
ibnu'n-Nadr:
— Yâ Rasûlallah, Seni
hakk ile peygamber gönderen Allah'a yemîn ederim (ve Allah'ın yardımını anarak
derim ki:) Rubeyy'in dişi kırılmaz! dedi.
Enes dedi ki: Hakîkaten
da'vâcılar en sonu diyete razı olup kısası bıraktilar. Bunun üzerine
Rasûlullah:
— "Allah'ın kullarından öyle bir kişi
vardır ki, o, Allah'a yemîn etse, muhakkak Allah onun yeminini yerine
getirir" buyurdu.
[43] Hadîs başlıktaki hükmü açıklamaktadır.
en-Nesâî'nin
rivayetinde Rasûlullah (S), Amr ibn Hazm oğullan'na diyetlere dâir gönderdiği
mektubunda: "Elin diyeti elli devedir. Her parmağın diyeti de on
devedir" buyurmuştur. Şârih Hattâbî: Bu rivayet, diyet hususunda bir
asıldır. Bununla âlimler, elin diyeti, tam diyetin yarısı olduğunda ittifak
etmiş lerdir. Yine böyle elin ve ayağın parmaklarının diyeti müsâvî olarak
farksız on deve olduğunda da ittifak etmişlerdir, demiştir.
[44] el-Bakara: 178. kısas âyetinde "el-Katlâ"
elif lâm ile süslü bir cemi' olduğundan kasden ve haksız olarak öldürülmüş
olanların, hürr, köle, erkek, dişi, müs-lim,
muâhedeli cümlesine şâmildir.
Herbirinin kaatili kim
olursa olsun, mukaabilinde kısas
olunur. Ve beyân olunacağı üzere kısası düşürücü olan afv veya sulh olma vâki'
olmadıkça, bu kısasın.İcrâsı umûm îmân ehline farzdır... Bunun için dişinin
erkek, erkeğin dişi mukaabilinde öldürüleceği imamlar arasında ittifak
edilmiştir. Bunu te'yîd ve tefsir edici olmak üzere el-Mâide: 45'deki kısas
âyetinde "en-Nefsu bVn-nefsi" buyurulmuş ve bununla kısasta ş-u.
istenen mümâselet ve müsavat, nefis ve can mümâseleti olduğu gösterilmiştir.
\^ Ve hayât hakkı herkes için müsâvîdir
ve kısas bu müsavata dayanır. Maktul kim olursa olsun, onun kaatili veya
müteaddid kaatilleri o maktulden fazla bir hayât hakkına mâlik değillerdir...
(Hakk Dîni, I, 601-602).
[45] Mutarnf'm bu haberini Şafiî ile Taberî, Bundâr'dan; o
da Şu'be'den; o da Ka-tâde'den olmak üzere rivayet etmişlerdir
[46] Buradaki haberleri İbn Ebî Şeybe, Saîd ibn Mansûr,
Müsedded... gibi hadîsçiler senedleriyle rivayet etmişlerdir.
Aldatılarak öldürülen
oğlanın kaatilleri, oğlanın anası olan kadın, onun dostu ve kadının cariyesi ve
onlara yardım eden bir adam imiş. Oğlanın adı Asîl imiş. Çocuğu öldürenler de
el-Mugîre ibn Hakîm es-San'ânî'nin karısı, hizmetçisi, kadının gizli dostu ve
başka bir adam imiş. Öldürülen çocuk Mugîre'nin başka karısından olan oğlu Asîl
imiş. Onu öldürüp bir kuyuya atmışlar... (Beyhakî).
