58-KİTÂBU'L-CİZYE VE'L- MUVÂDEA MAA EHLİ'Z-ZİMME
VE'L-HARB
1- (Harbîlerle Mütâreke Ve Cizye Babı)
3- Rasûlullah(S)Tn (Ahdine Ve Emânına Giren.) Zimmet
Ehliyle İlgili Vasiyyeti Babı
5-Kendisiyle Muahede Yapılmış Bir Zımmîyi Cürmü ;
Olmayarak Öldüren Kimsenin Günâhı Babı
6- Yahudi'lerin Arab Yarımadasından Çıkarılması Babı
8- Devlet Başkaninin Ahdi Bozup Döneklik Yapanlar
Aleyhine Beddua Etmesinin Cevazı) Babı
10- Bâb: Müslümanların Zimmeti (Ahdi) Ve Emânları Birdir;
Onların Azı Da Bu Emânı Yürütür
13- Ahde (Mîsâka) Bağlı Kalmanın Fazileti Babı
14- Bâb: Zımmî Olan Kimse Sihr Yaptığı Zaman Ondan Bunun
Cezası Affedilir Mi?
15- Düşmanın Gadrinden (Ahde Vefa Etmeyip Bozmasından)
Sakınılması Ve Yüce Allah'ın Şu Kavlî Bâb
16- Bâb: Ahidli Milletlerin Ahidleri Nasıl Atılıp
Bozulur?
17- Muahede Yaptıktan Sonra Gadredip Ahdi Bo^Ân Kimsenin
Günâhı Ve Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
19- (Müşriklerle) Üç Gün Müddet Yâhud Belli Bir Vakit
Üzerine Barış Andlaşması Yapılması Babı
20- Bir Vakit Ta'yîn Etmeden Mütâreke Ve Barış Yapma(Nın
Cevazı) Ve Peygamberdin (Hayberlilere):
"Allah'ın sizleri oturttuğu müddetçe ben sizleri
burada oturtuyorum" Kavli Babı
Rahman ve Hahîm olan
Allah'ın ismiyle
(Zımmîlerle
Cizye, Harbîlerle Mütâreke Akdi Kitabı) [1]
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli:
"Kendilerine
kitâb verilenlerden ne Allah'a, ne âhiret gününe inanmayan, Allah'ın ve
Rasûlü'nün haram ettiği
şeyleri haram
tanımayan, hakk dînini dîn olarak kabul etmeyen kimselerle, zelîl ve hakîr
kendi elleriyle cizye
verecekleri zamana
kadar muharebe edin" (et-Tevbe: 29) [3].
Buhârî:
"Sâgirûn", "Zeliller" demektir. "Meskenet",
"Miskîn"in
masdandır. "Eskenu min fulânin(yânî: Ondan daha muhtaç)" denilir dedi
de, hareket azlığı ma'nâsına olan sükûna gitmedi. Ve Yahûdîler'den,
Nasrânîler'den, Mecûsîler'den ve Arab olmayanlardan cizye alınması hakkında
gelen rivayet. Sufyân ibn Uyeyne, Abdullah ibn Ebî Necîh'ten söyledi ki, o
şöyle demiştir: Ben Mucâhid'e: Şâm ahâlîsinin hâli nedir, onlar üzerinde ferd
başına dört dînâr cizye var; Yemen ahâlîsi üzerinde ise bir dînâr cizye var?
dedim. Mucâhid: Bu, zenginlik cihetinden böyle yapıldı, dedi [4].
1-.......Ben
Amr ibn Dinar'dan işittim, şöyle dedi: Ben Câbir ibn Zeyd ve Amr ibn Evs'in
beraberinde oturuyordum. Bu ikisine Be-câle, Mus'ab ibnu'z-Zubeyr'in Basra
ahâlîsiyle hacc yaptığı yıl olan yetmişinci hicret senesinde, Zemzem
merdivenlerinin yanında tahdîs edip şöyle demiştir: Ben el-Ahnef ibn Kays'ın
amcası olup Basra Vâlîsi bulunan Cez' ibn Muâviye'nin kâtibi idim. Bize
ölümünden bir sene evvel Umer ibnu'l-Hattâb'ın mektubu geldi. Bu mektûbda:
"Mecû-sîler'den (kendi âdetleri ve kendi nikâhlarıyle aralarında zevciyet
bulunan) her mahrem sahibi (yânı İslâm'a göre nikâh geçmez hısımlık sahibi
karı koca) arasını ayırınız!..." diye yazmıştır. (Râvî dedi ki:) Umer
başlangıçta Mecûsîler'den cizye almazdı. Nihayet Abdurrah-mân ibn Avf,
Rasûlullah(S)'in Bahreyn'in Hecer şehri Mecûsîleri'nden cizye aldığına şehâdet
etti. (Bunun üzerine Umer de Mecûsîler'den cizye almağa başladı.)[5]
2-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: BanaUrvetu'bnu'z-Zubeyr, el- Misver ibnu'l-Mahrame'den tahdîs
etti, ona da Âmir ibn Luey oğul-ları'nm yeminli dostu olan ve Bedir harbinde
hazır bulunan Amr ibn Avf el-Ensârî (R) şöyle haber vermiştir: :
Rasûlullah (S) harb
etmeksizin Bahreyn ahâlîsiyle barış andlaş-ması yapmış ve Bahreyn ahâlîsi
üzerine el-Alâ ibnu'l-Hadramî'yi emîr ta'yîn etmişti. Tahsil olunan cizye
mallarını getirmek üzere de Rasûlullah, arkadan Ebû Ubeyde ibnu'l-Cerrâh'ı
Bahreyn'e gönderdi.Ebû Ubeyde cizye mallarını ahp Bahreyn'den Medine'ye
geldiğinde, En-sâr onun geldiğini işitince -ki bu haberin yayılması
sahâbîlerin, Pey-gamber'in beraberinde sabah namazı kıldıkları zamana tesadüf
etmişti-Peygamber'in onlara sabah namazını kıldırıp ayrılması ile beraber hemen
sahâbîler Ebû Ubeyde'ye karşı çıktılar. Rasûlullah sahâbîleri bu hâlde görünce
gülümsedi ve onlara:
— "Ebû Ubeyde'nin
birçok malla geldiğini işitmiş olduğunuzu sanıyorum" buyurdu.
Onlar da:
— Evet yâ Rasûlallah! diye tasdik ettiler.
Bunun üzerine Rasûlullah:
— "Sevininiz ve sizi sevindirecek
ni'metleri (bundan böyle her zaman) ümîd ediniz. Allah'a yemin ederim ki
(bundan sonra) size fakirlik ve ihtiyaç geleceğinden korkmam. Fakat sizin
üzerinize korkmakta olduğum şey, sizden önce gelip geçen ümmetlerin Önüne dünyâ
nVmetlerinin yayıldığı gibi sizin önünüze de yayılması, onların birbirlerine bu
ni'metlerde hased ettikleri ve en nefîs olanını elde etme yarışına giriştikleri
gibi sizin de birbirinizle nefsâniyet yarışına girişmeniz ve bu yarışmanın
onları helak ettiği gibi sizleri de helak etmesidir" buyurdu [6].
3-.......Bize
Saîd ibnu Ubeydillah es-Sakafîtahdîs edip şöyle dedi: Bize Bekr ibnu Abdillah
el-Muzenî ile Ziyâd ibnu Cubeyr tahdîs etti ki, Cubeyr ibnu Hayye şöyle
demiştir: Urner ibnu'l-Hattâb (halifeliğinin ikinci yılında) müşriklerle
harbetmeleri için İran'ın büyük şehirleri üzerine ordular gönderdi. Yapılan
savaşlar üzerine Hürmüzân müslümân oldu (Umer de onu yakınları arasına alarak
şöyle istişarede bulundu) [7]:
— Ey Hürmüzân! Şimdi
ben seninle (İran fetihlerini tamamlamak için) şu Fars, Isfahan, Azerbaycan
hakkında istişare ediyorum. Bunlardan, önce hangisinin fethine başlamalıdır?
diye sordu.
Hürmüzân cevâb
vererek:
— Evet
Emîru'l-Mü'minîn! Bu toprakların ve buralarda bulunan müslümân düşmanı halkın
benzeri, iki kanadı, iki ayağı ve bir başı bulunan bir kuşun benzeridir. Bu
kuşun kanatlarından biri kırılsa (o ölmez), bir kanadı ve bir başı ile iki
ayağı üstünde durur. Öbür kanadı da kırılmış olsa bir başı ve iki ayağı ile
yaşar durur. Amma kuşun başı ezilirse ayakları da, kanatları da, başı da
(kırılır, ezilir) gider. İmdi bu işte baş, Kisrâ'dır. Kanadın biri Kayser'dir,
öbürüsü de Fars'tır. Yâ Emîru'l-Mü'minîn! Şimdi siz müslümânlara emrediniz de
toptan Kisrâ üzerine hareket etsinler! dedi.
(Bu, İran harb
târihinin son derece özetlenmiş birinci safhasıdır.)
Bekr ibn Abdillah
el-Muzenî ile Ziyâd ibn Cubeyr beraberce söylediler ki, râvî Cubeyr ibnu Hayye
(İran vak'alarının ikinci safhasını rivayet ederek) şöyle demiştir: (Kaadisiyye
fethinden sonra bir gün) bizi Umer gaza için çağırdı, üzerimize de Nu'mân ibn
Mukarrin'i kumandan yaptı. (O da Kaadisiyye fethinden yeni gelmişti. Bu yeni
ordu içinde îbn Umer ve sahâbîlerden pekçok kimseler vardı. Biz Medine'den hareket ederken Umer, Ebû Mûsâ
el-Eş'arî'ye Basra kuvvetleriyle; Huzeyfe'ye de Küfe kuvvetleriyle hareket
etmelerini ve Ni-hâvend'de birleşmelerini yazdı -İbn Ebî Şeybe rivayetinden-)
Biz de Medine'den hareket edip düşman diyarında Nihâvend'e varıp birleştik.
Kisrâmn kumandanı bizi (Fars, Kirman ve diğerlerinden) kırk-bin kişilik bir
kuvvetle karşıladı. Ve kumandan tarafından gelen bir tercüman bize:
— Bâzı şeyler soracağım. İçinizden bir kişi
bana cevâb versin! dedi.
(Sahâbîlerin hakîm ve
hatîblerinden) Mugîre ibn Şu'be:
— Ne istersen sor, dedi. Bunun üzerine o
tercüman:
— Sizler nesiniz? dedi. Mugîre şöyle cevâb
verdi:
— Biz Arab ırkından
birtakım kimseleriz. Biz vaktiyle azgın bir şakaavet, zorlu bir belâ içinde
yaşar; açlıktan hurma çekirdiği ve deri parçası sorar; deve yününden ve kıldan
elbise giyer; ağaçlara ve taşlara tapardık. Hulâsa biz böyle bir vahşet ve
cehalet içinde iken, göklerin ve yerlerin Rabb'i, sânı âlî azameti mütecellî
olan Allah bize kendi aramızdan bir peygamber gönderdi. Biz O'nun babasını
(aramızdaki şerefini, doğru sözlülüğünü) biliriz. Şimdi Rabb'imizin elçi
gönderdiği bu Azîz Peygamberimiz bize, -Siz yalnız bir Allah'a ibâdet edinceye
yâhud cizye verinceye kadar- sizinle harbetmemizi emretti. Ve Peygamberimiz
Rabb'imizin elçiliğinden olmak üzere bize şunu haber verdi: Bizden cihâd
uğrunda öldürülen, asla benzeri görülmemiş ni'metlerle dopdolu olan cennete
gider. Şehîd olmayıp da hayâtta kalanlar da sizleri esîr alıp boyunlarınıza
mâlik olurlar.
