1- Cihâdın Ve Sîretlerin Fazîleti Babı
2- Bâb: İnsanların En Faziletlisi Allah Yolunda Canı İle,
Malı İle Cihâd Eder. Olan Mü'mindir
3- Erkeklerin Ve Kadınların Mücâhid Olmak Ve Şehîd Olmak
İçin Duâ Etmeleri Babı
4- Allah Yolunda Mücâhede Edenlerin Dereceleri Babı
5- Allah Yolunda Sabah Yürüyüşü Ve Akşam Yürüyüşü Ve
Herbirinizin Cennetten Bir Yay Kadar Yeri Babı
6- El-Hûru'l-Tyn ( = Kara Ve İri Gözlü Cennet Kadınları)
Ve Onların Sıfatları Râbı
10- Azîz Ve Celîl'olan Allah Yolunda Yaralanan Kimsenin
Fazileti Babı
11- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
12- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
13- Bâb: Harbe Girişmeden Evvel İyi Amel
15- Allah'ın Kelimesi En Yüksek Olsun Diye Kıtal Eden Kîmse(Nin
Fazîleti) Babı
16- İki Ayağı Allah Yolunda Pek Tozlanan Kimse Bâbî
17- Allah Yolundayken Bulaşmış Olan Tozları İnsanlardan
Silme(Nin Kerîh Olmadığı) Babı
18- Harbden Ve Tozlardan Sonra Bedeni Boydan Boya Yıkamak
Babı
19- Yüce Allah'ın Şu Kavlinin Fazileti Babı:
20- Meleklerin Şehıd Üzerine Toplanıp Onu Gölgelemeleri
Babı
21- (Allah Yolunda Şehîd Edilen) Mücâhidin Dünyâya
Dönmeyi Temenni Etmesi Babı
22- Bâb: Cennet Kılıçların (Şakıyan) Yıldırımı Altındadır
23- Cihâd İçin Çocuk İsteyen Kimse Babı
24- Harbde Yiğitlik Ve Korkaklık Babı
25- Korkaklıktan Allah'a Sığınılması Babı
26- Harbde Hazır Bulunduğu Yerleri Tahdîs Edip Anlaîan
Kimse Babı
29- Düşmanla Cenk Ve Kıtal Etmeye Gitmeyi, Oruç Tutmaya
Tercih Eden Kimse Babı
30- Bâb: Şe'hîdler (Allah Yolunda) Öldürülmekten Başka
Yedi Nevi'dir
31- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
32- Düşmanla Muharebe Sırasında Sabretmek Babı
33- Kafirlerle Muharebeye Teşvik Ve Yüce Allah'ın Şu
Kavli Babı:
34- (Medine'nin Etrafına) Hendek Kazılması Babı
35- Özrün Kendisini Düşmanla Cenk Etmekten Alıkoyduğu
Kimse Babı
36- Allah Yolunda (Cihâdda İken) Oruç Tutmanın Fazileti Babı
37- Allah Yolunda (Cihâdda) Harcama Yapmanın Fazileti
Babı
39- Muhârebf, Sırasında (Ölülere Sürülen) Hanût Kokusu
Sürünmek Babı
40- Harbde Keşif Karakolunun Fazîletî Babı
41- Bâb: Kumandan Harbde Keşif Yapacak Kişiyi Tek Başına
Düşmanı Keşif Vazifesine Gönderir Mi?.
42- İki Kişinin Beraberce Sefere Çıkması Babı
43- Bâb: "Atın Alnına Dökülen Saçlarında Kıyamet ;
Gününe Kadar Hayır Düğümlüdür"
46- Atın Ve Eşeğin Özel İsmi Babı
47- Atın Uğursuzluğu Nevinden Zikredilen Hadîsler Babı
48- Bâb: Atlar Üç Nevi1 İnsan İçindir
49- Gazvede Başkasının (Yorulan) Hayvanına Dürtüp Vuran
Kimse Babı
50- Çetin Hayvan Üzerine Ve Erkek At Üzerine Binmek Babı
51- Atın (Ganimetten Alacağı) Payları Babı
52- Harb"İçinde"Başkasının Binek Hayvanını
Önünden Çeken Kimse Babı
55- Dar Adımlı, Yavaş Yürüyüşlü At Babı
56- Atlar Arasında Öne Geçme Yarışı Yapmak Babı
57- Yarış İçin Atların İdmana Çekilip Zayıflatılması Babı
58- İdmana Çekilip Zayıflatılmış Atlar İçin Yarış
Uzaklığının Sonu Babı
59- Peygamberin Dişi Binek Devesi Babı
60- Eşekler Üstünde Gazve Babı Peygamber(S)'İn Beyaz Katırı Babı
62- Kadının Denizde Gazvesi Babı
63- Erkeğin Kadınlarından Bâzısını Bırakıp, Birini
Beraberinde Gazveye Taşıması Babı
64- Kadınların Cenk Etmeye Çıkmaları Ve Erkeklerle
Beraber Harbe Katılmaları Babı
65- Kadınların Gazvede Askerlere Su Kırbaları Taşımaları
Babı
66- Kadınlarıitcenk Esnasında Yaralıları Tedâvî Etmeleri
Babı
67- Kadınların Yaralıları Ve Şehîdleri Geri Götürmeleri
Babı
68- (İsabet Almış Olan) Bedenden Okun Çekilip Çıkarılması
Babı
69- Gazvede'allah Yolunda (Düşman Baskınından Korunmak
İçin) Nevbet Bekleme(Nin Fazileti) Babı
70- Gazvede Hizmet Etmenin Fazileti Babı
71- Yolculukta Arkadaşının Eşyasını Taşıyan Kimsenin
Fazileti Babı
73- Hizmet Ettirmek İçin Çocukla Gazaya Giden Kimse Babı
74- (Cihâd Ve Başka Maksadlar İçin) Gemilere Binip '
Deniz Yolculuğu Yapmak Babı
76- Bâb: Bîr Kimse Kesin Surette "Fulân
Şehîddir" Demez
77- Atış Ta Timine Teşvîk' Etmek Ve Yüce Allah'ın Şu
Kavli Babı:
78- Kısa Mızraklarla Ve Kılıç, Yay Gibi Harb Aletleriyle
Oyun Oynamak Babı
79- Kalkan Ve (Harbde) Arkadaşının Kalkanıyle Sütrelenip
Korunan Kimse Babı
80- Deriden Yapılmış Kalkan (Edinilmesinin Cevazı) Babı
81- Kılıç Bağları Ve Kılıcı Boyuna Asmak Babı
82- Kılıçların Süsleri Hakkında Gelen Şeyler Babı
83- Seferde Sıcak Vakti Uykusu Sırasında Kılıcını Bir
Ağaca Asan Kimse Babı
84- Başa Miğfer Giyme(Nin Meşrû'luğu) Babı
85- Ölüm Sırasında Silâhın Kırılmasını Düşünmeyen Kimse
Babı
87- Mızraklar (Edinip Kullanmanın Fazileti) Hakkında
Söylenen Şeyler Babı
88- Peygamber'in Zırhıfnın Neden Olduğu) Hakkında
Söylenenlerle Harbde Gömlek(İn Hükmünü Beyân) Babı
89- Seferde Ve Harbde Cübbe (Giyme) Babı
90- Harbde İpek Giyme(Nin Cevazı) Babı
91- Biçak
(Kullanmanın Cevazı) Hakkında Zikrolunan Şeyler Babı
92- Rûmlarta Harb(İn Fazileti) Hakkında Söylenen Şeyler
Babı
93- Peygamberin İstikbâlde Yahûdîler'le Yapılacak Harbi
Haber Vermesi Babı
95- Kıl Ayakkabılar Giyinen*Kavimlerin Harbi Babı
97- Harb Sırasında İmâmın Müşrikler Aleyhine Bozulma Ve
Sarsılma Duası Yapması Babı
99- Müşrikleri İslâm'a Alıştırmak İçin Onlar Lehine
Hidâyet Duası Yapmak Babı
103- Sefere Öğleden Sonra Çıkmak Babı
104- Sefere Ayın Sonunda Çıkmaimn Cevazı) Babı
105- Ramazan İçinde Sefere Çıkma(Nın Cevazı) Babı
106- (Sefere Çıkarken) Vedalaşmak Babı
107- (Ma'siyetle Emrolunmadıkça) İmâmı Ve Âmiri Dinlemek
Ve İtaat Etmek Babı
108- Bâb: Devlet Başkanının Arkasında Harb Edilir Ve
Onunla (Düşmandan) Korunulur .
109- Harbde Kaçmamaları Üzerine Bey'at Edilmesi Babı
112- Kişinin {Gazveden Dönmek Yâhud Geri Kalmak
Hususunda) Devlet Başkanından İzin İstemesi Babı
113- Kendisi Zevcesi İle Yeni Evlenmiş Olduğu Hâlde
Gazaya Giden Kimse Babı
114- Zifafın Ardından Gazaya Gitmeyi Seçen Kimse(Nin
İşini Beyan) Babı
115- Düşman Baskını Korkusu Sırasında İmâmın (Yardım Ve
Zafer Tedbîrine) Çabuk Davranması Babı
116- Korku Sırasında Çabuk Hareket Etmek Ve Harıl Harıl/
Koşmak Babı
117- Korku Sırasında Tek Olarak (Düşman Keşfine) Çıkmak
Babı
119- Peygamber(S)'İn Sancağı Hakkında Söylenen Hadîsler
Babı
120- Gazvedeki Ücretli(Nin Hükmü) Babı
122- Gazveye Giderken Azık Edinip Taşımak Ve Yüce
Allah'ın Şu Kavli Babı:
123- Azığın (Hayvanlar Üzerinde Taşınması Zorlaşınca)
Boyun Kökleri Üzerinde Taşınması Babı
124- Kadının Binekli Erkek Kardeşinin Arka Tarafına
Bindirilmesi Babı
125- Cenk Ve Hacc Seferlerinde Bineklinin Arka Tarafına
Binici Olmak Babı
126- Eşek Üzerine Binicinin Arka Tarafına Binen Kimse
Babı
127- Bineğe Binen Kişinin Üzengisini Ve Benzeri Şeylerini
Tutup Yardım Eden Kimse Babı
128- Düşman Arazîsine Muşhaflarla Sefer Etmenin Keraheti
Babı
129- Harb Sırasında Tekbîr Getirme{Nin Meşrû'luğu) Babı
130- Tekbir Getirmekte Ses Yükseltmenin Mekruhlugu Babı
131- Yolcunun Bir Vâdî İçine İndiği Zamâ^Tesbîh Etmesi
Babı
132- Yolcunun Yüksek Bir Yere Yükseldiğinde Tekbîr Etmesi
Babı
133- Bâb: Yolcu İken, Mukîmlik Hâlinde Yapageldiği
Amellerin Benzeri, Yolcu Lehine Yazılır
134- İnsanın Geceleyin Yalnız Başına Yürümesi (Caiz Mi,
Mekruh Mu?) Babı
135- Vatana Dönüş Sırasında Yürüyüşte Çabuk Davranmak
Babı
137- Ana-Babanın İzni İle Cihâda Gidilmesi Babı
138- Develerin Boyunlarına Takılan Çan Ve Benzeri Şeyler
Hakkında Söylenen Şeyler Babı
142- Elleriyle (Gayretiyle) Bir İnsanın Müsl'jmân
Olmasına Sebeb Olan Kimsenin Fazileti Babı
143- Zincirlerle Bağlanan Esirler Babı
144- Tevrat Ve İncîl Ehlinden Müslüman Olan Kimselerin
Fazileti Babı
146- Harbde Çocıkları Öldürmenin Nehyi) Babı
147- Harbde Kadınların Öldürülmesinin Nehyi) Babı
148- Bab: "Allah'ın Azabıyle Azâblandırılmaz
151- Bâb: Müşrik. Müslüman Kimseyi Yaktığı Zaman O Müşrik
(Fiilinin Cezası Olarak) Yakılır Mı?
153- (Müşriklere Âid Olan) Evlerin Ve Hurmalıkların
Yakılmasının Cevazı) Babı
154- Uyumakta Olan Düşman Müşrikin Öldürülmesi Babı
156- Bâb: "Harb Bir Kerre Aldatmaktır"
157- Harbde Yalan Söyleme(Nin Hükmü) Babı
158- Harb Ehlini, Bir Fırsatını Gözeterek Ansızın Hücum
Edip Açıktan Öldürmek Yâhud Paralamak Babı
161- At Üzerinde Sabit Duramayan Kimse Babı
166- "Al Oku, Ben Fulânın Oğluyum" Diyen Kimse
Babı
168- Esirin Tutularak Öldürülmesi Ve Bağlayıp Öldürme
Babı
169- Bâb: Kişi Kendini Esirliğe Teslîm Eder Mi, Etmez Mi?
170- Esirin Düşman Elinden (Mal İle Yâhud Malsız Suretle)
Kurtarılması Babı
171- Müşrik Esirlerden Fidye Alınması Bâbî
174- Elçilik Yâhud Şâir Bir İyilik Sebebi İçin Gelen
Hetetlere Atiyyeler Verilmesi Babı
176- Gelen Hey'etleriçin Güzel Elbise Giyip Süslenmek
Babı
177- Bâb: İslâm Dîni Çocuğa Nasıl Arzolunur?
183- Cihâdda İmdâd Göndermekle Yardım -Edilmesi Babı
185- Gazvede Ve Seferde İken Ganimeti Taksim Eden Kimse
Babı
187- Fars Diliyle Ve Arabca'dan Başka Herhangibir Dil İle
Konuşan Kimse Babı
188- Emanet
Mallnda Hıyanet(İn Haramlığı) Babı
189- Millet Malından Çalınan Az Şeyfin Hükmü) Babı
190- Ganîmet Malları İçindeki Deve Ve Koyunları (Taksimden Önce) Kesmenin Mekruh Olması Babı
191- Fetihlerde Müslümanlara Sevinçli Haber Göndermelin
Meşrû'luğu) Babı
192- Sevinçli Haberi Getiren Kimseye Verilecek Şey Babı
195- Gazveden Dönen Gazileri Karşılamak Babı
196- Cenk'etmekten Döndüğü Zaman (Mücâhidin Yolda)
Söyleyeceği Duâ Babı
197- Bir Seferden Geldiği Zaman Namaz Kılmak Babı
198- Seferden Dönüş Sırasında Yemek Yapmak Babı
Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle
(Cihâd
ve Sîretler Kitabı)
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli:
"Şübhesiz ki
Allah hakk yolunda öldürmekte, kendileri de öldürülmekte olan mü 'minlerin
canlarını ve mallarını -kendilerine cennet vermek mukaabilinde- satın almıştır.
(Bu) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'ân'da kendi üzerine hakk ve kesin bir va'ddir.
Allah kadar ahdine vefa eden kimdir? O hâlde (ey mü'minler) yapmış olduğunuz bu
alışverişten dolayı sevinin. Bu, en büyük saadettir, Tevbe edenler, ibâdet
edenler, hamd edenler, seyahat edenler, rükû' edenler, secde edenler, iyiliği
emredenler, kötülükten vazgeçirmeye çalışanlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlar;
sen o müzminlere dahî cenneti muştula" (et-Tevbe: 111-112) [2]
İbn Abbâs:
"Sınırlar", tâattir, demiştir [3].
1-......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah'a sordum:
— Yâ Rasûlallah! Amelin hangisi daha
faziletlidir? dedim.
— "Vaktinde kılınan namazdır"
buyurdu. Ben:
— Sonra hangi amel? dedim. Rasûlullah (S):
— "Sonra ana babaya itaat ve iyi muamele
etmektir" buyurdu. Ben:
— Sonra hangi iş? dedim. Rasûlullah:
— "Allah yolunda cihâd etmektir"
buyurdu.
(İbn Mes'üd dedi ki:)
Bunun üzerine ben Rasûlullah'a soru sormaktan sustum. Eğer ben daha çok sormak
isteseydim, muhakkak O bana çok cevâb verecekti
[4].
2-.......Sufyân
es-Sevrî şöyle demiştir: Bana Mansûr ibn Mu'temir, Mucâhid ibn Cebr'den; o da
Tâvûs'tan tahdîs etti. İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S):
"Mekke fethinden sonra Medine'ye hicret yoktur. Velâkin cihâd ve niyet
vardır. (Onun için devlet başkanı tarafından) Allah yolunda gazaya
çağrıldığınız zaman hepiniz icabet edip seferber olunuz" buyurdu [5].
3-.......
Âişe(R):
— Yâ Rasûlallah! Biz
(Kur'ân'da) cihâdı en faziletli amel görüyoruz. Biz cihâda çıkamaz mıyız? diye
sordu.
Rasülullah (S):
— "Fakat (siz kadınlar için) cihâdın en
faziletlisi mebrûr (yâni makbul) haccdır" buyurdu [6].
4-...... Ebû
Hureyre (R) tahdîs edip şöyle demiştir: Rasûlullah'a bir adam geldi ve:
— Bana cihâda denk olacak bir amele delâlet et,
dedi. Rasülullah (S):
— "Ben cihâd değerinde bir amel
bulamıyorum" buyurdu da şöyle devam etti: "Mücâhid sefere çıktığı
zaman sen mescide girip de (o geriye dönünceye kadar) hiç gevşemeden devamlı
namaz kılmaya; hiç iftar etmeden devamlı oruç tutmaya gücün yeter mi?"
buyurdu.
O zât:
— Buna kimin gücü yeter ki? Dedi [7].
Ebû Hureyre:
"Mücâhidin atı, mer'asında kösteklendiği ipinin çevresinde şahlanarak
ileri geri elbette koşar. îşte atının bu koşması da mücâhid lehine haseneler
olarak yazılır" demiştir [8].
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli:
"Ey îmân edenler,
elem verici bir azâbdan sizi kurtaracak bir ticâret yolunu göstereyim mi size? Allah'a
ve Rasûlü'ne îmânfda sebat) eder, mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda
çarpışırsınız. Bu sizin için eğer bilirseniz çok hayırlıdır. (Böyle yaparsanız)
O, sizin günâhlarınızı mağfiret eder, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere
ve Adn cennetlerindeki çok güzel saraylara sokar. İşte bu, en büyük
kurtuluştur"
(es-Saff: 10-12) [9]
5-.......
Ebû Saîd el-Hudrî (R) tahdîs edip şöyle demiştir (Bir kerre):
— Yâ Rasûlallah,
insanların hangisi daha faziletlidir? denildi. Bunun üzerine Rasûlullah (S):
— "Caniyle, maliyle Allah yolunda
cihâdeden mü'mindir" buyurdu.
Sahâbîler:
— Sonra kimdir? dediler. Rasûlullah:
— "Vadilerden bir vâdî içinde (yalnızlığa
çekilen) bir mü'mindir ki, o, Allah'tan korkar da insanları kendi şerrinden
rahat bırakır" buyurdu [10]
6-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah'tan işittim, şöyle buyuruyordu:
"Allah yolunda (çarpışan) mücâhidin meseli, hâli -Allah, kendi yolunda
cihâd eden kimseleri en bilendir-(gündüz) oruç tutan, (gece) namaz kılan
kimsenin meseli gibidir. Allah, kendi yolunda döğüşen mücâhidi, onu vefat
ettirip cennete gir-dirmeyi yâhud da sevâb ve ganimetle beraber onu salimen
evine döndürmeyi üzerine almıştır (yânî bunlardan birini mücâhide garanti
etmiştir)" [11].
Umer ibnu'l-Hattâb da:
"(Yâ Allah!) Rasûlü'nün beldesinde beni şehîd olmakla rızıklandır!"
demiştir [13].
7-.......İshâk,
Enes(R)'ten şöyle derken işitmiştir: Rasûlullah, teyzem Ümmü Haram bintu
Milhân'ın yanına girerdi de, o kendisine yemek yedirir idi. O sırada Ümmü
Haram Ubâde ibnu's-Sâmit'in nikâhı altında idi. Yine bir gün Rasûlullah, Ümmü
Harâm'ın ziyaretine geldi. Teyzem O'na yemek ikram etti ve Rasûlullah'ın
başını tarayıp temizledi. Akabinde Rasûlullah bir müddet uyudu. Sonra gülerek
uyandı. Ümmü Haram dedi ki: Ben:
— Yâ Rasûlallah! Seni güldüren nedir? diye
sordum. Rasûlullah (S):
— "Bana ru'yâmda ümmetimden bir takım insanlar
şu engin deniz üstünde tahtları üzerine kurulmuş hükümdarlar hâlinde- yâhud:
hükümdarların tahtlarına kuruldukları gibi- gemilere kurulmuşlar da ihtişamla
Allah yolunda deniz harbine giderlerken gösterildiler. - Râvî tshâk ta'bîrde
şekk edip böyle terdîdli söyledi- de ona gülüyorum" buyurdu.
Ümmü Haram dedi ki:
Ben:
— Yâ Rasûlallah! Beni
de o deniz gazilerinden kılması için Allah'a duâ ediver! dedim.
Rasûlullah Ümmü Haram
için duâ etti. Sonra Rasûlullah başını yastığa koyup bir müddet daha uyudu.
Sonra yine gülerek uyandı. Ben yine:
— Yâ Rasûlallah! Seni güldüren nedir? diye
sordum. Rasûlullah bu defa da evvelkinde söylediği gibi:
— "Ümmetimden yine bir takım insanlar bana
meliklerin tahtlarına kuruldukları gibi (kara nakil vâsıtaları üstünde) debdebeli
bir kaafile hâlinde Allah yolunda gazaya gider hâlde gösterildi" buyurdu.
Ümmü Haram dedi ki: Ben:
— Yâ Rasûlallah! Beni
de (karadaki) o mücâhidlerden kılması için Allah'a duâ ediver! dedim.
Rasûlullah:
— "Sen birincilerden(yîin\ deniz
gazilerinden)^" buyurdu. (Enes ibn Mâlik dedi ki:) Hakîkaten Ümmü Haram,
Muâviye
ibn Ebî Sufyân'ın Şâm
Valiliği zamanında ve onun kumandasında tertîb edilen bir deniz gazasında
gemiye bindi ve denizden karaya çıktığı zaman bindiği hayvanından düştü de gaza
yolunda şehîden vefat etti [14].
Müennes ve müzekker
işaret isimleriyle
"Şu benim
yolumdur" denilir [15].
Ebû Abdillah
el-Buhârî: "Guzzen( = Gâzîler)" cem'idir; bunun müfredi
"Gâzin"dir. "Hum derecâtun inde'llah"
(Âiu imrân: 163)
"Onlar Allah indinde derece derecedirler demektir [16].
8- Bize
Yahya ibn Salih tahdîs edip şöyle dedi: Bize Fulayh, Hilâl ibn Alî'den; o da
Atâ ibn Yesâr'dan tahdîs etti. Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S)
şöyle buyurdu: "Her kim Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne îmân eder de namaz,
kılar, ramazânda oruç tutarsa onu cennete girdirmek Allah üzerine bir hakk
olur. O kimse ister Allah yolunda cihâd etsin, isterse içinde doğduğu
toprağında otursun."
Bunun üzerine
sahâbîler:
— Yâ Rasûlallah, bu
haberi insanlara müjdelemez miyiz? dediler.
Rasûlullah:
— "Şübhesiz cennette yüz derece vardır.
Allah onları Allah yolunda mücâhede edenler için hazırlamıştır. İki derece
arasındaki uzaklık, gökle yer arasındaki uzaklık gibidir. Siz A ilah 'tan
(cennet) istemek dilediğinizde, O'ndan Firdevs'i isteyin! Çünkü o, cennetin en
ortası (yânı en faziletlisi) ve en yücesidir" [17].
Râvî Yahya ibn Salih
şöyle demiştir: Öyle sanıyorum ki üstadım [18]
9-.......Bize
Ebû Recâ\ Semure ibn Cundeb(R)'den tahdîs etti. O, şöyle demiştir: Peygamber
(S) şöyle dedi: "Bu gece ru'yâmda iki adam gördüm ki, o iki adam bana
geldiler ve benimle bir ağaca çıktılar. Akabinde beni en güzel ve en faziletli
bir eve girdirdiler ki, ben bundan güzel asla bir ev görmedim. O iki adam (yâm,
iki melek) bana: Şu (içine girdiğin ikinci) eve gelince, o şehîdlerin evidir,
dediler" [19].
10-.......Bize
Humeyd et-Tavîl, Enes ibn Mâlik(R)'ten tahdîs etti ki, Peygamber (S):
"Sabahleyin veya akşamleyin herhangibir zamanda Allah yolunda bir kene
(cihâd için) yürüyüş, hiç şübhesiz dünyâdan ve dünyâdaki şeylerin hepsinden
hayırlıdır" buyurmuştur [20].
11-.......
Bana babam Fulayh, Hilâl ibn Alî'den; o da Abdurrahmân ibn Ebî Amrete'den; o da
Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Cennette bir kavs (yânî yay) kadar bir yer, (âlemde) üzerine güneş doğup
batan şeylerin hepsinden muhakkak hayırlıdır."
Yine Rasûlullah:
"Sabahleyin veya akşamleyin herhangi bir.za-mânda Allah yolunda (cihâda
çıkıp) bir yürüyüş yapmak, üzerine güneş doğup batan şeylerin hepsinden
hayırlıdır" buyurmuştur [21].
12-.......SehlibnSa'd(R)'dan.
Peygamber (S): "Allah yolunda (cihâd için) bir akşam yürüyüşü, bir sabah
yürüyüşü dünyâdan ve dünyâdaki herşeyden daha faziletlidir" buyurmuşturı [22].
Göz onların
güzelliğine hayran kalır; gözlerinin beyazı son derece beyaz, siyahı da son derece
siyahtır [24]. "Ve biz onlara
bembeyaz şahin gözlü hurileri eş yaptık" (ed-Duhân: 54) [25]
13-.......Bize
Ebû İshâk, Humeyd et-Tavîl'den tahdîs etti. O şöyle demiştir: Ben Enes ibn
Mâlik(R)'ten işittim; Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Ölüp de Allah katında
büyük bir hayra mâlik olan hiçbir kulu, tekrar dünyâya dönmesi ve dünyâ ile
dünyâdaki herşeyin kendisinin olması sevindirmez; yalnız şehîd müstesnadır.
Çünkü o, şehid olmanın faziletinden görmekte olduğu şeylerden dolayı tekrar
dünyâya dönmek ve dünyâda diğer bir defa daha öldürülmek onu sevindirir".
Humeyd et-Tavîl dedi
ki: Ben Enes ibn Mâlik'ten işittim ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Akşamleyin veya sabahleyin herhan-gibir zamanda Allah yolunda bir kerre
(cihâd için) yürüyüş, hiç şübhesiz dünyâdan ve dünyâdaki herşeyden hayırlıdır.
Ve cennetten herhangi birinizin bir yay kadar yeri yâhud bir deynek.yeri; yânı
kamçısı kadar bir yer, dünyâdan ve dünyâdaki şeylerin hepsinden hayırlı dır.
Şayet cennet ehlinden bir kadın yer ahâlîsine baksaydı, hiç şübhesiz o,
cennetle yer arasındaki fezayı aydınlatır ve o arayı bir güzel koku doldururdu.
Ve yine muhakkak ki, o cennet kadınının başı üzerindeki baş örtüsü, dünyâdan
ve dünyâdaki herşeyden hayırlı ve değerlidir"[26].
14-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Saîd ibnu'l-Müseyyeb haber verdi ki, Ebû Hureyre (R)
şöyle demiştir: Ben Peygamber (S)'den işittim, şöyle buyuruyordu: "Nefsim
elinde olan Allah'ayemîn ederim ki, kendilerini üzerine bindirebileceğim
binekler bulamamam hâlinde cihâd yolunda benim arkamda kalmalarına gönülleri
bir türlü razı olmayacak (ve bundan çok üzülecek) bir takım mü'min kimseler
mevcûd olmasaydı, ben Allah yolunda gazaya çıkan hiçbir seriyyeden (cihâd
müfrezesine katılmaktan) geri kalmazdım. Yine nefsim elinde olan Allah'a yemîn
ederim ki, Allah yolunda öldürülüp diriltilmemi; ondan sonra öldürülüp
diriltilmemi; ondan sonra öldürülüp diriltilmemi; ondan sonra öldürülüp
diriltilmemi; ondan sonra öldürülmemi ne kadar çok isterdim" [27].
15-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle dedi: Peygamber (S) bir hutbe yaptı da şöyle buyurdu:
"Sancağı Zeyd ibn Harise aldı, akabinde vuruldu. Sonra sancağı Ca'fer ibn
Ebî Tâlib aldı, o da vuruldu. Sonra sancağı Abdullah ibn Ravâha aldı, o da
vuruldu. Bundan sonra sancağı emirsiz olarak Hâlid ibn Velîd aldı ve ona fetih
ve zafer ihsan olundu".
Peygamber (onların
ulaştığı yüksekliği bildiği için) devamla: "Bu şehîd olanların bizim
yanımızda olmalarıbizi sevindirmez''buyurdu.
Râvî Eyyûb
es-Sahtıyânî dedi ki: Yâhud Peygamber: "O şehîd-lerin bizim yanımızda
olmaları kendilerini sevindirmez" buyurdu. Bunu söylerken iki gözü yaş
akıtıyordu [28].
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli: "... Kim evinden Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne muhacir olarak çıkıp da
sonra kendisine ölüm yetişirse, muhakkak ki onun mükâfatı Allah'a düşmüştür;
Allah çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir" (en-Nisâ: ıoo) [29].
"Vakaa"
"Vâcİb oldu" demektir [30].
16-.......O
da Enes ibn Mâlik'ten tahdîs etti ki, teyzesi Mılhân kızı Ümmü Haram şöyle
demiştir: Peygamber (S) bir gün bana yakın bir yerde uyudu, sonra gülümseyerek
uyandı. Ben:
— Seni güldüren nedir ki? dedim. O, şöyle dedi:
— "Ümmetimden bir takım insanlar şu gök deniz
üstünde, hükümdarların tahtlarına kuruldukları gibi-gemilere binerek deniz harbine
giderlerken ru 'yâmda bana göslerildiler (de ona güldüm)'' dedi.
Ümmü Haram:
— Beni de o deniz
gazilerinden kılması için Allah'a duâ ediver,
dedi.
Peygamber de onun için
duâ etti. Bundan sonra Peygamber ikinci defa uyudu. Sonra yine gülümseyerek
uyandı. Ümmü Haram da O'na:
— Seni güldüren nedir? dedi.
Peygamber de ona
evvelki gibi cevâb verdi. (Bu sefer kara ordusunun cihâda gittiklerinin
kendisine gösterildiğini söyledi.) Ümmü Haram:
— Beni de onlardan
kılmasını Allah'a duâ ediver! dedi. Peygamber:
— "Sen birincilerdensin" buyurdu.
Sonraları Ümmü Haram,
kocası Ubâdetu'bnu's-Sâmit'in beraberinde, müslümânların Muâviye kumandasında
gemilere binip çıktıkları ilk deniz gazasına bir gazî olarak çıktı. Nihayet o
gaziler gazvelerini bitirip Şam'a inmek üzere dönerlerken, Ümmü Harâm'a
binmesi için bir
hayvan getirildi. Hayvan Ümmü Harâm'ı yere çarptı; o da bundan öldü [31].
17-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) –bir da'vet üzerine Kur'ân
bilenlerden- yetmiş kişilik bir topluluğu Suleym oğulları'ndan bâzı soylara ve
Âmir oğulları'na (dîn öğretmek için) göndermişti. Bunlar Maûne Kuyusu'na
vardıkları zaman, dayım (Haram ibn Milhân) arkadaşlarına:
— Sizden önce ben
(Suleym oğulları'na) varayım da, eğer onlar bana Rasûlullah'tan kendilerine
tebliğ edinceye kadar emân verirlerse, ben tebliğ edeyim. Emân vermezlerse
sizler bana yakın bir yerde bulunmuş olursunuz, dedi ve ilerledi.
Suleym oğullan evvelâ
dayıma emân verdiler. O da Peygamber'-den onlara hadîs ve teblîğ
söylerken,onlar ansızın aralarından (Amir ibnu't-Tufeyl isminde) bir adama
işaret ettiler. O da dayıma (arkasından şiddetle) mızrak sapladı ve mızrağı
göğsünden çıkardı. Bu ölüm darbesi üzerine dayım Haram, (göğsünden fışkıran
kanları ellerine bu-layıp yüzüne ve başına sürerek):
— Allâhu ekber ( =
Allah en büyüktür). Ka'be'nin sahibine yemin ederim ki, ben (şehîdlik rütbesi)
kazandım! diye bağırdı.
Sonra (bu gaddar)
Suleym oğulları dayımın geri kalan arkadaşlarına döndüler. Ve dağa kaçan (Ka'b
ibn Zeyd denilen) topal bir ki-! siden başka, onları da öldürdüler. Râvî
Hemmâm: Bunun beraberinde (bulunan Amr ibnu Umeyye ed-Demrî isminde) diğer bir
adamı da söylediğini sanıyorum, demiştir.
O anda Cibril
aleyhi's-selâm bu faciayı Peygamber'e:
— Seriyyedeki bütün
sahâbîler Rabb'lerine kavuştular. Allah onlardan razı oldu; onları da razı
etti! diye haber verdi.
O zamanlar biz
Cibril'in bu haberini (Kur'ân olarak): "Bizi kavmimize haber veriniz: Biz
Rabb'imize kavuştuk. O bizden razı oldu; bizi de razı kıldı" diye okurduk.
Bir zaman sonra (tilâveti) nesh olundu.
Bu facia üzerine
Peygamber; Allah'a ve Rasülü'ne isyan eden şu Rı'l, Zekvân, Lıhyân oğullan ve
Usayya oğulları aleyhine kırk sabah la'net duası yaptı [33].
18- Bize
Mûsâ ibn İsmâîl tahdîs edip şöyle dedi: Bize Ebû Ava-ne, el-Esved ibn Kays'tan;
o da Cundeb ibn Sufyân'dan tahdîs etti ki, Rasûlullah (S)'ın şehîd olma
yerlerinin birinde ayak parmağı (yaralanıp) kanamış idi. Bunun üzerine
Rasûlullah:
"Hel enti illâ
ısbaun demîti Ve sebîiillâhî mâ
lakıyti" (= Sen ancak bir parmaksın ki kanadın Allah yolundadır bütün de
çattığın) recezini söyledi [34].
19-.......el-A'rec'den;
o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur:
"Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Allah yolunda yaralanan
hiçbir kimse müstesna olmamak üzere -ki Allah kendi yolunda yaralananı en
bilendir-muhakkak kıyamet gününde, rengi kan rengi; kokusu ise misk kokusu
hâlinde gelir" [35].
'De ki: Siz bizde iki
güzelliğin birinden başkasını mı (et-Tevbe: 52) [36].
Harb nevbet iledir;
yânı bazen lehimize, bazen aleyhimize olur [37].
20-.......
Abdullah ibn Abbâs haber vermiş; ona da Ebû Sufyân şöyle haber vermiştir:
Hırakliyus, Ebû Sufyân'a:O'nunla muharebeniz nasıldır? diye sana sordum. Sen:
Aramızda harb nevbet iledir; bazen O bize zarar verir, bazen biz O'na zarar
veririz dedin. İşte ra-sûller böyle denenirler. Sonra da akıbet onlann lehine
olur, demiştir [38].
"Mü'minler içinde
Allah'a verdikleri sözde sadâkat gösteren nice erler var. İşte onlardan kimi
adadığını Ödedi, kimi de (bunu) bekliyor. Onlar hiçbir suretle
(ahidlerini)
değiştirmediler" (ei-Ahzâb: 23)
21-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Amcam Enes ibnu'n- Nadr, Bedr harbinden uzakta
bulunmuştu. Bunun için o:
— Yâ Rasûlallah!
Müşriklerle yaptığın ilk muharebeden uzakta bulundum. Yemîn olsun, eğer Allah
beni müşrikler harbinde hazır bulundurursa ne yapacağımı Allah muhakkak
insanlara gösterecektir! demişti.
Uhud günü gelip de
müslümânlar cebhesi açılınca Enes ibnu'n-Nadr:
— Yâ Allah! Ben
Sen'den şunların; yânı Peygamber'in sahâbî-lerinin yaptıkları bozulma ve kaçma
suçundan dolayı özür ve bahanelerinin kabulünü isterim. Şunların; yâni
müşriklerin Peygamber'e karşı yaptıkları harbden ve cinayetten de Sana sığınırım,
dedi.
Sonra (müşriklere
doğru) ilerledi.Bu sırada Enes ibnu'n-Nadr'a Sa'd ibnu Muâz rastgeldi. Enes
ibnu'n-Nadr ona:
— Yâ Sa'de'bne Muâz!
Ben cennet istiyorum. Ve Nadr'ın Rabb'-ine yemîn ederim ki, ben cennetin
kokusunu Uhud'un berisinden hissedip buluyorum! dedi.
Sa'd ibn Muâz,
Rasûlullah'a:
— Yâ Rasûlallah! Ben
İbnu'n-Nadr'ın düşmanlara karşı yaptığı hârika kahramanlıkları anlatmaya
muktedir değilim, dedi.
Enes ibn Mâlik (Sa'd
ibn Muâz'ı te'yîd ederek) şöyle demiştir: Biz Enes ibnu'n-Nadr'ı şehîd edilmiş
hâlde bulduğumuzda, onun be^ deninde kılıç darbesi yâhud mızrak dürtmesi veya
ok saplanması olarak seksenden fazla yara bulduk. Müşrikler bu mücâhidin
burnunu, kulaklarını ve diğer bâzı uzuvlarını kesmek ve gözlerini oymak
suretiyle müsle, yânî işkence etmişlerdi. Bu sebeble onu hiçbir kimse tanıyamadı
da ancak kızkardeşi (halam) onu parmaklarının ucuyla tanıyabildi.
Yine Enes ibn Mâlik
dedi ki: Biz şu âyetin Enes ibnu'n-Nadr ile benzerleri hakkında indiğini
düşünür yâhud zannederdik: "Müzminler içinde Allah 'a verdikleri sözde
sadâkat gösteren nice erler vardır. İşte onlardan kimi adadığını ödedi, kimi
de (bunu) bekliyor. Onlar hiçbir suretle (ahidlerini) değiştirmediler"
(ei-Ahzâb:23) [39].
Yine Enes ibn Mâlik
şöyle demiştir: Enes ibnu'n-Nadr'ın kızkardeşi -ki o er-Rubeyy' adiyle anılır-
bir kadının ön dişlerini kırmıştı. Da'vâ Rasûlullah'a götürüldüğünde,
Rasûlullah (S) kısas yapılma-sıyle emretti. Bu hüküm üzerine Enes
ibnu'n-Nadr: "
— Yâ Rasûlallah! Seni
hakk ile peygamber gönderen Allah'a yemin ederim (ve Allah'tan umarak derim
ki) Rubeyy'in ön dişi kırılmaz! dedi.
Hakîkaten da'vâcılar,
sonunda diyete razı oldular da kısası bıraktılar. Bunun üzerine Rasûlullah:
— "Allah'ın kullarından öylesi vardır ki,
o, Allah'a yemin etse, muhakkak Allah onun yeminini doğru çıkarıp yerine
getirir" buyurdu [40].
22- Bize
Ebû'l-Yemân tahdîs edip şöyle dedi: Bize Şuayb, ez-Zuhrî'den haber verdi, dedi.
H Bize -bâzı nüshalarda- bana İsmâîl tahdîs edip şöyle dedi: Bana erkek
kardeşim Abdulhamîd, Süleyman ibn Bilâl'den; zannederim ki o, Muhammed ibn Ebî
Atîk'ten; o da İbn Şihâb'dan; o da Hârice ibn Zeyd'den tahdîs etti ki, Zeyd ibn
Sabit (R) şöyle demiştir: Ben(Kur'ân yazılı) sahîfeleri Mushaf'lara naklettim.
Bu sırada el-Ahzâb Sûresi'nden bir âyeti kaybettim. Hâlbuki ben Rasûlullah'ın
onu okuduğunu her zaman işitir dururdum. O âyeti (yazılı olarak) bulamadım,
yalnız Rasûlullah'ın, tek başına şâhidli-ğini iki kimsenin şâhidliğine denk
tuttuğu Ensâr'dan Huzeyme ibn Sâbit'in yanında buldum. İşte o âyet Allah'ın şu
kavlidir:
'Mü'minler içinde
Allah 'a verdikleri sözde sadâkat gösteren nice erler vardır. İşte onlardan
kimi adadığını ödedi, kimi de (bunu) bekliyor. Onlar hiçbir suretle
(ahidlerini) değiştirmediler"tâ-Aiu&b: 23) [41].
Ebu'd-Derdâ da: Sizler
ancak amellerinize bürünüp yapışıcılar olarak harb ediyorsunuz, demiştir [42].
Bir de Azîz ve Celîl
olan Allah'ın şu kavli vardır:
"Ey îmân edenler,
yapmıyacağınız şeyi niçin söylersiniz?
Yapmıyacağımz şeyi
söylemeniz, en şiddetli buğz sebebi olmak bakımından Allah indinde büyüdü.
Şübhesiz ki
Allah, kendi yolunda,
birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saflar bağlayarak çarpışanları sever"
(«-Saff: 2-4) [43].
23-.......Ebû
İshâk şöyle demiştir: Ben-el-Berâ (ibnÂzib-R-)'dan işittim, şöyle diyordu:
(Uhud harbinde) Peygamber'e demir zırh ile yüzü örtülü bir kişi geldi de:
— Yâ Rasûlallah!
(Hemen) harb edeyim de (sonra) müslümân mı olayım? diye sordu.
Rasûlullah (S):
— "Müslüman ol, sonra harbet!"
buyurdu.
O da hemen müslümân
oldu, sonra da harbe girişti, nihayet şehîd edildi.
Bunun üzerine
Rasûlullah:
"Az işledi, fakat
çok ecir kazandı" buyurdu [44].
24-.......Katâde
şöyle dedi: Enes ibn Mâlik bize şöyle tahdîs etti: el-Berâ kızı Ümmü'r-Rubeyy'ki
bu kadın, Harise ibn Surâka'-mn da anasıdır [45]
Peygamber(S)'e geldi ve:
— Ey Allah'ın
Peygamberi! Hârise(nin hâlin)den bana haber vermez misin? Ona Bedir günü
serseri bir ok isabet edip öldürülmüştü. Eğer oğlum cennette ise (bu acıya)
sabrederim. Cennette değilse ona gücüm yettiği kadar ağlamağa çalışırım, dedi.
Peygamber cevaben:
— "Ey Hârise'nin anası! Sana şanlı bir
haber vereyim: Cennette birçok dereceler vardır. Ve şübhesiz senin oğlun bunlardan
el-Firdevsu'l-A 'lâ'ya, yânı en yüksek Firdevs'e erişti" buyurdu [46].
(Bu cevâb üzerine
kadın:
— İyi iyi, yâ Harise! Ne mutlu sana! diye dönüp
gitti.)
Rahman ve Rahim olan
Allah'ın ismiyle
25-.......Ebû
Mûsâ (R) şöyle demiştir: Peygamber (S)'e bir kimse geldi de:
— Bir kısım kimseler
ganîmet malı için muharebe eder, bir kısım kimseler de insanlar arasında
adının söylenip övülmesi için muharebe eder; bir kısım insanlar da
yiğitlikteki mevkii derecesi görülsün diye cihâd eder. Şu hâlde Allah
yolundacihâd eden kimdir? diye sordu.
Peygamber:
— "Her kim
Allah'ın kelimesi en yüksek olsun diye mukaatele ederse, onunkisi Allah yolundadır"
buyurdu [48].
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli:
"Gerek
Medîneliler'e, gerek çevrelerindeki bedevilere Allah'ın Rasûlü'nden geri
kalmaları ve kendisinin bizzat
katlandığı zahmetlere
onların da katlanmaya rağbet etmemeleri yasaktır. Bunun sebebi şudur; Allah
yolunda bir susuzluk, bir yorgunluk, bir açlık, kâfirleri kızdıracak bir yere
ayak basmaları, bir düşmana karşı muvaffakiyete erişmeleri (gibi hiçbir hâl ve
hareket) yoktur ki, mukaabilinde kendileri için iyi bir amel yazılmış olmasın.
Çünkü Allah, iyi hareket edenlerin mükâfatını zayi' etmez" (et-Tevbe: 120)
[49].
26-.......Râfi'
ibnu Hadîc'in oğlu Abâye haber verip şöyle demiştir: Bana Ebû Abs -ki o
Abdurrahmân ibn Cebr'dir- şöyle haber verdi: Rasûhıllah (S): "Herhangibir
kulun ayakları Allah yolunda tozlanırsa, cehennem ateşi ona dokunmaz"
buyurdu [50].
27-.......Bize
Hâlid ez-Hazzâ, İkrime'den tahdîs etti ki, İbn Abbâs, kölesi îkrime ile kendi
oğlu Alî'ye hitaben: İkiniz Ebû Saîd'e gidin de, onun rivayet ettiği
hadîslerden de bir mikdâr işitin, demiştir. Bu emir üzerine bizler Ebû Saîd'e
geldik. O, süt kardeşi ile beraber kendilerine âid olan bir bahçede idi, onu
sürüyorlardı. Bizi görünce yanımıza geldi, ridâsını bürünüp oturdu. Ve şöyle
dedi: Bizler Mes-cid'in kerpiçlerini birer kerpiç birer kerpiç taşıyorduk.
Ammâr ise kerpiçleri ikişer ikişer taşıyordu. Peygamber (S) onun yanına geldi,
başından tozlan eliyle sildi de: "Vah Ammâr! Kendisini bâğîye bir
topluluk öldürecektir. Ammâr onları Allah'a da'vet ediyor, onlar ise onu cehenneme
da'vet eder" buyurdu [51].
28-.......Urve
ibnu'z-Zubeyr, Âişe(R)'den şöyle haber verdi ki, Rasûlullah (S) Hendek günü
(evine) döndüğü ve silâhını koyduğu ve baştan aşağı da yıkandığı sırada,
kendisine Cibril geldi. Cibril'in ba-şıiıı tozlar kaplamıştı. Bu hâlde Cibril:
— Silâhı bıraktın mı? Vallahi ben silâhı
bırakmadım, dedi. Rasûlullah:
— "Öyleyse nereye?" diye sordu. O da:
— İşte şuraya, dedi de Benû Kurayza'ya doğru
işaret etti. Âişe dedi ki: Bu(konuşma)nun üzerine Rasûlullah. Kurayza oğulları'na
doğru (yola) çıktı[52].
"Allah yolunda
Öldürülenleri sakın Ölüler sanma. BiVakis onlar Rabb'Ieri katında diridirler.
Lûtfu inayetinden kendilerine verdiği ile hepsi de şad olarak rızıklanırlar.
Arkalarından henüz onlara katılmayanlar hakkında da: Onlara hiçbir korku
yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir * diye müjde vermek isterler. Onlar
Allah9tan bir nVmetle ve daha fazlasıyle ve Allah'ın müzminlere olan mükâfatını
zAyV etmeyeceği müjdesiyle de sevinirler" (âiu imrân: i69-ni).
29-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) otuz sabah namazında, Maûne Kuyusu
sahihlerini öldüren, Allah'a ve Ra-sûlü'ne isyan etmiş olan kimseler aleyhine
Rı'l, Zekvân ve Usayya kabileleri aleyhine beddua etti.
Enes dedi ki: Muâne
Kuyusu'nda öldürülen kimseler hakkında Kur'ân indirildi. Biz onu okuduk. Bir
zaman sonra (tilâveti) nesho-lundu: "Bizi kavmimize haber
veriniz:BizRabb'imize kavuştuk; O bizden razı oldu, biz de O'ndan razı
olduk" [54].
30-.......Câbir
ibn Abdillah (R) şöyle derdi: Uhud günü insanlar sabah içkisi şarâb içtiler,
sonra şehîdler olarak öldürüldüler. Hadîsin râvîsi Sufyân ibn Uyeyne'ye:
"Bu günün sonundan" lâfzı bu hadîste mevcûd mudur? diye soruldu.
Sufyân: Bu lâfız hadîste yoktur, dedi [55].
31-.......Câbir
şöyle diyordu: Babam, organları kesilmiş hâlde Peygamber'e getirildi ve önüne
konuldu. Ben yüzünün örtüsünü açmaya davrandım. Kavmim beni bundan nehyetti.
Bu sırada Peygamber feryâd eden bir kadın sesi işitti. Amr'ın kızı yâhud
Amr'ın kızkardeşi (Fâtıma'dır), denildi. Bunun üzerine Peygamber (S):
"Niçin ağlıyor -yâhud: ağlamasa da- melekler o şehide kanatlarıyla gölge
yapmakta devam ediyorlar" buyurdu.
Buhârî dedi ki: Ben
hadîsin râvîsi Sadaka'ya: Bu hadîste "Şe-hîd kaldırılıncaya kadar"
lâfzı var mıdır? diye sordum. Sufyân ibn Uyeyne: Belki bu lâfzı Câbir söyledi,
dedi [56].
32-.......Katâde
dedi ki: Ben Enes ihn Mâlik'ten işittim ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki herşeye mâlik olmak üzere dahî
olsa, tekrar dünyâya dönmeyi istemez. Bundan şehîd müstesnadır. O, görmekte
olduğu kerametten dolayı tekrar dünyâya dönmeyi ve on kerre öldürülmeyi
temenni eder" [57].
33- Ve
el-Mugîre ibn Şu'be şöyle dedi: Bize Peygamberimiz (S) Rabb'imizin elçiliğinden
haber verip:
— "Bizden (Allah yolunda) öldürülen,
cennete gider" buyurdu [58].
Umer de Peygamber'e hitaben:
— Bizim maktullerimiz
cennette, müşriklerin maktulleri cehennemde değiller mi? dedi.
Peygamber:
— "Evet, öyledir" buyurdu [59].
34- Bize
Abdullah ibn Muhammed tahdîs edip şöyle dedi: Bize Muâviye ibn Amr tahdîs etti:
Bize Ebû İshâk, Mûsâ ibn Ukbe'den; o da Umer ibn Ubeydillah'ın himayesinde
bulunan Salim Ebî'n-Nadr'dan tahdîs etti. Bu Salim, Umer ibn Abdillah'ın kâtibi
idi. Salim dedi ki: Abdullah ibn Ebî Evfâ, Umer ibn Ubeydillah'a (gönderdiği)
mektûbda: Rasûlullah (S): "İyi biliniz ki, cennet kılıçların gölgeleri
altındadır" buyurdu, diye yazmıştır.
el-Uveysî Abdulazîz
ibnu Abdillah, İbnu Ebî'z-Zinâd'dan; o da Mûsâ ibn Ukbe'den olmak üzere bu
hadîsi rivayet etmekte Muâviye ibn Amr'a mutâbaat etmiştir [60].
35- el-Leys
şöyle dedi: Bana Ca'fer ibn Rabîa, Abdurrahmân ibn Hürmüz'den tahdîs etti. O
şöyle demiştir: Ben Ebû Hureyre(R)'den işittim; Rasûlullah (S) şöyle
buyurmuştur: "Süleyman ibn Dâvûd (Allah'ın selâmı onlara olsun):
— Yeminle söylüyorum
ki, ben bu gece yüz kadına, yâhud doksan dokuz kadına dolaşırım da, onların
herbiri Allah yolunda cihâd
edecek bir süvari
getirir, dedi. Arkadaşı kendisine:
İnşâallah de, dedi.
Fakat o İn şâallah
demedi.(Bütün kadınları dolaştı), neticede bir tek kadın müstesna, kadınlardan
hiçbiri hâmile olmadı. Hâmile olan o tek kadın da yarım bir erkek çocuğu
(dünyâya) getirdi. Muham-med'in nefsi elinde olan(Allah)a yemin ederim ki, eğer
Süleyman İn şâallah deseydi, o çocukların hepsi de Allah yolunda birer süvârî
olarak muhakkak cihâd ederlerdi".
36-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) insanların en güzeli, en yiğidi ve
cömerdi idi. Yemîn olsun bir gece Me-dîne halkı düşman baskınından korkmuştu da
Peygamber (Ebû Talha'ya âid Mendûb adlı durgun ve çıplak) bir atın üstüne
atlayarak (düşman sesinin geldiği tarafa sürmüş), Medîneliler'i geride bırakıp
hepsinin önüne geçmişti.
Yine Enes:
Rasûlullah'ın altında o durgun atı biz bir derya bul-duk (yânî: bir derya olmuş
da su gibi akıyor bulduk) [63]
37-.......Cubeyr
ibn Mut'ım'ın oğlu Muhammed şöyle demiştir: Bana Cubeyr ibn Mut'ım (R) şöyle
haber verdi: Kendisi Rasûlul-lah'ın maiyyetinde yol aldığı ve Rasülullah
beraberinde bir takım insanlar olduğu hâlde Huneyn(seferin)den döndüğü sırada
(bir takım bedevî) insanlar Rasûlullah'a takılmış, ondan ganimet istiyorlardı.
Hattâ onlar Rasûlullah'ı semure (denilen dikenli bir) ağacın altına sığınmaya
mecbur etmişlerdi de, o ağac(m iri dikenleri) Rasû-lullah'ın ridâsını çekip
kapmıştı. Bu sebebden Peygamber bir müddet orada durmuş ve:
— "Bana ridâmı
veriniz! Eğer benim şu iri dikenli ağacın dikenleri sayısınca ganimet devesi ve
sığırım olaydı, muhakkak ben onları a-ranızda taksim ederdim. Sonra sizler beni
ne bir cimri, ne yalancı, ne de korkak bulurdunuz" buyurmuştur [64].
38-.......
Abdullah ibnu Umeyr şöyle demiştir: Ben Amr ibnu Meymün el-Evdî'den işittim,
şöyle dedi: Sa'd ibn Ebî Vakkaas kendi oğullarına şu duâ kelimelerini,
muallimin çocuklara yazı yazmayı öğretişi gibi öğretirdi. Sa'd şöyle derdi:
Şübhesiz Rasülullah (S) namaz arkasında şunlardan Allah'a sığınırdı: "Ya
Allah, ben korkaklıktan Sana sığınırım; ömrün en değersizine döndürülmemden de
Sana sığınırım; dünyâ fitnesinden Sana sığınırım; kabir azabından da Sana sığınırım".
Abdulmelik ibn Umeyr
dedi ki: Ben bu hadîsi Mus'ab ibn Sa'd ibn Ebî Vakkaas'a tahdîs ettim de, o
bunu doğruladı [65].
39-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) -duâda- şöyle der idi:
Allâhumme innî eûzu
bike mine H-aczi ve 'l-keseli ve 'l-cubni ve 7-heremi ve eûzu bike min
fitnetVl-mahyâ vel-menâti ve eûzu bike min azâbVl-kabri (= Yâ Allah, ben
aczden, tenbellikten, korkaklıktan, fazla ihtiyarlıktan Sana sığınırım. Hayât
ve ölüm fitnesinden de Sana sığınırım. Kabir azabından da Sana sığınırım)"
[66].
Bu anlatmayı Ebû Usmân
Abdurrahmân en-Nehdî, Sa'd ibn Ebî Vakkaas'tan söyledi [68].
40-.......
es-Sâib ibn Yezîd (R) şöyle demiştir: Ben Talha ibn Ubeydillah'a, Sa'd ibn Ebî
Vakkaas'a, el-Mıkdâd ibnu'l-Esved'e ve Abdurrahmân ibnu'1-Avf a -Allah onlardan
razı olsun- arkadaşlık ettim. Ben bunların hiç birini Rasûlullah'tan hadîs
tahdîs ederken işitmedim. Şu kadar var ki, ben Talha'yı Uhud gününden tahdîs
ederken işittim [69].
Ve Allah'ın şu
kavilleri [70]: "(Ey mü'minler)
sizler gerek hafif, gerek ağırlıklı olarak elbirliğiyle savaşa çıkın. Allah
yolunda mallarınızla, canlarınızla muharebe edin. Eğer bilirseniz bu sizin için
çok hayırlıdır. Eğer yakın bir menfaat, orta bir sefer olsaydı elbette senin
arkana düşerlerdi. Fakat meşakkat onlara uzak geldi. Onlar: Eğer gücümüz
yetseydi herhalde biz de sizinle beraber çıkardık, diye Allah 'a yemîn
edeceklerdir. Bunlar (bu suretle) kendilerini helake sürüklerler. Allah biliyor
ki, onlar hiç şübhesiz ve muhakkak yalancıdırlar" (et-Tevbe: 4i 42);
ve Allah'ın şu kavli:
"Ey îmân edenler,
ne oldunuz ki size 'Allah yolunda elbirlik gazaya çıkın' denildiği zaman yere
(mıhlanıp) ağırlaştınız?Âhiretten vazgeçip, yalnız dünyâ hayâtına mı razı
oldunuz? Fakat bu dünyâ hayâtının fâidesi âhiretin yanında pek azdır. Eğer
(emrolunduğunuz bu cihâda) elbirliğiyle çıkmazsanız, Allah sizi pek acıklı bir azaba
uğratır ve yerinize sizden başka (itaatli) bir kavim getirir. Siz ona hiçbir
şeyle zarar yapamazsınız. Allah
herşeye hakkıyle
kaadirdir" (et-Tevbe: 38-39). İbn Abbâs'tan:"İnfirû subâtin",
"Seriyyeler ve ayrı ayrı asker birlikleri hâlinde elbirliğiyle cihâda
çıkın" demek olduğu zikrolunur [71].
"Subâtin vahidi", "Subetun"dur denilir [72].
41-.......Bize
Sufyân (es-Sevrî) tahdîs edip şöyle dedi: Bana Mansûr, Mücâhid ibn Cebr'den; o
daTâvûs'tan; o da İbn Abbâs(R)'tan tahdîs etti ki, Peygamber (S) Mekke fethi
günü: "Fetihten sonra (artık Mekke'den Medîne'ye) hicret yoktur, lâkin
cihâd ve niyet vardır (Mekke'den yalnız cihâd kasdıyle ve faziletler tahsili
niyetiyle çıkıla-bilir). Binâenaleyh cihâda da'vet olunduğunuzda hemen icabet
ve hareket ediniz" buyurmuştur [73].
42-.......Bize
Mâlik, Ebu'z-Zinâd'dan; o da el-A'rec'den; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi
ki, Rasûlullah (S) şöyle söylemiştir: "Allah iki kişiyi rızâsı ile
karşılar: Bunlar birbirini öldürüp cennete giren iki kimsedir. Şu (müslümân)
Allah yolunda çarpışır. Şehîd düşer (de cennete girer). Sonra Allah onu
öldürene hidâyet eder ve sonunda o da şehîd edilir" [74].
43-.......Bize
ez-Zuhrî tahdîs edip şöyle dedi: Bana Anbese ibnu Saîd, Ebû Hureyre(R)'den
haber verdi.Ebû Hureyre şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Hayber'i fethettikten
sonra kendisi henüz Hayber'de iken, ben (Yemen'den) O'na geldim. (O ganimet
dağıtıyordu.) Ben:
— Yâ Rasûlallah! Bana da bir pay ver! dedim.
Saîd ibnu'1-Âs
oğulları'ndan bâzısı (ki Ebân ibn Saîd'dir):
— Yâ Rasûlallah, ona pay verme! dedi. ': Bunun
üzerine Ebû Hureyre:
— Bu (adam), İbnu
Kavkal'ın kaatili, dedi. Ebân ibnu Saîd Âs da:
— Vay hayret şu dağ
kediciğine! O (Yemen'in Devs illerindeki) Da'nin Dağı'nın başından üzerimize
yuvarlanıp geldi de, müslümân bir kişinin katlini bana yükleyerek beni
ayıplıyor. Allah İbn Kavkaİ'a benim ellerim üzerinde şehîd olmak (saadetini)
ikram etti de, beni onun iki elinde (kâfir bir hâlde öldürerek) hakir kılmadı [75].
Anbese yâhud onun
berisindeki bir râvî: Rasûlullah, Ebû Hurey-re'ye pay verdi mi, yâhud vermedi
mi; bilmiyorum, demiştir.
Râvî Sufyân ibn Uyeyne
şöyle dedi: Bu hadîsi bana es-Saîdî, dedesinden; o da Ebû Hureyre'den olmak
üzere tahdîs etti.
Ebû Abdillah el-Buhârî
dedi ki: es-Saîdî, Amr ibnu Yahya ibn Saîd ibn Amr ibn Saîd ibni'I-Âs'tır.
44-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S) zamânında Ebû Talha düşmanla cenk
etmek için oruç tutmazdı. Peygamberdin ruhu kabz olununca, ben Ebû Talha'yı
hiç oruçsuz görme-iim; yalnız ramazân bayramı günü yâhud (teşrik günleri dâhil
olduğu lâlde) kurbân günü oruç tutmazdı [76].
Ebân ibn Saîd
ibni'I-Âs, Emevî'dir. Kardeşten Hâlid ile Amr müslümân oldukları hâlde, Ebân'ın
müslümânlığı gecikmiştir. İbn Abdilberr'in bildirdiğine göre, Hudeybiye ile
Hayber arasında müslümân olmuştur. İbn İshâk,
45-.......Ebû
Salih, Ebû Hureyre(R)'den haber verdi ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur:
"Şehîdler beş (ntVı')dir Tâûndanölen; karın hastalığından ölen; suda
boğulan; yıkık altında kalıp ölen; bir de Allah yolunda şehîd olan, yânı
öldürülen" [77].
46-.......Enes
ibn Mâlik(R)'ten. Peygamber (S): "Tâûn, herbir müslümân için
şehîdliktir" buyurmuştur [78]
"Müzminlerden
Özür sahibi olmaksızın (evlerinde) oturanlarla, Allah yolunda mallanyle,
canlarıyle savaşanlar bir olamaz. Allah mallanyle, canlarıyle savaşanları,
derece itibariyle, oturanlardan çok üstün kıldı. (Gerçi) Allah hepsine de
cenneti va'd etmiştir, (fakat) Allah, savaşanlara oturanların üstünde çok büyük
bir ecir vermiştir. Kendinden dereceler, birmağfiret, bir rahmet (vermiştir);
Allah çok mafiret edici, çok merhamet eyleyicidir" (en-Nisâ: 95-96).
