58-KİTÂBU'L-CİZYE VE'L- MUVÂDEA MAA EHLİ'Z-ZİMME VE'L-HARB. 2

1- (Harbîlerle Mütâreke Ve Cizye Babı) 2

2- Bâb: Devlet Başkanı Bir Memleketin Meliki İle (Harbi Ve Ezayı Terketmek Üzere) Barış Anlaşması Yaptığında, Bu Anlaşma O Memleket Halkı İçin Geçerli Olur Mu? 4

3- Rasûlullah(S)Tn (Ahdine Ve Emânına Giren.) Zimmet Ehliyle İlgili Vasiyyeti Babı 4

4- Peygamber(S)'İn Bahreyn Toprağından Ayırıp Verdiği Ve Yine Bahreyn Malından Ve Cizyeden Va'd Eylediği Şeyler İle Kâfir Mallarından Harbsiz Alınan Fey' Ve Cizyenin Kimlere Taksim Edileceği Babı 5

5-Kendisiyle Muahede Yapılmış Bir Zımmîyi Cürmü ; Olmayarak Öldüren Kimsenin Günâhı Babı 6

6- Yahudi'lerin Arab Yarımadasından Çıkarılması Babı 6

7- Bâb: (Muâhedeli) Müşrikler, Müslümanlara Ahde Vefasızlık Ve Hıyanet Yaptıkları Zaman Affedilirler Mi? 7

8- Devlet Başkaninin Ahdi Bozup Döneklik Yapanlar Aleyhine Beddua Etmesinin Cevazı) Babı 7

9- Kadınların Emân Vermeleri Ve Bir Kimseyi Korumaya Alıp Onu Tehlikeden Kurtarmaları (Yânî Siyâsî Sığınma Hakkı Tanımaları) Babı 8

10- Bâb: Müslümanların Zimmeti (Ahdi) Ve Emânları Birdir; Onların Azı Da Bu Emânı Yürütür 8

11- Bâb: Müşrikler Harb Esnasında Kendi Dilleri Üzere Yürüyerek "Saba'nâ" Dedikleri Ve "Biz Müslüman Olduk" Demeyi Güzel Söyleyemedikleri Zaman (Bu Söz Onlardan Kıtali Kaldırmakta Yeterli Olur Mu, Olmaz Mı)? 8

12- Müşriklerle Mal Ve (Esirler Gibi) Başka Şeyler Mukaabilinde Harbi Ve Ezayı Terketme Ve Barış Yapmafnın Cevazı) İle Ahde Vefa Etmeyenin Günâhı Ve Yüce Allah'ın Şu Kavli(Nin Beyânı) Babı: 9

13- Ahde (Mîsâka) Bağlı Kalmanın Fazileti Babı 9

14- Bâb: Zımmî Olan Kimse Sihr Yaptığı Zaman Ondan Bunun Cezası Affedilir Mi? 10

15- Düşmanın Gadrinden (Ahde Vefa Etmeyip Bozmasından) Sakınılması Ve Yüce Allah'ın Şu Kavlî Bâb. 10

16- Bâb: Ahidli Milletlerin Ahidleri Nasıl Atılıp Bozulur?. 10

17- Muahede Yaptıktan Sonra Gadredip Ahdi Bo^Ân Kimsenin Günâhı Ve Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 11

18- Bâb. 11

19- (Müşriklerle) Üç Gün Müddet Yâhud Belli Bir Vakit Üzerine Barış Andlaşması Yapılması Babı 12

20- Bir Vakit Ta'yîn Etmeden Mütâreke Ve Barış Yapma(Nın Cevazı) Ve Peygamberdin (Hayberlilere): 13

"Allah'ın sizleri oturttuğu müddetçe ben sizleri burada oturtuyorum" Kavli Babı 13

21- Müşriklerin Cesedlerinin Kuyu İçine Atılmasının Ckvâzı) Ve Onların Kokmuş Leşleri İçin Bir Bedel Alınmaması Babı 13

22- İyi Ve Kötü Kişi İçin Olması Müsâvî Olarak Bir İş Üzerinde Sözleşip De Sözünü Yerine Getirmeyen Kimsenin Günâhı Babı 13

 


Rahman ve Hahîm olan Allah'ın ismiyle

 

58-KİTÂBU'L-CİZYE VE'L- MUVÂDEA MAA EHLİ'Z-ZİMME VE'L-HARB

(Zımmîlerle Cizye, Harbîlerle Mütâreke Akdi Kitabı) [1]

 

1- (Harbîlerle Mütâreke Ve Cizye Babı) [2]

 

Ve Yüce Allah'ın şu kavli:

"Kendilerine kitâb verilenlerden ne Allah'a, ne âhiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Rasûlü'nün haram ettiği

şeyleri haram tanımayan, hakk dînini dîn olarak kabul etmeyen kimselerle, zelîl ve hakîr kendi elleriyle cizye

verecekleri zamana kadar muharebe edin" (et-Tevbe: 29) [3].

Buhârî: "Sâgirûn", "Zeliller" demektir. "Meskenet",

"Miskîn"in masdandır. "Eskenu min fulânin(yânî: Ondan daha muhtaç)" denilir dedi de, hareket azlığı ma'nâsına olan sükûna gitmedi. Ve Yahûdîler'den, Nasrânîler'den, Mecûsîler'den ve Arab olmayanlardan cizye alınması hakkında gelen rivayet. Sufyân ibn Uyeyne, Abdullah ibn Ebî Necîh'ten söyledi ki, o şöyle demiştir: Ben Mucâhid'e: Şâm ahâlîsinin hâli nedir, onlar üzerinde ferd başına dört dînâr cizye var; Yemen ahâlîsi üzerinde ise bir dînâr cizye var? dedim. Mucâhid: Bu, zenginlik cihetinden böyle yapıldı, dedi [4].

 

1-.......Ben Amr ibn Dinar'dan işittim, şöyle dedi: Ben Câbir ibn Zeyd ve Amr ibn Evs'in beraberinde oturuyordum. Bu ikisine Be-câle, Mus'ab ibnu'z-Zubeyr'in Basra ahâlîsiyle hacc yaptığı yıl olan yetmişinci hicret senesinde, Zemzem merdivenlerinin yanında tahdîs edip şöyle demiştir: Ben el-Ahnef ibn Kays'ın amcası olup Basra Vâlîsi bulunan Cez' ibn Muâviye'nin kâtibi idim. Bize ölümünden bir sene evvel Umer ibnu'l-Hattâb'ın mektubu geldi. Bu mektûbda: "Mecû-sîler'den (kendi âdetleri ve kendi nikâhlarıyle aralarında zevciyet bu­lunan) her mahrem sahibi (yânı İslâm'a göre nikâh geçmez hısımlık sahibi karı koca) arasını ayırınız!..." diye yazmıştır. (Râvî dedi ki:) Umer başlangıçta Mecûsîler'den cizye almazdı. Nihayet Abdurrah-mân ibn Avf, Rasûlullah(S)'in Bahreyn'in Hecer şehri Mecûsîleri'nden cizye aldığına şehâdet etti. (Bunun üzerine Umer de Mecûsîler'den cizye almağa başladı.)[5]

 

2-.......ez-Zuhrî şöyle demiştir: BanaUrvetu'bnu'z-Zubeyr, el- Misver ibnu'l-Mahrame'den tahdîs etti, ona da Âmir ibn Luey oğul-ları'nm yeminli dostu olan ve Bedir harbinde hazır bulunan Amr ibn Avf el-Ensârî (R) şöyle haber vermiştir:                               :

Rasûlullah (S) harb etmeksizin Bahreyn ahâlîsiyle barış andlaş-ması yapmış ve Bahreyn ahâlîsi üzerine el-Alâ ibnu'l-Hadramî'yi emîr ta'yîn etmişti. Tahsil olunan cizye mallarını getirmek üzere de Rasû­lullah, arkadan Ebû Ubeyde ibnu'l-Cerrâh'ı Bahreyn'e gönderdi.Ebû Ubeyde cizye mallarını ahp Bahreyn'den Medine'ye geldiğinde, En-sâr onun geldiğini işitince -ki bu haberin yayılması sahâbîlerin, Pey-gamber'in beraberinde sabah namazı kıldıkları zamana tesadüf etmişti-Peygamber'in onlara sabah namazını kıldırıp ayrılması ile beraber he­men sahâbîler Ebû Ubeyde'ye karşı çıktılar. Rasûlullah sahâbîleri bu hâlde görünce gülümsedi ve onlara:

— "Ebû Ubeyde'nin birçok malla geldiğini işitmiş olduğunuzu sanıyorum" buyurdu.

Onlar da:

  Evet yâ Rasûlallah! diye tasdik ettiler. Bunun üzerine Rasûlullah:

  "Sevininiz ve sizi sevindirecek ni'metleri (bundan böyle her zaman) ümîd ediniz. Allah'a yemin ederim ki (bundan sonra) size fakirlik ve ihtiyaç geleceğinden korkmam. Fakat sizin üzerinize kork­makta olduğum şey, sizden önce gelip geçen ümmetlerin Önüne dün­yâ nVmetlerinin yayıldığı gibi sizin önünüze de yayılması, onların birbirlerine bu ni'metlerde hased ettikleri ve en nefîs olanını elde etme yarışına giriştikleri gibi sizin de birbirinizle nefsâniyet yarışına giriş­meniz ve bu yarışmanın onları helak ettiği gibi sizleri de helak etmesidir" buyurdu [6].

 

3-.......Bize Saîd ibnu Ubeydillah es-Sakafîtahdîs edip şöyle dedi: Bize Bekr ibnu Abdillah el-Muzenî ile Ziyâd ibnu Cubeyr tahdîs etti ki, Cubeyr ibnu Hayye şöyle demiştir: Urner ibnu'l-Hattâb (halifeli­ğinin ikinci yılında) müşriklerle harbetmeleri için İran'ın büyük şe­hirleri üzerine ordular gönderdi. Yapılan savaşlar üzerine Hürmüzân müslümân oldu (Umer de onu yakınları arasına alarak şöyle istişare­de bulundu) [7]:

— Ey Hürmüzân! Şimdi ben seninle (İran fetihlerini tamamla­mak için) şu Fars, Isfahan, Azerbaycan hakkında istişare ediyorum. Bunlardan, önce hangisinin fethine başlamalıdır? diye sordu.

Hürmüzân cevâb vererek:

— Evet Emîru'l-Mü'minîn! Bu toprakların ve buralarda bulu­nan müslümân düşmanı halkın benzeri, iki kanadı, iki ayağı ve bir başı bulunan bir kuşun benzeridir. Bu kuşun kanatlarından biri kı­rılsa (o ölmez), bir kanadı ve bir başı ile iki ayağı üstünde durur. Öbür kanadı da kırılmış olsa bir başı ve iki ayağı ile yaşar durur. Amma kuşun başı ezilirse ayakları da, kanatları da, başı da (kırılır, ezilir) gider. İmdi bu işte baş, Kisrâ'dır. Kanadın biri Kayser'dir, öbürüsü de Fars'tır. Yâ Emîru'l-Mü'minîn! Şimdi siz müslümânlara emredi­niz de toptan Kisrâ üzerine hareket etsinler! dedi.

(Bu, İran harb târihinin son derece özetlenmiş birinci safhası­dır.)

Bekr ibn Abdillah el-Muzenî ile Ziyâd ibn Cubeyr beraberce söy­lediler ki, râvî Cubeyr ibnu Hayye (İran vak'alarının ikinci safhasını rivayet ederek) şöyle demiştir: (Kaadisiyye fethinden sonra bir gün) bizi Umer gaza için çağırdı, üzerimize de Nu'mân ibn Mukarrin'i ku­mandan yaptı. (O da Kaadisiyye fethinden yeni gelmişti. Bu yeni or­du içinde îbn Umer ve sahâbîlerden pekçok kimseler vardı. Biz  Medine'den hareket ederken Umer, Ebû Mûsâ el-Eş'arî'ye Basra kuv­vetleriyle; Huzeyfe'ye de Küfe kuvvetleriyle hareket etmelerini ve Ni-hâvend'de birleşmelerini yazdı -İbn Ebî Şeybe rivayetinden-) Biz de Medine'den hareket edip düşman diyarında Nihâvend'e varıp birleş­tik. Kisrâmn kumandanı bizi (Fars, Kirman ve diğerlerinden) kırk-bin kişilik bir kuvvetle karşıladı. Ve kumandan tarafından gelen bir tercüman bize:

  Bâzı şeyler soracağım. İçinizden bir kişi bana cevâb versin! dedi.