(Mugîre ibn Şu'be bü
ateşli hitabesini zeval vakti bitirmişti. Ve harbden başka çıkar yol olmadığını
anlamıştı. Kumandanımız Nu'-mân ibn Mukarrin'e harbe başlamasını emretti.) Bunun
üzerine Nu'-mân, Mugîre'ye:
— Allah seni,
Rasûlullah ile beraber bu vak'a gibi birçok muharebelerde bulundurdu.
(Hatırlarsın ki, Rasûlullah gündüzün ilk saatinde harbe başlamazsa, zevalden
sonraya te'hîr ederdi.) Şimdi sabr ve teenni size pişmanlık vermez ve sizi
düşman gözünde küçük dü-şürmez. Ben de Rasûlullah'm beraberinde kıtalde hazır
bulundum. Rasûlullah (S) gündüzün ilk saatinde harb etmezse (zevalden sonra)
rüzgârlar esip namazlar kıhnıncaya kadar beklerdi, dedi. (Ve müsâ-id zamanda
hücum emrini verdi.) [8]
4-.......Ebû
Humeyd es-Sâidî (R) şöyle demiştir: Biz Peygamber(S)'in beraberinde Tebûk'e
gaza etmiştik. (Bu sefer esnasında) Eyle Meliki (Buhne -yâhud Yuhannâ- ibn
Ru'be Peygamber'in huzuruna geldi, sulh oldu, cizye vermeyi kabul etti,)
Peygamber'e (Düldül adlı) beyaz bir katır hediye etti. Ve kendisine de bir
Yemen bürdü giydirdi. Peygamber de ona sahil boyundaki köyler halkı hakkında
bir emânnâme yazdı [10].
Zimmet, ahdden ibarettir.
111 ise hısımlıktır [11].
5-.......Bize
Ebû Cemre tahdîs edip şöyle dedi: Ben Cuveyriye ibnu Kudâme et-Teymî'den
işittim, şöyle dedi: Ben Umer ibnu'l-Hattâbı(R)'dan işittim. Ona:
— Ey Mü'minlerin Emîri! Bize vasiyyet eyle!
dedik. Umer:
— Sizlere Allah'ın
zimmetini yerine getirmeyi tavsiye ediyorum. Çünkü bu, Peygamber'inizin zimmeti
ve lyâlinizin rızkıdır, dedi (Zım-mîler'den alınmakta olan cizye ve haracı
kasdetti) [12].
6-.......Ben
Enes (R)'ten işittim, şöyle dedi: Peygamber (S) Bahreyn toprağından (yânı
oranın cizye ve haracından kesip ayırmak yoluyla herbirinin hissesini ta'yîn
edip) kendi isimlerine yazmak için Ensâr'ı çağırdı. Ensâr:
— Bize ayırıp verdiğin
şeyin benzerini Kureyş'ten olan Muhacir kardeşlerimize de ayırıp verinceye
kadar vallahi olmaz (yânı kabul etmeyiz), dediler.
Bunun üzerine
Peygamber:
— "Bu mal Allah'ın dilediği bu usûl üzere
Kureyş Muhacirleri'-ne de âiddir" buyurdu.
Ensâr, Muhâcirler'in
durumu hakkında ısrar ederek bunu Pey-gamber'e söylüyorlardı. Sonunda
Peygamber, Ensâr'a hitaben:
— "Benden sonra siz Ensâr topluluğu yakın
bir gelecekte başkalarının size tercih edilmesini göreceksiniz. O takdirde sizler
(havz başında) bana kavuşuncaya kadar sabrediniz!" buyurdu [13].
Bu hadîsin bir
rivayeti Şirb Kitâbı'nda da geçmişti.
7-.......
Câbir ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) bana:
— "Eğer Bahreyn malı bize gelmiş olursa
muhakkak sana şöyle şöyle ve şöyle (avuçlar) veririm" buyurdu.
Nihayet Rasûlullah'm
ruhu alındı, akabinde Bahreyn malı geldi. Ebû Bekr:
— Her kimin Rasûlullah
yanında bir va'di varsa bize gelsin! diye i'lân etti.
Bunun üzerine ben Ebû
Bekr'e geldim ve:
— Rasûlullah (S) bana:
"Şayet bize Bahreyn malı gelmiş olursa sana muhakkak (avuçlayarak) şöyle
şöyle ve şöyle veririm" buyurdu, dedim.
Ebû Bekr bana:
— Avuçla! dedi.
Ben de bir avuç
avuçladım. Ebû Bekr bana:
— Bu avuçladığmı say! dedi.
Ben de onu saydım.
Onun beşyüz olduğunu gördüm. Ebû Bekr bana binbeşyüz verdi [14].
Ve İbrahîm ibnu
Tahmân, Abdulazîz ibn Suheyb'den söyledi ki, Enes (R) şöyle demiştir:
Peygamber(S)'e Bahreyn'den (cizye ve ha-râc) malı getirildi. Peygamber:
— "Malı mescide dökün!" buyurdu.
Bu, Rasûlullah'a
gönderilen en kesretli mal olmuştu. Rasûlullah o malı dağıtırken Abbâs (R)
huzuruna geldi ve:
— Yâ Rasûlallah! Bana
da ver! Çünkü ben kendim için de, Akîl için de fidye vermiştim, dedi.
Rasûlullah ona:
— "Al" buyurdu.
Abbâs da avuç avuç
elbisesinin içine boşalttı. Sonra onu kaldırmaya davrandı, fakat kaldıramadı.
— Yâ Rasûlallah,
birine emret de onu bana kaldırsın, dedi. Rasûlullah:
— "Hayır olmaz" buyurdu. Bu sefer
Abbâs:
— "Öyleyse onu sen kaldır, üstüme
at!" dedi. Rasûlullah yine:
— "Olmaz!" buyurdu.
Bunun üzerine Abbâs
aldığı malın birazını döktükten sonra, yine kaldırmaya davrandı. Fakat yine
kaldıramayınca:
— Yâ Rasûlallah, birine emret de üzerime
kaldırsın! dedi. Rasûlullah yine:
— "Olmaz" buyurdu. Abbâs yine:
— Bari onu sen üzerime kaldırıver, dedi.
Rasûlullah yine:
— "Olmaz" buyurdu.
Bunun üzerine Abbâs
birazını daha döktü. Sonra onu sırtına yüklenip gitti. Rasûlullah (S) onun
hırsına olan hayretinden dolayı bize görünmez oluncaya kadar Abbâs*m arkasından
gözünü ayırmadan bakıp durdu. Rasûlullah o maldan orada bir dirhem bakî
oldukça, oradan ayrılmadı [15].
8-.....Bize
Mucâhid ibn Cebr, Abdullah ibn Amr(R)'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S):
"Herhangibir kişi muâhedeli bir zımmtyi (haksız yere) öldürürse cennet
kokusu kırk yıllık mesafeden duyulup hissedilir olduğu hâlde o kaatil kişi
cennet kokusunu koklayamaz" buyurmuştur [16].
Umer de
Peygamber(S)'in Yahûdîler'e:
"Allah'ın sizleri
yerinizde bıraktığı müddetçe ben sizleri yerinizde bırakıyorum"
buyurduğunu söylemiştir [17]
9-.......EbûHureyre
(R) şöyle demiştir: Biz mescidde bulunduğumuz bir sırada Peygamber (S)
yanımıza çıkageldi ve:
— "Yahudiler'in yurduna yürüyünüz!"
diye emretti.
Biz O'nun beraberinde
olarak yola çıktık ve nihayet Beytu'l-Mıdrâs denilen (âlimlerinin bulunduğu ve
Tevrat okuttukları) yere vardık.
Peygamber:
— "(Ey Yahûdî
topluluğu!) Müslüman olunuz da selâmette kalınız. Ve iyi biliniz ki, Arz ancak
Allah'a ve Rasûlü'ne âiddir. Ben sizleri bu arazîden çıkarmak istiyorum.
Binâenaleyh sizden her kim kendi malından taşıyamayacağı birşeyi olursa onu
satsın. Size söylediğim sözü işitmezseniz iyi biliniz ki Arz ancak Allah 'a ve
Rasûlü 'ne âiddir" buyurdu [18].
10-.......İbn
Abbâs (R) şöyle diyordu: O perşembe günü; o perşembe günü ne acı gündü! dedi
de, sonra ağladı; hattâ gözyaşları yerdeki çakılları ıslattı. (Saîd ibn Cubeyr
dedi ki:) Ben:
— Ey Abbâs oğlu! O perşembe günü nedir? dedim.
İbn Abbâs dedi ki:
— Perşembe günü
Rasûlullah'm ağrısı şiddetlenip arttı. Bunun üzerine: "Bana bir kürek
kemiği getirin. Size bir kitâb (bir vasiyetname) yazdırayım ki, ondan sonra
ebediyyen yolunuzu şaşırmayası-nız!" buyurdu. Bunun üzerine orada
bulunanlar ihtilâf edip çekiştiler. Rasûlullah: "Hiçbir peygamberin
yanında ihtilâf edip çekişmek lâyık ve doğru olmaz" buyurdu. Oradakiler:
Rasûlullah'm nesi var (hastalığın şiddetinden dolayı) sayıkladı mı? Bunu
kendisinden almak isteyin! dediler. Rasûlullah: "Beni (kendi hâlime)
bırakınız. Benim şu içinde bulunduğum (murakabe ve Allah'a dönüş hazırlığı)
hâl, sizin beni da'vet ettiğiniz (yazı yazmak gibi) şeylerden hayırlıdır"
buyurdu. Ve sahâbîlere üç şey emretti:
a. "Bütün müşrikleri Arab yarımadasından
çıkarınız!"
b. "Elçilere, ferd ve hey'etlere benim izin
verip hediyeler ikram etmekte olduğum gibi, siz de yabancı elçilere, hey'etlere
hediyeler vermek suretiyle hürmet gösteriniz" buyurdu.
c. Üçüncüsü
hayırlıdır: Ya üçüncüsünden sükût etti, yâhud onu söyledi de ben onu unuttum.
Sufyân ibnu Uyeyne:
Bu, râvî Süleyman ibn Ebî Müslim'in sö-zündendir, demiştir [19].
11-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Hayber fetholunduğu zaman Peygamber'e içi zehirli
(kızartılmış) bir koyun hediye edildi. Peygamber:
— "Burada bulunan
bütün Yahûdtler'i bana toplayınız!" buyurdu.
Sahâbîler, Peygamber
için Yahûdîler'i toplayıp getirdiler. Peygamber onlara:
— "Sizlere birşey soracağım, bana doğru
cevâb verir misiniz?" buyurdu.
Yahudiler:
— Evet, doğrusunu söyleriz! dediler. Peygamber
onlara hitaben:
— "Sizin babanız kimdir?" diye sordu.
Onlar da:
— Fulân kimsedir, dediler. Peygamber onlara:
— "Yalan söylediniz, hayır, sizin babanız
fulandır" dedi. Yahudiler:
— Doğru söyledin, deyip Peygamber'i tasdîk
ettiler. Bu sefer Peygamber:
— "Size birşey daha sorarsam, bana
doğrusunu söyler misiniz?" dedi.
Yahudiler:
— Evet, yâ
Eba'l-Kaasım doğru söyleriz. Hem biz yalan söylesek bile babamızı bildiğin
gibi, Sen bizim yalanımızı bilirsin, dediler.
Bunun üzerine
Peygamber (S) onlara:
— "Cehennem ahâlîsi kimlerdir?" diye
sordu. Yahudiler:
— Bizler az bir zaman
cehennemde bulunacağız, sonra orada siz bizlere halef olacaksınız, diye cevâb
verdiler.
Peygamber de:
— "Haydi buradan yıkılın! Allah'a yemin
ederim ki, cehennemde biz size asla halef olmayız!" diye onları reddetti.