[47] Kasâme, yemîn ma'nâsma olan "lksâm"dan isim
olarak mutlak yemîn ma'nâ-sınadır. Sonra maktulün velîleri üzerine taksim
olunan husûsî bir nevi' yemîn ma'nâsma kullanıldı. Meselâ bir karye toprağında
bir kimsenin milki olmayan boş bir arazîde yaralanmış olarak bir maktul
bulunur. Kaatili bilinmez. Veresesi karye ahâlîsinden da'vâ ettikte, maktulün
velîsinin tercîh eylediği elli kişiye yemîn verilir. Ve eğer elli kişi bulunmaz
ise yemîn verilen kişilere elli yemîn tamâmına dek yemîn tekrîr olunur. Ve
yine beyyine olmayarak, meselâ yakınında düşmanlığı zahir olan Amr üzere
bi'd-delâle da'vâ eyleseler, maktulün velîleri işbu Amr, Zeyd'i katleyledi diye
elli tamâmına dek yemîn ederler. İşte bu iki surette yemîn eden cemâate de
"Kasâme" denildi. Eğer da'vâcılar yemîn ederlerse, diyete hakk
kazanırlar. Ve eğer cinayetle ittihâm edilenler yemîn ederlerse diyet lâzım
gelmez. Nitekim fıkıh kitâblannda şerhedilmiştir... (Âsim Efendi, Kaamûs
Tercemesî).
[48] Eş'as ibn Kays'in hadîsi uzun bir metinle Şehâdetler
ile Yeminler ve Nezrler Ki-tâbları'nda geçti.
[49] Fethu'l-Bârî de şöyle dedi: Muâviye'nin kasâme ile
kısas yapması hususunda ihtilâf edildiği gibi, Umer ibn Abdilâziz üzerine de
kasâme ile kısası hususunda ihtilâf edildi... (Kastallânî).
[50] Buhârî bu hadîsi, "Kasâme"de kısas
olmadığına ve bunda hüküm beyyine ve yemîne maksûr olduğuna dâir geçen Eş'as
ibn Kays hadîsine uygun olarak zikretmiştir.
Bunun birer rivayeti
Sulh'ta ve Cizye'de geçmişti. Müslim de Kasâme, Mu-hâribler, Kısas ve Diyât
Kitâbı'nda bunun onüç kadar rivayetini ayrı ayrı yollardan ve farklı
metinlerle arka arkaya sıralamıştır. Müslim Tercemesi, V, 243-250
"1669-1670".
[51] Hadîste evvelâ yeminin müddeîye değil de müddeâ aleyhe
yönelmesi vardır. Nitekim bu Ensârîler kıssasında böyle vâki' olmuştur...
(Kastallânî).
[52] Buhârî'nin bu hadîsi burada getirmesi, Ensâr
kıssasında olduğu gibi, yeminin evvelâ müddeâ aleyhe yöneleceği, müddeîye
yönelmiyeceği bakımındandır.
Hadîsin sonundaki
"İle'ş-Şâm = Şam'a" ta'bîriEbûNuaym'ınA/usta/ırac'-ında Ahmed ibn
Harb rivayetinde "Mine'ş-Şâm Şam'dan" şeklindedir. Fethu'l-Bârî'dt:
Bu daha uygundur. Çünkü Abduimelik'in ikaameti Şam'da idi. Ancak bu sürgün
işinin Mus'ab ibnu'z-Zubeyr ile muharebe sırasında Irak'ta bulunduğu zaman
olması muhtemel olur. O takdirde o yemîni yapanlar Irak ehlinden olup
Abdulmelik onları Şam'a sürmüş olur.
el-Kaabisî, Umer ibn
Abdilazîz'e taaccüb etmiştir: O, Rasûlullah'ın hükmüyle ve Râşid Halîfeler'in
ameliyle sabit olan kasâme hükmünü, Ebû Kılâbe'nin kavliyle nasıl ibtâl etmiş,
hâlbuki Ebû Kılâbe tabiîlerin dalgınlarından idi. Ab-dulazîz ondan müsned
olmayan mürsel bir söz işitmiştir. Ebû Kılâbe'de Ensâr kıssasiyle Hayber
kıssası alt üst olmuş, o hıfzının azlığından bunların birini diğerine
bindirmiştir. Ve keza kasâme ile ilgili olmayan mürsel bir hikâye işitmiştir.
Çünkü Hal'in kasâme ile ilgisi yoktur. Abduimelik'in isim silmesinde de hüccet
yoktur, demiştir ve Allah en bilendir (Aynî-Kastallânî).