(Sahâbîlerin hakîm ve hatîblerinden) Mugîre ibn Şu'be:

  Ne istersen sor, dedi. Bunun üzerine o tercüman:

  Sizler nesiniz? dedi. Mugîre şöyle cevâb verdi:

— Biz Arab ırkından birtakım kimseleriz. Biz vaktiyle azgın bir şakaavet, zorlu bir belâ içinde yaşar; açlıktan hurma çekirdiği ve de­ri parçası sorar; deve yününden ve kıldan elbise giyer; ağaçlara ve taşlara tapardık. Hulâsa biz böyle bir vahşet ve cehalet içinde iken, göklerin ve yerlerin Rabb'i, sânı âlî azameti mütecellî olan Allah bi­ze kendi aramızdan bir peygamber gönderdi. Biz O'nun babasını (ara­mızdaki şerefini, doğru sözlülüğünü) biliriz. Şimdi Rabb'imizin elçi gönderdiği bu Azîz Peygamberimiz bize, -Siz yalnız bir Allah'a ibâ­det edinceye yâhud cizye verinceye kadar- sizinle harbetmemizi em­retti. Ve Peygamberimiz Rabb'imizin elçiliğinden olmak üzere bize şunu haber verdi: Bizden cihâd uğrunda öldürülen, asla benzeri gö­rülmemiş ni'metlerle dopdolu olan cennete gider. Şehîd olmayıp da hayâtta kalanlar da sizleri esîr alıp boyunlarınıza mâlik olurlar.

(Mugîre ibn Şu'be bü ateşli hitabesini zeval vakti bitirmişti. Ve harbden başka çıkar yol olmadığını anlamıştı. Kumandanımız Nu'-mân ibn Mukarrin'e harbe başlamasını emretti.) Bunun üzerine Nu'-mân, Mugîre'ye:

— Allah seni, Rasûlullah ile beraber bu vak'a gibi birçok muha­rebelerde bulundurdu. (Hatırlarsın ki, Rasûlullah gündüzün ilk saa­tinde harbe başlamazsa, zevalden sonraya te'hîr ederdi.) Şimdi sabr ve teenni size pişmanlık vermez ve sizi düşman gözünde küçük dü-şürmez. Ben de Rasûlullah'm beraberinde kıtalde hazır bulundum. Rasûlullah (S) gündüzün ilk saatinde harb etmezse (zevalden sonra) rüzgârlar esip namazlar kıhnıncaya kadar beklerdi, dedi. (Ve müsâ-id zamanda hücum emrini verdi.) [8]

 

2- Bâb: Devlet Başkanı Bir Memleketin Meliki İle (Harbi Ve Ezayı Terketmek Üzere) Barış Anlaşması Yaptığında, Bu Anlaşma O Memleket Halkı İçin Geçerli Olur Mu? [9]

 

4-.......Ebû Humeyd es-Sâidî (R) şöyle demiştir: Biz Peygamber(S)'in beraberinde Tebûk'e gaza etmiştik. (Bu sefer esnasında) Eyle Meliki (Buhne -yâhud Yuhannâ- ibn Ru'be Peygamber'in hu­zuruna geldi, sulh oldu, cizye vermeyi kabul etti,) Peygamber'e (Düldül adlı) beyaz bir katır hediye etti. Ve kendisine de bir Yemen bürdü giy­dirdi. Peygamber de ona sahil boyundaki köyler halkı hakkında bir emânnâme yazdı [10].

 

3- Rasûlullah(S)Tn (Ahdine Ve Emânına Giren.) Zimmet Ehliyle İlgili Vasiyyeti Babı

 

Zimmet, ahdden ibarettir. 111 ise hısımlıktır [11].

 

5-.......Bize Ebû Cemre tahdîs edip şöyle dedi: Ben Cuveyriye ibnu Kudâme et-Teymî'den işittim, şöyle dedi: Ben Umer ibnu'l-Hattâbı(R)'dan işittim. Ona:

  Ey Mü'minlerin Emîri! Bize vasiyyet eyle! dedik. Umer:

— Sizlere Allah'ın zimmetini yerine getirmeyi tavsiye ediyorum. Çünkü bu, Peygamber'inizin zimmeti ve lyâlinizin rızkıdır, dedi (Zım-mîler'den alınmakta olan cizye ve haracı kasdetti) [12].

 

4- Peygamber(S)'İn Bahreyn Toprağından Ayırıp Verdiği Ve Yine Bahreyn Malından Ve Cizyeden Va'd Eylediği Şeyler İle Kâfir Mallarından Harbsiz Alınan Fey' Ve Cizyenin Kimlere Taksim Edileceği Babı

 

6-.......Ben Enes (R)'ten işittim, şöyle dedi: Peygamber (S) Bah­reyn toprağından (yânı oranın cizye ve haracından kesip ayırmak yo­luyla herbirinin hissesini ta'yîn edip) kendi isimlerine yazmak için Ensâr'ı çağırdı. Ensâr:

— Bize ayırıp verdiğin şeyin benzerini Kureyş'ten olan Muhacir kardeşlerimize de ayırıp verinceye kadar vallahi olmaz (yânı kabul etmeyiz), dediler.

Bunun üzerine Peygamber:

  "Bu mal Allah'ın dilediği bu usûl üzere Kureyş Muhacirleri'-ne de âiddir" buyurdu.

Ensâr, Muhâcirler'in durumu hakkında ısrar ederek bunu Pey-gamber'e söylüyorlardı. Sonunda Peygamber, Ensâr'a hitaben:

  "Benden sonra siz Ensâr topluluğu yakın bir gelecekte baş­kalarının size tercih edilmesini göreceksiniz. O takdirde sizler (havz başında) bana kavuşuncaya kadar sabrediniz!" buyurdu [13].

Bu hadîsin bir rivayeti Şirb Kitâbı'nda da geçmişti.

 

7-....... Câbir ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) bana:

  "Eğer Bahreyn malı bize gelmiş olursa muhakkak sana şöyle şöyle ve şöyle (avuçlar) veririm" buyurdu.

Nihayet Rasûlullah'm ruhu alındı, akabinde Bahreyn malı geldi. Ebû Bekr:

— Her kimin Rasûlullah yanında bir va'di varsa bize gelsin! di­ye i'lân etti.

Bunun üzerine ben Ebû Bekr'e geldim ve:

— Rasûlullah (S) bana: "Şayet bize Bahreyn malı gelmiş olursa sana muhakkak (avuçlayarak) şöyle şöyle ve şöyle veririm" buyur­du, dedim.

Ebû Bekr bana:

  Avuçla! dedi.

Ben de bir avuç avuçladım. Ebû Bekr bana:

  Bu avuçladığmı say! dedi.

Ben de onu saydım. Onun beşyüz olduğunu gördüm. Ebû Bekr bana binbeşyüz verdi [14].

Ve İbrahîm ibnu Tahmân, Abdulazîz ibn Suheyb'den söyledi ki, Enes (R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'e Bahreyn'den (cizye ve ha-râc) malı getirildi. Peygamber:

  "Malı mescide dökün!" buyurdu.

Bu, Rasûlullah'a gönderilen en kesretli mal olmuştu. Rasûlul­lah o malı dağıtırken Abbâs (R) huzuruna geldi ve:

— Yâ Rasûlallah! Bana da ver! Çünkü ben kendim için de, Akîl için de fidye vermiştim, dedi.

Rasûlullah ona:

  "Al" buyurdu.

Abbâs da avuç avuç elbisesinin içine boşalttı. Sonra onu kaldır­maya davrandı, fakat kaldıramadı.

— Yâ Rasûlallah, birine emret de onu bana kaldırsın, dedi. Rasûlullah:

  "Hayır olmaz" buyurdu. Bu sefer Abbâs:

  "Öyleyse onu sen kaldır, üstüme at!" dedi. Rasûlullah yine:

  "Olmaz!" buyurdu.

Bunun üzerine Abbâs aldığı malın birazını döktükten sonra, yi­ne kaldırmaya davrandı. Fakat yine kaldıramayınca:

  Yâ Rasûlallah, birine emret de üzerime kaldırsın! dedi. Rasûlullah yine:

  "Olmaz" buyurdu. Abbâs yine:

  Bari onu sen üzerime kaldırıver, dedi. Rasûlullah yine:

  "Olmaz" buyurdu.

Bunun üzerine Abbâs birazını daha döktü. Sonra onu sırtına yük­lenip gitti. Rasûlullah (S) onun hırsına olan hayretinden dolayı bize görünmez oluncaya kadar Abbâs*m arkasından gözünü ayırmadan bakıp durdu. Rasûlullah o maldan orada bir dirhem bakî oldukça, oradan ayrılmadı [15].

 

5-Kendisiyle Muahede Yapılmış Bir Zımmîyi Cürmü ; Olmayarak Öldüren Kimsenin Günâhı Babı

 

8-.....Bize Mucâhid ibn Cebr, Abdullah ibn Amr(R)'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Herhangibir kişi muâhedeli bir zımmtyi (hak­sız yere) öldürürse cennet kokusu kırk yıllık mesafeden duyulup his­sedilir olduğu hâlde o kaatil kişi cennet kokusunu koklayamaz" buyurmuştur [16].

 

6- Yahudi'lerin Arab Yarımadasından Çıkarılması Babı

 

Umer de Peygamber(S)'in Yahûdîler'e:

"Allah'ın sizleri yerinizde bıraktığı müddetçe ben sizleri yerinizde bırakıyorum" buyurduğunu söylemiştir [17]

 

9-.......EbûHureyre (R) şöyle demiştir: Biz mescidde bulundu­ğumuz bir sırada Peygamber (S) yanımıza çıkageldi ve:

  "Yahudiler'in yurduna yürüyünüz!" diye emretti.

Biz O'nun beraberinde olarak yola çıktık ve nihayet Beytu'l-Mıdrâs denilen (âlimlerinin bulunduğu ve Tevrat okuttukları) yere vardık.

Peygamber:

— "(Ey Yahûdî topluluğu!) Müslüman olunuz da selâmette ka­lınız. Ve iyi biliniz ki, Arz ancak Allah'a ve Rasûlü'ne âiddir. Ben sizleri bu arazîden çıkarmak istiyorum. Binâenaleyh sizden her kim kendi malından taşıyamayacağı birşeyi olursa onu satsın. Size söyle­diğim sözü işitmezseniz iyi biliniz ki Arz ancak Allah 'a ve Rasûlü 'ne âiddir" buyurdu [18].

 

10-.......İbn Abbâs (R) şöyle diyordu: O perşembe günü; o per­şembe günü ne acı gündü! dedi de, sonra ağladı; hattâ gözyaşları yer­deki çakılları ıslattı. (Saîd ibn Cubeyr dedi ki:) Ben:

  Ey Abbâs oğlu! O perşembe günü nedir? dedim. İbn Abbâs dedi ki:

— Perşembe günü Rasûlullah'm ağrısı şiddetlenip arttı. Bunun üzerine: "Bana bir kürek kemiği getirin. Size bir kitâb (bir vasiyet­name) yazdırayım ki, ondan sonra ebediyyen yolunuzu şaşırmayası-nız!" buyurdu. Bunun üzerine orada bulunanlar ihtilâf edip çekiştiler. Rasûlullah: "Hiçbir peygamberin yanında ihtilâf edip çekişmek lâ­yık ve doğru olmaz" buyurdu. Oradakiler: Rasûlullah'm nesi var (has­talığın şiddetinden dolayı) sayıkladı mı? Bunu kendisinden almak isteyin! dediler. Rasûlullah: "Beni (kendi hâlime) bırakınız. Benim şu içinde bulunduğum (murakabe ve Allah'a dönüş hazırlığı) hâl, si­zin beni da'vet ettiğiniz (yazı yazmak gibi) şeylerden hayırlıdır" bu­yurdu. Ve sahâbîlere üç şey emretti:

a.  "Bütün müşrikleri Arab yarımadasından çıkarınız!"

b.  "Elçilere, ferd ve hey'etlere benim izin verip hediyeler ikram etmekte olduğum gibi, siz de yabancı elçilere, hey'etlere hediyeler ver­mek suretiyle hürmet gösteriniz" buyurdu.

c. Üçüncüsü hayırlıdır: Ya üçüncüsünden sükût etti, yâhud onu söyledi de ben onu unuttum.