Sonra Peygamber:
— "Size birşey daha sorarsam, o şey
hakkında bana doğru söyler misiniz?" diye sordu.
Yahudiler:
— Evet yâ Eba'l-Kaasım! diye cevâb verdiler.
Peygamber:
— "Şu koyunun içine zehir koydunuz
mu?" dedi.
Yahudiler:
— Evet koyduk! dediler. Peygamber:
— "Bu cinayete sizi ne şevketti?"
dedi.
Yahudiler:
— Biz şöyle düşündük:
Eğer yalancı (peygamber) isen, (koyunu yer, ölürsün) biz de senden müsterih
oluruz; eğer gerçek peygamber isen sana bir zarar erişmez, dediler [21].
12-.......
Bize Âsim ibn Süleyman tahdîs edip şöyle dedi: Ben Enes(R)'e kunûttan sordum.
Enes:
— Kunût, rukû'dan öncedir, dedi. Bunun, üzerine
ben Enes'e:
— Fulân kimse (yânı
Muhammed ibn Şîrîn) iddia ediyor ki, sen kunût rukû'dan sonradır demişsin (buna
ne dersin)? diye sordum.
Enes:
— O yanlış söylemiştir, dedi.
Sonra bize, Peygamber
(S)'in rukû'dan sonra Suleym oğullan'n-dan olan bâzı Arab kabileleri aleyhine
duâ ederek bir ay kunût yaptığını tahdîs etti.
Enes sayıda tereddüd
ederek dedi ki: Peygamber (S) kırk yâhûd yetmiş kurrâyı, müşriklerden birtakım
insanların yanına göndermişti. O kabileler bunlara karşı çıktılar ve onları
öldürdüler. O müşrikler ile Peygamber arasında yapılmış bir ahid de vardı.
Artık ben Peygamber'in bunlar üzerine hüzünlendiği kadar hiçbir kimse üzerine
hüzünlendiğini görmedim [22].
13-.......Bize
Mâlik, Umer ibn Ubeydillah'ın âzâdlısı olan Ebu'n- Nadr'dan haber verdi. Ona da
Ebû Tâlib'in kızı Ümmü Hani'in âzâdlısı Ebû Murre haber vermiştir. Ebû Murre,
Ebû Tâlib'in kızı Ümmü Hâni' şöyle derken işitmiştir: Ben Mekke fethi yılı
Rasûlullah'ın yanma gittim ve O'nu yıkanıyor buldum. Kızı Fâtıma da O'nu perde
ile örtüyordu. Kendisine selâm verdim.
— "Bu kadın kimdir?" diye sordu. Ben:
— Ben Ebû Tâlib'in kızı Ümmü Hâni'im, dedim.
Rasûlullah (S):
— "Merhaben bi-Ümmü //ûm'm( = Hoşgeldin
Ümmü Hâni')" buyurdu.
Yıkanmasından
ayrılınca bir tek elbise içinde (yânî sırtındaki bezi) çaprasvârî bağlamış
olduğu hâlde sekiz rek'at namaz kıldı. Namaz akabinde ben kendisine:
— Yâ Rasûlallah!
Anamın oğlu Alî, benim ahd ve emân verdiğim fulânı, İbnu Hubeyre'yi
öldüreceğini söylüyor, dedim.
Rasûlullah:
— "Yâ Ümme Hâni'!
Senin ahd ve emân verdiğin kimseye biz de ahd ve emân verdik" buyurdu.
Rasûlullah'ın kıldığı
bu namaz, duhâ namazı idi [23].
14-.......Bize
Vekf ibnu'l-Cerrâh, el-A'meş'ten; o da İbrâhîm et-Teymî'den haber verdi ki,
babası Yezîd ibn Şureyk şöyle demiştir: Alî ibn Ebî Tâlib (R) hutbe yaptı da
şunları söyledi: Bizim yanımızda Allah'ın Kitâbı'ndan başka [okumakta
olduğumuz] bir kitâb yoktur. Bir de şu sahîfenin içinde bulunan hükümler vardır.
Bunun içinde şunlar yazılıdır, dedi: "Yaralamaların hükümleri, diyet
develerinin yaşları, bir de Medine 'nin A îr Dağı 'yla şuraya kadar arası
haramdır; kim Medine'nin bu haremi içinde Kitâb ve sünnete aykırı bir bid'at
çıkarır yâhud burada bir bid'atçıyı barındırma Allah 'in, meleklerin ve bütün
insanların la'neti onun üzerine olsun. Ondan ne bir nafile ibâdet, ne de bir
farz ibâdet kabul olunur. Her kim de velîlerinden başkasını velî edinirse, onun
üzerine de bid'atçının üzerine olan la'-netin benzeri olsun! Müslümanların
emânı birdir. Her kim bir müs-lümânın verdiği ahdi bozarsa, ona da bunun
benzeri olsun (yânî Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların la'neti onun
üzerine olsun ve ondan ne bir nafile, ne de bir farz ibâdet kabul olunsun) [25].
Ve Abdullah ibn Umer
dedi ki: Hâlid ibnu'l-Velîd,
"Eslemnâ"
yerine "Saba'nâ" diyenlerin bu sözünü kabul etmeyip, onları öldürmeye
girişti. Bu haber kendisine ulaştığında Peygamber (S): "Yâ Allah, Hâlid'in
işlediği şu işten sana sığınırım" diye duâ etti [27]. Ve
Umer (R) de harb yerinde biri diğerine, karşılaşıp da "Korkma" yerine
"Mettersun" dediği zaman, onu emîn kılmıştır. Şübhesiz Allah bütün
dilleri bilir, demiştir.
Yine Umer, Hürmüzân'ı
huzuruna getirdikleri zaman, o Farsça konuşmak isteyince ona: Konuş, sana
zararı olmaz, demiştir [28].
"Eğer (düşmanlar}
barışa meylederlerse sen de ona yanaş ve Allah 'a güvenip dayan. Çünkü herşeyi
hakkıyle işiten, kemâliyle bilen bizzat O'dur" (ei-Enfâi: ei) [29].
15-.......Sehl
ibnu Ebî Haşmete şöyle demiştir: (Bir hurma mevsimi) Abdullah ibn Sehl ile
Mes'ûd ibn Zeyd'in oğlu Muhayyısa, Hay-ber'e gitmişlerdi. O sene Hayberlüer'le
müslümânlar arasında barış vardı. Bu iki yoldaş Hayber'e vardıklarında (kendi
işlerine) ayrıldılar. Bir müddet sonra Muhayyısa (işlerini bitirip) Abdullah
ibn Sehl1 e geldi. Fakat Abdullah kan içine bulanmış, öldürülmüş bir hâlde idi.
Muhayyısa onu gömdü. Sonra dönüp Medine'ye geldi. Vak'ayı Pey-gamber'e arzetmek
üzere Abdurrahmân ibn Sehl ve (Ensâr'dan Mes'-ûd'un iki oğlu) Muhayyısa ile Huveyyısa
Peygamber'e gittiler [30].
(Evvelâ) Abdurrahmân söze başladı. Fakat Peygamber (S), yaşça pek genç olan
Abdurrahmân'a:
— "tik sözü yaşlıya bırak, ilk sözü
yaşlıya ver!" buyurdu. Bunun üzerine Abdurrahmân sustu. İki kardeş vak'ayı
arzetti-
ler. Sonunda Peygamber
onların üçüne:
— "Bu cinayetin Hayber'de Yahudiler
tarafından işlendiğine yemin eder ve arkadaşınızın kan bedeli olan diyete hakk
kazanır mısınız?" teklifinde bulundu.
Onlar da:
— Yanında
bulunmadığımız ve görmediğimiz pir cinayet hakkında nasıl yemîn ederiz?
dediler ve çekindiler.
Peygamber:
— "Şu hâlde Yahudiler elli yemin ile isnâd
ettiğiniz cinayetten size berâatlerini isbât ederler" buyurdu.
Da'vâcılar:
— Kâfirler güruhunun
yeminlerine nasıl tutunabiliriz? diye razı olmadılar.
Bunun üzerine
Peygamber (S) cinayetin diyetini kendi yanından verdi [31].
16-.......Abdullah
ibn Abbâs (R) haber vermiştir: Ona da Ebû Sufyân ibn Harb haber vermiştir:
Gerek Ebû Sufyân, gerek Kureyş kâfirleri ile Rasûlullah, Hudeybiye barışıyla
akdeylediği mütâreke müddeti içinde ticâret için Şam'a giden bir Kureyş
kaafilesi içinde bulunduğu sırada Rûm Kayseri Hırakl tarafından da'vet
olunmuş. Ebû Sufyân ile arkadaşları Hırakl'ın yanına gelmişler...[32].
Ve Abdullah ibn Vehb
şöyle demiştir: Bana Yûnus ibn Yezîd haber verdi ki, İbn Şihâb'a, ahd
sahibinden
olup da sihr yapan
kimseye öldürme cezası var mıdır? diye sorulmuş.
İfcn Şihâb da: Bize,
Rasûlullah'a sihr yapıldığı, fakat O'nun bu işi yapanı, kitâb ehlinden olduğu
hâlde öldürmediği haberi ulaştı, demiştir [34].
17-.......Bize
Hişâm tahdîs edip şöyle dedi: Bana babam Urve ibnu'z-Zubeyr, Âişe (R)'den:
Peygamber(S)'e sihr yapıldığım, hattâ Peygamberce işlemediği bir şeyi işlediği hayâli
verildiğini tahdîs etti [35].
"Eğer sana
hilekârlık yapmak, aldatmak isterlerse muhakkak ki, sana Allah yetişir. O seni
yardımı ile ve mü 'mirilerle destekleyen ve onların gönüllerine sevgi verip
birleştirendir. Sen yeryüzünde olan (her) şeyi toptan harcamış olsan yine
onların gönüllerini (böyle) birleştiremezdin. Fakat Allah onların aralarını
bulup kaynaştırdı. Çünkü O, mutlak gâlibdir, tam hüküm ve hikmet
sahibidir" (ei-Enfâi: 62-63)[36].
18-.......Ebû
İdrîs şöyle demiştir: Ben Avf ibn Mâlik'ten işittim, şöyle dedi:.Ben Tebûk
gazasında deriden yapılmış yuvarlak bir çadır içinde iken Peygamber'in huzuruna
geldim. (Görüşürken bana) şöyle buyurdu: "Kıyametin kopması yaklaştığı
sıra (onun alâmetlerinden olmak üzere şu) altı şeyi say:!. Benim ölümüm, 2.
Sonra Beytu'l-Makdis'in fethi,3. Sonra Mûtân öleti ki, koyun kırımı gibi o sizi
yakalayacaktır;4. Sonra mal çokluğu ki, siz bir kişiye yüz dinar verseniz bile
(yine az ve küçük görerek) hoşnûdsuzluğu ye husûmeti sürüp gidecektir;5. Sonra
bir fitne ki, Arab evlerinden girmediği hiçbir ev kalmayacak, muhakkak herbir
eve girecektir; 6. Sonra sizinle Benu 'l-Asfar (denilen Rumlar) arasında bir
barış ki, düşmanlarınız o barışı müteâkib hıyanet edip ahdi bozarak üzerinize
her bayrağın altında oniki bin nefer olmak üzere seksen kumandanın bayrakları
altında (bir milyona yakın kuvvetle) size saldıracaklardır" [37]'.
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli:
"(Eğer muahede
eden) bir kavmin hainliğinden (ahdine sadakatsizliğinden) kat yî endîşeye
düşersen, evvelâ hakk ve adalet üzere keyfiyeti kendilerine bildir ve
ahidlerini kendilerine at. Çünkü Allah hâinleri sevmez" (el-Enfâl: 58) [38].