47-.,.....Ebû
İshâk şöyle dedi: Ben el-Berâ(R)'dan işittim, şöyle diyordu: ' 'Mü 'minlerden oturanlarla,
A ilah yolunda mallanyle, can larıyle savaşanlar müsâvîolamaz*.." âyeti
indiği zaman, Rasûlullal (S) Zeyd'i çağırdı. Zeyd bir kürek kemiği ile geldi ve
o âyeti yazdı Bu sırada İbnu Ümmi Mektûm körlüğünden şikâyet etti. Bunun üze
rine "Müzminlerden özür sahibi olmaksızın oturanlar..." kısmı indi
48-.......Sehl
ibn Sa'd es-Sâidî (R) şöyle demiştir: Ben Mervân ibnu'l-Hakem'i mescidde
otururken gördüm. Ben de ona doğru geldim ve yanıbaşma oturdum. Kendisi bize
haber verdi; ona da Zeyd ibn Sabit şöyle haber vermiştir: Rasûlullah (S) ona
"Müzminlerden (evlerinde) oturanlarla Allah yolunda mücâhede edenler
beraber olamaz''' âyetini yazdırmak istedi; tam o âyeti bana yazdırırken İbnu
Ümmi Mektûm, Rasûlullah'ın yanma çıkageldi ve:
— Yâ Rasûlallah, cihâda
gücüm yetseydi, ben d,e muhakkak cihâda gider, düşmanlarla harb ederdim, dedi.
İbnu Ümmi Mektûm kör
bir kişi idi. Allah Tebâreke ve Taâlâ Rasûlü'ne vahiy indirdi. Bu sırada
Rasûlullah'ın uyluğu benim uyluğum üzerinde bulunuyordu. Vahyin (Peygamber üzerindeki)
ağırlığı bana o kadar ağır geldi ki, sonunda dizimin ufalanıp dağılmasından
korktum. Sonra Rasûlullah'tan vahiy te'sîri sıyrıldı da Azîz ve Celîl olan
Allah "Ğayru ulVd-daran = Zarar sahibi olanlardan başka'9 diye (bir
istisna kaydı) indirdi [79].
49-.......Mûsâ
ibn Ukbe, Salim Ebu'n-Nadr'dan tahdîs etti ki, Abdullah ibn Ebî Evfâ, Umer ibn
Ubeydillah'a mektûb yazdı; o mektubu ben okudum (şöyle yazmıştı): Rasûlullah
(S): "Düşmanlarla karşılaştığınız zaman sabrediniz" buyurdu [80].
"Ey Peygamber!
Müzminleri harbe teşvik et" (el-Enfâl: 65)
50-.......Bize
Ebû İshâk, Humeyd'den tahdîs etti; o şöyle demiştir: Ben Enes(R)'ten işittim,
şöyle diyordu: Rasûlullah (S) -Ahzâb sırasında- hendek kazılan yere çıkıp
varmıştı. Muhacirler ile Ensâr'-ın soğuk bir kuşluk vaktinde hendek kazmakta
olduklarını gördü. Onların yanlarında kendileri adına bu işi görecek köleleri
de yoktu. Rasûlullah bunların çektikleri yorgunluğu ve açlığı görünce:
"AHâhümme
inne'1-ayşe ayşu'İ-âhire fağfir li'1-Ensâri ve'1-Muhâcireh"
( = Yâ Allah! Dirlik
ve yaşamak âhiret dirliğidir. Sen Ensâr'ı ve Muhacirlerdi mağfiret et!) dedi.
Orada bulunan
sahâbîler de Rasûlullah'a cevâb vericiler olarak:
Nahnu'llezîne bâyeû
Muhammeden Aîe'l'Cihâdi mâ bakıynâ ebeden
(= Bizler yaşadıkça
dâima cihâd etmek üzere Muhammed'e söz vermiş kimseleriz.) dediler [81].
51-.......Bize
Abdulazîz, Enes(R)'ten tahdîs etti ki, o şöyle demiştir: Muhacirler ve Ensâr,
Medine etrafına hendek kazmaya ve sırtları üzerinde toprak taşımaya
başladılar. Bu sırada şu sözleri terennüm ediyorlardı:
Nahnu'llezîne bâyeû
Muhammeden , Aîe'I-İslâmi ma
bakıynâ ebeden
( = Bizler hayâtta
kaldıkça dâima İslâm üzerinde sebat etmeye : Muhammed'e söz ve ahid vermiş
kimseleriz!)
Peygamber (S) de
onlara cevâb vererek şunları söylüyordu: "AMhumme innehû tâ hayra illâ
hayruH-âhirah Fe-bârik fî'l-Ensâri ve'l-Muhâcireh!"
( = Yâ Allah! Âhiret
hayrından başka (devamlı) hayır olmadığı muhakkak. Onun için sen Ensâr ve
Muhacirler hakkında hayır-bereket ihsan et!) [82].
52-.......
Ebû İshâk dedi ki: Ben el-Berâ(R)'dan işittim, şöyle diyordu: Peygamber (S)
-hendek kazılması gününde- toprak taşıyor ve: "Levlâ ente mehtedeynâ..
" sözlerini söylüyordu [83].
53-.......el-Berâ
ibn Âzib (R) şöyle demiştir: Ahzâb gününde Peygamber(S)'i gördüm, toprak
karnının beyazlığını örtmüş olduğu hâlde toprak taşıyor ve şu sözleri
söylüyordu:
"Levlâ ente
mehtedeynâ Velâ tasaddaknâ velâ salleynâ Fe emilen sekîneten aleynâ Ve
sebbitVl-akdâme en lâkaynâ İnnel-ûlâ kad bağav aleynâ İzâ erâdû fitneten ebeynâ
Sen olmasaydın biz doğru yolu bulmaz, sadaka vermez, namaz kılmazdık. Şübhesiz
bu kâfirler, bizim çekindiğimiz fitneyi bize vâki' kılmak istedikleri zaman
bizim üzerimize saldırmışlardır. Onlarla yüzyüze geldiğimizde gönlümüze bir
sekînet (sabır, sebat) indir ve ayaklarımızı yerinde sabit tut (da bizi dağıtma
yâ Rabb)! [84].
54-.......Bize
Humeyd tahdîs etti ki, onlara da Enes tahdîs edip: Bizler Peygamber(S)'in
beraberinde Tebûk gazvesinden döndük... demiştir. H ve yine bize Süleyman ibn
Harb tahdîs edip şöyle dedi: Bize Hammâd -ki o İbnu Zeyd'dir- Humeyd'den; o da
Enes(R)'ten tahdîs etti ki, Peygamber (S) bir gazada idi; şöyle buyurdu:
"Arkamızda Medine'de bir takım erler cemâati vardır ki, biz bir dağ yolunda,dere
içinde her yürüyüşümüzde, muhakkak o Medine'dekiler de yürüyüş(&ev%bın)de
bizimle beraberdirler. Onları burada bulunmaktan özür men' etti" [85].
Ve Mûsâ ibn İsmâîl
dedi ki; Bize Hammâd, Humeyd'den; o da Mûsâ ibn Enes'ten; o da babası Enes ibn
Mâlik'ten tahdîs etti: Peygamber (S) söyledi ki...
Ebû Abdillah
el-Buhârî: Birinci sened daha sahîhtir, dedi [86].
55-.......
Ebû Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'den işittim; "Her
kim (cihâd vazifesinde iken) Allah yolunda bir gün oruç tutarsa, Allah onun
yüzünü (yânî vücûdunu) ^rw/^yıl cehennem ateşinden uzaklaştırır'"
buyuruyordu [87].
56-.......Ebû
Seleme, Ebû Hureyre(R)'den işitmiştir ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Kim Allah yolunda çift harcama yaparsa cennetin bekçileri; herbir
kapının bekçileri onu: Ey Fule, buraya \gel! diye çağırır". Ebû Bekr:
— Yâ Rasûlalîah! Bu
her kapının bekçilerinin çağırmış olduğu timseye (bir kapıdan girmesi, diğer
kapıyı terketmesinden dolayı) bir )e's yoktur, dedi.
Peygamber:
— "Ben senin onlardan olmanı çok ümîd
ediyorum" buyurdu [88].
57-.......
Bize Hilâl, Atâ ibn Yesâr'dan; o da Ebû Saîd el- Hudrî(R)'den şöyle tahdîs
etti: Rasûlullah (S) minber üzerinde ayağa kalktı da:
— "Ben ancak benden sonra sizin üzerinize
açılacak olan dünyâ bereketlerinden dolayı sizin için korku duyuyorum"
buyurdu.
Sonra dünyâ
çiçeğini-zikretti, akabinde bu bereketlerin biriyle söze başladı ve diğerini
(yânî dünyâ çiçeğini) ikinci yaptı. Bunun üzerine sahâbîlerden^bir zât ayağa
kalktı ve:
— Yâ Rasûlalîah! Hiç hayır, şerr getirir mi?
diye sordu. Peygamber bu soruya cevâb vermekten (bir müddet) sükût etti.
Biz, Rasûlullah'a
vahiy indiriliyor dedik. İnsanlar sanki başlan üzerinde kuşlar varmışçasına
sükût ettiler. Sonra Rasûlullah dökmekte olduğu bol teri yüzünden sildi ve:
— "Biraz önce suâl soran nerede? Mal
(hakîkaten) hayır mıdır?" (deyip, bunu üç defa tekrarladı ve devamla)
"Hakîkî hayır ve ni'-met, hayırdan başka birşey getirmez (fakat, dünyâ
malı hakîkî hayır değildir; şöyle ki): Muhakkak bahar, her bitirdikçe yiyeni
öldürücü
yâhud ölüme
yaklaştırıcı şeyler de bitirir. Lâkin yeşil ot yiyen hayvan böyle değildir. O
ölüm tehlikesinden korunmuştur. Bu hayvan o yeşil otu yedikçe nihayet iki
böğrünü doldurunca bahar güneşini karşılar, kolayca tersler ve işer. Sonra yine
bol bol yer. İşte bu dünyâ malı da yeşil ot gibi çekicidir, tatlıdır. Bu dünyâ
malını hakkıyle alan ve onu Allah yoluna, yetimlere, fakirlere tahsis eden
zengin müslü-mân ne hayırlı kişidir! Dünyâ malını haklılıkla almayan (haram mal
toplayan hırslı) kişi de dâima yiyen, bir türlü doymayan obur gibidir. Kıyamet
gününde bu mal kendi sahibinin cimriliğine bir şâhid olacaktır" [89].
58-.......
Zeyd ibn Hâlid (R) şöyle tahdîs etmiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:
"Her kim Allah yolunda cenk edecek bir askeri (araç ve gereçlerini te'mîn
ederek) sefere hazırlarsa, o da gaza etmiş-(cesine sevaba nail) olur. Yine her
kim Allah yolunda gaza eden bir askerin (gerideki işlerini görmekte) hayırla
yerini tutarsa, o da gaza etmiş olur" [90].
59-.......Bize
Hemmâm (ibnu Yahya), İshâk ibn Abdillah'tan; o da Enes ibn Mâlik(R)'ten şöyle
tahdîs etti: Peygamber (S) kendi zevceleri yanına girmesi müstesna, Medîne'de
devamlı olarak Üm-mü Suleym'in evinden başka hiçbir eve girmezdi. Peygamber'e
bu devamlı girişin sebebi soruldu da, Peygamber: "Ben Ümmü Suleym'e en
acıyanım, çünkü onun erkek kardeşi (Haram ibnu Milhân, Maû-ne Kuyusu günü)
benim (askerlerimin) beraberinde öldürüldü-' buyurdu [91].
60-......
Enes ibn Mâlik'in oğlu Mûsâ, Yemâme harbini zikrederken şöyle demiştir: Enes
ibn Mâlik, Yemâme harbi günü Sabit ibn Kays'ın yanına gelmiş. Sabit o sırada
iki uyluğunu açmış, hanût denilen (ve ölüye sürülen) bir nevi' koku sürünüyor
(ve şehîd olmaya hazırlanıyor) hâldeymiş. Enes, Sâbit'e:
— Ey amca! Seni harb
saffına gelmemen için habseden nedir? dedi.
O da:
— Ey kardeşim oğlu, şimdi (geliyorum), dedi.
Bir taraftan da hanût
kokusu sürünmeye başladı. (Korkudan sonra Sabit iki kat beyaz elbise giyerek
kefenlendi.) Sonra harb saffına gelip yer aldı.
-Enes, hadîsin
burasında askerden bir kısmının cebheden açılıp bozulmasını anlatmıştır.-
Sonra:
— Karşımızdan şöyle
açılın (düşmanı görelim de), nihayet düşmanla vuruşalım. Biz Rasûlullah (S)
ile birlikte harbederken, öyle (panik yaparak) harbetmezdik. Siz akranınıza
kaçmayı ne fena âdet ettirmişsiniz, dedi".
Bu hadîsi Hammâd ibn
Seleme, Sabit el-Bunânî'den; o da Enes ibn Mâlik'ten olmak üzere de rivayet
etti [92].
61-.......Câbir
(R) şöyle demiştir: Ahzâb günü Peygamber (S):
— "Kurayza oğullarının haberini bana kim
getirir?" diye sordu. Zubeyr:
— Ben (getiririm), dedi.
Sonra Peygamber bir
kerre daha:
— "Kurayza oğulları'na dâir bana kim haber
getirir?" diye sordu. Yine Zubeyr:
— Ben, diye cevâb
verdi.
Bunun üzerine
Peygamber:
— "Her peygamberin (sahâbîleri içinde)
hâlis ve seçkin bir adamı vardır. Benim seçkin adamım da Zubeyr'dir"
buyurdu [93].
62-.......Câbir
ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) râvî Sadaka ibnu'1-Fadl: Bunun
Hendek günü olduğunu sanıyorum, demiştir- insanları (bir keşif vazîfesine)
çağırdı da bu çağrıya ez-Zubeyr icabet etti. Sonra Peygamber yine çağrı yaptı,
yine Zubeyr icabet etti. Sonra Peygamber insanları yine bu vazifeye çağırdı;
bu sefer de Zubeyr vazifeye tâlib oldu. Bunun üzerine Peygamber; "Muhakkak
herbir peygamberin bir havarisi (seçkin hâlis adamı) vardır. Şübhe-siz benim
havarim de ez-Zubeyr ibnu'l-Avvâm'dır" buyurdu [94].
63-.......Mâlik
ibnu'l-Huveyris (R) şöyle demiştir: Ben, bir arkadaşımla Peygamber'in yanından
ayrıldım. Peygamber (S) bize: "Namaz vakitlerinde ezan okuyun ve ikaamet
getirin; ikinizden büyük olanınız size imamlık etsin" buyurdu [95].
64-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S):
"Atlar alınlarına
dökülen saçlarında kıyamet gününe kadar hayır bulunan hayvanlardır"
b'uyurdu.
65-.......eş-Şa'bf
den; o daUrveibnu'1-Ca'd eL-Bârıkî'den tahdîs etti ki, Peygamber(S): "Harb
atları, alınlarına dökülen saçlarında kıyamet gününe kadar hayır düğümlenmiş
hayvanlardır" buyurmuştur.
Buhârî'nin üstadı
Süleyman ibn Harb, Şu'be'den; o da Urvetu'-bnu Ebi'l-Ca'd'dan söylemiştir. Bu
hadîsi Huşeym'den;o da Husayn'-dan; o da eş-Şa'bî'den; o da Urve ibn
Ebi'l-Ca'd'dan senediyle rivayet etmekte Müsedded,, Süleyman ibn Harb'e
mutâbaat etmiştir.
66-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S): "Bereket, atların alınlarına
dökülen saçlardadır"buyurdu [96].
67-.......Bize
Urvetu el-Bârıkî (R) tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"(Harb için eğitilmiş) atların alınlarına sarkan saçlarında kıyamet gününe
kadar hayır düğümlenmiştir, (Hayır, âhi-rette) sevâb, (dünyâda)
ganimettir" [98].
68-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle diyordu: Peygamber(S): "Her kim A ilah 'a inandığı için
ve va 'dini tasdik ederek Allah yolunda cihad etmek niyetiyle bir at bağlarsa,
şübhesiz o atın yediği yemler, içtiği sular, atın dışkısı ve sidiği kıyamet
gününde o şahsın mizanında-(sevâb olacak)*?//"" buyurdu [100].
69-.......Ebû
Katâde'nin oğlu Abdullah'tan (şöyle demiştir): Babam Ebû Katâde (Hudeybiye
senesi) Peygamber'in beraberinde sefere çıktı. Ebû Katâde arkadaşlarından
bâzısıyle beraber geri kaldı, arkadaşları umre için ihrama girmişler, kendisi
ise ihrama girmemiş hâldeydi. Ebû Talha'nın görmesinden önce arkadaşları bir
yaban eşeği gördüler. Onlar yaban eşeğini gördükleri zaman onu terkedip bıraktılar.
Nihayet o yaban eşeğini Ebû Talha da gördü. Hemen kendine âid olan ve el-Cerâde
denilen bir ata bindi ve arkadaşlarından kamçısını kendisine uzatıvermelerini
istedi. Arkadaşları bu isteği kabul etmediler. Bunun üzerine kamçıyı bizzat
kendisi aldı ve atı yaban eşeğine doğru sürdü ve onu vurdu. Sonra ondan hem
kendisi, hem de arkadaşları yediler. Sonra Peygamber'e geldiler. Peygamberce
eriştikleri zaman (O'na yedikleri etin hükmünü sordular). Peygamber (S):
— "Ondan beraberinde birşey var mı?"
buyurdu.
— Yanımda onun bir bacağı var, dedi. Akabinde
Peygamber o bacağı aldı ve onu yedi [102].
70-.......Sehl
ibn Sa'd es-Sâidî (R) şöyle demiştir: Hurma bahçemizde Peygamber(S)'e âid bir
at bulunuyordu. Ona (noktasız hâ ile) Luhayfu denilirdi.
Ebû Abdillah
el-Buhârî: Bâzı râvîler (noktalı hâ ile) Luhayfu şeklinde söyledi, dedi [103].
71-.......Muâz
ibn Cebel (R) şöyle demiştir: Ben bir seferde Peygamber'in bindiği Ufeyr
denilen bir eşek üstünde Peygamber'in terkisinde idim. Peygamber (S) bana:
— "Yâ Muâz! Allah'ın kulları üzerindeki
hakkı ve kulların da Allah üzerindeki hakkı nedir bilir misin?" diye
sordu.
Ben de:
— Bunu Allah ile Rasûlü en bilendir, dedim.
Rasûlullah:
— "Allah'ın kulları üzerinde sabit olan
hakkı, kulların Allah'a itaat ve kulluk etmeleri ve A ilah 'a hiçbir şeyi ortak
kılmamalarıdır. Kulların Allah üzerindeki hakkı da, kendisine hiçbir şeyi ortak
kılmayan kişiye azâb etmemesidir (yânî bu husustaki lûtfudur)" buyurdu.
Bunun üzerine ben:
— Yâ Rasûlallah! Bunu
ben insanlara müjdelemeyeyim mi? diye sordum.
Rasûlullah:
— "Hayır, bunu onlara müjdeleme! Sonra
buna dayanıp güvenirler" buyurdu [104].
72-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Bir kerre Medine içinde bir düşman baskım korkusu
yayılmıştı. Bunun üzerine Peygamber (S) bize (yânî Ebû Talha ailesine) âid
olup Mendûb denilen bir atı iğreti aldı. (Ona binip Medine'den ayrıldı, geri
dönüp geldiğinde:)
— "Korkulacak
nevi'den birşey görmedik. Muhakkak surette bulduğumuz şey, Mendûb'un su gibi
akmasıdır" buyurdu [105]
73-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'den işittim: "Uğursuzluk
(telâkkisi âdet olarak ancak) ancak üç şeyde: atta, kadında, evde hâsıl
olur" buyuruyordu [107].
74-.......Sehl
ibn Sa'd es-Sâidî (R): "Eğer herhangi birşeyde uğurluk olsaydı o,
kadında, atta, meskende olurdu" buyurmuştur [108].
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli:
"Hem onlara
binmeniz için, hem zînet için atları, katırları, merkebleri yarattı... "
(en-Nahi: 8).
75-.......Ebû
Salih es-Semmân'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S)
şöyle buyurmuştur: "Atlar üç nevi' insan için üç türlüdür: At ırkı bâzı
adam için sevâbdır, bâzı adam için (fakirlik ve ihtiyâcına) bir perdedir,
bâzısına da boynunda bir vebaldir. At kendisi için ecir olan kimseye gelince,
o, atını Allah yolunda (ci-hâd için) bağlamıştır ve atını da bol otlu geniş bir
sahada veya bir bahçede uzatmıştır. Bu bol otlu sahadan yâhud bahçeden atın bu
uzun ipinde iken yediği her ot, at sahibi için haseneler olmuştur. Atın ipi
kopsa şahlanarak bir veya iki yükseklik veya bir iki şavt koşsa, yerde onun
bıraktığı gübreleri ve izleri sahibi için haseneler olur. Bir de hayvan bir
nehre uğrayıp da ondan içerse -sahibi sulamak istememiş olsa bile- bu su da
sahibi için haseneler olur... Bir kimse de atını övünmek için yâhud riya için
ve İslâm ahâlîye düşmanlık için bağlarsa, bu hayvan da onun için bir
vebaldir."
Rasûlullah'a
eşeklerden soruldu. Rasûlullah: "Bunlar hakkında bana, her hükmü
toplayıcı (bir vecize olan) şu tek âyetten başka birşey indirilmedi: İşte kim
zerre ağırlığınca bir hayır yapıyorsa onu görecek, kim de zerre ağırlığınca
şerr yapıyorsa onu görecek" (ez-ziizâi: 7-8) [109]
76-.......Bize
Ebu'l-Mütevekkil en-Nâcî tahdîs edip şöyle dedi:
Ben Câbir ibn Abdillah
el-Ensârî'ye geldim de ona: Rasûlullah'tan işittiklerini bize tahdîs et, dedim.
Câbir şöyle dedi: Ben, seferlerinin birinde Rasûlullah'ın beraberinde yolculuk
ettim. -Râvî Ebû Akıl: Ebu'l-Mütevekkil'in gazve mi yâhud umre mi dediğini
bilmiyorum, demiştir.- Seferden döndüğümüz zaman Peygamber (S):
— "Kim ailesine acele gitmek isterse yürüyüşünü
çabuklaştırsın" buyurdu.
Câbir dedi ki: Ben kül
renkli devem üzerine binmiş olarak döndüm. Bu devede başka renk yoktu (yânî
rengine başka renk karışmamıştı). İnsanlar benim arkamda idiler. İşte ben
böyle herkesin önünde yol aldığım sırada devem yorgunluktan dolayı birden
durdu. Bunun üzerine Peygamber bana:
— "Ya Câbir! Deveni sıkı tut!"
buyurdu ve kamçısıyle ona bir kerre vurdu. Vurmasıyle beraber deve yerinden
sıçrayıp hareket etti. Müteakiben Peygamber:
— "Deveyi satar mısın?" dedi. Ben:
— Evet, dedim.
Nihayet Medine'ye
geldiğimizde ve Peygamber de sahâbîlerinin grupları içinde Mescid'e girdiğinde
ben de devemi Mescid'in kenarındaki taş döşemeliğe bağlayarak yanına girdim.
Ve kendisine:
— İşte (benden satın aldığın) deven buradadır,
dedim. Peygamber Mescid'den çıktı ve:
— "Bu deve bizim devemizdir" diyerek,
devenin etrafında dolaşmaya başladı.
Akabinde Peygamber
birkaç ûkıyye altın yolladı da:
— "Bunu Câbir'e verin" buyurdu.
Bundan sonra Peygamber bana:
— "Devenin bedelini tastamam aldın
mı?" dedi. Ben;
— Evet aldım, dedim.
Peygamber (S):
— "O bedel de, o deve de (hibe olarak)
senindir" buyurdu [110].
Râşid ibnu Sa'd: Daha
çok akıcı ve daha cesur olduğu için, selef, erkek hayvana binmeyi severlerdi,
demiştir [111].
77-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Medine'de bir düşman baskını korkusu olmuştu.
Bunun üzerine Peygamber (S) Ebû Tal-ha'ya âid olup kendisine Mendûb denilen bir
atı iğreti aldı ve ona bindi. Peygamber dönüp geldiği zaman: "Korkulacak
nevi'den hiç-birşey görmedik. Biz ancak bu atı muhakkak bir derya bulduk"
buyurdu [112].
78-.......
Nâfi', îbn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) ganimet malından- at için
iki pay; sahibi için de bir pay ta'yîn etmiştir [113].
İmâm Mâlik şöyle
demiştir: Yüce Allah'ın: "Hem onlara binmeniz için, hem zînet için de
atları, katırları, eşekleri yarattı... " (en-Nahi: 8) kavlinden dolayı,
atlara ve ağır yük hayvanlarına ganimet malından pay verilir; fakat ağır yük
hayvanlarına atlardan daha çok pay verilmez [114].
79-.......
Şu'be, Ebû İshâk'tan şöyle tahdîs etti: Bir kimse el- Berâ ibn Âzib(R)'e
hitaben:
— Sizler Huneyn günü
Rasûlullah'ın yanından kaçtınız mı? dedi. O da:
— (Evet, biz kaçtık)
lâkin Rasûlullah (S) kaçmadı. Hevâzin halkı iyi ok atan bir kabîle idiler. Biz
onlarla karşılaşınca, onların üzerine atıldık. Onlar hemen bozuldular. Bunun
üzerine müslümânlar ganimetler üzerine yöneldiler. Hevâzin kabilesi ise (bundan
faydalanarak) bizi oklarla karşıladılar. (Biz kaçtık) fakat Rasûlullah
kaçmadı, Yemîn olsun O'nu pek iyi gördüm ki, O beyaz katırının üzerinde (korkusuz
duruyordu), Ebû Sufyân da katırın gemini tutuyordu. Bu sırada Peygamber:
"Ene'n-nebiyyu lâ kezib, ene îbnu Abdilmuttalib (= Ben Peygamber'im yalan
yok, ben Abdulmuttalib oğluyum)" diyordu [115].
80-.......Nâfi',
Ibn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) ayağını garz denilen üzengiye
girdirdiği ve binek devesi ayakta olduğu hâlde üzerinde onu dümdüz doğrulttuğu
zaman Zu'1-Huleyfe Mesci-di'nin yanından i'tibâren umre yâhud hacc niyetiyle
telbiye ederdi [116].
81-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) sahâbîleri, üstünde eyer bulunmayan
çıplak bir at üzerine binmiş olarak, kılıcı da boynunda asılı olduğu hâlde
karşıladı [117].
82-.......
Saîd ibn Ebî Arûbe, Katâde'den; o da Enes ibn Mâlik(R)'ten olmak üzere şöyle
tahdîs etmiştir: Medine ahâlîsi bir defasında (geceleyin bir düşman
baskınından) korktular. Bunun üzerine Peygamber (S) Ebû Talha'ya âid olan yavaş
yürüyen yâhud kendisinde bir yavaşlık bulunan bir ata binip düşman yönüne
sürdü. (Keşif yaptıktan sonra) dönüp geldiğinde: "Bu atınızı bir derya
bulduk" buyurdu. Bu hâdiseden sonra bu atla yürüme ve seğirtme yarışı yapılmaz
oldu [118].
83-.......Bize
Sufyân (es-Sevrî), Ubeydullah'tan; o daNâfi'den tahdîs etti ki, İbn Umer (R)
şöyle demiştir: Peygamber (S) idmana çekilmiş ve zayıflatılmış atları
el-Hafyâ'dan başlayıp Semyyetu'l-Vedâ'ya
kadar koşturtup yarıştırdı.
Diğer defa da yıpratılmamış atları es- Seniyye'den tâ Benû Zurayk Mescidi'ne
kadar koşturtup yarıştırdı.
Abdullah ibnu Umer:
Ben de koşturup yarış edenler içinde idim, demiştir [119].
Râvî Abdullah
ibnu'l-Velîd şöyle dedi: Bize Sufyân tahdîs edip şöyle dedi: Bana Ubeydullah
tahdîs etti. Sufyân: el-Hafyâ'dan Seniyyetu'l-Vedâ'ya kadar beş mil yâhud altı
mil; Seniyye ile Benû Zurayk Mescidi arası bir mildir, dedi [120].
84-.......Abdullah
ibn Umer(R)'den (şöyle demiştir): Peygamber (S) idmana çekilmemiş atlar
arasında yarış tertîb etti. Bu yarışın gayesi es-Seniyye'den Benû Zurayk
Mescidi'ne kadar idi. Abdullah ibn Umer de bu idmânlatılmamış atlar yarışında
yarışmış idi.
Ebû Abdillah el-Buhârî
dedi ki: "Emeden", gaye demektir. Kur'-ân'dan şahidi "Fe-tâle
aleyhimu'l-emedu ( = Üzerlerinden uzun zaman geçmiş)" (d-Hadîd: 16)
âyetidir [121].
85-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) yıprandırılmış (yânî idmana çekilip
zayıflatılmış) atlar arasında yarış tertîb etti de bu atları el-Hafyâ'dan
salıverdi. Bu koşu yarışının hedefi Seniyyetu'1-Vedâ idi. (Ebû İshâk dedi ki:)
Ben Musa'ya: Bu mesafenin arası ne kadar uzaklıkta idi? diye sordum. Altı
yâhud da yedi mildir, dedi.
Yine Peygamber, idmana
çekilmemiş atlar arasında yarış tertîb etti de bunları Seniyyetu'l-Vedâ'dan
salıverdi. Bu yarışın sonu Benû Zurayk Mescidi idi. (Ebû İshâk dedi ki:) Ben
Mûsâ ibn Ûkbe'ye: Bu mesafenin arası ne kadar idi? dedim. Bir mil yâhud J/una
yakındır, dedi. Abdullah ibn Umer de bunlar içinde-yarışan Jdmselerden idi [122].
İbn Umer: Peygamber
(S) Kasvâ isimli devesi üzerinde Usâme ibn Zeyd'i arka tarafına bindirdi,
demiştir, el-
Mısver ibn Mahrame de:
Peygamber: "Kasvâ hırçınlık etmedi, çöküp kalmadı" buyurdu demiştir [123].
86-.......Humeyd
et-Tavîl dedi ki: Ben Enes(R)'ten işittim, şöyle diyordu: Peygamber'in dişi
binek devesine el-Adbâ denilir idi [124].
87-.......Bize
Zuheyr, Humeyd'den tahdîs etti ki, Enes (R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'nin
el-Adbâ ismi verilen bir dişi binek devesi vardı ki, (koşuda, seferde) önüne
geçilmezdi.
Geçen sened ile Humeyd
şöyle dedi: Yâhud hemen hemen önüne geçilmezdi. Bir ara yük devesi üzerinde
bir bedevi geldi. (Yapılan koşuda) bu yük devesi el-Adbâ'yı geçti. Ve bu geçiş
müslümânlara ağır geldi. Peygamber bu ağır gelişi anladı da: "Dünyâdan
yükselen herbir şeyi muhakkak aşağıya koyması Allah üzerinde bir haktır"
buyurdu [125].
Bu hadîsi Mûsâ ibn
İsmâîl, Hammâd ibn Seleme'den; o da Sabit el-Bunânî'den; o da Enes'ten; o da
Peygamber'den olmak üzere uzun bir metinle rivayet etmiştir [126].
Bu beyaz katır
hadîsini Enes söyledi [128].
Ve Ebû Humeyd de: Eyle
Meliki Yuhannâ ibn Rûbe, Peygamber'e beyaz bir katır hediye verdi, demiştir [129].
88-........
Bize Sufyân (es-Sevrî) tahdîs edip şöyle dedi: Bana Ebû Ishâk tahdîs edip şöyle
dedi: Ben (mü'minlerin anası Cuveyriye'nin kardeşi) Amr ibnu'l-Hâris
el-Mustalakî'den işittim; o: Peygamber (S) beyaz katırı, silâhı ve bir de
sadaka yaptığı arazîsinden başka birşey bırakmadı, dedi [130].
89-.......Sufyân
es-Sevrî şöyle demiştir: BanaEbû İshâk, el-Berâ- (R)'dan tahdîs etti. Bir adam
el-Berâ'ya:
— Yâ Ebâ Umârete,
Huneyn gününde arkanıza dönüp kaçtınız mı? dedi.
O:
— Hayır vallahi,
Peygamber (S) arkasına dönmedi. Lâkin insanların çabuk davranıp acele edenleri
arkalarını döndürüp kaçtılar. Şöyle ki, Hevâzin okçuları onları ok yağmuru ile
karşıladılar. Peygamber (S) beyaz katırı üzerinde, Ebû Sufyân ibnu'l-Hâris de
o katırın gemini tutmuştu. Bu sırada Peygamber: "Ben peygamberim yalan
yok; ben Abdulmuîtalib oğluyum" diyordu.
90-.......Mü'minlerin
anası Âişe (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'den cihâda gitmek için izin
istedim de, O: "Siz kadınların cihâdı haccdır" buyurdu.
Ve Abdullah
ibnu'l-Velîd dedi ki: Bize Sufyân es-Sevrî, Muâvi-ye ibn İshâk'tan bu hadîsi
tahdîs etti [131].
91-.......Âişe
bintu Talha, mü'minlerin anası Âişe'den; o da Peygamber'den şöyle tahdîs
etmiştir: Peygamber'in kadınları kendisine cihâdı (yânî Allah yolunda cihâd
yapabilirler mi? sorusunu) sordular. Bunun üzerine Peygamber (S): "Hacc
ne güzel cihâddır!" buyurdu.
92-.......Abdullah
ibn Abdirrahmân el-Ensârî şöyle demiştir:
Ben Enes(R)'ten
işittim; şöyle diyordu: Rasûlullah (S) Mılhan kızı Ümmü Harâm'm yanma girdi de
onun yanında birşeye yaslanıp uyudu. Uyandıktan sonra güldü. Teyzem Ümmü
Haram:
— Yâ Rasülallah! Niçin gülüyorsun? dedi.
Rasûlullah:
— "Ümmetimden bir takım insanlar şu gök
deniz üstünde gemilere binerek Allah yolunda cihâda gidiyorlar. Onların bu
hâli, hükümdarların tahtları üstündeki hâli gibidir" buyurdu.
Ümmü Haram:
— Yâ Rasülallah! Beni
de deniz gazilerinden kılması için Allah'a duâ ediver, dedi.
Rasûlullah:
— "Yâ Allah, Ümmü Haram 'ideniz
gazilerinden kıl" diye duâ etti.
Sonra Rasûlullah
tekrar uykuya döndü, uyanınca yine güldü. Ümmü Haram O'na yine evvelki sözler
gibi yâhud da:
— Bu gülme nedendir? dedi.
Rasûlullah da ona
evvelki sözlerinin benzerini söyledi. Bu sefer yine Ümmü Haram, Rasûlullah'a:
— Beni de onlardan kılması için Allah'a duâ
ediver, dedi. Rasûlullah:
— "Sen evvelkilerdensin; sonrakilerden
değilsin" buyurdu. . Abdullah ibn Abdirrahmân el-Ensârî, Ebü
Tuvâl'e şöyle dedi:
Enes şöyle dedi: Ümmü
Haram sonra Ubâdete'bne's-Sâmit ile evlendi. Sonra (Muâviye ibn Ebî Sufyân'ın
karısı olan) Karaza'nın kızı Fâni-te ile beraber deniz seferine gitmek için
gemiye bindi. Sonunda dönerken hayvanına binmişti. Hayvan onun boynunu kırdı,
hayvandan düşüp öldü [132]
93-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Ben Urvetu'bnu'z-Zubeyr'den, Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den,
Alkamatu'bnu'l-Vakkaas'tan, Ubeydul-lah ibn Abdillah'tan bu Âişe hadîsini
işittim. Bu râvîlerin herbiri bana bu hadîsten bir taifeyi tahdîs etti. Âişe
şöyle demiştir: Peygamber (S) bir sefere çıkmak istediği zâmân kadınları
arasında kur'a çekmek âdetinde idi. Onlardan hangisinin kur'ası çıkarsa
Peygamber o kadınla sefere çıkardı. (Musta'lık oğulları'na doğru) çıkmak
istediği bir gazvede Peygamber biz kadınlar arasında kur'a çekti. Bu kur'ada benim
payım çıktı. Bu sebeble ben Peygamber'in beraberinde sefere çıktım. Bu sefer,
Hicâb (ei-Ahzâb: 53,59} âyeti indirildikten sonra idi [133].
94-.......
Enes (R) şöyle demiştir: Uhud harbinde insanlar bozulup Peygamber'in yanından
dağılmışlardı. Enes dedi ki: İşte bu tehlikeli harb gününde Ebû Bekr'in kızı
Âişe ile (anam) Ümmü Suleym'i muhakkak şöyle gördüm: Bunlar kollarını
sıvamışlardı. Ben onların ayaklarının hamallarını görüyordum. Bunlar çabuk
çabuk ve devamlı arkalarında su kırbalanyle koşuyorlardı.
Diğer râvî (Ca'fer ibn
Mihrân) şöyle demiştir: Onlar sırtlarında su kırbalarını taşıyorlar, sonra bunu
yaralıların ağızlarına boşaltıyorlar, sonra tekrar çabucak dönüyorlar,
kırbaları dolduruyorlar, sonra yine acele| gelip kırbaları yaralı askerlerin
ağızları içine boşaltıyorlardı [134].
95-.......
Sa'lebe ibnu Ebî Mâlik şöyle demiştir: Umer ibnu'l- Hattâb (R) Medine
kadınlarından bir takım kadınlar arasında birçok futalar taksim etti de iyi
bir fûta arta kaldı. Yanında bulunan bâzı kimseler ona:
— Ey Mü'minlerin
Emîri! Şu futayı da yanındaki Rasûlullah'ın kızma ver! dediler ve onunla
Alî'nin kızı Ummü Kulsüm'ü -ki Umer'in zevcesidir- kasdetmişlerdi.
Bunun üzerine Umer:
— Bu futaya Ümmü Selît
daha lâyıktır. Ümmü Selît, (hicretten sonra) Rasûlullah'a bey'at eden Ensâr
kadınlarındandır, dedi ve (lâ-yıklık sebebinden olmak üzere) şunu da söyledi:
Çünkü Ümmü Selît, Uhud günü su kırbalarını yüklenir, bize su taşırdı [135].
Ebû Abdillah
el-Buhârî: Metindeki "Kânet", "Tezfiru = Diker idi"
ma'nâsına da gelir, dedi [136].
96-.......Muavviz
kızı er-Rubeyyı' (R) şöyle demiştir: Biz kadınlar Peygamber (S) ile beraber
(gazvede) bulunurduk da mücâhid-lere su verir ve onlara hizmet ederdik.
Yaralıları ve şehîdleri Medine'ye geriye götürür idik.
97-.......er-Rubeyyı'
bintu Muavviz (R) şöyle demiştir: Biz kadınlar Peygamber(S)'in beraberinde
gazve ederdik ve mücâhidlere su verir, onlara hizmet ederdik. Yaralıları ve
şehîdleri Medine'ye geri götürür idik [137].
98-.......Ebû
Mûsâ (R) şöyle demiştir: (Amcam) Ebû Âmir, dizkapağından vuruldu. Hemen ben Ebû
Âmir'in yanına vardım. O bana: Şu oku dizimden çek, çıkar! dedi. Ben de hemen
oku çekip çıkardım. Fakat okun yerinden bir su boşanıp aktı... Sonra ben
Pey-gamber'in huzuruna girdim ve Ebû Âmir'in haberini kendisine haber verdim.
Bunun üzerine Peygamber (S) şu duayı söyledi:
"Allâhumme'ğfir
Ii ubeydin Ebî Âmirin( = Yâ Allah! Kulcağı-zın Ebû Âmir'e mağfiret eyle!)"
[138].
99-.......
Bize Abdullah ibn Âmir ibn Rabîa haber verip şöyle dedi: Ben Âişe(R)'den
işittim, şöyle diyordu:
Peygamber (S)
Medine'ye hicret edip geldiği zaman (düşman baskınından endîşe ederek) uykusuz
kalıyordu ve:
— "Keski sahâbîlerimden elverişli bir kimse
bu gece beni bekleyip korusu" dedi.
Tam bu sırada ansızın
bir silâh sesi işittik. Peygamber:
— "Kimdir o?" diye seslendi.
— Ben Sa'd ibnu Ebî
Vakkaas'ım; sana bekçilip edip korumak için geldim, dedi.
Bunun üzerine
Peygamber uyudu [139].
100-.......Ebû
S
Bu hadîsi İsrâîl ibn
Yûnus ile Muhammed ibn Cuhâde ref* etmediler; her ikisi de Ebû Husayn'dan
söylediler; onlar bu hadîsi onun üzerinde durdurdular. .
Buhârî şöyle dedi:
Bize Amr ibnu Merzûk şunu ziyâde edip şöyle dedi: Bize Abdurrahmân ibnu
Abdillah ibn Dînâr kendi babasından; o da Ebû S
"Altın kulu,
gümüş kulu, dört köşeli ve zencefil kumaş kulu kah-. rolsün! Böyle kişiye
verilirse memnun olur, verilmezse kızar. Böyle (dünyâ düşkünü) kişi sürünsün;
zarara yuvarlansın! Vücûduna diken battığında cımbızla çıkaran bulunmasın!
"Cennet, hayır ve
saadet şu kula lâyıktır ki, o Allah yolunda cihâd için atının dizginini tutmuş,
başı dağınık, iki ayağı tozlanmış-tır. Eğer bu gâzî (öncü olarak) ileri
karakolda düşman beklemekte ise, o tam ma'nâsıyle düşman beklemekte olur. Eğer
askerin gerisinde (ardçı olarak) vazifede ise, orada hakkıyle nevbeiçilik
vazifesinde olur. Bu mücâhid bir meclise girmek için izin isterse (küçük
görülüp) kendisine izin verilmez. Bir hususta şefaat edecek olursa şefaati kabul
edilmez" [141]
Ebû Abdillah el-Buhârî
şöyle dedi: Bu hadîsi İsrâîl ile Muhammed ibn Cuhâde, Ebu'l-Husayn'dan olmak
üzere ref etmediler. Kur'-ân'da ı'Fe ta'sen lehum = O küfredenlere gelince,
onların hakkı yüzükoyun kapanmaktır" (Muhammed: 8) buyurdu. Bu,
"Allah onları yüzükoyun kapatsın" buyuruyor gibidir. "Tûbâ"
(er-Ra'd: 29) kelimesine gelince, o her tayyib ve güzel şeyden fu'lâ veznidir.
O aslında "tı"dan sonra "yâ" idi. "Yâ",
"vâv"a tahvîl edildi. O, "Tâbe; Yetîbu" fiilindendir [142].
101-.......Sabit
el-Bunânî'den taridîs etti ki, Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Ben (bir
seferde) Cerîr ibn Abdillah el-Becelî'ye yoldaşlık ettim. Cerîr bana hizmet
ediyordu. Hâlbuki Cerîr, Enes'ten daha yaşlı idi. Cerîr: Ben Ensâr'm
(Rasûlullah'a ta'zîm ve hizmet nev'-inden) yapmakta olduklarını gördüğüm
birşeyi, onlardan bulacağım herkese muhakkak ikram ederim, dedi.
102-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle diyordu: Ben Peygamber'e hizmet eder olduğum hâlde O'nunla
birlikte Hayber gazvesine çıktım. Peygamber (S) oradan dönerek (Medine'ye
geldiği ve) kendisine Uhud Dağı göründüğü zaman: "Şu Uhud'dur, O bizi
sever, biz de onu severiz" buyurdu. Sonra Peygamber eliyle Medine'ye
işaret ederek şunları söyledi: "Yâ Allah! Ben Medine'nin şu iki kara
taşlık arasındaki sahasını, îbrâhîm Peygamber'in Mekke'yi haram kılması gibi,
hürmet edilmesi vâcib bir yer kılıyorum. Yâ Allah! Bizim sâ' ölçeğimiz içinde
ve müdd ölçeğimiz içinde (Ölçülen yiyeceklerimizi) bize bereketli kıl!"
103-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Biz Peygamber ile beraber (bir seferde) bulunduk.
(Bizden kimi oruçlu, kimi oruçsuz-du. Sıcak bir günde bir konak yerine indik.)
Bizden çoğumuz kendi elbisesiyle gölgeleniyordu. Fakat şu oruç tutanlar
(takatsizliklerinden) hiçbir iş yapmadılar. Oruçsuzlar ise develeri sürdüler,
hizmet ettiler, yemek pişirme, hayvanları sulama ve yemleme işlerini gördüler.
Bütün bu fa
104-.......Bize
Abdurrazzâk,Ma'mer'den;o da Hemmâm'dan; o da Ebû Hureyre (R)'den tahdîs etti
ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Herbir parmak
kemiğinin bahşettiği iyilik ve hizmete karşı bir sadaka vardır. Herbir gün
içinde hayvanına binmek veya eşyasını yüklemek isteyen kimseye yardım etmek,
hayvanına bindirmek yâhud eşyasını yüklemek de bir sadakadır. Güzel bir söz de
bir sadakadır. Namaza gitmek yolunda sahibinin attığı herbir adım da büyük bir
sadakadır. (İhtiyâcı olana) yol göstericilik yapmak da bir sadakadır"[144]
"Ey îmân edenler,
sabredin, sabır yarışı edin. (Sınırlarda) nevbet beklesin. (Bu sayede) felah bulacağınızı
umabilirsiniz" (âiu imrân: 200).
105-.......Ebû
Hâzım'dan; o da Sehl ibn Sa'd es-Sâidî'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle
buyurmuştur: "Bir gün Allah yolunda sınır muhafazasına bağlı kalıp nevbet
beklemek (sevabı) dünyâdan ve dünyâ üstündeki herşeyden hayırlıdır. Sizden
birinizin kamçısının cennetten işgal ettiği az bir yer de dünyâdan ve dünyâ
üstündeki herşeyden hayırlıdır. Kulun Allah yolunda yürüyeceği bir akşam yürüyüşü
yâhud bir sabah yürüyüşü de dünyâdan ve dünyâ üstündeki herşeyden
hayırlıdır" [145].
106-.......BizeYa'kûb,
Amr'dan; o da Enes ibn Mâlik(R)'ten tahdîs etti ki, Peygamber (S), Ebû Talha'ya:
— "Benim için oğlan çocuklarınızdan bir
çocuk ta'yîn et de Hay-ber'e çıkıp varıncaya kadar bana hizmet etsin"
buyurdu.
Bunun üzerine (üvey
babam) Ebû Talha beni hayvanının arkasına bindirerek çıkardı. Ben bulûğa
yaklaşmış bir oğlan çocuğu hâlinde idim. Artık ben konakladığı zaman
Rasûlullah'a hizmet ediyordum ve O'ndan çok kerre şunları söylemekte olduğunu
işitir dururdum:
"Allâhumme ibnî
eûzu bike mine'l-hemmi vel-hazeni ve'l-aczi ve 'l-keseli ve 'l-buhli ve H-cubni
ve dalaı 'd-deyni ve galebeti 'r-ricâli (= Yâ Allah! Ben gamdan, hüzünden,
acizlikten, tenbellikten, cimrilikten, korkaklıktan, borç ağırlığından ve
adamların birbirini öldürmelerinden Sana sığmıyorum)".
Sonra Hayber'e geldik.
Allah O'na kaleyi açınca, kendisine Hu-yey ibn Ahtab'ın kızı Safiyye'nin
güzelliği zikrolundu. Safiyye yeni gelin olduğu hâlde kocası öldürülmüştü.
Rasûlullah, Safiyye'yi kendisi için ayırdı. Ve Safiyye ile yola çıktı. Nihayet
Seddu's-Sahbâ denilen yere ulaştık. Safiyye orada hayızdan temizlendi,,
akabinde Rasûlullah onunla evlendi. Sonra küçük bir sofra içinde hurma, yağ ve
keşten yapılan hays aşı yaptı. Bundan sonra Rasûlullah:
— "Etrafındaki insanlara bildir (yemeğe
gelsinler)" buyurdu. İşte bu, Rasûlullah'ın Safiyye üzerine yaptığı düğün
aşı oldu. Sonra Medine'ye doğru yola çıktık.
Enes dedi ki: Bu
sırada ben Rasûlullah'ı gördüm ki, O, Safiyye'yi kendi arkasında bir abâ ile
örtüyordu. Sonra Rasûlullah (S) kendi binek devesinin yanında oturuyor, kendi
dizini koyuyor, Safiyye de kendi ayağını Rasûlullah'ın dizi üzerine koyarak
deveye biniyordu.
Yürüdük. Nihayet
Medine üzerine yükseldiğimizde Rasûlullah, Uhud'a baktı da:
— "Bu, bizleri seven bir dağdır; biz de
onu severiz" buyurdu. Sonra Medine'ye baktı da şöyle duâ etti:
— "Yâ Allah! Ben Medine'nin iki kara taşlığı
arasındaki sahayı, İbrahim Peygamber'in Mekke'yi haram kıldığı gibi haram
kılıyorum. Yâ Allah! Sen Medîneliler'e müdd ve sâ' ölçeklerinde bereket
ver!" [146].
107-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Bana (teyzem) Ümmü Haram tahdîs etti. Ona bir gün
kendi evinde Peygamber (S) söylemiştir: Peygamber gülerek uykusundan uyanmış.
Ümmü Haram:
— Yâ Rasûlallah! Seni
güldüren nedir? demiş. Rasûlullah:
— "Ümmetimden bir kavme hayret ettim ki,
tahtları üzerine kurulmuş hükümdarlar gibi gemilere binip deniz yolculuğu
ediyorlar" buyurdu.
Ben:
— Yâ Rasûlallah! Beni
de onlardan kılması için Allah'a dua et! dedim.
Rasûlullah:
— "Sen onlarla berabersin" buyurdu.
Sonra yine bir süre
daha uyudu. Bundan da gülerek uyandı da yine evvelki sözleri gibi söyledi. Bu,
iki yâhud üç kerre oldu. Ben:
— Yâ Rasûlallah! Beni
de onlardan kılması için Allah'a duâ et! dedim.
Bunun üzerine
Rasûlullah:
— "Sen evvelkilerden oldun"
buyuruyordu.
Bunun ardından
Ubâdetu'bnu's-Sâmit, Ümmü Haram ile evlendi ve Ümmü Harâm'la beraber deniz
gazasına çıktı. Sonunda Ümmü Haram geriye döneceği zaman binmesi için kendisine
bir binek hayvanı yaklaştırıldı. Akabinde hayvandan düştü ve boynu kırıldı [147].
İbn Abbâs şöyle dedi: Bana
Ebû Sufyân haber verip şöyle dedi: Rûm Meliki olan Kaysar bana şöyle dedi: Ben
sana Muhammed'e insanların eşrafı mı, yoksa zaîfları mı tâbi' oluyor diye sordum;
sen zaîfları dedin. Rasûllerin tâbi'leri de onlardır... [148]
108-.......Mus'ab
şöyle demiştir: Babam Sa'd ibn Ebî Vakkaas diğer sahâbîler üzerinde kendisinde
(yiğitlik ve zenginlik yönünden) bir üstünlük olduğunu düşünürdü. Bunun üzerine
Rasûluilah (S): "Sizler ancak zaîflarınız(m duası) sebebiyle yardım
ediliyor ve rızıklandmlı-yorsunuz" buyurdu [149].
109-.......
Bize Sufyân ibn Uyeyne, Amr ibn Dînâr'dan -ki o, Câbir'den işitmiştir- ve Ebû
Saîd el-Hudrî'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyie buyurmuştur: "Bir
zaman gelir ki, o zamanda insanlardan bir cemâat gaza eder. Onlara:
— İçinizde
Peygamber'le sohbet eden kimse var mıdır? diye sorulur da:
— Evet var! diye cevâb verirler.
Nihayet ordu içindeki
sahâbîye (hürmeten zafer kapısı) açılır. Sonra bir zaman daha gelir. Onlara da:
— İçinizde
Peygamber'in sahâbîlerine yoldaşlık eden kişi var mıdır? diye sorulur.
Bu soranlara da:
— Evet, vardır! diye cevâb verilir, ve zafer
yolu açılır. Sonra (üçüncü) bir zaman daha gelir. (Yine harb edilir). Onlara
da:
— İçinizde
Peygamber'in sahâbîlerinin sahâbîsiyle sohbet eden kimse var mıdır? diye
sorulur.
Bu defa da:
— Evet vardır! denilir. Ve yine feth
verilir" [150].
Ebû Hureyre de Peygamber'den
şunu söyledi: "Allah kendi yolunda mücâhede edenleri en bilendir;
Allah kendi yolunda
yaralananları en bilendir" (yânî bunları Allah'ın bildirdiği kimseden
başkası bilmez) [152]
110-.......Ebû
Hâzım'dan; o da Sehl ibn Sa'd es-Sâidî'den şöyle tahdîs etti: Rasûlullah (S) ve
müşrikler karşılaşıp harb ettiler. (O günün harbi sona erip) Rasûlullah kendi
askerinin karargâhına, düşman tarafı da kendi askeri karargâhlarına
dönmüşlerdi. Rasûlullah'ın sahâbîleri içinde bir adam vardı ki, o, düşman
ordusundan ayrı düşen yâhud orduya katılmamış bulunan her bir düşmanın
arkasını bırakmayıp amansız ta'kîb ediyor ve onu kılıcıyla vuruyordu. Bir sözcü:
— Bu gün bizden hiçbir
kişi fulânın gösterdiği kahramanlık derecesinde yeterlilik gösteremedi!
Bunun üzerine Rasûlullah:
— "Fakat o, cehennem ehlindendir!"
buyurdu. Sahâbîlerden biri:
— Ben o kimseyle
beraber olup onu gözleyeceğim, dedi [153],
Râvî dedi ki: Bu
sahâbî o adamın beraberinde harb sahasına çıktı ve harb saffının neresinde
durdu ise o da onunla beraber durdu. O, harbde ne derece çeviklik gösterdi ise,
o sahâbî de onunla bile çeviklik gösterdi.
Râvî dedi ki: Nihayet
o fulân kimse ağır bir surette yaralandı. (Bu ağır yara acısıyle) ölümü
çabuklatmak istedi de kılıcının demirini yere koydu, kılıcın sivri tarafını da
iki memesi arasına koydu, sonra kılıcın üstüne meyledip yüklendi. Ve bu suretle
kendini öldürdü. Bunun üzerine onu izleyip gözeten sahâbî (Huzâî)
Rasûlullah'ın yanına vardı da:
— Şehâdet ederim ki,
Sen muhakkak Allah'ın Rasûlü'sün, dedi. Rasûlullah:
— "Bu (şehâdetin sebebi) nedir?" diye
sordu. Huzâalı sahâbî şöyle dedi:
— Biraz evvel şu
cehennem ehlinden olduğunu söylediğin kişi; işte onun hakkında verdiğiniz
haberi insanlar büyüttü. Ben de: Ben sizin için bu adamı izleyip
gözetleyeceğim dedim. Ve hakîkaten arkası sıra çıkıp, onun her hareketini
araştırdım. Sonunda bu adam ağır surette yaralandı. Ve ölümün çabuk gelmesini
isteyerek kılıcının demirini yere, keskin ağzını da iki memesi arasına koydu.
Sonra kılıcının üstüne meyledip yüklendi. Ve bu suretle kendisini öldürdü.
Bunun üzerine
Rasûlullah (S):
— "Şübhesiz bir kısım adam vardır ki,
insanlara görünen işlerde cennet ehline-yaraşan hayırlı işler yapar. Hâlbuki
o, cehennem ehlindendir. Ve yine insanlardan öyle kimse vardır ki, insanlara
görünen işlerde cehennem ehlinin yapacağı kötü işler yapar. Hâlbuki o, cennet
ehlindendir" buyurdu [154].
"Siz de onlara
karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve bağlanıp beslenen atlar hazırlayın ki,
bununla Allah'ın
düşmanı ve sizin
düşmanınız olanları ve bunlardan başka sizin bilemeyip de Allah'ın bildiği
diğerlerini " (el-Enfâl: 60) [155].
111-.......O
şöyle demiştir: Ben Seleme ibnu'1-Ekva (R)'dan işittim; o şöyle dedi: Bir
kerre Eşlem oğullan'ndan bir cemâat ok atma ta'lîmi yarışı yaparlarken
Peygamber yanlarına uğradı da:
— "Ey îsmâîl (Peygamber'in) oğulları, ok
atınız; çünkü sizin (o büyük) babanız usta bir atıcı idi. Siz de atınız! (Bu
yarışta) ben de Fulân oğulları ile beraberim" buyurdu.
Râvî Seleme dedi ki:
(Peygamber böyle deyince) o iki fırkanın biri (yânı karşı taraf) ellerini
atıştan çektiler (ok atmadılar). Bunun üzerine Rasûlullah (S):
— "Size ne var ki atmıyorsunuz?" diye
sordu. Onlar:
— Sen onlarla (yânî
Mıhcen oğullan grubu ile) beraberken biz nasıl atarız! diye cevâb verdiler.
Peygamber:
— "Haydi atın, ben sizin hepinizle
beraberim" buyurdu (da oradakileri atışa teşvik eyledi) [156].
112-.......EbûUseyd
Mâlik ibn Rabîa (R) şöyle demiştir: Bedr günü biz Kureyş'e karşı saff
bağladığımız ve Kureyş de bize karşı harb saffı nizâmına girdikleri zaman
Peygamber (S): "Düşman ok menziline girdiğinde ok atmaya devam
ediniz" buyurdu [157].
113-.......ez-Zuhrî'den;
o da İbnu'l-Müseyyeb'den haber verdi ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir:
Habeşliler, Peygamber'in yanında harbeleriyle oyun oynadıkları sırada Umer
içeriye girdi ve çakıl taşlarına uzanıp Habeşliler'e çakıl taşlan attı. Bunun
üzerine Peygamber (S): "Yâ Umer, onları serbest bırak!" buyurdu. Ve
Alî ibnu'l-Medînî şunu ziyade edip, dedi ki: Bize Abdurrazzâk tahdîs edip şöyle
dedi: Bize Ma'mer haber verdi ki, bu oyun mescidde vâki' olmuştur [158].
114-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Ebû Talha, Peygamber'in beraberinde bir tek
kalkanla sütrelenip korunmaya çalı-jşırdı. Ebû Talha güzel atıcı idi. O attığı
zaman Peygamber (S) yukarıya yükselir de onun okunun düştüğü yere bakardı [159].
115-.......Sehl
ibn Sa'd (R) şöyle demiştir: (Uhud günü) Peygamber (S)'in miğferi başı
üzerinde kırıldığı, yüzü kanlara bulandığı ve azı dişleri ile ön dişleri
arasındaki dişleri kırıldığı zaman Alî kalkan içinde arka arkaya su getiriyor,
Fâtıma da kanı yıkıyor idi. Nihâyet Fâtima kanın sudan daha çok artmakta
olduğunu görünce bir hasır parçasına yöneldi de onu yaktı ve külünü Peygamberin
yarası üzerine yapıştırdı, akabinde kan kesildi [160].
116-.......Umer
ibnu'l-Hattâb (R) şöyle demiştir: Benû'n-Nadîr malları, Allah'ın kendi
Rasûlü'ne fey olarak tahsis ettiği şeylerdendir. Bunlar müslümânların at
sürerek, deveye binerek (harb ile) elde ettikleri ganimetlerden değildir. Bu
sebeble Benû'n-Nadîr malları husûsî olarak Rasûlullah'a âid olmuş îdi.
Rasûlullah ailesi halkının bir senelik.nafakasını bundan harcar idi. Sonra
bundan geri kalanı da Allah yolunda gaza hazırlığı olarak silâha ve atlara
harcar idi [161].
Bize Müsedded tahdîs
edip şöyle dedi: Bize Yahya ibn Saîd, Suf-yân'dan tahdîs etti. O şöyle
demiştir: Bana Sa'd ibnu İbrâhîm, Abdullah ibn Şeddâd'dan; o da Alî ibn Ebî
Tâlib(R)'den tahdîs etti [162].
117-.......Bana
Abdullah ibnu Şeddâd tahdîs edip şöyle dedi:
Ben Alî(R)'den
işittim, şöyle diyordu: Ben Peygamber (S)'in babasını, anasını, Sa'd ibn Ebî
Vakkaas'tan başka bir kişiye feda ederek hitâb ettiğini görmedim. (Fakat Uhud
günü Sa'd'e:)
— "Ey Sa'd, babam
anam sana feda olsun! Düşmana ok at! derken işittim [163].
118-.......Âişe(R)'den
(şöyle demiştir): -Minâ günlerinden blrinde, yânî kurbân bayramının ilk üç
günlerinden birinde- RasuluU-lah yanıma girdi. Karşımda Buâs ezgilerini (def
çalarak) okuyan itti kız vardı. Rasûlullah yatağına uzanıp yüzünü çevirdi.
Derken Ebu Bekr girdi.
— (Bu ne hâl?)
Rasûlullah'ın yanında şeytân mızmarı mı.' diyerek beni azarladı.
Bunun üzerine
Rasûlullah (S) ona döndü de:
— "Onlara ilişme!" buyurdu. Babamın
zihni başka şey ile meşgul olunca, ben kızlara işâret ettim, onlar da
çıktılar.
Âişe dedi ki: Yine bir
bayram günü idi ki, o gün siyâhîler kalkanlar ve kısa mızraklarla oyun
oynuyorlardı. Ya ben Rasûlullah'-tan bakmağa izin istedim (de izin verdi),
yâhud (kendiliğinden): "Bakmak istiyor musun?" dedi. Evet, dedim.
Bunun üzerine beni arkasında, yanağım yanağına değecek şekilde ayaküstü
durdurup, Ha-beşliler'e:
— "Haydin (devam edin) Erfide
oğulları!" buyurdu. Nihayet seyretmekten usandığımda:
- "Artık yeter mi?" diye sordu.