Sufyân ibnu Uyeyne: Bu, râvî Süleyman ibn Ebî Müslim'in sö-zündendir, demiştir [19].

 

7- Bâb: (Muâhedeli) Müşrikler, Müslümanlara Ahde Vefasızlık Ve Hıyanet Yaptıkları Zaman Affedilirler Mi? [20]

 

11-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Hayber fetholunduğu zaman Peygamber'e içi zehirli (kızartılmış) bir koyun hediye edil­di. Peygamber:

— "Burada bulunan bütün Yahûdtler'i bana toplayınız!" bu­yurdu.

Sahâbîler, Peygamber için Yahûdîler'i toplayıp getirdiler. Pey­gamber onlara:

  "Sizlere birşey soracağım, bana doğru cevâb verir misiniz?" buyurdu.

Yahudiler:

  Evet, doğrusunu söyleriz! dediler. Peygamber onlara hitaben:

  "Sizin babanız kimdir?" diye sordu. Onlar da:

  Fulân kimsedir, dediler. Peygamber onlara:

  "Yalan söylediniz, hayır, sizin babanız fulandır" dedi. Yahudiler:

  Doğru söyledin, deyip Peygamber'i tasdîk ettiler. Bu sefer Peygamber:

  "Size birşey daha sorarsam, bana doğrusunu söyler misiniz?" dedi.

Yahudiler:

— Evet, yâ Eba'l-Kaasım doğru söyleriz. Hem biz yalan söyle­sek bile babamızı bildiğin gibi, Sen bizim yalanımızı bilirsin, dediler.

Bunun üzerine Peygamber (S) onlara:

  "Cehennem ahâlîsi kimlerdir?" diye sordu. Yahudiler:

— Bizler az bir zaman cehennemde bulunacağız, sonra orada siz bizlere halef olacaksınız, diye cevâb verdiler.

Peygamber de:

  "Haydi buradan yıkılın! Allah'a yemin ederim ki, cehennemde biz size asla halef olmayız!" diye onları reddetti.

Sonra Peygamber:

  "Size birşey daha sorarsam, o şey hakkında bana doğru söy­ler misiniz?" diye sordu.

Yahudiler:

  Evet yâ Eba'l-Kaasım! diye cevâb verdiler. Peygamber:

  "Şu koyunun içine zehir koydunuz mu?" dedi.

Yahudiler:

  Evet koyduk! dediler. Peygamber:

  "Bu cinayete sizi ne şevketti?" dedi.

Yahudiler:

— Biz şöyle düşündük: Eğer yalancı (peygamber) isen, (koyunu yer, ölürsün) biz de senden müsterih oluruz; eğer gerçek peygamber isen sana bir zarar erişmez, dediler [21].

 

8- Devlet Başkaninin Ahdi Bozup Döneklik Yapanlar Aleyhine Beddua Etmesinin Cevazı) Babı     

 

12-....... Bize Âsim ibn Süleyman tahdîs edip şöyle dedi: Ben Enes(R)'e kunûttan sordum. Enes:                    

  Kunût, rukû'dan öncedir, dedi. Bunun, üzerine ben Enes'e:

— Fulân kimse (yânı Muhammed ibn Şîrîn) iddia ediyor ki, sen kunût rukû'dan sonradır demişsin (buna ne dersin)? diye sordum.

Enes:

  O yanlış söylemiştir, dedi.

Sonra bize, Peygamber (S)'in rukû'dan sonra Suleym oğullan'n-dan olan bâzı Arab kabileleri aleyhine duâ ederek bir ay kunût yap­tığını tahdîs etti.

Enes sayıda tereddüd ederek dedi ki: Peygamber (S) kırk yâhûd yetmiş kurrâyı, müşriklerden birtakım insanların yanına göndermiş­ti. O kabileler bunlara karşı çıktılar ve onları öldürdüler. O müşrik­ler ile Peygamber arasında yapılmış bir ahid de vardı. Artık ben Peygamber'in bunlar üzerine hüzünlendiği kadar hiçbir kimse üzeri­ne hüzünlendiğini görmedim [22].

 

9- Kadınların Emân Vermeleri Ve Bir Kimseyi Korumaya Alıp Onu Tehlikeden Kurtarmaları (Yânî Siyâsî Sığınma Hakkı Tanımaları) Babı

 

13-.......Bize Mâlik, Umer ibn Ubeydillah'ın âzâdlısı olan Ebu'n- Nadr'dan haber verdi. Ona da Ebû Tâlib'in kızı Ümmü Hani'in âzâd­lısı Ebû Murre haber vermiştir. Ebû Murre, Ebû Tâlib'in kızı Ümmü Hâni' şöyle derken işitmiştir: Ben Mekke fethi yılı Rasûlullah'ın ya­nma gittim ve O'nu yıkanıyor buldum. Kızı Fâtıma da O'nu perde ile örtüyordu. Kendisine selâm verdim.

  "Bu kadın kimdir?" diye sordu. Ben:

  Ben Ebû Tâlib'in kızı Ümmü Hâni'im, dedim. Rasûlullah (S):

  "Merhaben bi-Ümmü //ûm'm( = Hoşgeldin Ümmü Hâni')" buyurdu.

Yıkanmasından ayrılınca bir tek elbise içinde (yânî sırtındaki bezi) çaprasvârî bağlamış olduğu hâlde sekiz rek'at namaz kıldı. Namaz akabinde ben kendisine:

— Yâ Rasûlallah! Anamın oğlu Alî, benim ahd ve emân verdi­ğim fulânı, İbnu Hubeyre'yi öldüreceğini söylüyor, dedim.

Rasûlullah:

— "Yâ Ümme Hâni'! Senin ahd ve emân verdiğin kimseye biz de ahd ve emân verdik" buyurdu.

Rasûlullah'ın kıldığı bu namaz, duhâ namazı idi [23].

 

10- Bâb: Müslümanların Zimmeti (Ahdi) Ve Emânları Birdir; Onların Azı Da Bu Emânı Yürütür [24]

 

14-.......Bize Vekf ibnu'l-Cerrâh, el-A'meş'ten; o da İbrâhîm et-Teymî'den haber verdi ki, babası Yezîd ibn Şureyk şöyle demiştir: Alî ibn Ebî Tâlib (R) hutbe yaptı da şunları söyledi: Bizim yanımız­da Allah'ın Kitâbı'ndan başka [okumakta olduğumuz] bir kitâb yok­tur. Bir de şu sahîfenin içinde bulunan hükümler vardır. Bunun içinde şunlar yazılıdır, dedi: "Yaralamaların hükümleri, diyet develerinin yaşları, bir de Medine 'nin A îr Dağı 'yla şuraya kadar arası haramdır; kim Medine'nin bu haremi içinde Kitâb ve sünnete aykırı bir bid'at çıkarır yâhud burada bir bid'atçıyı barındırma Allah 'in, meleklerin ve bütün insanların la'neti onun üzerine olsun. Ondan ne bir nafile ibâdet, ne de bir farz ibâdet kabul olunur. Her kim de velîlerinden başkasını velî edinirse, onun üzerine de bid'atçının üzerine olan la'-netin benzeri olsun! Müslümanların emânı birdir. Her kim bir müs-lümânın verdiği ahdi bozarsa, ona da bunun benzeri olsun (yânî Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların la'neti onun üzerine olsun ve ondan ne bir nafile, ne de bir farz ibâdet kabul olunsun) [25].

 

11- Bâb: Müşrikler Harb Esnasında Kendi Dilleri Üzere Yürüyerek "Saba'nâ" Dedikleri Ve "Biz Müslüman Olduk" Demeyi Güzel Söyleyemedikleri Zaman (Bu Söz Onlardan Kıtali Kaldırmakta Yeterli Olur Mu, Olmaz Mı)? [26]

 

Ve Abdullah ibn Umer dedi ki: Hâlid ibnu'l-Velîd,

"Eslemnâ" yerine "Saba'nâ" diyenlerin bu sözünü kabul etmeyip, onları öldürmeye girişti. Bu haber kendisine ulaştığında Peygamber (S): "Yâ Allah, Hâlid'in işlediği şu işten sana sığınırım" diye duâ etti [27]. Ve Umer (R) de harb yerinde biri diğerine, karşılaşıp da "Korkma" yerine "Mettersun" dediği zaman, onu emîn kılmıştır. Şübhesiz Allah bütün dilleri bilir, demiştir.

Yine Umer, Hürmüzân'ı huzuruna getirdikleri zaman, o Farsça konuşmak isteyince ona: Konuş, sana zararı olmaz, demiştir [28].

 

12- Müşriklerle Mal Ve (Esirler Gibi) Başka Şeyler Mukaabilinde Harbi Ve Ezayı Terketme Ve Barış Yapmafnın Cevazı) İle Ahde Vefa Etmeyenin Günâhı Ve Yüce Allah'ın Şu Kavli(Nin Beyânı) Babı:

 

"Eğer (düşmanlar} barışa meylederlerse sen de ona yanaş ve Allah 'a güvenip dayan. Çünkü herşeyi hakkıyle işiten, kemâliyle bilen bizzat O'dur" (ei-Enfâi: ei) [29].

 

15-.......Sehl ibnu Ebî Haşmete şöyle demiştir: (Bir hurma mev­simi) Abdullah ibn Sehl ile Mes'ûd ibn Zeyd'in oğlu Muhayyısa, Hay-ber'e gitmişlerdi. O sene Hayberlüer'le müslümânlar arasında barış vardı. Bu iki yoldaş Hayber'e vardıklarında (kendi işlerine) ayrıldı­lar. Bir müddet sonra Muhayyısa (işlerini bitirip) Abdullah ibn Sehl1 e geldi. Fakat Abdullah kan içine bulanmış, öldürülmüş bir hâlde idi. Muhayyısa onu gömdü. Sonra dönüp Medine'ye geldi. Vak'ayı Pey-gamber'e arzetmek üzere Abdurrahmân ibn Sehl ve (Ensâr'dan Mes'-ûd'un iki oğlu) Muhayyısa ile Huveyyısa Peygamber'e gittiler [30]. (Evvelâ) Abdurrahmân söze başladı. Fakat Peygamber (S), yaşça pek genç olan Abdurrahmân'a:

  "tik sözü yaşlıya bırak, ilk sözü yaşlıya ver!" buyurdu. Bunun üzerine Abdurrahmân sustu. İki kardeş vak'ayı arzetti-

ler. Sonunda Peygamber onların üçüne:

  "Bu cinayetin Hayber'de Yahudiler tarafından işlendiğine ye­min eder ve arkadaşınızın kan bedeli olan diyete hakk kazanır mısı­nız?" teklifinde bulundu.

Onlar da:

— Yanında bulunmadığımız ve görmediğimiz pir cinayet hak­kında nasıl yemîn ederiz? dediler ve çekindiler.

Peygamber:

  "Şu hâlde Yahudiler elli yemin ile isnâd ettiğiniz cinayetten size berâatlerini isbât ederler" buyurdu.

Da'vâcılar:

— Kâfirler güruhunun yeminlerine nasıl tutunabiliriz? diye razı olmadılar.

Bunun üzerine Peygamber (S) cinayetin diyetini kendi yanından verdi [31].

 

13- Ahde (Mîsâka) Bağlı Kalmanın Fazileti Babı

 

16-.......Abdullah ibn Abbâs (R) haber vermiştir: Ona da Ebû Sufyân ibn Harb haber vermiştir: Gerek Ebû Sufyân, gerek Kureyş kâfirleri ile Rasûlullah, Hudeybiye barışıyla akdeylediği mütâreke müddeti içinde ticâret için Şam'a giden bir Kureyş kaafilesi içinde bu­lunduğu sırada Rûm Kayseri Hırakl tarafından da'vet olunmuş. Ebû Sufyân ile arkadaşları Hırakl'ın yanına gelmişler...[32].

 

14- Bâb: Zımmî Olan Kimse Sihr Yaptığı Zaman Ondan Bunun Cezası Affedilir Mi? [33]

 

Ve Abdullah ibn Vehb şöyle demiştir: Bana Yûnus ibn Yezîd haber verdi ki, İbn Şihâb'a, ahd sahibinden

olup da sihr yapan kimseye öldürme cezası var mıdır? diye sorulmuş.