19-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Ebû Bekr (R) nahr gününde Minâ'da i'lân yapacak
olan kimseler içinde: "Artık bu yıldan sonra hiçbir müşrik hacc, hiçbir
çıplak da Beyt'i tavaf etmesin!" diye ilâna beni de gönderdi. En büyük
hacc günü nahr günüdür. Ona en büyük hacc denilmesi, insanların umreye küçük
hacc demelerinden dolayıdır. İşte Ebû Bekr bu yıl içinde insanlara ahidlerini
atti da artık Peygamber'in yapmış olduğu Veda Haccı yılında hiçbir müşrik hacc
yapmadı [39].
'0 en şerrliler,
içlerinden kendileriyle muahede ettiğin kimselerdir ki, muahededen sonra her
defasında ahidlerini bozarlar ve onlar sakınmazlar" (ei-Enfâi: 56)
20-.......Abdullah
ibn Amr (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Dört huy vardır
ki, bunlar her kimde topluca bulunursa o kişi hâlis münafık olur: Söz
söylediğinde yalan söyleyen; va'd ettiği zaman va'dinden dönen; ahd ettiğinde
ahdini bozan; da'-vâ ve muhakeme zamanında haktan ayrılan kişi. Herhangibir
kişide bu huylardan birisi bulunursa o (kötü) huyu bırakıncaya kadar kendisinde
münafıklıktan bir huy bulunur" [40].
21-.......Alî
(R) şöyle demiştir: Bizler Peygamber(S)'den Kur'ân'dan başka birşey yazmadık;
bir de şu sahîfenin içindeki şeyleri yazdık: Peygamber (S) şöyle buyurdu:
"Medine şuraya kadar Âir Dağı arası haremdir. Kim Medine'nin bu haremi
içinde Kitâb ve sünnete aykırı bir iş işlerse yâhud bir bid'atçıyı barındırır,
yardım ederse Allah 'in, meleklerin ve toptan bütün İnsanların la'neti onun
üzerine olsun. Ondan hiçbir adalet ve hiçbir harcama kabul olunmaz. Müslümanların
emânı (ahdi) birdir. Müslümanların sayıca en azı da bu emânı yürütür. Kim bir
müslümânın verdiği ahdi bozarsa Allah'ın, meleklerin ve toptan bütün
insanların la'neti onun üzerine olsun. Ondan ne nafile, ne farz hiçbir ibâdet
kabul olunmaz. Her kim de kendi efendilerinin izni olmaksızın başka bir kavmi
velî ve efendi edinirse Allah 'in, meleklerin ve toptan bütün insanların
la'neti onun üzerine de olsun ve ondan hiçbir harcama ve hiçbir adi kabul
olunmasın" [41].
Ve Ebû Mûsâ Muhammed
ibnu'l-Müsennâ şöyle dedi: Bize Hâ-şim ibnu'l-Kaasım tahdîs edip şöyle dedi:
Bize İshâk ibn Saîd, babası Saîd ibn Amr'dan tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (bir
kerre mecliste bulunanlara):
— (Cizye ve harâc
olarak) dînâr, dirhem almayacak olursanız hâliniz nice olur? demişti de
kendisine:
— Yâ Ebâ Hureyre, sen
böyle birşeyin olacağını nasıl düşünüyorsun? denilmişti.'
Bunun üzerine Ebû
Hureyre (R):
— Evet, Ebû
Hureyre'nin nefsi elinde olan Allah'a yemîn ederim ki, ben size kendisi doğru
söyleyen, kendisine de (vahiyle) doğru söylenenin (Rasûlullah'in) sözünden
haber veriyorum, dedi.
Oradakiler:
— Pekiyi! Şu cizye,
harâc altınlarını, gümüşlerim alamamak neden neş'et ediyor? diye sordular.
Ebû Hureyre:
— Allah'ın ve Rasûlü'nün muâhedeli kimselere
verdikleri ahd ve emânlar yırtılır, atılır; o zaman Azîz ve Celîl olan Allah
zımmîle-rin kalblerini sıkıca bağlar da bu sebeble onlar ellerindeki cizye, harâc
mallarını vermezler, diye cevâb verdi [42].
(Bu önceki bâbdan bir
fasıl gibidir.)
22-.......Ben
el-A'meş'ten işittim, şöyle dedi: Ben Ebû Vâil'e:
Sen Sıffîn'de hazır
bulundun mu? diye sordum. Evet bulundum, dedi de şunları ilâve etti: Ben Sehl
ibn Huneyf ten işittim, o şöyle diyordu: (Ey insanlar!) Sizler kendi
re'ylerinizi ittihâm ediniz. Ben Ebû Cendel gününde (yânî Hudeybiye'de) kendimi
gayet iyi biliyorum ki, eğer Peygamber'in emrini reddetmeye muktedir olaydım,
onu muhakkak reddederdim. Bizler kılıçlarımızı, bizi ürkütmekte olan hiçbir
iş yolunda omuzlarımıza koymadık ki, bu kılıçlar bilmekte olduğumuz bir işin
yolunu bizlere kolaylaştırmış olmasınlar. Ancak şu işimiz müstesnadır (yânî Şâm
ehli ile aramızda vâki' olan kıtal müstesnadır) [43].
dînâr idi. Dirhem
Kisrâlar'ın; dînâr da Kayserler'in damgalarını, resimlerini taşırdı. Dirhem Irak
yoluyla İran'dan;
23-.......Bana
Ebû Vâil tahdîs edip şöyle dedi: Biz Sıffîn'de bulunduk. Sehl ibnu Huneyf
ayağa kalkıp şunları söyledi:
— Ey insanlar! Siz
kendi nefislerinizi töhrnetU kılınız. Bizler Hudeybiye gününde Rasûlullah'ın
maiyyetinde bulunduk. Eğer bizler harb etmeyi (hayırlı) görseydik, muhakkak
harb ederdik. Umer ibnu'l-Hattâb geldi ve:
— Yâ Rasûlallah! Onlar
bâtıl üzerinde, bizler ise hakk üzerinde değil miyiz? dedi.
Rasûlullah:
— "Evet, biz hakk üzerindeyiz"
buyurdu. Umer:
— Bizim ölülerimiz
cennette, onların ölüleri ateşte değil mi? dedi. Rasûlullah:
— "Evet böyledir" buyurdu. Umer:
— Öyle ise dînimiz
uğrunda bu alçaklığa hangi sebeble söz veriyoruz ve Allah henüz onlarla bizim
aramızda hükmünü vermeden biz neden dönüyoruz? dedi.
Rasûlullah:
— "Ey Haitâb oğlu! Ben Allah'ın
Rasûlü'yüm. Allah beni ebe-diyyen zayi' etmeyecektir" buyurdu.
Bunun üzerine Umer,
Ebû Bekr'e gitti ve ona da Peygamber'e söylediği sözlerin benzerini söyledi.
Ebû Bekr de Umer'e:
— Şübhesiz O, Allah'ın
Rasûlü'dür ve Allah O'nu ebediyyen zayi' etmeyecektir, dedi.
Râvî dedi ki:
Müteakiben el-Feth Süresi indi. Rasûlullah bu sûreyi sonuna kadar Umer'e karşı
okudu. Akabinde Umer:
— Yâ Rasûlallah! Feth
bu mudur? dedi. Rasûlullah:
— "Evet" buyurdu (ve Umer'in gönlü hoş
olup döndü) [44].
24-.......Esma
bintu Ebî Bekr (R) şöyle demiştir. Annem Ku-
teyle bintu'l-Hâris
müşrike olduğu hâlde Kureyş'in Rasûlullah ile muahede yaptıkları zaman, bu
müddetleri içinde babası Haris ile beraber Medine'ye benim yanıma (bâzı
hediyelerle) geldi. Esma, Rasûlullah'tan fetva istedi de:
— Yâ Rasûlallah! Annem
beni arzu ederek bana geldi. Ben onunla ilgileneyim mi? dedi.
Rasûlullah (S):
— "Evet, annene ilgi ve iltifat eyle"
buyurdu [45].
25-.......Bana
el-Berâ (R) şöyle tahdîs etti: Peygamber (S) –altıncı yılın zu'1-ka'desinde-
umre yapmak istediği zaman, Mekke'ye girmek için onlardan izin istemek üzere
Mekke ahâlîsine elçi gönderdi. Mek-keliler Peygamber'e (gelecek yıl girmesini,)
Mekke'de ancak üç gece ikaamet etmesini, Mekke'ye ancak kılıç ve yay gibi
silâhlar kınları içinde olarak girmesini ve Mekkeliler'den hiçbir kimseyi
da'vet etmemesini şart koştular.
Râvî dedi ki: Bu
şartları aralarında Alî ibn Ebî Tâlib yazmaya başladı ve: "Bu, Muhammed
Rasûlullah'ın üzerinde sulh olduğu anlaşma maddeleridir" yazdı.
Müşrikler:
— Biz senin Allah'ın
Rasûlü olduğunu bilmiş ve tasdîk etmiş olaydık, seni Beyt'ten men' etmezdik ve
elbette sana bey'at ederdik. Fakat sen: "Bu Abdullah oğlu Muhammed'in
üzerinde anlaştığı maddelerdir" diye yaz, dediler.
Bunun üzerine
Peygamber:
— "Allah 'ayemîn ederim ki ben Abdullah'ın
oğlu Muhammed'-im ve yine Allah'a yemin ederim ki, ben Allah'ın
Rasûlü'yum" buyurdu.
Kendisi yazmıyordu.
Râvî dedi ki:
Resûlullah, Alî'ye hitaben:
— "Rasûlullah lafzını sil" buyurdu.
Alî:
— Vallahi ben Rasûlullah lafzım ebediyyen
silmem! dedi. Peygamber:
— "Öyleyse onu bana göster!" buyurdu.
Râvî dedi ki: Alî,
Peygamber'e o lâfzı gösterdi, Peygamber de kendi eliyle Rasûlullah lâfzını
sildi. Ertesi yıl Peygamber Mekke'ye girip şart kıldıkları üç gün (ikaamet
süresi) geçince, Mekkeliler Alî'ye geldiler ve:
— Peygamber'ine söyle de hemen Mekke'den
hareket etsin! dediler.
Alî de bunu
Rasûlullah'a zikretti. Bunun üzerine Peygamber:
— "Evet (müddet tamam)" buyurduktan
sonra hareket etti [46].
26-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Ka'be'nin yanında secde edici
olduğu sırada etrafında Kureyş müşriklerinden birtakım insanlar vardı. Bu
sırada Ukbe ibnu Ebî Mu-ayt, (kesümiş olan) bir devenin döl eşini getirdi ve
onu, secde hâlindeki Peygamber'in sırtı üzerine attı. Peygamber secdeden başını
kaldırmadı. Nihayet kızı Fâtıma aleyhi's-selâm geldi, onu sırtından aldı ve bu
i ji yapan kimseler aleyhine beddua etti.
Peygamber de (namazını
tamamlayınca):
— "Yâ Allah!
Kureyş'ten olan bu topluluğu Sana havale ediyorum. Yâ Allah I Ebû Cehl ibn
Hişâm 'ı, Utbe ibn Rabîa 'yi, Şeybe ibn Rabîa'yı, Ukbe ibn EbîMuayt'ı,
ÜmeyyeibnHalefi-yâhud: Ubeyy ibn Halefi- Sana havale ediyorum (yânı bunları
yakala da helak eyle)/" diye beddua etti.
Abdullah şöyle dedi:
Allah'a yemîn ediyorum ki, ben bu sayılanları Bedir gününde öldürülmüşler
gördüm. Sonra bunlar bir kuyunun içine atıldılar. Ancak Ümeyye ibn Halef yâhud
Ubeyy ibn Halef müstesnadır. Çünkü bu iri bir adamdı. Onu kuyuya atmak üzere sürükledikleri
zaman, kuyuya atılmadan önce bütün eklemleri parça parça oldu [49].