- Evet, dedim.
— "Öyleyse git" buyurdu [164].
Ebû Abdillah el-Buhârî
dedi ki: Ahmed ibnu Ebî S
119-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle dedi: Peygamber (S) insanların en güzeli ve en yiğidi idi.
Yemîn olsun bir gece Medîne ahâlîsi (bir düşman baskınından) korkmuştu.
İnsanlar sesin geldiği yöne doğru çıkmışlardı. İnsanlar giderlerken Peygamber
onları karşıladı. Kendisi Ebü Talha'ya âid çıplak bir at üzerinde (sür'atle
gidip) durumu tahkîk etmiş, dönüyordu. Karşılaşma sırasında Peygamber, kılıcı
boynunda asılı hâlde: "Korkmadılar, korkmadılar (yânı korkmayın)"
bu-yuruyordu. Sonra Peygamber (S): "Biz bu atı (yürüyüşte) bir deniz
bulduk" yâhud da "Şübhesiz bu at bir denizdir" buyurdu [166].
120-.......Ben
Ebû Umâme'den işittim, şöyle diyordu: Yemîn olsun bir çok fetihler yapan bir
cemâat vardı ki, onların kılıçlarının süsü altın ve gümüş değildi. Onların
kılıçlarının süsü ancak kınlarit na, kabzalarına bağlanan sırımla kalay
vedemirden ibaret olmuştu [167]
121-.......
Câbir ibn Abdillah (R), Rasûlullah'm beraberinde Necd tarafına gazaya
gittiğini, Rasûlullah o gazveden döndüğü zaman kendisi de beraberinde
döndüğünü, dönüşte büyük ağacı çok bir vâdîde kendilerine gün ortası sıcağı
eriştiğini, istirahat için konakladıklarını haber verip şöyle demiştir:
Rasûlullah devesinden indi. Sefer halkı.da ağaçlar altında gölgelenmek için
dağılmışlardı. Rasûlullah da bir sakız ağacı altına inip kılıcını o ağaca
asmıştı. Bizler birazcık uyumuştuk. Birden Rasûlullah'm bizi çağırmakta
olduğunu işittik. Bir de baktık ki yanında (müşriklerden) bedevi bir Arab var!
Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:
— "Şu bedevi Arab
ben uyurken (gelmiş), kılıcımı alarak kınından sıyırmış, yanımda durmuş. Bu
arada ben uyandım. Kılıç, kınından sıyrılmış olarak bu adamın elinde idi. Bu
hâlde bedevi bana: Benden şu anda seni kim koruyabilir? dedi. Ben de üç defa;
Allah korur, dedim."
(Râvî dedi ki:) O
bedevi orada oturdu, Rasûlullah onu cezalandırmadı [168].
122-.......
Ebû Hâzım'dan; o da Sehl ibn Sa'd'den tahdîs etti ki, Sehl'e Peygamber'in Uhud
günündeki yaralanması soruldu da, o şöyle dedi: Peygamber (S)'in yüzü
yaralandı, rabâiye dişi kırıldı, başındaki miğferi de yarıldı. Fâtıma
aleyhi's-selâm kanı yıkıyor, Alî de tutuyordu. Fâtıma kanın arttığını görünce
bir hasır parçası alıp onu kül oluncaya kadar yaktı. Sonra o külü yaraya
yapıştırdı ve kan durdu [169].
123-.......(Mü'minlerin
anası Cuveyriye'nin kardeşi) Amr ibnu'l- Hâris (R): Peygamber (S) silâhından,
beyaz katırından, bir de (sağlığında) sadaka yaptığı Fedek arazîsinden başka
birşey geriye bırakmadı, demiştir [170]
124-.......Buradaki
iki senedle gelen hadîste Câbir ibn Abdillah (R), kendisinin Peygamber'in
beraberinde (Necd tarafına doğru) gazaya gittiğini, (dönüşte) dikenli büyük
ağaçları çok bir vâdî içinde sıcak vakti istirahatının kendilerine eriştiğini
haber verip şöyle devam etmiştir: Gün ortası istirahatı verilince insanlar
ağaçlık içinde, ağaçlarla gölgelenmek üzere dağıldılar. Peygamber (S) de bir
ağaç altına indi, kılıcını ağaca astı, sonra uyudu. Peygamber uyandığında
yanında bir adam vardı. Kendisi bu adamı hissetmemişti. Peygamber
(sahâ-bîlerine bu adamın hâlini) şöyle anlattı:
— "Bu zât benim
kılıcımı sıyırdı da: Seni kim korur? dedi. Ben: Allah (korur), dedim. Bu
cevâbım üzerine kılıcı kınına koydu. Dikkat edip ibret alın! Bu hâdisenin
kahramanı işte şu oturan bedevidir".
Sonra Peygamber (S)
onu cezalandırmadı [171].
İbn Umer'den
Peygamber(S)'in:'Benim rızkım mızrağımın gölgesi altında kılındı. Horluk ve
cizye vermek de benim emrime muhalefet edenler üzerine kılındı" buyurduğu
zikrolunur [172].
125-.......Ebû
Katâde el-Ensârî'nin himayesinde bulunan Nâfi'den; o da Ebû Katâde'den haber
verdi ki, Ebû Katâde (Hudeybiye yılı) Rasûlullah'ın beraberinde idi. Nihayet
Mekke yolunun bir yerinde oldukları zaman Ebû Katâde umre niyetiyle ihrama
girmiş bulunan birtakım arkadaşlanyle beraber bir keşif vazifesi için geri
kaldı. Ebû Katâde kendisi ihrâmlı değildi. Bu sırada birden bir yaban eşeği gördü.
Hemen atının üstünde doğruldu. Arkadaşlarından kendisine kamçısını uzatıp
vermelerini istedi. Onlar (ihrâmh oldukları gerekçesiyle) bunu kabul
etmediler. Yine onlardan kendi mızrağını vermelerini istedi. Onlar yine
çekindiler. Bunun üzerine Ebû Katâde mızrağını kendisi aldıktan sonra yaban
eşeği üstüne atını koşturdu ve onu öldürdü. O eşeğin etinden Peygamber'in
sahâbîlerinin bâzısı yedi, bâzısı da yemekten çekindi. Nihayet Rasûlullah'a
eriştikleri zaman bu eti yemenin hükmünü kendisine sordular. Rasülullah (S):
— "Bu, Allah'ın
sizlere ihsan ettiği bir yiyecektir" buyurdu [173].
Zeyd ibn Eşlem; o da
Atâ ibn Yesâr'dan; o da Ebû Katâde'den bu yaban eşeği hakkında Ebu'n-Nadr'ın
hadîsinin benzeri gelmiştir. Bunda Rasülullah: "Beraberinizde onun etinden
bir parça var mı?" buyurdu fıkrası vardır [174]
Peygamber (S):
"Hâlid'e gelince, Hâlid zırhlarını Allah yolunda vakfetmiştir..."
buyurdu [175].
126-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) toparlak bir çadır içinde İken:
— "Yâ Allah! (Peygamberlerine yardım
edeceğin hakkındaki) ahdini ve (zafer) va'dini (yerine getirmeni) senden
istiyorum! Yâ Allah! Eğer (mü'minlerin helakini) dilemişsen bu günden sonra
ibâdet edilmez!" diye duâ etti.
Sonunda Ebû Bekr,
Rasûlullah'ın elini tuttu da:
— Bu kadar dilek sana
yetişir yâ Rasûlallah, Sen Rabb'ine karşı duada ısrar ettin (Allah sana va'dini
verir), dedi.
Bu sırada Rasülullah
bir zırh içinde idi. Bu duadan sonra Rasülullah şu mealdeki âyetleri okuyarak
çadırdan çıktı:
— "Yakında o
cemiyet bozulacak, onlar arkalarını dönüp kaçacaklardır. Daha doğrusu onlara
va'd olunan asıl azabın vakti, o saattir, O saat, daha belâlı, daha
acıdır" (d-Kamen 45-46) [176].
Ve Vuheyb şöyle dedi:
Bize Hâlid el-Hazzâ (İkrime'den; o da İbn Abbâs'tan: Bu söylediği şey) Bedir
gününde oldu, dedi [177].
127-.......Aişe
(R): Rasülullah (S), zırhı bir Yahudi'nin yanında otuz sâ' Ölçeği arpaya
karşılık rehin edilmiş bulunduğu hâlde vefat etti, demiştir.
Râvî Ya'Iâ, (er-Rehn
Kitâbı'ndaki rivayette): Bize el-A'meş: "Demirden yapılmış bir zırh"
şeklinde tahdîs etti,demiştir. Muallâ ibn Esed de (el-İstikrâz Kitâbı'ndaki
rivayette): Bize Abdulyâhid tahdîs edip şöyle dedi: Bize el-A'meş tahdîs edip:
Rasûlullah o Yahudi'ye demirden bir zırhı rehin verdi, demiştir [178].
128-.......Bize
Abdullah ibn Tâvûs, babasından; odaEbûHureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber
(S) şöyle buyurmuştur: "Cimri ile sadaka vericinin meseli, şu iki adamın
meselidir: Üzerlerinde demirden iki cübbe vardır. Onların elleri köprücük
kemiklerine kadar sarılıp sıkışmıştır. Sadaka verici olan, sadakasını vermeyi
her kasdet-tikçe cübbesi onun bedeni üzerinde genişler, uzar, hatla sadaka verenin
ayak izlerini siler giderir. Cimri olan ise sadaka vermek istedikçe onun demir
cübbesinin herbir halkası kendine bitişik olan halkaya doğru büzülür, sıkışır
da onun bedeni üzerinde sıkışıp büzülür ve onun iki eli köprücük kemiklerine
doğru toplanır".
Ebû Hureyre^
Peygamber'den: "O cimri kişi bu sıkan demir cüb-beyi genişletmeye çalışır,
fakat o zırh genişlemez" derken işitmiş-tir [179].
129-.......
el-Mugîre ibn Şu'be (R) tahdîs edip şöyle demiştir: Rasûlullah (S) ihtiyâcı
için (uzağa) gitti. Sonra döndü. Ben kendisini su ile karşıladım. Üzerinde bir
Şâm cübbesi vardı. Ağzım su ile çalkaladı, burnuna su çekti ve yüzünü yıkadı.
Ellerini o cübbenin yeninden çıkarmaya davrandı. Yenler dar olduğundan
ellerini cübbenin altından çıkardı, onları yıkadı, başını ve ayakkabıları
üzerini mesnetti [180].
130-.......
Bize Saîd ibn Ebî Arûbe, Katâde'den tahdîs etti ki, onlara da Enes:
Peygamber(S)'in, Abdurrahmân ibn Avf ile ez-Zubeyr'e, kendilerinde meydana
gelen kaşıntı hastalığından dolayı ipekli gömlek giymelerine ruhsat ve müsâade
verdiğini tahdîs etmiştir.
131-.......Buradaki
iki senedde de Hemmâm ibn Yahya el-Avzî, Katâde'den; o da Enes(R)'ten tahdîs
etti ki, Abdurrahmân ibn Avf ile ez-Zubeyr, Peygamber'e bitten şikâyet
etmişler. Bunun üzerine Peygamber (S) onlara ipek gömlek giymek hususunda
ruhsat vermiştir. Enes: Ben bir gazvede o ikisinin üzerinde ipek gömleği
gördüm, demiştir [181].
132-....
Buradaki senedde de Enes; Peygamber (S), Abdurrahmân ibn Avf ile ez-Zubeyr
ibnu'l-Avvâm'a ipek giymek hususunda ruhsat verdi, diye tahdîs etmiştir.
133-.......Buradaki
senedde de Enes: Bu iki sahâbîde meydana gelen bir kaşıntı hastalığından dolayı
ruhsat verdi, yâhud da ruhsat verildi, demiştir [182].
134-.......
Amr ibn Umeyye (R) şöyle demiştir: Ben Peygamberdi pişmiş koyun küreğinden et
kesip yerken gördüm. Sonra namaza çağrıldı da (yeniden) abdest almadan namaz
kıldırdı.
Bize Ebû'l-Yemân
tahdîs edip şöyle dedi: Bize Şuayb, ez-Zuh-rî'den haber verdi. Bu rivayette
râvî: "Peygamber bıçağı elinden bıraktı" fıkrasını ziyâde etti [183].
135-.......Umeyr
ibnu'l-Esved el-Ansî şöyle tahdîs etmiştir: Kendisi Ubâde ibnu's-Sâmit'e
gelmiş. Ubâde o sırada Hımış sahilinde kendisine âid bir bina içine inmiş,
beraberinde de zevcesi Ümmü Haram bulunuyormuş.
Umeyr dedi ki: Bize
Ümmü Haram bintu Mühân, kendisinin Pey-gamber'den: "Ümmetimden denizde
gaza eden ilk muhâribler (mağfiret olunmayı) vâcib kılmışlardır (yânı hakk
etmişlerdir)" buyururken işittiğini tahdîs etti.
Ümmü Haram dedi ki:
— Ben de: Yâ
Rasûlallah! Ben bunların içinde miyim? diye sordum; "Sen onların
arasındasın" diye cevâb verdi. Bundan sonra Peygamber: "Ümmetimden
Kaysar'ın şehrine gaza eden ilk muhâribler de mağfiret olunmuşlardır"
buyurdu. Ben bunların içinde miyim yâ Rasûlallah? diye sordum. O:
"Hayır!" diye cevâb verdi [184]
136-.......Bize
Mâlik, Nâfi'den; o da Abdullah ibnUmer(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S)
şöyle buyurmuştur: "Siz müslümânlar (ileride) Yahûdîler'le harb
edeceksiniz (onları kıracaksınız). Hattâ onr lardan bir Yahudi taş arkasına
saklanacak da o taş (dile gelerek): Ey Allah'ın kulu! Şu arkamdaki bir
Yahûdîdir, onu da öldür! Diyecektir [185]
137-.......Ebû
Zur'a'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi ki, Rasûlullah (S):
"Sizler Yahûdîler'le umûmî bir harb etmedikçe kıyamet kopmaz. Hattâ
arkasında bir Yahudi buluna^ Yâ Müslüman! Şu arkamdaki Yahudi'dir, onu oldur! Der [186]
138-.......Ben
el-Hasen el-Basrî'den işittim, şöyle diyordu: Bize Amr ibnu Tağlîb tahdîs edip
şöyle dedi; Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Şübhesiz sizin, keçe
ayakkabılar giyinen bir kavimle harbet-meniz kıyamet alâmeilerindendir. Ve yine
sizin, yüzleri geniş ve yüzleri deri üstüne deri kaplanmış kalkanlar gibi
kalın etli olan bir kavimle harbetmeniz kıyamet gününün alâmetler
indendir" [188].
139-.......
Ebû Hureyre (R) şöyle dedi: Rasûlulİah (S) şöyle buyurdu: "Siz
müslümânlar gözleri küçük, yüzleri kırmızı, basık burunlu, yüzleri üst üste
deri kaplanmış kalkanlar gibi kalın etli olan Türk ile harbedinceye kadar
kıyamet kopmaz. Ve yine sizler ayakkabıları kıl olan bir kavimle harb
etmedikçe kıyamet kopmaz" [189].
140-.......ez-Zuhrî,
Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den; o da Ebû Hureyre(R)'den söyledi ki, Peygamber (S)
şöyle buyurmuştur: "Sizler ayakkabıları kıl keçe olan bir kavimle muharebe
etmedikçe kıyamet kopmaz. Ve yine sizler yüzleri üstüste deri kaplanmış
kalkanlar gibi kalın etli olan bir kavimle muharebe etmedikçe kıyamet
kopmaz".
Sufyân ibn Uyeyne
geçen senedle söyledi ve bunda Ebu'z-Zinâd, el-A'reVden; o da Ebû Hureyre'den
rivâyeten: "Gözleri küçük, burunları yassı, yüzleri üstüste deri
kaplanmış kalkanlar gibi etli olan" fıkrasını ziyâde etmiştir [190].
141-.......Bize
Ebû İshâk tahdîs edip şöyle dedi: Ben el-Berâ'dan işittim: Bir adam ona:
— Sizler Huneyn günü
kaçmış mı idiniz yâ Ebâ Umâre? diye sordu.
O da:
— Hayır vallahi
Rasûlullah geri dönmemiştir. Lâkin hakîkat şu ki, O'nun sahâbîlerinin gençleri
ve ağırlığı olmayanları miğfersiz, zırhsız ve silâhsız olarak çıktılar.
Akabinde hemen hemen kendilerinin hiçbir oku yere düşmeyecek kadar iyi atıcı
olan Hevâzin ve Benû Nasr topluluğu olan atıcılardan ibaret bir kavme geldiler.
Onlar bunlara ok yağdırdılar. Öyle bir ok yağmuru ki, hemen hemen hiç hatâ etmiyorlardı.
Bunun üzerine o genç sahâbîler oradan Peygamber'in yanına dönüp geldiler. Peygamber beyaz katırının üstünde; amcasının oğlu Ebû Sufyân ibnu'l-Hâris ibn
Abdilmuttaüb ise onu yediyordu. Peygamber (S) -sabit durup- hemen bineğinden
indi ve Allah'tan yardım istedi. Sonra:
— "Ben peygamberim yalan yok, ben
Abdulmutt
Bundan sonra da sahâbîlerini
harb saffına dizdi [191].
142-......Alî
ibn Ebî Tâlib (R) şöyle demiştir: Ahzâb gunu muslümânlann harb durumu
güçleşince Rasülullah (S): "Allah müşriklerin evlerini ve mezarlarını
ateş doldursun! Onlar bizleri güneş battığı zamana kadar orta namazdan alıkoydular"
dedi [192] .
143-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) kunûtta şöyle duâ ederdi:
"Yâ Allah! Seleme
ibn Hişâm'ı kurtar!
Yâ Allah! el-Velıd
ibnu'l-Velîd'i kurtar!
Yâ Allah.' Ayyaş ibn
Ebî Rabîa'yı kurtar!
Yâ Allah! (Kâfirler
elinde) zaîf görülen diğer mü'minleri kurtar!
Yâ Allah! Mudar
aleyhine baskım daha da şiddetlendir!
Yâ Allah! Yıllarını
Yûsuf'un yılları gibi şiddetli yap!" [193].
144-.......Bize
İsmâîl ibnu Ebî Hâlid haber verdi. Kendisi Abdullah ibn EbîEvfâ(R)'dan şöyle derken
işitmiştir: Rasülullah (S) Ahzâb günü müşrikler aleyhine duâ edip şöyle dedi:
"Yâ Allah! Ey
Kur'ân 'ı gönderen, (düşmanlarla) hesabı tez olan! Yâ Allah! Sen şu düşman Arab
kabilelerini bozguna uğrat! Yâ Allah! Sen onların topluluklarını kır, irâdelerini
sars!" [194]
145-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Ka'be'nin gölgesinde namaz
kılıyordu. Ebû Cehl'le Kureyş'ten birtakım insanlar oturmakta idiler. Mekke'nin
bir tarafında da bir deve kesilmişti. Ebû Cehl (o kesilen devenin döl yatağını
getirin) dedi de getirmek için insan gönderdiler. Onlar dişi devenin döl
yatağını getirdiler ve onu Peygamber'in üzerine attılar. Akabinde Fâtıma geldi
ve döl yatağını Peygamber'in üstünden attı. Bunun ardından Peygamber:
— "Yâ Allah,
Kureyş'i Sana havale ederim!
Yâ Allah, Kureyş'i
Sana havale ederim!
Yâ Allah, Kureyş'i
Sana havale ederim!
Ebû Cehl ibn Hişâm'ı,
Utbe ibn Rabîa'yı, Şeybe ibn Rabîa'yı, el- Velîd ibn Utbe'yi, Ubeyy ibn Halefi,
Ukbe ibn EbîMuayt'ı Sana havale ederim!" diye beddua etti [195].
Abdullah ibn Mes'ûd:
Yemîn olsun ben Peygamber'in burada isimlerini saydıklarını Bedir çukurunun
içinde öldürülmüşler görmü-şümdür. Râvî Ebû İshâk: Ben yedinci ismi unuttum,
demiştir. Ebû Abdillah el-Buhârî dedi ki: Yûsuf ibn İshâk, dedesi Ebû İshâk'tan:
"Umeyyetüibnu Halef" dedi. Şu'be ise: Umeyye yâhud Ubeyyun demiştir.
Doğrusu ise Umeyye'dir (çünkü Ubeyy ibn Halefi Peygamber kendi eliyle Uhud'da
öldürdü).
146-.......Âişe(R)'den
(şöyle demiştir): Yahudiler Peygamber'in huzuruna girdiler de: es-Sâmu aleyke (
= Ölüm senin üzerine olsun), dediler. Bunun üzerine ben onlara la'net ettim.
Peygamber (S): "Sana ne var ki onlara la'net ettin?" buyurdu. Ben:
Onların dediklerini işitmedin mi? dedim. Peygamber: "Sen benim 'Ve aleykum
( = Size de olsun)' dediğimi işitmedin mi?" buyurdu [196].
147-.......İbn
Şihâb şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibnu Abdillah ibn Utbe ibn Mes'ûd haber verdi
ki, ona da Abdullah ibn Abbâs şöyle haber vermiştir: Rasûlullah (S) Rûm Meliki
olan Kaysar'a bir mektûb yazdı ve yazdığı mektubun içinde şöyle buyurdu:
"...Eğer İslâm 'dan yüz çevirir, onu kabul etmezsen çiftçilerin günâhı
senin boy-nunadır..." [197].
148- Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: (Mekke'de müslü-mân olup kabilesini da'vete me'mûr
olan) Tufeyl ibn Amr ed-Devsî -Hayber fethi sırasında- bâzı arkadaşlarıyle
Peygamber'in yanına ziyarete gelmişti. Bunlar (kendi kavminden şikâyet
ederek):
— Yâ Rasûlallah! Devs
kabîlesi halkı Allah'a âsî oldular da Tu-feyl'in İslâm'a da'vetini kabulden
çekindiler. Binâenaleyh sen bunların aleyhine duâ et, dediler.
Bâzıları tarafından:
Devsîler helak olsun, denildi.
Rasûlullah (S) ise:
— "Yâ Allah! Devs
halkına hidâyet eyle de onları İslâm camiamıza getir" diye duâ etti [199]
149-.......Katâde
şöyle demiştir: Ben Enes(R)'ten işittim, şöyle diyordu: Peygamber (S) Rûmlar'a
(Bizanslüar'a) mektûb yazmak istediği zaman, kendisine: "Onlar bir
mektubu mühürlü olmadıkça okumazlar" denildi. Bunun üzerine Peygamber
gümüşten bir mühür yüzük edindi ki, bu yüzüğün Peygamber'in elindeki beyazlığı
hâlâ gözümün önündedir. Bu mühür yüzükte "Muhammedun Rasûlullah"
sözlerini nakşettirdi [200].
150-.......Abdullah
ibn Abbâs (R) şöyle haber vermiştir: Rasûlullah (S) Kisrâ'ya mektubunu
(Abdullah ibn Huzâfe es-Sehmî ile) gönderdi ve bu İbn Huzâfe'ye mektubu götürüp
Bahreyn büyüğüne -ki Kisrâ'nın Bahreyn emîridir- vermesini emretti. İbnu Huzâfe
de Bahreyn Emîri Munzir'e mektubu verdi. O da götürüp Kisrâ'ya verdi. Kisrâ
mektubu görünce onu yırtıp parçaladı.
İbn Şihâb dedi ki:
Ben, râvî Saîd ibnu'I-Müseyyeb'in: Peygamber (Kisrâ ile kavmine) "Parça
parça olsunlar" diye beddua etti, dediğini zannederim [201].
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli:
"Beşerden hiçbir
kimseye yakışmaz ki, Allah kendisine
Kitâb'/, hükmü ve
peygamberliği versin de sonra o, insanlara; 'Allah'ı bırakıp da bana kul olun'
desin.
Fakat o: 'Öğretmekte
ve okuyup okutmakta olduğunuz Kitâb sayesinde Rabbaniler olun' der" (âiu
imrân: 79) [202]
151- Bize
İbrâhîm ibn Hamza tahdîs etti. Bize İbrâhîm ibn Sa'd, S
Kaysar ise, Allah
ondan Fars ordularını bozguna uğrattığı zaman, Allah'ın kendisine in'âm ettiği
bu büyük zafere şükür olmak üzere, Hınıs'tan İliyâ'ya (yânı Beytu'l-Makdis'e)
kadar yürüdü idi. Kaysar İliyâ'da'iken Rasûlullah'ın mektubu kendisine ulaştığı
zaman, mektubu okuduğunda adamlarına:
— Bana burada o adamın
kavminden bir adam arayın, ben onlara Allah'ın Rasûlü'nden suâller sorayım!
dedi.
İbn Abbâs şöyle dedi:
Bana Ebû Sufyân haber verdi ki, kendisi Rasûlullah ile Kureyş kâfirleri
arasında yapılmış olan Hudeybiye barış anlaşması müddeti içinde, ticâretçiler
olarak Şam'a gelmiş bulunan Kureyş'ten birtakım adamlar arasında Şam'da
bulunuyormuş. Ebû Sufyân dedi ki: Akabinde Kaysar'ın elçisi bizleri Şam'ın bir
yerinde buldu. Ben ve arkadaşlarım götürüldük. Nihayet İliyâ beldesine
geldik. Kaysar'ın huzuruna girdirildik. Bir de gördük ki Hırakliyus üzerinde
tâc olduğu hâlde hükümdarlık tahtında oturmuş, etrafında Rûm büyükleri vardı.
Hırakl, tercümanına:
— Peygamber olduğunu
söyleyen şu zâta nesebce en yakın hangisidir, onlara sor, dedi.
Ebû Sufyân dedi ki:
Ben:
— O'na neseben en yakınları benim, dedim.
Kaysar:
— O'nunla senin arandaki yakınlık nedir? dedi.
— O benim amcamın oğludur, dedim.
O gün o kaafilenin
içinde benden başka Abdu Menâf oğulları'n-dan kimse yoktu. Kaysar:
— Onu bana
yaklaştırınız, dedi ve arkadaşlarımla ilgili emri de
verdi.
Arkadaşlarımı benim
omuzumun yanına sırtımın arka tarafına
oturttular.
Sonra Hırakl,
tercümanına:
— Bunun arkadaşlarına
söyle: Ben Peygamber olduğunu söyleyen o zât hakkında bu adamdan bâzı şeyler
soracağım. Eğer bu bana yalan söylerse, sizler onu yalanlayınız! dedi.
Ebû Sufyân dedi ki:
Vallâhî o gün arkadaşlarımın benden çıkacak yalanı yaymalarından utanmak
olmasaydı, Hırakliyus bana Pey-gamber'den sorduğu zaman, muhakkak O'na yalan
söylerdim. Fakat ben arkadaşlarımın benden çıkacak yalanı nakledip yayacaklarından
utandım da Hırakliyus'a doğru söyledim.
Sonra Kaysar,
tercümanına:
— Ona sizin içinizde O'nun nesebi nasıldır?
diye sor, dedi.
Ben:
— İçimizde O büyük bir neseb sahibidir, dedim.
— Sizden bu sözü
O'ndan evvel söylemiş (yânî O'ndan evvel peygamberlik iddiası etmiş) bir kimse
var mıydı? dedi.
— Yoktu, dedim,
— O söylediği
peygamberlik sözünü söylemesinden önce sizler O'nu hiç yalanla ittihâm ediyor
muydunuz? dedi.
— Hayır, dedim.
— Babaları içinde bir melik var mıydı? dedi.
— Hayır yoktu, dedim.
— O'na insanların
eşrafı mı, yoksa zaîfleri mi tâbi' oluyorlar? dedi.
— Halkın zaîfleri daha
çok tâbi' oluyorlar, dedim.
— O'na tâbi' olanlar
artiyorlar mı, yoksa eksiliyorlar mı? dedi.
— Anıyorlar, dedim.
— Dîne girişten sonra
O'nun dînini beğenmemezlikten dolayı dînden dönen kimse oluyor mu? dedi.
— Hayır olmuyor,
dedim.
— O gadr ediyor mu (yânî ahdini bozuyor mu)?
dedi.
— Hayır gadr etmez.
Ancak şimdi biz O'nunla bir müddete kadar silâh bırakma h
Ebû Sufyân dedi ki:
Kaysar'la olan bu mükâlemede bana, içine birşey girdirip de onunla Muhammed'in
sânını eksilteceğim bir söz söylemek mümkün olmadı. Benden, bundan başkasının
nakledilmesinden korkmuyorum. Kaysar bana:
— O'nunla hiç harb ettiniz mi? Yâhud O sizinle
harb etti mi?
dedi.
— Evet, O'nunla harb ettik, dedim.
— Öyleyse O'nun harbi ve sizin harbiniz nasıl
oldu? dedi.
— Harb tâli'i (bizimle
O'nun arasında) nevbet nevbet olur: Bir kerre O bize gâlib olur, diğer kerre
biz O'na gâlib oluruz, dedim.
Hırakliyus:
— O sizlere ne emrediyor? dedi.
— O bizlere, kendisine hiçbir şeyi ortak
kılmayarak yalnız Allah'a ibâdet etmemizi emrediyor ve babalarımızın ibâdet
edegeldik-leri putlardan bizleri nehyediyor. Ve yine O, bizlere namaz kılmayı,
sadaka vermeyi, iffetli olmayı, ahde vefakârlığı, emâneti eda etmeyi
emrediyor, dedim.
Ben bunları ona
söylediğim zaman o, kendi tercümanına dedi ki:
— Ona şunları şöyle:
Ben sana içinizde O'nun nesebini sordum; sen O'nun yüksek neseb sahibi olduğunu
söyledin. Rasûller de zâten böyle kavimlerinin yüksek neseb sâhibleri içinden
gönderilir. Ben sana: Sizden bu peygamberlik sözünü O'ndan önce söylemiş bir
kimse var mıdır? dedim; sen: Hayır yoktur, dedin. Ben de: Eğer sizden bu sözü
O'ndan evvel söylemiş bir kimse olaydı, kendisinden önce söylenmiş olan bir
söze uyup taklide kalkışan bir adamdır diye düşünürdüm, dedim. Ben sana: O,
dediğini demesinden önce sizler O'nu yalan söylemekle suçluyor mu idiniz?
dedim; sen: Hayır, dedin. Ben de kesin surette bildim ki, insanlara karşı yalan
söylemeyi işlememiş bir kimse (sonradan) Allah'a karşı yalan söylemeye cesaret
edemez [204]. Ben sana: O'nun
babaları, dedeleri içinden bir melik olmuş mudur? diye sordum; sen: Hayır
olmamıştır, dedin. Ben de: Babalarından bir melik olaydı bu da babalarının
hükümdarlığım geri almak isteyen bir kimsedir diye hükmederdim, dedim.'Ben
sana: O'na insanların eşrafı mı tâbi' oluyorlar yoksa zaîfleri mi? diye
sordum; sen: O'na tâbi' olanların insanların zaîfleri olduğunu söyledin.
Rasûllerin tâbi'leri de zâten onlardır. Ben sana: (O'na tâbi' olanlar)
artıyor-lar mı, yoksa eksiliyorlar mı? diye sordum; onlar artıyorlar, dedin,
îmân keyfiyeti de tamâm oluncaya kadar hep böyle gider. Ben sana: O'nun dînine
girdikten sonra dînini beğenmemezlikten dolayı irti-dâd eden oluyor mu? diye
sordum; sen: Hayır, dedin. îmân da mûcib olduğu iç ferahlığı kalblere karışıp
kökleşince böyle olur; onu kimse sevmemezlik etmez. Ben sana: O zât gadr eder
mi (yânî ahdine vefasızlık eder mi)? diye sordum; sen: Hayır o gadr etmez,
dedin. Rasûl-ler de böyle olur; onlar gadr etmezler. Ben sana: Siz O'nunla harb
ettiniz mi ve O sizinle harb etti mi? diye sordum. Sen: O'nun harb, yaptığını,
sizin harbiniz ve O'nun harbinin nevbet nevbet değişir olduğunu, bir defa
O'nun sizlere gâlib gelir, diğer defa da sizler O'na gâlib gelir olduğunuzu
söyledin. Rasûller de böyledir. Onlar (Allah tarafından tâat yolunda
sabırlarının ve gayretlerinin çokluğu sebebiyle ecirleri büyük olsun diye)
belâlara uğratılırlar, sonra da makbul akıbet onların lehine olur. Ben sana: O
size ne emrediyor? diye sordum! Sen: O'nun sizlere Allah'a ibâdet etmenizi ve
O'na hiçbirşeyi ortak yapmamanızı emreder olduğunu, babalarınızın ibâdet
edegel-dikleri putlardan sizleri nehyeder olduğunu, keza sizlere namaz kılmayı,
sadaka vermeyi, haramlardan el çekip iffetli olmayı, ahde vefa etmeyi, emâneti
yerine getirmeyi emreder olduğunu söyledin.
Hırakliyus dedi ki:
— İşte bu
söylediklerin peygamberin sıfatlarıdır. Zâten ben bir peygamberin çıkacağını
bilir idim. Lâkin onun sizden olacağını zannetmezdim. Eğer bu dediklerin doğru
ise, şu ayaklarımın bastığı yere yakında o Zât mâlik olacaktır. O'nun yanına
ulaşabileceğimi umud eder olaydım, O'nunla buluşmak için elbette her türlü
zahmete katlanırdım. O'nun yanında olaydım (hizmet ederek) elbette ayaklarını
yıkardım.
Ebû Sufyân şöyle dedi:
Bundan sonra Hırakliyus Rasûlullah'ın mektubunu istedi.Mektûb okundu: Mektubun
içinde şunların yazılmış olduğunu gördük:
'Rahman ve Rahîm olan
Allah'ın ismiyle
'Allah 'in Kulu ve
Rasûlü Muhammed'den Rûm 'un büyüğü Hı-
'Hidâyet yoluna
uyanlara selâm olsun! Bundan sonra: (Ey Rûm
milletinin büyüğü!)
Ben seni İslâm da'veüne çağırıyorum. Müslüman ol ki selâmette bulunasm.
Müslüman ol ki Allah senin ecrini iki kat versin. Eğer bu da'vetimi kabul
etmezsen Hnstiyan çiftçilerin günâhı senin üzerinedir. Ey Kitâblılar! Bizimle
sizin aranızda müsâvî ve müşterek olan bir söze geliniz: Allah 'tan başkasına
tapmayalım. O'na hiçbirşeyi eş tutmayalım, Allah U bırakıp da birbirimizi
rabbler edinmeyelim. Eğer (Kitâblılar bu da'vetten) yüz çevirirlerse, siz de
onlara: 'Şâhid olun, biz muhakkak müslümânlarız' deyin" (Âiu imrân: 64).
Ebû Sufyân dedi ki: Hırakl sözünü bitirince etrafında bulunan Rûm büyüklerinin
sesleri yükseldi ve gürültüleri çoğaldı. Ben onların ne dediklerini bilemiyorum.
Bizimle ilgili emir verildi de bizler dışarı çıkarıldık. Arkadaşlarımla beraber
dışarı çıkıp da onlarla yalnız kalınca, onlara:
— İbnu Ebî Kebşe'nin
(yânî Muhammed'in) işi hakîkaten azamet peyda etti. Bu Benu'l-Esfar Meliki
O'ndan korkuyor, dedim. Ebû Sufyân dedi ki: Allah'a yemîn olsun ki, kendim
isteksiz olduğum hâlde Allah kalbime İslâm'ı girdirinceye kadar ben
Peygam-ber'in işinin muhakkak gâlib geleceğine boyun eğici ve kesin bilici
olmak;a devam ettim [205].
152-.......Sehl
ibn Sa'd (R) Hayber günü (fetih uzayınca) Peygamber(S)'den şöyle buyururken
işittiğini söylemiştir:
— "Müslümanların
bayrağını artık Öyle bir kimseye vereceğim ki, Allah onun elleriyle fetih
verecektir."
Bunun üzerine orada
bulunan sahâbîler, bayrağın kendilerinden hangisine verileceği mes'elesi için
ümîd eder oldular. Onların hepsi bayrağın kendisine verilmesini umarak, ertesi
güne erdiler. Fakat Rasülıjllah ertesi gün: "
— "Alî nerededir?" diye sordu.
Sahâbîler tarafından:
— Alî gözlerinden şikâyet ediyor, denildi.
Peygamber emretti de
Alî çağrıldı. Peygamber Alî'nin gözlerine tükürdü, hemen orada gözleri, onda
hiçbir ağrı yokmuş gibi, iyi oldu. Bunun üzerine Alî:
— Hayber
Yahûdîleri'yle; onlar da bizim gibi (müslümân) olun-7 caya kadar harb ederiz!
dedi.
Peygamber:
— "Yâ Alî, yavaş ol! Sükûnetle (yânî harb
etmeden) Hayberli-ler'in sahasına ininceye kadar ilerle. Sonra onları İslâm 'a
çağır ve üzerlerine vâcib olan İslâm esâslarını onlara haber ver. (Yâ Alî!)
Allah'a yemin ederim ki, senin irşadınla tek bir kişinin hidâyete kavuşturulması,
senin için kırmızı develerin olmasından hayırlıdır" buyurdu [206].
153-.......Humeyd
et-Tavîl şöyle demiştir: Ben Enes(R)'ten işittim, şöyle diyordu: Rasûlullah
(S) bir kavme gazaya gittiği zaman, sabah oluncaya kadar baskın yapmazdı. (Sabah
olunca) ezan sesi işitirse onlarla harbden kendini tutardı. Eğer ezan
işitmezse, sabah olduktan sonra onlar üzerine baskın yapardı. Biz Hayber'e
geceleyin indik [207].
154- Bize
Kuteybe tahdîs edip şöyle dedi: Bize tsmâîl ibn Ca'-fer, Humeyd et-Tavîl*den; o
da Enes'ten: Peygamber(S) bizleri gazaya götürdüğü zaman... dediğini tahdîs
etti.
Ve yine bize Abdullah
ibn Mesleme, Mâlik'ten; o da Humeyd'den; o da Enes(R)'ten tahdîs etti ki (o
şöyle demiştir): Peygamber (S) Hayber'e gazaya çıktı ve Hayber'e geceleyin
vardı. Peygamber bir kavmin yurduna geceleyin geldiği zaman, sabah olmadıkça
üzerlerine baskın yapmazdı. Sabah olunca Yahudiler zirâat âletleri ve iş
sepetlen ile tarlalara doğru çıktılar. Peygamber'i gördüklerinde:
— Muhammed; vallahi şu
Muhammed'dir ve askeridir! dediler.
Peygamber de:
— "Allâhu Ekber. Hayber har âb oldu (yâhud
harâb olsun). Biz bir kavmin yurduna indiğimiz zaman inzâr edilip korkutulmuş
olanların hâli yaman olur'' buyurdu [208].
155-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Bana insanlar
Lâ ilahe ille'llâh deyinceye kadar onlarla harb etmekliğim emrolundu. Her kim
Lâ ilahe üleHlâh derse, müslümânlık hakkının gereği (olan haddler) müstesna,
canını ve malını benim elimden kurtarmıştır. (îçler indekiler den dolayı olan)
hesabı ise Allah'a âiddir" [209].
Bu hadîsi Umer ile İbn
Umer de Peygamber'den rivayet etmişlerdir [210].
156-.......
İbn Şihâb dedi ki: Bana Abdurrahmân ibnu Abdillah ibn Ka'b ibn Mâlik haber
verdi ki, babası Abdullah (R), oğulları arasından (körlüğü sırasında) Ka'b ibn
Mâlik'in yedincisi idi. Bu Abdullah dedi ki: Ben babam Ka'b ibn Mâlik'ten
işittim. Kendisi Te-bûk gazvesinde Rasûlullah'tan geri kaldığı zamandan anlatıp
şöyle dedi: Bir de Rasûlullah(S)'in âdeti bir gazaya gitmek isteyince muhakkak
o gazveyi başkasıyle gizleyip örterdi, yânî onu tevriyeli bir ifâde ile
söylerdi [211].
157-.......Bize
Abdullah ibn el-Mubârek haber verdi. Bize Yûnus ibn Yezîd, ez-Zuhrî'den haber
verdi. O şöyle demiştir: Bana Abdurrahmân ibnu Abdillah ibn Ka'b ibn Mâlik
haber verip şöyle dedi: Ben (dedem) Ka'b ibn Mâlik(R)'ten işittim, şöyle
diyordu: Rasûlul-lah (S) yapacağı bir gazveye gitmek istediğinde o gazveyi
muhakkak başka bir gazve ile gizler örterdi. Nihayet (dokuzuncu hicret yılındaki)
Tebûk gazvesi olunca, Rasûlullah bu gazveye şiddetli sıcak bir mevsimde
çıkmış, uzak ve tehlikeli bir yolculuğa yönelmiş, çok kalabalık bir düşmanla
cenk etmeye yönelmişti. Bu sebeple Rasûlullah, düşmanlarına gerekecek
hazırlıklarını yapmaları için müslümanlara maksadını açıkladı ve gitmek
istemekte olduğu ciheti onlara haber verdi [212].
Ve yine
İbnu'l-Mubârek'ten; o da Yûnus'tan; o da ez-Zuhrî'den; o şöyle demiştir: Bana
Abdurrahmân ibnu Ka'b ibn Mâlik haber verdi ki, Ka'b ibn Mâlik (R): Rasûlullah
(S) bir sefere çıkmak istediğinde perşembe gününden başka günlerde muhakkak ki
pek az yola çıkardı, der idi [213].
158-.......Bize
Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den; o da (Abdullah'ın kardeşi) Abdurrahmân ibnu
Ka'b ibn Mâlik'ten; o da babası Ka'b ibn Mâlik(R)'ten, Peygamber(S)'in Tebûk
gazvesine perşembe günü yola çıktığını ve perşembe gününde yola çıkmayı sever
olduğunu haber vermiştir [214].
159-.......Ebû
Kılâbe'den; o da Enes(R)'ten tahdîs etti ki, Peygamber (S) -Veda Haccı'na
giderken- öğle namazını Medine'de dört rek'at kılmış, ikindi namazını da
Zu'1-Huleyfe'de iki rek'at kılmıştır. (Enes dedi ki:) Ben sahâbîterin hacc ve
umreyi beraberce telbiye etmekte olduklarını işittim [215].
Kureyb de İbn
Abbâs(R)'tan söyledi ki, Peygamber(S) Medine'den zu'1-ka'deden beş gün kala
hareket etti,
Mekke'ye zu'1-hicceden
geçen dördüncü gecenin gündüzünde geldi [216].
160-.......Amre,
Âişe(R)'den şöyle derken işitmiştir: Bizler zu'lka'deden kalan beşinci günde
(yânı zu'1-ka'denin yirmibeşinde) Me-dîne'den Rasûlullah in beraberinde yola
çıktık. (Bu aylarda umre değil) yalnız hacc edilir zannolunurdu. Mekke'ye
yaklaştığımızda Rasûlullah (S): "Beraberinde kurbanlık bulunmayanın
Beyt'i tavaf ettiği, Safa ile Merve arasını da sa'y ettiği zaman ihramdan
çıkmasını" emretti.
Âişe dedi ki: Kurbân
bayramının ilk günü (Minâ'da, elinde) sığır eti ile birisi bizim çadıra
girdirildi. Ben:
— Bu nedir? dedim. v Eti getiren:
— Rasûlullah (S) zevceleri adına kurbân kesti,
dedi.
Yahya ibn Saîd dedi
ki: Ben bu hadîsi (Ebû Bekr'in oğlu) Kaa-sım ibn Muhammed'e zikrettim. Kaasım:
Vallâhî Amre bu hadîsi sana olduğu gibi (yânî kısaltma ve değiştirme yapmadan)
getirmiştir, dedi [217]
161-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne tahdîs edip şöyle dedi: Bana ez-Zuhrî, Ubeydullah'tan; o da
İbn Abbâs'tan tahdîs etti. İbn Ab-bâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) -Mekke
fethi seferine- ramazânda çıktı ve tâ Kedîd'e ulaşıncaya kadar da oruç tuttu.
(Mekke'ye iki konaklık uzaklıkta bulunan) el-Kedîd mevkiinde orucunu bozdu...
Sufyân dedi ki: ez-Zuhrî şöyle dedi: Bana Ubeydullah, İbn Abbâs'tan haber
verdi ve hadîsi şevketti.
Ebû Abdillah el-Buhârî
dedi ki: Bu, ez-Zuhrî'nin sözüdür.Ra-sülullah'ın fiilinden, ancak sonuncusuyla
olan hüküm alınır [218].
162- Ve İbnu
yehb şöyle dedi: Bana Amr ibnu'l-Hâris, Bukeyr ibn Abdillah'tan; o da
— "Fuiân ve Fuiân kişilere rast
gelirseniz, bunları yakalayıp ateşte yakınız" buyurdu.
Ebû Hureyre devamla
dedi ki: Sonra yola çıkmak istediğimiz sıra veda etmek üzere Rasûlullah'a
geldik. Bu defa da Rasûlullah:
— "Ben (önce) size Fuiân ve Fuiân 'ı ele
geçirdiğinizde ateşte yakmanızı emretmiştim. Hâlbuki ateşle yalnız Allah
azâblandırır. Buse-beble siz bu şerirleri yakaladığınızda (yakmayınız da)
öldürünüz" buyurdu [219].
163-.......BanaNâfi',
İbnTJmer'den; odaPeygamber'dehtahdîs etti. H ve yine bana Muhammed ibnu S
164-.......el-A'rec
de Ebû Hureyre(R)'den işitmiştir: O da Rasûlullah(S)'tan: "Biz
(müslümânlar Kitâb ehline göre dünyâ târihinde) sonra gelmiş bulunuyoruz.
(Âhirette faziletçe) en ileride bulunanlarız..." buyururken işitmiştir.
Ve yine bu senedle
gelen diğer hadîste Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Bana itaat eden
Allah'a itaat etmiştir. Bana isyan eden Allah'a isyan etmiştir. Emîre isyan
eden bana isyan etmiştir. Devlet başkanı (millet için) bir kalkandır. Onun
ardında, onun emrinde harb yapılır. Onunla (düşmandan) korunulur. Eğer o
millete Allah'a takva ile emrederse ve adaletle hareket ederse, bu emri ve
adaleti sebebiyle onun için sevâb vardır. Eğer takva ve adaletten başkasıyle
emir ve hükümederse, bundan meydana gelen günâh onun üzerine döner (me'mûr
üzerine değildir)" [221].
Bâzıları da
"Ölmek üzere bey'at" demiştir. jjHer iki şey üzerine bey'atın delili
Yüce Allah'ın şu sözüdür:
(And olsun ki, Allah
müzminlerden SenHnle o ağacın altında heyhat ederlerken razı olmuştur.,."
(ei-Feth: i8)
165-.......İbn
Umer (R) şöyle dedi: Bizler Hudeybiye'den döndüğümüzün ertesi yılından beri
altında bey'at ettiğimiz o (târihî ve mübarek) ağacı (unuttuk da onu) ta'yîn
üzerinde bizden iki kişi(nin re'yi) bir arada toplanamadı. Bu (ağacın
bilinmemesi) da Allah tarafından gelen büyük bir rahmet oldu.
Cuveyriye dedi ki: Ben
Nâfi'e:
— Rasûlullah hangi
şart üzerine sahâbîleri ile bey'atlaşma yaptı; ölmek üzere mi? diye sordum.
Nâfi':
— Hayır, ölmek üzere
değil, harbde sabır ve sebat etmek üzerine sahâbîleriyle bey'atlaşma yaptı,
dedi [222].
166-.......Abdullah
ibn Zeyd (R) şöyle demiştir: Harre vak'ası zamanı olduğu sırada Abdullah ibn
Zeyd'e bir gelen geldi de, ona:
— Abdullah ibn
Hanzala, insanlarla ölmek üzere bey'atlaşıyor (sen ne dersin)? dedi.
Abdullah ibn Zeyd de
ona:
— Ben
RasûluIIah(S)'tan sonra hiçbir kimse ile bu ölüm şartı üzerine bey'at etmem,
diye cevâb verdi [223].
167-.......Seleme
ibnu'1-Ekva' (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber (S) ile bey'at etmiş, sonra
ağacın gölgesi tarafına dönüp gelmiştim. însanlar(ın bey'at sıkışıklığı)
hafifleyince Peygamber bana hitaben:
— "Ey Ekva' oğlu! Sen bey'at etmez
misin?" diye sordu. ;İbnu'l-Ekva' dedi ki: Ben de:
— Ben bey'at
etmişimdir yâ Rasülallah! diye cevâb verdim. O:
— "Bir daha
bey'at et!" buyurdu. jBen de kendisiyle ikinci defa bey'at ettim. (Râvîsi
Yezîd ibn Ebî Ubeyd tarafından:)
— (Yâ Ebâ Müslim!) O
gün siz hangi madde üzerine bey'at ediyordunuz? diye soruldu da îbmı'I-Ekva':
— Ölmek üzerine (yânı
ölsek bile kaçmamak üzerine), demiştir [224].
168-.......Humeyd
şöyle demiştir: Ben Enes(R)'ten işittim, şöyle diyordu: Ensâr hendek kazma
gününde:
— Nahnu'îlezîne bâyeû
Muhammeden Aîe'l-cihâdi mâ hayîynâ ebeden! ( = Bizler diri olduğumuz müddetçe
devamlı cihâd etmek üzere Muhammed'e söz vermiş kimseleriz)! derlerdi.
Peygamber (S) de
onlara cevâb verip şöyle buyurdu:
— "Allâhumme lâ ayşe illâ ayşu'l-âhirah
Fe-ekrimi 'Î-Ensâra ve 'Î-Muhâcirah
(= Yâ Allah! Âhiret
yaşayışından başka -hakîkî- yaşayış yoktur. Onun için Sen Ensâr'a ve
Muhâcirler'e ikram eyle!)? [225].
169-.......Mucâşı'
(ibnu Mes'ûd es-Sulemî-R) şöyle demiştir: (Mekke fethinden sonra) ben kardeşim
Mucâlid ibnu Mes'ûd ile Pey-gamber(S)'in yanına geldim de:
— (Medîne'ye) hicret
etmek üzere bize bey'at et (yânî muâhade ve müsâade eyle), dedim. Peygamber:'
— "Artık hicretin hükmü, (fetihten önce)
hicret edenlere âid olarak geçmiştir" buyurdu.
Ben:
— Bizimle ne üzerine bey'at edersin? dedim.
Peygamber:
— 'İslâm ve cihâd üzerine" buyurdu [226].
170-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle dedi: Günün birinde bana bir adam geldi ve benden
kendisine ne cevâb vereceğimi bilmediğim birşey sordu da, şöyle dedi:
— Şu bir kişi hakkında
re'yin nedir? Ki o zinde, silâhı üzerinde olarak sevinç içinde
kumandanlarımızla beraber gazalara çıkar, fakat kumandanımız (ona ve) hepimize
karşı sayamayacağımız derecede çok ve ağır vazifeler hakkında kesin ve
şiddetli emirler verir. (Şimdi bu katlanılmaz işlerde gâzînin durumu nedir? Şu
hâlde gâzînin, kumandanının bu ağır emirlerine itaat etmesi vâcib midir?) diye
sordu.
Ben de ona şöyle cevâb
verdim:
— Vallâhî ben sana ne
cevâb vereceğimi bilmiyorum. Şu kadar ki, biz- Peygamber ile beraber (birçok
gazalarda) bulunduk. O, bir iş hakkında emir verince, verilen vazifeyi biz
görünceye kadar, bize karşı azim ve şiddet göstermemeye yakın (bir vaziyette)
bulunurdu. Bunun bir müstesnası da vardır. Sizden herhangi biriniz Allah'ın azabından
korunduğu müddetçe dâima hayır ile beraberdir. Şayet onun gönlünde (bir hususta
caiz midir, değil midir diye) bir şübhe uyandığında o kimse, (üstün ve hayırlı
diğer) bir kimseye sorup, ondan (onun öğüdünden) gönlündeki şübhe hastalığını
şifâlandırabilir. -Sizin öyle (hakk sözlü) bir kişiyi bulamayacağınız günler
yaklaşmıştır. -Kendisinden başka ibâdete değer bir ma'bûd bulunmayan Allah'a
ye-mîn ederim ki, ben dünyâdan geri kalan ve geçen günleri ancak derede
birikmiş su gibi düşünüyorum: Onun safîsi içilmiş de geriye bulanığı kalmıştır [228].
171-.......BizeEbû
İshâk (el-Fezârî), MûsâibnUkbe'den; oda Umer ibn Ubeydillah'ın himayesinde
bulunan S
Rasûlullah (S)
düşmanla karşılaştığı bâzı gazalarında (hemen harbe girişmeyip) güneş ortadan
devrilinceye kadar bekledi (düşmanı gözetledi). Sonra asker içinde ayağa
kalkıp şöyle hitâb etti:
— "Ey insanlar! Düşmanla karşılaşmayı
(harb etmeyi) temenni etmeyiniz. Allah'tan (harb felâketinden) korumasını isteyiniz.
Fakat düşmanla karşılaştığınız zamanda da (harbin bütün şiddetlerine karşı)
sabrediniz. Ve biliniz ki, cennet muhakkak surette kılıçların gölgeleri
altındadır" buyurdu.
Sonra şu duayı
söyledi:
— "Yâ Allah! Ey bulutları yürüten, ey
toplanmış orduları bozan (Allah)! Düşmanları bozgunluğa uğrat, düşmanlara
karşı bizlere yardım edip zafer ver!"[229].
Çünkü Azîz ve Celîl
olan Allah'ın şu kavli vardır:
"Mü'minler ancak
Allah'a ve Rasûlü'ne îmân edenler ve O'nun (Peygamber'in) maiyyetinde
cem'iyyetli bir iş üzerinde bulundukları vakit O'ndan izin isteyip alıncaya
kadar bırakıp gitmeyenlerdir. Hakikat, senden izin , isteyenler; işte onlar Allah'a ve Rasûlü'ne
îmân edenlerdir. O hâlde bâzı işleri için senden izin istedikleri zaman sen de
onlardan dilediğin kimseye izin ver ve kendileri için Allah'tan mağfiret iste.
Çünkü Allah çoic mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir" (en-Nûr: 62).
172-.......Câbir
ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Ben Rasülullah'ın beraberinde gazaya gittim.
Câbir dedi ki: Yolda Rasûlullah (S) arkamdan bana ulaştı. Ben bize âid olan bir
su taşıma devesi üzerinde idim. Deve yorulmuştu, hemen hemen yürüyemiyordu.
Rasûlullah bana:
— "Senin devenin nesi var?" dedi.
Câbir dedi ki: Ben:
— Yoruldu, dedim.
Câbir dedi ki:
Rasûlullah arka tarafa geçti, deveyi azarladı ve ona duâ etti. Artık bundan
sonra benim deve diğer develerin önünde olmakta devam etti; onların önünde
yürüyordu. Rasûlullah kana:
— "Deveni nasıl görüyorsun?" diye
sordu. Câbir dedi ki: Ben:
— Deve hayırla beraberdir, ona Sen'in bereketin
isabet etmiştir, dedim.
Rasûlullah:
— "Onu bana satar mısın?" buyurdu.
Câbir dedi ki: Ben,
Rasûlullah'tan utandım; hâlbuki bizim ondan başka su taşıma devemiz yoktu.
Câbir dedi ki:
— Evet satarım, dedim. Rasûlullah:
— "Öyleyse onu bana (şu fiâta) sat"
buyurdu.
Ben de o deveyi
Rasûlullah'a, Medine'ye varıncaya kadar sırt kemikleri (yânî binme hakkı) bana
âid olmak şartıyle sattım. Câbir dedi ki:
— Yâ Rasûlallah, ben
yeni evliyim, dedim ve kendisinden (önden gitmek hususunda) izin istedim.
O da bana izin verdi.
Bunun üzerine ben Medine'ye ulaşmak yolunda insanların önüne geçtim, nihayet
Medine'ye geldim. Beni dayım karşıladı ve bana devemden sordu. Kendisine deve
hakkında yaptığım işi haber verdim. O da (başka devemiz olmadığı yönünden)
devenin satışı üzerine beni azarladı.
Câbir dedi ki:
Rasûlullah (S), ben kendisinden izin istediğim sırada bana:
— "Kızla mı, yoksa dul ile mi
evlendin?" diye sormuştu.
Ben:
— Dul kadınla
evlendim, dedim.
Rasûlulİah:
— "Kendisiyle oynaşacağın, ve o da seninle
oynaşacak bir kızla
evlenseydin ya"
buyurdu.
Ben:
— Yâ Rasûlallah! Babam
vefat etti -yâhud şehîd edildi-. Benim küçük küçük kızkardeşlerim var. Onları
edeblendirmeyecek, onların işlerini görmeyecek olan onlara akran bir kızla
evlenmemi hoş gör-
medim. Bu sebeble
onların işlerini görmesi ve onları edeblendırıp yetiştirmesi için dul bir
kadınla evlendim, dedim.
Câbir dedi ki:
Rasûlullah Medine'ye geldiği zaman ben deveyi yanına götürdüm. O da bana hem
devenin bedelini verdi, hem de deveyi bana geri verdi [230].
Hadîsin râvîsi
el-Mugîre: Bu şartla yapılan alışveriş bizim hükümlerimizde güzeldir; biz
bunda bir be's görmüyoruz, demiştir [231].
Bu bâbda (yakında
geçen) Câbir'in Peygamber(S)'den rivayet ettiği hadîs vardır [232].
Başlık yapılan bu
bâbda Ebû Hureyre'nin Peygamber(S)*den rivayet ettiği hadîs vardır [233].
173-.......Şu'be
şöyle demiştir: Bana Katâdetahdîs etti ki, Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir:
Medîne içinde bir düşman baskını korkusu olmuştu. Bunun üzerine Rasûlullah (S)
Ebû Talha'ya âid olan bir ata bindi (Medîne'den ayrıldı, geri dönüp
geldiğinde): "Korkuyu gerektirecek nevi'den birşey görmedik. Muhakkak
surette biz bu atı bir deniz bulduk" buyurdu [234].
174-.......Enes
ibn Mâlik şöyle demiştir: (Medine'de) insanlar (bir düşman baskınından)
korktular. Rasûlullah (S) hemen Ebû Talha'ya âid yavaş hareketli bir ata
bindi. Sonra tek başına Medîne'den çıkıp atı harıl harıl koşturdu. İnsanlar da
bineklerine binip O'nun arkasından koşturdular. (Peygamber keşfi yapıp
dönerken sahâbîlere:)
— "Korkmadılar
(yânî korkmayınız). Şübhesiz bu at (yürüyüşünün çabukluğunda) deniz
gibidir" buyurdu.
(Enes dedi ki:) Artık bu günden sonra bu yavaş
atın önüne geçilmedi [235].
Mucâhid ibn Cebr dedi
ki: Ben İbn Ömer'e: Gazve irâde olundu (yâhud: Ben gazveye gitmek istiyorum), dedim.
İbn Umer: Ben malımdan bir kısmı ile sana yardım etmek arzu ediyorum, dedi.
Ben: Allah bana malı
bollaştırdı, dedim. İbn UmenZenginliğin sana âiddir. Ben malımdan bir kısmının
bu yolda (harcanmış) olmasını arzu ediyorum, dedi [237].
Ve Umer (R): İnsanlar,
cihâd yapmaları için bu maldan (yânı millet malından) alıyorlar, sonra da cihâd
etmiyorlar. Kim böyle yaparsa, biz onun (bu maksadla) almış olduğu malını ondan
geri almaya daha haklıyızdır, demiştir [238].
Tâvûs ile Mucâhid:
Sana kendisi ile Allah
yolunda cihâda çıkacağın birşey yükseltildiği zaman, sen onu (Allah yoluyla
ilgili olan yerlerden) istediğin işte kullan, hattâ onu ailen yanında da koy,
demişlerdir [239].
175-.......Ben
(îmâm) Mâlik ibn Enes'ten işittim: O, Zeyd ibn Eslem'e sordu da Zeyd de şöyle
dedi: Ben, babam Eslem'den işittim, şöyle diyordu: Umer ibnu'l-Hattâb (R) şöyle
dedi: Ben Allah yolunda (cihâd etmesi için) birisini bir at üzerine bindirip
yüklemiştim. Sonra o atı satılıyor gördüm. Hemen Peygamber'e:
— O atı satın alayım mı? diye sordum.
Peygamber:
— "O atı satın alma ve sadakana
dönme!" buyurdu [240].
176-.......Bize
Mâlik, Nâfi'den; o da Abdullah ibn Umer(R)'den şöyle tahdîs etti: Umer
ibnu'l-Hattâb Allah yolunda cihâd için bir kimseyi bir ata bindirdi. Sonra o
atı satılıyor buldu da, onu satın almak istedi. Bunu Rasûlullah'a sordu.
Rasûlullah (S): "O atı satın alma ve sadakana dönme!" buyurdu [241].
177-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Ümmetim üzerine
meşakkat verecek olmayaydım, ben hiçbir cihâd müfrezesinden geri kalmazdım.
Lâkin ben binek devesi bulamıyorum; mücâhid sahâbîleri üzerine bindirip
taşıyabileceğim binekleri de bulamıyorum. Bineksiz sahâbîlerin benden geri
kalmaları da bana meşakkat veriyor. Yemin olsun ki ben, Allah yolunda muharebe
edip de öldürülmemi, sonra dirilîilmemi, sonra yine öldürülmemi, sonra yine diriltilmemi
çok arzu ederdim" [242].
178-.......Bana
Sa'lebe ibnu Ebî Mâlik el-Kurazî haber verdi ki, Kays ibn Sa'd el-Ensârî (R)
-ki kendisi Rasûlullah'ın sancağının sahibi idi- hacc etmek istedi de ihrama
girmeden önce başının saçlarını iyice taramıştır [243].
179-.......Seleme
İbnu'1-Ekva' (R) şöyle demiştir: Alî (R) Hayber gazvesinde Peygamber'den geri
kalmıştı. Kendisinde bir göz hastalığı vardı. Kendi kendine: Ben
Rasûlullah'tan geriye mi kalırım? deyip dışarı çıktı ve Peygamber'e yetişti.