Bu uzun metnin Ukl
kabilesinden gelen sekiz kişinin macerası kıssası ile Ensâr'dan birinin Hayber
arazîsinde öldürülmesi kıssası Buhârî ve Müslim'de sahîh olarak rivayet edilmiş
olan sağlam ve sıhhatlerinde hiç şübhe bulunmayan hadîslerdir. Ebû Kılâbe'nin
Anbese'ye hitabı ve onun kendisini bu ifâdelerinde doğrulayıcı sözleri de
aynen Müslim'de rivayet edilmiştir: Müslim Ter., V, 251-254 "1671",
Kitâbu'l-Kasâme..., 2. Bâb.
[53] Midrâ, mîm'in kesriyle tarağa denir, muşt
ma'nâsınadır...
[54] Midrâ, mîm'in kesriyle tarağa denir, muşt
ma'nâsınadır...
[55] Evine girmesine izin vermediğin bir adamın gözünü
çıkarırsan kısas lâzım gelmez demek olur ki, bu da öyle izinsiz bakmayı men'
etmede mübalağa ifâde etmektedir.
[56] Âkile: Âkü'in cem'idir. Kişinin âkılesi, baba
tarafından olan yakınlarıdır, onlar onun asabesidir. Bunlar âkile diye
İsimlendirildi, çünkü bunlar diyeti hakk edenin evinin avlusuna diyet
develerini bağlarlar, yâhud da cânînin "Akl" denilen diyetini
yüklendikleri için böyle isİmlenmişlerdir...
el-Âkıle, aslında diyet
ve kan bedeli ma'nâsına olan "A ki''d&n fail isimdir.
"Âkile" cemâati demektir. Sonra bir adamın asabesine denildi...
[57] Hz. Alî'nin böyle kuvvetli bir yemîn ile te'yîd edip:
"Ben Rasûlullah'tan, başkalarından saklı gizli olarak Beyt Ehli'ne mahsûs
ve yazılı hiçbir emir almadım" demesinde Şîa'nm bu suretle ileri
sürdükleri çürük iddialarını kuvvetli bir redd vardır. Alî'nin "Benim
bildiğim birşey varsa, o da Allah'ın kişiye Kur'ân'daki hükümleri ve
hakikatleri anlamak kudretini vermiş olmasıdır" sözünde de mü-fessirlerden
naklolunmayan hükümleri, şerîatin usûl ve fürû'una uygun olarak herhangibir
âlimin anlayıp kavraması, zekâsıyle Kur'ân'dan çikarabilmesinin cevazına İşaret
vardır. Bu hakikati İmâm Mâlik de "ilim, rivayetin çokluğuyla hâsıl olmaz,
o bir nurdur, bir fehm ve idrâk kaabiliyetidir ki, Allah onu dilediğinin
gönlüne kor" sözüyle ifâde etmiştir.
[58] Bunun bir rivayeti Tıbb'da da geçmişti. Bu hadîslerin
birkaç rivayetini Müslim de Kasâme... Kitâbı'nda getirmiştir.
[59] Bunun bir rivayeti Ferâiz'de de geçmişti.
[60] Bu babın hadîslerinin birkaç rivayetini Müslim de
Kasâme...'de getirmiştir: Müslim Ter., V, 271-275 "1681, 1689".
[61] Bu Ümmü Seleme, mü'minlerin anasidır. Bir rivayette
Ümmü Suleym şeklinde gelmiştir ki, bu Enes ibnMâlik'in anasıdır.
Fethu'l-Bârî'de şöyle dedi: Ümmü Seleme bilhassa köle istedi, çünkü örf,
efendilerin, hürrlerin aksine, meşakkatsiz, kolay işlerde kölelerinin
kullanılmasına rızâ göstermeleri üzere carî idi. Bu haberi es-Sevrî, kendi
Camiinde senediyle rivayet etmiştir.
[62] Rasûlullah, Ebû Talha'ya "Bana hizmet edecek bir
oğlan araştır" demişti. Enes ise, annesi Ümmü Suleym'İn kefaletinde idi.