27-........
Bize Şu'be, Süleyman el-A'meş'ten; o da Ebû Vâil'den; o da Abdullah ibn
Mes'ûd'dan; keza Sâbit'ten ve Enes'ten tah-dîs etti ki, Peygamber(S):
"Ahdini bozan her kişi için kıyamet gününde bir bayrak vardır"
buyurmuştur. Râvîlerin biri "Bayrak dikilir"; diğeri de:
"Kıyamet gününde kendisiyle ahde vefasızlık derecesinin tanınacağı bir alâmet
(bir bayrak) görülür'' şeklinde rivayet etmiştir.
28-.......Bize
Hammâd, Eyyûb'dan; o da Nâfi'den tahdîs etti ki, İbnu Umer (R): Ben
Peygamber(S)'den işittim; "Verdiği sözünde durmayıp cayan her gaddar kişi
için ahde vefasızlığı sebebiyle (bir alâmet) bir bayrak dikilir"
buyuruyordu, demiştir [50].
29-.......Abdullah
ibn Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûluüah (S) Mekke'nin fethi günü:
— "Mekke fethinden sonra (artık Mekke'den
Medine'ye) hicret yoktur. Mekke'den yalnız cihâd kasdı ve ilim tahsili niyetiyle
çıkıla-bilir. Devlet tarafından cihâd seferine hareket etmeniz istendiği zaman
hemen toplanıp seferber olunuz" buyurdu.
Ve yine Rasûlullah
Mekke fethi günü:
— "Şübhesiz ki Allah bu beldeyi, gökleri
ve yeri yarattığı günden beri haram kılmıştır.'İşte bu Mekke şehri Allah 'in
haram kılması sebebiyle kıyamet gününe kadar haram (yânî ihtiram edilmesi
vâcib) olmuştur. Ve şu da muhakkak ki benden evvel burada harb etmek hiçbir
kimseye halâl olmamıştır. Benim için de sâdece bir gündüzün bir saatinde halâl olmuştur.
Binâenaleyh Mekke, Allah'ın haram kılması sebebiyle kıyamete kadar haram bir
şehirdir; dikeni kesilmez, av hayvanları ürkütülmez, orada düşürülmüş şeyi
ancak sahibini arayacak olan kimse uzanıp alabilir, Mekke'nin yeşil otları da
koparıl-maz" buyurdu.
Bunun üzerine
el-Abbâs:
— Yâ Rasûlallah! Izhır
otu müstesna olsun! Çünkü o Mekkeli-ler'in demircileri ve kuyumcuları ve evleri
içindir! dedi.
Rasûlullah:
— "Izhır müstesna olsun!" buyurdu [51].
[1] "Kitâb" lâfzı Ebû Nuaym ile İbnu Battal
yanında vâki' olmuştur; diğerlerinde "Kitâb" yerine "Bâb"
vardır. Besmele ise, Ebû Zerr nüshası müstesna, bütün nüshalarda vardır.
[2] Bu "Bâb", Muhammed Fuâd Abdulbâkî'nin
tertîblediği Buhârî nushasındadır.
Buhârî buraya kadar
Arab yarımadasındaki müşriklere karşı açılan cihâd ve bununla ilgili medenî,
insanî kaanûnlar, ganîmet mallarının taksimi; ganî-met ve devlet malına karşı
hıyanetin dünyevî ve uhrevî ukûbetleriyle alâkalı hadîsleri getirmişti. Burada
ise Arab yarımadası dışındaki kitâb ehli milletler ve Mecûsîler'Ie cizye ve
mütâreke gibi askerî, siyâsî ve iktisadî münâsebetleri tan-zîm eden hadîsleri
getirecektir.
[3] Bu âyette Allah'a ve âhiret gününe îmân, haram kılınan
şeylerin harâmlığına i'tikaad esâslarından sonra dindarlığın en yüksek ayırıcı
bir vasfı bildirilmiştir ki, Hakk dîni dîn edinmektir. Bu da yalnız İslâm
Dîni'ne hâs bir vasıftır. Çünkü Allah'ın haklarını, kulların umûmî
menfâatlerini inceden inceye tedkîk ederek her ikisini te'lîf eden İslâm
Dîni'dir...
Bu âyette kitâb ehline
karşı açılması emroiunan cihâd, taarrûzî mâhiyette değildir. Harb, son
başvurulan bir müdâfaa şeklidir. Coğrafî durum i'tibâriyle Arabistan yarımadası
en büyük iki devletin; İran ile Bizans'ın devamlı tehdidi aıunda bulunuyordu.
Cizye, ehli kitâbdan
müslümân olmayanların bir muahede ile nüfûs başına vermeyi taahhüd ettikleri
bir vergidir. Bu vergi bir bakımdan kitâb ehlinin İslâm diyarında ikaametleri;
hayât, mal ve dîn hürriyetlerinin korunması karşılığında zimmetlerine terettüb
eden bir vazîfedir. Bu cihetle kendilerine zımmî denilmiştir.
Öbür bakımdan müslümânlıktan çekinmelerinin cezasıdır. Âyetin son fıkrasında
bu vergiyi ödemeyi üstlenenlerin bu vergilerini bizzat kendileri getirip
zelîlâne bir vaziyette vermelerinin şart kılınmış olması da bunu te'yîd etmektedir.
Böylece muâhidlere her vergi verdikçe müslümânlıktan çekinmelerinin fenalığı
hatırlatılmış olacaktır. Bu âyetle ilgili güzel bir tefsir ile cizye vergisi
hakkındaki hukukî tafsîlât için bak: Hakk Dîni..., III, 2504-2509.
[4] Burada İmâm Buhârî'nin âyetteki "Sâgirûn"
lâfzına âid bir tefsiri; kendilerinden cizye vergisi kabul edilebilecek
taifelerin kimler olduğu; bu verginin mutta-rıd olmayıp her muhite ve muhitteki
halkın zenginlik ve fakirliğine göre değişik olduğu hususlarına işaret
edilmiştir.
[5] Bu hadîsin yukarıdaki bâb başlığına uygunluk noktası,
Rasûkıllah'ın Mecûsîler'den cizye vergisi aldığına dâir olan Abdurrahmân ibn
Avf'ın şehâdetidir. Mezheb hürriyeti İslâm Dîni'nin i'lân ettiği medeniyet
düstûrlarının en mü-himmİ olduğu ve Mecûsî örfünde iki mahrem arasında
nikâh câri ve mu'teber bulunduğu hâlde, Umer'İn birbirine mahrem olan kan koca
arasının ayrılmasını emretmesi, bu mezheb hürriyetine aykırı görülebilir.
Hadîs sarihleri bu şüb-heyi def için Umer'in bu emri Mecüs mezhebinin nikâh
hakkındaki hükmünü nehiy ve ilgaya ma'tûf olmayıp, İslâm Dîni'nde yasak edilmiş
olan bu çiftleşmeyi Mecûsîler'in açıktan yapmamalarını ye müslümânlardan îmânı
zayıf olanlar arasında fitne düşürmeye sebeb olmamasını te'mînden ibaret
bulunduğunu kaydetmişlerdir. Nitekim Umer, Hrİstiyanlar'm takındıkları salîbin
de açığa çıkarılmasını ve Nasârâ akidelerinin ifşa edilmesini de yasak etmiş
idi.
Hadîste ismi geçen
Becâle ibn Abede el-Basrî et-Teymî et-Tâbiî'dir. O yıl Basra ahâlîsiyle kendisi
de hacc yapmış ve bu rivayeti İşitip nakletmiştir. Mus'ab ibnu'z-Zubeyr, o
sırada Mekke'de Halîfe olan kardeşi Abdullah ibnu'z-Zubeyr tarafından Basra'da
vâlî bulunuyordu. Hacc mevsiminde Basra kaafilesiyle hacca gelmişti.
Cez' ibnu Muâviye İse
Umer'in Basra'dakİ vâlîsi idi. Mektubunda, yânî hadîste ulaştığı zikredilen
emirnamesinde daha başka hususlar da vardı.
Bahreyn Muahedesi: Arab
yarımadası dışında yapılan muahedelerden birincisi muayyen vergi mukaabilinde
Bahreyn Mecûsîleri'yle yapılan muahededir. Bu muahede müslümânlann ve Beytül'l-mâl'm
fakirlik ve ihtiyâç İçinde bunaldığı bir zamana tesadüf ettiğinden, buradan
alman cizye bedelleri pek ziyâde sevince sebeb olmuştu. Gelecek hadîs bu
vak'ayı anlatmaktadır.
[6] Hadîsin başlığa uygunluğu "Rasûlullah Ebü
Ubeyde'yi cizye mallarını getirmek üzere Bahreyn'e gönderdi. Ebû Ubeyde
Bahreyn'den birçok malla geldi..." sözlerinden alınır. O zaman Bahreyn
halkı Mecûsî idi.
Bu hadîste devlet başkanının milletine müjde vermesi, umutlarını
genişletmesi hikmetleri vardır. Keza bunda Peygamber'in müslümânlann müstakbel
fetihlerini haber vermesinin peygamberlik alâmetlerinden bulunduğu, dünyâ malı
hususunda nefsâniyet yarışı yapmanın dîni ve milleti helake sürüklediği tenbîhi
vardır.
[7] Büyük hadîsçi ve tarihçi Bedruddîn Aynî şöyle
demiştir: Râvî bü hadîsi rivayet ederken birçok târîhî bilgileri terk ve ihmâl
etmiştir. Okuyucuların gönüllerine genişlik vermek için burada sözün biraz
açıklanması gerekir. Bunun için şunları söyleyelim, muvaffakiyet ancak Allah'ın
yardımıyledir.
Sa'd ibn Ebî Vakkaas
kumandasında sevkedilen bir ordu Kaadisiyye'ye vardığında Kisrâ Yezdecerd,
müslümânları Rüstem kumandasında yüzyirmibin kişilik muazzam bir ordu ile
karşıladı. Bu ordunun sağ kanadında Hürmüzân bulunuyordu. Ordu içinde otuzüç
tane de harb fili bulunduğunu söylemek, bu ordunun techîzâtça da mükemmel
olduğunu ifâde etmek için kâfi gelir. Buna karşı İslâm ordusunun mevcudu ise,
İbn İshâk'ın rivayetine göre, çok zayıftı. Hicretin ondördüncü yılı
muharreminin hilâline tesadüf eden bir pazartesi günü cereyan eden kanlı bir
muharebe neticesinde iki ordu arasındaki nisbetsiz farka rağmen İran ordusu
bozuldu. O sırada esen şiddetli bir rüzgârın başkumandan Rüstem'in tahtı ve
mevkıbı başta olmak üzere, İran ordusunun bütün çadırlarını bozup altını üstüne
çevirmesi, bozgunun mühim âmili olmuştu. Bu bozgunluğu, Rüstem'in beyaz bîr
katıra binerek kaçması ve İslâm bahadırları tarafından kovalanıp Hilâl adında
bir mücâhid tarafından öldürülmesi tamamlamıştı. Hilâl, Rüstem'in tahtına
çıkarak Rüstem'i öldürdüğünü i'lân etmesi üzerine, tran ordusunda müdhiş bir
panik başladı. Bu bozulanları müslümân-lar ta'kîb ettiler. Onbin kişiyi
kılıçtan geçirdiler. Otuzbin esîr aldılar ve ta'kîbe devam ederek İranlılar'ın
o zamanki saltanat merkezi olan Medâyin'e kadar ko valadılar. İslâm ordusu
Medâyin'e vardığı zaman başkumandan Sa'd ibn Ebî Vakkaas, Kisrâların sarayına
girmiş ve onu bomboş görünce şu âyeti okumuştu:
(- Onlar bağlardan,
pınarlardan, ekinlerden, güzel konaklardan, içinde nâz ve naîm ile yaşadıkları
ihtişamlardan neler (nice şeyler) bıraktılar. İşte (emir) böyledir. Biz bütün
bunları başka başka kavimlere mîrâs verdik. Ne gök, ne yer onların üstüne
ağladı. Onlara mühlet de verilmedi) (ed-Duhan: 25-29).