İfcn Şihâb da: Bize, Rasûlullah'a sihr yapıldığı, fakat O'nun bu işi yapanı, kitâb ehlinden olduğu hâlde öldürmediği haberi ulaştı, demiştir [34].

 

17-.......Bize Hişâm tahdîs edip şöyle dedi: Bana babam Urve ibnu'z-Zubeyr, Âişe (R)'den: Peygamber(S)'e sihr yapıldığım, hattâ Peygamberce işlemediği bir şeyi işlediği hayâli verildiğini tahdîs etti [35].

 

15- Düşmanın Gadrinden (Ahde Vefa Etmeyip Bozmasından) Sakınılması Ve Yüce Allah'ın Şu Kavlî Bâb

 

"Eğer sana hilekârlık yapmak, aldatmak isterlerse muhakkak ki, sana Allah yetişir. O seni yardımı ile ve mü 'mirilerle destekleyen ve onların gönüllerine sevgi verip birleştirendir. Sen yeryüzünde olan (her) şeyi toptan harcamış olsan yine onların gönüllerini (böyle) birleştiremezdin. Fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O, mutlak gâlibdir, tam hüküm ve hikmet sahibidir" (ei-Enfâi: 62-63)[36].

 

18-.......Ebû İdrîs şöyle demiştir: Ben Avf ibn Mâlik'ten işit­tim, şöyle dedi:.Ben Tebûk gazasında deriden yapılmış yuvarlak bir çadır içinde iken Peygamber'in huzuruna geldim. (Görüşürken ba­na) şöyle buyurdu: "Kıyametin kopması yaklaştığı sıra (onun alâmet­lerinden olmak üzere şu) altı şeyi say:!. Benim ölümüm, 2. Sonra Beytu'l-Makdis'in fethi,3. Sonra Mûtân öleti ki, koyun kırımı gibi o sizi yakalayacaktır;4. Sonra mal çokluğu ki, siz bir kişiye yüz di­nar verseniz bile (yine az ve küçük görerek) hoşnûdsuzluğu ye husûmeti sürüp gidecektir;5. Sonra bir fitne ki, Arab evlerinden girmediği hiçbir ev kalmayacak, muhakkak herbir eve girecektir; 6. Sonra si­zinle Benu 'l-Asfar (denilen Rumlar) arasında bir barış ki, düşmanla­rınız o barışı müteâkib hıyanet edip ahdi bozarak üzerinize her bayrağın altında oniki bin nefer olmak üzere seksen kumandanın bay­rakları altında (bir milyona yakın kuvvetle) size saldıracaklardır" [37]'.

 

16- Bâb: Ahidli Milletlerin Ahidleri Nasıl Atılıp Bozulur?

 

Ve Yüce Allah'ın şu kavli:

"(Eğer muahede eden) bir kavmin hainliğinden (ahdine sadakatsizliğinden) kat yî endîşeye düşersen, evvelâ hakk ve adalet üzere keyfiyeti kendilerine bildir ve ahidlerini kendilerine at. Çünkü Allah hâinleri sevmez" (el-Enfâl: 58) [38].

 

19-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Ebû Bekr (R) nahr gü­nünde Minâ'da i'lân yapacak olan kimseler içinde: "Artık bu yıldan sonra hiçbir müşrik hacc, hiçbir çıplak da Beyt'i tavaf etmesin!" di­ye ilâna beni de gönderdi. En büyük hacc günü nahr günüdür. Ona en büyük hacc denilmesi, insanların umreye küçük hacc demelerin­den dolayıdır. İşte Ebû Bekr bu yıl içinde insanlara ahidlerini atti da artık Peygamber'in yapmış olduğu Veda Haccı yılında hiçbir müşrik hacc yapmadı [39].

 

17- Muahede Yaptıktan Sonra Gadredip Ahdi Bo^Ân Kimsenin Günâhı Ve Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

'0 en şerrliler, içlerinden kendileriyle muahede ettiğin kimselerdir ki, muahededen sonra her defasında ahidlerini bozarlar ve onlar sakınmazlar" (ei-Enfâi: 56)

 

20-.......Abdullah ibn Amr (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Dört huy vardır ki, bunlar her kimde topluca bulu­nursa o kişi hâlis münafık olur: Söz söylediğinde yalan söyleyen; va'd ettiği zaman va'dinden dönen; ahd ettiğinde ahdini bozan; da'-vâ ve muhakeme zamanında haktan ayrılan kişi. Herhangibir kişide bu huylardan birisi bulunursa o (kötü) huyu bırakıncaya kadar ken­disinde münafıklıktan bir huy bulunur" [40].

 

21-.......Alî (R) şöyle demiştir: Bizler Peygamber(S)'den Kur'ân'dan başka birşey yazmadık; bir de şu sahîfenin içindeki şeyleri yaz­dık: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Medine şuraya kadar Âir Dağı arası haremdir. Kim Medine'nin bu haremi içinde Kitâb ve sünnete aykırı bir iş işlerse yâhud bir bid'atçıyı barındırır, yardım ederse Al­lah 'in, meleklerin ve toptan bütün İnsanların la'neti onun üzerine ol­sun. Ondan hiçbir adalet ve hiçbir harcama kabul olunmaz. Müslü­manların emânı (ahdi) birdir. Müslümanların sayıca en azı da bu emânı yürütür. Kim bir müslümânın verdiği ahdi bozarsa Allah'ın, melek­lerin ve toptan bütün insanların la'neti onun üzerine olsun. Ondan ne nafile, ne farz hiçbir ibâdet kabul olunmaz. Her kim de kendi efen­dilerinin izni olmaksızın başka bir kavmi velî ve efendi edinirse Al­lah 'in, meleklerin ve toptan bütün insanların la'neti onun üzerine de olsun ve ondan hiçbir harcama ve hiçbir adi kabul olunmasın" [41].

Ve Ebû Mûsâ Muhammed ibnu'l-Müsennâ şöyle dedi: Bize Hâ-şim ibnu'l-Kaasım tahdîs edip şöyle dedi: Bize İshâk ibn Saîd, baba­sı Saîd ibn Amr'dan tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (bir kerre mecliste bulunanlara):

— (Cizye ve harâc olarak) dînâr, dirhem almayacak olursanız hâliniz nice olur? demişti de kendisine:

— Yâ Ebâ Hureyre, sen böyle birşeyin olacağını nasıl düşünü­yorsun? denilmişti.'

Bunun üzerine Ebû Hureyre (R):

— Evet, Ebû Hureyre'nin nefsi elinde olan Allah'a yemîn ede­rim ki, ben size kendisi doğru söyleyen, kendisine de (vahiyle) doğru söylenenin (Rasûlullah'in) sözünden haber veriyorum, dedi.

Oradakiler:

— Pekiyi! Şu cizye, harâc altınlarını, gümüşlerim alamamak ne­den neş'et ediyor? diye sordular.

Ebû Hureyre:

  Allah'ın ve Rasûlü'nün muâhedeli kimselere verdikleri ahd ve emânlar yırtılır, atılır; o zaman Azîz ve Celîl olan Allah zımmîle-rin kalblerini sıkıca bağlar da bu sebeble onlar ellerindeki cizye, ha­râc mallarını vermezler, diye cevâb verdi [42].

 

18- Bâb

 

(Bu önceki bâbdan bir fasıl gibidir.)

 

22-.......Ben el-A'meş'ten işittim, şöyle dedi: Ben Ebû Vâil'e:

Sen Sıffîn'de hazır bulundun mu? diye sordum. Evet bulundum, de­di de şunları ilâve etti: Ben Sehl ibn Huneyf ten işittim, o şöyle di­yordu: (Ey insanlar!) Sizler kendi re'ylerinizi ittihâm ediniz. Ben Ebû Cendel gününde (yânî Hudeybiye'de) kendimi gayet iyi biliyorum ki, eğer Peygamber'in emrini reddetmeye muktedir olaydım, onu mu­hakkak reddederdim. Bizler kılıçlarımızı, bizi ürkütmekte olan hiç­bir iş yolunda omuzlarımıza koymadık ki, bu kılıçlar bilmekte olduğumuz bir işin yolunu bizlere kolaylaştırmış olmasınlar. Ancak şu işimiz müstesnadır (yânî Şâm ehli ile aramızda vâki' olan kıtal müs­tesnadır) [43].

dînâr idi. Dirhem Kisrâlar'ın; dînâr da Kayserler'in damgalarını, resimlerini ta­şırdı. Dirhem Irak yoluyla İran'dan;

 

23-.......Bana Ebû Vâil tahdîs edip şöyle dedi: Biz Sıffîn'de bu­lunduk. Sehl ibnu Huneyf ayağa kalkıp şunları söyledi:

— Ey insanlar! Siz kendi nefislerinizi töhrnetU kılınız. Bizler Hudeybiye gününde Rasûlullah'ın maiyyetinde bulunduk. Eğer bizler harb etmeyi (hayırlı) görseydik, muhakkak harb ederdik. Umer ibnu'l-Hattâb geldi ve:

— Yâ Rasûlallah! Onlar bâtıl üzerinde, bizler ise hakk üzerinde değil miyiz? dedi.

Rasûlullah:

  "Evet, biz hakk üzerindeyiz" buyurdu. Umer:

— Bizim ölülerimiz cennette, onların ölüleri ateşte değil mi? dedi. Rasûlullah:

  "Evet böyledir" buyurdu. Umer:

— Öyle ise dînimiz uğrunda bu alçaklığa hangi sebeble söz veri­yoruz ve Allah henüz onlarla bizim aramızda hükmünü vermeden biz neden dönüyoruz? dedi.

Rasûlullah:

  "Ey Haitâb oğlu! Ben Allah'ın Rasûlü'yüm. Allah beni ebe-diyyen zayi' etmeyecektir" buyurdu.

Bunun üzerine Umer, Ebû Bekr'e gitti ve ona da Peygamber'e söylediği sözlerin benzerini söyledi. Ebû Bekr de Umer'e:

— Şübhesiz O, Allah'ın Rasûlü'dür ve Allah O'nu ebediyyen zayi' etmeyecektir, dedi.

Râvî dedi ki: Müteakiben el-Feth Süresi indi. Rasûlullah bu sû­reyi sonuna kadar Umer'e karşı okudu. Akabinde Umer:

— Yâ Rasûlallah! Feth bu mudur? dedi. Rasûlullah:

  "Evet" buyurdu (ve Umer'in gönlü hoş olup döndü) [44].

 

24-.......Esma bintu Ebî Bekr (R) şöyle demiştir. Annem Ku-

teyle bintu'l-Hâris müşrike olduğu hâlde Kureyş'in Rasûlullah ile mu­ahede yaptıkları zaman, bu müddetleri içinde babası Haris ile beraber Medine'ye benim yanıma (bâzı hediyelerle) geldi. Esma, Rasûlullah'tan fetva istedi de:

— Yâ Rasûlallah! Annem beni arzu ederek bana geldi. Ben onun­la ilgileneyim mi? dedi.

Rasûlullah (S):

  "Evet, annene ilgi ve iltifat eyle" buyurdu [45].

 

19- (Müşriklerle) Üç Gün Müddet Yâhud Belli Bir Vakit Üzerine Barış Andlaşması Yapılması Babı

 

25-.......Bana el-Berâ (R) şöyle tahdîs etti: Peygamber (S) –altıncı yılın zu'1-ka'desinde- umre yapmak istediği zaman, Mekke'ye girmek için onlardan izin istemek üzere Mekke ahâlîsine elçi gönderdi. Mek-keliler Peygamber'e (gelecek yıl girmesini,) Mekke'de ancak üç gece ikaamet etmesini, Mekke'ye ancak kılıç ve yay gibi silâhlar kınları içinde olarak girmesini ve Mekkeliler'den hiçbir kimseyi da'vet et­memesini şart koştular.

Râvî dedi ki: Bu şartları aralarında Alî ibn Ebî Tâlib yazmaya başladı ve: "Bu, Muhammed Rasûlullah'ın üzerinde sulh olduğu an­laşma maddeleridir" yazdı.

Müşrikler:

— Biz senin Allah'ın Rasûlü olduğunu bilmiş ve tasdîk etmiş olay­dık, seni Beyt'ten men' etmezdik ve elbette sana bey'at ederdik. Fa­kat sen: "Bu Abdullah oğlu Muhammed'in üzerinde anlaştığı madde­lerdir" diye yaz, dediler.