Sabahında Hayber'in fethinin gerçekleştirildiği gecenin akşamı olunca,
Rasûlullah (S): "Müslümanların sancağım yarın elbette bir kişiye
vereceğim -yâhud: Yarın müslümânların bayrağını muhakkak öyle bir kişi alacak-
ki, Allah ve Rasûlü onu sever- yâhud şöyle buyurdu: O Allah'ı ve Rasûlü'nü
sever- Allah fethi ona müyesser kılacaktır" buyurdu.
Bizler Alî ile karşı
karşıya geldik, hâlbuki onu orada ümîd etmiyorduk. Sahâbîler: İşte Alî
buradadır, dediler. Rasûlullah bayrağı Alî'ye verdi, Allah da fethi ona nasîb
etti [244].
180-.......Nâfi'
ibnu Cubeyr şöyle demiştir: Ben el-Abbâs'tan işittim, (fetihten bir haylî zaman
sonra) ez-Zubeyr'e hitaben: (Yâ Ebâ Abdillah!) Mekke'nin fethi günü Peygamber
(S) sana bayrağı şuraya (yânî hücum mevkiine) dikmeni emretmişti, diyordu [245].
el-Hasen ile İbn
Şîrîn: Gazvedeki ücretliye ganimetten pay ayrılır, demişlerdir [247].
Atıyye ibn Kays,
taksîm sırasında diğer atlara ayrılması gereken hissenin yarısını almak üzere
ücretle bir at tuttu da, bu atın payı dörtyüz dînâra ulaştı. Kendisi ikiyüzü alıp,
atın sahibine de ikiyüz verdi [248].
181-.......Ya'lâ
ibn Umeyye (R) şöyle demiştir: Ben Tebûk gazvesinde Rasülullah'ın beraberinde
gaza ettim. Genç bir deve üzerine sefer malzemelerimi yükledim. Bu, gönlümde
benim amellerjmin en sağlamıdır. Ben bu seferde bir hizmetçi kiralamıştım.
Hizmetçi yolda birisi ile (ki İbn Umeyye'nin kendisidir) döğüştü. İki
kavgacıdan birisi (ki İbn Umeyye'dir) öbürünün (ki hizmetçisidir) elini ısırdı.
Hizmetçi elini, ısıran kişinin ağzından hızla çekti de ısıranın ön dişini
söktü. O (ısıran ve bu suretle dişi sökülen kişi) da Peygamber'e gelip şikâyet
etti. Peygamber (S) dişin diyetini düşürdü de (İbn Umeyye'ye): — ' 'Bu adam
elini sana bırakır mı ki, sen boğur devenin yan dişleriyle sert yem yediği
gibi elini çatır çatır yiyesin" buyurdu [249].
"Hakkında
Allah'ın hiçbir hüccet indirmediği şeyleri O'na tanıdıklarından dolayı
küfredenlerin kalblerine korku
salacağız* Onların
yurtlan ateştir..." (â\u imrân: isi). Câbir ibn Abdillah, bu korku salma
hadîsini Peygamber'den
rivayet etti [250].
182-.......Saîd
ibnu'l-Müseyyeb'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S)
şöyle buyurmuştur:
"Ben câmialı
sözlerle gönderildim. Ben korku salmak suretiyle yardım olundum. Bir de ben
uyuduğum sırada bana yerdeki hazînelerin anahtarları getirildi de benim elimin
içine konuldu".
Ebû Hureyre:
Rasûlullah dünyâdan gitti. Şimdi bu hazîneleri yerlerinden sizler
çıkarırsınız, demiştir [251].
183-.......Abdullah
ibn Abbâs (R) haber vermiştir. OnadaEbû Sufyân şöyle haber vermiştir: Kendileri
lliya şehrinde bulunurlarken Hırakl ona haberci gönderip getirtmiş. Sonra
Rasûlullah'ın mektubunu istedi. Mektubu okumayı bitirdikten sonra yanında
gürültü çoğaldı, sesler yükseldi. Biz de yanından çıkarıldık. Biz dışarı
çıkarıldığımız zaman arkadaşlarıma: Yemîn olsun İbn Ebî Kebşe'nin (yânı
Muhammed'in) işi hakîkaten azamet peyda ediyor. Şu muhakkak ki Benû'I-Asfar'ın
Meliki O'ndan korkuyor, dedim [252].
Bir de (seferinizde)
azık hazırlayın. Muhakkak ki azığın en hayırlısı korunmaktır. Ey kâmil akıl
sahihleri benden korunun" (ei-Bakam: 197) [253].
184-.......Esma
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah Medine'ye hicret etmek istediği zaman ben Ebû
Bekr'in evinde Rasûlullah'm yol azığını düzmüş hazırlamıştım. Esma (devamla)
dedi ki: Fakat ne yemek çıkınını, ne de su tulumunu kendisiyle
bağlayabileceğimiz bir-şey bulamamıştık. Bunun üzerine ben (babam) Ebû Bekr'e:
— Vallahi ben
belimdeki kuşağımdan başka bağlayacağım bir-şey bulamıyorum, dedim.
O da:
— (Kızım) onu ikiye
böl, birisiyle su tulumunu, diğeriyle de yemek sofrasını bağla, dedi.
Ben de öyle yaptım.
İşte bundan dolayı
Esma, "Zâtu'n-nıtakayn ( = İki kuşaklı, veya iki kemerli)" diye
isimlendirildi [254].
185-.......Câbir
ibn Abdillah (R): Bizler Peygamber (S) zamanında (Mekke'de kestiğimiz)
kurbanlıkların etlerini Medine'ye gidinceye kadar azık edinir idik, demiştir [255]
186-.......Suveyd
ibnu'n-Nu'mân (R) şöyle haber vermiştir: Kendisi Hayber yılında Peygamber'in
beraberinde sefere çıktı. es-Sahbâ'ya vardıkları zaman -ki burası Hayber
arâzîsindendir ve Hayber'in alt yanındadır- ordu orada ikindi namazını
kıldılar. Ardından Peygamber (S) yemekleri istedi. Fakat Peygamber'e sevîkten
başka birşey getirilmedi. O sevikten ağzımızda çiğnedik de yedik ve içtik.
Sonra Peygamber kalktı, ağzını çalkaladı; bizde ağzımızı çalkaladık ve akşam
namazını kıldık [256].
187-.......Seleme
ibnu'1-Ekva' (R) şöyle demiştir: Mücâhid insanların azıkları hafifledi de
fakır, yânî muhtâc oldular. Bunun üzerine sahâbîler Peygamber'e develerini
kesmek hususunda geldiler. O da kendilerine izin verdi. Akabinde bunları Umer
karşıladı. Onlar bu izni Umer'e haber verdiler. Umer bunlara:
— Develeriniz
gittikten sonra (bu uzun yolculukta) hayâtınız kalmaz, dedi.
Ardından Peygamber'in
yanına girdi ve:
— Yâ Rasûlallah! Bunların develeri gittikten
sonra, bunların bekaası kalmaz (yânî hiçbiri sağ kalmaz), dedi.
Rasûlullah:
— "Ordu içinde i'lân et, herkes geri kalan
azıklarını getirsin!" buyurdu.
Sonunda Rasûlullah duâ
etti ve sergi üstündeki yiyecek üzerine bereket diledi. Sonra sahâbîlerin
kaplarıyle gelmelerini istedi. Mücâhidler avuç avuç aldılar, nihayet hepsi
ayrıldılar. Sonra Rasûlullah (S) -şükran olarak-:
— "Eşhedu en lâ
ilahe iüe'llâh ve ennîrasûlu'llah (= Ben, Allah'tan başka hakk ilâh olmadığına
ve kendimin Allah'ın elçisi olduğuma şehâdet ederim)" dedi [257].
188- Bana
Sadaka ibnu'1-Fadl tahdîs edip şöyle dedi: Bize Ab-de ibn
— Yâ Ebâ Abdillah! Bir
hurma bir adamın gıdası yerine nereden yetişirdi? diye sordu.
Câbir de:
— Biz bu tek hurmayı
bulamadığımız zaman yemîn olsun onun yokluğunun acısını da tatmışızdır. Nihayet
deniz kenarına geldik. Birdenbire büyük bir balıkla karşılaştık. Bunu deniz,
kenarına atmıştı. Artık bizler onsekiz gün iştâhlandıkça onun etinden yedik,
dedi [258].
189-.......Bize
İbn Ebî Muleyke tahdîs etti ki, Âişe (R):
— Yâ Rasûlallah, sahâbîlerin bir hacc ve bir
umre (sevabı) ile dönüyorlar. Ben ise hacc üzerine birşey artırmadım, dedi.
Rasûluİlah (S) de
Âişe'ye:
— "Sen git de kardeşin Abdurrahmân seni
bineğinin arkasına bindirsin" dedi.
Rasûluİlah,
Abdurrahmân'a, kizkardeşi Âişe'ye Ten'îm'den umre yaptırmasını emretti de, Âişe
umreden gelinceye kadar, onu Mekke'nin üst tarafında bekledi [259].
190-.......Ebû
Bekr es-Sıddîk'ın oğlu Abdurrahmân (R): Peygamber (S) bana, Âişe'yi devemin
arkasına bindirmemi ve ona Ten'-îm mevkiinden umre yaptırmamı emretti, demiştir
[260].
191-.......Enes
(R): Ben (üvey babam) Ebû Talha'mn binek hayvanının arka tarafına binmiş idim.
Peygamber ve sahâbîleri toplu olarak hacc ve umre niyetiyle seslerini
yükseltiyorlardı, demiştir [261].
192-.......Ürve'den;
o da Usâme ibn Zeyd'den tahdîs etti ki, Rasûluİlah (S) palanı üzerinde saçaklı
bir örtü bulunan bir eşeğe binmiş ve Usâme'yi de arka tarafına bindirmişti [262]
193-.......Yûnus
şöyle dedi: Bana Nâfı', Abdullah ibn Umer(R)'den şöyle şöyle haber verdi:
Rasûlullah (S) fetih günü Mekke'nin üst tarafındaki Kedâ semtinden devesi
üzerinde olarak şehre yöneldi. Usâ-me ibn Zeyd'i de bineğinin arka tarafına
bindirmişti. Rasûlullah'ın beraberinde Bilâl vardı ve yine beraberinde
Ka'be'nin hizmetçilerinden Usmân ibn Talha da vardı. Rasûlullah ilerledi,
nihayet devesini M es/ cid'in içinde çöktürdü. Ve Usmân ibn Taîha'ya Beyt'in
anahtarını getirmesini emretti. (İbn Talha gidip anahtarı getirdi.) Ka'be'yi
açtı. Rasûlullah Ka'be'ye girdi. Beraberinde Usâme, Bilâl ve Usmân ibn Talha da
girdiler. Sonra (Beyt'in kapısı kapandı). Rasûlullah uzunca bir zaman içeride
kaldı. Sonra çıktı. İnsanlar Ka'be'ye girmeye koşuştular. İçeriye ilk giren
Abdullah ibn Umer olmuştu. O, Bilâl'i Ka'be kapısının arkasında dikeliyor
buldu. Ve ona:
— Rasûlullah (içeride)
nerede namaz kıldı? diye sordu.
Bilâl de ona
Rasûlullah'ın içinde namaz kılmış olduğu yeri işaret edip gösterdi.
Abdullah: Ben Bilâl'e,
Rasûlullah'ın kaç rek'at namaz kıldığını sormayı unuttum, demiştir [263].
194-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "İnsan
bedeninden herbir eklemen sağladığı hareket kolaylığı) üzerine bir sadaka
vardır. İçinde güneşin doğmakta olduğu her günün gündüzünde iki (hasım) kişi
arasında adalet etmek (yüksek) bir sadakadır. Hayvanına binmek veya metâ'ım
yüklemek isteyen kimseye yardım edip hayvanına bindirmek yâhud eşyasını
yüklemek de bir sadakadır. Güzel söz de bir sadakadır. Namaza giderken
sahibinin attığı herbir adım da bir sadakadır. Yoldan (gelip geçene) ezâ veren
şeyi gidermek de bir sadakadır" [264].
Başlıkta zikrolunduğu
gibi bunun keraheti, Muhammed ibn Bişr'den; o da Ubeydullah'tan; o da Nâfi'den;
o da İbn Ömer'den; o da Peygamber(S)'den olmak üzere rivayet olunuyor [265]. Ve
Muhammed ibn Bişr'e, bunu Nâfi'den; onun da İbn Utner'den; onun da Peygamberden
rivayet etmesinde İbnu İshâk mutâbaat etmiştir [266].
Peygamber ile
sahâbîleri Kur'ân'ı biliyor –yâhud Öğretiyor- oldukları hâlde düşman arazîsine
sefer yapmışlardır [267].
195- Bize
Abdullah ibn Mesleme, Mâlik'ten; o da Nâfi'den; o da Abdullah ibn Umer(R)'den
Rasûlullah(S)'ın, Kur'ân (metni) ile düşman arazîsine sefer edilmesini nehyettiğini
tahdîs etmiştir [268].
196-.......Enes
(R) şöyle demiştir: Peygamber (Hayber'e yakın bir yerde geceleyip) şafak
sökerken.Hayber'e vardı. Sabahleyin Hay-berliler belleri omuzlarında
tarlalarına çıkmışlardı. Peygamber'i gördükleri zaman:
— Şu Muhammed'dir ve
askeridir, şu Muhammed'dir ve askeridir! dediler de hemen dönüp kalelerine
sığındılar.
Peygamber ellerini
kaldırarak:
— "Allâhu Ekber (= Allah büyüktür)! Hayber
harâb oldu. Biz bir kavmin yurdu içine indiğimiz zaman korkutulan düşmanların
sabahı ne fenadır!" buyurdu.
Bizler bir takım ehlî
eşekler elde ettik, onları pişirdik. Akabinde Peygamber'in nidâcısı:
— Şübhesiz ki Allah ve
Rasûlü sizleri eşek etlerinden nehyedi-yorlar! diye nida etti.
Bu nida üzerine yemek
tencereleri, içindekilerle birlikte ters çevrilip devrildiler [269].
Bu hadîsi Sufyân'dan:
"Peygamber (S) iki elini kaldırdı" şeklinde rivayet etmekte Alî
ibnu'l-Medînî, Abdullah ibn Muhammed el-Müsnidî'ye mütâbaat etmiştir [270].
197-.......Ebû
Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle demişti: Biz Rasûlullah'm beraberinde (seferde)
bulunduk. Bizler bir vâdî üzerinde yükseldikçe Lâ ilahe Üle'ttah tehlîlini ve
Allâhu Ekber tekbîrini söylerdik de seslerimiz yüksek olurdu. Bunun üzerine
Peygamber (S):
— "Ey insanlar,
nefislerinize yumuşak davranın, seslerinizi yükseltmeyin. Şübhesiz sizler
sağırı ve gaibi çağırmıyorsunuz. Dua ettiğiniz o Allah muhakkak sizinle
beraberdir. Şübhesiz O, pek işiticidir, pek yakındır. İsmi ve zâtı çok mübarek,
celâl ve azameti çok yücedir" [271].
198-.......Câbir
ibn Abdillah (R): Bizler seferde yüksek bir yere çıktığımız zaman tekbîr
ederdik. Yüksekten (bir vâdîye) inince de tesbîh ederdik (yânî Subhânallah
derdik), demiştir [272].
199-.......Câbir
(R): Bizler yükseldiğimizde tekbîr eder, aşağıya indiğimizde tesbîh eder
idik-, demiştir [273].
200-.......
Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) haccdan yâhud umreden
döndüğü sırada -ben Peygamber'in muhakkak gazvede de bunu söylediğini
bilmekteyim- bir dağ yoluna çıkınca yâhud düz yüksek bir sahaya varınca, üç
defa tekbîr getirir, sonra da şunları söylerdi: "Tek ve ortaksız olarak
Allah'tan başka hakk ilâh yoktur. Mülk O'nundur. Hamd de O'nundur. O, herşey
üzerine gücü yetendir. Bizler Allah'a dönücüleriz, bizler (kusurlarımızdan)
O'na tevbe edicileriz. Bizler O'na ibâdet edicileriz; ancak Rabb'e secde
ediciler, hamd edicileriz. Allah va'dinde doğru çıkmış, kuluna yardım etmiş,
bütün düşman topluluklarını yalnız başına hezimete uğratmış,
sindirmiştir" [274].
Râvî S
201-.......Bize
İbrâhîm Ebû İsmâîl es-Seksekî tahdîs edip şöyle dedi: Ben Ebû Burde'den
işittim. O bir seferde Yezîd ibn Ebî Kebşe ile görüşüyordu. (Yıl boyunca oruç
tutmak alışkanlığında olan) Yezîd bu seferde de oruçlu idi. Ebû Burde ona: Ben
babam (Ebû Mû-sâ'dan çok kerreler şöyle derken işittim: Rasûlullah (S):
"Bir kul hasta olduğu yâhud yolculuk ettiği zaman, mukîm iken, sıhhatte
iken işlemekte olduğu ibâdetin benzeri, o gâzî ve o hasta lehine yazılır"
buyurdu, dedi [276].
202-.......
Ben Câbir ibn Abdillah'tan işittim, şöyle diyordu:
Hendek gazası günü
insanlara: "Benû Kurayza'nın vaziyetine dâir bana kim haber getirir?"
diye çağırdı. Şu çağrıya ez-Zubeyr icabet etti. Bir zaman sonra yine:
"Bana kim haber getirir?" diye da'vet etti. Bu defa da ez-Zubeyr
icabet etti. Sonra Peygamber insanlara yine aynı iş için çağrıda bulundu. Yine
ez-Zubeyr icabet etti. Peygamber (S): "Her peygamberin havarisi vardır.
Benim havarim de ez-Zubeyr'dir" buyurdu.
Hadîsin râvîsi Sufyân:
"el-Havâriyyu", "en-Nâsır" (yânî yardım edici) demektir,
dedi [278].
203-.......Bana
babam, İbn Umer(R)'den; o da Peygamber(S)'
den tahdîs etti. H ve
yine bize Ebû Nuaym tahdîs edip şöyle dedi: Bize Âsim ibn Muhammed ibn Zeyd ibn
Abdillah ibn Umer, babasından; o da İbn Umer'den tahdîs etti ki, Peygamber
(S): "İnsanlar yalnız başına yolculuktaki benim bilmekte olduğum sakıncayı
bilir olsalardı, hiçbir süvari geceleyin yalnız başına yolculuk
etmezdi^bh-yurmuştur [279].
Ebû Humeyd dedi ki:
Peygamber (S) -Tebûk dönüşünde-: "Ben Medine'ye çabuk gideceğim; kim benim
beraberimde acele gitmek isterse acele etsin*' buyurdu [280].
204-......
Hişâm şöyle demiştir: Bana babam Urve haber verip şöyle dedi: Usâme ibn Zeyd'e
Veda Haccı'nda Peygamber'in (Arafat'tan Müzdelife'ye) yürüyüşü soruldu.
-Buhârîdedi ki: Muhammed ibnu'I-Müsennâ şöyle dedi: Yahya el-Kattân: Ben suâli
işitiyordum, der idi. Yahya: Bu "Ben işitiyordum" lâfzı benden düştü,
dedi. -Usâme: Peygamber, sür'atle yavaşlık ortası bir yürüyüşle yürür idi.
Fakat bir açıklık saha bulunca yürüyebildiği en hızlı bir yürüyüşle yürür idi,
dedi.
"en-Nass ( =
Hızlı yürüyüş), "el-Anak (-Orta yürüyüş)"ın üstündedir [281].
205-.......Eşlem
şöyle demiştir: Bir hacc seferinden dönüşte Mekke yolunda Abdullah ibn Umer'in
beraberinde bulundum. Yolda Ibn Umer'e, zevcesi Safiyye bintu Ubeyd'in -ki
meşhur Muhtar es-Sakafi'nin kızkardeşidir- ağır hasta olduğu haberi erişti.
Bunun üzerine o yürüyüşü çabuklaştırdı. Tâ gün batışından sonraki kızıllık gidinceye
kadar yürüdü. Sonra bineğinden indi. Akşamla yatsı namazlarını biraraya
getirerek kıldı ve: Ben Peygamber'i gördüm: O yolda yürüyüş kızıştığı zaman,
akşam namazını yatsı vaktine kadar geri bırakırdı da, bu iki namaz arasını
birleştirirdi, dedi [282].
206-.......
Bize Mâlik, Ebû Bekr (ibn Abdirrahmân ibnu'l- Hâris)'in himayesinde bulunan
Sumeyy'den; o da Ebû S
207-.......Bize
Mâlik, Nâfi'den; o da İbn Umer(R)'den haber verdi ki, Umer ibnu'l-Hattâb, Allah
yolunda cihâd için birisini bir at üzerine bindirdi. Sonra o atı satılıyor
buldu da onu satın almak istedi. Bunu Rasûlullah'a sordu. Rasûlullah (S):
"Sen onu satın alma ve sadakana dönme!" buyurdu [284].
208...... .
Eşlem şöyle demiştir: Ben Umer ibnu'l-Hattâb(R)'dan işittim, şöyle diyordu.
Allah yolunda cihâd etmesi için bir mücâhide bir at verip bindirmiştim. At
kendi elinde bulunan bu adam, hayvanı sattı -yâhud bakmayarak değerini zayi
etti-. Ben de hayvanı ondan satın almak istedim. Onun bu atı ucuza satacağını
sanıyordum. Bu düşüncemi Peygamber'e sordum. Peygamber (S): "Bu atı satın
alma; sana bir dirheme verse de (sadakana dönme)/ Çünkü hibesine dönen kişi,
kustuğu şeyi yemeye dönen köpeğe benzer" buyurdu [285].
209-.......Bize
Habîb ibnu Ebî Sabit tahdîs edip şöyle dedi: Ben
Ebû'l-Abbâs eş-Şâir'den
işittim. O (şâir olduğu hâlde) hadîsinde itti-hâm edilmezdi. Dedi ki: Ben
Abdullah ibn Umer(R)'den işittim, şöyle diyordu: Peygamber'e bir adam geldi de,
O'ndan cihâda (gitmek hususunda) izin istedi. Peygamber (S):
— "Anan baban sağ mıdır?" diye sordu.
O zât:
— Evet (sağdırlar), dedi. Peygamber:
— "O hâlde sen onların rızâsı yolunda
çalış" buyurdu [286].
210-.......Ebû
Beşîr el-Ensârî (R) haber verip, kendisinin seferlerinden birinde
Rasûlullah'ın beraberinde bulunduğunu söylemiştir. Râvî Abdullah ibn Ebî Bekr
ibn Hazm: Ben onun: İnsanlar yerlerinde gecelediği sırada, dediğini
zannederim, demiştir. Beşîr devamla dedi ki: Rasûlullah (S) -Zeyd ibn
Hârise'yi- bir elçi olarak gönderdi de: "Hiçbir devenin boynunda ok yayı
kirişinden yapılmış gerdanlık- yâ-hud hiçbir küâde- kalmasın; muhakkak kesilip
koparılsın" diye i'lân ettirdi [287].
211-.......îbn
Abbâs (R) Peygamber(S)'den şöyle buyururken işitmiştir:
— "Hiçbir erkek (mahremi olmayan) bir
kadınla yalnız kalmasın. Hiçbir kadın da beraberinde (nikâh geçmez hısımı)
bulunmaksızın sakın yolculuk etmesin".
Bu nehiy üzerine bir
adam ayağa kalktı da:
— Yâ Rasûlallah! Ben
şöyle şöyle bir gazveye yazılmıştım. Hâlbuki kadınım hacc etmek üzere yola
çıkmıştır? diye sordu.
Rasûlullah:
— "Sen de git, kadınınla beraber hacc
et" buyurdu [288].
"et-Tecessüs'\
sorup araştırmaktır.
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli: "Ey îmân edenler, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dostlar
edinmeyin.. " (ei-Mumtehme: i) [289].
212-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne tahdîs edip şöyle dedi: Bize Arar ibn Dînâr tahdîs etti. Ben
ondan bunu iki kerre işittim. Dedi ki: Bana Hasen ibn Muhammed haber verdi.
Dedi ki: Bana Ubey-dullah ibnu Ebî Râfi' haber verdi. Dedi ki: Ben Alî(R)'den işittim,
şöyle diyordu: Rasûlullah (S) beni, ez-Zubeyr'i, el-Mıkdâd'ı gönderdi ve:
— "Gidin, Hah bustânına kadar
ilerleyin.Oraya vardığınızda mahfe içinde yolculuk eden bir kadın bulacaksınız.
O kadının yanında bir mektûb vardır. Onu kadından
Biz, atlarımız koşarak
gittik. En sonunda bustâna vardık. Hakîkaten orada mahfe içinde bir kadın
bulduk. Kadına:
— Mektubu çıkar, dedik. Kadın:
— Benim yanımda hiçbir mektûb yoktur, diye
inkâr etti. Biz kadına:
— Çaresiz ya sen
mektubu çıkaracaksın, yâhud biz elbiseni soyup bulacağız! dedik.
Kadın o mektubu saç
örgüsünün arasından çıkardı. Biz de mektubu Rasülullah'a getirdik. Mektûbda
"Hâtıb ibn Ebî Beltaa'dan Mekke müşriklerinden bir takım insanlara!"
unvanı yazılı olduğunu ve içinde Rasûlullah'ın harb hazırlığı işlerinin
bâzısını onlara haber verir olduğunu gördük.
Rasûlullah:
— "Ya Hâlıb, bu ne iştir?" diye
sordu. Hâtıb şöyle cevâb verdi:
— Yâ Rasûlallah, benim
aleyhime acele etme. Ben Kureyş'e and-laşma ile bağlı bir kişiyim. Fakat ben
hiçbir zaman Kureyş'in mahremi ve samimî bir ferdi olmadım. Maiyyetinde
Muhacirlerden bu kadar kimseler vardır ki, bunların Mekke'de ailelerini,
mallarım koruyacak birtakım hısımları vardır (Benim ise himaye edecek kimsem
yoktur). Neseb yönünden olan bu boşluğu, Mekkeliler arasında minnet-dârlık
kazanarak doldurmak ve bu suretle akrabamı himaye etmek istedim. Yoksa bu işi
dînimden dönmek fenalığı ile işlemedim. Ve ben müslümân olduktan sonra kesin
olarak küfre razı olmam.
Hâtıb'ın bu savunması
üzerine Rasûlullah orada bulunanlara:
— "Yemin olsun Hâtıb size karşı kendisini
doğru savundu" buyurdu.
(Fakat bir türlü
öfkesi geçmeyen) Umer:
— Yâ Rasûlallah, beni
bırak da şu münâfıkm boynunu vurayım! dedi.
Rasûlullah:
— "Muhakkak ki Hâtıb, Bedir gazasında
hazır bulundu. Sana ne bildirir ki, belki Allah Bedir'de hazır bulunanların
yüksek mücâdelelerine mutt
Râvî Sufyân ibn
Uyeyne: Bu hadîsin isnadı ne kadar azametlidir! demiştir.
213-......
BÎze İbnu Uyeyne, Amr ibn Dinar'dan tahdîs etti ki, o Câbir ibn Abdillah(R)'tan
şöyle dediğim işitmiştir: Bedir harbi günü olunca esirler getirildi. el-Abbâs
da getirildi. Onun üzerinde elbise yoktu. Peygamber onun için bir gömlek bakıp
aradı. Nihayet Abdullah ibn Ubeyy'in gömleğini buldular. Bu gömlek el-Abbâs'a
denk geliyordu. Peygamber (S) Abdullah ibn Ubeyy'in gömleğini Ab-bâs'a
giydirdi. İşte buna karşılık olmak için, Abdullah ibn Ubeyy'in cesedine
giydirdiği gömleği Peygamber kendi sırtından çıkarıp vermişti.
Râvî Sufyân ibn
Uyeyne: Peygamber'in yanında Abdullah ibn Ubeyy'in bir ni'meti, bir iyiliği
vardı. Peygamber o iyiliği mükâfatlandırmayı istedi, demiştir [291].
214-.......Sehl
ibn Sa'd (R) şöyle demiştir; Peygamber (S) Hayber günü (fetih uzayınca):
"Ben yarın müslümânların bayrağını öyle bir kişiye vereceğim ki, onun
elleriyle fetih yapılacaktır. O Allah 't ve Ra-sûlü'nü sever, Allah ve Rasûlü
de onu sever" buyurdu.
İnsanlar o gecelerim
bayrak hangisine verilecek düşüncesiyle geçirdiler. Onların hepsi bayrağı ümîd
ederek ertesi güne erdiler. Fakat Rasülullah ertesi gün:
— "Alt nerededir?" diye sordu.
Sahâbîler tarafından:
— Gözleri ağrıyor, denildi.
(Alî getirilince)
Peygamber onun gözleri içine püskürdü ve ona duâ etti. Bunun üzerine Alî,
gözleri hiç ağrımamış gibi oldu. Akabinde Peygamber bayrağı Alî'ye verdi. Alî:
— Ben, Hayber
Yahudileri'yle, onlar bizim gibi müslümân oluncaya kadar vuruşacak mıyım?
dedi.
Rasülullah da:
— "Hayberliler'in sahasına ininceye kadar
sükûnetin üzere yürü. Sonra onları İslâm'a da'vet et ve üzerlerine vâcib olan
İslâm esâslarını onlara haber ver. Allah'a yemin ederim ki, senin irşadınla
Allah'ın bir tek kişiye hidâyet vermesi, senin için birçok kırmızı de-velerin
olmasından daha hayırlıdır" buyurdu
[292].
215- Bize
Muhammed ibn Beşşâr tahdîs etti. Bize Gunder tah-dîs edip şöyle dedi: Bize
Şu'be, Muhammed ibn Ziyâd'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki,
Peygamber (S): "(Dünyâda esirlikle) zincirlere bağlanan, (sonra İslâm'a
girip esirlikten kurtularak âhiret-te) cennete giren bir cemâatten Allah razı
oldu" buyurmuştur [293]
216-.......Ben
eş-Şa'bî'den işittim, şöyle diyordu: Bana Ebû Burde tahdîs etti ki, kendisi de
babası Ebû Mûsâ(R)'dan işitmiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Üç kişi vardır
ki, bunlara sevâbları ikişer kene verilir: Biri şu adamdır ki, yanında bir
cariyesi bulunur da onu öğretir \e öğretimim güzel yaptırır, onu edeblendirir
ve edebini güzel yapar, sonra ona hürriyet verir ve onunla evlenir. İşte bunun
için iki ücret vardır. İkincisi Kitâb ehli mü'mindir ki, o kendi peygamberine
inanmış idi, sonra Peygamber Muhammed'e îmân etti. îşte bunun da iki ecri
vardır. Üçüncüsü de şu mülk edilmiş kuldur ki, hem Allah hakkını yerine
getirir, hem de efendisine âid işlerde h
Sonra eş-'Şa'bî, S
"Beyâten"
(ei Araf: 4v, "Geceleyin" demektir
"Le-yubeyyitennehu
leylen ~ Elbette ona gece baskını yapacaklar" (m Nem\ w, "Yubeyyitûne
= Geceleyin
yapmakta
oldukları..." <en Nisa: sn [295].
217-.......
Bize ez-Zuhrî, Ubeydullah'tan; o da İbn Abbâs'tan tahdîs etti ki, es-Sa'b ibn
Cessâme (R) şöyle demiştir: el-Ebvâ yâhud Veddân'da Peygamber (S) bana uğradı
ve o sırada:
— Müşriklerden aile
sahibi bulunanlara gece baskını yapılıyor da (ayırdedilemiyerek) bunların
kadınları ve küçük çocukları da musibete uğratılıyor (bunun hükmü nedir)? diye
soruldu.
Peygamber: ,
—"Onlar da müşriklerdendir" diye cevâb verdi [296].
es-Sa'b ibn Cessâme:
Ve ben Peygamber'den: "Koruma yalnız Allah'a ve Rasûlü'ne hâstır"
buyururken işittim, dedi [297].
Ve yine geçen senedle
İbn Şihâb ez-Zuhrî'den: O, Ubeydullah'tan işitti ki, îbn Abbâs şöyle demiştir:
Bize es-Sa'b, yalnız zürriyetler hakkında tahdîs etti. Sufyân dedi ki: Amr ibn
Dînâr bize bu hadîsi İbn Şihâb'dan; o da Peygamber'den olmak üzere tahdîs
ederdi. Sufyân dedi ki: Biz bunu daha sonra ez-Zuhrî'den işittik, o şöyle dedi:
Bana Ubeydullah ibn AbdiIIah, İbn Abbâs'tan; o da es-Sa'b ibn Cessâme'den,
Peygamberin: -Zürriyetler de onlardandır" dediğim haber verdi de Amr ibn
Dinar'ın "Onlar da babalarındandır" dedıgı gibi söylemedi [298].
218-.......Abdullah
ibn Umer şöyle haber vermiştir: Peygamber'in gazvelerinden birinde bir kadın
öldürülmüş olarak bulundu da Rasûlullah (S) kadınların ve çocukların
öldürülmesini çirkin gördü.
219-.......Ben
Ebû Usâme Hammâd ibn Seleme'ye: Size Ubeydullah ibn Umer, Nâfî'den; o da İbn Umer(R)'den.
O dedi ki: Rasû-lullah'm gazvelerinin birinde bir kadın öldürülmüş olarak
bulundu da, Rasûlullah (S) kadınları ve çocukları öldürmekten nehyetti hadîsini
tahdîs etti mi? diye sordum [299].
220-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah bizleri bir seriyye içinde gazaya
gönderdi de, Kureyş'ten adlarını söylediği iki kimse hakkında:
— "Fulân ve Fulân kişileri bulursanız,
onların ikisini de ateşle yakınız!" buyurdu.
Sonra bizler yola
çıkmak istediğimiz zaman Rasûlullah:
— "Ben sizlere Fulân ve Fulân kişileri
yakınız diye emretmiştim. Hâlbuki ateşle ancak Allah azâb eder. Bu sebeble
sizler o iki kişiyi bulursanız, onları öldürünüz" buyurdu [300].
221-.......Alî
(R) bir topluluğu yakmış. Bu yakma haberi İbn Abbâs'a ulaşınca, İbn Abbâs: Ben
olaydım bu dînden dönenleri yakmazdım. Çünkü Peygamber (S): "Allah'ın
azâbıyle azâblandırmayı-nız!" buyurdu. Ben onları muhakkak öldürürdüm.
Nitekim Peygamber (S): "Dînini değiştireni öldürünüz!" buyurdu,
demiştir [301].
"Ondan sonra ise
ya iyilik yapın yâhud fidye
Bu bâbda Sumâme ibn
Usâl hadîsi vardır [303].
Bir de Azîz ve Celîl
Allah'ın şu kavli:
"Hiçbir
peygamberin yeryüzünde ağır basıp zaferler kazanıncaya kadar (muhârib
düşmandan) esirler alması
lâyık değildir. Siz
geçici dünyâ malını arzu ediyorsunuz. Hâlbuki Allah âhireti (düşünmenizi)
ister. Allah azizdir,
hakimdir"
(el-Enfâl: 67) [304].
Bu konuda el- Misver
ibn Mahreme'nin Peygamber'den rivayet ettiği hadîs vardır [305].
222-.......Ebû
Kılâbe'den; o da Enes ibn Mâlik(R)'ten şöyle tahdîs etti: Ukl kabilesinden
sekiz kişilik bir topluluk Medine'ye, Pey-gamber'in huzuruna geldiler.
Tutuldukları karın rahatsızlığından dolayı Medine'de ikaamet etmek istemediler
de:
— Yâ Rasûlallah, bize süt ara, dediler.
Peygamber (S):
— "Ben size (müslümânların hazînesine âid)
sütlü develerin bulunduğu yere gitmenizden başka çâre bulmuyorum"
buyurdu.
Onlar oraya gittiler,
develerin sidiklerinden ve sütlerinden içtiler. Sonunda sağlık kazandılar ve
semizlendiler. Bu kerre de develerin çobanını öldürdüler, develeri önlerine
katıp götürdüler ve İslâm'a girmelerinin ardından kâfir oldular. Akabinde imdâd
isteyicinin feryadı Peygamber'e geldi. Peygamber arkalarından arayıcılar
yolladı. Gün yükselince o adamlar yakalanıp getirildiler. Peygamber (kısas
olarak) bu canilerin ellerini ve ayaklarını kestirdi. Sonra demir çubuklar
getirilmesini emretti. Bu demir çubuklar ateşte kızdırıldı. Bu kızgın
demirlerle onların gözlerine sürme çektirdi ve onları Harre mevkiine attı.
Onlar orada su istiyorlardı, fakat ölünceye kadar onlara su verilmedi.
Hadîsin râvîsi Ebû
Kılâbe: Bunlar insan öldürdüler, hırsızlık yap-
i-umau ve s-
tılar, Allah'a ve
Rasülü'ne harb açtılar ve yeryüzünde fesâd çıkarmaya çalıştılar, demiştir [306].
223-.......Ebû
Hurevre (R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah(S)'tan işittim, şöyle buyuruyordu:
"Bir karınca peygamberlerden birini ısırdı. O peygamber karınca köyünün
yakılmasını emretti ve köy yakıldı. Bunun üzerine Allah o peygambere: 'Seni bir
karınca ısırdı, sen ise Allah'ı tesbîh etmekte olan ümmetlerden bir ümmeti yaktın'
diye azarlama vahyetti" [308].
224-.......Bana
Cerîr ibn Abdillah el-Ahmesî şöyle dedi: Rasûlullah (S) bana:
— "Şu Zu'l-Halasa(sıkmUsm)dan beni rahata
kavuşturmaz mısın?" dedi.
Zu'1-Halasa, Has'am
kabilesi yurdunda (Beytu'llah'a karşı yapılmış içi put dolu) bir bina idi.
Yemenlilerin Ka'be'si diye anılırdı.
Cerîr dedi ki: Ben
Ahmes kabilesinden yüzelli süvârî içinde Zu'l-Halasa'ya gittim. Ahmesliler at
sâhibleri olup iyi biniei idiler. Fakat ben at üzerinde sabit duramadım
(kalbimi sıkardı). Bu sebeble Rasû-lullah göğsüme şiddetle vurdu. Hattâ ben
O'nun parmaklarının izini göğsümde gördüm. Ve Rasûlullah:
— "Yâ Allah! Sen Cerfr'i (at üstünde)
sabit tut ve onu hâdî-mehdî (hidâyet edici, hidâyet edilmiş) kıl" diye duâ
etti.
Akabinde Cerîr
Zu'I-Halasa'ya gitti, onu yıkıp yaktı. Sonra Ra-sûlullah'a bu haberi ulaştırmak
üzere bir haberci yolladı. Cerîr'in gönderdiği bu elçi:
— Seni hakk ile gönderen Allah'a yemîn ederim
ki, ben senin huzuruna ancak (o şirk ma'bedi) Zu'1-Halasa'yi bomboş yâhud
uyuzlu bir deve gibi harâb bir hâlde bıraktım da geldim, dedi.
Râvî dedi ki:
Rasûlullah (S) beş kerre:
— "Ahmes kabilesinin
atları ve süvarileri mübarek olsun" diye duâ etti [309].
225-......Abdullah
ibn Umer (R): Peygamber (S) BenÛ'n-Nadîr hurmalıklarını yaktı, demiştir [310].
226-.......el-Berâ
ibnu Âzib (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Ensâr'dan birtakım kimseleri
Yahûdî Ebû Râfi'e doğru, onu öldürmeleri için gönderdi [311]. O
topluluktan bir adam-gidip onların kalelerinin içine girdi. Bu içeriye giren,
Abdullah ibn Atık dedi ki: Ben onların hayvan ahırına girdim. Dedi ki: Onlar
kalenin-kapısını kilid-Iediler. Sonra onlar kendilerine âid.bir eşeği
kaybettiler de onu aramak üzere dışarı çıktılar. Ben de çıkanların arasında
çıktım ve kendimi onlara, onlarla beraber o eşeği arıyorum gösteriyordum.
Sonunda eşeği buldular ve içeriye girdiler; ben de girdim. Onlar geceleyin kale
kapısını kapattılar da anahtarları benim görmekte olduğum yerdeki bir duvar
deliği içine koydular. Onlar uyudukları zaman ben anahtarları aldım ve (Ebû
Râfi'in bulunduğu) kale kapısını açtım. Sonra (karanlıkta) Ebû Râfi'in odasına
girdim de:
—Yâ Ebâ Râfi'! diye
seslendim.
Bana cevâb verdi. Ben
de karanlıkta sesin geldiği tarafa yaklaştım, ona kılıçla vurdum. Ebû Râfi'
haykırdı. Ben hemen odadan dışarı çıktım. Kısa bir zaman sonra geldim, sonra
imdâd isteyici imişim gibi yanma döndüm de sesimi değiştirerek:
— Yâ Ebâ Râfi'! dedim. O:
— Neyin var, anan cehenneme! dedi. Ben:
— Hâlin nedir? dedim. O:
— Bilmiyorum, birisi
(senden önce) yanıma girdi ve beni vurdu, dedi.
(Abdullah ibn Atîk)
dedi ki: Ben kılıcımın keskin ucunu onun karnına koydum da üzerine, kemiğe
dayanıncaya kadar yüklenip sapladım. Sonra dehşetli bir hâlde dışarı çıktım.
Hemen aşağıya inmek için onlara âid bir kale merdivenine geldim. Merdivenden
düştüm, ayağım sakatlandı. Akabinde ben arkadaşlarımın yanına çıkıp vardım da:
— Ben bu adamın ölüm
i'lâncısmın sesini işitmedikçe buradan
gitmeyeceğim, dedim.
Çok beklemedim,
nihayet, Hicaz ahâlîsinin taciri Ebû Râfi'in
ölümü i'lânlarını
işittim.
Abdullah ibn Atîk dedi
ki: Ben kendimde bir rahatsızlık olmayarak kalktım, nihayet arkadaşlarımla
Peygamber'e geldik ve Ebû Râfi'in ölümünü kendisine haber verdik [312].
227-.......el-Berâ
ibn Âzib (R): Rasûlullah (S) Ensâr'dan bir topluluğu Ebû Râfi'e gönderdi.
Abdullah ibn Atîk geceleyin onun evinde Ebû Râfi'in yanına girdi de, o
uyumakta olduğu hâlde onu öldürdü, demiştir [313].
'Düşmanla karşılaşmayı
(harb etmeyi) temenni etmeyiniz"
228-.......MûsâibnUkbe
şöyle demiştir: Bana Umer ibnu Ubeydülah'm himayesinde bulunan Ebû'n-Nadr S
— "Ey insanlar, düşmanla karşılaşmak (harb
etmek) temenni etmeyiniz; Allah'tan afiyet isteyiniz. Fakat sizler düşmanla
karşılaştığınız zaman (harbin bütün şiddetlerine karşı) sabrediniz. Ve biliniz
ki Ğpnnet muhakkak kılıçların gölgeleri altındadır" buyurdu.
Bundan sonra şu duayı
söyledi:
— "Yâ Allah! Ey Kitâb'ı indiren, ey
bulutları akıtıp yürüten, ey İpptanıp gelmiş olan düşman ordularını bozup
dağıtan (Allah'ım)!
Sen düşmanları bozguna
uğrat, onlar üzerine bizleri gâlib kıl, yardım et!"[314].
Ve Mûsâ ibn Ukbe şöyle
dedi: Bana S
Ve Ebû Âmir Abdulmelik
şöyle dedi: Bize Mugîre ibn Abdirrah-mân, Ebu'z-Zinâd'dan; o da el-A'rec'den; o
da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Sizler düşmanla
karşılaşmayı arzu etmeyiniz. Düşmanlarla karşılaştığınız zaman da (harbin
sıkıntılarına) sabrediniz" buyurmuştur [316].
229-.......Bize
Ma'mer, Hemmâm'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S) şöyle
buyurmuştur: "Kisrâ helak olduktan sonra onun-ardından başka kisrâ
olmayacaktır. Kaysar da muhakkak helak olacaktır, sonra onun ardından (başka)
kaysar olmayacaktır. Kisrâ ile Kaysarın hazîneleri de muhakkak Allah yolunda
taksim olunacaktır" [318]. , .
Ve Peygamber harbi bir
kerre aldatmaktır diye isimlendirdi.
230-.......Ebû
Hureyre (R): Peygamber (S) harbe bir hud'adır diye isim verdi, demiştir [319].
231-.......Bize
İbnu Uyeyne, Amr ibn Dinar'dan haber verdi. O, Câbir ibn Abdillah'tan:
Peygamber (S): "Harb bir aldatmadır" buyurdu dediğini işitmiştir [320]
232-.......Bize
Sufyân, Amr ibn Dinar'dan; o da Câbir ibn Abdillah(R)'tan tahdîs etti ki,
Peygamber (S):
— "Ka'b
ibnu'l-Eşref(ı öldürmek) için kim hazırdır? Çünkü o, Allah'a ve Rasûlü'ne ezâ
etmiştir" buyurdu. Muhammed ibn Mesleme:
— Yâ Rasûlallah, ister misin onu ben öldüreyim?
dedi.
Rasûlullah:
— "Evet" buyurdu.
Câbir dedi ki: Bunun
üzerine Muhammed ibn Mesleme, Ka'b'a vardı da:
— Şu kişi, yânî
Peygamber (emirleriyle) bizi yordu ve bizlerden sadaka istedi, dedi.
Ka'b da İbn
Mesleme'nin dediği gibi söylendi de:
— Vallahi o sizin
usancınızı daha da artıracaktır, sözünü ilâve etti.
Muhammed ibn Mesleme:
— Bizler O'na uymuş bulunduk, O'mı hemen
bırakıvermemizi istemiyoruz, O'nun işinin varacağı sonuca kadar bakacağız,
dedi.
Câbir dedi ki:
Muhammed ibn Mesleme, Ka'b'la konuşmasını böyle sürdürdü, nihayet onu sımsıkı
tutup yakaladı ve öldürdü [321].
233-.......Bize
Sufyân, Amr'dan; o da Câbir'den tahdîs etti ki, Peygamber (S):
— "Ka'b ibnu'l-Eşref(i Öldürmek) için kim
hazırdır?" dedi. Muhammed ibnu Mesleme de hemen:
— Onu benim öldürmemi ister misin? dedi.
Peygamber:
— "Ever" dedi.
İbnu Mesleme
el-Ensârî:
— Öyleyse (Ka'b'a,
kendim ve Senin hakkında ta'rîz nev'inden uygun göreceğim) sözler söylememe
bana izin ver, dedi.
Peygamber:
— "Yapmışımdır (yânî izin
vermişimdir)" buyurdu [322].
234-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) beraberinde Ubeyy ibn Ka'b olduğu
hâlde İbn Sayyâd'ın bulunduğu tarafa gitti. İbn Sayyâd'ın bir hurmalık içinde
bulunduğu haber verildi. Rasûlullah hurmalık içinde onun yanına girince, hurma
ağaçlarının arkasına saklanmaya başladı. İbn Sayyâd saçaklı kadife bir örtü
içindeidi. Örtü içinde genizden gelen bir hırıltı vardı. Tam bu sırada İbnu
Sayyâd'ın annesi, Rasûlullah'ı gördü ve:
— Yâ Safi! İşte Muhammed geldi, dedi.
İbnu Sayyâd sür'atle
ayağa kalktı. Bunun üzerine Rasûlullah (S)
yanındakilere:
— "Şu kadın oğlunu o hâlde bıraksaydı, o
kendi hâlini açıklardı"
buyurdu [323].
Bu bâbda Sehl ibn Sa'd
ile Enes ibn Mâlik'in Peygamber'den rivayet ettikleri hadîsler vardır. Ve yine
burada Seleme ibnu'l-Ekvâ'ın âzâdhsı Yezîd ibn Ebî Ubeyd'in Seleme'den rivayet
ettiği hadîs vardır [324].
235-.......el-Berâ
ibnu Âzib (R) şöyle demiştir: Ben Hendek günü Peygamber (S) toprak taşırken
gördüm. Hattâ toz toprak göğsünün kıllarını örtmüştü. Kendisi çok kıllı bir
erkek idi. Peygamber (S) Abdullah ibn Revâha'nın şu recezini okuyordu, bunları
okurken de sesini yükseltiyordu [325].
Allâhumme levîa ente
ma'htedeynâ Veîâ tasaddaknâ velâ salleynâ Fe-enzilen sekîneten aleynâ, Ve
sebbiti'l-akdâme in lâkaynâ. İnne'l-a'dâe kad bağa aleynâ, İzâ erâdû Fiîneîen
eheynâ.
O Yâ Allah, Sen
olmayaydın biz hidâyet bulamaz,
Sadaka vermez, namaz
da kılmazdık. Düşmanlarla karşılaştığımızda ayaklan sabit tut,
Ve bizim üzerimize
muhakkak sekînet indir!
Çünkü o düşmanlar
bizim üzerimize saldırmışlardır.
Onlar bize bir fitne
yapmak istediklerinde biz dayatmışızdır.)
236-.......Cerîr
ibn Abdillah el-Ahmesî (R) şöyle demiştir: İslâm'a girdiğim zamandan beri
kendisinden istediğim hiçbir şeyden Peygamber (S) beni men' etmedi. Beni her
gördüğünde muhakkak yüzüme gülümsedi. Yemîn olsun ki ben kendisine, ben at
üzerinde sabit duramıyorum diye derd yanmışımdir da, O eliyle göğsüme vurup şu
duayı söylemiştir; "Yâ Allah, Cerir'i sabit tut ve onu (her hâlinde)
hâdî, mehdi (yânî hidâyet edici, hidâyet edilmiş) kıl!" [326].
237-.......Bize
Ebû Hazım tahdîs edip şöyle dedi: İnsanlar, Sehl ibn Sa'd es-Sâidî'ye:
— Peygamber'in yarası
hangi şeyle ilaçlandı? diye sordular. Sehl:
— Bunu benden ziyâde
bilen kalmadı. Alî kalkanı içinde su getiriyor, Fâtıma da babasının yüzündeki
kanı yıkıyordu. Ve (bu sırada) bir hasır parçası alınıp yakıldı ve
Rasûlullah'ın yarası onunla dolduruldu, dedi [327].
Ve Yüce Allah şöyle
buyurdu:
"Allah'a ve O'nun
Rasûlü'ne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin. Sonra korku ile zaafa
düşersiniz, rüzgârınız
(kesiiİp) gider...
" (el-Enfâl: 46).
Katâde:
"Rüzgâr", harbdir demiştir [328].
238-.......O
da dedesi Ebû Mûsâ(R)'dantahdîs etti ki, Peygamber (S) Muâz ibn Cebel ile Ebû
Musa'yı Yemen'e me'mûr gönderdi de onlara (verdiği emirlerden olarak):
''(Halka) kolaylık gösteriniz, güçlük göster/neyiniz; müjde verip sevindiriniz,
nefret ettirmeyiniz; birbirinizi seviniz, ihtilâf etmeyiniz" buyurdu [329].
239-.......Bize
Ebû İshâk.tahdîs edip şöyle dedi: Ben el-Berâ ibn Âzib(R)'den işittim; o tahdîs
edip şöyle dedi: Peygamber (S) Uhud harbi günü okçu piyadeler üzerine -ki
bunlar elli kişi idiler- Abdullah ibn Cubeyr'i kumandan ta'yîn etti de onlara
hitaben:
— "Bizleri kuşlar
kapıyor görseniz de ben sizlere haberci gön-derinceye kadar asla şu yerinizden
ayrılmayın. Ve yine sizler, bizim düşman kavmi bozguna uğrattığımızı ve onları
çiğnediğimizi görseniz de size ben haberci gönderinceye kadar yerinizden
ayrılmayınız" diye kesimopıretti.
Akabinde (harb başladı
ve ilk hamlede) müslümânlar, müşrikleri bozguna uğrattılar.
Râvî el-Berâ dedi ki:
Vallahi ben (o sırada düşman ordusundaki müşrik) kadınları gördüm ki, onlar
elbiselerini toplamışlar, bacakla-rındaki hamalları ve baldırları meydana
çıkmış hâlde çabuk çabuk koşuyorlardı [330].
Müslümanların bu
galebesi üzerine Abdullah ibn Cubeyr'in kumandası altındaki piyade okçular
birbirlerine:
— Ey arkadaşlar,
ganimet, ganimet! Cebhedeki arkadaşlarımız düşmana gâlib geldiler. Daha burada
ne bekliyorsunuz? dediler.
Abdullah ibn Cubeyr
bunlara hitaben:
— Rasûlullah'ın size
söylediği emirleri unuttunuz mu? diye mâni' olmaya çalıştı.
Fakat maiyyetindeki
askerler:
— Vallahi insanların
yanma muhakkak gideceğiz ve ganimetten elbette nasibimizi alacağız! dediler (ve
görevli oldukları yeri bırakıp ordunun içine karıştılar).
Onlar, onların yanına
varır varmaz yüzleri geldikleri tarafa çevrildi ve ordunun büyük kısmı
bozularak kaçmaya yöneldiler. İşte bu çirkin vaziyet sırasında idi ki
Rasûlullah askerin geri kalanlarını arkalarından çağırıyordu. O sırada
Peygamber'in beraberinde oniki kişiden başka kimse kalmamıştı [331].
Uhud harbinde
müşrikler bizden yetmiş kişi şehîd ettiler. Hâlbuki Bedir harbinde Peygamber
ve sahâbîleri müşriklerden yüzkırk kişiyi elde ederek, bunlardan yetmiş
tanesini esîr etmiş, yetmişini de öldürmüşlerdi.
(Uhud'da harb
kesildiği sırada müşriklerin başkanı) Ebû Sufyân üç defa:
— Topluluk içinde
Muhammed var mı (yânî sağ mı)? dîye bağırdı. Fakat Peygamber, sahâbîlerine Ebû
Sufyân'a cevâb vermelerini
nehyetti.
Sonra Ebû Sufyân yine
üç kerre:
— Topluluk içinde Ebû
Kuhâfe'nin oğlu var mıdır? dedi. Sonra da yine üç kerre:
— Topluluk içinde Ibnu'l-Hattâb var mıdır? diye
sordu.
Bütün bunlardan sonra
da Mekkeli arkadaşlarına dönerek:
— Bunların hepsi öldürülmüşler, dedi.
Bunun üzerine Umer
kendine mâlik olamadı da:
— Yalan söyledin
vallahi ey Allah'ın düşmanı! İyi bil ki, senin adlarını saydığın o zâtların
hepsi elbette diridirler. İleride sana zarar verecek kuvvetimiz bakîdir! diye
bağırdı.
Ebû Sufyân, Umer'e
karşı şunları söyledi:
— Bu gün Bedir gününün
karşılığıdır. Harb (tâli'i) kuyunun iki kovası gibi, biri iner biri çıkar
(bazen siz yenersiniz, bazen de biz). Şimdi siz ölülerinizin içinde işkence ile
öldürülmüş kimseler bulacaksınız. Bunu ben emretmedim, fakat bu bana fena da
gelmedi.
Sonra Ebû Sufyân:
— Yüksek ol Hubel, yüksek ol Hubel! diye recez
okumaya başladı.
Bunun üzerine
Peygamber (S):
— "Ebû Sufyân'a cevâb vermiyecek
misiniz?" buyurdu. Sahâbîler:
— Yâ Rasûlallah, ne söyleyelim? diye sordular,
Rasûlullah:
— "Allah en yücedir, Allah en uludur!
deyiniz" buyurdu. (Sahâbîler böyle cevâb verdiler, bu defa) Ebû Sufyân:
— Muhakkak ki bizim
Uzzâ'mız var, sizin Uzzâ'nız yok, dedi. Peygamber, kendi sahâbîlerine:
— "Ebû Suyfân'a cevâb vermiyecek
misiniz?" buyurdu. Sahâbîler:
— Yâ Rasûlallah, ne cevâb verelim? diye
sordular. Rasûlullah:
— "Allah bizim Mevlâmızdir, hâlbuki sizin
mevlânız yoktur! deyiniz" buyurdu.
(Onlar da bu şekilde
cevâb verdiler.) [332]
240-.......Enes
(R) şöyle demiştir; Rasûlullah (S) insanların en güzeli, insanların en cömerdi,
insanların en cesuru idi.
Enes dedi ki: Bir gece
Medine ahâlîsi bir ses işitmişlerdi de düşman baskınından korkmuşlardı.
Enes dedi ki:
Peygamber Ebû Talha'ya âid çıplak bir at üzerine atlayarak (sesin geldiği
tarafa sürmüş Medîneliler'i geride bırakmış, keşfi yapıp dönerken) kılıcını
boynuna asmış hâlde Medîneliler'i karşıladı ve: "Korkutulmadılar,
korkutulmadılar (yânî korkulacak bir-şey yok, korkmayımz)" buyurdu. Sonra
Rasûlullah o atı kasdederek: "Biz onu bir deniz (gibi akıyor) bulduk*'
buyurdu [333].
241-.......Seleme
ibnu'KEkva' (R) haber verip şöyle demiştir:
Ben bir kefresinde
Gâbe ormanlığı tarafına gitmek üzere Medine'den çıktım. Gâbe'nin yokuşuna
vardığım zaman Abdurrahmân ibn Avf'ın hizmetçisi (heyecan içinde) beni
karşıladı.
— Allah sana iyilik
versin, senin neyin var? diye sordum. O:
— Peygamber'in ormandaki sağım develeri alınıp
götürüldü, dedi,
— Onları kim aldı? diye sordum.
Hizmetçi:
— Gatafân ve Fezâre (kabilelerinin adamları),
dedi.
Ben hemen üç defa:
— Ey sabahçılar! Ey
erken kalkanlar! Yetişin baskın var! diye haykırdım ve bu haykırışlarımı Medine'nin
iki kara taşlığı arasına duyurdum.
Sonra kendim (yaya
olarak hırsızların arkasına) sür'atle koştum. Nihayet onlara yetiştim.
Hakîkaten develeri onlar almışlardı. Hemen onlara ok atmaya ve:
— Ben İbnu'l-Ekva'ırn,
bu gün de alçakların öleceği gündür! diye bağırmaya başladım.
Sonunda develeri,
onlara su içmelerine bile emân vermeden ellerinden kurtardım. Ve develeri
sürerek Medine'ye yöneldim. Yolda Peygamber bana karşı geldi. (Beşyüz yâhud
yediyüz süvari kuvvetiyle yardıma çıkmıştı.) Ben:
— Yâ Rasûlallah! Bu
şakîler susuzdurlar. Ben acele edip su içmelerine meydan vermeden develeri
kurtardım. (Şimdi onlar su tedâriki ile uğraşacaklardır). Onların izi üzerine
bir askerî birlik gönder-seniz! dedim.
Bunun üzerine
Rasûlullah (S):
— "Ey Ekva' oğlu! Sen alacağım aldın,
onlara galebe ettin. Artık onlara şiddetle muamele etme! Şübhesiz o kavim
şimdi kendi kabileleri içine varmışlar, ziyafet veriliyorlardır" buyurdu [334].
Seleme de: Al oku, ben
el-Ekva' oğluyum, demiştir.
242-.......Bir
adam el-Berâ(R)'ya sorup:
— Yâ Ebâ Umârete! Sizler Huneyn günü bozulup
arkalarınız mı döndünüz? dedi.
Ben bu konuşmayı
işitiyordum. el-Berâ:
— Rasûlullah'a gelince
O, o gün arkasını döndürmedi. Ebû Su: yân ibnu'l-Hâris ibn Abdilmutt
el-Berâ: O gün
insanlardan Peygamber kadar çetin ve şiddet hiç kimse görülmedi, dedi [335].
243-.......Ebû
Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Kurayza oğulları, Sa'd ibn Muâz'ın hükmüne
razı olup kalelerinden inince, Rasû-lullah Sa'd'a haberci gönderdi. Sa'd,
Peygamber'e yakın bir yerde -bulunuyordu. Akabinde bir eşek üzerinde geldi.
Sa'd yaklaşınca Ra-sûlullah (S):
— "Seyyidinize ayağa kalkınız!"
buyurdu.
Sa'd geldi ve
Rasûlullah'ın yanma oturdu. Rasûlullah, Sa'd'a:
— "Bunlar senin hükmüne razı oldular"
buyurdu. Sa'd:
— Ben bunların harb eden taifesinin
öldürülmesine, kadınları ve çocuklarının esîr edilmesine hükmediyorum, dedi.
Rasûlullah:
— "Yemîn ederim ki, sen onlar hakkında
muhakkak Mutlak Melik olan Allah'ın hükmüne uygun hüküm verdin" buyurdu [336].
244-.......
Bana Mâlik, İbn Şihâb'dan; o da Enes ibn Mâlik(R)'ten tahdîs etti ki,
Rasûlullah (S) fetih yılı Mekke'ye, başında miğfer olduğu hâlde girdi. Bu
miğferini başından çıkardığı zaman bir adam geldi de:
— İbnu Hatal Ka'be'nin
örtüsüne sarılmış (duruyor), dedi.
Rasûlullah,
sahâbîlere:
— "İbn Hatal'ı
öldürünüz" buyurdu [337].
Kendisini -esirliğe
teslîm etmeyen ve Öldürülmesi sırasında iki rek'at namaz kılanın hükmü? [338]
245-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Amr ibnu Ebî Sufyân ibn Esîd ibn Harise es-Sakafî haber
verdi, -Bu Amr, Zuhre oğulları'-nın yeminli dostu ve Ebû Hureyre'nin
arkadaşlarından idi- ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (Uhud'dan
döndüğü zaman) on kişilik bir topluluğu keşif kolu seriyyesi olarak gönderdi ve
bunlar üzerine -Âsim ibn Umer ibni-'l-Hattâb'ın dedesi olan- Âsim ibn Sabit
el-Ensârî'yi kumandan yaptı. Bunlar gittiler, nihayet Mekke ile Usfân arasında
bir yer olan el-Hed'e mevkiine vardıkları zaman Huzeyl kabilesinden Lihyân
oğulları denilen aşiret halkına, bunların geldiği zikredildi. Bunun üzerine bu
seriyyeye doğru hepsi güzel atıcı ikiyüze yakın bir topluluk etrafa dağıldılar
ve seriyyedekilerin izlerini ta'kîb ettiler. Nihayet ta'kîbçiler, seriyyenin
Medine'den azık edinip yanlarına aldıkları hurmaları yedikleri yerde bir hurma
buldular ve:
— İşte bu Yesrib hurmasıdır, dediler.