Hürmüzân da bu kaçanlar
içinde bulunuyordu. Medâyin'de bir sulh yapıldı ise de, bilâhare İranlılar bu
sulhu bozduklarından, Ebû Mûsâ el-Eş'arî kumandasındaki İslâm kuvvetleri
tarafından Hürmüzân idaresindeki İran ordusu Tus-ter'de kuşatılarak iyice
sıkıştırıldı. Bunun üzerine Hürmüzân, Ebû Mûsâ el-Eş'arî'den emân isteyerek, kendisinin
Medine'ye Halîfe'ye gönderilmesini rica etti. Ebû Mûsâ tarafından ricası kabul
edilerek ganimet malının beşte biri ile beraber Hz. Umer'e gönderildi. Hürmüzân
Acem meliklerinin en büyüklerinden idi. Ahvâz, Cunduşâpur, Sus gibi birçok
İran mıntıkaları onun hâkimiyeti altında idi. Hürmüzân Medine'ye Halîfe'nin
huzuruna çıkarılıp, Umer onu görünce hemen Allah'a karşı şükür secdesi etmiş,
sonra aralarında görüşmeler başlamıştır. Ve Halîfe'nin huzurunda kendi arzusu
ile müslümân olmuştur. Kendisi ile beraber ailesi, çocukları ve bütün maiyyeti
halkı da müslümân olmuşlardır. Umer'in kaatili Ebû Lu'lu'nun, Hürmüzân'ın
teşviki ile bu cinayeti işlediği bâzı kimseler tarafından iddia edildiği için
Umer'in oğlu Ubeydullah tarafından öldürülmüştür (Umdetu'l-Kaarî, VII, 187-188;
K.Mirâs tercemesinden özetle).
[8] Harb, özet olarak şöyle cereyan etmiştir: Nu'mân,
askerin sağ kanadına Hu-zeyfe'yi, sol kanadına da kardeşi Nuaym ibn Mukarrin'i
kumandan ta'yîn etti. Ve öğle sıcağı geçinceye kadar düşmanın saldırılarına
karşı geriledi. Sonra Nu'mân, müsâid zaman gelince askeri karşı-saldınya
şevketti. Kanlı bir muharebe cereyan ederken Nu'mân birkaç yerinden yaralandı.
Bunun üzerine bir de atının ayağı sürçmekle mecalsiz bir hâlde yere serildi.
Yere düşen bayrağı Huzeyfe ibnu'l-Yemân alarak harbetti. Akşam üzeri zafer
gerçekleşti. Nihâvend alındı. Otuzbin esîr ve birçok mücevher ganimet alındı.
Umer'in kaatili Ebû Lu'lu de bu esirler arasında idi. Huzeyfe bu ganimet
malının beşte birini ayırdıktan sonra, kalanını mücâhidlere taksim etti. Beşte
birini Medine'ye gönderdi. Umer, bunların da satılıp mücâhidlere taksim
edilmesi için Huzeyfe'ye geri gönderdi ve Nu'mân'm şehâdetine üzülüp ağladı. Bu
da İran harbinin ikinci safhasıdır..
Hadîsin başlığa
uygunluğu en-Nu'mân ibn Mukarrin'in düşmanla muharebeyi geri bırakması,
güneşin ortadan kayıp rüzgârların esmesini beklemesi-dir. Hadîsin son
fıkrasının ma'nâsı da bundan ibarettir (Aynî).
[9] el-Buhârî bu başlıkla devlet başkanının bir ülkenin
meliki ile barış anlaşması yaptığında, bu anlaşma hükümlerinin İslâm harb
hukukuna göre, o ülke halkı hakkında da geçerli olduğunu isbât etmek
istemiştir. Hükmün tatbîkaatında ayrı görüşler olduğu için başlığı soru hâlinde
sevketmiştir.
[10] Hadîsin başlığa uygunluk noktası, Peygamber'e takdîm
edilen hediyelerin Peygamber tarafından kabul edilmesi ve Eyle Melikİ'ne Akabe
Körfezi sonunda ve sahil boyundaki köyler hakkında verdiği emânnâmenin bütün
tebeası Yahûdî-ler hakkında da geçerli olmasıdır.
İbn İshâk, Peygamber'in
emânnâme olarak verdiği bu mektubu şöyle rivayet etmiştir:
"Bismniahi'r-rahmâni'r-rahîm. Bu mektûb Allah tarafından ve Allah
'm Ra-sûlü Muhammed Peygamber tarafından Buhne ibnu Ru'be'ye ve Eyle halkına
denizde gemilerinin, karada kendileri ve kervanlarının serbest dolaşmalarına
dâir bir emânnâmedir" (îbn Hacer, Aynî).
İbn İshâk'ın "Bu
emânnâmedir" ta'bîriyle rivayet etmesine göre, emânnâ-me dediğimiz yazı,
kara ve deniz seyrüsefer serbestîsi hakkındaki muahedenin yalnız bir unvanıdır.
Akdin iki tarafında bulunanların isimlerinin ve akdin konusunun zikrinden
ibarettir. Muahedenin asıl siyâsî metni hadîste bildirilmemiştir. Sarihlerin ve
siyercilerin nakillerine göre, Peygamber Eyle sahillerini idâri istiklâli hâiz
birtakım ufak mmtakalara ayırmıştır. Bunların hepsini Eyle Melİ-ki'nin
hâkimiyetine vermiştir ki, bir nevi' idarî ademi merkeziyet sistemidir ve Peygamber'in
yüksek siyâsetinin açık bir numûnesidir.
Bu hadîs Zekât'ta,
"Mahsûl tahmini bâbı"nda da geçmişti.
[11] Bu, ed-Dahhâk'ın şu âyeti tefsiridir:
"Eğer onlar size
galebe ederlerse hakkınızda ne bir yemîn, ne de bir vecîbe gözetip
tanımazlar.." (et-Tevbe: 8);
' 'Onlar bir mü 'min hakkında ne bir yemîn, ne de bir vecîbe gözetip
tanımazlar. Onlar taşkınların tâ kendileridir'" (et-Tevbe: 10)
[12] Bu, Umer'in Öldürülmesi kıssası hakkındaki uzun
hadîsin kısaltılmış bir parçasıdır. Umer'in Menkabeleri bölümünde daha geniş
bilgiler verilecektir, el-Muhalleb: Bu hadîste ahde vefaya; işlerin sonlan
hakkında iyi düşünüp görmeye; mal ve mal kazanma asıllarını iyiliştirmeye
teşvik vardır, demiştir (İbn Ha-cer).
"Ve ıyâlinizin rızkıdır": Çünkü zimmeti, yâni ahdi gözetmek
sebebiyle cizye hâsıl olur; cizye de müslümânlara taksim edilir; çoluk
çocukları ve diğerlerinden olmak üzere müslümânların iyiliklerine sarf
edilir... (Kastallânî).
[13] Başlıkta üç mes'ele vardır. Başlık altında da üç hadîs
vardır. Bu hadîsler sıra ile bu mes'elelere cevâb olarak tevzî' edilmiştir.
Birinci hadîs Peygamber'in bir işe kasdettiğîni ve bunu Ensâr'a birkaç kerreler
işaret ettiğim, onlar bunu kabul etmeyince terkeylediğine delâlet etmektedir.
Buhârî bi'l-kuwe olan şeyi bi'1-fiil olan şey menziline indirmiştir. O
da Peygamber hakkında apaçıktır. Çüijkü Peygamber ancak işlemesi caiz olacak
şeyleri emreder (İbn Hacer).
[14] Bu Câbir hadîsi başlığın ikinci mes'elesine cevâbhğa
uygundur. Bu hadîs daha önce geçen Şirb ve Beşte bir Kitâblan'nda da geçmiş ve
bâzı açıklamalar oralarda verilmişti.
[15] Bu hadîs, Namaz Kitâbı'nda, Mescidde taksim yapmak ve
hurma salkımı asmak bâbı'nda da geçmişti.
Abbâs'm verdiğini .zikrettiği fidye, Bedir'de uğradığı ağır ziyanı ve
kendi fidyesiyle beraber kardeşinin oğlu Akîl ibn Ebî Tâlib'in, diğer
biraderinin oğlu Nevfel ibnu'l-Hâris ibn Abdiimuttalib'in ve Peygamber'in
dâmâdı Ebû'l-Abbâs ibnu'r-Rabî'in fidyeleridir. Bunlar için çok fidye verdiğini
hatırlatarak, çok mal almak istemiştir.
Rasûlullah'ın Alâ
İbnu'l-Hadramî ile Sâsânîler'in Bahreyn hükümdarı olan Munzir ibn Sâvâ'ya
gönderdiği mektûb üzerine, Munzir ile beraber Bahreyn ahâlîsinden birçokları
îmân etmiş, etmeyenler de Mecûsiyet veya Yahûdîyet üzere kalmıştı. İslâm'ı
kabul etmemiş olanlarla harâc ve cizye vermek üzere barış yapıldıktan sonra,
bütün Bahreyn üzerine Peygamber tarafından Alâ ibnu'l-Hadramî vâlî ta'yîn
olundu. Vakti gelince bu harâc mallarını alıp Medîne'ye getirmeye Ebû Ubeyde
me'mûr oldu. Ebû Ubeyde yüzbin (dirhem veya dînâr) getirmişti. Peygamber
zamanında gelen mal bu İdi. O güne kadar ele geçen zekât ve ganimet
mallarından hiçbiri bu mikdâra ulaşmamıştı. İbn Sa'd'ın rivayetine göre Alâ
İbn Hadramî'nin oraya gönderilmesi, Huneyn ganimetlerinin taksiminden sonra,
yânî sekizinci yılın sonlarında olmuştu.
[16] Hadîsin başlığa delîlliği bellidir.
[17] Umer'in naklettiği bu fıkra, Kitâbu'l-Muzâraa'da
Hayber ehlinin kıssasını anlatan uzunca hadîsin bir parçasıdır. Orada
"Mal sahibi, Allah'ın seni bıraktığı sürece ben seni yerinde
bırakıyorum... bâbı"nda (V. cilt, 17. bâb, s. 2169) bununla ilgili bâzı
bilgiler verilmişti.
[18] İbn Hacer'in dediği gibi burada zikredilen Yahudiler,
Kaynukaa, Kurayza ve'n-Nadîr oğullan Yahûdîleri'nİn sürülmesinden sonra
Medîne'de geri kalmış olan Yahûdîler'dir. Çünkü bunların sürülmesi işi Ebû
Hureyre'nin İslâm'ından önce olmuştur. Zîrâ Ebû Hureyre Hayber fethinden sonra
gelmiş idi (Kastallânî). Hadîsin başlığa uygunluğu, Peygamber'İn Yahûdîler*i çıkarmayı
kasdetme-sidir. Çünkü Peygamber Arab arazîsinde müslümânlardan başkasının bulunmasını,
ölümü gelinceye kadar istemiyordu. Ölümü sırasında Yahûdîler'in Arab
yarımadasından sürülmelerini vasiyet etti. Bu vasiyet Üzerine Umer (R) onları
sürdü. el-Buhârî bu hadîsi İkrah, I'tisâm, Mağâzî Kitâbları'nda da getirmiştir
(Kastallânî).