Bunun üzerine Peygamber:

  "Allah 'ayemîn ederim ki ben Abdullah'ın oğlu Muhammed'-im ve yine Allah'a yemin ederim ki, ben Allah'ın Rasûlü'yum" bu­yurdu.

Kendisi yazmıyordu.

Râvî dedi ki: Resûlullah, Alî'ye hitaben:

  "Rasûlullah lafzını sil" buyurdu. Alî:

  Vallahi ben Rasûlullah lafzım ebediyyen silmem! dedi. Peygamber:

  "Öyleyse onu bana göster!" buyurdu.

Râvî dedi ki: Alî, Peygamber'e o lâfzı gösterdi, Peygamber de kendi eliyle Rasûlullah lâfzını sildi. Ertesi yıl Peygamber Mekke'ye girip şart kıldıkları üç gün (ikaamet süresi) geçince, Mekkeliler Alî'­ye geldiler ve:

  Peygamber'ine söyle de hemen Mekke'den hareket etsin! dediler.

Alî de bunu Rasûlullah'a zikretti. Bunun üzerine Peygamber:

  "Evet (müddet tamam)" buyurduktan sonra hareket etti [46].

 

20- Bir Vakit Ta'yîn Etmeden Mütâreke Ve Barış Yapma(Nın Cevazı) Ve Peygamberdin (Hayberlilere):

"Allah'ın sizleri oturttuğu müddetçe ben sizleri burada oturtuyorum" Kavli Babı [47]

 

21- Müşriklerin Cesedlerinin Kuyu İçine Atılmasının Ckvâzı) Ve Onların Kokmuş Leşleri İçin Bir Bedel Alınmaması Babı [48]

 

26-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Ka'be'nin yanında secde edici olduğu sırada etrafında Kureyş müş­riklerinden birtakım insanlar vardı. Bu sırada Ukbe ibnu Ebî Mu-ayt, (kesümiş olan) bir devenin döl eşini getirdi ve onu, secde hâlindeki Peygamber'in sırtı üzerine attı. Peygamber secdeden başını kaldır­madı. Nihayet kızı Fâtıma aleyhi's-selâm geldi, onu sırtından aldı ve bu i ji yapan kimseler aleyhine beddua etti.

Peygamber de (namazını tamamlayınca):

— "Yâ Allah! Kureyş'ten olan bu topluluğu Sana havale ediyo­rum. Yâ Allah I Ebû Cehl ibn Hişâm 'ı, Utbe ibn Rabîa 'yi, Şeybe ibn Rabîa'yı, Ukbe ibn EbîMuayt'ı, ÜmeyyeibnHalefi-yâhud: Ubeyy ibn Halefi- Sana havale ediyorum (yânı bunları yakala da helak ey­le)/" diye beddua etti.

Abdullah şöyle dedi: Allah'a yemîn ediyorum ki, ben bu sayı­lanları Bedir gününde öldürülmüşler gördüm. Sonra bunlar bir ku­yunun içine atıldılar. Ancak Ümeyye ibn Halef yâhud Ubeyy ibn Halef müstesnadır. Çünkü bu iri bir adamdı. Onu kuyuya atmak üzere sü­rükledikleri zaman, kuyuya atılmadan önce bütün eklemleri parça par­ça oldu [49].

 

22- İyi Ve Kötü Kişi İçin Olması Müsâvî Olarak Bir İş Üzerinde Sözleşip De Sözünü Yerine Getirmeyen Kimsenin Günâhı Babı

 

27-........ Bize Şu'be, Süleyman el-A'meş'ten; o da Ebû Vâil'den; o da Abdullah ibn Mes'ûd'dan; keza Sâbit'ten ve Enes'ten tah-dîs etti ki, Peygamber(S): "Ahdini bozan her kişi için kıyamet gü­nünde bir bayrak vardır" buyurmuştur. Râvîlerin biri "Bayrak diki­lir"; diğeri de: "Kıyamet gününde kendisiyle ahde vefasızlık derece­sinin tanınacağı bir alâmet (bir bayrak) görülür'' şeklinde rivayet etmiştir.

 

28-.......Bize Hammâd, Eyyûb'dan; o da Nâfi'den tahdîs etti ki, İbnu Umer (R): Ben Peygamber(S)'den işittim; "Verdiği sözün­de durmayıp cayan her gaddar kişi için ahde vefasızlığı sebebiyle (bir alâmet) bir bayrak dikilir" buyuruyordu, demiştir [50].

 

29-.......Abdullah ibn Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûluüah (S) Mekke'nin fethi günü:

  "Mekke fethinden sonra (artık Mekke'den Medine'ye) hicret yoktur. Mekke'den yalnız cihâd kasdı ve ilim tahsili niyetiyle çıkıla-bilir. Devlet tarafından cihâd seferine hareket etmeniz istendiği za­man hemen toplanıp seferber olunuz" buyurdu.

Ve yine Rasûlullah Mekke fethi günü:

  "Şübhesiz ki Allah bu beldeyi, gökleri ve yeri yarattığı gün­den beri haram kılmıştır.'İşte bu Mekke şehri Allah 'in haram kılma­sı sebebiyle kıyamet gününe kadar haram (yânî ihtiram edilmesi vâcib) olmuştur. Ve şu da muhakkak ki benden evvel burada harb etmek hiçbir kimseye halâl olmamıştır. Benim için de sâdece bir gündüzün bir saatinde halâl olmuştur. Binâenaleyh Mekke, Allah'ın haram kıl­ması sebebiyle kıyamete kadar haram bir şehirdir; dikeni kesilmez, av hayvanları ürkütülmez, orada düşürülmüş şeyi ancak sahibini ara­yacak olan kimse uzanıp alabilir, Mekke'nin yeşil otları da koparıl-maz" buyurdu.

Bunun üzerine el-Abbâs:

— Yâ Rasûlallah! Izhır otu müstesna olsun! Çünkü o Mekkeli-ler'in demircileri ve kuyumcuları ve evleri içindir! dedi.

Rasûlullah:

  "Izhır müstesna olsun!" buyurdu [51].



[1] "Kitâb" lâfzı Ebû Nuaym ile İbnu Battal yanında vâki' olmuştur; diğerlerinde "Kitâb" yerine "Bâb" vardır. Besmele ise, Ebû Zerr nüshası müstesna, bütün nüshalarda vardır.

[2] Bu "Bâb", Muhammed Fuâd Abdulbâkî'nin tertîblediği Buhârî nushasındadır.

Buhârî buraya kadar Arab yarımadasındaki müşriklere karşı açılan cihâd ve bununla ilgili medenî, insanî kaanûnlar, ganîmet mallarının taksimi; ganî-met ve devlet malına karşı hıyanetin dünyevî ve uhrevî ukûbetleriyle alâkalı ha­dîsleri getirmişti. Burada ise Arab yarımadası dışındaki kitâb ehli milletler ve Mecûsîler'Ie cizye ve mütâreke gibi askerî, siyâsî ve iktisadî münâsebetleri tan-zîm eden hadîsleri getirecektir.

[3] Bu âyette Allah'a ve âhiret gününe îmân, haram kılınan şeylerin harâmlığına i'tikaad esâslarından sonra dindarlığın en yüksek ayırıcı bir vasfı bildirilmiştir ki, Hakk dîni dîn edinmektir. Bu da yalnız İslâm Dîni'ne hâs bir vasıftır. Çün­kü Allah'ın haklarını, kulların umûmî menfâatlerini inceden inceye tedkîk ede­rek her ikisini te'lîf eden İslâm Dîni'dir...

Bu âyette kitâb ehline karşı açılması emroiunan cihâd, taarrûzî mâhiyette değildir. Harb, son başvurulan bir müdâfaa şeklidir. Coğrafî durum i'tibâriyle Arabistan yarımadası en büyük iki devletin; İran ile Bizans'ın devamlı tehdidi aıunda bulunuyordu.

Cizye, ehli kitâbdan müslümân olmayanların bir muahede ile nüfûs başına vermeyi taahhüd ettikleri bir vergidir. Bu vergi bir bakımdan kitâb ehlinin İs­lâm diyarında ikaametleri; hayât, mal ve dîn hürriyetlerinin korunması karşılı­ğında zimmetlerine terettüb eden bir vazîfedir. Bu cihetle kendilerine zımmî denilmiştir.

Öbür bakımdan müslümânlıktan çekinmelerinin cezasıdır. Âyetin son fık­rasında bu vergiyi ödemeyi üstlenenlerin bu vergilerini bizzat kendileri getirip zelîlâne bir vaziyette vermelerinin şart kılınmış olması da bunu te'yîd etmekte­dir. Böylece muâhidlere her vergi verdikçe müslümânlıktan çekinmelerinin fe­nalığı hatırlatılmış olacaktır. Bu âyetle ilgili güzel bir tefsir ile cizye vergisi hakkındaki hukukî tafsîlât için bak: Hakk Dîni..., III, 2504-2509.

[4] Burada İmâm Buhârî'nin âyetteki "Sâgirûn" lâfzına âid bir tefsiri; kendilerin­den cizye vergisi kabul edilebilecek taifelerin kimler olduğu; bu verginin mutta-rıd olmayıp her muhite ve muhitteki halkın zenginlik ve fakirliğine göre değişik olduğu hususlarına işaret edilmiştir.

[5] Bu hadîsin yukarıdaki bâb başlığına uygunluk noktası, Rasûkıllah'ın Mecûsî­ler'den cizye vergisi aldığına dâir olan Abdurrahmân ibn Avf'ın şehâdetidir. Mezheb hürriyeti İslâm Dîni'nin i'lân ettiği medeniyet düstûrlarının en mü-himmİ olduğu ve Mecûsî örfünde iki mahrem arasında nikâh câri ve mu'teber bulunduğu hâlde, Umer'İn birbirine mahrem olan kan koca arasının ayrılması­nı emretmesi, bu mezheb hürriyetine aykırı görülebilir. Hadîs sarihleri bu şüb-heyi def için Umer'in bu emri Mecüs mezhebinin nikâh hakkındaki hükmünü nehiy ve ilgaya ma'tûf olmayıp, İslâm Dîni'nde yasak edilmiş olan bu çiftleş­meyi Mecûsîler'in açıktan yapmamalarını ye müslümânlardan îmânı zayıf olanlar arasında fitne düşürmeye sebeb olmamasını te'mînden ibaret bulunduğunu kay­detmişlerdir. Nitekim Umer, Hrİstiyanlar'm takındıkları salîbin de açığa çıka­rılmasını ve Nasârâ akidelerinin ifşa edilmesini de yasak etmiş idi.

Hadîste ismi geçen Becâle ibn Abede el-Basrî et-Teymî et-Tâbiî'dir. O yıl Basra ahâlîsiyle kendisi de hacc yapmış ve bu rivayeti İşitip nakletmiştir. Mus'­ab ibnu'z-Zubeyr, o sırada Mekke'de Halîfe olan kardeşi Abdullah ibnu'z-Zubeyr tarafından Basra'da vâlî bulunuyordu. Hacc mevsiminde Basra kaafilesiyle hacca gelmişti.

Cez' ibnu Muâviye İse Umer'in Basra'dakİ vâlîsi idi. Mektubunda, yânî ha­dîste ulaştığı zikredilen emirnamesinde daha başka hususlar da vardı.

Bahreyn Muahedesi: Arab yarımadası dışında yapılan muahedelerden bi­rincisi muayyen vergi mukaabilinde Bahreyn Mecûsîleri'yle yapılan muahede­dir. Bu muahede müslümânlann ve Beytül'l-mâl'm fakirlik ve ihtiyâç İçinde bunaldığı bir zamana tesadüf ettiğinden, buradan alman cizye bedelleri pek zi­yâde sevince sebeb olmuştu. Gelecek hadîs bu vak'ayı anlatmaktadır.

[6] Hadîsin başlığa uygunluğu "Rasûlullah Ebü Ubeyde'yi cizye mallarını getirmek üzere Bahreyn'e gönderdi. Ebû Ubeyde Bahreyn'den birçok malla geldi..." söz­lerinden alınır. O zaman Bahreyn halkı Mecûsî idi.

Bu hadîste devlet başkanının milletine müjde vermesi, umutlarını genişlet­mesi hikmetleri vardır. Keza bunda Peygamber'in müslümânlann müstakbel fe­tihlerini haber vermesinin peygamberlik alâmetlerinden bulunduğu, dünyâ malı hususunda nefsâniyet yarışı yapmanın dîni ve milleti helake sürüklediği tenbîhi vardır.