Onu annesi Peygamber'e getirdi. Kocası ve Enes'in üvey babası olan Ebû Talha da
beraberinde idi... (Kastallânî).
Hicretin başlarında
Enes'i, sekiz-on yaşlarında olduğu hâlde annesi Ümmü Suleym, Peygamber'in
yanına götürüp ' 'Yâ Rasûlallah, bunu size hizmetçiniz olmak üzere getirdim,
haddim olmayarak armağan ettim. Benim oğlum ve Sizin hizmetçinizdir. Ona duâ
buyur" diye takdîm etmişti. Peygamber de Enes hakkında uzun ömür, mal ve
evlâd çokluğu ile duâ etmiş idi. Peygamber'in bu duası bereketiyle Enes,
seksenden fazla evlâd ve torun görmüş, kendisi çok mala mâlik olup yüzüç yaşına
ulaştığı hâlde vefat etmiştir... (Mehmed Zihnî, el-Hakaaık, s.171-174).
[63] Sahibi tarafından bağlanan veya bir tarafa kapatılan
dört ayaklı hayvanların bağlarını kopararak veya kapatıldıkları yerden
kurtularak meydana getirdikleri cinayet ve zararlar hederdir. Sahibine tazmin
lâzım gelmez, demek oluyor. Ancak hayvanın sahibi, cinayet sırasında ve zarar
esnasında yanında bulunur da men' etmezse, tazmin îcâb eder. Fıkıh kitâblarında
bu zararların çeşitleri ve tazmîn için gereken şartlar ayrı ayrı tafsil
edilmiştir.
Kuyu da böyledir. Bir
kimsenin kendi milkine yâhud hükümetin izniyle boş bir yerde kazdırdığı kuyunun
içine bir insan yâhud hayvan düşse -gerekli tedbîrleri aldığı takdirde- kuyu
sahibine tazmin lâzım gelmez.
Ma'den kuyuları da
böyledir. Devletin izniyle işletilen ma'den kuyularına düşen insan ve hayvanın
zararı, ma'den sahibine ödettirilmez.
Hadîsin son fıkrası
"Rîkâz"m, yânî örtülü ve gömülü olan ma'denler ve definelerin beşte
bir nisbetinde harca, vergiye tâbi' olmasını takrîr etmektedir... {Müslim Ter.,
V, 312-313).
[64] İbn Sîrîn'in sözünü Saîd ibn Mansûr; Hammâd'm, Kaadı
Iyâd'ın, el-Hakem'in ve eş-Şa'bî'nin sözlerini de îbn Ebî Şeybe senedli olarak
rivayet etmişlerdir.
[65] Parantez içindeki ziyâde Nesâî ve Ebû Davud'un
rivâyetlerindendir. Kırk yıl yerine yetmiş, yüz rivayetleri de olduğundan,
bununla uzak mesafeler kinaye edilmiş olmaktadır.
Müslüman ülkesinde
yaşayan gayrı müslim zımmîler, müslümânlar gibi canları, mallan, ırzları
devletin korumasmdadır. Haksız olarak asla öldürülmezler.
[66] Alî'nin "Ancak Allah tarafından Kitâb'ı
hakkındadır kimseye verilen anlama vardır" sözü, müfessirlerden
naklolunmayan hükümleri, dînin usûl ve kaaide-lerine uygun olarak bir âlimin
anlayış ve zekâsiyle Kur'ân'dan istinbât edebilmesinin cevazına işaret
sayılmıştır. Bu hakîkati, İmâm Mâlik de: "ÎHm rivayet çokluğu ile hâsıl
olmaz, o bir nurdur, bir anlama ve idrâk kaabiliyetidir ki, Allah onu dilediği
gönüle kor" sözüyle ifâde etmiştir.
Bunun bir rivayeti de
Cizye'de geçti.
[67] Bu, Peygamberlerde, "Mûsâ kıssası"nda geçti.
[68] Bu da birçok yerde geçti. Bunun bir rivayeti
Husûmetler'de geçmişti.
[69] Bu, geçen Ebû Saîd hadîsinin başka bir rivayetidir.