[19] Hadîsin başlığa uygunluğu "Bütün müşrikleri Arab
yarımadasından çıkarınız" emrindedir. Eğer; başlık Yahûdîler'in
çıkarılmasıdır, müşrik ise Yahudi'den daha umûmîdir dersen, şöyle cevâb
veririm: Başlıkta ancak Yahudiler zikredilmiştir; çünkü onların çoğu Allah'ı
tevhîd ediyorlar. Böyle iken onlar çıkarılmayı hakk ediciler olunca, diğerleri
çıkarılmaya daha elverişlidirler (Aynî).
Buhârî bu hadîsi, bâzı küçük farklarla İlim ve Cihâd Kitâblan'nda da getirmişti.
[20] Buhârî, bu cinayete cür'et eden Yahûdî karısına
Peygamber'in ceza ta'yîn edip etmediği hakkında farklı rivayetler bulunduğu
için, başlığı soru şeklinde bırakmış, hükmü açıklamamıştır.
Müslim'in bir
rivayetinde sahâbîler: Yâ Rasûlallah, bu kadını öldürelim mı? diye sormuşlar.
Rasûlullah: "Hayır öldürmeyiniz"buyurmuş. Zuhrî de: Bu Yahûdî kadını
müslümân oldu da serbest bırakıldı, demiş. Ebû Seleme'nin Câbir'-den
rivayetinde Rasûlullah bu kadını kısâsen öldürtmüştür. Beyhakî her iki rivayeti
şöyle te'lîf etmek istemiştir: Bu kadını Rasûlullah evvelâ serbest bırakmıştır.
Fakat sonra o zehirli koyun etini yiyenlerden Bişr ibn Berâ'mn vefatı üzerine
kısas ettirmiştir. Şu hâlde Rasûlullah evvelâ kendi şahsı hesabına ceza vermemiş,
sonra Bİşr'in vefatı üzerine kısas ettirmiştir.
Vâkıdî'nin Zuhrî'den bir rivayetine göre Peygamber bu kadına: "Bu
hıyaneti nasıl bir zaruret üzerine işledin?" diye sormuş. Kadın: Bu
Hayber vak'a-sında babam, amcam, kocam, kardeşim arka arkaya öldürüldüler de
onların acısıyle yaptım, demiştir (Özetle Aynî).
[21] Hadîsin baslığa uygunluğu, Hayber Yahûdîieri'nin
Peygamber'e hıyanet etme-"rfb!rkadm eliyle O'na zehirli bir koyun hediye
etmeleri; O'nun da bu kadını ^ffpîmesi vâhud ceza vermesi bakımındandır.
Buhârî bunu Mağâzî ve Tıbb Kitâblan'nda da getirdi (Aynı).
[22] Bu kıssa, namazda ve hutbede müslümânların düşmanları,
muhalefet edenleri, ahdi bozup döneklik edenleri aleyhine beddua etmenin
cevazında bir asıldır (Aynî).
Bu hadîs Vitr
Kitâbı'da, Rukû'dan önce ve sonra kımût bâbi'nda da geçmişti.
[23] Hadîsin başlığa uygunluğu "Yâ Ümme Hâni'! Senin
ahd ve emân verdiğin kimseye biz de ahd ve emân verdik" sözündedir.
Bundan, mü'min bir
kadının da kâfire verdiği emânm müslümânlarca makbul olduğu açıkça belli olur.
Bir müslümânm zimmeti, bütün müslümânların zimmeti demektir. Tafsilâtı fıkıh
kitâblarına âiddir.
Râvî İbnu Hubeyre'nin
ismini mübhem bıraktığı için şahsının ta'yîninde ihtilâf edilmiştir. Hubeyre
ibn Vehb el-Mahzûmî, Ümmü Hâni'in kocası olup, Mekke'nin fethi üzerine Necrân'a
kaçarak şirk üzere ölmüştür. Himayeye alınıp affedilen kimse de fetih günü
Peygamber tarafından i'lân edilen sulh ve emânı kabul etmeyerek, Hâlid
ibnu'l-Velîd'in kumandasındaki müfrezeye karşı çarpışmaya girişen küçük gruba
dâhil olanlardan idi. Ümmü Hâni'in Hubeyre'den, Umer, Hâni', Yûsuf, Ca'de
isimlerinde dört oğlu vardı. Hubeyre'nin diğer bir kadından Ümrnü Hâni' yanında
bir oğlu daha olması ihtimâlinden bahsedenler de vardır ki, şefaat edilen ya
oğlu Ca'de yâhud ismi hatırda kalmayan bu üvey oğludur. Ümmü Hâni'den gelen
diğer bir rivayette şefaat edilenin bir değil, iki olduğu da zikrediliyor.
Hulâsa kocası Hubeyre ibn Vehb'İn kabilesinden bâzı kimseler Hâlid
İbnu'l-Velîd ile olan Çerha muharebesinden sonra içlerinden biri veya ikisi
Ümmü Hâ-ni'e sığınmışken, kardeşi Alî onu öldürmeye kalkışmış. Ümmü Hâni'
Mekke'nin üst başında Abtah'ta kurulan büyük çadır içinde Rasûlullah'tan
şefaat istemiş, O da: " çJ 'J- £i < o>i 'J. ti_£Î = Senin emân
verdiğine biz de emân verdik; senin emin kıldığım biz de emin kıldık"
buyurmuştur. (Tecrîd Ter., II, 235). Bu hadîs Gusl ve Namaz Kitâbları'nda da
geçti.
[24] "Müslümanların zimmeti, emânı birdir" yânî
bir müslümânm kâfire emânı bütün müslümânlarca sahihtir; mu'teberdir.
"Onların azı da bu emânı yürütür", yânî müslümânlardan aşağı olanı,
şerif olanı, azı, kadını, erkeği bir kimseye ahd ve emân verirse, bu, bütün
müslümânlarca verilmiş bir emân kabul edilir. Artık onların bunu bozmaları
olmaz. Bu hususta mezheb imamları arasında bâzı farklı görüşler olmakla beraber
İmâm Mâlik, Sevri, el-Evzâî, el-Leys, eş-Şâfiî ve Ebû Sevr kölenin emânmın da
cevazında ittifak etmişlerdir.
Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf, kölenin emân vermesi caiz olmaz, demişlerdir...
(Aynî).
[25] Hadîsin başlığa uygunluğu "Müslümanların emânı birdir"
sözündedir. "Onların ednâsı, yânî azı da bu emânı yürütür" kısmına
gelince, bunu Ahmed ibn Hanbel Müsnetf inde rivayet etmiştir. Tirmizî, Alî İle
Abdullah ibn Amr'dan da Ahmed'İn rivayeti gibi rivayet edildi, dedi.
"Onların ednâsı" ta'bîrinin içine tek kişi; kadın, köle, hürr girer.
Ebû Hanîfe'ye göre köle buna dâhil olmaz. Bu hadîs, Medîne Haremi bâbi'nda da
geçmişti.
[26] İbnu'l-Munîr dedi ki: Bu başlığın maksadı, delîller
lafzî olsun yâhud gayrı lafzî olsun; hangi dil ile olursa olsun; bütün maksadlarm
delilleriyle mu'teber olacağıdır.
[27] Bu, Buhârî'nin Mağâzî'de Fetih gazvesinde getirdiği
uzun hadîsin bir parçasıdır: Peygamber (S) Hâlid'i Benû Cezîme üzerine
gönderdi. Hâlid bunları İslâm'a da'vet etti. Fakat bunlar: "Eslemnâ( = Biz
müslümân olduk)" demesini becereme-diler. Bunun yerine "Saba'nâ,
saba'nâ( = Şirkten çıktık, şirkten çıktık, müslümân olduk)" demeye
başladılar. Bunun üzerine Hâlid bunları esîr etmeye ve öldürmeye girişti...
Peygamber Hâlid'in bu işinden Allah'a sığındı.
Saba' bir dînden çıkıp başka bir dîne girmek ma'nâsınadır. Kureyş müşrikleri
de her müslümân hakkında bu ta'bîri kullanırlardı. İbn Umer, Benû Ce-zîme'nin
"Saba'nâ, saba'nâ" sözleriyle hakîketen müslümân olduk demek
istediklerini anlamıştı. Hâlid ise bununla yetinmeyerek İslâm kelimesinin açıkça
söylenmesi lâzım geldiği i'tikaadmda idi. Bunların müşriktik gayretiyle bir
inâdla İslâm kelimesini söylemediklerine kaanî' idi ve bu kanâatle onları öldürmüştü.
Peygamber de Hâlid'i acele ettiği, hukukî durumu tesbît etmediği İçin duâ
ederek şifahî ukubetle yetinmiştir. Peygamber'in Hâlid'in fiilini sevmemesi,
her kavimden bilmekte olduğu dil ile yetinmeye delâlet etmiştir.
[28] Umer'in birinci sözünü Abdurrazzâk senediyle rivayet
etmiştir. "Mettersun" kelimesinin zabtında birkaç şekil vardır. Bu
Farsça bir kelimedir, ma'nâsi korkma demektir. Çünkü Acemlerce "Mim"
nefiy kelimesidir, "Turs" de onlarca korku ma'nâsınadır. Onlar bir
kimseye korkma demek istedikleri zaman kendi dilleriyle "Mettersun"
ta'bîrini söylüyorlardı...
Umer'in Hürmüzân'la bu konuşmasını İbn Ebî Şeybe ile Ya'kûb ibn Ebî
Sufyân kendi târihinde Enes'ten sahîh bir sened İle rivayet etmişlerdir. Bu bâb
başlığı el-Hamavî ile el-Müstemlî nüshalarında sabittir.
[29] Bu el-Enfâl: 61. âyeti müşriklerle barış anlaşması yapmanın
meşrû'luğuna delâlet edicidir.
[30] Abdurrahmân ibn Sehl, öldürülen Abdullah ibn Sehl'in
kardeşidir. Her ikisi de Muhayyısa ile Huveyyısa'mn kardeşi oğullarıdır.
[31] Hadîsin başlığa uygunluğu "O zaman müslümânlarla
Hayberliler arasında barış vardı" sözünden alınır. Ve tam uygunluk da
"Peygamber (S) cinayetin diyetini kendi yanından verdi" sözünden
alınır. Çünkü bu, müşriklerle mal mukaabili yapılan bir sulh anlaşmasıdır.
Buhârî bunu Sulh, Edeb, Ahkâm Kitâblan'nda da getirdi (Aynî).
İlk yeminin, diğer da'vâlardakinin
aksine, da'vâcılara tekiîf edilmesi, yalnız Kasâme da'vâsına âid müstesna bir
hususiyettir. Kasâme bir nevi' yemîndir , ki, o ya öldürülenin velîleri veyâhud
onların isteği üzerine öldürenin velîleri ta-: rafından elli kişinin ettiği
yemine denir. Bu hadîste rivayet olunan vak'a gibi! kimsenin tasarrufunda
olmayan boş bir yerde yaralı olarak bir maktul bulunur da öldüreni bilinmezse,
öldürülenin veresesi, civarındaki köy ahâlîsi tarafından' öldürüldüğünü iddia
ederler ve bu iddialarını elli kişinin yemîni ile te'yîd ederlerse,
öldürülenin diyetine hakk kazanırlar. Yâhud da maktulün velîsinin isteği
üzerine köylülerden onun seçtiği elli kişinin redde dâir yemîn etmeleridir ki,
buna da Kasâme denir ve bu suretle maktulün diyetinden kurtulurlar.
"Da'vâcı taraf yemîn etmekten çekinmekle, da'vâlı olan
kasâmecilerin yeminlerini de reddedince da'vânın uzaması ve netîcede
Yahûdîler'in kısas edilmeleri gerekiyordu. Hâlbuki Peygamber, Yahûdîler'i
te'lîf ve onların İslâm'a girmelerini te'mîn etmek istiyordu. Bu maksadla
da'vâyı uzatmayarak öldürülenin diyetini kendisi ödeyip çekişmeye son
vermiştir" (Kastallânî).