Ve yine seriyyenin
izleri ardından gittiler. Seriyye kumandanı Âsim ve arkadaşları bu ta'kîbçileri
görünce, hemen yüksek bir yere sığınıp orada savunmak istediler. Fakat
ta'kîbçiler onların etrafını çepçevre kuşattılar da:
— Aşağıya inin ve
ellerinizle kendilerinizi bize verin, teslîm edin; sizin için ahd ve misâk
vardır; biz sizden hiçbir kimseyi öldürmeyiz; dediler.
Seriyyenin kumandanı
Âsim:
— Bana gelince,
Allah'a yemîn ederim ki, ben bu gün bir kâfirin zim
Bu sırada kâfirler
müslümânlara oklar attılar ve on kişiden altı-sıyle birlikte Âsım'ı öldürdüler.
Geri kalan üç kişilik grup, o ahd ve mîsâk ile kâfirlere indiler. Bu üçten biri
Hubeyb ibn Adiyy el-Ensârî el-Evsî?dir. İkisi de îbnu Desine Zeyd ibn Muâviye el-Ensârî
ve diğer bir adamdır -ki o, Abdullah ibn Tarık'tır-. Kâfirler bunları ele geçirdikleri
zaman yaylarının kirişlerini çözdüler ve bu kirişlerle müslümân-ları sıkıca
bağladılar. Bunun üzerine üçüncü adam, yânî Abdullah ibn Tarık:
— İşte bu ilk gadrdır.
Vallahi ben sizlerle beraber olmuyorum. Âsim ve altı şehîdi kasdederek:
— Muhakkak şunlarda uyulacak bir örnek vardır,
dedi.
Kâfirler hemen onu
çekip sürüklediler ve kendileriyle beraber olmaya yânî gelmeye zorladılar.
Abdullah onlarla gitmeyi kabul etme-
yip dayattı. Bunun
üzerine onu öldürdüler. Akabinde Hubeyb ile İbnu Desine'yi götürdüler. Nihayet
bu ikisini Bedir vak'asmın ardından Mekke'de sattılar. Hubeyb'i el-Hâris ibn
Âmir ibn NevfeHbn Abd Menâf oğullan satın aldı. Hubeyb, Bedir günü Haris ibn
Âmir'i öldürmüştü. Hubeyb onların yanında bir süre esîr olarak kaldı.
İbn Şihâb dedi ki:
Bana Ubeydullah ibn lyâd haber verdi; ona da el-Hâris'in kızı Zeyneb şöyle
haber vermiştir: O aile, Hubeyb'i öldürmeye topluca karar verdikleri zaman
Hubeyb, (Öldürüldükten sonra cesedinde meydana çıkmasın diye) avret yerindeki
kılları tıraş etmek için, bu kadından bir ustura ariyet istedi. Kadın kendisine
usturayı ariyet verdi. Kadın dedi ki: Hubeyb, ben farkında değilken yanına
gelen erkek çocuğumu tutmuştu. Kadın dedi ki: Ben onu, çocuğumu kendi uyluğu
üzerinde kucağına oturtmuş, ustura da elinde iken buldum. Ben çok korktum.
Hubeyb bu korkumu yüzümden anladı da:
— Çocuğu
öldüreceğimden mi korkuyorsun? Ben böyle hainlik yapacak değilim, dedi.
Kadın dedi ki: Vallahi
bu Hubeyb kadar hayırlı hiçbir esîr görmedim. Allah'a yeminle söylüyorum: Ben
bir- gün onu, kendisi demir bağlar içinde bağlanmış olduğu ve o zaman Mekke'de
bu meyveden hiç bulunmadığı hâlde elinde bir üzüm salkımı tutmuş da onu yerken
bulmuşumdur.
Ve yine kadın:
Şübhesiz bu, Allah tarafından bir rızktır ki, Allah onu Hubeyb'e rızk
yapmıştı, demiştir.
Onlar Hubeyb'i Hıll'de
öldürmek için Harem'den dışarı çıkardıkları zaman Hubeyb onlara hitaben:
— Beni serbest bırakın da iki rek'at namaz
kılayım, dedi. Onlar kendisini serbest bıraktılar, o da iki rek'at namaz kıldı.
Sonra:
— Eğer bende ölüm
korkusu olduğunu sanmanız olmasaydı, ben bu namazı elbette daha uzun kılardım.
Yâ Allah, onlardan kimseyi bırakma, hepsini helak eyle! diye beddua etti. Duasından
sonra da şu beyitleri söyledi [339]:
Mâ ubâîî hîne uktelu
musîimen Aîâ eyyin şıkkın hâne lilîâhi masraî Ve zâlike fî-zâü'1-ilâhi ve in
yese' Yubârik aîâ evsâli şilvin mumezzai
(= Ben müslümân olarak
Allah için öldürülürken, atılacağım yerim arzın hangi yanı olsa aldırmam. Çünkü
öldürülmem Allah'ın zâtı (yânî rızâsı) yolundadır.
Eğer O isterse kesilip
parçalanmış organ eklemleri üzerine bereketler yağdırır!)
Akabinde İbnu'l-Hâris
onu öldürdü. İşte böylece Hubeyb, bağlanarak öldürülen her müslümânın ölümü sırasında
iki rek'at namaz kılma sünnetini kaanûnlaştıran kimse oldu [340].
Seriyye kumandam Âsim
ibn Sâbit'in vurulduğu gün yaptığı duasını da Allah kabul buyurdu da Peygamber
(S) sahâbîlerine, onların haberini ve vurulup öldürüldüklerini haber verdi.
Kureyş kâfirlerinden birtakım insanlar, Âsım'm öldürülmüş olduğu kendilerine
haber verildiği zaman, Âsım'ın cesedinden öldürüldüğünün bilineceği herhangi
bir parça getirmeleri için, Âsım'ın cesedine elçi yolladılar. Çünkü Âsim, Bedir
günü onların büyüklerinden birisini öldürmüştü. Bu sırada Âsım'ın cesedi
üzerine Allah tarafından bal anlarından gölge edici bir bulut gönderildi de, o
bulut cesedi onların elçisinden korudu. Artık onun etinden herhangi birşey
kesmeye güçleri yetmedi [341].
Bu konuda Ebû Musa'nın
Peygamberden rivayet ettiği hadîs vardır [342].
246-.......Ebû
Mûsâ (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S): "ÂntyU yâni esîri (müslümân
esîri) esirlikten kurtarınız, aç olanı doyurunuz, hastayı ziyaret edip hâl ve
ihtiyâcını sorunuz" buyurdu [343].
247-.......Bize
Mutarrıf tahdîs etti ki, kendilerine Âmir eş-Şa'bî, Ebû Cuhayfe'den tahdîs
etmiştir. O şöyle demiştir: Ben, Alî ibn Ebî
Tâlib'e:
— Allah'ın Kitâbı'nda
bulunandan başka yanınızda vahiyden birşey var mıdır? diye sordum.
Alî (R):
— Hayır yoktur. Taneyi
toprak içinde yaran ve insanı yaratan Allah'a yemîn ederim ki, benim bildiğim
şey, ancak Allah'ın Kur'-ân'daki hükümleri anlama hususunda insana ihsan
etmekte olduğu anlama kaabiliyetidir. Bir de (kılıcının kınındaki şeyi işaret
ederek) şu sahîfede yazılı olan hükümlerdir, dedi.
Ben:
— Bu sahîfedeki hükümler nedir? dedim.
Alî:
— Bu sahîfede maktulün
diyeti, esîrin kurtarılması ve bir kâfire mukaabil bir müslümânın öldürülmeyeceği
hükümleri vardır, dedi [344].
248-.......
İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Enes ibn Mâlik (R) şöyle tahdîs etti: Ensâr'dan
birtakım adamlar Rasûlullah'tan izin istediler de:
— Yâ Rasûlallah, bize
izin ver de kizkardeşimizin oğlu Abbâs ibn Abdilmutt
Rasûlullah (S):
— "(Hayır) o paradan bir dirhemi bile
bırakmazsınız" buyurdu [345].
İbrâhîm (ibn Tahmân), Abdulazîz ibn Suheyb'den söyledi ki,
Enes: Peygamber'e
Bahreyn'den mal getirildi. Bunun taksimi sırasında Abbâs, Peygamber'e geldi
ve:
— Yâ Rasûlallah, bu
maldan bana da bir hisse ver. Çünkü ben (Bedir günü) hem kendimin, hem de
Akîl'in fidyesini vermiştim, dedi.
Rasûlullah:
— "Al!" buyurdu da Abbâs'ın elbisesinin
eteği içinde ona mal verdi [346].
249-.......BizeMa'mer,
ez-Zuhrî'den; o da Muhammed ibn Cubeyr'den haber verdi ki, babası Cubeyr ibnu
Mut'ım (R) Bedir esirlerini fidye mukaabili kurtarmak için Medine'ye gelmiş
idi. Dedi ki: Ben Peygamber(S)'in akşam namazında Ve't-Tûri Sûresi'ni okurken
işittim [347].
250-.......Seleme
ibnu'1-Ekva' (R) şöyle demiştir: Peygamber bir seferde iken müşrikler
tarafından bir câsûs geldi de sahâbîlerin yanına oturdu, onlarla konuşmaya
durdu. Sonra (devesine binerek) dönüp gitti. Peygamber (S): "Onu arayıp
bulun ve öldürün" buyurdu. O câsûsu, Seleme ibnu'1-Ekva' (arkasından
gidip) öldürdü. Peygamber de casusun devesini ve üzerindeki eşyasını Seleme'ye
(ganîmet payından) fazla bir atiyye olmak üzere verdi [349].
251-.......Umer
(R) -Ebû Lu'lu' tarafından vurulduktan sonra şöyle demiştir: Ben, benden
sonraki devlet başkanına: Allah'ın zim-metiyle ve Rasûlü'nün zimmetiyle, Kitâb
ehline verilen taahhüdlerin onlara tastamam yerine getirilmesini, onların
önünde haklarının korunması yolunda muharebe edilmesini ve onların ancak takat
getirebilecekleri mikdâr cizye ile mükellef tutulmalarını vasiyyet ediyorum [350]
252-.......O
da Saîd ibn Cubeyr'den tahdîs etti ki, İbn Abbâs (R): O perşembe günü, o
perşembe günü ne acı gündü! dedi, sonra da gözyaşı çakıl taşlarını ıslatıncaya
kadar ağladı ve şunları söyledi: O perşembe günü Rasûlullah'm hastalığındaki
ağrısı artmıştı da:
— "Bana yazacak birşey getirin, size bir
yazı yazdırayım ki, ondan sonra yolunuzu hiç şaşırmayasımz!" buyurdu.
Bunun üzerine orada
bulunanlar (yazılsın, yazılmasın diye) çekiştiler. Rasûlullah:
— "Hiçbir peygamberin yanında çekişmek
yakışmaz" buyurdu. Oradaki sahâbîlerden bâzıları:
— Rasûlullah (hastalığın şiddetinden)
sayıkladı, dediler.
Rasûlullah:
— "Beni kendi hâlime bırakınız. Benim
içinde bulunduğum hâl, sizin beni da'vet etmekte olduğunuz şeylerden
hayırlıdır" buyurdu.
Ve Rasûlullah vefatı
zamanında üç şey vasiyyet etti:
— "Bütün müşrikleri Arab yarımadasından
çıkarınız; gelecek hey'etlere benim izin verip hediyeler ikram etmekte
bulunduğum tarzda siz de icazet ve hediyeler vermek suretiyle hürmet
gösteriniz" buyurdu.
İbn Abbâs: Ben üçüncü
vasiyyeti unuttum, demiştir [352].
Ya'kûb ibn Muhammed
şöyle dedi: Ben Abdurrahmân oğlu Mu-gîre'ye Arab yarımadasından sordum. O: Mekke,
Medine, Yemâ-me ve Yemen'dir, dedi. Ve yine bu Ya'kûb: el-Arc denilen mevki',
Tıhâıne'nin evvelidir, demiştir [353].
253-.......İbn
Umer şöyle demiştir: Umer (R) çarşıda kalın ipekli bir takım elbise satılıyor
buldu. Onu Rasûlullah'a getirdi ve:
— (Yâ Rasûlallah!) Bu takım elbiseyi satın al
da bayram günleri için ve hey'etler geldiği günler için bununla süslen, dedi.
Rasûlullah:
— "Bu ancak âhiretten nasibi olmayan
kimsenin giyeceği elbı-^ sedir. -Yâhud da: Bunu ancak âhiretten nasibi olmayan
kimse giyer buyurdu.
Umer, Allah'ın
dilediği bir süre eğlendi. Sonra Peygamber (S)
Umer'e ibrişimden
dokunmuş ipek bir cübbe yolladı. Umer o cubbe ile dönüp, onu Rasûlullah'a
getirdi ve:
— Yâ Rasûlallah!
"Bu ancak âhiretten nasibi olmayan kimsenin elbisesidir" -yâhud:
"Bunu ancak âhiretten nasibi olmayan kimse giyer" buyurdun, sonra da
bu elbiseyi bana yolladın? dedi.
Rasûlullah (S)
cevaben:
— "Sen onu satarsın -yâhud: Bununla bâzı
ihtiyâcını kapatırsın- buyurdu [354].
254-.......Bize
Ma'mer haber verdi ki, ez-Zuhrî şöyle demiştir;
Bana S
Umer, Peygamber'in
sahâbîlerinden bir topluluk içinde Peygam-ber'in beraberinde, İbn Sayyâd'm
bulunduğu tarafa gittiler. Nihayet Peygamber ve beraberindeki, İbn Sayyâd'ı
Ensâr'dan Benû Megâle soyunun kasrı yanında çocuklarla beraber oyun oynarken
buldular. İbnu Sayyâd o sırada henüz erlik çağma ermeye yaklaşmıştı. Bu genç
kâhin Peygamber'i, Peygamber eliyle onun sırtına hafifçe vurunca-yâ kadar
hissetmedi. Sonra Peygamber (S) ona:
— ''Benim Rasûluîlah olduğuma şehâdet eder
misin?" dedi. İbnu Sayyâd, Peygamber'e baktı da:
— Ben senin ümitlilerin rasûlü olduğuna şehâdet
ederim, dedi ve akabinde İbnu Sayyâd, Peygamber'e:
— Sen de benim
rasûluîlah olduğuma şehâdet eder misin? dedi. Peygamber, ona:
— "Ben Allah'a ve O'nun rasûllerine îmân
ettim" buyurdu. Ve Peygamber ona:
— "Ne gülüyorsun?" dedi. İbnu Sayyâd:
— Bana doğru da gelir, yalancı da, dedi.
Peygamber:
— "İş senin üzerine karıştırıldı"
buyurdu ve yine Peygamber:
— "Gönlümde senin için birşey sakladım
(bunu bil bakalım)" buyurdu.
İbnu Sayyâd:
— O gönlündeki şey
Duhhu'dur, dedi. Peygamber:
— "Haydi sus, yıkıl git; haddini tecâvüz
etme" buyurdu [355].
Umer:
— Yâ Rasûlallah! Bana
İbn Sayyâd hakkında izin ver de onun boynunu vurayım, dedi.
Peygamber:
— "(Onu bırak.)
Eğer bu Deccâl ise, sen onu vurmağa me'mûr edilmeyeceksin. Eğer o Deccâi değil
ise, onu öldürmekte senin için hiçbir hayır ve yarar yoktur" buyurdu.
Yine İbn Umer şöyle
demiştir: Peygamber (S) bundan başka bir kerre de Ubeyy ibn Ka'b ile beraber
İbn Sayyâd'ın bulunduğu hurmalığa gitmişlerdi. Nihayet Peygamber hurmalığa
girince İbn Say-yâd'dan gizlenerek, hurma ağaçları ile kendinin görülmesinden
korunup sakınıyordu. Bu saklanmayı İbn Sayyâd'ın O'na görünmesinden önce, İbn
Sayyâd'ın özel hâlini görmek ve ondan birşey işitmek için yapıyordu. îbn
Sâyyâd kendi döşeği üzerinde saçaklı kadîfe örtüsü içinde yatmıştı. Örtü içinde
genizden gelen bir hırıltı vardı. Peygamber, hurma ağacıyle korunurken tam o
sırada İbn Sayyâd'ın annesi Peygamber'i gördü ve İbnu Sayyâd'a:
— Ey Safi! diye seslendi.
Bu, îbn Sayyâd'ın
ismidir. İbn Sayyâd çabucak ayağa kalktı. Bunun üzerine Peygamber (S)":
— "Şu kadın oğlunu o hâlde bıraksaydı, o
kendini tutarsız sözleriyle ortaya koyup beyân edecekti" buyurdu [356].
Geçen senedle S
— "Ben sizleri onun şerrinden
korkutuyorum. Peygamberlerden hiçbiri müstesna olmamak üzere, herbiri muhakkak
kavmini(sa-pıklığa sevkeden her yalancı) Deccâl'den korkutup sakındırmıştır.
Yemin olsun Nûh Peygamber de kendi kavmini Deccâl'den sakındırmıştır. Lâkin
şimdi ben size bunun, hiçbir peygamberin bilsinler diye kendi^kavmine
söylemediği bir vasfını söyleyeceğim (ki şudur): Dec-câlşaşıdır; kötü
kılavuzdur (insanları eğri yola çağırır). Allah ise şaşı değildir (insanları
doğru yola çağırır)".
Bu hadîsi Saîb ibnu
Ebî Saîd el-Makburî, Ebû Hureyre'den olmak üzere söylemiştir [357].
255-.......Usâme
ibnu Zeyd (R) şöyle demiştir: Ben Veda Haccı'nda:
— Yâ Rasûlallah! Yarın Mekke'de nereye
ineceksin? diye sordum.
Rasûlullah:
— "Akıl, Mekke'de bize bir ev bıraktı
mı?" buyurdu. Sonra şunları söyledi: "Bizler yarın Kinâne oğullan
yurdu olan el-Muhassab mevkiine ineceğiz ki, burası Kureyş'in küfr
üzerineyemînleştiği yerdir. Bu yemînleşme şöyle olmuştu: Kinâne oğulları Kureyş
ile, Hâşim oğulları aleyhine, onlarla alışveriş yapmamaları ve onları barındırmamaları
üzerine yemînleşmişlerdi".
ez-Zuhrî: (Kinâne
oğulları'na âid olduğu zikredilen) el-Hayf, vâ-dîdir demiştir. (ez-Zuhrî'den
başkaları da: Vâdînin seylinden yüksek olan fakat dağ olmaya ulaşmayan tümsek
yerdir, demişlerdir.) [358]
256-.......Bize
İmâm Mâlik, Zeyd ibn Eslem'den; o da babası ve Umer'in âzâdlısı Eslem'den
tahdîs etti ki, Umer ibnu'l-Hattâb (R) Beytu'1-mâPe âid bir koruluk üzerine
Huneyy denilen bir kölesini me'-mûr ta'yîn etti de ona:
— Yâ Huneyyu!
Kollarını müslümânlardan topla (yânı onlara zulümden ellerini çek) ve mazlumun
bedduasından da sakın. Çünkü mazlumun duası (Allah tarafından) kabul
edilmiştir. Sen az sayılı deve bölüğü sahibini ve az sayılı koyun sürüsü
sahibini koruluğa ve mer'-aya girdir. Bu az sayılı sürü sahihlerinden önce
yâhud doğrudan kendilerini tercih ile Abdurrahmân ibn Avf'm develerini, Usmân
ibn Affân'ın develerini koruya girdirmenden seni men' ederim. Çünkü bu son iki
zât zengindirler. Eğer bunlann sürüleri helak olursa, bu iki zât hurmalara ve
ekinlere dönerler. Hâlbuki küçük deve bölüğü sahibi, küçük koyun sürüsü sahibi,
eğer bunların hayvanları helak olursa bunlar oğullarıyle -yâhud: evleriyle
(zevceleriyle)- gelirler de: "Ey Mü'minlerin Emîri! (Bizler fakirleriz,
bizler Beytu'l-mâl'den almaya daha haklıyız)" derler. Böyle feryâd eden
fakirleri ben hiç muhtaçlar olarak terkeder miyim hey babasız kalası? (Ben
fakirleri yardımsız bırakmam). Su ve ot bana altın ve gümüşten (yânî
Beytu'l-mâl'den bu iki ma'deni harcamaktan) daha kolaydır. Allah'a yemin olsun
ki, onlar elbette benim kendilerine zulmettiğimi düşüneceklerdir. Şübhe-siz bu
arazîler onların beldeleridir. Onlar Câhiliyet devrinde bu arazîleri korumak
üzere harb etmişler ve yine bu arazîler üzerinde İslâm Dîni'ne girmişlerdir.
Nefsim elinde olan Allah'a yemîn ederim ki, ben Allah yolunda cihâd için binek
bulamayanları yükleyeceğim deve ve atlar nev'inden mal mevcûd olmayaydı,
onların beldelerinden bir karış yeri onlara karşı himaye edip koruluk
yapmazdım [359]
257-.......Huzeyfe
ibnu'l-Yemân (R) şöyle demiştir: Peygamber (S): "İnsanlardan ben
müslümânım diyenleri benim için (sayıp) s yazın" buyurdu. Biz, ordu
mevcudunu binbeşyüz kişi sayıp Peygamber ;.;.
için yazdık. Ve biz binbeşyüz kişi(lik kuvvet) olduğumuz hâlde (düşmandan)
korkar mıyız dedik. Bir müddet sonra ben kendimizi öyle bir fitne ile belâlanmış gördüm ki, hani o
korku nedir bilmeyen er kişi şimdi fitneden korkarak (cemâate gidemeyip evinde)
yalnız başına namaz kılar oldu [360].
258-.......Huzeyfe:
Biz sahâbîlerin sayısını beşyüz bulduk, demiştir. Ebû Muâviye de: Altıyüz ile
yediyüz arası kadar, demiştir [361].
259-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Bir adam Peygarnber'e geldi de::
— Yâ Rasûlallah! Ben
şu ve şu gazvelere asker yazıldım, kadınım da hacc yapacaktır, dedi.
Rasûiullah (S):
— "Sen gazveden dön de kadınınla beraber
hacc yap" buyur-du [362]
''Muhakkak ki, Allah
(dilerse) şu tslâm DînVni günahkâr ve âsî kişi ile kuvvetlendirir"
260-.......Buradaki
iki senedde Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Bizler (Hayber'de) Rasûlullah'm
beraberinde hazır bulunduk. Rasûiullah, İslâm'ı iddia etmekte olanlardan bir
kimse için:
— "Bu adam ateş ehlindendir" buyurdu.
Muharebe başlayınca bu
adam şiddetli bir muharebe ve çarpışma yaptı ve kendisine büyük bir yara
isabet etti. Bunun üzerine (bir sahâbî tarafından):
— "Yâ Rasûlallah!
"O, ateş ehlindendir" buyurduğun şu kimse, bu gün muhakkak çok çetin
bir muharebe yapmış ve ölmüştür, denildi.
Peygamber (S) bu söze
karşılık:
— "O, ateşe gitmiştir" buyurdu.
Râvî dedi ki:
İnsanların bâzısı o adam hakkındaki bu Peygamber sözünün doğruluğundan şübhe
etmeye yaklaştı. Onlar bu şaşkınlık hâli üzerinde bulundukları sırada
birdenbire:
— O adam ölmemiştir, lâkin onda şiddetli bir
yara vardır, denildi.
Geceden bir vakit
olunca o yaralı adam, yaranın acısına sabre-
demedi de kendisini
öldürdü. Akabinde bu Peygamber'e haber verildi. Peygamber:
— "Allâhu Ekber (Allah en büyüktür). Ben
kendimin Allah'ın kulu ve Rasûlü olduğuma şehâdet ederim" buyurdu.
Sonra Bilâl'e emretti
de Bilâl insanlar içinde:
— "Şu muhakkak ki cennete ancak müslümân
nefis girer. Ve muhakkak ki Allah bu İslâm Dîni'ni (dilerse) elbette fâcir kişi
ile de te'yîd edip kuvvetlendirir" sözlerini bağırıp i'lân etti [363]
261-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Rasülullah (S) bir hutbe yaptı da, hutbesinde:
— "İslâm
sancağını Zeyd eline aldı, akabinde Zeyd vuruldu. Sonra sancağı Ca'fer aldı, o
da vuruldu. Sonra sancağı Abdullah ibnu Revâha aldı, o da şehtd edildi. Sonra
sancağı emîr ta'yîn edilmeksizin Hâlid ibnu'l-Velîd aldı ve ona fetih verildi.
Onların bizim yanımızda olmaları (içinde bulundukları hâlin daha hayırlı
olması sebebiyle) beni -yâhud da: onları- sevindirmez" buyurdu.
Enes: Rasülullah
bunları söylerken iki gözü yaş akıtıyordu, demiştir [364].
262-.......Katâde'den;
o da Enes(R)'ten tahdîs etti ki, Peyamber'e Rı'l, Zekvân, Usayya ve Lıhyân
oğulları kabilelerinden bâzı kimseler geldi de, kendilerinin müslümân
olduklarını söylediler ve kendi kavimlerine karşı Peygamber'den imdâd
istediler. Peygamber de onlara Ensâr'dan yetmiş kişi gönderip imdâd eyledi.
Enes dedi ki: Biz o
gönderilen sahâbîlere (Kur'ân'ı çok okudukları için) "el-Kurrâ" ismi
veriyorduk. Onlar gündüzleyin odun toplarlar, geceleyin de namaz kılarlardı. O
yetmiş sahâbî onlarla gittiler, nihayet Maûne Kuyusu'na ulaştıklarında o
kabileler bunlara hainlik yaptılar ve bu Kur'ân hafızı sahâbîleri öldürdüler.
Bu hâdise üzerine Peygamber (S) bir ay Rı'l, Zekvân, BenûLıhyân kabileleri
aleyhine duâ ederek kunût yaptı.
Katâde ibn Diâme şöyle
dedi: Ve Enes bize: Onlarla ilgili olan şu "Dikkat edin! Bizden kavmimize
tebliğ ediniz ki, bizler Rabb'i-mize kavuştuk; O bizden razı oldu ve bizleri de
razı kıldı" sözlerini Kur'ân olarak okuduk. Sonra bir müddetin ardından bu
sözlerin tilâveti kaldırıldı, diye tahdîs etti [365].
263-.......Bize
Rahv ibnu Ubâde tahdîs edip şöyle dedi: Bize Saîd ibn Ebî Arûbe tahdîs etti ki,
Katâde şöyle demiştir: Enes ibn Mâlik bizlere (üvey babası) Ebû Talha'dan
zikretti ki, Peygamber (S) bir kavme harble gâlib geldiği zaman, o kavmin
binadan boş geniş bir sahasında üç gün ikaamet etmek i'tiyâdında idi [366].
Bu hadîsi bize Saîd,
Katâde'den; o da Enes'ten; o da Ebû Talha'dan; o da Peygamber'den tahdîs etti
dedi diye rivayet etmekte Ravh ibn Ubâde'ye Muâz ibnu Abdi'1-A'lâ ile
Abdu'1-A'lâ ibn Abdi'1-A'lâ mutâbaat etmişlerdir [367].
Râfi' ibn Madîc de
şöyle demiştir: Biz (Huneyn dönüşünde) Peygamber'in beraberinde (Tıhâme'deki) Zu'1-Huleyfe'de
bulunduk. Orada birçok koyun ve deve ele geçirdik. Peygamber (S) ganimeti
taksîm etti de (o günün rayicine göre) on koyunu bir deveye denk saydı [368].
264-.......Bize
Hemmâm, Katâde'den tahdîs etti ki, ona da Enes haber verip: Peygamber (S)
Cı'râne'den, Huneyn ganimetlerini taksîm ettiği yerden umre yaptı,
demiştir Bu hadîs de Hace'da
"Peygamber kaç umre yaptı?" babında geçmişti...[369].
265-
Abdullah ibn Numeyr şöyle dedi: Bize Ubeydullah, Nâfi'-den tahdîs etti ki, İbnu
Umer (R) şöyle demiştir: Bir kenesinde ben İbn Umer'e âid bir at düşman
tarafına kaçıp gitti de onu muhârib düşman yakaladı. Sonra müslümânlar o
düşmana gâlib geldi de, Ra-sûlullah (S) zamanında o at ben İbn Umer'e geri
verildi. Bir kerre-sinde yine ben İbn Umer'e âid bir köle kaçıp Rûmlar'a
katılmıştı. Sonra müslümânlar Rûmlar'a gâlib geldi de Hâlid ibnu'l-Velîd o köleyi
ben İbn Umer'e geri verdi. Bu da Peygamber zamanından sonra idi [371].
266-.......Bana
Nâfi* haber verdi ki, İbnu Umer'e âid bir köle kaçıp Rûmlar'a katılmış. Sonra
kumandan Hâlid ibnu'l-Velîd köle üzerine gâlib gelmiş ve o kaçak köleyi
Abdullah ibn Umer'e aynen geri vermiştir. Ve yine İbnu Umer'e âid bir at
kaçarak gitmiş ve Rûmlar'a katılmış, sonra Hâlid ibnu'l-Velîd o at üzerine
gâlib gelmiş ve onu tekrar Abdullah'a geri vermiştir [372].
Ebû Abdillah el-Buhârî
dedi ki: Metindeki "Âra" fiili, "yaban eşeği" ma'nâsına
olan "el-Ayru" isminden türemiştir; "Âra", kaçtı demektir.
267-.......Bize
Zuheyr, Mûsâ ibn Ukbe'den; o da Nâfı'den tahdîs etti ki, İbn Umer, müslümânlar
(Rûm düşmanını) karşıladıkları gün bir at üzerinde bulunuyordu. O gün müslümân
ordusunun emîri, yânı başkumandanı Hâlid ibnu'l-Velîd idi. Onu (kendi devlet
başkanlığı zamanında) Ebû Bekr sefere göndermişti. (O harb sırasında at İbn
Umer'i zorlayıp düşürdü de düşman tarafına kaçtı.) Ve o atı düşman yakalayıp
aldı. Düşman ordusu bozguna uğrayınca Hâlid, îbn Umer'in atını kendisine geri
verdi [373].
"Ve Yüce Allah'ın
şu kavilleri:
"O gökleri, o
yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin birbirine uymaması da yine O'nun
âyetlerindendir.."
(er-Rûm: 22);
"Biz hiçbir
rasûlü kendi kavminin dilinden başkasıyle göndermedik ki (emrolunduklarını)
onlara apaçık anlatsin.
(İbrâhîm: 4) [375].
268-.......Câbir
ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Ben (Ahzâb günü):
— Yâ Rasûlallah, biz
körpe bir kuzumuzu kestik, ben arpadan da bir sâ' ölçeği (1040 dirhem) un öğüttüm.
Şimdi cenabın ve maiy-yetindeki bâzı kimselerle beraber bize geliniz, diye
da'vet ettim.
Bu da'vetim üzerine
Peygamber (S):
— "Ey hendek kazanlar! Câbir yemek
hazırlamış; haydi geliniz!" deyip bütün hendek ahâlîsine haykırdı [376].
269-.......Hâlid
ibn Saîd'in kızı ve Hâlid ibn Zubeyr'in anası şöyle demiştir: (Çocukluğumda)
babamla beraber üzerimde sarı renkli bir gömlek olduğu hâlde Rasûlullah'ın
yanına gelmiştim. Rasûlullah: "Seneh, seneh( = Güzel, güzel)"
buyurdu. Bu kelime Habeş dilinde "güzel şey" demektir.
Ümmü Hâlid dedi ki: Bu
sırada ben (Peygamber'in iki küreği arasındaki yumurta büyüklüğünde bulunan)
peygamberlik mührü ile oynamağa başladım. Babam beni bundan men' etti.
Rasûlullah (S):
— "Çocuğu kendi hâline bırak3' buyurdu.
Sonra Rasûlullah bana:
— "(Çocuğum çok yaşa da) gömleğini
(sağlıkla giy) eskit, yırt (yenisini giy), sonra gömleğini yine eskit, yırt,
sonra gömleğini yine eskit, yırt" buyurdu.
Hadîsin râvîsi
Abdullah ibnu'l-Mubârek: Ümmü Hâlid çok zaman yaşadı, bu gömlek de hayâtının
sonuna kadar dillerde anıldı, demiştir [377].
270-.......Bize
Şu'be, Muhammed ibn Ziyâd'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki,
Peygamber'in torunu Hasen ibn Âlî bir kerre sadaka hurması yığınından bir hurma
aldı ve bunu ağzına koymak istedi. Peygamber (S) bunu görünce Hasen'e hitaben:
— "Kahin, kahin
(= Kaka, kaka), onu bırak, at. Sen bizim sadaka malı yemez olduğumuzu bilmiyor
musun?" diye sakındırdı [378].
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli: "Bir peygamber için emânete hainlik etmek olur şey değil. Kim böyle
hainlik eder (ganimet veya âmmeye âid gelirlerden birşey aşırır) gizlerse,
kıyamet günü hainlik ettiği o şeyi yüklenerek gelir. Sonra herkes ne etti, ne kazandıysa
karşılığı eksiksiz ödenir. Onlar haksızlığa uğratılmazlar" (âiu imrân:
ıeı>[379].
271-.......BanaEbû
Hureyre (R) tahdîs edip şöyle dedi: Bir keri esinde Peygamber (S) içimizde
ayağa kalktı da ganimet ve millet malına hainlik hakkında söz söyledi. Ve
hainliğin günâhını büyüttü, hainlik işinin ve hükmünün büyüklüğünü belirtti de
şöyle buyurdu:
"Sakın sizden
birinizi kıyamet gününde omuzunda meleyen bir koyunla, öbürünü omuzunda
homurdayan bir atla bulmayayım. O sırada o kimse bana:
— Yâ Rasûlallah! Bana yardım et, der. Ben de
ona:
— Sana hiçbirşey yapmaya
(yânı şefaat etmeye) mâlik değilim. Ben sana (dünyâda iken Allah'ın hükmünü)
tebliğ ettim, diye cevâb vereceğim.
Birine de omuzunda
böğüren bir sığır olduğu hâlde rastgelme-yeyim. Öylesi de:
— Yâ Rasûlallah, bana imdâd eyle! der. Ben ona
da:
— Sana hiçbir şefaat
etmeye mâlik değilim. Ben sana (dünyâda) Allah hükmünü tebliğ ettim, derim.
Bir başkasını da
omuzunda altın, gümüş yüklü bulmayayım. Öylesi de:
— Yâ Rasûlallah! Bana yardım et, der. Ben de
ona:
— Sana hiçbir yardım
yapmaya mâlik değilim. Ben sana dünyâda iken Allah'ın hükmünü tebliğ ettim,
derim.
Bir diğerini üzerinde
ganîmet elbisesini yeldirir hâlde bulmayayım. O da:
— Yâ Rasûlallah, bana yardım et, der. Ben ona
da:
— Sana hiçbir yardım
yapmaya mâlik değilim. Ben sana tebliğ etmiştim, derim."
Ve Eyyûb es-Sahtıyânî
de Ebû Hayyân'dan yaptığı rivayetinde "Kendisinin homurdayan bir atı
olduğu hâlde" diye (yânî yukanki rivayetteki gibi) söylemiştir [380].
Abdullah ibn Amr,
Peygamber(S)'in millet malı çalanın, eşyasını yaktığını zikretmem iştir. Daha
sahîh olan da budur [381].
272- Bize
Alî ibnu Abdillah tahdîs edip şöyle dedi: Bize Sufyân ibn Uyeyne, Amr ibn
Dinar'dan; o da S
Ebû Abdillah el-Buhârî
dedi ki: Muhammed ibnu Selâm bu Kirkire ismini kâfin fethi ile söyledi. Bu
isim böyle hem "Kirkire", hem "Kerkere" şeklinde
zabtedilmiştir [383].
273-.......Râfi'
ibn Hadîc (R) şöyle demiştir: Biz (Huneyn dönüşünde Tıhâme) Zu'1-Huleyfe'sinde
Peygamber'in beraberinde bulunduk. İnsanlara bir açlık isabet etmişti. Biz
(Huneyn'de) birçok deve ve koyun ele geçirmiştik. Peygamber (S) insanların
arkalarında kalmıştı. Sahâbîler acele edip (ganimet develerinden ve
koyunlarından kesmişler) tencerelere yerleştirerek pişirmek üzere tencereleri
dikmişlerdi. Peygamber gelince emretti ve tencereler devrildi. Sonra Peygamber,
ganimet mallarını taksim etti. (Develerin koyunların taksî-minde) on koyunu bir
deveye denk saydı.
; Bu arada develerden
biri kaçmıştı, Ordu içinde (kovalamaya elverişli) atlar da azdı. O kaçak
deveyi yakalamaya çalıştılar, fakat deve onları âciz bıraktı. Bu sırada
mücâhidlerden bir kimse oku ile bu hayvanı ta'kîb edip, onu vurdu da bu sebeble
Allah o hayvanı habse-dip durdurdu. Bunun üzerine Peygamber:
— "Bu evcil
hayvanların da vahşî hayvanlar gibi insanlardan kaçanları vardır. Bunlardan
biri size karşı böyle kaçarsa, onu bu şekilde vahşî hayvanı vurur gibi
vurunuz" buyurdu.
Râvî Abâye dedi ki:
Dedem Râfi' şöyle dedi:
— Bizler yarın
düşmanla karşılaşmayı ümîd ediyor, yâhud endîşe ediyoruz. Beraberimizde
bıçaklar da bulunmaz (kılıçları köreltmek istemeyiz). Bu hâlde kamışla hayvan
kesebilir miyiz? diye sordu.
Peygamber:
— "Bol kan akıtan herşeyle kesilir,
üzerine Allah adı anılırsa o kesilen hayvanı ye; yalnız diş ile tırnak
müstesnadır. Bunun sebebini de sizlere söyleyeceğim: Dişe gelince, bir
kemiktir (kesmez); tırnağa gelince, o Habeşliler'in bıçaklarıdır" buyurdu
[384].
274-.......Cerîr
ibn Abdillah (R) bana şöyle dedi: Rasûlullah (S) bana:
— "Şu Zu'l-Halasa'dan benirahatlandırmaz
mısın?"buyurdu. O, Yemenliler'in Ka'be'si diye isimlendirilen bir ev idi
ki, orada
Has'am kabilesi vardı.
Ben, Rasûlullah'ın bu emri üzerine Ahmes kabilesinden yüzelli süvarinin
başında Zu'1-Halasa'ya gittim. Bu Ah-mesliler atlar sahibi idiler (yânî iyi
binici idiler). Ben Peygamber'e:
— At üzerinde sabit duramıyorum, diye haber
verdim. Peygamber göğsüme vurdu, hattâ ben O'nun parmaklarının izlerini
göğsümde gördüm. Ve:
— "Yâ Allah! Sen Cerîr'i (at üstünde) sabit
tut ve onu hidâyet edici, hidâyet edilmiş kıl" diye duâ etti.
(Râvî dedi ki:)
Akabinde Cerîr, Zu'1-Halasa'ya gitti. O şirk ma'-tjedini kırıp yıktı ve yaktı.
Sonra Peygamber'e sevinçli haberi ulaştırması için bir müjdeci yolladı.
Cerîr'in yolladığı bu elçi:
— Yâ Rasûlallah! Seni
hakk ile peygamber gönderen Allah'a ye-mîn ederim ki, ben Sen'in huzuruna
muhakkak o şirk ma'bedini uyuz deve gibi harâb bir hâlde bıraktıktan sonra
gelmişimdir, dedi.
Bu sevinçli haber
üzerine Peygamber, beş kerre şöyle duâ etti: — "Ahmes kabilesinin atları
ve süvarileri mübarek olsun!" Râvî Müsedded kendi rivayetinde:
"Has'am kabilesi içinde bir evdir" şeklinde söylemiştir [385].
Ka'b ibn Mâlik,
tevbesinin Allah tarafından kabul edildiği haberi kendisine ulaştırıldığı
zaman, bu haberciye iki elbise vermiştir [386].
"Mekke fethinden
sonra hicret yoktur*'
275-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Mekke Fethi günü: "(Artık
Mekke'den Medine'ye) hicret etmek yoktur. Lâkin cihâd ve niyet vardır (yânî
Mekke'den yalnız cihâd ve hâlis bir niyet sebebiyle çıkılabilir). Cihâda da'vet
olunduğunuzda hemen seferber olup hareket ediniz" buyurdu.
276-.......Mucâşi'
ibnMes'ûd(R) şöyle demiştir: Ben Mucâşi', (Mekke fethinden sonra) kardeşi
Mucâlid ibn Mes'ûd'u Peygamber'e getirdi de:
— Bu, kardeşim
Mucâlid'dir; (Medine'ye) hicret etmek üzere Sana bey'at edecek, dedi.
Peygamber (S):
— "Mekke fethinden sonra (Medîne'ye)
hicret yoktur. Lâkin ben onunla İslâm üzerine bey'at ederim" buyurdu.
277-.......
Amr ibn Dînâr ile İbn Cureyc ikisi de dediler ki:
Ben Atâ'dan işittim,
şöyle diyordu: Ben Ubeyd ibn Urneyr ile beraber Âişe'ye gittim. Âişe,
Müzdelife'deki Sebîr Dağı'nın yakınında bulunuyordu. Âişe (R): Allah,
Peygamberine Mekke fethini verdiği günden beri artık hicret bizlerden kesildi,
dedi387.
278-.......
Bize Husayn ibn Abdirrahmân es-Sulemî, Saîd ibn Ubeyde'den; o da Ebû
Abdirrahmân Abdullah es-Sulemî'den haber verdi. Bu Ebû Abdirrahmân, Usmânî idi
(yânı Usmân ibn Affân'ı fazilette ekseriyetin mezhebi gibi Alî ibn Ebî Tâlib'in
önüne geçirirdi). İbn Atıyye'ye -ki bu İbnu Atıyye Alevî idi (yânî Alî'yi,
Kûfe'de-ki sünnet ehlinden bir kavmin mezhebi gibi fazilette Usmân'ın önüne
geçirirdi)-: Ben senin sahibin Alî'yi kanlar dökmeye cesaretlendiren şeyi iyice
bilmekteyim: Ben kendisinden işittim, şöyle diyordu: Peygamber (S) beni ve
ez-Zubeyr'i gönderdi de:
— "Fulân bahçeye kadar gidin, orada bir
kadın bulacaksınız. O kadına Hâtıb bir mektûb vermiştir" buyurdu.
Biz o bahçeye vardık
ve kadına:
— Mektubu bize ver!
dedik. iki} Kadın:
— Hâtıb bana mektûb vermedi, dedi. Biz de ona:
— Çaresiz ya sen
mektubu çıkaracaksın yâhud biz elbiseni muhakkak çıkarıp seni
soyacağız,.dedik.
Bunun üzerine kadın
izânnm uçkurundan mektubu çıkardı. Peygamber'e geldiğimiz zaman Hâtıb'e çağına
yolladı. Hâtıb gelince:
— (Yâ Rasûlallah)
acele etme. Allah'a yemîn ederim ki, ben İslâm'dan sonra kâfir olmadım ve
İslâm için yalnız sevgim artmıştır.
Sahâbîlerinden herbir
kişinin muhakkak Mekke'de ailesini, malını koruyacak akrabası vardır. Benim
ise himaye edecek kimsem yoktur. Bu sebeble Mekkeliler yanında tutunabileceğim
bir minnetdârlık eli edinmek istedim, dedi.
Peygamber, Hâtıb'in
savunmasını tasdik edip doğruladı. Öfkesi geçmeyen Umer:
— Beni bırak da şunun
boynunu vurayım, çünkü o münafık olmuştur, dedi.
Peygamber (S):
— "Yâ Umer, Hâtıb Bedir'de hazır bulundu.
Sana ne bildirir ki, belki Allah Bedir ehlinin yüksek mücâhedelerine mutt
İşte bu
"İstediğinizi işleyin" sözü, Alî'yi kan dökmeye cesaretlendiren sözdür
[387].
279- Bize
Abdullah ibnu Ebi'l-Esved [388]
tahdîs edip şöyle dedi: Bize Yezîd ibnu Zuray' ile Humeyd ibnu'l-Esved, Habîb
ibnu'ş-Şehîd'den; o da İbnu Ebî Muleyke'den tahdîs etti ki, Abdullah
ibnu'z-Zubeyr, İbnu Ca'fer'e hitaben:
— Hatırlar mısın
(Mekke'nin fethi günü) ben, sen, Abdullah ibn Abbâs, Rasûlullah(S)'ı
karşıladığımız vakti? demişti.
Abdullah ibn Ca'fer:
— Evet hatırlarım.
Rasûlullah benimle İbn Abbâs'ı bineğinin arka tarafına yüklemişti de seni
bırakmıştı, demiştir [389].
280-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: es-Sâib ibnu Yezîd (R): (Tebûk seferi dönüşünde insanların
yanında) biz de çocuklarla beraber Seniyyetu'l-Vedâ( = Ayrılık Tepesi)
mevkiine, Rasülullah(S)'ı karşılamağa gittik, demiştir [390].
281-.......Bize
Cuveyriye ibnu Esma, Nâfi'den; o da Abdullah ibn Umer(R)'den tahdîs etti ki,
Peygamber (S) bir seferden dönerken üç kerre tekbîr getirir, şöyle derdi:
"Âyibüne inşâ
282-.......Enes
ibrf Mâlik (R) şöyle demiştir: Bizler Peygamber ile beraber Usfân'dan
döndüğümüz zaman, Rasûlullah binek devesi üzerinde idi ve Safiyye bintu
Huyeyy'i de arka tarafına bindirmişti. (Kaafilemiz yürürken) Rasûlullah'ın
devesi sürçtü. Rasûlullah ile Safiyye, ikisi birden düştüler. Hemen Ebû Talha
atıldı da:
— Yâ Rasûlallah!
Allah, beni sana bedel kılıp fidye yapsın, dedi.
Rasûlullah (S):
— "Haydi sen kadına ihtimam et"
buyurdu.
Ebû Talha da (kadını
açık saçık görmemek için) yüzüne bir bez örterek Safiyye'nin yanına vardı ve
yüzüne örttüğü örtüyü Safiyye'-nin üstüne örttü ve binmeleri için develerini
düzeltti. Rasûlullah ile Safiyye deveye bindiler. Bizler de (korumak için)
Rasûlullah'ın etrafını kuşattık. (Kaafilemiz bu suretle giderken) Medine
üzerine yük-, selip onu gördüğümüz zaman Rasûlullah:
— "Ayibûne, tâibûne, âbidûne li-Rabbina
hâmidûn (- Bizler-selâmetle- dönücüleriz. Ancak Rabb'imizeler, hamd
edicileriz)" sözlerini söyledi ve Medine ye girinceye kadar bunları
söylemeğe devam etti [392].
283-.......Bize
Yahya ibn Ebî İshâk, Enes ibn Mâlik(R)'ten tahdîs etti. Enes kendisi ve (üvey
babası) Ebû Talha, Peygamber'in beraberinde (Hayber seferinden) dönüyorlardı.
Peygamber'in beraberinde Safiyye vardı. Peygamber, Safiyye'yi binek devesinin
arka tarafına bindirmişti. Yolun bir kısmında oldukları zaman dişi devenin
ayağı sürçtü. Peygamber ve kadın yere düştüler. Ebû Talha -zannediyorum ki râvî
şöyle dedi:- hemen devesinden kendini yere attı ve Rasûlullah'ın yanına geldi
de:
— Ey Allah'ın
Peygamberi! Allah beni sana fidye yapsın! Sana birşey isabet etti mi? dedi.
Peygamber:
— "Hayır birşeyim yok, lâkin sen kadına
git ve onun işine bak"
buyurdu.
Bu emir üzerine Ebû
Talha elbisesini yüzü üzerine gerdi de kadının bulunduğu tarafa gitti ve
varınca kendi örtüsünü (onu örtmek için) kadının üstüne attı. Akabinde kadın
ayağa kalktı. Ebû Talha, Peygamber ile Safiyye için bineklerinin üzerim iyice
bağladı. Pey-gamber'le Safiyye deveye bindiler ve yürüdüler. Nihayet Medine'nin
açığına geldikleri zaman -yâhud râvî: Medîne üzerine yükseldikleri zaman,
demiştir- Peygamber (S):
— "Âyibûne,
tâibûne, âbidûne li-Rabbina hâmidûn" sözlerim
söyledi ve tâ
Medine'ye girinceye kadar bunu söylemeğe devam etti [393].
284-.......Muhârib
ibn Disâr şöyle demiştir: Ben Câbir ibn Abdillah(R)'tan işittim, şöyle dedi:
Ben bir seferde Peygamber'in beraberinde bulundum. Medine'ye geldiğimiz zaman
Peygamber (S) bana: "Mescide gir de iki rek'at namaz kıl" buyurdu [395].
285-.......Ubeydullah
ibn Ka'b'dan; o da Ka'b ibn Mâlik(R)'ten tahdîs etti ki, Peygamber (S) kuşluk
vakti bir seferden döndüğü zaman (doğru) mescide girer ve oturmadan önce iki
rek'at namaz kılar idi [396].
286-.......Bize
Vekî\ Şu'be'den; o da Muhârib ibn Disâr'dan; o da Câbir ibn Abdillah(R)'tan
haber verdi ki, Rasûlullah (S) -Tebûk ve Zâtu'r-Rıkaa- seferlerinden
-Medine'ye- geldiği zaman bir deve yâhud bir sığır kesmiştir. Ve râvî Muâz ibn
Muâz el-Anberî, Şu'be'den; o da Muhârib'den yaptığı rivayette şunu ziyâde
etmiştir: Muhârib, Câbir ibn Abdillah'tan şöyle dediğini işitmiştir: Peygamber
(S) benden iki ûkıyye ve bir dirhem yâhud iki dirhem mukaabilinde bir deve
satın aldı. Sırâr mevkiine gelince bir sığır kesilmesini emretti. Sığır
kesildi. Sefer hey'eti onu pişirip yediler. Medine'ye gelince Peygamber bana
mescide gelmemi ve iki rek'at namaz kılmamı emretti. Ve bana devenin bedelini tartıp
verdi [397].
287-.......Bize
Şu'be, Muhârib ibn Disâr'dan tahdîs etti ki, Câbir şöyle demiştir: Ben bir
seferden geldim. Peygamber (S) bana: "İki rek'at namaz kıl" buyurdu.
Buhâri: Sırâr,
Medine'nin bir tarafında bir yerdir, demiştir [398] .
[1] Kitâb ve bâb başlıkları bâzı öne geçirme ve arkaya bırakma
farklanyle beraber, en-Nesefî ve Ebû Zerr nüshalarında böyledir.
el-Cihâd ve'l-Mucâhede:
Dîn düşmanlanyle harb ve kıtal eylemek manasınadır ki, murâd, mukaatelede
bütün gücünü bp-şaltrnaktır. Bu, Cehd kelime-. sinden türemiştir.
el-Cehdu ve'1-Cuhdu:
Takat, meşakkat, nihayet ma'nâlannadır. Ve üçüncü bâbdan masdar olup, çalışmak
ma'nâsınadır.Ve bir adamı ve hayvanı nihayet mertebe meşakkate uğratmak, bir
kimseyi İmtihan eylemek... ma'nâlarına gelir.
el-îctihâd: Çalışıp
bütün gücünü sarfeylemek ma'nâsınadır (Kaamûs Ter.).
Dînde Cihâd Allah'ın
Kelimesini en yüksek kılmak yolunda çalışmaktır.
es-Sîre: Sîn'in
kesriyle isimdir; gezmeğe denir. Ve sünnet, tarikat, hey'et ma'nâlanna
kullanılır ki, insanın tuttuğu ma'nevî yoldan ve kaaim olduğu haletten İbarettir;
güzel sîret,çirkin sîret denilir. Cem'İ Siyer gelir ... (Kaamüs Ter.).
Bu Sîret- sözü Cihâd
üzerine de kullanılır. Çünkü buradaki sîretler, Peygamber'in gazvelerindeki
hâllerinden alınmışlardır.
[2] Buhârî'nin el-Asîlî ve el-Kerîme nüshalarında bu iki
âyet tamamen yazılmıştır. en-Nesefî ve İbn Şebbûye nüshalarında da iki âyetin
tamâmının alınmasına "Ve mü 'mirilere dahî cenneti muştula'' kavline kadar
denilmekle işaret edilmiştir. Birinci âyet cihâdın, ikincisi de sîretin delili
gibidir.
[3] İbn Abbâs'm bu sözünü, İbn Ebî Hatim, Alî ibn Ebî
Talha yolundan rivayet etmiştir. İbn Abbâs "Bunlar Allah'ın
sınırlarıdır" kavlinde: Yânî Allah'a tâattir, demiştir. İbn Abbâs
"Hudûd" lâfzını, lâzımı ma'nâsı ile tefsîr etmiş gibidir. Çünkü
itaat eden kimse, Allah'ın emrine boyun eğmek ve nefyinden çekinmek hududunda
durur (İbn Hacer).
[4] Hadîsin başlığa uygunluğu "Allah yolunda cihâd
etmektir" sözündedir. En faziletli ameller hakkında gelen haberler,
soruların sırası ve tertibine göre; bir de soranların maksadları, sorulan yer
ve zaman i'tibâriyle değişiktir. İbn Mes'ûd: "Daha soraydım Rasûlullah
bana cevâb verecekti" sözüyle, en faziletli amellerin bunlardan ibaret
olmadığını işaret etmiştir.Tertîb hususunda da İbn Mes'-ûd'un suâli müessir
olmuştur.
[5] Rasûlullah Mekke'den Medine'ye hicret ettikten sonra,
Mekke'nin fethine kadar müslümânların zayıflan müstesna olmak üzere, kudretli
olanların hicret etmeleri ve dînlerini korumaları vâcib idi. Mekke'nin fethi
üzerine bu hicret vucûbu kalkmıştır. Fakat cihâdın vucûbu ve iyi niyet üzere
bulunmak ebedîdir, devamlıdır. Bundan sonra hicret ancak kâfir memleketlerinde
bulunup da dînini açık-layamayan ve dînî vazifelerini yapamayan müslümânların
İslâm memleketlerine hicret etmeleri hususunda ittifakla vâcibdir.
[6] Hadîsin başlığa uygunluğu "Biz cihâdı amelin en faziletlisi görüyoruz" sözünden alınır. Çünkü Peygamber Âişe'ye karşı cihâdın cihâd olması bakımından en faziletli olmasını reddetmemiş, lâkin kabul edilmiş olan haccı, cihâdın en faziletlilerinden biri kılmıştır (Aynî)...
[7] Hadîsin, cihâdın fazîletini en belîğ surette beyân
ettiği açıktır.
[8] Buhârî bu sözü burada mevkuf hadîs şeklinde vermiştir.
Buhârî bunu ilerideki bir bâbda Peygamber'in sözü olmak üzere merfû' bir
hadîsin bir cümlesi olarak da getirmiştir.
[9] Bu âyetler başlığın delili ve Kur'ân'dan dayanağıdır.
Bu âyette uslûbdan
maksad, emirdir. Ma'nâsı: "Allah'a ve Rasûlü'ne îmânda sebat edin,
mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda çarpışın" demektir^. Nitekim İbn
Mes'ûd(R)'un bu lâfızları emir sîgasıyle "Âminû ve câhidû = Imân edin,
çarpışın" tarzındaki okuyuşu da buna delâlet eder. Bu fiillerin ihbar
sîga-larıyle gelmesi, onların terkedilmeyecek, ısrarlı şekilde devam edecek
vazifelerden olduğundandır (Beydâvî, Medârik).
[10] Başlığa uygunluğu "Caniyle maliyle Allah yolunda
cihâd eden mü'min" sözün-dedir.
Bu hadîsteki "Bir
vâdî içinde (yalnızlığa çekilme)" ta'bîri umûmî ahlâkın bozulduğu
zamanlarda İslâmî yaşayışı korumak için kendi evinde veya işinde insanlara
karışmadan yalnızlığı tercîh etmenin hayırlı olduğunu temsilden ibarettir. Bu
hâlde dahî dîn ve devletin korunması için içtimaî dayanışmanın en açık
görüntüsü olan cihâda iştirak edilmesinin bu güzel üslûbla emredildiği anlaşılır.
[11] Hadîsin tercemesindeki "gündüz",
"gece" kayıdları, Ahmed ibn Hanbei'in Müs-««f inde mevcûddur.
Allah yolunda çarpışan
mücâhidin oruçluya, namaz kılana benzemesi yönü şöyle belirtilmiştir: Oruç
tutan ve namaz kılan kinişe de, mücâhid de nefis imsaki içinde bulunurlar.
Oruçlu yemekten, içmekten, cinsî münâsebetlerden nefsini tutar, gönlü Allah ile
meşgul olur. Namaz kılan kişi de dünyâ ile ilgisini kesip Allah'ın kelâmı,
ibâdeti iie meşguldür. Bu sebeble oruçlu da, namaz kılan da her an sevâb
kazanmaktadırlar. Mücâhid kişi de nefsini birçok şeylerden kesip düşmanla
çarpışırken her ân ve her hareketinde sevâb kazanmaktadır. Bunu şu âyetler de
te'yîd etmektedir:
".... Bunun sebebi
şudur: (Çünkü onların) Allah yolunda bir susuzluk, bir yorgunluk, bir açlık
(çekmeleri), kâfirleri kızdıracak bir yere ayak basmaları, bir düşmana karşı
başarıya erişmeleri (gibi hiçbir hâl ve hareketleri) yoktur ki, mukaabilinde
kendileri için bu sebeble iyi bir amel yazılmış olmasın. Çünkü Allah, iyi
hareket edenlerin mükâfatını zayi' etmez. Onlar (hakk yolunda) gerek küçük,
gerek büyük herhangi bir masraf yapmayadurşunlar\ bir vâdîyi geçme-yedursunlar
ki, ille Allah o yapar olduklarının daha güzeli ile onlara mükâfat etmek için
(bütün onlar) hesâblarına yazılmıştır"(et-Tevbe: 120-121)
Hadîsin son fırkası
mücâhid için Allah'ın üzerine alıp va'd ve tekeffül ettiği iki neticeyi
belirtiyor ki, bunların ikisi de dünyâ hayâtını hiçe saydıracak değerde büyük
şeylerdir.
[12] Bu mücâhidiik duası, "Allâhumme'rzukni'l-cihâde =
Yâ. Allah beni cihâdla rızıklandır" yâhud ''Allâhumme 'c 'alnı mine
'l-mucâhidîn fîsebîlike = Yâ Allah beni Sen'in yolunda mücâhede edenlerden
kıl" demek suretiyle; şehîdlik duası da "Allâhumme'rzuknVş-şehâdete
fî sebîlike = Yâ Allah benî kendi yolunda şehîdlikle rızıklandır" demek
suretiyle olur. Böyle mücâhidiik ve şehîdlik duası yapmak hem erkekleri, hem
kadınları şâmildir. Bu yalnız erkeklere mahsûs değildir. Bu hususta erkekler
ve kadınlar müsavidirler.
[13] Umer'inbu duası, başlıktaki şehîdlik duasına uygundur.
BuhârîUmer'İnbu duasını Hacc Kitâbı'nm sonunda Medine'nin fazileti bâbi'nda senedli
ve daha bütün olarak getirmişti.
İbn Sa'd, Umer'in kızı
Hafsa'nın, babasının: "Allâhumme'r-zuknîkatlen Jîsebîlike ve vefâten
fîbeledi Nebiyyike, = Yâ Allah beni kendi yolunda öldürülme ve Peygamberi'nin
beldesinde ölmekle rızıklandır" diye duâ ederken işittiğini rivayet
etmiştir (Aynî, Kastallânî).
[14] Buhârî bu hadîsi Cihâd Kitâbi'nm birçok bâblarmda
değişik senedlerle getirmiştir. Bu rivayetlerin en uzunu buradaki hadîs ile,
Ru'yâ Kitabı'ndakidir.
Bu sefer, Hz. Usmân'ın
halîfeliği zamanında Muâviye Şâm Valisi iken, 28j hicret yılında Muâviye
kumandasında yapılan ilk deniz seferi idi. Bu sefere birçok sahâbîler
katılmışlardır.
İki Akabe Bey'atı'nda
bulunan ve Hazrecliler'in nakîbi olan Ubâde ibnu'sj Sâmit, Peygamber'İn
vefatından sonra Şam'a gönderilen ilim hey'eti içinde buj lunmuş ve Hımıs'ta
ikaamet etmişti. Kıbrıs seferi açılınca Ubâde, karısı Ümmü Haram ile birlikte
evinden çıkarak Akdeniz sahiline Trablusşâm'a gelmiştir. O sırada orada bulunan
tabiî büyüklerinden Umeyr ibn Esved de, terceme ettiğimiz bu hadîsi Ümmü
Harâm'ın bizzat ağzından İşitmiştir. Bu gazveye Ümmü Haram, Muâviye'nin karısı
ve Karaza'nın kızı Fâhte de katılmış; Muâviye ibn Ebî Sufyân da bu gemi ile
hareket etmiştir.
Kıbrıs Adası'nın bir
vergiye bağlanarak sulhan veya zorla fethi gerçekleşip Şam'a hareket edileceği
sırada veya ilk karaya çıkışta Ümmü Harâm'ın binmesi için bir katır getirilmiş,
hırçın hayvan yaşlı Ümmü Harâm'ı üstünden atıp başı üstüne düşmesine ve boynu
kırılarak ölmesine sebeb olmuştur.