[7] Büyük hadîsçi ve tarihçi Bedruddîn Aynî şöyle demiştir: Râvî bü hadîsi rivayet ederken birçok târîhî bilgileri terk ve ihmâl etmiştir. Okuyucuların gönüllerine genişlik vermek için burada sözün biraz açıklanması gerekir. Bunun için şunları söyleyelim, muvaffakiyet ancak Allah'ın yardımıyledir.

Sa'd ibn Ebî Vakkaas kumandasında sevkedilen bir ordu Kaadisiyye'ye var­dığında Kisrâ Yezdecerd, müslümânları Rüstem kumandasında yüzyirmibin ki­şilik muazzam bir ordu ile karşıladı. Bu ordunun sağ kanadında Hürmüzân bulunuyordu. Ordu içinde otuzüç tane de harb fili bulunduğunu söylemek, bu ordunun techîzâtça da mükemmel olduğunu ifâde etmek için kâfi gelir. Buna karşı İslâm ordusunun mevcudu ise, İbn İshâk'ın rivayetine göre, çok zayıftı. Hicretin ondördüncü yılı muharreminin hilâline tesadüf eden bir pazartesi gü­nü cereyan eden kanlı bir muharebe neticesinde iki ordu arasındaki nisbetsiz farka rağmen İran ordusu bozuldu. O sırada esen şiddetli bir rüzgârın başku­mandan Rüstem'in tahtı ve mevkıbı başta olmak üzere, İran ordusunun bütün çadırlarını bozup altını üstüne çevirmesi, bozgunun mühim âmili olmuştu. Bu bozgunluğu, Rüstem'in beyaz bîr katıra binerek kaçması ve İslâm bahadırları tarafından kovalanıp Hilâl adında bir mücâhid tarafından öldürülmesi tamam­lamıştı. Hilâl, Rüstem'in tahtına çıkarak Rüstem'i öldürdüğünü i'lân etmesi üzerine, tran ordusunda müdhiş bir panik başladı. Bu bozulanları müslümân-lar ta'kîb ettiler. Onbin kişiyi kılıçtan geçirdiler. Otuzbin esîr aldılar ve ta'kîbe devam ederek İranlılar'ın o zamanki saltanat merkezi olan Medâyin'e kadar ko valadılar. İslâm ordusu Medâyin'e vardığı zaman başkumandan Sa'd ibn Ebî Vakkaas, Kisrâların sarayına girmiş ve onu bomboş görünce şu âyeti okumuştu:

(- Onlar bağlardan, pınarlardan, ekinlerden, güzel konaklardan, içinde nâz ve naîm ile yaşadıkları ihtişamlardan neler (nice şeyler) bıraktılar. İşte (emir) böy­ledir. Biz bütün bunları başka başka kavimlere mîrâs verdik. Ne gök, ne yer onların üstüne ağladı. Onlara mühlet de verilmedi) (ed-Duhan: 25-29).

Hürmüzân da bu kaçanlar içinde bulunuyordu. Medâyin'de bir sulh yapıldı ise de, bilâhare İranlılar bu sulhu bozduklarından, Ebû Mûsâ el-Eş'arî kuman­dasındaki İslâm kuvvetleri tarafından Hürmüzân idaresindeki İran ordusu Tus-ter'de kuşatılarak iyice sıkıştırıldı. Bunun üzerine Hürmüzân, Ebû Mûsâ el-Eş'arî'den emân isteyerek, kendisinin Medine'ye Halîfe'ye gönderilmesini ri­ca etti. Ebû Mûsâ tarafından ricası kabul edilerek ganimet malının beşte biri ile beraber Hz. Umer'e gönderildi. Hürmüzân Acem meliklerinin en büyükle­rinden idi. Ahvâz, Cunduşâpur, Sus gibi birçok İran mıntıkaları onun hâkimi­yeti altında idi. Hürmüzân Medine'ye Halîfe'nin huzuruna çıkarılıp, Umer onu görünce hemen Allah'a karşı şükür secdesi etmiş, sonra aralarında görüşmeler başlamıştır. Ve Halîfe'nin huzurunda kendi arzusu ile müslümân olmuştur. Ken­disi ile beraber ailesi, çocukları ve bütün maiyyeti halkı da müslümân olmuşlar­dır. Umer'in kaatili Ebû Lu'lu'nun, Hürmüzân'ın teşviki ile bu cinayeti işlediği bâzı kimseler tarafından iddia edildiği için Umer'in oğlu Ubeydullah tarafından öldürülmüştür (Umdetu'l-Kaarî, VII, 187-188; K.Mirâs tercemesinden özetle).

[8] Harb, özet olarak şöyle cereyan etmiştir: Nu'mân, askerin sağ kanadına Hu-zeyfe'yi, sol kanadına da kardeşi Nuaym ibn Mukarrin'i kumandan ta'yîn etti. Ve öğle sıcağı geçinceye kadar düşmanın saldırılarına karşı geriledi. Sonra Nu'mân, müsâid zaman gelince askeri karşı-saldınya şevketti. Kanlı bir muharebe cereyan ederken Nu'mân birkaç yerinden yaralandı. Bunun üzerine bir de atı­nın ayağı sürçmekle mecalsiz bir hâlde yere serildi. Yere düşen bayrağı Huzeyfe ibnu'l-Yemân alarak harbetti. Akşam üzeri zafer gerçekleşti. Nihâvend alındı. Otuzbin esîr ve birçok mücevher ganimet alındı. Umer'in kaatili Ebû Lu'lu de bu esirler arasında idi. Huzeyfe bu ganimet malının beşte birini ayırdıktan son­ra, kalanını mücâhidlere taksim etti. Beşte birini Medine'ye gönderdi. Umer, bunların da satılıp mücâhidlere taksim edilmesi için Huzeyfe'ye geri gönderdi ve Nu'mân'm şehâdetine üzülüp ağladı. Bu da İran harbinin ikinci safhasıdır..

Hadîsin başlığa uygunluğu en-Nu'mân ibn Mukarrin'in düşmanla muha­rebeyi geri bırakması, güneşin ortadan kayıp rüzgârların esmesini beklemesi-dir. Hadîsin son fıkrasının ma'nâsı da bundan ibarettir (Aynî).

[9] el-Buhârî bu başlıkla devlet başkanının bir ülkenin meliki ile barış anlaşması yaptığında, bu anlaşma hükümlerinin İslâm harb hukukuna göre, o ülke halkı hakkında da geçerli olduğunu isbât etmek istemiştir. Hükmün tatbîkaatında ayrı görüşler olduğu için başlığı soru hâlinde sevketmiştir.

[10] Hadîsin başlığa uygunluk noktası, Peygamber'e takdîm edilen hediyelerin Pey­gamber tarafından kabul edilmesi ve Eyle Melikİ'ne Akabe Körfezi sonunda ve sahil boyundaki köyler hakkında verdiği emânnâmenin bütün tebeası Yahûdî-ler hakkında da geçerli olmasıdır.

İbn İshâk, Peygamber'in emânnâme olarak verdiği bu mektubu şöyle riva­yet etmiştir:

"Bismniahi'r-rahmâni'r-rahîm. Bu mektûb Allah tarafından ve Allah 'm Ra-sûlü Muhammed Peygamber tarafından Buhne ibnu Ru'be'ye ve Eyle halkına denizde gemilerinin, karada kendileri ve kervanlarının serbest dolaşmalarına dâir bir emânnâmedir" (îbn Hacer, Aynî).

İbn İshâk'ın "Bu emânnâmedir" ta'bîriyle rivayet etmesine göre, emânnâ-me dediğimiz yazı, kara ve deniz seyrüsefer serbestîsi hakkındaki muahedenin yalnız bir unvanıdır. Akdin iki tarafında bulunanların isimlerinin ve akdin ko­nusunun zikrinden ibarettir. Muahedenin asıl siyâsî metni hadîste bildirilmemiştir. Sarihlerin ve siyercilerin nakillerine göre, Peygamber Eyle sahillerini idâri is­tiklâli hâiz birtakım ufak mmtakalara ayırmıştır. Bunların hepsini Eyle Melİ-ki'nin hâkimiyetine vermiştir ki, bir nevi' idarî ademi merkeziyet sistemidir ve Peygamber'in yüksek siyâsetinin açık bir numûnesidir.

Bu hadîs Zekât'ta, "Mahsûl tahmini bâbı"nda da geçmişti.

[11] Bu, ed-Dahhâk'ın şu âyeti tefsiridir:

"Eğer onlar size galebe ederlerse hakkınızda ne bir yemîn, ne de bir vecîbe gözetip tanımazlar.." (et-Tevbe: 8);

' 'Onlar bir mü 'min hakkında ne bir yemîn, ne de bir vecîbe gözetip tanımaz­lar. Onlar taşkınların tâ kendileridir'" (et-Tevbe: 10)

[12] Bu, Umer'in Öldürülmesi kıssası hakkındaki uzun hadîsin kısaltılmış bir parça­sıdır. Umer'in Menkabeleri bölümünde daha geniş bilgiler verilecektir, el-Muhalleb: Bu hadîste ahde vefaya; işlerin sonlan hakkında iyi düşünüp görme­ye; mal ve mal kazanma asıllarını iyiliştirmeye teşvik vardır, demiştir (İbn Ha-cer).

"Ve ıyâlinizin rızkıdır": Çünkü zimmeti, yâni ahdi gözetmek sebebiyle cizye hâsıl olur; cizye de müslümânlara taksim edilir; çoluk çocukları ve diğerlerin­den olmak üzere müslümânların iyiliklerine sarf edilir... (Kastallânî).

[13] Başlıkta üç mes'ele vardır. Başlık altında da üç hadîs vardır. Bu hadîsler sıra ile bu mes'elelere cevâb olarak tevzî' edilmiştir. Birinci hadîs Peygamber'in bir işe kasdettiğîni ve bunu Ensâr'a birkaç kerreler işaret ettiğim, onlar bunu kabul etmeyince terkeylediğine delâlet etmektedir.

Buhârî bi'l-kuwe olan şeyi bi'1-fiil olan şey menziline indirmiştir. O da Pey­gamber hakkında apaçıktır. Çüijkü Peygamber ancak işlemesi caiz olacak şey­leri emreder (İbn Hacer).

[14] Bu Câbir hadîsi başlığın ikinci mes'elesine cevâbhğa uygundur. Bu hadîs daha önce geçen Şirb ve Beşte bir Kitâblan'nda da geçmiş ve bâzı açıklamalar oralar­da verilmişti.

[15] Bu hadîs, Namaz Kitâbı'nda, Mescidde taksim yapmak ve hurma salkımı as­mak bâbı'nda da geçmişti.

Abbâs'm verdiğini .zikrettiği fidye, Bedir'de uğradığı ağır ziyanı ve kendi fidyesiyle beraber kardeşinin oğlu Akîl ibn Ebî Tâlib'in, diğer biraderinin oğlu Nevfel ibnu'l-Hâris ibn Abdiimuttalib'in ve Peygamber'in dâmâdı Ebû'l-Abbâs ibnu'r-Rabî'in fidyeleridir. Bunlar için çok fidye verdiğini hatırlatarak, çok mal almak istemiştir.

Rasûlullah'ın Alâ İbnu'l-Hadramî ile Sâsânîler'in Bahreyn hükümdarı olan Munzir ibn Sâvâ'ya gönderdiği mektûb üzerine, Munzir ile beraber Bahreyn ahâ­lîsinden birçokları îmân etmiş, etmeyenler de Mecûsiyet veya Yahûdîyet üzere kalmıştı. İslâm'ı kabul etmemiş olanlarla harâc ve cizye vermek üzere barış ya­pıldıktan sonra, bütün Bahreyn üzerine Peygamber tarafından Alâ ibnu'l-Hadramî vâlî ta'yîn olundu. Vakti gelince bu harâc mallarını alıp Medîne'ye getirmeye Ebû Ubeyde me'mûr oldu. Ebû Ubeyde yüzbin (dirhem veya dînâr) getirmişti. Peygamber zamanında gelen mal bu İdi. O güne kadar ele geçen ze­kât ve ganimet mallarından hiçbiri bu mikdâra ulaşmamıştı. İbn Sa'd'ın rivaye­tine göre Alâ İbn Hadramî'nin oraya gönderilmesi, Huneyn ganimetlerinin taksiminden sonra, yânî sekizinci yılın sonlarında olmuştu.