[32] Hadîsin başlığa delâleti devâmmdadır. Çünkü Hırakl,
Rasülullah'ı medhde: "İşte rasûller böyledir, gadr etmezler"
demiştir. İbn Battal: Buhârî bununla gadrin her ümmet İndinde çirkin ve
kötülenmiş olduğuna, bunun rasüllerin sıfatlarından olmadığına işaret etti,
demiştir. Bu, el-Câmi'u's-Sahîh'in başında geçen Ebû Sufyân hadîsinin ilk
parçasıdır (Kastallânî).
[33] Bu soruyu, gelecek olan hadîs cevâblayıp
açıklayacaktır
[34] Abdullah İbn Vehb bunu el-Câmi' adındaki kitabında
senediyle getirmiştir.
[35] Hadîsin başlığa uygunluğu, Peygamber'e Yahûdî Lebîd
ibn A'sam tarafından sihir yapıldığı, Peygamber'in "Allah bana afiyet
ihsan etti, bırakınız onu" buyurup, ona ceza vermemesi yönündendir.
[36] Bu âyetlerde düşmanın barış isteğinin bir aldatma
olması ihtimâlinin müslümân-lara zahir olduğu zaman bile, bunun, icabetten men1
etmeyeceği, fakat azm ederek Allah'a güvenilip dayanılacağına işaret vardır
(îbn Hacer).
[37] Hadîsin başlığa uygunluk noktası Peygamber'in
istikbâle âid verdiği haberlerin altıncısıdır. Rûmlar'ın ahdi bozarak İslâm'a
karşı hareket etmek suretiyle hıyanetleridir.
Benû'l-Asfar'la müslümânlar arasında barış akdi; sonra düşman tarafından
bu ahd bozularak, müslümânlar üzerine mühim kuvvetlerle kâfirlerin hücumu
keyfiyeti hakkında sarihlerin tercihleri çok dağınıktır. Sebebi de bu haberin
benzeri vak'alann târihte pekçok olması ve bunlardan herhangisinin veya
İstikbâlde meydana gelecek daha başkalarının kasdolunabilmesidir. Bu haberler
istikbâle âid mu'cizeli haberler oldukları için, bunların tefsiri istİkbâlen
uzun asırları içinde anlaşılacaktır.
[38] Âyet, başlıktaki soruya cevâb vermektedir.
Nebz, lügatte birşeyi kaldırıp atıvermektir ki, hukukta bir devletin
muâhi-dine karşı münâsebeti kestiğini ihbar ve i'lân eylemesidir. Yânî öyle
korkulacak bir .hıyaneti, alâmet ve delilini görüp anladığın takdirde ahdin
hükümsüzlüğü ile aranızda münâsebeti kestiğini i'tidâl ve doğruluk dâiresinde
açıkça kendilerine resmen ihbar et. Bu suretle ahdin hükümsüzlüğü iki tarafça
resmen müsavi olarak bilinsin de, ona göre hareket edilsin ve ahid resmen bakî
farzedilirken böyle bir ihbar ve i'lân yapmaksızın, doğrudan doğruya ve kat'î
surette harbe başlama. Zîrâ, Allah hâinleri sevmez. Onların yaptığı gibi resmen
muâhid görünüp de gizlice ahdi bozmağa kalkışmak bir hainlik olduğu gibi,
dosdoğru nebz ve i'lân etmeden harbe gırişivermek de bir hıyanet olacağından,
bundan sakınmak lâzımdır {Hakk Dîni, III, 2424)
[39] Hadîsin başlığa uygunluğu "Ebû Bekr insanlara
ahidlerini attı..." sözlerindedir. Bu, Ebû Bekr'in hacc emirliği ile
dokuzuncu hicret yılında edâ edilen hacc-dır ki, Veda Haccı'ndan bir sene evvel
idi. O sırada Berâe Sûresi indi. Bu sûre Allah ve Rasûlü'nün müşriklerden beri
olduklarım haber vermekle başlayıp, müşriklerden emânın kaldırılması, ahdin
atılması, yânî müşrikler İle olan ahidlerin feshedileceğini haber veriyordu. Bu
yıl Alî de bu sûrenin hükümlerini tebliğ etmesi İçin hacca gönderilmişti...
[40] Başlıktaki âyetin başlığa uygunluğu gayet
açıktir._Hadîsin uygunluğu ise "Ahd etliğinde ahdinden döner"
sözündedir. Bu hadîs, îmân Kitâbı'nda ve başka yerlerde de birkaç kerreler
geçmişti.
[41] Alî hadîsinin başlığa uygunluğunun "Kim orada bir
bid'at çıkarırsa.. " sözünden alınması mümkin olur. Çünkü bid'at
çıkarmak, bid'atçıyı barındırmak, ve efendilerinin izni olmaksızın başka bir
topluluğu velî edinmek ahdi bozmak ma'-nâsınadır ve bu yüzden la'nete hakk
kazanmıştır (Aynî).
[42] Hadîs, müslim, gayrimüslim her kime olursa olsun
verilen ahde karşı yapılan vefasızlık günâhının dünyâdaki hayâta te'sîr
edeceğini, iktisadî ve içtimaî bozukluklara da sebeb olacağını açıkça ifâde
etmektedir.
Bu hadîsin benzerini
daha açık bir ibare ile Müslim de hem Ebû Hureyre'-den, hem de Câbir'den şöyle
rivayet etmiştir: "Bir zaman gelecek ki Irak dirhemini, kafîzini; Mısır
da müddünü, dinarını vermez olacaktır". Geleceğe âid olan bu mühim bilgi,
şübhesiz peygamberlik alâmetlerindendir.
Rasûlullah zamanında
basılı olarak Hicaz'da kullanılan paralar dirhem ile dînâr da Suriye ve Mısır
yoluyla Roma ve Bizans'tan gelirdi. Kafîz, îrârihlar'm; müdd de Rûm'un ölçeği
idi. Bu sebebden Peygamber dirhemle kafîzi Irak'a ve İran'a; dînâr İle müdd'ü
de Mısır'a ve Rûm'a nisbet etmiştir.
Bu hadîslerde ahid verenlerin ahidlerini hakkıyle yerine getirmeleri;
ahidli zımmîlere haksızlık ve zulüm etmemeleri; bir cümle ile ifâde edilirse
Allah ve Rasûlü'nün koyduğu eskimez hukuk ve insan hakları kaanûnlarma göre
verilen ahid, emân ve te'mînâtların bozulmaması tavsiyesi vardır. Bunlara bağlı
kalınmadığı takdirde meydana gelen kötü sonuçların yalnız âhirete kalmayıp,
dünyâ hayâtını da bozacağı, milletçe iktisadî ve içtimaî birçok maddî ve
ma'nevî sıkıntılara düşüleceği haber verilmiştir.
[43] Bu hadîsin başlığa ilgisi, Kureyş'in ahdi bozmalarının
neticesi Mekke fethi ile onlara galebe ve onların kahredilmiş olmasıdır. Bu ise
ahdi bozmanın kötülen-miş olduğunu, bunun mukaabilinin, yânî ahde vefa etmenin
ise övülmüş olduğunu açıklıyor. Hadîsin son fıkrası; müslümânların kendi
aralarında meydana gelen fitne ise müşkildir. Çünkü müslümânların öldürülmesi
ile araya fitne girmiş olur. Onun için böyle fitnede kılıcı atmak, kılıç
çekmekten evlâdır (Aynî).
[44] Hadîsin başlıkla İlgisi, bundan önceki hadîsin ilgisi
gibidir. Bu hadîs, öncekinin daha geniş bir rivayetidir. Hulâsa olarak Sehl bu
hutbesinde Sıffîn ahâlîsine Hu-deybiye günü cereyan eden, insanların çoğunun
barışa isteksizliğini, bununla beraber Allah'ın buna büyük hayır ta'kîb
ettirdiğini; Peygamber'in barışma görüşünde olmasının insanların harb etme
görüşlerinden daha kâmil ve makbul olduğunu bildirmiştir (KastaHânî).
[45] Bu hadîs önceki ile şu bakımdan ilgilidir: Gadr
etmemek, kendi dîninden başka bir dîn üzere olsa da hısımla ilgiyi devam
ettirmenin cevazının gerekliliğidir. Bu hadîs Hibe'de de geçmişti (Aynî).
Bu hadîsin ifâde ettiği görüşü el-Müntehine: 8-9. âyetleri de
kuvvetlendirir.
[46] Hadîsin başlığa uygunluğu "Ancak üç gece ikaamet
etmek" sözündedir. Bu hadîs Sulh Kitâbı'nda "Sulh nasıl yazılır
bâbı"nda da geçmişti.
[47] Bu, Ekincilik Kitâbı'nda "Mal sahibi: Allah seni
bıraktığı sürece seni bırakıyorum dediği zaman bâbı"nda geçen Abdullah
ibn Umer hadîsinin bir parçasıdır. Anlaşmada İlim ehlince belli bir sınır
yoktur. Bu mes'ele ihtiyâca göredir. Bu konuda ictihâd, devlet başkanına ve
re'y sahihlerine âiddir (Aynî).
[48] Buhârî bununla İbn Abbâs'm şu hadîsine işaret
etmiştir: Müşrikler kendilerinden bir adamın cesedini satın almak istediler.
Peygamber Nevfel ibn Abdillah ibni'l-Mugîre'nin cesedini o hendeğe atılmış olduğu
hâlde onlara satmayı kabul etmedi de: "Onun parasına da, cesedine de
ihtiyâcımız yoktur" buyurdu.
İbn Hişâm: Bize ez-Zuhrî'den; müşriklerin onun hakkında onbİn dirhem
harcadıkları haberi ulaştı, demiştir (İbn Hacer).
[49] Hadîsin başlığa uygunluğu bellidir. Bu hadîs Temizlik
Kitâbı'nda "Namaz kılanın sırtı üzerine pislik atıldığı zaman
bâbı"nda geçmişti.
[50] Bu hadîslerin başlığa uygunlukları bellidir. Müslim de
Cihâd ve Siyer Kitabı, "Ahde vefasızlık ve hıyanet etmenin haram kılınması
bâbı"nda, ayrı ayrı dört sahâbîden bu hadîsleri bâzı değişik lâfızlarla
getirmiştir.
el-Enfâl: 56. âyeti de ahd edip de ahdine vefa etmeyenlerin yeryüzünde
hareket eden hayvanların en şerrlileri olduklarını beyân etmektedir. Bundan
Önce geçen 17. bâb başlığına bakılsın..
[51] Hadîsin başlığa uygunluğu "Seferber olunuz"
sözünden alınması mümkin olur. Çünkü bunun ma'nâsı "Müslümanlara gadr ve
muhalefet etmeyiniz" demektir. Diğer bir vecih şudur: Peygamber Mekke'de
harbi halâl kılmadı, gadr etmedi. Zîrâ O'nun harbi, Allah'ın O'na bir saat
halâl kılmasıyle olmuştur. Bu halâl kılma olmayaydı, Peygamber'e de halâl
olmazdı (Aynî).
Hadîsin son
fıkrasındaki İstisna ya o anda buna dâir bir vahiy geldiğine, ya geçen bir
vahiyde istisnanın beyân ve tebliği isteğe bağlandığına, yâhud da böyle bir
vahiy yoksa Peygamber'in Allah tarafından me'mûr buyurulduğu hususların
tafsillerinde içtihada izinli olduğuna delîUir.
Bu hadîs İlim, Hacc,
Cihâd... Kitâbları'nda da geçmişti.