İslâm târihinde adı ebedîleşen
bu kadın, RasûluHah'm haber verdiği gibi deniz gazası yolunda vefat etmiş ve
şehîdler kaafîlesine katılmıştır. Hişâm ibn Ammâr, Ümmü Harâm'ın kabrini deniz
sahilinde gördüğünü bildirmiştir. Aynî de: Ümmü Harâm'ın kabri Kıbrıs'tadır.
Halk onu ta'zîm ediyorlar ve kurak zamanlarda yağmur duası yapıyorlar ve: Bu,
sâliha bir kadının kabridir, diyorlar, demiştir (Umdetu'l-Kaarî, VI, 533-535).
[15] Buhârî "Sebil" lâfzının hem müennes, hem
müzekker kullanıldığını bildirmek istiyor. Kur'ân'da da bunun şâhidleri vardır:
Lukmân: 6, Yûsuf: 108'de mtien-nes; el-A'râf: 146'da müzekker kullanılmıştır.
[16] Buhârî burada kelime ve cümle tefsiri vermiştir.
"Hum derecâtun "u "Lehum derecâtun( = Onların birçok dereceleri,
menzilleri vardır)" diye tefsir etmiştir.
[17] Hadîsin başlığa u.yg\m\uğu'"Cennette yüz derece
vardır... " sözüdür. Rasûlullah cevâbında cennete îmân ile girileceğini,
şehîd derecesinin yüksekliğini, Fir-devs'in yüceliğini haber vermiş oluyor.
[18] Buhârî'nin şeyhi Yahya ibn Salih bu hadîsi üstadı
Fulayh'tan alırken, Fulayh'-m "Fİdevs'in üstünde Rahmân'ın Arş'ı
vardır" deyip demediğini kesin olarak hatırlayamadığı için
"Zannederim ki" diye şekk ile rivayet etmiştir. Fulayh'ın oğlu Mehmed
İse babasından yaptığı rivayette bu şekki gidermiştir.
[19] Hadîsin başlığa uygunluğu "En güzel ve en
faziletli bir eve girdirdiler ki ondan güzelini asla göremedim" sözünden
alınır... (Aynî).
Bu, Cenazeler
Kitâbı'nda "Müşriklerin çocukları hakkında denilen şeyler bâbı"nda,
aynı isnâdla, fakat uzun bir metinle geçen hadîsin çok kısa bir parçasıdır. Bu
hadîsin daha iyi anlaşılması için, o metinden biraz daha verelim:
"Melekler benimle bu ağaca çıktılar. Beni bir eve koydular ki, ben bundan
güzel bir ev görmedim. Burada ihtiyar, genç bir lakım erkekler, kadınlar,
çocuklar vardı. Sonra melekler beni buradan çıkardılar. Benimle ağaca, yukarı
çıktılar ve beni eskisinden daha güzel ve daha kıymetli bir eve koydular.
Burada da ihtiyarlar, gençler vardı... Melekler bana: Girdiğin birinci ev
bütün mü'minlerin müşterek köşküdür. İkinci gördüğün muhteşem saray da
şehîdlerin sarayıdır, dediler".
Hadîsin bu kısmı
şehîdlerin menzillerinin, menzillerin en yükseği olduğuna delâlet etmektedir
(Kastallânî).
[20] el-Gadve, sabah erkenden gün semânın ortasından batıya
kayıncaya kadar geçen müddetin herhangi bir ânında bir kerre yola çıkmağa,
yürümeğe, gitmeğe, iş yapmağa denir.
er-Ravha da; zeval
vaktinden güneşin batışına kadar devam eden müddetin herhangi bir zamanında
çıkış, yürüyüş demektir. Bu hadîslerde maksad, sabah akşam, herhangi bir
askerî harekettir.
et-Tevbe: 120. âyette
bildirildi ki, kâfirleri sinirlendirecek herhangibir yerde, yürüyüp çiğnemeleri
de sevabı gerektiren bir ibâdettir. Sonra askerliğin en mühim işi olan sabah,
akşam ta'lîmleri ve bu sıradaki askerin bütün seyir ve hareketleri
"yürüyüş" ta'bîrine dâhil olur.
[21] Bu hadîsin de başlığa uygunluğu açıktır.
Buradaki "Kâbu
kavs" ta'bîrinde "Kavs", yay ma'nâsmadır. "Kâb" da
burada mikdâr, arşın ma'nâsmadır. Bu hususta başka bilgiler de verilmiştir. Bunları
zikre hacet görmedik. İstenen ma'nâ: Cennette az mikdâr yerin, dünyâdan daha
faziletli ve kıymetli olduğudur.
[22] Bu babın hadîslerinden hâsıl olan, dünyâ işini
hafifletme, cihâd işini büyütme kasdedildîğidir. Cennetten bir kamçı kadar yer
kazanan, dünyâdaki herşeyden daha büyük olacak birşey kazanmış olur. Cennetten
en yüksek dereceler kazanana acaba bu kazanç nasıl olur? Bu, dünyâda
bilinemez, anlatılamaz (Kas-tallânî).
[23] el-Haveru: Bir kimsenin gözünün siyahı değirmi ve
kapakları ince ve nâzik ve etrafı gümüş gibi ak olduğu hâlde gözünün beyazının
beyazlığı ve siyahının siyahlığı koyu ve şiddetli olmak, yânî akı ak ve karası
kara olmak ma'nâsına; bir kavle göre, bedeni safî gümüş gibi pek beyaz olarak
gözünün beyazı ve siyahı pek koyu olmak ma'nâsına dördüncü bâbdan masdardır. Bundan
sıfatlar el-Ahveru ve'l-Havrâu gelir; kara gözlü demektir. Bunların cem'i
el-Hûr gelir.
el-A 'yenu ve'l-Iynetu:
Bir kimse câmus gözlü ve âhû gözlü olmak ma'nâsı-nadır ki,,gözü daireli ve
siyahı iri olmaktan ibarettir;dördüncü bâbdan masdardır. Bundan sıfatlar
el-A'yenu ve'l-Aynâu gelir. Bunların cem'i el-Iynu gelir... (Kaamûs Ter.).
el-Hûru'l~Iyn; kara ve
iri gözlü kadınlar demek olup, Kur'ân'da mü'min-lerin ve gazilerin cennetteki
kadınlarına verilmiş bir iftihar unvanıdır.
[24] Yâ'nî bu cennet kadınları o kadar hârika bir güzelliğe
mâliktirler kit insan onlara bir bakışta hayret içinde kalır. Hakîkaten gözün
akı ak, karası kara olmak, göz güzelliğinin her zaman en üstün bir vasfıdır.
[25] Aynı lâfız et-Tûr: 20. âyette de geçmektedir.
"Hûrun tynun" ta'bîri el-Vâkıa: 22. âyette de geçer. Buhârî burada
ed-Duhân Sûresi'nin 51-54. âyetlerine işaret etmiştir ki, bunlarda muttakîlere
ve mücâhidlere cennetler, ırmaklar, ipekli giyecekler ikramı ve aynı zamanda
kara gözlü ve iri gözlü çok güzel cennet kadınları ile eş yapıp
çiftleştireceği va'di vardır. Âyetlerin önü ve devamı ile tercemesi şöyledir:
' 'Muttakîler ise
hakîkaten emin bir tnakaamda; cennetlerde, pınarlardadır.
İnce, nâzik ve kaim
ipeklerden, atlaslardan giyecekler, karşı karşıya (gelerek ma-habbet edecekler
)</(>. İşte (emir) böyledir. Onlara bembeyaz, şâhîn gözlü hurileri eş
yaptık. Orada emin emin, meyvenin her
türlüsünü isterler. Orada ilk ölümden başka ölüm tatmazlar. Onları cehennem
azabından korumuşuzdur. İşte bu, en büyük saadetin tâ kendisidir"(cd-Duhân:
51*57).'
[26] Hadîsin başlığa uyguluğu "Cennet ehlinden bir
kadın... "sözünden almır. Çünkü başlıkta "el-Hûru'1-Iyn ve
sıfatlan" diye söyledi. Bu hadîste "Siyah iri gözlü cennet
kadınlarının sıfatlarından" iki büyük sıfat zikredilmiştir: Biri:
"Eğer cennet kadınlarından biri dünyâ ehline baksaydı, elbette dünyâ İle
cennet arasını aydınlatırdı"; diğeri de "Cennet kadınının baş örtüsü,
dünyâ ve dünyâdaki her-şeyden hayırlıdır" sıfatıdır.
Bu hadîsleri bâzı küçük
lâfız farkı İle Müslim de, İmâre Kitabı; "Yüce Allah'ın rızâsı yolunda
şehîd olmanın fazileti bâbı"nda getirmiştir. Müslim Ter-cemesi, VI, 83,
"1877".
[27] Başlığa uygunluğu ma'nâsmdan alınır. Çünkü içinde
şehîd olmayı tekrar tekrar temenni vardır. Bu hadîs, bu senedle birçok kerreler
geçti. Bir rivayeti de îmân Kitâbı'nda; "Cihâd da îmândandır bâbı"nda
geçmişti.
[28] Hadîsin başlığa uygunluğu "O şehîdlerin bizim
yanımızda olmaları kendilerini
sevindirmez"sözünden
alınır. Bu da şehîd olmakla nail oldukları şerefli ikramı gördükleri için,
dünyâya dönmeleri onların hoşuna gitmemesindendir.
Peygamber sekizinci
yılın cumâda'1-ûlâ ayında Mûte'ye bir ordu gönderip, başına Zeyd'i kumandan
yaptı. Zeyd şehîd olursa Ca'fer, o şehîd olursa Abdullah ibn Ravâha kumandan
olacak buyurdu. Bunlar böyle haber verdiği gibi şehîd olunca, Hâlid kumandayı
kendiliğinden üzerine alıp, orduyu selâmete çıkardı. Yüz binlik Bizans
ordusuyla çarpışılmışti. İşte bu hâdise üzerine Peygamber bu hutbeyi yapıp, bu
mu'cizeli sözleri söylemiştir.
[29] Âyet, başlığa delîl gibidir. Çünkü ondaki "Ölüm
yetişirse" ta'bîri, öldürülmeyi, binekten düşüp ölmeyi ve diğer şekilde
ölmeyi şâmil olur.
[30] Bu, Ebû Ubeyde'nİn Mecâzu'l-Kur'ân'daki tefsiridir.
[31] Hadîsin başlığa uygunluğu "Hayvan onu yere
çarptı, o da bundan öldü" sö-zündedir. Çünkü Ümmü Haram, Allah yolunda bir
gâzî İken yere çarpılıp ölmüştür. Bu hadîs yakında "Mücâhid olmaya duâ
etmek bâbı"nda da geçmişti.
[32] en-Nekbu, en-Nekıbu, en-Nukûbu: Yoldan sapmak, bir
nesneyi elden atıp yere bırakmak, bir kabı başaşağı çevirip içinde olan nesneyi
boşaltmak, ok kuburunu sernİgûn edip içinde olan okları perîşân eylemek, ayağı
taş paralamak; bir kavle göre taş dokunmakla taşı kırmak ma'nâlarma gelir;
birinci, dördüncü bâb-lardan masdardır. Ve Nekb ye Nekbe, musîbete denir; zaman
bir kimseyi çok mihnete ve meşakkate uğratmak, yâhud musîbete dûçâr eylemek
ma'nâsmadır.
et-Ta'nu, mızrak
makûlesi bir şeyle dürtmek ve sancıtmak ma'nâsına üçüncü ve birinci bâbdan
masdardır... (Kaamûs Ter.)
[33] Hadîsin başlığa uygunluğu, bu ilim ve teblîğ
mücâhidleri topluluğunun Allah yolunda Öldürülme musibetine uğramış
olmalarıdır. Başlıktaki bu fazilet, başta Haram ibn Milhân olmak üzere, alçakça
bir hıyanete uğrayan Maûne Kuyusu şehîdlerinin merdçe çarpışarak şehîd
olmalarından Allah'ın razı olup, bunları da bir takım uhrevî mükâfat ile hoşnûd
ve razı etmesinden apaçık görülüyor. Bu hadîs, Mağâzî'de de birkaç yerde
gelmiştir. Parantez arası ifâdeler diğer rivayetlerden olup, asıl metin
derecesinde kuvvetlidirler.
Bu üzücü hâdise hicretin
dördüncü yılı, Uhud'dan üç ay sonra, safer ayında vuku bulmuştur.
[34] Başlığa uygunluğu, Rasûlullah'ın Allah yolunda cihâdda
parmağının yaralanıp kanaması; böylece musibete uğramış olmasıdır.
Rasûlullah'ın parmak
acısıyle söylediği bu recez'in tercemesini Hakk Dîni Kur'ân Dili,(V\ll, 5883)'nden
naklettim.
[35] Hadîsin başlığa uygunluğu "Allah yolunda
yaralanan..." sözündedir. Çünkü .el'Kelmu, yaralamak ma'nâsmadır.
Şehidin şehîd olduğu
zamanki yaralı haliyle gelmesinin hikmeti, hayâtını Allah yolunda feda eden
şehidin şahidi, dâima kendisiyle beraber bulunmasıdır. Şehîd, Peygamber'in
haber verdiği gibi, aslî hey'etiyle geleceği için kanlı 'elbisesi ile gömülür;
yıkanmaz ve kendisinden şehîd kanı giderilmez.
[36] Bu âyette "Harb nevbet iledir"in ma'nâsı
vardır. Çünkü iki güzellikten biri ya şehîdlik, ya da kâfirlere zaferdir.
[37] Bu sözün âyet ile münâsebeti ise apaçıktır. Çünkü âyet
bu sözün ma'nâsını içine almaktadır.
[38] Hadîsin başlığa uygunluğu "Harb aramızda
nevbetledir dedin" sözündedir. Zikrettik ki, iki güzelliğin biri
"Harb nevbet Üedir"în ma'nâsıdır. Bunlardan her-biri diğerinin
ma'nâsını İçine alır, böylece uygunluk meydana gelir; sözü uzatmaya hacet
yoktur (Aynî).
Bu, îmân Kitâbı'nda
geçen uzun Hırakliyus hadîsinin bir parçasıdır
[39] Hadîsin başlık yapılan âyete uygunluğu, o âyetin
hadîste zikredilen kimseler ve benzerleri hakkında inmiş olduğu yönündendir.
Bunlar Allah yolunda şehîd oluncaya kadar döğüşeceğini adamışlar ve bu
ahidlerini yerine getirip şehîd düşmüşlerdir. Hamza, Mus'ab ibn Umeyr, Enes
ibnu'n-Nadr bunlardandır.
Bu hadîste Enes
ibnu'n-Nadr'ın yiğitliğine, îmânının kuvvetine, ahdine olan vefasına, dînine
bağlılığına apaçık delâletler vardır.
[40] Bu er-Rubeyy' kıssası Sulh Kitâbi'nda "Diyette
sulh bâbı"nda da geçmişti. Bunda da Enes ibnu'n-Nadr'ın büyük ihlâsına,
sezgisine ve firâsetine apaçık delâlet vardır. Hakîkaten Enes ibnu'n-Nadr'm,
Allah'ın, yaptığı yemini yerine getirip doğru çıkardığı hâlis kullarından biri
olduğu Peygamber'in bu ifâdesi ile delîllenmiştir.
[41] Hadîsin başlığa uygunluğu gizli değildir.
Buhârî bunu Tefsîr'de
ve Kur'ân'ın Faziletleri Kitâbı'nda da getirmiştir. Oradaki rivayette
"Sonra bu âyeti de Mushaf'taki sûresinin içine kattık" ziyâdesi
vardır.
Ebû Bekr zamanında
Kur'ân toplanırken de iki âyet yine Huzeyme'nin yanında bulunmuştu.Fakat o iki
âyet el-Ahzâb Sûresi'nden değil, et-Tevbe Sûre-si'nin son iki âyeti idi.
el-Ahzâb ve et-Tevbe âyetlerinin Huzeyme gibi yüksek şahsiyetli bir sahâbînin
yanında yazılı bulunması ayrıca bir i'tibâr ve emniyet sebebi olmuştur. Bunun
için Zeyd ibn Sabit bu hadîsinde Rasûlullah'ın, Huzeyme'nin yalnız başına
şâhidliğini, iki şahidin Şâhidliğine denk ve eşit tuttuğunu bildirmiştir.
[42] Ebu'd-Derdâ'nm bu sözünü ed-Dinâverî, el-Mucâlese
kitabında senedli olarak rivayet etmiştir. Orada Ebu'd-Derdâ: "Ey
insanlar, sâlih amel gazveden evveldir. Sizler ancak amellerinizle harb
ediyorsunuz" demiştir. Ebu'd-Derdâ'nm bu sözünü Abdullah ibn Mübarek de
Cihâd Kitâbı'nda senedli olarak getirmiştir.
[43] el-Kirmânî: Bu âyeti burada zikirden maksad, içinde
saffı zikretmesidir. Çünkü saff tutmak, harbden evvel yapılan sâlih bir
ameldir, demiştir. Böylece bu üç âyetten üçüncüsünde, en belîğ bir üslûb ile
askerî terbiye ve sıkı bir nizâm ve dayanışma İle yapılan cihâdın Allah indinde
makbul olduğu bildirilmiş oluyor. Bu saff ve nizâm, askerin dış nizâmıdır.
Onun bir de dahilî, vicdanî ve kal-bî nizâmı vardır ki, o da her erin Allah'a
bağlı metîn bir îmân kal'ası olmasıdır.
[44] Hadîsin başlığa uygunluğu "Müslüman ol, sonra
harbet" sözündedir. Böylece o zât, sâlih ameli getirmiş oldu; hattâ
amellerin en faziletlisi ve salâhça en kuvvetlisini getirdi ki, o da İslâm'a
girmedir; bundan sonra da çarpışıp şehîd oldu. Onun az amel edip çok kazanması,
evvelâ İslâm'a girmesiyle olmuştur.
[45] Hadîs hafızları şöyle dediler: Bu, Buhârî râvîlerinin
bir vehmidir. er-Rubeyy', el-Berâ'mn kızı değil, en-Nadr'ın kızıdır; Enes ibn
Nadr'm kızkardeşİdir; Enes ibn Mâlik'in de halasıdır. Sonra Harise ibn
Surâka'nm anası, er-Rubeyy'İn anası değil, er-Rubeyy'in kendisidir. Peygamber'e
gelerek oğlurmn şehîd olup olmadığını soran da er-Rubeyy'dir. Tirmizî ile İbn
Huzeyme Sünen'\ennde böyle rivayet etmişlerdir. Hafız İbnu'1-Esîr
Cömi'u'l'UsûVĞz: "Ensâb"a, Mağâzî'ye ve sahabe isimlerine dâir bütün
kitâblarda-zabtedilip yazılmış olan Hârise'nin anası er-Rubeyy'
bintu'n-Nadr'dır; Enes İbn Mâlik'in halasıdır" diyor.
Bu yanılmanın çıkış
yeri şudur: Buhârî'nın son râvîsi olan Fîrabrî'nin rivayet ettiği nüshasında,
bâzı râvîler tarafından "Ümmü'r-Rubeyy' bintu'1-Berâ" suretinde
yanlış haşiye edilmiş; sonradan, sahîh olmayan bu haşiye Buhârî metnine
karışmıştır.
Harise, Bedir harbinde
su içmek üzere havuz başına geldiğinde hançeresi-ne bir ok isabet ederek
ölmüştür. Harise bu sırada erlik çağına ermemişti; Bedir harbim seyre gelmiş
bir oğlancıktı. Oku atan Hıbbân ibn Anka, okunu Hâri-se'yi öldürmek maksadıyle
atmamıştı; bu sebeble ok serseri vasfı ile vasıflandırılmıştır. Hârise'nin
anası da şehîd olmak için düşmanın ihtiyariyle atıp öldürmesi şehîdliğin
şartıdır sanıyordu; işte bunun için mes'eleyi Peygamber'e soruyordu. {İbn
Ha'1'"' Aynî).
[46] el-Ğarb:... ve şol oka denir ki atanı bilinmez; bunda
iki fetha da caizdir...
el-Firdevs: Şol vâdîye
denir ki, her cins bitkileri bitirir, yânî onda bütün bitki nevi'leri
biter...Ve Firdevs şol bûstâna ve bahçeye denir ki, bûstânlarda biten ağaçlar ve
sebzelerin hepsini cami' olup onda üzüm asmaları da olur. (Kaa-mûs Ter.).
[47] Ebû Zerr nüshası dışındaki bâzı rivayetlerde bu babın
evvelinde Besmele gelmiştir.
[48] Buhârî bu hadîsi İlim, Hums ve Tevhîd Kitâbları'nda da
getirmiştir.
[49] Ayetin başlığa uygunluğu, içinde ''Kâfirleri
kızdıracak bir yere ayak basmaları... " ve benzeri herbir hareketleri
mukaabilinde "Kendileri lehine muhakkak iyi bir amel yazılacağı"
fıkralarının bulunmasıdır. Peygamber buradaki sâlih ameli, bu işleri yapana
ateşin dokunmayacağı ile tefsîr etmiştir. ''Allah yolu" ile murâd, Allah'a
yapılan tâatlerin hepsidir, fakat mutlak olarak "Allah yolu"
ta'bîrinden akla gelen, cihâddır.
[50] Hadîs, küçük lâfız farkıyle Cumua Kitâbı'nda da
geçmişti. Ayaklara tozun dokunması kendisine ateş dokunmasını def edici
olunca, ayaklarla koşup çalıştığı, bütün gücünü boşalttığı ve öldürüp ölünceye
kadar mukaatele ettiği zaman nasıl olur?
[51] Hadîsin başlığa uygunluğu "Başından tozları
eliyle sildi" sözündedir.
Ammâr, Sıffîn'de
Muâviye ibn Ebî Sufyân'm adamları tarafından öldürülmüştür. Mü'minlerin Emîri
Alî ibn Ebî Tâlib'e karşı gelen Şamlılar1 in o târihte bağ ehli (bağî) olduğu
bu sahîh hadîsle sabit oluyor. Mü'minlerin İmamet ve Emâret'i, ancak Hz.
Hasen'İn kendi İhtiyarı ile ayrılıp çekilmesinden sonra Muâviye(R)'ye
geçebilmiştir. Haber verilmesinden otuz bu kadar sene sonra doğruluğu
geçekleşen bu Peygamber haberi, Muhammed'in nübüvvet şâhidle-rinden biridir...
Buhârî bu hadîsi Salât
Kitâbı'nda; "Mescid bina etmek hususunda yardımlaşma bâbı"nda da getirmişti.
Orada verilen açıklamalara da bakılabilir. Oradaki rivayette hadîsin son
fıkrası, "Ammâr onları cennete da'vet ediyor, onlar ise onu cehenneme
da'vet eder" buyurdu... şeklindedir.
[52] Buhârî bu hadîsi harb sahasından ayrıldıktan sonra ve
tozlardan sonra bedeni boydan boya yıkamanın ve temizlik yapmanın sünnet
olduğunu bildirmek üzere sevketmiştir. Başlıkla hadîs arasındaki uygunluk,
budur.
[53] Yânı haklarında Yüce Allah'ın şu kavli gelen
kimselerin faziletlerini beyân babı. Bu takdiri yapmak zarurîdir. Çünkü lâfzın
zahiri kasdedilmemiştir (Aynî),
[54] ibn Cerir de: Umer ibn Yûnus, İkrime'den; o da İshâk
İbn Ebî Talha'dan "Allah yolunda öldürülenîeri ölüler sanmayın"
kısmım ziyâde etmiştir. İşte bu ziyâde sayesinde hadîs ile âyet arasında
uygunluk meydana gelir.
[55] Hadîsin başlığa uygunluğu "Şehîdler olarak"
sözünden alınır. Onların o gün içtikleri şarâb, onlara zarar vermemiştir. Çünkü
İçtikleri vakit şarâb mübâh idi. İşte bunun için Allah, Ölümlerinin ardından
onları övmüş, onlardan korkuyu ve hüznü kaldırmıştır (Aynî).
[56] Bu hadîs Cenazeler Kitâbı'nda da geçmişti.
[57] İbn Battal: Bu hadîs şehîdliğin fazileti hakkında
gelmiş olan haberlerin en ulusudur. Birr{~Hâlis iyilik) amellerin İçinde
nefsin bedel ve karşılık yapılacağı, cihâddan başka bir amel yoktur, İşte bunun
içindir ki, cihâdda sevâb büyük olmuştur (İbn Hacer).
[58] Bu el-Mugîre hadîsini Buhârî, el-Cizye Kitâbı'nda
bütünü ile getirmiştir. Bu hadîsin bu başlık altına girmesinin sebebi,
onlardan maktul düşenin cennette olması; kılıçların yıldırımı altına girici
olmasıdır.
[59] Umer'in bu sözünün buraya girişi de, bundan öncekinin
girişi gibidir. Umer'in bu hadîsini Buhârî, el-Mağâzî'de Sehl ibn Hanîf'ten
senediyle mevsûlen getirmiştir.
[60] Buhârî'nin Abdullah ibn Ebî Evfâ'dan rivayet ettiği bu
hadîsi İbn Ebî Evfâ, Hâricîler'le harbeden ordu kumandanı Umer ibn Ubeydillah'a
gönderdiği mektubunda bildirmiştir. Hadîste gazilerin kılıçlarını düşmana
karşı kullanmalarının cennete girmelerine sebeb olduğu en vecîz, fakat en
câmıalı bir uslûb ile ifâde edilmiştir. Buna "Cevâmi'u'l-kelim"
denir. Dört kelime ile cihâda teret-tüb eden sevâb ve cihâda tergîb, en belîğ
surette ihbar ve ifâde edilmiştir.
[61] Yânî ailesiyle cinsî münâsebet sırasında, Allah
yolunda cihâd etmesi için çocuk meydana gelmesini niyet eden kimseye, bu
muamelesinden çocuk olmasa da, bu niyeti sebebiyle kendisi lehine ecir hâsıl
olur.
Hadîsin başlıkla
münâsebeti açıktır. Buhârî bunu birçok yerde getirmiştir.
[62] Yânî harbde yiğitliğin övülüp korkaklığın kötülenmesi
babı.
[63] Hadîsin başlığa uygunluğu "Peygamber insanların
en yiğidi idi" sözündedir. Peygamber'in yiğitliğini gösteren menkabeleri
pekçoktur. Esasen Peygamber'-in, kıldığı her namaz sonunda yaptığı dualardan
biri de korkaklıktan Allah'a sığınmaktı. Buhârî buna dâir ayrı bir bâb açmıştır;
bundan sonra gelecektir.
[64] Hadîsin başlığa uygunluğu "Beni ne bir cimri, ne
yalancı... bulurdunuz" sö-zündedir.
Bu hadîs de
cevâmi'u'l-kelim'dendir. Çünkü ahlâkın kökleri, hikmet, kerem ve yiğitliktir.
Yalanın olmamasiyle aklî kuvvetin kemâline, yânî hikmete; korkaklığın
olmamasıyle gazabî kuvvetin kemâline, yânî yiğitliğe; cimriliğin ol-mamasiyle
de şehevî kuvvetin kemâline yânî cömertliğe işaret etti. İşte bu üç huy,
ahlâkın fâdıllarıdır (Aynî).
[65] Hadîsin başlığa uygunluğu "Yâ Allah ben korkaklıktan
Sana sığınırım..." sözündedir.
[66] Hadîsin başlığa delîlliği "Korkaklıktan Allah'a
sığınırım" kavimdedir
[67] Bununla kişinin harbde İslâm'ı meydana çıkarmak ve
İslâm kelimesini bildirmek hususundaki yorgunluklarını anlatma hakkı olduğunu
kasdettİ. Bunu anlatmaktan maksad, bunu örnek alacak ve uyacak olanların örnek
alıp uymaları ve insanları buna rağbetlendirmedir. Yiğitliğini meydana çıkarma
ve yapükla-nyle öğünmek için anlatana gelince, bu caiz olmaz (Aynî).
[68] Ebû Usmân Abdurrahmân en-Nehdî'nin burada işaret ettiği
hadîsini Buhârî, el-Mağâzî'de ve Menâkıb'da senediyle getirmiştir. Orada
Talha'nın: "Uhud gününde harbin kızıştığı Öyle saatler oldu ki, o
zamanlar Peygamber'in maiyye-tinde benimle Sa'd ibn Ebî Vakkaas'tan başka kimse
kalmadı" dediğini rivayet etmiştir (Buhârî, Menâkıb; "Talha'nm zırhı
babı").
[69] Hadîsin başlığa uygunluğu "Ben Talha'yı Uhud
gününden tahdîs ederken işittim" kavlindedir.
[70] Bu bâb ve buradaki âyetler umûmî seferberlik emrini
ta'lîm etmektedir. Bu âyetlerle emredilen "Nefir", kâfirlerle harb
için evinden acele fırlayıp çıkmaktır. Nejîf'm kökü en-Nefr, insanı heyecan ve
harekete getiren bir sebebden, bir işten dolayı, bir yerden ayrılıp başka bir
yere gitmektir. Bu suretle toplanan ve ferdleri sayılamıyacak derecede çok olan
İnsan kitlesine "en-Nefîru'1-âmm" denilir. Ve bu toplantı, devletin
umûmî seferberlik emriyle vuku' bulur...
[71] İbn Abbâs'ın bu tefsirini Taberî, Alî ibn Ebî Talha
yolundan rİvâyet-etmİştir.
[72] Bu da Ebû Ubeyde'nin Mecâzu'l-Kur'ân'daki kavlidir
(Kastallânî).
[73] Hadîsin başlığa uygunluğu "Ve lâkin cihâd ve
niyet vardır" sözündedir.
Bu hadîs, Cihâd
Kitabı'mn baş tarafında "Cihâdın fazileti bâbf'nda da geçmişti; oradaki
açıklamaları tekrar etmek gerekmez.
[74] Hadîsin başlığa uygunluğu, başlığın hadîsin ma'nâsma
şerh gibi olması cihetindendir.
Hadîs tercemesinde
parantez içindeki cümleler ve ziyâdeler, Müslim'in rivâyetinden alınmıştır; bu
sebeble bunlar da metin kuvvetindedir ve sahîhtir. İbnu Abdilberr: "Bu
hadîsten, Allah yolunda nefsini feda eden her müslümânın muhakkak cennete
gireceği hükmü alınır" demiştir. Yine İbn Abdilberr: "Bütün ilim
adamlarına göre bu hadîsin ma'nâsı, birinci kaatilin katli yaparken kâfir
olduğudur" demiştir ki, Buhârî de hadîsten bu ma'nâyı anladığını, koyduğu
başlıkta ifâde etmiştir (Fethu'l-Bârî'den özetle.)
[75] İbnu Kavkal denilen en-Nu'mân ibn Mâlik ibn Sa'lebe,
Bedr gazasında bulunmuş, Uhud'da şehîd düşmüştür. Bağavî'nin nakline göre,
Uhud'da şehîd düşeceğine ve cennete gideceğine yemîn etmişti. İbn Kavkal'ın
şehâdetİ üzerine Rasûlullah: "Ben İbn Kavkai'ı cennette gördüm"
buyurup, azız şehidin yemininin ayniyle gerçekleştiğini bildirmiştir.
Ebân İle kardeşi Amr'm
Yermuk günü şehîd olduklarım bildirmiştir. Yermuk harbi jUmer'in halifeliği
zamanında, hicretin onbeşinci yılı Receb'inin beşine tesadüf eden bir pazartesi
günü vuku' bulmuştur.
Ebân'ın Ebû Hureyre'ye
karşı mukaabelesi çok ağır olmakla beraber, o nis-bette beliğdir: Ebân evvelâ
muhatabını ismi alâkasıyle küçük bir dağ kedisine | benzetiyor; sonra da dağ
başından kopan ve hissiz, şuursuz yuvarlanan bir taş [ parçasına benzeterek,
Ebû Hureyre'yi muaşeret âdabından mahrum, bedevi ha-\ yatından çıkıp İslâm
medeniyetine girmiş, kaba bir kimsedir demek istiyor. Ve daha sonra kendisini
kaatillikle ittihâmın doğru olmadığını ve İslâm camiasına girerek tevbe etmekle
mazideki günâhlarının afv olunacağını ve şehidin cennete gireceğini en vecîz Ve
en belîğ bir uslûb ile ifâde ediyor. Peygamber'in sükûtu da bu hükümleri takrir
ve tesbît etmiş bulunuyor. Hadîsin başlığa uygunluğu Ebân ibn Saîd'in:
"Allah ona benim ellerimle şehîdlik ikram etti" sözünden alınır...
(Aynî).
[76] Ebû Talha, Enes ibn Mâlik'in üvey babasıdır, Enes'in
babası Şam'da küfür hâlinde öldükten sonra, Enes'in anası, Ebû Talha ile
evlenmişti. Ebû Talha, harb kahramanlarının en seçkinlerinden idi. Ebû Talha
düşmana karşı kuvvetli bulunmak için oruç tutmazdı. Bu hususta Peygamber'in:
"Oruçyiyerek düşmanlarınıza karşı kuvvetleniniz!" emrine dayanırdı.
Bu hadîs, cihâdın
nafile ibâdetten daha faziletli olduğuna delâlet eder.
[77] İmâm Mâlik, et-Muvatta'da. Câbir ibn Atîk'ten
getirdiği rivayette: "Şehîdler, Allah yolunda öldürülenden başka
yedidir" demiş; yanan; zatü'1-cenb sahibi olan, çocuğunu karnında hâmil
olarak ölen kadını da zikretmiştir. Câbir hadîsi Buhârî'nin başlığına uygundur,
lâkin bu, Bühârî'nin şartı üzerine olmadığı için, Buhârî onu getirmemiştir.
Fakat şehîdliğin nevi'leri hakkında gelen beş ve yedi sayılarının bir
hudûdlandirma' ma'nâsma olmadığını bildirmek için de, başlıkta ona tenbîh
etmiştir. Bu Câbir hadîsini Ebû Dâvûd, en-Nesâî ve îbn Hıbbân da rivayet
etmişlerdir... (İbn Hacer).
[78] Hadîsin başlığa uygunluğu, geçen hadîste sayılan
şehîdlik nevilerinden birini . ihtiva
etmesi yönündendir.
[79] Her iki hadîs de başlıktaki âyetin mızûl sebebini
beyân etmektedir.
Bu âyet ile topallık,
kötürümlük, yatalaklık gibi şer'î bir özür sebebiyle harbe katılmayanlarla
katılanların her ikisine de cennet va'd edildiği bildirilmiştir; şu fark ile
ki, mücâhidlerih cennetteki derecesi çok yüksektir. Onlara mağfiret ve rahmet
de va'd edilmiştir.
[80] Hadîsin başlığa delîlliği "Düşmanlarla
karşılaştığınız zaman sabrediniz" sözündedir.
[81] Hadîsin başlığa uygunluğu Rasûlullah'm "Yaşamak
ancak âhiret yaşayışıdır" sözünde sahâbîlerin çalışmakta oldukları cihâd
işi üzerine onları teşvik bulunması yönündendir. Şârih İbn Battal:
Rasûlullah'm inşâd ettiği beyit, İbnu Ra-vâha'nındır; Rasûlullah'm değildir,
demiştir.
[82] Hadîste adı geçen Hendek Harbi, îbn tshâk'm, Urve'nin,
Katâde'nin kesin kanâatlerine göre hicretin beşinci yılı Şevval ayında vuku'
bulmuştur. Mûsâ ibn Ukbe'nin ez-Zuhrî'den rivayetine göre de dördüncü sene
ŞevvâPindedir. Enes ibn Mâlik de böyle demiştir. Buna Ahzâb Harbi de denilir.
Böyle denme sebebi, Arab kabilelerinin Rasûlullah ile harbetmek üzere ittifak
edip toplanmalarıdır. Bu ittifakı işitince Rasûlullah, İranlı Selmân'ın
işaretiyle Medine etrafına hendek kazarak savunma harbi yapmayı uygun buldu ve
zafer kazandı. İşte metindeki beyitler hendek kazma sırasında karşılıklı
söylenip, yorgunluk hafifletilmeye çalışılmıştır.
[83] Hadîsin başlığa uygunluğu apaçıktır.
[84] Bu, aynı hadîsin el-Berâ'dân diğer bir yoldan gelen,
geçenden daha tamam bir rivayetidir. Bu hadîsten insana ezâ ve meşakkat arız
olduğu zamanlarda, o meşakkati kaldırmak ve fıtrî kuvvetleri yerinde tutmak
için şiir ve recez inşâd etmenin caiz olduğu hükmü alınmıştır.
[85] Baslıktaki sorunun cevâbı ve hükmü, hadîste bizzat
Peygamberin diliyle veril-mltlr PeygaX özür sahihlerinin de gâzîler gibi sevaba
nail olacaklanm, Zu-heyr rivayetine göre Tebûk seferinde müjdelemiştir.
[86] Buhârî burada hadîsin iki senedi arasında bir
mukaayese yapıp, daha kuvvetli olanını göstermiştir.
[87] Bu hadîs ile 29. bâbdakİ 44. Enes İbn Mâlik hadîsi
arasında açık bir çatışma vardır. Bu çatışmayı sarihler şöyle gideriyorlar:
Enes hadîsinde mücâhidin oruç yemesi, oruç mücâhidi cihâd etmekten zayıf
düşürdüğü zaman evlâdır; oruç, mücâhidin bedenî kudret ve kaabiliyetine zarar
vermezse, oruç tutması efdal-dir; hem cihâd, hem oruç faziletini cem' etmiş
olur.
[88] Çift sadaka diğer rivayet tarîklerinde kendi malından
iki sığır, iki koyun, İki dirhem olarak açıkça belirtilmiştir. Rasûlullah'ın
Ebû Bekr hakkındaki bu sözü, Ebû Bekr'in bütün yüksek fazîletlerle mütehallî
ve bu amelî vazifelere ta-mâmiyle bağlı olduğuna delâlet eder.
[89] Hadîsin başlığa uygunluğu "Malı halâ!yoldan
kazanıp da onu Allah yoluna.. tahsis eden" sözündedir. Halâl yollardan
kazanılan ve bir kısmı sadaka ve zekât olarak hayır yollarında harcanan servet
övülmüş; haksızlıkla ve haram yollarla toplanan dünyâ malı da şerr ve
rriefsedet sebebi olacağı haber verilip kötülenmiştir. Bu hadîs, küçük bir
lâfız farkıyle Zekât Kitabı; "Yetîmlere sadaka bâbı"nda geçmişti.
İnşâallah Rikaak Kitâbı'nda da gelecektir.
[90] Bu hadîs içtimaî yardım, içtimaî bağlılık i'tibâriyle
çok önemlidir. Rasûlullah zamanında askerlik teşkilâtı, halkın hâli vakti
yerinde"olanları asker.î seferlere kendi atiyle, silâhıyle, yiyecek,
içecek gibi bütün sefer ve cenk gerekleriyle katılmak esâsına göre kurulmuştu.
Fakîr olanlar da Rasûlullah ile zengin sahâbî-ler tarafından cihâzlandırılırdı.
Fakîr olup da hiçbir taraftan yardım görmeyenler, Mekke, Tebûk gibi uzak
seferlere katılamayıp, Medîne'de kalırlar ve gâzîlerin işlerine de ailelerine
hayırlıhk ve emniyetle bakarlardı. Zamanımızda bir taraftan devlet
teşkîlâtıyle, bir taraftan hayır kurumlarıyle cebhe gerisinde görülen bu nevi'
içtimaî hizmetler, o zamanlarda ferdler tarafından ihtiyarî olarak görülürdü.
Bu cihetle cebhe gerisindeki gâzî işlerine ve ailelerine namusluca yardım
keyfiyetine Rasûlullah tarafından çok ehemmiyet verilmiş, bunlara da gaza etmişçesine
uhrevî mükâfat va'd edilmiştir.
[91] Bundan önceki hadîste gâzînin yokluğunda, o cebhede
düşmanla çarpışırken veya hudûdda vatanî görevini yerine getirirken ailesine
yardım ve saygı gösterilmesi öğretilmişti. Bunda da şehîd ailesi ihmâl
edilmeyip, şehîde hürmeten ailesine saygı gösterilmesi ve mümkün olursa devlet
başkanı tarafından bile hâl hatır sorulması öğretilmektedir. Ümmü Suleym, Enes
ibn Mâlik'İn anasıdır. Bunun erkek kardeşi Haram ibn Milhân Maûne Kuyusu
faciasında şehîd edilmiş idi. Rasûlullah ona hayırlı halef olmaya örnek vermiş
oluyor.
[92] Hadîsin başlığa uygunluğu "O hanût
sürünüyordu" sözündedir.
Yemâme günü, Yemâme'de
müslümânlarla yalancı Museylime'nin ordusu Benû Hanîfe kabilesi arasındaki
harbin cereyan ettiği târihtir. Bu harb, Ebû Bekr'in halifeliğinde, hicretin
onikinci yılının rebîu'l-evvel ayında vuku bulmuştu. Bu harbde müslümânlardan,
bir kısmı kurrâ olmak üzere, dörtyüzelli kadar şehîd düşmüştür. Bu şehîdlerden
birisi de hadîste adı geçen Sabit ibn Kays'tır. Sabit, Ensâr'ın sancakdân idi.
Ordu kumandanı da Hâlid ibn Velîd idi. Bu harbde Museylime, Hamza'nm kaatili
Vahşî tarafından öldürülmüş, Benû Hanîfe kabilesi tenkîl edilmiştir.
Enes'in Sâbit'e amca
diye seslenmesi, ikisi de Hazrec kabilesinden olup Sâbit'in Enes'ten daha yaşlı
olmasındandır. Sâbit'in yiğitlik ve kahramanlığı hakkında başka rivayetler de
vardır. Şehîd olduktan sonra birisine ru'yâda görünüp bâzı vasiyyetlerde
bulunmuş, bunlar yerine getirilmiştir. Öldükten sonra vasiyyeti yerine
getirilen Sabit1 ten başka hiçbir kimse bilinmiyor.
[93] et-Talîa, sefine vezninde, askerin karakoluna denir
ki, düşmanın serîre ve mik-dârına muttali' olmak için gönderilir; vâhid ve
cem'i beraberdir... buna ince karakol ta'bîr olunur; hem düşman hâline ittılâ',
hem arkasını muhafaza eder... (Kaamûs Ter.). Bugünkü ta'bîr ile, harb esnasında
düşmanın hâl ve hareketini anlamak için gönderilen keşif kolu demektir.
Hendek Harbi esnasında
Kureyş ile birlikte birçok Arab kabilelerinin İslâm aleyhinde harekete geçmeleri,
bu arada Kurayza Yahûdîleri'nin de ahdi bozmaları üzerirıe vaziyet
ciddîleşince, Peygamber bu tehlikeli keşif vazifesi için gönüllü istemişti. Bu
da'vete tekrar tekrar Zubeyr tâlib olup başarmış ve böylece havarîlik
fazîletine nâü olmuştur.
[94] Başlıktaki sorunun cevâbı müsbet olarak hadîsin
içindedir
[95] Hadîs iki şahsın beraberce sefere çıkmasının
cevazına.açıkça delâlet etmektedir.
[96] Buhârî, başlıktaki hükmü ifâde eden hadîsleri üç ayrı
sahâbîden olmak üzere getirmiş, bu arada mutâbaatları da göstermiştir. Bu
hadîsler, harb için eğitilip hazır tutulan atların değerinin kıyamete kadar
devam edeceğini haber vermiş oluyor.
[97] Buhârî başlıktaki bu hadîsi, başlığa delîl olmak için
sevketmiştir. Kıyamete kadar atların perçemlerinde hayır düğümlenmiş olunca, bu
hayırda ecir ve ganimet olunca, harbin de kıyamete kadar devam edeceğine
istidlal edilmiştir. Bu başlığı da, bu lâfza yakın bir şekilde Ebû Dâvûd ile
Ebû Ya'lâ merfû' ve mevkuf olarak Ebû Hureyre'den rivayet etmişlerdir. Buna
göre başlık dahî bir hadîs olmuş oluyor.
[98] Hadîsle başlık arasındaki uygunluk, bundan önceki
haşiyede gösterildi.
[99] Ayetin tamâmı şöyledir: "Siz de düşmanlara karşı
gücünüzün yettiği her kuvvetten ve (cihâd için) bağlanıp beslenen atlardan
hazırlayın ki, bu hazırlanma İle Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanınız olanları
ve bunlardan başka sizin bil-meyip de Allah'ın bildiği diğerlerini
korkutasınız. Allah yolunda ne harcarsanız, ecri size eksiksiz ödenir ve siz
asla haksızlığa uğratılmazsınız"(e\-Enfâ\: 60).
Bu âyette muharebe atlarının
ayrıca zikrolunması, onlara olan ihtiyâcın hiçbir zaman gitmeyeceğine delâlet
etmektedir. Nitekim bugün dünyâda en mütekâmil harb vâsıtaları meydana
getirilmiş olmasına rağmen, atlardan ve süvârî-likten henüz ihtiyâçsızhk hâsıl
olmamıştır ve olmayacaktır da (H.B. Çantay).
[100] Hadîsle başlık arasındaki uygunluk apaçıktır. Hadîs
Allah yolunda cihâd niyetiyle at besleyenlerin faziletini en güzel şekilde
anlatmaktadır.
[101] Yânî at ve eşek cins isimlerinin ferdlerini, cinsin
diğer ferdlerinden ayırmak için Özel İsimler vermenin meşrû'luğu babı.
[102] Bu hadîs biraz farklı bir metin ile Hacc fötâbı'nda
geçmişti.
Hadîsin başlığa
uygunluğu "Kendisine âid olan el-Cerâde denilen bir ata bindi"
sözündedir. el-Cerâde, o atın özel ismidir
[103] Bu hadîste de Peygamber'in el-Luhayfu isminde bir atı
bulunduğunun bildirilmesinden başlığa uygunluğu açıkça bellidir.
[104] Hadîsin başlığa uygunluğu "Ufeyr denilen bir eşek
üzerinde Peygamber'in terkisinde idim" sözündedir. Çünkü eşek cins
ismidir, ona, cinsin başka ferdlerin-den ayrılması için Ufeyr ismi verilmiştir.
[105] Hadîsin başlığa uygunluğu "Bize âid Mendûb
denilen bir atı iğreti aldı" sözündedir. O at, bu isimle başkasından
ayrılmıştı. O, husûsî olarak bu isimle isimlendirilmiştir.
[106] Yânî uğursuzluk nev'inden zikredilen hadîs, umûmu
üzere midir yâhuÜbâzı ferd-lere hass mıdır, yâhud bu hadîs zahiri üzere midir,
yâhud te'vîl edilmiş midir? Bunun tafsili şöyledir:
[107] Şu'm lâfzı uğursuzluk, hayırsızlık ma'nâsmadır; bunun
zıddı Yumm yânî kutluluk, uğurluluktur. Arablar Câhiliyet devrinde kadında,
atta, evde uğursuzluk bulunduğuna i'tikâad ederlerdi. Bunun için İbnu'l-Arabî:
Bunlarda uğursuzluk iddiası Câhiliyet âdetine dayanır, yoksa hılkî bir
uğursuzluk mevcûd değildir, demiştir. Hadîste bu üç şeyin husûsî olarak
zikredilmesi, insanların bunlarla sıkı ve daimî ilgili bulunmalarmdandır.
İnsanoğlu içinde oturacak bir evden, birlikte yaşayacak bir eşten, kullanacak
bir hayvandan ihtiyâçsız olamaz. Bunlara pek yakından ve sıkı bir surette
bağlıdır, işte bu sebebden bu üç şey husûsî olarak zikredilmiştir, yoksa
Câhiliyet'te uğursuz sayılan kılıç ve dil gibi başka şeyler de vardır.
O hâlde bu hadîsteki
uğursuzluk telâkkîsi Câhiliyet âdetini hikâyeden ibaret olup, İslâm i'tikâadı
değildir. Bu tevcîhin delillerinden biri şudur:
Tahâvî'nin rivayetine
göre Âişe'nin huzuruna Benû Âmir'den iki kişi gelerek:
— Ey Mü'minlerin Anası! Ebû Hureyre,
Rasûlullah'ın "Kadında, evde, atta uğursuzluk vardır" dediğini haber
veriyor; siz ne dersiniz? diye sormuşlar.
Bunu işitince Âişe son
derece öfkelenerek:
— Kur'ân'ı Muhammed'e
gönderen Allah'a yemîn ederim ki, kat'iyyen Ra-sûlullah böyle birşey
söylememiştir. O, yalnız Câhiliyet ahâlîsinin kadında, evde, atta uğursuzluk
i'tikâad ettiklerini bildirmiştir, demiştir.
Âişe'nin bu cevâbı,
konumuz olan İbn Umer hadîsindeki Peygamber'in sözünün yalnız Câhiliyet
âdetini ve telâkkîsini hikâyeden ibaret olduğunu bildirir.
İbnu Abdilberr,
Tahâvî'nin rivayet ettiği hadîsi getirmekle beraber, Âişe'nin bu uğursuzluk
inancını el-Hadîd; 22. âyetini okuyarak da reddettiğini bildirmiştir. Yânî
Levhi Mahfûz'da yazılı olan hâdiselerden kurtulmak mümkün değildir; bunlarda
meskenin, şahsın hiçbir te'sîri yoktur.
[108] Bu Sehl İbn Sa'd hadîsi, bundan önceki-İbn Umer
hadîsinin ma'nâsım en iyi ta'yîn etmektedir: Bu hadîsin birinci kısmı olan
"Eğer uğursuzluk olsaydı" şart cümlesi, bu üç şeyde uğursuzluk
olmadığını pek açık olarak ifâde etmektedir. Bunlarda uğursuzluk olmayınca, başka
şeylerde de olmaz.
[109] Hadîsin başlığa uygunluğu "Atlar üç nevi' insan
için üç türlüdür" sözündedir.
Başlıkta zikredilen
âyet de atların yaratılış hikmetini ifâde etmektedir. Hadîs, Şirb Kitâbi'nda
geçmişti. Burada ise hadîs başlığa delîl olmak üzere daha kısa bir metinle
getirilmiştir.
[110] Hadîsin başlığa uygunluğu "Ona kamçısı ile bir
vuruş vurdu" sözündedir. Vurucu, Rasûlullah'tır; vurulan da başkasının
hayvanıdır ki, o da Câbir'in devesi-dir. Rasûtullah, Câbir'e yardım etmek ve
ona şefkat için hayvanına vurmuş idi.
[111] Râşid ibn Sa'd 113'te ve sahîh olan 118 hicrî yılında
vefat etmiş bir tabiî âlimidir. Buhârî'de bu tek haberinden başka haberi
yoktur.
[112] Hadîsin başlığa uygunluğu "Mendûb denilen bir atı
iğreti alıp ona bindi" sö-zündedir. Bu hadîs, daha evvel de geçmişti.
[113] Hadîs, Peygamber'in süvariye üç pay, piyadeye bir pay
verdiğini bildirdiği için, başlığa uygunluğu meydandadır.
[114] Bâzı nüshalarda Mâlik'in bu sözü hadîsin baş tarafına
konulmuştur. İbn Battal dedi ki: Âyetle hüccet getirmenin vechi şudur: Allah
atlara binme ni'metini hatırlattı, Rasûlullah da atlara pay verdi; at ismi de
hem ağır yük hayvanına, hem de hecîne yânî âdi beygire vâki' olur. Bu ve
benzeri hadîslerden dolayı Mâlik, Şafiî, Ahmed ibn Hanbel, Ebû Yûsuf, Muhammed
ve âlimler cumhuru, süvari için üç, piyade için bir pay esâsını kabul
etmişlerdir.
Ebû Hanîfe İse diğer
hadîslere dayanarak biri atına, öbürü kendisine âid olmak üzere süvari mücâhid
iki pay alır demiştir.
[115] Hadîsin başlığa uygunluğu "Ebû Sufyân
Peygamber'in bindiği katırın gemini tutuyordu" sözündedir.
Huneyn, Mekke İle Tâif
arasında bir vâdînin adıdır. Mekke'den üç gecelik mesafede ve Tâif
yakınındadır. Huneyn Harbi, hicretin sekizinci yılı Şevvâl'İ-nin beşinci günü
vuku buldu. Bu sekizinci yıl Ramazân'ının yirmisinde Mekke fetholundu. Bu büyük
zaferden ve İslâm hâkimiyetinin Kureyş ve dolayısiyle bütün Arablar üzerinde
kurulmasından endîşe eden Hevâzin ile müttefiki olan Sakîf kabileleri harekete
geçmiş, Arab'ın en cenkçi ve kalabalık olan bu kabileleri bütün aileleri ve
mallarıyle Huneyn vâdîsinde mevki' almışlardı. Peygam ber bunu haber alınca
Mekke Fethinde bulunan onbin kişilik aslî kuvveti ve Mekkelİler'den katılan
kuvvetle bunların üzerine yürüdü. Hadîste bildirilen kısa bir bozgundan
sonra Peygamber'in cesur tutumu ve mükemmel idaresi ile neticede zafer
kazanıldı.
[116] er-Rikâb, üzengiye denir ki, at eyerinde olur, nitekim
palana takılan İp ve kayış üzengiye et-öarz denir (Kaamûs Ter.).
Hadîsle başlık
arasındaki uygunluk el-Ğarz İsminde açıktır. er-Rikâb da el-Ğarz ma'nâsmadır;
bunun için Buhârî onu da başlığa katmıştır yâhud da bu iki ismin eşdeğerli
olduğuna İşaret etmiştir,
[117] Hadîsin başlığa uygunluğu apaçık bellidir.
Bu hadîste
Medîneliler'in bir gece korku hissettiklerinde Peygamber'in Ebû Talha'ya âid
bir atı iğreti alıp binerek çabucak sesin geldiği tarafa doğru sürdüğü ve
herkesten öne geçip durumu ve korku sebebi birşey bulunmadığını anlayıp geri
döndüğü ve dönüşte sahâbîleri karşılayışı anlatılmıştır. Bu hadîste
Peygamber'in alçak gönüllülüğü ile mükemmel biniciliği görülmektedir.
[118] Yânî Rasûlullah'ın bereketi sebebiyle bundan sonra
hiçbir at bu atla koşmaya takat yetiremedİ. Bunda Peygamber'in bir mucizesi
vardır. Hadîsin başlığa uygunluğu "Yavaş yürüyen yâhud kendisinde bir
yavaşlık bulunan bir ata bindi" sözündedir.
[119] Hadîsin başlığa uygunluğu "iki yerde atları
koşturttu" sözündedir. Çünkü koş-turtmakta, yarışma ma'nâsı vardır.
[120] Buhârî bu ikinci senedle, an'ane ile olan birinci
senedin hilâfına Sufyân es-Sevrî'nin kendi şeyhinden tahdîsini açıkça beyân
etmek istemiştir.
Seniyyetu'1-Vedâ,
Medine'nin yanıbaşında bir boğazdır ki, yolcular oraya kadar geçirildiği için
bu adı vermişlerdir. el-Hafyâ yâhud yâ'nın öne geçmesiyle el-Hayfâ, beş, altı,
bir kavle göre yedi mil ötede bir yerdir. Benû Zurayk Mescidi, Hazrecliler'den
Zurayk İbnu Amir yurdundaki mescidin ismidir ki, hadîsin şevkinden daha yakın
olduğu anlaşılıyor.
[121] Hadîs, yarış için atların idmana çekilip
arıklaştırılmalannın meşruluğuna delildir.
[122] Müellif Buhârî bu hadîsi buradaki üç bâb içinde üç
ayrı yoldan z'kretti. Birincisinde atlar arasında yarış tertîb etmenin
meşruluğuna; bunun boş bir iş olmayıp, harblerde maksadları elde etmeye
ulaştırıcı ve ihtiyâç sırasında faydalanılacak makbul bir idman olduğuna işaret
etti.
İkincisiyle de sünnet
olanın, atların idman edilmesinin öne geçirilmesi olduğuna; idman yokluğunda
ise yine yarıştan çekinilmeyeceğine işaret etti.
Üçüncüsü ile de yarışın
gayesine ve koşunun başlangıç ve bitiş yerlerini bildirmenin ve yarışçılar
arasında müsâvîlik olmasının şart kılınacağına işaret etti... (Kastallânî)
[123] Buhârî bu başlık içindeki İbn Umer hadîsini Hacc
Kitâbı'nda, el-Mısver hadîsini de Şartlar Kitâbı'nda; "Cihâd hakkında
şart bâbı"nda senedleriyle tam olarak rivayet etmiştir.
[124] Hadîsle başlık arasındaki uygunluk, nâka zikrinin
el-Adbâ'yı ve diğerlerini şâmil olması yönündendir.
[125] Yânî Allah'ın bir âdeti, bir nizâmı vardır ki, ona
göre dünyâdan yükselen herbir şeyi Allah muhakkak sonunda aşağıya indirir.
Varlıklar yaratılır, gelişir, yükselir, duraklar, geriler ve çöker; bu ilâhî
bir nizâmdır, bir kaanûndur. Peygamber sahâbîlerine bu kaanûnu hatırlatıp Adbâ'nın
geçilmesinden doğan üzüntülerinin gereksizliğini belirtmiştir.
[126] Bu sonuncu senedle gelen hadîsi Ebû Dâvûd rivayet
etmiştir. Başlıktaki İbn Umer ve el-Misver hadîslerinde el-Kasvâ; onu ta'kîb
eden Enes ibn Mâlik hadîslerinde el-Adbâ isimleri gelmiştir. Bu isimlerin aynı
nâkamn isimleri olduğu daha doğrusu, aynı binek devesinin sıfatlan olduğu
anlaşılır.
[127] el-Müstemlî nüshasında böyle hadîs zikredilmeksizin,
yalnız başlık hâlinde gelmiştir. Hâlbuki buna "Ben Ufeyr denilen bir eşek
üstünde Peygamber'in redifi idim" şeklinde geçen Muâz hadîsi uygun olurdu.
Müellifin âdeti üzere o hadîsi başka bir tarîkten yazmak İçin bu başlığı beyaza
çekmiş, fakat ölüm onu bundan önce almış olması muhtemeldir. en-Nesefî de bu
başlığa ondan sonra gelen başlığı ilâve edip "Eşek üstünde gazve ve
Peygamber'in beyaz katın" şeklinde yazmıştır.
[128] Enes bunu Huneyn kıssası hakkındaki uzun hadîsinde
söylemiştir.
[129] Ebû Humeyd (R) bunu Zekât Kitâbı'nm sonlarında geçen
Tebûk gazvesi hakkındaki uzun hadîsinde söylemiştir.
[130] Bu Peygamber'in bıraktığı katır, Duldul ismindeki
katırdır. Hadîslerin başlığa uygunlukları apaçık bellidir.
[131] İbn Battal şöyle dedi: Kadınlara cihâd vâcib olmaz.
Çünkü onlar düşmanla harb yapmanın ehli değildirler. Onlardan istenen
sütrelenme ve erkeklerden yan çiz meleridir. İşte bundan ötürü hacc onlara daha
faziletlidir. Evet bununla beraber kadınların vâcib olmayarak, yânî gönüllü
olarak cihâd etmeye haklan vardır. Devlet başkam kadınlardan,hlinsâlardan,
gençlerden harbdeki geri hizmetlerde yardım isteyebilir... (Kastallânî).
[132] Bu hadîsin uzunca bir rivayeti bu Cihâd Kitâbı'nm 3.
babında 7 rakamıyle geçmişti. Bu hadîste anlatılan deniz seferi Hz. Usmân'ın
devlet başkanlığı zamanında hicrî 28 yılında Şâm Vâlîsi Ebû Sufyân'ın tertîb
ettiği ilk deniz seferlerinden biridir.
İki Akabe Bey'atı'nda
bulunan ve Hazrecliler'in nakîbi olan Ubâde ibn Sâ-mit, Peygamber'in vefatından
sonra Şam'a gönderilen ilmî hey'et içinde bulunmuş ve Hımis'ta ikaamet
etmiştir. Kıbrıs seferi açılınca Ubâde zevcesi Ümmü Haram ile birlikte evinden
çıkarak Akdeniz sahiline, Trablusşâm'a gelmiş, oradan sefere katılmış, Muâviye
ibn Ebî Sufyân da bu vapurla hareket etmiştir (Umdetu'l-Kaarî, VI, 616).
[133] Hadîsin başlığa delîlliği gizli değildir. Bu hadîs
Şehâdetler Kitâbı'nda, "Kadınların bâzısının bâzısını adaletli kılması
bâbi"nda geçen meşhur Ifk Hadîsi'nin bir parçasıdır. Orada bâzı
açıklamalar geçmişti.
[134] Buhârî kadınların cenge çıkmaları ve harb etmeleri
üzerine bâb yaptı. Hâlbuki hadîste kadınların bizzat harbe girdikleri yoktur.
Öyleyse Buhârî ya kadınların gazilere yardım etmelerini gazve kabul etmiştir,
yâhud kadınlar tedâvî ve yaralıları sulamada sabit olurlarken muhakkak
kendilerini müdâfaa ediyorlardı diye düşünmüş olmalıdır, ki bu gâlib olan
görüştür. İşte bunun için Buhârî, kadınlara harbi izafe etmiştir denildi. Ben,
iki vecih de sağlamdır dedim. Birinci vechİ Ebû Davud'un rivayet ettiği hadîs
te'yîd eder... İkinci vechİ de Müslim'in rivayet ettiği şu Enes hadîsi te'yîd
eder:
Ümmü Suieym Huneyn
bozgunu sırasında yanında taşıdığı hançerini göstererek: Ben bu hançeri bugün
için edinmişimdir. Müşriklerden birisi yanıma yaklaşırsa, bununla onun karnını
deşerim, demiştir... (Umdetu'l-Kaarî, VI, 616).
Bu hadîsten İslâm
kadınlarının cenklere katılmaları askerin yalnız geri hizmetlerine
sıkışmadığı; onların îcâbında doğrudan harb sahasında mücâhidlerin safflan
arasında da hizmet etmek suretiyle cihâda iştirak ettikleri sabit oluyor.