[16] Hadîsin başlığa delîlliği bellidir.

[17] Umer'in naklettiği bu fıkra, Kitâbu'l-Muzâraa'da Hayber ehlinin kıssasını an­latan uzunca hadîsin bir parçasıdır. Orada "Mal sahibi, Allah'ın seni bıraktığı sürece ben seni yerinde bırakıyorum... bâbı"nda (V. cilt, 17. bâb, s. 2169) bu­nunla ilgili bâzı bilgiler verilmişti.

[18] İbn Hacer'in dediği gibi burada zikredilen Yahudiler, Kaynukaa, Kurayza ve'n-Nadîr oğullan Yahûdîleri'nİn sürülmesinden sonra Medîne'de geri kalmış olan Yahûdîler'dir. Çünkü bunların sürülmesi işi Ebû Hureyre'nin İslâm'ından ön­ce olmuştur. Zîrâ Ebû Hureyre Hayber fethinden sonra gelmiş idi (Kastallânî). Hadîsin başlığa uygunluğu, Peygamber'İn Yahûdîler*i çıkarmayı kasdetme-sidir. Çünkü Peygamber Arab arazîsinde müslümânlardan başkasının bulun­masını, ölümü gelinceye kadar istemiyordu. Ölümü sırasında Yahûdîler'in Arab yarımadasından sürülmelerini vasiyet etti. Bu vasiyet Üzerine Umer (R) onları sürdü. el-Buhârî bu hadîsi İkrah, I'tisâm, Mağâzî Kitâbları'nda da getirmiştir (Kastallânî).

[19] Hadîsin başlığa uygunluğu "Bütün müşrikleri Arab yarımadasından çıkarınız" emrindedir. Eğer; başlık Yahûdîler'in çıkarılmasıdır, müşrik ise Yahudi'den daha umûmîdir dersen, şöyle cevâb veririm: Başlıkta ancak Yahudiler zikredilmiştir; çünkü onların çoğu Allah'ı tevhîd ediyorlar. Böyle iken onlar çıkarılmayı hakk ediciler olunca, diğerleri çıkarılmaya daha elverişlidirler (Aynî).

Buhârî bu hadîsi, bâzı küçük farklarla İlim ve Cihâd Kitâblan'nda da ge­tirmişti.

[20] Buhârî, bu cinayete cür'et eden Yahûdî karısına Peygamber'in ceza ta'yîn edip etmediği hakkında farklı rivayetler bulunduğu için, başlığı soru şeklinde bırak­mış, hükmü açıklamamıştır.

Müslim'in bir rivayetinde sahâbîler: Yâ Rasûlallah, bu kadını öldürelim mı? diye sormuşlar. Rasûlullah: "Hayır öldürmeyiniz"buyurmuş. Zuhrî de: Bu Ya­hûdî kadını müslümân oldu da serbest bırakıldı, demiş. Ebû Seleme'nin Câbir'-den rivayetinde Rasûlullah bu kadını kısâsen öldürtmüştür. Beyhakî her iki rivayeti şöyle te'lîf etmek istemiştir: Bu kadını Rasûlullah evvelâ serbest bı­rakmıştır. Fakat sonra o zehirli koyun etini yiyenlerden Bişr ibn Berâ'mn vefatı üzerine kısas ettirmiştir. Şu hâlde Rasûlullah evvelâ kendi şahsı hesabına ceza vermemiş, sonra Bİşr'in vefatı üzerine kısas ettirmiştir.

Vâkıdî'nin Zuhrî'den bir rivayetine göre Peygamber bu kadına: "Bu hıya­neti nasıl bir zaruret üzerine işledin?" diye sormuş. Kadın: Bu Hayber vak'a-sında babam, amcam, kocam, kardeşim arka arkaya öldürüldüler de onların acısıyle yaptım, demiştir (Özetle Aynî).

[21] Hadîsin baslığa uygunluğu, Hayber Yahûdîieri'nin Peygamber'e hıyanet etme-"rfb!rkadm eliyle O'na zehirli bir koyun hediye etmeleri; O'nun da bu kadını ^ffpîmesi vâhud ceza vermesi bakımındandır.

Buhârî bunu Mağâzî ve Tıbb Kitâblan'nda da getirdi (Aynı).

[22] Bu kıssa, namazda ve hutbede müslümânların düşmanları, muhalefet edenleri, ahdi bozup döneklik edenleri aleyhine beddua etmenin cevazında bir asıldır (Aynî).

Bu hadîs Vitr Kitâbı'da, Rukû'dan önce ve sonra kımût bâbi'nda da geçmişti.

[23] Hadîsin başlığa uygunluğu "Yâ Ümme Hâni'! Senin ahd ve emân verdiğin kim­seye biz de ahd ve emân verdik" sözündedir.

Bundan, mü'min bir kadının da kâfire verdiği emânm müslümânlarca mak­bul olduğu açıkça belli olur. Bir müslümânm zimmeti, bütün müslümânların zimmeti demektir. Tafsilâtı fıkıh kitâblarına âiddir.

Râvî İbnu Hubeyre'nin ismini mübhem bıraktığı için şahsının ta'yîninde ihtilâf edilmiştir. Hubeyre ibn Vehb el-Mahzûmî, Ümmü Hâni'in kocası olup, Mekke'nin fethi üzerine Necrân'a kaçarak şirk üzere ölmüştür. Himayeye alı­nıp affedilen kimse de fetih günü Peygamber tarafından i'lân edilen sulh ve emânı kabul etmeyerek, Hâlid ibnu'l-Velîd'in kumandasındaki müfrezeye karşı çarpış­maya girişen küçük gruba dâhil olanlardan idi. Ümmü Hâni'in Hubeyre'den, Umer, Hâni', Yûsuf, Ca'de isimlerinde dört oğlu vardı. Hubeyre'nin diğer bir kadından Ümrnü Hâni' yanında bir oğlu daha olması ihtimâlinden bahsedenler de vardır ki, şefaat edilen ya oğlu Ca'de yâhud ismi hatırda kalmayan bu üvey oğludur. Ümmü Hâni'den gelen diğer bir rivayette şefaat edilenin bir değil, iki olduğu da zikrediliyor.

Hulâsa kocası Hubeyre ibn Vehb'İn kabilesinden bâzı kimseler Hâlid İbnu'l-Velîd ile olan Çerha muharebesinden sonra içlerinden biri veya ikisi Ümmü Hâ-ni'e sığınmışken, kardeşi Alî onu öldürmeye kalkışmış. Ümmü Hâni' Mekke'­nin üst başında Abtah'ta kurulan büyük çadır içinde Rasûlullah'tan şefaat istemiş, O da: " çJ 'J- £i < o>i 'J. ti_£Î = Senin emân verdiğine biz de emân verdik; senin emin kıldığım biz de emin kıldık" buyurmuştur. (Tecrîd Ter., II, 235). Bu hadîs Gusl ve Namaz Kitâbları'nda da geçti.

[24] "Müslümanların zimmeti, emânı birdir" yânî bir müslümânm kâfire emânı bü­tün müslümânlarca sahihtir; mu'teberdir. "Onların azı da bu emânı yürütür", yânî müslümânlardan aşağı olanı, şerif olanı, azı, kadını, erkeği bir kimseye ahd ve emân verirse, bu, bütün müslümânlarca verilmiş bir emân kabul edilir. Artık onların bunu bozmaları olmaz. Bu hususta mezheb imamları arasında bâzı farklı görüşler olmakla beraber İmâm Mâlik, Sevri, el-Evzâî, el-Leys, eş-Şâfiî ve Ebû Sevr kölenin emânmın da cevazında ittifak etmişlerdir.

Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf, kölenin emân vermesi caiz olmaz, demişlerdir... (Aynî).

[25] Hadîsin başlığa uygunluğu "Müslümanların emânı birdir" sözündedir. "Onla­rın ednâsı, yânî azı da bu emânı yürütür" kısmına gelince, bunu Ahmed ibn Hanbel Müsnetf inde rivayet etmiştir. Tirmizî, Alî İle Abdullah ibn Amr'dan da Ahmed'İn rivayeti gibi rivayet edildi, dedi. "Onların ednâsı" ta'bîrinin içine tek kişi; kadın, köle, hürr girer. Ebû Hanîfe'ye göre köle buna dâhil olmaz. Bu hadîs, Medîne Haremi bâbi'nda da geçmişti.

[26] İbnu'l-Munîr dedi ki: Bu başlığın maksadı, delîller lafzî olsun yâhud gayrı lafzî olsun; hangi dil ile olursa olsun; bütün maksadlarm delilleriyle mu'teber ola­cağıdır.

[27] Bu, Buhârî'nin Mağâzî'de Fetih gazvesinde getirdiği uzun hadîsin bir parçası­dır: Peygamber (S) Hâlid'i Benû Cezîme üzerine gönderdi. Hâlid bunları İslâm'a da'vet etti. Fakat bunlar: "Eslemnâ( = Biz müslümân olduk)" demesini becereme-diler. Bunun yerine "Saba'nâ, saba'nâ( = Şirkten çıktık, şirkten çıktık, müslü­mân olduk)" demeye başladılar. Bunun üzerine Hâlid bunları esîr etmeye ve öldürmeye girişti... Peygamber Hâlid'in bu işinden Allah'a sığındı.

Saba' bir dînden çıkıp başka bir dîne girmek ma'nâsınadır. Kureyş müş­rikleri de her müslümân hakkında bu ta'bîri kullanırlardı. İbn Umer, Benû Ce-zîme'nin "Saba'nâ, saba'nâ" sözleriyle hakîketen müslümân olduk demek istediklerini anlamıştı. Hâlid ise bununla yetinmeyerek İslâm kelimesinin açık­ça söylenmesi lâzım geldiği i'tikaadmda idi. Bunların müşriktik gayretiyle bir inâdla İslâm kelimesini söylemediklerine kaanî' idi ve bu kanâatle onları öldür­müştü. Peygamber de Hâlid'i acele ettiği, hukukî durumu tesbît etmediği İçin duâ ederek şifahî ukubetle yetinmiştir. Peygamber'in Hâlid'in fiilini sevmeme­si, her kavimden bilmekte olduğu dil ile yetinmeye delâlet etmiştir.

[28] Umer'in birinci sözünü Abdurrazzâk senediyle rivayet etmiştir. "Mettersun" kelimesinin zabtında birkaç şekil vardır. Bu Farsça bir kelimedir, ma'nâsi korkma demektir. Çünkü Acemlerce "Mim" nefiy kelimesidir, "Turs" de onlarca kor­ku ma'nâsınadır. Onlar bir kimseye korkma demek istedikleri zaman kendi dil­leriyle "Mettersun" ta'bîrini söylüyorlardı...

Umer'in Hürmüzân'la bu konuşmasını İbn Ebî Şeybe ile Ya'kûb ibn Ebî Sufyân kendi târihinde Enes'ten sahîh bir sened İle rivayet etmişlerdir. Bu bâb başlığı el-Hamavî ile el-Müstemlî nüshalarında sabittir.

[29] Bu el-Enfâl: 61. âyeti müşriklerle barış anlaşması yapmanın meşrû'luğuna de­lâlet edicidir.

[30] Abdurrahmân ibn Sehl, öldürülen Abdullah ibn Sehl'in kardeşidir. Her ikisi de Muhayyısa ile Huveyyısa'mn kardeşi oğullarıdır.

[31] Hadîsin başlığa uygunluğu "O zaman müslümânlarla Hayberliler arasında ba­rış vardı" sözünden alınır. Ve tam uygunluk da "Peygamber (S) cinayetin diye­tini kendi yanından verdi" sözünden alınır. Çünkü bu, müşriklerle mal mukaabili yapılan bir sulh anlaşmasıdır. Buhârî bunu Sulh, Edeb, Ahkâm Kitâblan'nda da getirdi (Aynî).