İslâm kadınlarının harbe
fiilen katılmaları yalnız Peygamber zamanına sıkışmış değildir. Umer'in halifeliği
zamanında meşhur Yermûk harbinde sayıca üstün Rûm askerleri bir baskın yaparak
İslâm ordugâhının içine kadar inmişlerdi. Bu sırada cengâver İslâm kadınları
kılıçlarını çekmiş ve erler gibi düşmanla cenk etmişlerdir (Kastallânî, V, 81).
[135] Hadîsin başlığa delîlliği "Çünkü Ümmü Selît Uhud
günü kırbalarını yüklenir, bize su taşırdı" sözündedir.1 "
Ümmü Kulsüm'ü
Peygamber'in kızı Fâtıma doğurmuştur. Bu sebeble Peygamber'in torunu oluyor ve
yine bu sebeble hadîste Peygamber'in kızı denilmiştir.
[136] Bu tefsîr yalnız el-Müstemlî rivayetinde gelmiştir.
Buna göre Ümmü Selît, mü-câhidlere kırba ve diğer dikilecek şeyleri diker idi
demek oluyor.
[137] Arka arkaya gelen bu 65. ve 66. bâb başlıkları ile
hadîslerin birbirine uygunlukları açıktır.
[138] Hadîsin başlığa delîlliği meydandadır. Bu, uzunca bir
hadîsin sâdece buradaki başlığa delîl olarak getirilmiş bir parçasıdır. Mağâzî
Kitâbı'nda Evtâs Harbi sırasında bu hadîs tam olarak gelecektir. Oradaki
rivayette Peygamber onun hak kında: "Yâ Allah! Kıyamet gününde Ebû Âmir
kulunu şu yarattığın insanlardan çoğunun üstünde yüksek bir makaamda
kıl!" duasında da bulunmuştur
[139] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Hadîste takdîm
te'hîr vâki' olduğu için nerede uykusuz kaldığı hususunda bir kapalılık
vardır. Bu zorluğu Müslim'in rivayeti açıklığa kavuşturmuştur: "Peygamber
Medîne'ye geldiği zaman uykusuz kalıyordu..." Bu hadîsten:
a. Devlet başkanına karşı sû'ikasd sezilirse,
onun hayâtını korumak millete borç olduğu;
b. Düşmandan sakınma ve korunma üzerinde olmanın
meşrû'luğu;
c. Sebeblere tevessülün tevekküle mâni' olmadığı
hükümleri çıkarılmıştır. Çünkü sebeblere tevessül zahirle, bedenle; tevekkül
ise kalb ile ilgili olan ayrı ayrı şeylerdir.
Tirmİzî'nİn bir
rivayetinde Âişe: "Allah seni insanlardan koruyacaktır" (el-Mâide:
68) âyeti ininciye kadar, Rasûlullah kendini korutur idi, demiştir ki, bu
rivayete göre Peygamber bu âyet geldikten sonra korunmaya lüzum görmemiştir.
[140] el-Katîfe: Sefine vezninde tüylü ve saçaklı büyük Acem
keçesine ve saçaklı kumaşa denir...
el-Hamîsa: Sefîne
vezninde bir gûnâ: siyah abaya denir ki, dört köşeli ve iki tarafı zencefli
olur, selefte bürünürlerdi... (Kaamûs Ter.)
[141] Buhârî bu hadîsi burada iki tarîkten getirmiştir.
Hadîslerin başlığa uygunlukları açıktır.
[142] Buhârî âdeti üzere Kur'ân'dakilere uygun gelen hadîs
lâfızlarını açıklayıp îzâh-lar yapmaktadır. "Tûbâ lehum"un geçtiği
âyetin tamâmı şöyledir: "îmân edip de güzel işler yapanlar; ne mutlu
onlara! (Nihayet) dönüp gidilecek güzel yurd da (onların)" (er-Ra'd: 29).
[143] Bu bâb, gazvede gâzîye hizmet etmenin faziletini beyân
hakkındadır. Bu hizmetin küçükten büyüğe yâhud büyükten küçüğe veyâhud da
yaşça denk olan kişiler arasında olması müsavidir. Bu bâbda hepsi de Enes'ten
olmak üzere üç hadîs vardır. Birincisinde büyüğün küçüğe hizmeti; ikincisinde
küçüğün büyüğe hizmeti; üçüncüsünde ise akranların birbirlerine hizmeti vardır
(Aynî).
[144] Hadîsin başlığa uygunluğu "Kişiye hayvanı ve
eşyası hususunda yardım etmek.. sözündedir. Bu hadîs küçük farkla Sulh'da da
geçmişt
[145] Hadîsin başlığa delîlliği gizli değildir. Hadîs Allah
yolundaki askeri hareketlerin, yürüyüşlerin, ta'lîmlerin dînî bakımdan büyük
değer taşıdığını en belîğ şekilde ifâde etmektedir
[146] Hadîsin başlığa uygunluğu "Benim için bir çocuk
ta'yîn et..." sözlerindedir.
[147] Hadîsin buradaki başlığa uygunluğu açıktır. Bu hadîs
uzun ve kısa metinlerle ve değişik senedlerle birçok defalar geçmişti. Hadîsle
İlgili açıklamalar oralarda verilmişti.
[148] Bu, Kİtâbu'l-Vahy'de geçen uzun Hırakl hadîsinin bir
parçasıdır. Burada bunun zikrinden maksad, Herakliyus (Hırakl)'un zaîfler
hakkında "Onlar rasûllerin tâbi'leridir" sözüdür. Bunun hüccet
getirme yolu, bunu İbn Abbâs'ın hikâye ve takrir etmesidir.
[149] Bu hadîs, harbde müslümânların zaillerinden ve
iyilerinden yardım istemenin cevazına delildir.
en-Nesâî:
"Oruçları, namazları ve duâlanyle" fıkrasını ziyâde etmiştir. Bu
şöyle tevcih edildi: Zaîflerin kalbleri dünyâ ilişkisinden boş olduğu ve
vicdanları kendilerini Allah'tan kesecek şeylerden duru bulunduğu için onların
ibâdetleri daha ihlâslı olur. Bu sebeble onlar himmetlerini bir yaparlar da
amelleri artar ve duaları icabet olunur (Kastallânî).
[150] Bu hadîsin ma'nâsma göre sahâbîler, tabiîler ve
tabiîlerin tâbi'lerinin hürmetine fetih ve zafer müyesser olacağı Peygamber
tarafından bildirilmiş ve Öylece de gerçekleşmiştir. Bunda Peygamber'in açık
bir mu'cizesi ve üç tabaka cemâatinin fazileti anlaşılmıştır. Bu üç tabaka
cemâati âhiretle ilgili hususlarda çok kuvvetli, dünyâ ile ilgili hususlarda
zaîf idiler.
Şârih İbn Battal: Bu
hadîsin sahîhliğini "Devirlerin hayır/ısı benim içinde yaşadığım sahâbîler
zamâm, sonra tabiîler devri, daha sonra tabiîlerin tâbi'leri devri gelir"
mealindeki hadîs te'yîd eder, demiştir (İbn Hacer, Aynî).
[151] Çünkü bunu ancak Allah bilir, bir de Allah'ın vahiy
yoluyla bildirdiği Peygamber'i bilebilir. Çünkü insanların niyet ve azimlerini
Allah'tan başkası bilemez.
[152] Bu, Cihâd Kitâbı'mn baş taraflarında geçen
"İnsanların en faziletlisi caniyle, maliyle mücâhede eden mü'mindir"
bâbı'n'daki hadîsin bir parçasıdır.
[153] Sâriler o yiğit kişinin Kuzmân olduğunu; onu izleyip
gözleyenin de Eksum ibn Ebu'1-Cevn el-Huzâî olduğunu bildirmişlerdir
[154] Hadîsin başlığa uygunluğu şu cihettendir: Sahâbîler
cihâd işinde bu adamın üstünlugune şâhid oldukları zaman "Eğer bu
öldürülmüş olsa, muhakkak şehîddir" diyorlardı. Sonra o kimsenin
kendisinin Allah için cihâd etmediği ve kendisini öldürüp intihar ettiği
meydana çıkınca, cihâd esnasında her öldürülene -herne-kadar ona zahirî
hükümlerde şehîd hükmü verilirse de- bu adam gibi olması İhtimâlinden dolayı
"Kesin olarak o şehîddir" denilemeyeceği bilindi (Aynî, Kastallânî),
[155] Âyetteki bu kuvvet hazırlama emri, kıyamete kadar
geliştirilip îcâd edilecek olan her türlü harb âlet ve silâhlarını, maddî ve
ma'nevî bütün harb tedbîrlerini alıp hazır etmeyi içine alır.
[156] Hadîste iki defa "Atınız" emri bulunması,
atma ta'Iîmini en güzel teşviktir. Pey-gamber'e göre Arablar'm hepsi Ismâîl
Peygamber'in çocuklarından olduklarını İbn Sa'd, Alî ibn Rebâh'tan rivayet
etmiştir. Bu cihetle Peygamber, Eşlem oğulları'na "îsmâîloğuHan" diye
hitâb etmiştir.
[157] Hadîsin başlığa uygunluğu gizli değildir.
[158] Hadîsin başlığa delîlliği açıktır. Harbeler yânî kısa
mızraklarla oyun âdî bir oyun değildir. Kılıç kalkan oyunu, cirit oyunu gibi
düşmana karşı silâh kullanmakta idman peyda etmek İçin oynanır. Düşmana karşı
hazırlık sayıldığı İçin mübâh olmuş, hattâ Mescid'de bile oynanması caiz
kılınmıştır.
[159] Çünkü Ebû Talha harb esnasında oklar atardı. Atıcı ise
iki eliyle birlikte atış yapar. Bu sebeble çok kerre atıcının kalkanı tutması
mümkün olmaz. İşte Peygamber, düşmanın onu vurması endîşesinden dolayı Ebû
Talha'ya kalkanı ile sütre yapar, korurdu.
[160] Hadîsin başlığa uygunluğu kalkan içinde su
taşınmasıdır.
Ağzın sağında ve solunda
altlı üstlü dört diş vardır ki, bunlar ön dişlerle azı dişlerin arasındadır. Bu
dört dişe Arab dilinde Rabâiye denir. Peygamber'-in Uhud günü bu dört
rabâîyeden sağ ve alt taraftaki dişleri kırılmıştı.
[161] Hadîsin başlığa uygunluğu "Geri kalanını
da..." sözleridir. Şübhe yok ki, kalkan da harb âletleri cümlesindepdir.
[162] Hadîsin bu senedle şevki, Ebû Zerr nüshasında yoktur.
[163] Bu hadîsin bâb başlığına uygunluğu, içinde atışın
zikredilmesidir. Bu kadarı jda bu hususta kâfidir.
[164] Hadîsin başlığa delîlliği gizli değildir. Siyahilerin
oynadıkları oyun, kıhç-kalkan oyunu dediğimiz oyuna benzer bir oyun olacaktır.
Yalnız kılıç yerine harbe, yânı kısa mızrak kullanırlarmış. Müslim'deki bir
rivayette, bir takım Habeşliler'-in mescidde harb oyunu oynamış oldukları ve
harbelerle hücum ederken veya onlardan korunurken sıçrayışlarının raksa benzer
bir oyun olduğu, hem de bunu bayramlarda oynamak âdetleri olduğu anlaşılıyor.
"Erfide
oğullan" Habeş kavminin lakabıdır. Bâzıları büyük dedelerinin ismidir
derler. Bir takımlarına göre Habeşliler'in rakseden soyuna denirmiş.
Dervişlerin semâ'ın
halâl olduğuna delîl edindikleri hadîs işte budur. Söz ile olsun, saz ile
olsun, mûsikî hakkında âlimlerin ihtilâfı çoktur. Kimi haram kılınmasına icmâ',
kimi halâl olduğuna icmâ' olduğunu söylemiş. Birçokları mes'-eleyi tafsil
etmiştir.
[165] Ebû Zerr'in rivayetinde "Ğafele" yerine
"Amede" şeklinde gelmiştir. "Ğafele" rivayetinin daha doğru
olduğu, bu sened ile de kuvvetlendirilmiş oluyor.
[166] Bu hadîs "Çıplak at babı" ile "Harbde
yiğitlik bâbfnda da geçmişti. Buradaki şevki daha bütündür. Hadîsin açıklaması
daha önce geçtiği yerlerde verilmişti Hadîsin burada getirilmesinden maksad
"Kılıcı boynunda olarak
fıkrasıdır. Bu fıkra, kılıcı boyuna asmanın cevazına delâlet
etmiştir.
[167] Musannifin bu başlıklardan maksadı, harb âletleri
hususunda selefin kıyafetini (modasını) ve
Peygamber zamanında kullanılan
şeyleri beyan etmektir...
(Fethu'l-Bâri).
[168] Hadîsin başlığa uygunluğu "Rasûlullah da bir
sakız ağacı altına indi ve kılıcını ona astı" sözündedir.
Bu başlığın fâidesi,
Peygamber'in yiğitliğini, Allah'a güvenip dayanışının güzelliğini, kesin
inancının doğruluğunu beyân etmek; mu'cizesini meydana çıkarmak, kendisine
sû'ikasd edeni bile affını beyân etmektir.
Vâkıdi'nin nakline göre
bu af sebebiyle o bedevî ve kabilesinden birçok kimseler müslümân olmuştur.
[169] Hadîsin başlığa uygunluğu "... Başındaki miğfer
da yarıldı..." sözündedir. Bu hadîs birkaç bâb önce de geçmişti.
[170] Başlığa uygunluk hadîsten alınır. O da Peygamber'in
Câhiliyet ahâlîsinin işle-yegeldikleri işe muhalefet etmiş olmasıdır: Câhiliyet
halkı içlerinden bîr başkan öldüğü zaman onun silâhı kırılır, hayvanı
öldürülürdü. Bazen başkan böyle yapılmasını onlara vasıyyet ederdi. Peygamber
(S) ise hadîste zikredilen şeyleri, arazînin sadaka yapılmasından başka bir
ahdi olmayarak, geride bırakmıştır... (Aynî, Kastallânî).
[171] Hadîsin başlığa delîlliği açıktır. Hadîs iki bâb önce
de geçmişti. Buhârî bu hadîsi burada iki senedle getirmiştir: Biri Ebu'l-Yemân
yolu, ikincisi de Mûsâ ibn İsmâîl yoludur. Bu bedevînin Gavres İbn Haris olduğu
bildirilmiştir. Hatîb el-Bağdâdî onu kâf ile "Gavrak" şeklinde
isimlemiştir. Hattâbî ise küçültme ismiyle "Guveyris" şeklinde
zabtetmiştir.
İbn Ebî Şeybe'nin Ebû
Seleme'den; o da Ebû Hureyre'den olmak üzere rivayet ettiği bu hadîste
"... Allah seni insanlardan koruyacaktır"" (el-MSide: 67)
âyetinin bu hâdise üzerine indirildiği açıkça söylenmiştir (Aynî).
[172] Bu, Ahmed ibn Hanbel'in Ebû Munîb el-Curaşî yolundan
rivayet ettiği hadîsin bîr parçasıdır. Tamâmı şöyledir: "Ben kıyametin
önünde, kılıçla gönderildim. Benim rızkım mızrağın gölgesinde kılındı. Zillet
ve cizye ödemek, emrime muhalefet edenler üzerine kılındı. Kim bir kavme
benzemeye çalışırsa, o, bu kavimdendir".
Bunu el-Evzâî yolundan;
o da Saîd ibn Cebele'den; o da Peygamber'den olmak üzere İbn Ebî Şeybe de rivayet
etmiştir.
[173] Hadîsin başlığa uygunluğu "Ebû Talha
arkadaşlarından mızrağını İstedi" sö-zündedir. Bu hadîs Hacc Kitâbi'nda da
geçmişti
[174] Buhârî bunu Zebâih Kitâbi'nda senediyle rivayet
etmiştir. Bu hadîslerde mızrağın faziletine, bu ümmete kıyamete kadar
ganimetin halâl kılındığına işaret vardır.
[175] Bu, Buhârî'nin Zekât Kitâbi'nda, Yüce Allah'ın
"Vefi'r-rıkaab" kavli bâbı'n-da getirdiği hadîsin bir parçasıdır.
[176] Hadîsin başlığa uygunluğu "Rasülullah bir zırh
içinde idi" sözündedir.
[177] Buhârî bu ta'lîkı Tefsîr'de el-Kamer Sûresi'nin
tefsîri sırasında senedi ile getirmiştir.
Hadîste Rasûlullah'ın
Allah'tan yerine getirmesini istediği and ve va'di şöyle
açıklanmıştır:Birincisi Allah'ın şu âyetlerdeki ahdidir:"/Inrf olsun ki
{peygamber olarak) gönderilen kıtlianmız hakkında bizim geçmiş bir sözümüz
(vardır); muhakkak onlar, behemahal onlar mansûr(ve muzafferdirler. Muhakkak bizim
ordumuz, her hâlde onlara galebe edicidirler" (es-Sâffât: 171-173).
ikincisi Allah'ın şu
va'didir: "Hani Allah size iki taifeden birinin muhakkak sizin olduğunu
va'd ediyordu, siz ise kuvveti ve silâhı bulunmayanın kendinizin olmasını arzu
ediyordunuz. Allah da emirleriyle hakkı açığa vurmayı, kâfirlerin arkasını
kesmeyi irâde ediyordu" (d-Enfâl: 7).
Bu âyette zikrolunan iki
taifeden birisi, Ebû Sufyân'm başkanlığı altında Şam'dan Mekke'ye gelmekte
olan. büyük bir ticâret kervanı; öbürüsü de Ebû Cehl'in başkanlığı altında
Mekke'den hareket eden ve müslümânlan vurmak isteyen Kureyş ordusudur.
[178] Hadîsin başlığa uygunluğu "Peygamber'in zırhının
rehin edilmiş bulunduğu..." fıkrasındadır. Müteâkib iki rivayette de bu
zırhın demirden yapılmış olduğu beyân edilmiştir
[179] Hadîsin başlığa uygunluğu "Üzerlerinde demirden
iki cübbe bulunan iki adam" sözlerindedir. Bu "cübbe" sözü,
başlıktaki "gömlek" ta'bîrine uygun düşer. Hadîs biraz farklı olarak
Zekât Kitâbı'nda da geçmişti.
[180] Hadîsin başlığa uygunluğu "Üzerinde bir Şâm
cübbesi vardı" sözündedir. Bunun, hicretin dokuzuncu senesinde yapılan
Tebûk seferinde olduğuna Enes bundan sonraki rivayetinde "Bir
gazvede" sözüyle işaret etmiştir. Bu, o târihlerde henüz küfür diyarı olan
Şam'dan Hicaz'a giden dar yenli cübbelerden idi...
[181] Hadîsin başlığa uygunluğu Enes'in "Bir
gazvede" sözündedir ki, bu harbdir. Bunlar Enes hadîsinin ayrı ayrı iki
tarîkidirler.
[182] Bunlar da Enes hadîsinin diğer tarîkleridir; başlığa
delîllikleri açıktır.
[183] Burada hadîs iki senedden getirilmiştir. Bunlarda
bıçak kullanma ve pişmiş-pişmemiş etin bıçakla kesilmesinin cevazı vardır.
Bunun Cihâd Kitâbı'rida getirilmesi, bıçağın da bir harb silâhı olmasından
dolayıdır.
[184] Hadîsin başlığa uygunluğu "Ümmetimden denizde
gaza eden ilk ordu vâcib kılmışlardır" sözündedir. Çünkü deniz harbinden
muradı Tuzlu Deniz ötesinde oturan Rûmlar'la kıtaldir. Uygunluk bir de
"Kaysar'm şehrine gaZâya gidiyorlar" sözündedir. Çünkü bununla murâd
Kostantımyye şehridir. Onlar yanında meşhur olan, bunun İstanbul diye
isimlenmesidir (Aynî).
Birincisi Muâviye
zamanında Kıbrıs'a, ikincisi yânî Kostantımyye harbi, 52 hicret yılında
Yezîd'in yaptığı gazvedir. Bu gazvede Ebû Eyyûb el-Ensârî öldü. O,
Kostantımyye kapısının yanında gömülmesini ve kabrinin dümdüz, belirsiz
edilmesini vasiyyet etmişti. Vasiyyeti böylece yerine getirildi. Sonra
Rûmlar'ın onun kabri ile yağmur duası yapar oldukları söylenir (Fethu't-Bârî).
[185] Hadîsin başlığa uygunluğu "Yahûdîler'le kıtal
yaparsınız" sözündedir.
[186] Bu hadîste müslümânların dîninin îsâ'nın inmesine
kadar bakî olacağına işaret vardır. Çünkü Deccâl ile mukaatele edecek ve onun
beraberindeki Yahûdîler'in köklerini kazıyacak olan odur (Kastallânî).
Yahûdîler Hakkında Bir
Özetleme
İsrâîl oğullan
Kur'ân'ın işaretine göre olan takvîmin ilk çağlarında bütün âlemlere üstün
kılınmış büyük bir millettir. Kendilerinden birçok büyük pey-/ gamberler
gelmiş, bazen büyük devletler de kurmuşlardır. Fakat çok uzun devirler süren
târihlerinde Allah'ın kendilerine olan ni'metlerine zaman zaman nankörlükler
yapmışlar; hattâ bazen peygamberlerini bile öldürme cürümlerinden
çekinmemişlerdir.
Buhtu Nassar
(Buhtunnasır) M.Ö. 580'de Beytu'l-Makdis'i tahrib edip İsrail Devleti'ne son
vermiş, halkı Bâbil'e sürgün etmiş, 530 yılına kadar elli sene orada sürgün
yaşamışlar. Sonra Farslar'dan Erdeşir Behmen tarafından kurta-■; rıhp Kudüs'e dönmüşler. îsrâîl oğullan yine
toplanmış ve İran tâbiiyyetinde ma--ı
hallî bir hükümete nail olmuşlardı. Bilâhare Yunanlılar'ın ve daha sonra
Ro-■A malılar'ın idaresine
geçtiler. Zekeriyyâ ve Yahya Peygamber'! o zaman şehîd
; etmişlerdi.
îsâ'nın çıkışından kırk
sene kadar sonra Kudüs'ün ve Beytu'l-Makdis'in ikinci tahribi vâki' oldu. Bu
hâdise Roma kayserlerinden Neron'un halefi Ospas-yanos zamanında başlamış ve
zikrolunduğu üzere oğlu Titus tarafından tamamlanmıştır. Bu tahrîb, bir daha
dönmemek üzere Yahûdî devletinin tamamen zevali ve îsrâîl oğulları'nın her
tarafa sürgün edilmeleri neticesini vermiştir... (Hakk Dîni, I, 472-475; IV,
3161-3164).
Peygamber'İn Medine'ye
gelmesiyle İsrâîl oğulları'na kitâb'lannda geleceği haber verilen son
peygambere uymaları çağırışı yapılmış, bunu da reddedip hainliklere girişmeleri
yüzünden Medine civarındaki Kaynukaa, Benû Nadîr ve Kurayza kolonileri
dağıtılıp sürgün edilmişler, cezaya çarptırılmışlardı.
İkinci Dünyâ Harbi
içinde Alman devletinin başı Hitler tarafından uğradıkları ceza da pek çetin
olmuştur.
1870 yıl kadar bütün
yeryüzüne dağılmış, her tarafta insanlığın horlamasına uğramış olan bu millet,
nihayet İkinci Dünyâ Harbi sonunda bâzı devletlerin yardımı ile 1948'de yeniden
bir devlet olarak dünyâ sahnesine çıkmıştır. Târîhte akma tapan ve bütün
milletlerden fazla tüccar olan bu milletin devlet kurmasından sonra da
fesâdları, cinayetleri, entrikaları sürmektedir. Bir gün bütün insanlığın bu
millete karşı hadîste haber verilen umûmî nefrete ulaşacağı akla uygun
gelmektedir.
[187] Aynî bu başlığı: "Yânî bu bâb, müslümânların
Türk'ün beraberindeki kıtallerini beyân hakkındadır ki, o, kıyamet
alâmetlerindendir" şeklinde açıklamıştır.
[188] Bu hadîsin başlığa uygunluğu "Yüzleri geniş"
sözündedir. Çünkü bu Türk'ün vasfıdır. Buhârî bunu Peygamberlik Alâmetleri
Kitâbı'nda da getirmiştir, lbn-Mâce İse Fitneler'de getirmiştir (Kastallânî).
[189] Bunun başlığa uygunluğu, geçen hadîsin uygunluğundan
daha açıktır. Çünkü Türk lâfzının açıkça söylenmesi vardır (Aynî).
Bu hadîslerin benzerleri
Müslim; Filen ve Eşratu's-Sâat, 62 "2912"den 66 rakkamlı hadîslerinde
de verilmiştir.
[190] Bu babın hadîslerinde anlatılan kavim de geçen bâbda
anlatılan kavimdir. Bu vasıflar da onların, yânî Türk kavminin vasıflarıdır.
[191] Hadîsin başlığa uygunluğu ''Peygamber -sabit durup-
hemen bineğinden indi ve Allah'tan yardım istedi" sözündedir.
Huneyn, Mekke ile Tâif
arasında ve Tâif'in yakınında bir vâdînin adıdır. Mekke'ye üç mil mesafede ve
Arafat Dağı'nın arkasındadır. Huneyn harbi hicretin sekizinci yılı şevvalinin
beşinci günü vuku' buldu. Huneyn vadisinde pusulara gizlenmiş olan Hevâzin
okçularının şiddetli ok hücumuna uğradıklarında fena hâlde bozuldular ve
sahâbîlerde umûmî bir kaçma oldu. Herkes korkup sarsıldığı sırada Rasülullah
tamâmiyle azim ve irâdesine sâhib tam bir yiğitlik timsâli kesilmişti.
Rasûlullah'ın bu metin azmi, ordunun sağ kanadım bir derece yerinde
tutabilmişti. Bu sırada gür sesli olan Abbâs vâsıtasıyle: Ey Akabe'de bey'at
eden Ensâr! Ey Rıdvan ağacı altında söz veren sahâbîler!.. diye da'vet etti.
Lebbeyk diyerek döndüler ve Rasûlullah'ın yanına koştular. Bozulmuş asker bu
suretle toplandı. Harb saffını düzeltti, yeniden harbe girişildi, sonunda zafer
kazanıldı.
[192] Hadîs ile başlık arasındaki uygunluk "Allah
onların evlerini ve kabirlerini ateş doldursun" sözündedir. Çünkü evlerini
yakmakta nefislerine sarsıntının son derecesi olur.
[193] Başlığa uygunluğu "Yâ Allah! Mudar aleyhine
baskını daha da şiddetlendir" sözündedir. İsmâîl Peygamber'in evlâdı olan
Arab kabîleleri Mudar ve Rabîa adlanyle iki büyük kola ayrılıyor. Kureyş,
Mudar'ın en hâlisidir. Bunlar gibi Hicaz'ın doğusunda oturan Huzayl, Esed,
Temîm, Dabbeh, Muzeyne gibi ka-bîleler de henüz kâfir ve Allah Rasûlü'ne
muhâsım idiler.
[194] Başlığa uygunluğu "Yâ Allah! Sen onların
topluluklarını bozup kır ve onları sars.'" sözündedir. Bu hezîmet duasında
topluluklarının dağılması bulunmakla beraber nefislerinin selâmette kalması
vardır. Bu da tevbe etmeleri ve İslâm'a girmeleri umudunu ihtiva eder
(Kastallânî).
[195] Hadîsin başlığa uygunluğu "Yâ Allah, Kureyş'i
Sana havale ederini.. " sözlerinden alınır. Bunun ciheti açıktır.
[196] Hadîsin başlığa uygunluğu "Ve aleykum( = Sizin
üzerinize de olsun)" sözünden alınır. Çünkü bunun ma'nâsı "Sâm, yânî
ölüm size de olsun" demektir. Bu ise Peygamber tarafından yapılmış bir
duadır.
[197] Hadîsin başlığa uygunluğu, Peygamber'in Rûm Meliki
Kaysar'a mektûb gönderip içinde Kur'ân'dan tam bir âyet yazması ve bununla
onlan hidâyet yoluna çağırması yönündendir. Mektubun tamâmı iki bâb sonraki
uzun Hırakl hadîsi içinde gelecektir.
[198] Yânı Peygamber'in müşrikleri alıştırmak için onlar
lehine Allah'ın onları hidâyet etmesini duâ eylemesi babı.
[199] Başlığa uygunluğu son fıkrasındaki duadır.
Peygamber'in aleyhte duâ etmesi İstenmişken, ümmetine re'fet ve şefkatinin
kemâlinden ve büyük ahlâkından dolayı, onlara hayır duâ etmiştir.
[200] Hadîsteki ifâdeler başlıktaki hususların bâzısına
delâlet etmektedir. Bunların hangi şey üzerine öldürülecekleri fıkrasının
delili ise, bundan sonraki bâbda, Alî'den gelen hadîstedir. Buhârî bu fıkra
ile onu işaret etmiştir.
[201] Başlığa uygunluğu "Peygamber Kisrâ'ya mektubunu
gönderdi..." sözündedir. Bu hadîste Kelâm ve kitabetle İslâm'a da'vet
vardır. Kitabet, nutk yerine geçer.
Peygamber'in mektubunu
götüren ilk muhacirlerden Abdullah ibn Huzâfe es-Sehmî'dir. Bahreyn Meliki
Munzir ibn Sâvâ, Kisrâ da Husrev Pervîz idi.
Peygamber'in bu bedduası
kabul olunmuş, Husrev Pervîz, oğlu Şirveyh tarafından karnı deşilerek
öldürülmüştür. Ondan i'tibâren İran'ın ikbâli döndü, Hz. Umer zamanında
tamâmiyle yıkıldı.
[202] el-Mâide: 116 ile et-Tevbe: 31. âyetleri de bunun
benzeridir.
[203] Dıhye ibn Halîfe el-Kelbî, sahâbîlerin en güzeli ve en
kibar bir sıması İdi. Birçok kerreler Cibril, onun suretinde Peygamber'e vahiy
getirmiştir. O devrin en büyük devletinin başkanına böyle kibar, yakışıklı,
gayet güzel bir elçi gönderilmesinde son derece yüksek bir seçme güzelliği de
vardır.
O zamanki Busrâ emîrinin
ismi Haris İbn Ebî Şemir el-Gassânî'dir. Mektubu emirden alıp Hırakliyus'a
götüren, meşhur Hâtem Tâî'nİn oğlu Adiyy idi. Dıhye ile birlikte Kaysar'ın
yanına gitmişlerdi. Bezzâr'ın Müsned'mde rivayet edildiği üzere, mektubu
Kaysar'ın eline sunan, Dıhye'dir.
[204] Bu yalan fıkrasının tam tercemesi şöyledir:
"İnsanlara karşı yalan söylemeyi bırakmamış olan kimse (sonradan) Allah'a
karşı da yalan söylemeyi bırakmaz olduğunu bildim". Metinde verilen
terceme buna denk ve daha açık olduğu için tercih edilmiştir.
[205] Hadîsin başlığa delîlliği meydandadır. Bu hadîs küçük
lafız farklanyle Vahy Ki-tâbı'nda da geçmiş ve ilgili açıklamalar orada
verilmişti. Müslim Tercemesi, V, 411-421'de de
bâzı rivayetler ve açıklamalar; ve haşiyede de diğer devlet başkanlarına
gönderilen mektûbların metinleri ve tercemeleri verilmişti.
[206] Hadîsin başlığa uygunluğu, "Harbden evvel onları
îs/âm'a çağır!" fıkrasıdır
[207] Başlığa uygunluğu "Rasûlullah ezan işitirse
harbden kendini tutardı" sözünden alınır. Çünkü başlık "Harbden
evvel İslâm'a da'vef'tir. Ezan ise onların hâlini beyân eder. Yânî o kavme
İslâm da'velinin ulaşıp ulaşmadığını, ezanın okunup okunmaması ortaya kor.
Rasûlullah'm o vakte kadar baskın yapmayıp beklemesi de durumu aydınlığa
kavuşturmak içindir.
[208] Bu hadîs de bundan önce geçen 153 rakamlı hadîsin
başka bir yolla gelenidir. Buhârî bu hadîsin burada iki senedini de
göstermiştir. Hadîsin son fıkrası es-Sâffât: 177. âyetinin lâfzına yakındır.
[209] Hadîsin başlığa uygunluğu, Peygamber'in insanları
İslâm'a da'vetİ ve insanlarla Tevhîd Kelimesi'ni söylemelerine kadar savaşması
yönündendir.
Hadîsin îmân
Kitâbı'ndaki rivayetinde "Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğunu i'tiraf
etmelerine kadar" fıkrası da vardır. Zâten Tevhîd Kelimesi bu fıkrayı da
zımnen içine almaktadır.
Hadîs bu İki fıkrayı
söyleyip kabul ettiklerinde harbin kaldırılacağını ifâde etmektedir. Bu hususta
başka tafsîller de verilmiştir.
[210] Buhârî Umer'inkini Zekât'ta; oğtununkini de îmân'da getirmiştir.
[211] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır.
Tevriye edebiyatta
mütekellimin uzan yakın iki ma'nâya ihtimâli olan bir lâfzı zikredip, muhatabın
zihnine yakın ma'nâyı düşündürerek, mütekellimin uzak ma'nâyı kasdetmesidir.
[212] Bu hadîs de bundan öncekinin başka bir rivayetidir.
[213] Bu hadîs dahî bundan önceki senedle Abdullah
İbnu'l-Mubârek yoluyla mev-sûldür.
[214] Bu da Enes hadîsinin başka bir yoldan diğer bir
rivayetidir.
[215] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Hadîs Hacc
Kitâbı'nda da geçmişti.
[216] Bu, Buhârî'nin Hacc Kitâbı'nda tamâmını getirdiği
hadîsin bir parçasıdır. Bu parça başlıktaki cevaz hükmüne açıkça delâlet edip
kuvvetlendirmektedir.
[217] Hadîsin başlığa uygunluğu: "Bizler zu'1-ka'deden
kalan beşinci günde (yânî yirmibeşinde) Medine'den Rasûlullah'ın beraberinde
yola çıktık..." sözlerindedir. Çünkü bu târîh ayın sonudur. Bu hadîs de
Hacc Kitâbı'nda, "Kişinin kadınları adına sığır kurbânı kesmesi bâbf'nda
geçmişti.
[218] Hadîsin başlığa delîlliği açıktır. Hadîsin sonunda
Buhârî "Bu" işaret ismi ile ez-Zuhrî'nin mezhebini işaret etmiştir
ki, o da şöyledir: Seferin ramazânda başlaması oruç tutmamayı mübâh kılmaz.
Çünkü o evvelinde ramazâna erişip hazır olmuştur. Buhârî: Rasûlullah'm
fiilinden sonuncusunun hükmü alınır. Çünkü sonuncusu evvelkini neshedicidir.
Rasûlullah da Kedîd'e yarınca orucu bozmuştur... demiştir. Rasûlullah'm oruç
bozma sebebi sefer, değil, gazadır; çünkü seferde oruç tutmak ve tutmamak
muhayyerdir. Eğer tutulursa günün orucunu tamamlamak vâcib olur. Oruç za'fa
sebeb olursa, mücâhıd için orucu bozmak caiz olur. İşte bu hüküm Rasûlullah'm
bu son fiilinden alınır. Bu konular Oruç Kitabı'nda geçti.
[219] Başlığa uygunluk noktası "Veda etmek üzere
Rasûlullah'a geldik" sözündedir.
et-Tevdî': Tef'îl
vezinde yolcu, kalan kimseleri ve kalan kimseler yolcuyu esenlemek
ma'nâsmadır... (Kaamûs Ter.).
[220] Çünkü Hâlık'a ma'siyette mahlûka itaat yoktur, itaat
ancak ma'rûftadır
[221] Buhârî hadîsi burada iki senedle sevketmiştir. Birinci
hadîs Taharet ve Cumu-a'da geçen hadîsin bir parçasıdır. İkinci hadîsin başlığa
uygunluğu "İmâm bir kalkandır..." fıkrasındadır. Buradaki
"Verâ" kelimesi lügatte arka ve ön raa'-âsına kullanılır.
[222] Hadîsin başlığa delîlliği "Harbde sabır ve sebat
etmek üzerine onlarla bey'at yaptı" fıkrasından alınır. Çünkü sabır üzere
bey'atlaşma, harbde kaçmamaktan ibarettir.
Kur'ân'da adı zikredilen
o mübarek ağacın aradan uzun zaman geçmeden unutulup belirsiz olması, sonra bu
unutulmanın İbn Umer gibi bir sahâbî âlimi tarafından "İlâhî bir
rahmet" sayılmasının sebebini, Nevevî: "Altında hayır cereyan etmesi, sekîne ve Rıdvan inmesi
dolayısiyle müslümânları fitneye düşmekten korumaktır..." diye
belirtmiştir. Hakîkaten Müslümanlığın yükselme devri Hu-deybiye barışı ile
başlar. Bu barışın da müstenedi bu ağaç altında yapılan Rıdvan Bey'atı'dır. Bu
kadar mühim bir vak'anm kendi altında cereyan ettiği bilinen ağaç unutulmamış
olaydı, İnsanlar ona muhakkak bir kudsîlik yükleyecek; ler ve taabbud
edercesine ona ta'zîm edeceklerdi. Bu da Tevhîd Dîni'ne aykırıdır.
[223] Rasülullah İle diğer kumandanlar arasındaki fark
şudur: Rasûlullah her müslü-mâmn kendi nefsini ona feda etmesine hakk kazanır,
diğerleri ise böyle değildir. Onun İçin Abdullah ibn Zeyd metindeki cevâbı
vermiştir.
[224] Hadîsin, başlıktaki "Bâzıları ölmek üzere bey'at
demiştir" kısmına delîlliği son fıkrada apaçık meydandadır.
Bundan iki hadîs önce
geçen 165 rakamlı Abdullah ibn Umer hadîsinde bey'at maddesi "Harbde
sebat edip dönmemek üzerine"; bu Seleme hadîsinde ise 'ölmek üzerine"
diye belirtilmiştir. Bu iki şart arasında hakikatte bir ayrılık lyoktur. Çünkü
Seleme hadîsinde "Ölmek üzerine bey'at" demek, ölüm tenli--[ keşi
muhakkak olsa bile dönmemek ve kaçmamak Üzere bey'at demektir. Yok-!j sa Ölümün
muhakkak surette vukü'u istenmiş değildir. Bu suretle her iki rivayet (bir ma'nâyı
ifâde etmiş oluyor.
Seleme ibnu'1-Ekva',
sahâbîlerin en yiğidi ve harbde en sebatlı sîmâlarm-t dan birisi idi. Bundan
ötürü Peygamber kendisini ikinci bey'atle lutuflandırmiştır.
[225] Başlığa uygunluğu "Diri olduğumuz müddetçe cihâd
etmek üzere..." sözünden alınır. Çünkü bunun ma'nâsı onların harbde asla
Peygamber'den kaçmayacaklarına döner. Bu hadîs Cihâd Kitâbı'nın evvellerinde
"Kıtal üzerine teşvik bâ-bı"nda da geçmişti.
[226] Başlığa uygunluğu "Cihâd etmek üzere... "
sözünden alınır. Çünkü onların cihâd üzerine bey'atlaşmalan, ancak harbden
kaçmamaları üzerine olmuştur.
[227] Bu başlıkta âmme velayetini hâiz olan hükümetle
ferdler arasındaki münâsebetlere ve haklara işaret edilmiştir ki, bu, İslâm
idare hukukunun dayandığı en umûmî ve en esaslı bir kaaidesidir. Buna delîl
olarak getirilen hadîsin mazmunu daha husûsîdir; askerlikte kumandan ile
askerler arasındaki itaat ve nizâm mes'elesine dâirdir.
[228] Hadîsin başlığa uygunluğu "Sayamayacağımız (yanî
takat getiremeyeceğimiz) birçok işler hakkında kesin ve şiddetli emirler
verir..." sözünden kıyas yoluyla alınır. Çünkü hadîsin İçindekiler
askerin, üstüne, kumandanına karşı mutlak itaati; kumandanın da
maiyyetindekilere takatleri dışında ağır vazifeler ve şiddetli emirler
vermemesi m es'eteleridir.
Askerî disiplinde ve İdarî
hukukta bu karşılıklı iki hakk ve vazîfe çok nâzik ve mühim bir mes'ele
olduğundan, soranın bu suâli karşısında îbn Mes'ûd gibi bir sahâbî âlimi bile
ne cevâb vereceği hususunda tereddüd göstermiş, sonra Pey-gamber'in sîretini
dikkate alıp cevâbı onunla istidlal etmiştir.
[229] Hadîsin başlığa delîlliği "Güneş ortadan
meyledinceye kadar beklerdi" sözünden alınır. Bu beklemenin hikmeti,
çünkü rüzgârlar ekseriya güneşin meylinden sonra eser ve bununla da silâhların
ve harbin keskinliğinin serinlemesi ve çevikliğin artması meydana gelir.
Başlıktaki hadîse yakın bir metni Tirmizî Nu'mân ibn Mukrin hadîsinden olmak
üzere rivayet etmiştir (Aynî).
Bu hadîs, biraz farklı
olarak "Cennet kılıçların parıltısı altındadır bâbı"n-da da geçmişti.
[230] Hadîsin başlığa uygunluğu "Yâ Rasûlallah, ben
yeni evliyim, dedim ve kendisinden İzin İstedim; o da bana önden gitmeye izin
verdi" sözlerindedir.
Buhârî bu hadîsi
Sahîh'inin. yirmi yerinde getirmiştir.
[231] Çünkü bu belli bir iştir, bunda bir aldatma yoktur;
bir çekişmeyi gerekürici değildir. Hadîsin sonunda getirilen bu kısım,
el-Mugîre'ye ulaşan bir senedle ulan-mıştır; kopuk değildir.
[232] Buhârî bununla, bundan önce zikredilen Câbir hadîsini
kasdetmiş ve bu hadîsin tekerrüründen dolayı da bu mikdârı zİkr ile
yetinmiştir.
[233] Buhârî bu hadîsi Hemmâm tarîkinden Humus (Beşte bir)
Kitâbı'nda getirmiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Peygamberlerden bir
peygamber gazaya gitti de: Lir kadının bıd'ına mâlik olan hiçbir erkek buna
tâbi' olmasın, dedi". Bu sözüyle o adamın kadınla zifafa girmesini
kasdediyordu. Buhârî o hadîsi burada sevketmeyip, sâdece işaretle yetindi.
Çünkü Buhârî bir hadîsin çıkış yeri bir olduğu zaman, onu aynen iki yerde
tekrar etmemek âdeti üzerine yürümüştür.
Zifaftan sonra gazaya
giden kişi, gönlünü cihâda tam veremeyip zevcesine bağlı olacaktır.
[234] Hadîsin başlığa uygunluğu ma'nâsından alınır. Hadîs
bâzı farklarla daha önceleri de birkaç defa getirilmiştir.
[235] Bu, bundan önce zikredilen Enes hadîsinin başka bir
senedle rivayetidir. Başlığa delîlliği bellidir.
[236] Yânî korkunun vukû'u sırasında imâmın yalnız olarak
tek başına keşif ve tedbîr için çıkması hakkında gelen hadîs babı.
Bu başlık hadîssiz
olarak sabit olmuştur. Kirmânî: Bunun fâidesi, Buhârî-nin şartıyle birşeyin
sabit olmadığını bildirmek yâhud buraya bir hadîs katmak için başlığı yazdı,
fakat böyle bir hadîse tesadüf etmedi yâhud da bundan evvel geçen hadîsle
yetindi, şeklinde belirtmiştir., (Aynî).
[237] Buhârî bunu, ma'nâsıyle Mağâzî'de, Mekke fethi
gazvesinde senedli olarak getirmiştir
[238] Bunu İbnu Ebî Şeybe senedli olarak rivayet etti.
Buhârî de Târihimde bu yol ile rivayet etti.
Umer bu sözleri bir
mektubunda yazmıştır. Bu sözler bir iş yapmak üzere Beytu'l-Mâl'den bir mal
alan kimse, o işi İhmâl ettiğinde, önceden aldığı o malın ondan geri
alınacağına delâlet eder.
[239] Bu sözler, Tâvûs'Ia Mucâhid'in gazve yapmak yolunda
birşey almayı kerîh görmediklerine delâlet eder.
[240] Hadîsin başlığa delîlliği, Umer'in Allah yolunda
üzerine bir mücâhid bindirdiği at, cihâda giden kişiye bu cihâd işi için hibe
edilmiş olması yönündendir. Eğer at bir habs olmuş olaydı, satılması- caiz
olmazdı. Peygamber'in "Sadakana dönme" sözü de atın habsedilmiş
olmadığına, cihâd işine karşılık verilmiş olduğuna delâlet eder.
[241] Bu da kendisinden önce geçen hadîsin benzeridir, şu
var ki, ancak râvîler değişiktir.
[242] Hadîsin başlığa uygunluğu "Onları yükleyecek
binek hayvanı bulamıyorum" sözündedir.
Peygamber'in bunu
temenni etmesi, Rabb'inin rızâsı ve O'nun kelimesini en yüksek kılmak yolunda
kendine harcayarak, şükredicilerin derecelerinin en yükseğine ulaşmaya hırsı,
sevabının artmasına rağbeti ve ümmetinin bu hususta kendisini örnek edinip
uyması içindir (Kastallânî).
[243] Bu İsmâîlî'nin tamâmını rivayet ettiği hadîsin bir
tarafıdır. Buhârî onu burada sevkettiği kadar kısalttı. Bundan maksadı Kays'ın,
Peygamber'in sancağının sahibi olduğunu demlendirmektir.
[244] Başlığa uygunluğu "Bayrağı yarın Öyle bir kimseye
vereceğim ki, Allah onu sever" sözündedir. Çünkü bu söz, bayrağın ayniyle
bir şahsa hâss olmadığını, fakat Peygamber'in onu her gazvede istediği kimseye
verir olduğunu bildiriyor (Kastallânî).
[245] Hacûn, Mekke'de Ebû Kubeys Dağı'nın yamacında yüksekçe
bir yerdir.
Bâzı âlimler
"er-Râye" ile "el-Livâ" arasında fark vardır demişlerdir.
Bâzıları da bunları lügatte eşdeğer kabul etmişler;
farkın örfî olduğunu söylemişlerdir.
er-Râye: Sancağa
denir... Râgıb el-Müfredâfında: er-Râye, görülmek için dikilmiş alâmete denir,
İbaresiyle beyân etmekle ru'yet maddesinden i'tibâr etmiştir...
el-Liva: Bayrağa
denir... el-Livâ seraskerin bayrağına denir ki alem ve sancak olacaktır..
(Kaamûs Ter.)
[246] Buhârî Sö/ıfftJinin metinlerinde bu "Ücretli
babı" ile "Peygamber'in livası babı", hadîsleriyle birlikte
tertîb farklılığıyla gelmiştir. Cumhur tarafından rivayet edilen nüshada
"Peygamber'in livası babı" örree, "Ücretli babı" sonradır,
Yûnînî'den tashih edilerek basılan Buhârî nüshaları da böyledir. Şârih Aynî de
bu nüshayı tercîh etmiştir. Bâzı Buhârî râvîleri de bu iki babı ve hadîslerini,
bunun aksi bir surette takdim ve te'hîr ederek rivayet etmişlerdir. îbn Hacer
ile Kastallânî bu azınlığın rivayetini almışlardır.
[247] Bunları Abdurrazzâk, bu ma'nâda olarak kendilerinden
senedleriyle rivayet etmiştir. İmamların bâzısı geri hizmet ücretlileriyle
cihâd ücretlileri arasında ayırım yapmış; bâzıları da yapmamıştır.
[248] Bu Atiyye ibn Kays yedinci yılda doğdu. Muâviye
devrinde gazaya gitti, yüzo-nuncu yılda vefat etti denilmiştir.
Bu zât tabiîlerden idi,
babası sahâbîdir de denilmiştir. Bu Atıyye'nin yaptığı İş, Ebû Hanîfe, Mâlik
ve Şafiî'ye göre caiz olmaz; çünkü bu iş mechûl bir icâredir... (Aynî)
[249] Hadîsin başlığa uygunluğu "Bir hizmetçi
kiraladım" sözündedir. Ya'lâ ibn Umeyye o sırada yaşlı bir insan olduğu
ve hizmet edecek yakını bulunmadığı için bir hizmetçi tutmuştu.
[250] Câbir ibn Abdillah'm Peygamber'den rivayet ettiği bu
hadîsi Buhâri Teyemmüm Kitâbı'nın evvellerinde senediyle getirmişti.
[251] Başlığa uygunluğu "Korku salmak suretiyle yardım
olundum" sözündedir.-
"Cevâmi'u'I-Kelim
" az söz ile çok ma'nâyı İçine alan vecizelere denir. Hadîsteki İle murâd
Kur'ân-ı Mübîn'dir ki, her âyeti, her cümlesi böyle birer vecî-ze olup
Peygamber tarafından teblîğ edilmiştir. Hadîslerde de böyle vecîzeler çoktur.
Hadîste sayılan bu
şeyler Peygamber'in husûsİyetlerindendir. Bunlardan başka daha birçok
özellikleri diğer hadîslerde gelmiştir.
[252] Başlığa uygunluğu "Benû'l-Asfar'ın Meliki O'ndan
korkuyor" sözündedir. Arablar Romahlar'a "Asfar oğullan" derler.
Hadîsin bu başlık
altında zikredilmesinin bir münâsebeti de Hicaz İle Şam arasındaki mesafenin
bir ay yâhud daha fazla olmasıdır, denildi. Bu hadîs, uzun bir metin ile Vahy
Kİtâbı'nda geçmişti. Buharı sâdece buradaki başlığa delîl olan kısmını getirdi.
[253] Yüce Allah bu âyette kullarına dünyâdaki sefer için
azık hazırlamalarını emredince, onlara âhiret azığını İrşâd etti ve takvaya
tutunmalarını öğütledi.
[254] Başlığa uygunluğu "Ne yemek çıkınını, ne de su
tulumunu kendisiyle bağlayacağımız birşey bulamadık" sözündedir. Çünkü bu
söz, sefer için azık yükleyip taşımaya delâlet eder.
[255] Başlığa uygunluğu "Bizler azık edinirdik..."
sözündedir.
[256] Başlığa uygunluğu iki yerden alınır: Birincisi:
Peygamber yemekleri istedi kav-lindendir. Çünkü bu söz onların beraberlerinde
azık olduğuna delâlet eder. İkincisi de: "Yalnız sevîk getirildi"
sözünden. Bu da bir azıktır. Onlar gazvede iken yanlarında bulunmuştur (Aynî).
[257] Başlığa uygunluğu "İnsanların azıkları
hafifledi" sözündedir. Bu, Buhârî'nin Müslim'den ayrı olarak getirdiği
hadîslerdendir. Şerîket Kitâbı'nda da geçmiş idi. Bunda Peygamber'in yemek
çoğaltma mu'cizesi ve Umer'in harikulade ted-bîrliliği görülmektedir.
[258] Başlıkla hadîs arasındaki uygunluk "Bizler üçyüz
kişi olduğumuz hâlde azıklarımızı boyunlarımız üzerinde taşıyarak sefere
çıktık" sözündedir
[259] Başlığa uygunluğu "Sen git de Abdurrahmân seni
bineğinin arkasına bindirsin! sözündedir.
[260] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır
[261] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Bu, Veda Haccı'na
giderken olmuştu. Bu hacc seferiyle cihâd seferine kıyâs olunmuştur
[262] Başlığa uygunluğu "Bir eşeğe bindi ve Usâme'yi de
arka tarafına bindirdi" söz-lerindedir.
[263] Başlığa uygunluğu "Usâme ibn Zeyd'i de bineğinin
arka tarafına bindirmişti" sözündedir. Buhârî bunu Namaz ve Mağâzî
Kitâbları'nda da bâzı sened ve lâfız farkhhklarıyle getirmiş ve oralardaki
başlıklara delîl yapmıştır.
[264] Hadîsin başlığa delîlliği "Bir kimseye yardım
edip hayvanına bindirmek" sözündedir. Çünkü kişiye yapılan bu bindirme
yardımı üzengiyi ve diğer şeyleri tutmayı şâmil olur.
[265] Bunu İshâk İbn Râhûye kendi Müsned'indç senedli olarak
rivayet etmiştir.
[266] İbn îshâk'ın bumutâbaasını da tna'nâsıyle Ahmed İbn
Hanbel rivayet etmiştir.
[267] Buhârî başlıktaki ve bu rivâyetlerdeki Kur'ân lâfzı
ile Mushaf kasdedildiğine bu sözü ile delîl getirmek istemiştir. Bundaki fiil
ta'lîmden olursa "Rasûlullah ve sahâbîleri düşman diyarına sefer ederler ve
orada Kur'ân öğretirlerdi" demek olur. Kur'ân öğretmek şifahî telkîn ile
olduğu gibi Mushaf'la da olur. Ve bu suretle sahâbîlerin bilenleri
bilmeyenlerine düşman illerinde Kur'ân
öğretmiş oldukları kabul edilebilir. Bu ise düşman diyarına Mushaf'la seferin
vukuunu kabul ve i'tirâftır
[268]
Rasûlullah'm Mushaf'la seferden nehyetmesi umûmî ve her hâli şâmil değildir.
Buradaki nehiy, seriyye hâlindeki çete birliklerine âiddir. Çünkü onların
duru-i | mu emîn değildir. Mushaf
götürürlerse hakaaret görmesi ihtimâli vardır. Fakat I büyük ordu
teşekküllerinde bulunan askerler için durum emîn
ve müsâid oldu-i ğundan Mushaf götürmekte be's yoktur, caizdir. Sahâbîler de
böyle müsâid va-| ziyetlerde Kur'ân öğretmekle meşgul olmuşlardır. Bu da
durumun emniyeti i hâlinde düşman diyarına Mushaf götürmenin cevazını
gerektiricidir. Bu ictihâd Ebû Hanîfe'nin mezhebidir... (Aynî'den özetle).
[269] Hadîsin başlığa delîlliği "AUâhu ekber...
"sözündedir. "Hanbet Hayberu" cümlesi ihbârî de olur, inşâî de.
Bunlara göre "Hayber harâb oldu" yâhud "Hayber harâb
olsun" denilmiş olur. İhbariye olmasını Peygamber'in onu ta'kîben
söylediği sözler kuvvetlendirir. Başlarına gelecek olanlardan habersiz Hayber
Yahûdîleri'nin sabahleyin erkenden bel, kazma, çapalarını omuzlarına koyup
tarlalarına doğru gittiklerini görünce, Peygamber bu-İlk görüşten tefe'ül ile
Hay-ber'in harâb olacağını istidlal etmiştir. Peygamber'in sözlerinin sonu
es-Sâffât: 176-177. âyetlerinden İktibas edilmiştir: ''Şimdi onlar çarçabuk
bizim azabımızı mı istiyorlar? Fakat bu onların bölgesine çökünce (öteden
beri) korkutulan onların sabahı ne kötüdür!"
[270] Bu mutâbaatı Buhârî, Nübüvvet Alâmetleri Kitâbı'nda
senedli olarak getirmiştir.
[271] Hadîsin başlığa uygunluğu, ma'nâsından alınır. Çünkü
bundaki ma'nânın hâsılı, Peygamber'in yüksek sesle zikir ve duayı kerîh
görmesidir. er-Ra'd: 10. ve 13. âyetleri de gizli aşikâr her söz ve her nevi'
temayüller Allah'ın ilminde mü-sâvî olduğunu bildirmektedir.
[272] Hadîsin başlığa delîlliği gizli değildir.
Alçak yerlerde tesbîh
etmek, Yûnus Peygamber'in balığın karnında tesbîh etmesinden istinbât
edilmiştir. Allah onu bu tesbîhi ile karanlıklardan kurtarmıştı. Peygamber de
vâdîlerin içlerinde bu tesbîhe imtisal etti ki Allah kendisini onlardan ve
düşmanın erişmesinden kurtarsın (Aynî).
[273] Hadîsin başlığa uygunluğu "Yükseldiğimizde tekbîr
ederdik" sözündedir. Çünkü bunun ma'nâsı "Yüksek bir yere çıktığımız
zaman tekbîr ederdik"tir.
Yüksek mekânlar üzerine
yükselme sırasında tekbîr getirmek, göz o yükseklik üzerine düştüğü sırada
Yüce Allah'ın herşeyden yüksek ve büyük olan Kibriya'sını bildirmek istemektir
(Aynî).
[274] Bu rivayetlerin hepsinden öğrendiğimiz şudur: Dâima
Allah'a dayanıp güvenen Peygamber, harb gibi yüksek irâdelere dayanan
seferlerde o bağlılığını arazîlerin değişmeleri vesilesiyle meydana çıkararak sahâbîlerine göstermiş ve onların
İrâdelerini zaman zaman kuvvetlendirip yükseltmiştir.
[275] Nitekim bu "İnşâallah" ziyâdesi,
"Yolcunun gazveden döndüğü zaman söyleyeceği söz bâbı"ndaki Nâfi'
rivayetinde sabit olmuştur (Kastallânî).
[276] Hadîsin başlığa uygunluğu "Kul hasta olduğu yâhud
yolculuk ettiği zaman... " sözündedir.
Şârih İbnu Battal:
"Hadîsten alman hüküm nafile ibâdetlere münhasırdır, farzlara şümulü
yoktur. Farzlar hastalık ve yolculuk gibi sebeblerle düşmezler" demiştir
(İbn Hacer, Aynî, Kastallânî).
Râvî es-Seksekî: Ben de
bunu bu suretle Ebû Burde'den işittim, demiş oluyor ki, hadîsin bu sevkediliş
tarzı, rivayet ilmi bakımından çok kıymetlidir. Çünkü böyle zaman, mekân ve
şahısların birbiriyle alâkalarının belirtilmesi, hadîsin sa-hîhlik ve
sağlamlığının delilleri ve şâhidleri sayılır.
[277] Buhârî bu konuda her iki hükmü ifâde eden iki hadîs
getirdiği için başlığı soru şeklinde yazmıştır.
[278] ez-Zubeyr ibnu'l-Avvâm, Benû Kurayza içine câsûs
olarak gitmişti. Ve bu vazifeyi yalnız başına gece gidip görmüştü. Bu vak'a,
böyle işlerde geceleyin yalnız sefer etmekte kerahet olmadığını ifâde eder.
[279] Bu İbn Umer hadîsi ise geceleyin yalnız başına sefer
etmenin kerahetine delâlet etmektedir.
Bu iki hadîs arasındaki
hüküm İhtilâfı şöyle giderilmiştir: Câbir hadîsi, yalnız olarak seferin zaruri
olduğu hâllerde, yânî casusluk ve haber alma gibi işlerde bunun caiz olduğuna
delâlet eder. Böyle bir zaruret ve iyilik sebebi olmayan hâllerde ise umûmî
olarak yalnız yolculuk etmenin kerih olduğuna da delâlet eder. İbn Umer hadîsi
de zaruret hâlleri dışında bunun kerahetini açıkça bildirir.
[280] Bu Zekât'ta, hurmayı tahmin etme babında geçen uzun
hadîsin bir parçasıdır. BuTadaki fiil hem tefa'ul, hem de tef'îl babından
olarak gelmiştir. Buna göre ma'nâda küçük bir değişiklik olacaktır.
[281] Başlığa uygunluğu "Hızlı yürür idi". Çünkü
hızlı yürümek, orta yürümenin üstünde, daha şiddetli bir yürüyüştür.
[282]
Hadîsin başlığa uygunluğu "Yolda yürüyüş kızıştığı zaman..."
sözündedir. Bu hadîs Umre'de, "Yolcuya
yürüyüş kızıştığı zaman ailesine dönüşü çabuklaştırır bâbı"nda da
geçmişti. Bu hadîslerde namazları seferde cem' etme tatbikatı da vardır.
[283] Hadîsin başlığa uygunluğu son fıkrasmdadir. Bu
hadîslerde yolcunun sefere âid işlerini bitirince ailesinin yanına dönmeyi
çabuklaştırmasının emredilmesi, aile başkanınmâile yuvasından ayrı bulunduğu
sürede aile ihtiyâçlarının birikmesi, bunları bir an önce yerine getirmesi
gayesine ma'tûftur.
"Aranızda bir sevgi
ve rahmet yapiı"(er-Rûm: 21) âyetinde va'dedilen âİle sevgisi, aile rahmet
ve saadeti bu aile reisliği vazifesinin zamanında yapılmasıy-le sağlanır.
[284] Hadîsin başlığa cevâblılığı açıktır,
[285] Bu da geçen hadîsin başka sened ve biraz farklı metin
ile rivayetidir, başlıktaki soruya açık bir cevâb vermektedir.
[286] Peygamber bu adamın cihâda katılabilmesini, ana-baba
rızâsına bağlamıştır. Bu da o cihâdın devlet tarafından umûmî seferberlik veya
husûsî surette farz olan cihâd olmadığını gösterir.
Ana baba rızâsına bağlı
olan cihâd, cihâdın mecburî veya ihtiyarî olmasına göre değişir. Bu rivayetteki
cihâdın gönüllü cihâdı olduğunda şübhe yoktur. Selef âlimlerinden birçoğu:
Devletçe bir zaruret görülmedikçe ana-babadan izin istenir; devletçe zaruret
görülünce ihtiyar yânî gönüllülük kalkar, cihâda katılmak vâcib olur,
demişlerdir.
[287] Bu hadîste çan takılması açıkça zikr ve nehyedilmemiş,
yalnız kirişten yapılan gerdanlık yâhud mutlak gerdanlıkların koparılması
emrolunmuş ise de, halk Câ-hiliyet devrinden beri hayvan boyunlarına sırımdan
boğmuk bağlamak ve buna da çan takmak âdetinde bulunduğundan, gerdanlıklardan
nehiyde çan ve incik boncuk gibi şeylerin takılmasından nehiy de zarurî olarak
dâhil bulunur. Bununla beraber, Dârakutnî'nin yine Ebû Beşîr'den gelen
rivayetinde, Rasûlullah'm bu İ'lânı üzerine develerin boyunlarındaki bütün
çanların koparıldığı açıkça zikredilmiştir.