İlk yeminin, diğer da'vâlardakinin aksine, da'vâcılara tekiîf edilmesi, yal­nız Kasâme da'vâsına âid müstesna bir hususiyettir. Kasâme bir nevi' yemîndir , ki, o ya öldürülenin velîleri veyâhud onların isteği üzerine öldürenin velîleri ta-: rafından elli kişinin ettiği yemine denir. Bu hadîste rivayet olunan vak'a gibi! kimsenin tasarrufunda olmayan boş bir yerde yaralı olarak bir maktul bulunur da öldüreni bilinmezse, öldürülenin veresesi, civarındaki köy ahâlîsi tarafından' öldürüldüğünü iddia ederler ve bu iddialarını elli kişinin yemîni ile te'yîd eder­lerse, öldürülenin diyetine hakk kazanırlar. Yâhud da maktulün velîsinin isteği üzerine köylülerden onun seçtiği elli kişinin redde dâir yemîn etmeleridir ki, bu­na da Kasâme denir ve bu suretle maktulün diyetinden kurtulurlar.

"Da'vâcı taraf yemîn etmekten çekinmekle, da'vâlı olan kasâmecilerin ye­minlerini de reddedince da'vânın uzaması ve netîcede Yahûdîler'in kısas edil­meleri gerekiyordu. Hâlbuki Peygamber, Yahûdîler'i te'lîf ve onların İslâm'a girmelerini te'mîn etmek istiyordu. Bu maksadla da'vâyı uzatmayarak öldürü­lenin diyetini kendisi ödeyip çekişmeye son vermiştir" (Kastallânî).

[32] Hadîsin başlığa delâleti devâmmdadır. Çünkü Hırakl, Rasülullah'ı medhde: "İşte rasûller böyledir, gadr etmezler" demiştir. İbn Battal: Buhârî bununla gadrin her ümmet İndinde çirkin ve kötülenmiş olduğuna, bunun rasüllerin sıfatların­dan olmadığına işaret etti, demiştir. Bu, el-Câmi'u's-Sahîh'in başında geçen Ebû Sufyân hadîsinin ilk parçasıdır (Kastallânî).

[33] Bu soruyu, gelecek olan hadîs cevâblayıp açıklayacaktır

[34] Abdullah İbn Vehb bunu el-Câmi' adındaki kitabında senediyle getirmiştir.

[35] Hadîsin başlığa uygunluğu, Peygamber'e Yahûdî Lebîd ibn A'sam tarafından sihir yapıldığı, Peygamber'in "Allah bana afiyet ihsan etti, bırakınız onu" bu­yurup, ona ceza vermemesi yönündendir.

[36] Bu âyetlerde düşmanın barış isteğinin bir aldatma olması ihtimâlinin müslümân-lara zahir olduğu zaman bile, bunun, icabetten men1 etmeyeceği, fakat azm ederek Allah'a güvenilip dayanılacağına işaret vardır (îbn Hacer).

[37] Hadîsin başlığa uygunluk noktası Peygamber'in istikbâle âid verdiği haberlerin altıncısıdır. Rûmlar'ın ahdi bozarak İslâm'a karşı hareket etmek suretiyle hıya­netleridir.

Benû'l-Asfar'la müslümânlar arasında barış akdi; sonra düşman tarafından bu ahd bozularak, müslümânlar üzerine mühim kuvvetlerle kâfirlerin hücumu keyfiyeti hakkında sarihlerin tercihleri çok dağınıktır. Sebebi de bu haberin ben­zeri vak'alann târihte pekçok olması ve bunlardan herhangisinin veya İstikbâl­de meydana gelecek daha başkalarının kasdolunabilmesidir. Bu haberler istikbâle âid mu'cizeli haberler oldukları için, bunların tefsiri istİkbâlen uzun asırları içinde anlaşılacaktır.

[38] Âyet, başlıktaki soruya cevâb vermektedir.

Nebz, lügatte birşeyi kaldırıp atıvermektir ki, hukukta bir devletin muâhi-dine karşı münâsebeti kestiğini ihbar ve i'lân eylemesidir. Yânî öyle korkulacak bir .hıyaneti, alâmet ve delilini görüp anladığın takdirde ahdin hükümsüzlüğü ile aranızda münâsebeti kestiğini i'tidâl ve doğruluk dâiresinde açıkça kendile­rine resmen ihbar et. Bu suretle ahdin hükümsüzlüğü iki tarafça resmen müsavi olarak bilinsin de, ona göre hareket edilsin ve ahid resmen bakî farzedilirken böyle bir ihbar ve i'lân yapmaksızın, doğrudan doğruya ve kat'î surette harbe başlama. Zîrâ, Allah hâinleri sevmez. Onların yaptığı gibi resmen muâhid gö­rünüp de gizlice ahdi bozmağa kalkışmak bir hainlik olduğu gibi, dosdoğru nebz ve i'lân etmeden harbe gırişivermek de bir hıyanet olacağından, bundan sakın­mak lâzımdır {Hakk Dîni, III, 2424)

[39] Hadîsin başlığa uygunluğu "Ebû Bekr insanlara ahidlerini attı..." sözlerindedir. Bu, Ebû Bekr'in hacc emirliği ile dokuzuncu hicret yılında edâ edilen hacc-dır ki, Veda Haccı'ndan bir sene evvel idi. O sırada Berâe Sûresi indi. Bu sûre Allah ve Rasûlü'nün müşriklerden beri olduklarım haber vermekle başlayıp, müş­riklerden emânın kaldırılması, ahdin atılması, yânî müşrikler İle olan ahidlerin feshedileceğini haber veriyordu. Bu yıl Alî de bu sûrenin hükümlerini tebliğ et­mesi İçin hacca gönderilmişti...

[40] Başlıktaki âyetin başlığa uygunluğu gayet açıktir._Hadîsin uygunluğu ise "Ahd etliğinde ahdinden döner" sözündedir. Bu hadîs, îmân Kitâbı'nda ve başka yer­lerde de birkaç kerreler geçmişti.

[41] Alî hadîsinin başlığa uygunluğunun "Kim orada bir bid'at çıkarırsa.. " sözün­den alınması mümkin olur. Çünkü bid'at çıkarmak, bid'atçıyı barındırmak, ve efendilerinin izni olmaksızın başka bir topluluğu velî edinmek ahdi bozmak ma'-nâsınadır ve bu yüzden la'nete hakk kazanmıştır (Aynî).

[42] Hadîs, müslim, gayrimüslim her kime olursa olsun verilen ahde karşı yapılan vefasızlık günâhının dünyâdaki hayâta te'sîr edeceğini, iktisadî ve içtimaî bo­zukluklara da sebeb olacağını açıkça ifâde etmektedir.

Bu hadîsin benzerini daha açık bir ibare ile Müslim de hem Ebû Hureyre'-den, hem de Câbir'den şöyle rivayet etmiştir: "Bir zaman gelecek ki Irak dirhe­mini, kafîzini; Mısır da müddünü, dinarını vermez olacaktır". Geleceğe âid olan bu mühim bilgi, şübhesiz peygamberlik alâmetlerindendir.

Rasûlullah zamanında basılı olarak Hicaz'da kullanılan paralar dirhem ile dînâr da Suriye ve Mısır yoluyla Roma ve Bizans'tan gelirdi. Kafîz, îrârihlar'm; müdd de Rûm'un ölçeği idi. Bu sebebden Peygamber dirhemle kafîzi Irak'a ve İran'a; dînâr İle müdd'ü de Mısır'a ve Rûm'a nisbet etmiştir.

Bu hadîslerde ahid verenlerin ahidlerini hakkıyle yerine getirmeleri; ahidli zımmîlere haksızlık ve zulüm etmemeleri; bir cümle ile ifâde edilirse Allah ve Rasûlü'nün koyduğu eskimez hukuk ve insan hakları kaanûnlarma göre verilen ahid, emân ve te'mînâtların bozulmaması tavsiyesi vardır. Bunlara bağlı kalın­madığı takdirde meydana gelen kötü sonuçların yalnız âhirete kalmayıp, dünyâ hayâtını da bozacağı, milletçe iktisadî ve içtimaî birçok maddî ve ma'nevî sı­kıntılara düşüleceği haber verilmiştir.

[43] Bu hadîsin başlığa ilgisi, Kureyş'in ahdi bozmalarının neticesi Mekke fethi ile onlara galebe ve onların kahredilmiş olmasıdır. Bu ise ahdi bozmanın kötülen-miş olduğunu, bunun mukaabilinin, yânî ahde vefa etmenin ise övülmüş olduğu­nu açıklıyor. Hadîsin son fıkrası; müslümânların kendi aralarında meydana gelen fitne ise müşkildir. Çünkü müslümânların öldürülmesi ile araya fitne girmiş olur. Onun için böyle fitnede kılıcı atmak, kılıç çekmekten evlâdır (Aynî).

[44] Hadîsin başlıkla İlgisi, bundan önceki hadîsin ilgisi gibidir. Bu hadîs, öncekinin daha geniş bir rivayetidir. Hulâsa olarak Sehl bu hutbesinde Sıffîn ahâlîsine Hu-deybiye günü cereyan eden, insanların çoğunun barışa isteksizliğini, bununla beraber Allah'ın buna büyük hayır ta'kîb ettirdiğini; Peygamber'in barışma gö­rüşünde olmasının insanların harb etme görüşlerinden daha kâmil ve makbul olduğunu bildirmiştir (KastaHânî).

[45] Bu hadîs önceki ile şu bakımdan ilgilidir: Gadr etmemek, kendi dîninden başka bir dîn üzere olsa da hısımla ilgiyi devam ettirmenin cevazının gerekliliğidir. Bu hadîs Hibe'de de geçmişti (Aynî).

Bu hadîsin ifâde ettiği görüşü el-Müntehine: 8-9. âyetleri de kuvvetlendirir.

[46] Hadîsin başlığa uygunluğu "Ancak üç gece ikaamet etmek" sözündedir. Bu hadîs Sulh Kitâbı'nda "Sulh nasıl yazılır bâbı"nda da geçmişti.

[47] Bu, Ekincilik Kitâbı'nda "Mal sahibi: Allah seni bıraktığı sürece seni bırakıyo­rum dediği zaman bâbı"nda geçen Abdullah ibn Umer hadîsinin bir parçasıdır. Anlaşmada İlim ehlince belli bir sınır yoktur. Bu mes'ele ihtiyâca göredir. Bu konuda ictihâd, devlet başkanına ve re'y sahihlerine âiddir (Aynî).

[48] Buhârî bununla İbn Abbâs'm şu hadîsine işaret etmiştir: Müşrikler kendilerin­den bir adamın cesedini satın almak istediler. Peygamber Nevfel ibn Abdillah ibni'l-Mugîre'nin cesedini o hendeğe atılmış olduğu hâlde onlara satmayı kabul etmedi de: "Onun parasına da, cesedine de ihtiyâcımız yoktur" buyurdu.

İbn Hişâm: Bize ez-Zuhrî'den; müşriklerin onun hakkında onbİn dirhem harcadıkları haberi ulaştı, demiştir (İbn Hacer).

[49] Hadîsin başlığa uygunluğu bellidir. Bu hadîs Temizlik Kitâbı'nda "Namaz kı­lanın sırtı üzerine pislik atıldığı zaman bâbı"nda geçmişti.

[50] Bu hadîslerin başlığa uygunlukları bellidir. Müslim de Cihâd ve Siyer Kitabı, "Ahde vefasızlık ve hıyanet etmenin haram kılınması bâbı"nda, ayrı ayrı dört sahâbîden bu hadîsleri bâzı değişik lâfızlarla getirmiştir.

el-Enfâl: 56. âyeti de ahd edip de ahdine vefa etmeyenlerin yeryüzünde ha­reket eden hayvanların en şerrlileri olduklarını beyân etmektedir. Bundan Önce geçen 17. bâb başlığına bakılsın..

[51] Hadîsin başlığa uygunluğu "Seferber olunuz" sözünden alınması mümkin olur. Çünkü bunun ma'nâsı "Müslümanlara gadr ve muhalefet etmeyiniz" demek­tir. Diğer bir vecih şudur: Peygamber Mekke'de harbi halâl kılmadı, gadr et­medi. Zîrâ O'nun harbi, Allah'ın O'na bir saat halâl kılmasıyle olmuştur. Bu halâl kılma olmayaydı, Peygamber'e de halâl olmazdı (Aynî).

Hadîsin son fıkrasındaki İstisna ya o anda buna dâir bir vahiy geldiğine, ya geçen bir vahiyde istisnanın beyân ve tebliği isteğe bağlandığına, yâhud da böyle bir vahiy yoksa Peygamber'in Allah tarafından me'mûr buyurulduğu hu­susların tafsillerinde içtihada izinli olduğuna delîUir.

Bu hadîs İlim, Hacc, Cihâd... Kitâbları'nda da geçmişti.