İbnu'I-Cevzî, âlimlerin
hayvan boyunlarına takılan tasmanın niçin nehye-dildiği hakkındaki görüşlerini
üç kısma ayırarak şöyle açıklamıştır:
a. Câhiliyet halkının bunu nazar değmesin, göz
dokunmasın maksadıyle takagelmiş olmalarıdır ki, Peygamber bunların hayvan
boyunlarından hemen koparılıp atılmasını emretmekle bu türlü hurafelerin
Allah'ın emir ve takdirinden hiçbir şey değiştiremiyeceğini bildirmiş oluyor.
b. Hayvan gezip
dolaşırken bu tasma ile boğulmasın; teneffüste, yayılımda hayvana güçlük
vermesin; hareketindeki çevikliğe mâni' olmasın diye koparılması emredilmiş
olmasıdır.
c. Halkın bu takılan gerdanlıklara çan takmak
alışkanlığında bulunmasıdır -ki Buhârî'nin başlıktaki unvanı buna delâlet
eder-, bunları nehyetmekte, çan sesiyle ordunun hareketinden düşmanın haberdâr
olmasına mâni' olmak tedbîri vardır... (Aynî).
[288] Hadîsin başlığa uygunluğu "Git, kadınınla beraber
hacc yap" sözünden alınır. Çünkü o bir orduya yazılmıştı, kadını da farz
olan hacca gitmek istemişti. Peygamber onun kadınıyle beraber hacc yapmasına
izin verdi. Çünkü, onun için, kendisi hakkında nafile hacc ile kadını için olan
farz hacc tahsili bir yere gelmişti. Bunların bir yere gelmesi kendisi için,
başkalanyle hâsıl olacak olan sırf cihâddan daha faziletli olmuştur (Aynî).
Bu zât devletçe da'vet
olunan umûmî veya husûsî bir seferberlik üzerine icabet etmiş bir asker değil,
fakat askerî dîvâna adını yazdırmış gönüllülerden bir mücâhid olduğu ve
askerliği ihtiyarî bulunduğu için kadını ile beraber hacca gitmesine izin
verilmiştir.
[289] et-Tecessüs: Tefa'ul vezninde, haber araştırmak
ma'nâsınadır.
et-Câsus: ve'l-Cesîs:
Şerre dâir gizliyi araştıran kimseye.denir. el-Bahs: Bir nesnenin derinlik ve
hakikatine ıttıla' için sorup araştırmak.-et-Tabahhus: Bir nesneyi gereği gibi
araştırmak ma'nâsınadır (Kaamûs Ter.) Âyetin başlığa münâsebeti ya Tefsîr'de
geleceği üzere bu bâbda zikrolunan kıssa bunun sebebi olmasıdır, yâhud da
bundan kâfirler casusunun hükmü çıkarılacağı İçindir... (İbn Hacer).
[290] Başlığa uygunluğu, yanında mektûb bulunan bu mahfeli
kadının hükmünün câsûs hükmü olması yönündendir. Âlimler kâfir casuslarının
öldürülmesinin cevazı hakkında İhtilâf etmişlerdir,.
es-Suheylî şöyle dedi:
Mektûb şöyledir: "Amma ba'du: Ey Kureyş cemâati, Rasûlullah size bir ordu
içinde yöneldi ki, gece karanlığı gibi korkunç olan bu ordu sel gibi akacaktır.
Allah'a yemîn ederim ki, RasûluHah üzerinize
yalnız başına yürüse de muhakkak Allah O'nu size gâlib kılacak, sizin
hakkınızdaki va'dini O'na infaz edecektir. Çünkü Allah O'nun velîsi ve
yardımcısıdır (korumanıza alınız, ve's-selâm)" (Aynî).
[291] Hadîsin başlığa uygunluğu "Peygamber o gömleği
Abbâs'a giydirdi" sözünden alınır. Bu şöyle olmuştur: Bedir günü Abbâs,
Kureyş esirleri arasında bulunuyordu. Yenilginin perişanlığı ile üzerinde
gömleği de yoktu. Kendisine giydirilmek üzere bir gömlek arandı. Fakat Abbâs
uzun boylu olduğundan ona yalnız Abdullah ibn Ubeyy'in gömleği denk gelmişti.
Abdullah ibn Ubeyy de hemen gömleğini Abbâs'a hediye etmişti. Abdullah ibn
Ubeyy öldüğü zaman, İstek üzerine Peygamber (S) kendi gömleğini çıkarıp onun
cesedine giydirilmesi için vermiş ve böylece Bedir günü yapmış olduğu gömlek
hediyesine karşılık vermiş oluyordu
[292] Başlığa delîlliği ''Senin irşadınla Allah'ın bir tek
kişiye hidâyet vermesi..." sözlerinden alınır. Bu hadîs daha önce de
birkaç yerde geçmiş ve bâzı açıklamalar verilmişti.
[293] Taaccüb, aklın uzak saydığı şeylere erişmekle sabit
olan rûh haletidir. Bunun Allah hakkında kullanılması imkânsızdır. Bu dînî imkânsızlıktan
dolayı âlimler nasslarda gelen bu nevi' lâfızları rızâ İle, mükâfat ile tefsîr
etmişlerdir.
Hadîsin ma'nâsı
şöyledir: İnsanlar müslümânlarla harb ediyorlar, esîr düşüyorlar,
zincirleniyorlar. Sonra müslümânliğm hakikatini öğreniyor ve kendi istekleriyle
müslümân oluyor, cennete giriyorlar. Allah da bunların cennetle mükâfatlanmalarından
razı oluyor (İbn Cevzî'den Kastallânî).
Câhiliyet devirlerinde
esirlerin elleri, ayaklan zincirlerle bağlanır idi. İslâm'ın ilk devirlerinde
Arab'ın ve bütün beşeriyetin bu eski âdeti üzere esîrler zincirlenmiş, İslâm'ın
yükselme devri girince bu kaldırılarak "İslâm medeniyetinde esîr atmak,
esîr olmak" derecesine yükselmiştir.
[294] Hadîsin başlığa uygunluğu "Kitâb ehli mü'mindir
ki... onun da iki ecri vardır" sözlerinden alınır. Onun iki ecri olunca,
onun fazileti var demektir.
Şu âyetler dahî iki
ücret alacak bu sınıfı ifâde etmektedir: "Bundan evvel kendilerine kitâb
verdiğimiz (nice kimseler vardır ki) onlar buna (Kur'ân'a) inanıyorlar. Onlara
Kur'ân okunduğu zaman; 'Buna inandık. Şübhesiz ki bu, Rabb 'imizden gelen bir haktır. Hakikat, biz bundan
evvel de İslâm 'ı kabul etmiş kimselerdik' dediler. İşte bunlara sabır (ve
sebâî) ettiklerinden dolayı mükâfatlan iki defa verilecektir..."
(el-Kasas: 52-54)
[295] Buhârî'nin âdeti budur: Haberde Kur'ân'dakine uygun
bîr lâfız geldiği zaman Kur'ân'da vâki' olan lâfzın tefsirini de getirir, bunu
iki maslahatın arasını cem' etmek ve ikisiyle de teberrük etmek için yapar.
Burada getirdiği
lâfızlar üç sûredendir ve onların bulunduğu âyetler içindeki ma'nâları
şöyledir:
"Biz nice
memleketler helak ettik. Öyle ki (kâh) geceleyin, kâh onlar gündüz uykusu
uyurlarken azabımız gelip onlara çattı (el-A'râf: 4);
"Allah adı ile
andlaşarak dediler ki: 'Ona ve ehline herhalde bir gece baskını
yapalım..." (en-Neml: 49);
"(Sana) hay hay
derler. Fakat senin yanından ayrıldıkları zaman da onlardan bir güruh geceleyin
senin söyleyeceğinden başkasını kurarlar. Allah onların gizlice ne plânlar
kurduklarını yazıyor. Onun için sen onlardan yüz çevir. Allah'a güvenip dayan.
Allah bir vekil olarak yeter" (en-Nisâ: 81).
[296] Harbde kadınların ve çocukların öldürülmesi hakkındaki
hükmü soran zât, İbn Cessâme'nin kendisidir. Bunu İbn Hibbân'ın rivayetinde
açıkça söylemiştir. Ra-sûlullah'm "Muhârib müşriklerin kadınları ve
çocukları kendi câmialanndandır': cevâbı, bunların bilerek öldürülmelerini
mübâh kılma değildir. Bu muhâribleri ailelerinden ayırarak öldürmek mümkün
olmayan zaruret hâllerini münhasırdır. Nitekim bundan sonraki hadîsler bunu
isbât eimektedir.
[297] Bu, Musâkaat Kitâbı'nda "Koruma Allah'a ve
Rasûlü'ne âiddir bâbı"nda geçen ayrı bir hadîstir.
[298] Burada Buhârî, hadîsin diğer geliş yollarını ve lâfız
farklarını belirtmektedir
[299] Bu iki bâbdaki hadîslerin başlıklara uygunluğu
açıktır. Sonuncu hadîste şu vardır: Râvî kendi Üstadına: Size Fulân tahdîs
yâhud ihbar etti mi, deyip de, o da: Evet, dese yâhud (burada olduğu gibi)
cevâb karinesi olmakla beraber sükût ettiği zaman, ondan rivayet etmek caiz
olur. Burada cevâbdan sükût etmiştir (Aynî).
[300] Hadîsin başlığa uygunluğu tamdır. Çünkü hadîsin bir
parçasıdır. Bu hadîs çok küçük bir farkla daha önce de geçmişti.
[301] Başlığa uygunluğu yine tamdır. Bu hadîste başlıktaki
hüküm iki ayrı sahâbîden daha geldiği için çok kuvvetlenmiş olmaktadır.
Alî'nin yaktığı bu
topluluk, Alî'nin hâşâ Hanlığını iddia eden Yahûdî Abdullah ibn Sebe'nin
cemâatinden bulunuyorlarmış. Ebû Hanîfe'ye göre dîninden dönen öldürülmez,
habsolunur. Bu hususta dîninden dönenin Kitâb ehli olması, müşrik olması gibi
mes'elelerde müctehid imamların ayrı ayrı ictihâdları ve tafsilleri vardır.
[302] Âyetin tamâmı şöyledir: "Onun için o
küfredenlerle (harbde) karşılaştığınız vakit boyunlarını vurun. Nihayet onları
mecalsiz bir hâle getirdiğiniz zaman artık bağı sıkı tutun. Ondan sonra ise ya
iyilik yapın yâhud fidye alın. Yeter ki harb erbabı ağırlıklarım bıraksın.
(Emir) böyledir. Eğer Allah dileseydi onlardan el-..' bet intikaam alırdı.
Fakat (harb) sizi birbirinizle imtihan etmesi içindir. Allah ,, yolunda öldürülenlerin amellerini asla boşa
çıkarmaz" (Muhammed: 4).
[303] Bu Sumâme hadîsi Namaz Kitabı, "Müşrikin mescide
girmesi bâbı"nda ve Mu-, lâzeme
bâbı'nda iki yerde geçti. Mağâzî'de Benû Hanîfe hey'etİ bâbı'nda da gelecektir.
Bu hadîsin özeti şudur: Peygamber Necd tarafına bir takım süvârîler gönderdi.
Onlar Benû Hanîfe kabilesinden Sumâme ibn Usâl denilen bir adam getirdiler, onu
mescidin direklerinden birine bağladılar. Sonra Peygamber onu bağından çözdü.
[304] Bu başlıkta getirilen âyetlerle yerine işaret edilen
Sumâme hadîsi hatırlatılıp, başka hadîs zikredilmemiştir.
[305] Yânî bu sorunun cevâbı olacak hadîs, Misver ibn
Mahreme'nin Şartlar Kitâbı'-nda rivayet ettiği uzun Hudeybiye Sulhu hadîsidir
ki, bunda meşhur Ebû Basîr kıssası vardır.
[306] Başlığa uygunluğu şöyledir: Peygamber (S), onların çobana
yapmış oldukları göz çıkarma ve diğer işkencelerin benzerini onlara
uygulamıştır. Peygamber on- ların gözlerini kızgın demirlerle yakınca, Buhârî
bundan başlığa şöyle istidlal etmiştir:
Onların gözlerini ateşle yakmak caiz olunca, müşrikin müsümi yakması hâlinde,
kısas olarak onun da yakılması caiz olur... (Kirmanı ve diğerleri).
Bir de hadîsin sonunda râvî Ebû Kılâbe'nin
söylediği sözüyle, Peygamber'in onlara şu âyetin hükmünü uyguladığını haber
vermiş oluyor ki, bu da onların kendi
işledikleri suçun aynı ile kısas edildiklerini gösteren bir belgedir: "Allah
'a ve RasûlÜ 'ne harb açanların, yeryüzünde fesâdçılığa koşanların cezası,
an~ cak öldürülmeleri; ya asılmaları
yâhud (sağ) elleriyle (sol) ayaklarının çaprazvâri kesilmesi yâhud da bulundukları
yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyâdaki
rüsvâylığıdır. Âhirette ise onlara pek büyük bir azâb da vardır"
(el-Mâide: 33).
[307] Burada bâb böyle unvansız gelmiştir. Bundan evvel de
birçok kerreler geçti ki, bu unvansız
bâb, kendinden önceki bâbdan fasıl gibidir.
[308] Bu hadîsin kendinden öncekiyle münâsebeti, yakılmaya
hakk kazanmayan kim- selere yakma cezası uygulamanın caiz olmayacağı
yönündendir. Çünkü Peygam- ber (S) bu hadîste Azîz ve Celîl Allah'ın o
peygambere kendisini ısıran karıncayı
yakmakla yetinmeyip, karıncalardan bir ümmeti yakması sebebiyle
azarladığını haber vermiştir. Eğer o peygamber yalnız kendisini ısıran
karıncayı yakmış, olaydı, bu yakma üzerine azarlanmayacaktı (Aynî).
Bu kıssanın bir sebebi
olduğu rivayet edildi ki, o da şudur: Hadîste zikro-lunan o peygamber bir köye
uğradı ki, o köy halkını işledikleri günâhlar sebebiyle Allah helak etmişti. O
peygamber bir süre orada hayret ederek durdu da Yâ Rabb! Bunların içinde
çocuklar, hayvanlar ve hiç günâh işlememiş kimseler vardı, dedi. Sonra bir ağaç
altına oturdu. İşte o sırada ayağını bir karınca ısırmış ve metindeki kıssa
cereyan etmiş. Böylece Allah o peygamberi eziyet verici cinsin hepsi eziyet
etmemiş olsa da öldürülebileceği üzerine tenbîh etmiştir (Kas-tallânî).
[309] Hadîsin başlığa uygunluğu bellidir.
[310] Benû'n-Nadîr, Medine civarında oturan büyük bir Yahûdî
kabîlesidir. Bu hicretin dördüncü yılında onları onbeş gün muhasara ettikten
sonra olmuştu, el-Haşr Sûresİ'nden, evlerini ve hurmalıklarım yıkma yâhud
kökleri üzerinde dikili bırakma muhayyerliğini İfâde eden bâzı âyetler onlar
hakkında inmişti. Böylece yıkıp yakma Allah'ın izniyle olmuş oluyor. Yâhud [310] Burada
bâb böyle unvansız gelmiştir. Bundan evvel de birçok kerreler geçti ki, bu unvansız bâb, kendinden önceki bâbdan fasıl
gibidir.
[310] Bu hadîsin kendinden öncekiyle münâsebeti, yakılmaya
hakk kazanmayan kim- selere yakma cezası uygulamanın caiz olmayacağı
yönündendir. Çünkü Peygam- ber (S) bu hadîste Azîz ve Celîl Allah'ın o
peygambere kendisini ısıran karıncayı
yakmakla yetinmeyip, karıncalardan bir ümmeti yakması sebebiyle
azarladığını haber vermiştir. Eğer o peygamber yalnız kendisini ısıran
karıncayı yakmış, olaydı, bu yakma üzerine azarlanmayacaktı (Aynî).
Bu kıssanın bir sebebi
olduğu rivayet edildi ki, o da şudur: Hadîste zikro-lunan o peygamber bir köye
uğradı ki, o köy halkını işledikleri günâhlar sebebiyle Allah helak etmişti. O
peygamber bir süre orada hayret ederek durdu da Yâ Rabb! Bunların içinde
çocuklar, hayvanlar ve hiç günâh işlememiş kimseler vardı, dedi. Sonra bir ağaç
altına oturdu. İşte o sırada ayağını bir karınca ısırmış ve metindeki kıssa
cereyan etmiş. Böylece Allah o peygamberi eziyet verici cinsin hepsi eziyet
etmemiş olsa da öldürülebileceği üzerine tenbîh etmiştir (Kas-tallânî).
[310] Hadîsin başlığa uygunluğu bellidir.
askerî bir zaruret
sebebiyle ve ictihâdla yapılmış, sonra vahiy ile doğrulanmıştır.
[311] Bunların başkanı Abdullah ibn Atîk'tir. Diğerleri
Abdullah ibn Utbe, Mes'ûd ibn Sinan, Abdullah ibn Uneys'tir.
Bu zengin Yahûdî Hendek
gazasında Medîne etrafındaki Arab kabilelerine çok yardımda bulunarak Peygamber
aleyhine harekete sevketmişti.
[312] Başlığa uygunluğu şöyledir: Ebû Râfi' kendisine
seslenen kimseye cevâb verdiği zaman, kendisi yatağına yatmış, uyku hayâlinde
idi. Bu sebeble yerinden hareket etmedi ve yatağından kalkmadı. Şu hâlde onun
hükmü uyuyan kişi hükmüdür denildi. Bu vech, diğerlerinden daha yakındır.
Bununla beraber bundan sonraki hadîste uyurken öldürüldüğü fıkrası da
gelmiştir.
[313] Bu, geçen hadîsin başka bir tarîkidir. Bunda Abdullah
ibn Atîk'in Ebû Râfi'i kendi yatak odasında uyurken öldürdüğü açıkça
söylenmiştir. Başlıkla hadîs arasında bundan daha çok mutâbaat aranmaz.
Yahûdî olan Ebû Râfi',
Hayber'de otururdu. Kendisinin Hayber mıntıkasında sağlam yapılmış bir kalesi
vardı. Bu zengin ve azgın Yahûdî'nin öldürülme sebebi, İslâm ve müslümânlar
aleyhinde büyük harcamalar yapması ve tahriklerde bulunmasıdır
[314] Başlık, hadîsin bir parçası olduğu için, aradaki
uygunluk tamdır.
[315] Buhârî bu isnâdia hadîsin uzun ve kısaltılmış olarak
geldiğini göstermek istemiştir.
[316] Bu Ebû Âmİr'den gelen hadîsi Müslim de rivayet
etmiştir. Buhârî, hadîsi bu farklı sened ve metinleriyle getirerek, yaygınlığım
ve sağlamlığını belirtmiş olmaktadır.
[317] "Had'a" lâfzı hâ'nm üç harekesiyle rivayet
edilmiş ve "Had'e" şeklinin Pey-gamber'in kendi lügati ve telâffuzu
olduğu naklolunmuştur ki, bu Arab lügatlerinin en fasîh olanıdır. Bu surette
"Had'e", binâu merre, yânî bir kerrelik bildiren masdârdır. Ma'nâsı
bir kerre aldatmaktır. Buna^Öre "Harb had'adır" demek, harbde düşman
düşmanı bir defa aldatır, ikiye hacet kalmaz demek olur. İbn Esîr
en-Nihâye'sinde: Bu konuda naklolunanlarm en fasihi ve vazıh olanı
budur, demiştir.
Hadîslerde "Harb
hud'adır" veya "Hid'adir" şekilleri de gelmiştir. Bunlara göre
ma'nâ: ".Harb bir aldatmacadan ibarettir" veya "Harb bir nevi'
aldatmadır" demek olur. Birer harb oyunu ve aldatması olan manevralar,
harb hud'alarma alıştırmak için yapılan askerî hareketlerdir.
[318] Kisrâ, Farsça Husrev kelimesinin arabçalaştmlmiş
şeklidir. Eski îrân hükümdarlarına verilmiş bir lakabdir. Kaysar da eski Roma
ve Bizans imparatorlarının lakabıdır.
Peygamber'in zamanında
İran hükümdarlığında meşhur Nûşirevân'ın to-, runu Husrev Pervîz bulunuyordu.
Peygamber "Kisrâ helak olmuştur" buyurmakla, Kisrâmn öleceği ve
saltanatının çökeceğini kat'iyyetle haber vermiştir. ÎJu mu'cize Umer zamanında
tamâmiyle gerçekleşmiştir.
"Kaysar da muhakkak
helak olacak, ondan sonra kaysar olmayacaktır" şeklinde muzârî sîgasıyle
verdiği haberi de, sırasıyle Şâm, Suriye ve Anadolu'da Kaysar hâkimiyetinin
zeval bulacağı ve artık bir daha buralarda Rûm hâkimiyeti kurulmayacağını
bildirmiştir. Bu mu'cize de târîh içinde Emevîler, Abbasîler, Selçuklular ve
Osmanlılar tarafından gerçekleştirilmiştir.
[319] Hadîsin başlığa uygunluğu tamdır. Harb oyunu
müslümânlar tarafından oynandığına göre Peygamber "Harb bir
aldatmadır" buyurmakla ümmeti harb oyunu, yânî manevra yapmaya teşvîk
etmiş oluyor. Düşman tarafından oynanması farzına göre de velev bir defa bile
olsa, düşman tuzağına düşülmemesi tavsiye edilmiş oluyor.
[320] Bu da aynı hadîsin başka bir sahâbî tarafından
rivayetidir. Bunun da başlığa delîlliği tamdır
[321] Bu hadîste Muhammed ibn Mesleme'nin Ka'b'a söylediği
sözler tevriyelidİr ve başlıktaki hükmü beyân edicidir. Mâliki imamlarından
İbnu'l-Arabî harbde hud'-anm şu şekillerinin caiz olduğunu bildirmiştir:
a. Tevrİyeli sözler söyleyip îcâbmda zahirin
hilafını murâd etmek.
b. Düşmana pusu
kurulması ve harb fenninin gereğine göre harb oyunlarının kullanılması.
c. Zaruret hâlinde, haram olan yalanın da yerine
göre tatbik edilmesi. Bu hadîs, "Silâhı rehn etme bâbı"nda geçmişti,
Magâzî'de de gelecektir.
[322] Bu,
geçen hadîsin kısaltılmışıdır. Başlıkla arasındaki uygunluk ciheti,
ma'nâsmdadır. Çünkü İbnu Mesleme, İbnu'l-Eşref i aldatıp öldürmüştür. İşte bu
fetk, yânî ansızın hücum edip öldürmektir. Onu aldattıktan sonra ansızın
öldürmek nasıl olur? dersen, cevâb
şudur: Çünkü o ahdi bozdu ve Peygamber'le harb
etmek üzerine yardım etti ve onu hicvedip kötüledi... (Kastallânî).
[323] Başlığa uygunluğu "Peygamber hurma ağaçlarıyla
korunmaya başladı" sözünden alınması mümkin olur. Çünkü bunun ma'nâsı İbn
Sayyâd'ın annesi görmesin diye kendisini hurma ağaçları arkasına gizlemeye
başladı, demektir. İşte bu, çâre aramak ve sakınmaktır. Çünkü İbn Sayyâd'ın
annesi, fesadından korkulacak kimselerdendir (Aynî).
[324] Buhârî burada işaret ettiği hadîslerden Sehl'inkini
Hendek gazvesinde, Enes'in-kini Hendek kazma'da, Yezîd'inkini de Hayber
gazvesinde senedleriyle getirmiştir
[325] Hadîsin başlığa uygunluğu "Peygamber, Abdullah
ibn Revâha'nın recezini (yânî kısa vezinli şiirini) okuyordu" ve
"Bunları okurken de sesini yükseltiyordu" fi kr alarmdadır.
er-Recez, şiirden bir
nevi'dir ki, vezni altı kerre müstef ilün'dür. Harfleri az ve parçaları
birbirine yakın olduğu için recez ismi verildi...
el-İrticâz, ifti'âl
vezninde urcûze okumaktır. el-Urcûze, recez bahrinden ka-Sîde gibi olan şiire
denir ki, her mısra' tek başına kasîde olur (Kactmûs Ter.).
[326] Başlığın ma'nâsı, hayır ehline böyle kimseye
Peygamber'in fiiline uyarak sebat duası yapmaları gerekir demektir. Hadîsin
buna uygunluğu, Cerîr'in şikâyeti üzerine Peygamber'in, kalbin bulunduğu bölge
olan goğüse vurup, ona sebat duası yapmasıdır. Bunda at biniciliğine bir teşvîk
de vardır.
[327] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Sehl ibnSa'd
(R) Medine'de en son kalan sahâbîdir. Vefatı takriben yüz yaşında iken, 91
hicret senesinde olmuştur.
[328] Katâde'nin bu sözünü Abdurrazzâk kendi tefsirinde
Ma'mer'den; o da Katâ-de'den olmak üzere rivayet etmiştir. "Rîh",
Mucâhid'e göre zafer: Ahfeş ve Ebû Ubeyde'ye göre devlet ma'nâsına istiare
edilmiştir.
[329] Hadîsin başlığa uygunluğu son fıkrasındaki
"Birbirinizi seviniz, ihtilâf etmeyiniz" kavlindedir.
[330] Bunlar Ebû Sufyân'ın kansı, Bedir'de öldürülenlerden
Utbe ibn Rabîa'nın kızı Hind, îkrime'nin kansı Ümmü Hakîm, Hâlid'in kızkardeşi
Fâtima ve diğer birtakım Kureyşli kadınlardır ki, intikaam almak için orduya
katılmışlardı.
[331] Uhud bozgununda Peygamber'in yanında kalan bu oniki
kişi. Ebû Bekr, Umer, , Alî,
Abdurrahmân ibn Avf, Sa'd ibn Ebî Vakkaas, Talha ibn Ubeydillah, Zu-! beyr ibnu'l-Avvâm, Ebû Ubeyde
ibnu'l-Cerrâh, Habbâb ibnu'I-Munzir, Sa'd !
ibn Muâz, Useyd ibn Hudayr olarak sayılmıştır, ibn Sa'd bunların ondört
kişi
olduklarını; yedisi
Muhacirler'den, yedisi de Ensâr'dan bulunduğunu bildirmiştir.
[332] Hadîsin başlığa uygunluğu, Uhud bozgunluğu, elli
okçunun Peygamber'in "Yerinizden ayrılmayınız" emrine muhalefet
etmeleri ve kendi kumandanları Abdullah ibn Cubeyr'e isyan etmiş olmaları
sebebiyle meydana gelmiş olmasıdır (Fethü'l-Bârî).
[333] Hadîs, Cihâd Kitâbi'nda birçok kerreler geçti. Başlığa
uygunluğu da açıktır.
[334] Hadîsin başlığa uygunluğu "Yâ sabâhâh... diye
haykırdım" sözlerindedir. Bu başlığın konulması, böyle çağırmanın
nehyedilmiş olan Câhiliyet çağırmalarından olmadığını bildirmektir. Çünkü bu,
kâfirler üzerine bir imdâd İstemedir.
[335] Başlığa uygunluğu meydandadır. Başlığın bir kısmı
bundan önceki Seleme h; dîsinin bir parçasıdır. Bu gibi yerlerde bunları
söylemek, nehyedilmİş olan C; hiliyet devri övünmelerinden değildir.
[336] Başlığa uygunluğu ma'nâsından alınır.
Sa'd ibn Muâz, Hendek
harbinde yaralandığı için Medine Mescidi'he kurulan bir sıhhiye çadırında
Refîde Kadın tarafından tedâvî edilmekteydi.
Kurayza oğullan da Sa'd
ibn Muâz'ın hükmünün Tevrat hükmüne uygun olduğunu İ'tirâf etmişlerdir.
Zamanımız hukukuna göre de hüküm böyledir. Vatana hıyanet eden, düşmanla
birleşerek vatandaşlarına karşı silâh kullanan... kimsenin cezası îdâmdır.
el-Ahzâb: 26-27.
âyetleri, Kurayzahlar'm bu hâllerini ifâde eder.
[337] Başlığa uygunluğu Peygamber'in, Abdullah ibn HataPin
tutulup öldürülmesini emretmiş olması yönündendir. Çünkü Allah ve Rasûlü'nden
sapmış, İslâm'a girdikten sonra dînden dönmüş, kendisine hizmet eden bir
müslümânı öldürmüş, Rasûlulİah'ı devamlı hicveder olmuştur. Onun iki tane
şarkıcı kadını vardı, bunlar müslümânları hicveden şiirleri okuyup tegannî
ediyorlardı. İşte bu büyük suçlardan dolayı umûmî afvdan istisna edilmiş,
Makaam ile Zemzem arasında öldürülmüştür (Aynî ve Kastallânî).
[338] Bu başlıkta üç mes'ele vardır. Hadîste bunların cevâbı
bulunur:
a. Kişi kendisinin esîr edilmesini ister mi,
İstemez mi?
b. Kendisini esîrliğe teslîm etmeyenin hükmü?
c. Öldürülmesi sırasında iki rek'at namaz kılan
kişinin hükmü
[339] Buradaki iki beyit, îbn îshâk'ın onüç beyit olarak
sevkettiği bir kasidedendir. O kasidenin evveli şöyledir:
Lekad cemaa'l-ahzâbu
havlî ve elebbû
Kabâilehum ve's-tecmeû
külle mecma'in
Bu kasidenin 10 beyitlik
kısmı, Mehmed Zihnî, el-Hakaaık, s. 22-23'de açık-lamasıyle beraber mevcûddur.
[340] Hubeyb'in bu fiili ancak o, bunu Peygamber'in
hayâtında işlediği ve Peygam-ber'in de bunu güzel saydığı için sünnet olmuştur.
Bu iki rek'atı Peygamber'in âzâdhsı Zeyd ibn Harise de, kendisini bir adam
öldürmek İstediği zaman Peygamber'in hayâtında kılmıştır. Nitekim biz bunu İbn
Sa'd'a varan bir senedle es-Suheylî yolundan rivayet ettik (Kastallânî).
[341] Hadîs, başlıktaki mes'elenin hükmünü beyân etmektedir.
Birinci mes'elenin cevâbı "O ahd ve mîsâk ile üç kişi onların yanına
indiler" sözünde; ikincinin hükmü "Seriyye kumandanı Âsim: Bana
gelince, Allah'a yemîn ederim ki ben bu gün kâfirin ahdine inmem" sözünde;
üçüncünün hükmü de Hubeyb'in Beni bırakın da iki rek'at namaz kılayım, dedi.
Onlar da bıraktılar, o da iki rek'at namaz kıldı" sözündedir. Hubeyb'in
hâl tercemesi: İslâm Ans., V, 574-575;
el-Hakaatk, 22-23.
Buhârî bu hadîsi Cihâd
(rak: 244), Mağâzî (rak: 38) ve Tevhîd (rak: 3) Ki-tâblan'nda getirmiştir.
[342] Buhârî bunu Et'ıme ve Nikâh Kitâblan'nda senediyle
getirmiştir.
[343] Hadîs, düşman tarafından esîr alınmış müslümânın
müslümân devletince veya müslümânlarca esîrlikten kurtarılmasının vücûbunu
ifâde etmektedir. Diğer va-zîfeler de bu vucûba dâhildir. Bu içtimaî
vazifelerin yerine getirilmesinin kifâye nev'inden farz olduğu görüşünde olan
müctehidler de vardır.
[344] Hadîsin başlığa delîlliğİ "Esîrin kurtarılması...
" fıkrasındadır. Alî'nin böyle kuvvetli bir yemîn ile İfâde ettiği bu
hakikat, şiîlerin bu yolda vâki' olan boş iddialarını reddiyedir.
[345] Abbâs'ın esîrliği Bedir harbinde olmuştu. Abbâs çok
perişandı. Bu sırada En-sâr, Abbâs'ın kurtuluş fidyesinin kendisine
bağışlanmasını istediler. Bu isteme ; üslûbu da son derece nâziktir. Şöyle ki,
Ensâr Peygamber'e: "Amcanız Abbâs" I demeyip, "Kızkardeşimizin
oğlu" diyerek Abbâs'ı kendilerine izafe etmelerindir. Hâlbuki Ensâr,
Abbâs'ın değil, onun babası Abdulmuttalib'in dayılarıdır. ' I;Çünkü
Abdulmuttalib'in anası Selmâ bintu Amr, Neccâr oğulları'ndandir. Şu F hâlde
Ensâr'm Abbâs'a dayılığı bu suretledir. Böylece Abbâs'ı kendilerine izâ-\ fe
ederek fidyesinin bağışlanmasını istemekte Peygamber'e karşı iltimas ve minnet
I ağırlığını hafifletmek düşüncesi vardır. Peygamber dîn ve hukuk işlerine
iltimas î sokmamak için bu teklîfi reddetmiştir.
[346] Buhârî bunu "Mesâcid'de taksim bâbı"nda
senedli olarak getirmiştir.
Bu hadîste Abbâs'ın
vaktiyle Bedir'de kendisi ve Akîl için ödediği fidyelerin karşılığı, kendisine
müslümân olduktan sonra bu Bahreyn mallarından faz-İasıyle verilmiştir. Başlığa
uygunluğu, Abbâs'ın Bedir'de fidye ödemiş olduğudur.
[347] Başlığa uygunluğu Cubeyr'in Medine'ye Bedir esirlerini
fidye mukaabilinde kurtarmak için görüşmeye gelmiş olmasıdır. Kendisi şöyle
demiştir: "Ben ikindiden sonra Medine'ye vardım. Yorgun olduğum İçin
mescidde uzanıp yattım. Derken akşam namazı ikaamet edildi. Rasülullah'ın
Ve't-Tûri ve kitabin mestûrîn Sûresini okuduğunu işitince korku içinde kalktım.
Mescidden çıkıncaya kadar dikeldim. İslâm sevgisinin kalbime ilk girdiği gün,
odur."
Bu Namaz Kitâbı'nda da
geçmişti.
[348] Buhârî bu başlıkta, hükmü açıkça bildirmedi, çünkü bu
konuda tafsîl ve müc-tehid imamlar arasında görüş ayrılığı vardır.
[349] Bu hadîsi Müslim daha geniş bir metinle getirmiştir.
Oradan bunun Huneyn seferinde vuku' bulduğunu, casusun süvârî olduğunu, İslâm
ordusu içinde dostça konuşup görüştüğü ve yiyip içtiği sırada inceden inceye
askerin hâllerini gözden geçirdiğini öğreniyoruz.
en-Nefel: Kumandanın
bir tehlikeyi Önlemek için o işi yapana karşılık olarak şart kıldığı fazla
atıyyedir.
es-Seleb: Öldürülen
düşman askerinin bineği, silâhı, heybe ve yük dengin-de bulunup, hayvanı
üzerinde yüklü malına denir.
İmâm Mâlik, islâm
diyarına izinsiz gelen harbî hakkında ta'yîn edilecek hük-! mü devlet başkanına ve hükümetin re'yine
bırakmıştır. [ Evzâîve Şafiî,
eğer emânsız ve izinsiz gelen harbî elçilikle ve düşman tarafındar. siyâsî bir
vazîfe ile geldiğini iddia ederse bu iddiası kabul olunur, demişlerdir...
Eğer emânsız ve izinsiz
gelen harbî câsûs olursa, bu hadîsten alınan hükme göre öldürülür; bu konuda
âlimlerin icmâ'ı vardır. Câsûs, harbî olmaz da muâ-hedeli bir devlete mensûb
olursa yâhud zımmî olursa Mâlik ve Evzâî'ye göre bu câsûs, andı bozmuş sayılır;
devlet isterse köle yapar, isterse öldürür; öldürülmesi caizdir,
demişlerdir...
[350] Bu hadîs Cenaze ve Umer'in Menâkıbı Kitâbları'nda daha
uzun bir metinle getirilmiştir. Bu hadîslerde Umer'in vurulduğu gün
kendisinden sonra yerine geçecek olan devlet başkanına Muhacirler, Ensâr,
vilâyetler, bedevîler ve zimmet ehli olan Hristİyanlar ve Yahudiler hakkında
bütün bu grupların haklarını ayrı [
ayrı dile getirerek haklarının korunmasını vasiyyet etmiştir. Buradaki
metinde bilhassa Allah'ın ve Rasûlü'nün zimmetinde yânî ahd ve emâmnda olan
Kitâb ehli azıklıklarla ilgili devlet taahhüdlerinin tastamam yerine
getirilmesini, onlara tanınan dîn hürriyeti, can ve mal emniyeti ve diğer
hakların korunulmasi ve gerektiğinde İslâm devletinin korumayı taahhüd eylediği
bu hakların korunması yolunda muharebe edilmesini -çünkü Kitâb ehli
azınlıklar, bu haklarının korunması karşılığında İslâm devletine cizye adında
bir vergi öderler- ve onların ancak takat getirebilecekleri mikdârda cizye
ödemekle mükellef tutulmalarını, onların esîr ve köle yapılmayacağını vasiyet
etmiştir. Umer'in bu mühim vasiy-yeti, o çok acılı hâlde ve Ölüm eşiğinde bile
insan haklarının korunmasına ne kadar ehemmiyet verdiğini ve ne kadar büyük
gönüllü bir devlet başkanı olduğunu gösterir. Allah ondan râzt olsun!
[351] el-Firabrî yolundan gelen bütün nüshalarda bu iki
başlık böyle arka arkaya ve aralarında hadîs olmaksızın gelmiştir. Ancak Ebû
Alî ibnu Şebbûye'nİn Firab-ri'den gelen nüshasında "Hey'etlere atiyye
verilmesi" babı, "Zimmet ehline şefaat istenir mi?" babından
sonra gelmiştir ki, İsmâîlî nüshasında da böyledir. Bu, daha doğrudur ve
bununla müşkillik ortadan kalkar. Çünkü gelecek İbn Abbâs hadîsinde "Hey'etlere
izin ve atiyye veriniz" kavli bulunduğundan, bu başlığa uygun olur. Buhârî
bu iki başlığı koyup, buraya uygun düşecek bir hadîs bulmak için aralarını boş
bırakmış, fakat böyle bir hadîse tesadüf etmemiş gibidir. en-Nesefî asılda
birinci başlığı düşürüp ikincisi ile yetinmiştir (İbn Ha-cer ve diğerleri).
[352] Hadîsin başlığa uygunluğu, Peygamber'in sefirlere ve
gönderilen hey'etlere izin
ve atıyyeler
vermelerini, bu siyâsî ve medenî sünnetlerini sahâbîlerin de aynen devam
ettirmelerini vasiyet etmiş olmasıdır.
İbn Abbâs'm
"unuttum" dediği üçüncü vasiyyet hakkında sarihler, bunun,
hazırlanmış olan Usâme ordusunun Suriye üzerine gönderilmesi veya Yahûdî ve
Hristiyanlar'm kendi peygamberlerinin kabirlerine putperestlik derecesinde
gösterdikleri hürmet gibi kendi kabrine hürmet edilmemesi vasiyeti olabilir, demişlerdir.
Bu sonuncu ihtimâl Cenazeler Kitâbı'nda geçen Âİşe hadîsinde kesin olarak
geçmişti.
[353] Bu ta'Iîki el-Kaadı İsmâfl, Ahkâmu'l-Kur'ön Kitâbı'nâz
Ahmed ibnu'l-Ma'dıl'den; o da Ya'kûb ibn Muhammed'den; o da Mâlik ibn Enes'ten
senediyle rivayet etmiştir.
el-Arc, Mekke yolu ile
Tıhâme arasında büyük bir karyedir. Medîne'den yetmişsekiz mil uzaklıktadır
(Kastallânî).
[354] Hadîsin başlığa uygunluğu "Bunu satın al da
bayram günleri için ve hey etler geldiği günler için bununla süslen"
sözündedir.
Bayram, cumua gibi
toplantı günlerinde güzel elbiseler giymek, "Ey Adem oğullan, mescide her
gidişinizde zînetinizi takınınız, fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf
edenleri sevmez. De ki; Allah 'in kullarının zîneti için yarattığı şeyleri kim
haram edebilir?" (el-A'râf: 31) âyeti ve diğer âyet ve hadîslerle emredilmiş
bir husustur. Yalnız böyle giyim kuşamla iftihar etmemek, diğer kulları
horlamamak, tevâzu'lu ve vakaarlı olmak, yânî süslenmede aşın gitmemek esâs
olacaktır.
[355] Yânî: "Sen bir kâhinsin, bundan ileri geçme"
buyurdu. Umer'in bundan sonra Peygamber'den onu vurmak hususunda izin
istediğinde Peygamber'in "İn yekunhu" sözündeki "Kâne"ye
bitişik zamîr "Kâne"nin haberidir ve munfasıl zamîr yerine ikaame edilmiştir.
O "Kâne"lerin İsimleri de müstetir zamirlerdir.
[356] Bu uzun hadîsin bâb başlığına uygunluğu "Sen
benim Allah'ın Rasûlü olduğuma şehâdet eder misin?" sorusundadır. Çünkü
bu soru İslâm'ı çocuğa arzet-mektir, zira îbn Sayyâd, o zaman henüz erlik devresine
ulaşmamış bir çocuktu. Ebû Saîd'in hadîsinde Peygamber'in îmân ikrarı
"Âmentu billahi ve melâ-iketihi ve kutubihi ve rusulihi
ve'l-yevmVl-âhir" şeklinde olup, Âmentü'nün beş maddesini toplamıştır.
[357] Bu başlık hadîsin bir parçasıdır. Saîd ibn Ebî Saîd'in
bu hadîsi Cizye Kitabı1 -nda senedli olarak gelecektir. Buhârî bu başlıkta
sâdece o hadîse İşaret etmekle yetinmiştir.
Peygamber'in bu sözünün
ma'nâsı, İslâm'a girin ki dünyâda öldürülmekten, cizye vermekten; âhirette de
ikaabdan ve ateşte devamlı kalmaktan selâmette olun demektir.
[358] Rasûlullah'ın "Akü bize bir ev bıraktı mı
ki?" sözüne göre, kendisinin Mekke'de Hâşim ibn Abdi Menâf'tan kalma bir
evi vardı. Mekke fethinden sonra Peygamber Kureyş'ten müslümân olanların
kalblerinİ alıştırmak için, onların İslâm'dan evvelki tasarruflarını yerinde
bırakmıştı. Bu suretle bu ev yine Akîl'-in mülkiyetinde kaldı. İşte hadîsin
başlığa uygunluk noktası budur. Câhiliyette-ki tasarrufunu Akîl'e bırakmış
olunca, islâm'dan sonraki evleviyet yoluyla olur, demektir. Bu hadîsin bir
rivayeti Hacc'da geçmiş, orada da bilgi verilmişti.
[359] Hadîsin başlığa uygunluğu "Bu arazîler elbet
onların beldeleridir. Onlar Câhi-liyette bu arazîler üzerine harb ettiler, yine
onlar bu arazîler üzerinde İslâm'a girdiler" sözlerinden alınması mümkin
olur. Çünkü Medîne halkı İslâm'a girdiler; onlar memleketleri harble alınanlar
olmadılar, öyle olsaydı arazîleri müs-lümânlara ganimet olurdu (Aynî).
Mâlik'ten, Umer
devrinde devlet koruluklarındaki deve ve atların sayısının kırk bine ulaştığı
haberi gelmiştir.
Umer'in koru muhafız
âmirine verdiği bu emirnameyi hadîsçiler cemâatinden yalnız Buhârî rivayet
etmiştir. Dârakutnî bu haber hakkında garîbdir, sahihtir demiştir.
[360] Başhğm ma'nâsı "Devletin umûmî kuvvetlerinin
mikdânnı anlamak için devlet başkanının harb ve diğer sebeblerle ordu sayısını
ve diğer şeyleri saydırıp yazdırması bâbı"dır. Hadîsin bu başlığa
uygunluğu bellidir. Hadîsteki binbeşyüz sayısı, Hudeybiye seferine katılan
sahâbîlerin sayısı hakkındaki iki rivayetten birisine uygundur. Dİger rivayette
Hudeybiye'ye katılanların sayısı bindörtyüz idi.
Huzeyfe bu hadîsinde
özet olarak: "Biz Peygamber zamanında binbeşyüz kişilik bir kuvvetle korku
nedir bilmezdik. Vefatından sonra öyle kötü duruma düştük ki, şimdi o yiğit
kişiler müslümânlarm çokluğuna rağmen mescide çıkamaz oldular ve namazlarını
evlerinde kılmak zorunluluğuna düştüler" demek istemiştir. Bu garîb hâlin
sebebi, Nevevî'nin dediği gibi, Peygamber'in vefatından sonra Usmân'ın"
şehâdeti, Cemel, Sıffîn ... fitnelerinin cereyan ettiği günlerde bâzı
sahâbîler fitneye karışmak töhmetinden çekinerek evlerinden çıkmamışlar ve
namazlarını evlerinde kılmışlardır.
[361] Bu hadîsi Müslim, Ahmed, en-Nesâî ve İbnu Mâce rivayet
etmişlerdir, Müslim Imân'da; en-Nesâî es-Sîre'dc getirmişlerdir.
[362] Bu hadîste de cihâd için çıkması taayyün edenlerin
yazılması âdetini bildirme vardır. Bu hadîs Hacc'da ve Cihâd'da da geçmişti.
[363] Hadîsin başlığa uygunluğu son fıkrasidır.
Bu hadîste Peygamber'İn
Bilâl'e i'lân ettirdiği "Cennete yalnız müslümân girer" fıkrası,
zahirine göre intihar edenin müslim olmadığına delâlet eder. Ha-kîkatte ise bu
müntehirin müslümân olmaması, intiharın eseri ve cezası değildir. Her hükmü
vahiy İle te'yîd edilmiş olan Peygamber'e, yine vahiyle bildirilmiş başka bir
sebebin eseridir. O cümleden en yakın olarak hatıra gelen sebeb, müs-lümânlıkta
haram olduğu kesin olan intiharı halâl i'tikaad ederek, kendi eliyle hayâtına
son vermiş olmasıdır. Çünkü cumhura göre intihar eden dînden çıkmış değildir,
üzerine cenaze namazı kılınır.
[364] Hadîsin başlığa uygunluğu "Sonra Hâlid ibnu 7-
Velîd emîr ta 'yîn edilmeksizin kumandanlığı üzerine aldı'' sözlerindedir.
Vâkıdî'nin rivayetine
göre, Rasülullah Mûte'ye bir ordu hazırlayıp gönderirken, bu orduya Zeyd ibn
Hârİse'yi başkumandan ta'yîn etmiş ve muharebede Zeyd şehîd düşerse yerine
Ca'fer ibn Ebî Tâlib geçsin; o da şehîd düşerse Abdullah İbn Revâha kumandayı
ele alsın; o da şehîd düşerse ordu uygun gördüğü birini kendine kumandan
seçsin buyurmuştu.
Mûte'de iki ordu karşı
karşıya gelince, Rasülullah Medîne'de minberi üzerine oturmuş ve Medine ile
Şâm arası mesafe kendisine açılmış, askerin muharebesini açıktan görerek üç
kumandanın arka arkaya şehîd düştüklerini ve en sonunda Hâlİd'in kendiliğinden
kumandayı ele alıp zafere ulaştığını sahâbîleri-ne haber vermiştir. Hiç
şübhesiz bu hâdiseleri oldukları gibi bilip haber vermesi, O'nun mu'cizeleri
cümlesindendir.
[365] Hadîsin başlığa uygunluğu "Kendi kavimlerine
karşı imdâd istediler, Peygamber de onlara Ensâr'dan yetmiş kişi ile imdâd
etti" sözlerindedir.
Maûne Kuyusu faciası,
Uhud'dan dört ay sonra, dördüncü hicret yılının safer ayında meydana gelmiştir.
O kabilelerden bâzı kimselerin ahd ve misâkı ve Peygamber'den İslâm'ı öğretmek
üzere yardım İstemeleri sebebiyle Suffe ehlinden yetmiş kadar yetişmiş ve
Kur'ân'ı çok okudukları için "Kurrâ" adı verilen bu sahâbîleri Munzir
ibn Âmir eI-Hazrecî(R)'nin maiyyetinde Necd'e göndermişti. Bu seriyyeye
siyerciler "Bi'ru Maûne seriyyesi", "Seriyyetu'l-Kurrâ";
"Munzir ibn Âmir seriyyesi" adlarını verirler.
Buhârî bu hadîsi şimdiye
kadar birkaç kerreler getirdi; Mağâzî'de ve Tıbb'da da getirecektir
[366] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır.
İbnu'l-Cevzî:
Peygamber'in zaferden sonra üç gün orada îkaamet etmesi, gale benin te'sîrini
ortaya koymak; İslâm hükümleri ve âdetlerini tenfîz etmek ve alınan ganimetleri
taksîm etmek içindi, demiştir (Aynî).
Bu üç günlük ikaamette
ordunun istirahat etmesi ve düşmanın geride olabilecek kuvvetlerine "İşte
biz burada ikaamet ediyoruz; eğer kuvvetiniz varsa geliniz" dîye bir meydan
okuma hikmeti de vardır (Kastallânî).
[367] Muâz ibn Abdi'l-A'lâ'nın mutâbaasım el-İsmâîlî senedli
olarak rivayet etmiştir. Abdu'1-A'lâ ibn Abdİ'1-A'lâ es-Sâmi'nin mutâbaasım da
İmâm Müslim rivayet etmiştir.
[368] Râfi' ibn Hadîc hadîsi uzun bir metinle Şerîket
Kİtâbı'nda geçmişti. Bunun başlığa delîlliği meydandadır.
[369] Bu hadîs de Hace'da "Peygamber kaç umre
yaptı?" babında geçmişti...
[370] Bu mes'elede hukukçular arasında görüş ayrılığı
bulunduğu için Buhârî cevâbı ve hükmü açıkça belirtmeyİp, böyle soru şeklinde
bırakmıştır.
[371] Bu Abdullah ibn Numeyr hadîsi başlıktaki soruya olumlu
cevâb teşkil etmektedir.
Bundaki ikinci vak'a,
Peygamber'den sonra Rûmlar'la yapılan Yermûk harbinde meydana gelmiştir
[372] Bu, yukarıda zikredilen hadîsin başka bir tarîkten
rivayetidir. Bunda Yahya el- Kattan, yukarıda zikrolunan Ubeydullah'a muhalefet
etmiştir. Çünkü kölenin de, atın da geri
verilmesini Peygamber'den sonrada kılmıştır.
[373] Bu da yukarıda geçen iki tarîka da muhalif olmak üzere
gelen diğer bir rivayet tarîkidir. Çünkü burada at kıssasının Ebû Bekr'in
devlet başkanlığı günlerinde olduğunu açıkça söylemiştir.
Bu rivayetler başlıktaki
soruya cevâb teşkil etmektedirler. Bu konuda müc-ı' tehid imamlar arasında görüş ayrılığı
olduğunu daha önce söylemiştik.
[374] Bu başlıktaki "er-Retâne" kelimesinin
delâlet ettiği ma'nâ daha umûmîdir. Arab-.
ça'dan başka herhangi bir yabancı dil İle konuşmayı içine alır.
er-Retâne, sehâbe ve
kitabe vezinlerinde, Arabî lisândan gayrı lisânla tekellüm eylemek
ma'nâsınadır; birinci bâbdan masdârdır.
el-Murâiane, mufâale
vezninde bu dahî bir adama Arabi'den başka lisânla tekellüm eylemek
ma'nâsınadır.
ei-Terötun, tefâul
vezninde, Arabi'den gayrı lisânla söyleşmek ma'nâsına-dır (Kaamûs Ter.).
[375] Bu er-Rûm: 22. âyeti, beşeriyetteki renk ve dil
ayrılıklarının Allah'ın âyetlerinden olduğunu bildirdiğinden, başlığa
uygunluğu açıktır. Buhârî bu iki âyeti başlıkta zikretmekle, Peygamber'in her
lisânı bildiğine j işaret etmiş gibidir. Çünkü Peygamber, çeşit çeşit dillerle
konuşan bütün beşer j, kavimlerinin hepsine peygamber gönderilmiştir.
Rasûllüğün böyle umûmî ol-masıyle, her beşer cemiyeti O'nun kavmidir ve onlarla
anlaşabilmek için bütün milletlerin dillerini tanıması gerekir. Maamâfîh bu
anlaşma güvenilir tercümanlar aracılığı ile de olabilir. Risâletin umumîliğine
gelince: "De ki: Ey insanlar şüb-hesiz ben göklerin ve yerin mülküne mâlik
olan, kendisinden başka hiçbir tann bulunmayan, hem dirilten, hem Öldüren Allah
'in size, hepinize gönderdiği ra-sûtüyüm.." (el-A'râf: 158) hitâbiyle
irşâd ve hidâyet vazifesinin umumîliğini ifâde etmiştir.
[376] Hadîsin başlığa uygunluğu Peygamber'in Farsça Sûr
kelimesini tekellüm etmesidir. Sûr, Farsça'da misafir için hazırlanan ve
misafir da'vet olunan yemeğe denir.
[377] Bu hadîsin başlığa uygunluğu, Rasûlullah'ın bir Habeş
kelimesi olan "Seneh, seneh" sözünü kullanmış olmasıdır.
Ebû Heysem, metindeki
"Hatta zukire"yi "Hatta dukine" diye rivayet etmiştir ki,
"Çok giyildiğinden rengi bozulmuş" demektir.
[378] Hadîsin başlığa uygunluğu Peygamber'in yabancı bir
ta'bîr olan "Kah kah" kelimesini kullanmış olmasıdır. Bu kelimenin
kâfin fethası ve kesresi ile, sonu sükûnlu veya tenvinlİ olarak birkaç türlü
telâffuzu vardır. Kirli sayılan bir şeyin elden bırakılıp atılmasını ifâde
eder. Bununla çocuklar pis şeylerden men' edilip sakındırılır. Bu ta'bîr
Türkçemizdeki "Kaka kaka(= Pis, pis)" sözünü hatırlatır, belki de
menşe'leri birdir.
[379] Nevevî millet malından çalmanın büyük günâh olduğunda
icmâ' olduğunu nak-letmiştir. Guiûl, birinci bâbdan masdardır, ganimet malında
hıyanet etmektir.
Tbnu'1-Esîr dedi ki:
el-Gulûl ganimette hıyanet etmek ve ganîmet malından taksimden önce çalmaktır.
Herhangi birşeyde gizlice hainlik yapan muhakkak gulûl etmiştir. Bu, gulûi diye
isimlendi. Çünkü bunda hâinin elleri gull denilen demir pıranga ile omuzlara
bağlanmıştır.
Âlu tmrân: 161. âyetinin
başlığa delîlliği meydandadır.
[380] Hadîsin başlığa uygunluğu da pek açıktır.
[381] Bâb başlığında, millet malından çalman az mikdâr
birşeyin hükmü, çok şeyin hükmü gibi midir, değil midir? diye soru şeklindedir.
Bunun cevâbı: Az şeyin hükmü de çok şeyin hükmü gibidir, yânı o da büyük
günâhtır, cezası cehenneme girip temizlenmektir. Buhârî burada Abdullah ibn
Amr'ın bu yakmayı zikretmediği hadîs, Ebû Dâvûd'da yakma zikredilen hadîsten
daha sahîhtir demiş ve yakmalı rivayeti sahîh kabul etmediğini belirtmiştir.
[382] Hadîsin başlığa uygunluğu "Onun terikesinde bir
abâ buldular" sözünden alınabilir. Çünkü bir abâ, diğer eşyalar ve altın,
gümüşe nisbetle az birşeydir. O zât bu çaldığı az şey yüzünden cehennemlik
olmuştur.
[383] Buhârî, bu ismin okunuşu ve zabtını her iki şekilde
tesbît etmiş olduğunu bildirmektedir. Bu siyah köle harb zamanında
Peygamber'in binek hayvanını da tutar, bekçilik yapardı.
[384] Hadîsin başlığa uygunluğu Peygamber'in tencerelerin
devrilmesi emrinden alınır. Çünkü bu emirsiz olarak kestikleri şeylerin mekruh
olmasını gerektirir. Hattâbî hadîsin son fıkrası hakkında: Çünkü Habeşliler
hayvanların boğazlarını tımaklarıyle çizip kanatıyorlar da nihayet hayvan
boğularak ve azâblanarak ölüyor, onlar da bunu kesme yerine sayıyorlar,
demiştir. Nevevî ise: Çünkü Habeşliler kâfirdirler, onlara ve âdetlerine
benzemek caiz olmaz, demiş-jtir (Kastallânî).
[385] Hadîsin başlığa uygunluğu "Sonra Cerîr,
Peygamber'e sevinçli haberi ulaştırmak üzere bir elçi yolladı" sözündedir.
Bu hadîs, Cihâd
Kitâbi'nda bundan önce de küçük bir farkla geçmişti. Hadîsin en son fıkrası o
rivayete işaret gibidir.
[386] Ka'b ibn Mâlik, Tebûk seferinde geri kalıp da, sonra
Allah tarafından tevbeleri kabul edilen üç kişiden biridir. Yine bu Ka'b, Akabe bey'atında hazır
bulunan yetmiş kişiden bindir; şâirdir. Bunların tevbelerinin kabul edilişi
hakkında et-Tevbe: 117-119. âyetleri indirilmiştir.
Ka'b dedi ki:
"Sevimli sesini işittiğim bu müjdecim bana gelince üzerimde ki iki kat
elbisemi hemen çıkarıp müjdelik olarak ona giydirdim. Vallahi o gün bundan
başka elbisem yoktu. (Ebû Katâde'den) iğreti iki kat elbise alıp
giydim..." (Mağâzî'deki uzun hadîsinden bir parça). 387 Bu bâb altındaki
her üç hadîsin başlığa delîllikleri apaçık meydandadır.
[387] Hadîsin başlığa uygunluğu, Alî'nin kadına söylediği
sözlerden alınır. Bu hadîs,
Ebû Abdirrahmân
es-Sulemî'nin İbn Atıyye'ye söylediği söz hâriç olmak üzere, buradakinden başka
bir senedle yine Cihâd Kitâbı'nda, Câsûs babında geçmiştir.
Başlıktaki mahzurlu ve yasak
işlerin caiz olması, "Zaruretler mahzurları mübâh kılar" kaaidesine
göredir
[388] el-Kuşmeyhenî rivayetinde böyledir. Diğerlerinin
rivayetinde Abdullah ibnu'l-: Esved
şeklinde gelmiştir. Bu zât Abdullah ibn Muhammed ibn Humeyd el- Esved'dir.
Humeyd onun dedesidir ki, Ebû'l-Esved diye künyelenir. İşte Yezîd ibn Zuray'
ile yakınlaştırdığı kimse budur. Bazen dedesine nisbet olundu, diğer defa da
babasının dedesine nisbet olundu. Humeyd ibnu'l-Esved'in Buharı'de bu hadîsten
başka rivayeti yoktur. Bu diğer bir defa da el-Bakara Sûresi'nin tefsirinde
gelecektir. Buhârî orada da yine onu Yezîd İbn Zuray' ve Ebû Bekr diye
künyelenen kendi şeyhi Abdullah İle bir yere getirip birleştirmiştir. O bu :
künye ile daha meşhurdur. Hadîs hafızlarından idi ve kendisi Abdurrahmân ibn
Mehdî'nin kızkardeşinin oğludur (İbn Hacer).
[389] Hadîsin başlığa uygunluğu "Rasülullah'ı
karşıladığımız vakit" sözünden alınır.
I Bu hadîste
Rasûlullah'm terkisine aldığı çocukların ve yerde bıraktığı çocuğun isimlerini
ta'yînde farklı görüşler verilmiştir
[390] Başlığa uygunluğu açıktır. ÎUsûlullah'ın Tebûk
seferinden dönüşünde Medîne ahâlîsi Senİyyetu'1-Vedâ mevkiine kadar gidip
kendisini orada karşılamışlar, halkla birlikte çocuklar da oraya gidip bu
karşılama törenine katılmışlardır.
[391] Buhârî bu hadîsi bundan evvel yine Cihâd'da "Bir
yükseğe çıktığı zaman tekbîr getirme bâbı"nda; Hacc Kitâbı'nın sonlarında
"Hacc, umre ve gazve seferlerinden dönerken yolcunun söyleyeceği sözler
bâbı"nda olmak üzere birkaç defa ayrı senedlerle getirmiştir.
[392] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Buhârî bunu Edeb'de
de getirmiştir. Hadîste zikri edilen Usfân, Mekke'ye iki merhale uzakta bir
mevkidir.
[393] Bu da geçen hadîsin başka bir rivayet tarîkidir.
Bu hadîslerde diğer
birçok edeb ve fâidelerle beraber yolcunun seferden salimen dönüşüne şükr için
Allah'a bağlılığını bu sözlerle dile getirmesi Öğretilmektedir.
[394] Buhârî'nİn Ebû Zerr ve tbn Asâkir nüshaları burada
böyle sâde bir başlıkla gelmiştir. Diğer nüshalarda bu bâb başlığından evvel
Besmele vardır. Kastallânî bu Besmeleli nüshayı almıştır. İbn Hacer ile Aynî
ise Besmele'siz nüshayı almışlardır.
[395] Buhârî bu hadîsi uzun ve kısa metinlerle yirmi kadar
yerde getirmiştir. Başlığa delîlliği meydandadır.
[396] Bu babın hadîslerinde Peygamber'in sefer dönüşü kılmak
alışkanlığında olduğu bu namaz, Tahıyyetu'l-Mesdd Namazı değildir. Bu namaz
seferden salimen dönüşün şükrânesi olmak üzere kılınması sünnet olan Kudüm
(yânî sefer dönüşü) Namazı'dır.
[397] Bu, Muhârib İbn Disâr'dan gelen hadîsin başka bir
rivayetidir. Bunu Ebû Dâ-vûd, Et'ıme'de, Usmân ibn Ebî Şeybe'den rivayet
etmiştir.
[398] Hadîslerin başlığa delîllikleri açıktır. İki hadîsteki
Sırâr, Medine'nin doğu tarafında, üç mil uzaklıkta bir yerdir