1- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Hakkında Gelen Şeyler
(Tefsirler) Babı:
2- Yedi Kat Yer Hakkında Gelen Şeyler Babı
3- Bab: Yıldızlar Hakkında (Gelen Şeyler)
4- Güneşin Ve
Ay'ın Bir Hesâb İle (Er-Rahmân: 5) Sıfatlanışları(Nın Tefsiri) Babı
5- Yüce Allah'ın Şu Kavli Hakkında Gelen Şeyler Babı
6- Allah'ın Salavâtı Üzerlerine Olsun, Meleklerin Zikri
Babı
8- Cennetin Sıfatı Ve Yaratılmış (Yânî Şimdi Mevcûd)
Olduğu Hakkında Gelen Şeyler Babı
9- Cennet Kapılarının Sıfatı Babı
10- Cehennemin Sıfatı Ve Yaratılmış Olduğu Babı
11- İblîs'în Sıfatı Ve Askerlerinin Beyânı Babı
12- Cinnlerin Varlığının, Sevâb Ve İkaabları Olduğunun
Zikri Babı
13- Aziz Ve Celîl Olan Allah'ın Şu Kavli Babı:
14- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
15- Bâb: "Müslümânın Hayırlı Malı Koyundur; Müslüman
Kişi, Koyunu Dağ Başlarına Götürür"
Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle
(Allah'ın
Mahlûkları İlk Yaratışı Kitabı) [1]
a. "O, ilkin mahlûku
yaratıp sonra onu (öldürdükten ve tekrar dirilttikten sonra) iade edecek
olandır'ki, bu,
O'na göre pek
kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce sıfat O'nun. O, yegâne gâlib, yegâne hüküm
ve hikmet
Sâhİbİdİr"
(er-Rûm: 27).
er-Rabî' ibnu Huseym
ile el-Hasen: Hepsi Allah'a kolaydır, demişlerdir.
"Heynun" ve
"Heyyinun"; "Leyn-Leyyin", "Meyt-Meyyit",
"Dayk-Dayyık" kelimeleri gibi şeddeli ve şeddesîzdir [2].
b. "Ya biz ilk
yaratışta acz mi gösterdik (ki diriltmekten âciz olalım)? Hayır, onlar bu yeni
yaratıştan şübhe içindedirler" {Kaaf: ıs>.
c. "... O sizi daha topraktan yarattığı
zaman ve siz henüz analarınızın karınlarında döller hâlinde olduğunuz
sırada sizi (ne
olduğunuzu) çok iyi bilendir. Bunun için kendinizi (beğenip) temize çıkarmayın.
O (fenalıktan) sakınan kimdir çok iyi bilendir" (en-Necm: 32).
d. "And olsun ki, biz gökleri, yeri ve
ikisi arasında bulunan herşeyi altı günde yaratmışızdır. Bize hiçbir
yorgunluk
dokunmamıştır" (Kaaf: 38).
e. "Hâlbuki O,
sizi hakikat türlü türlü tavırlarla (hâllerle) yaratmıştır [3].
Görmediniz mi, Allah yedi göğü birbiriyle ahenkli olarak nasıl yaratmış?
Onlarda Ay'ı bir nur yapmış, Güneş'i de bir kandil (olarak) asmıştır.
Allah sizi Yer'den ot
gibi bitirdi. Sonra sizi yine onun içine döndürecek, sizi (yeni) bir çıkarışla
(tekrar) çıkaracak. Allah YerH sizin için bir döşek yapmıştır, onun geniş
yollarında gezip dolaşınız diye" (Nûh: 14-20).
Lugûb: Yorgunluk;
Etvâran; Tavır tavır, yânî şu tavırda, şu tavırda; Ada tavkahû: Mikdânnı geçti,
demektir [4]
1-.......îmrân
ibn Husayn (R) şöyle demiştir: Peygamber'e Temim oğullan'ndan bir cemâat
geldi. Peygamber (S) onlara:
— "Ey Temîm oğulları! Müjdelenin,
sevinin!" buyurdu. Onlar:
— Sen bizi müjdeledin.
Bize (Beytu'l-Mâl'den dünyalık) atıyye de ver! dediler.
Onların bu hâline üzüldüğünden
dolayı Peygamber'in yüzü değişti. Bu sırada Peygamber'in yanına Yemen ehli
olan Eş'arî'ler geldi. Peygamber onlara da:
— "Ey Yemenliler! Temîm oğullarının kabul
etmek istemedikleri o hayır ve saadet müjdesini sizler kabul ediniz!"
buyurdu.
Yemenli Eş'arîler de:
— Kabul ettik (esasen
huzuruna biz bunun için geldik), dediler. Bunun üzerine Peygamber (S)
mahlûkların ve Arş'ın yaratılış başlangıcını tahdîs edip anlatmaya başladı.
Tam bu sırada bir kişi geldi de:
— Yâ îmrân! Binek deven bağından sıyrılıp
kaçtı, dedi. (Ben de deveme bakmak için kalktım.) Keşke (Peygamber'in meclisinden)
kalkmasaydim (da O'nun sözlerini işitseydim, demiştir) [5].
2-.......Bize
Cami' ibnu Şeddâd, Safvân ibn Muhriz'den tahdîs etti. O da İmrân ibn
Husayn(R)'ın şöyle dediğini tahdîs etmiştir: Ben işi devemi kapıya bağladım da
Peygamber'in huzuruna girdim. Bu rada Peygamber'e Temîm oğullan'ndan birtakım
insanlar geldi. Peygamber (S) onlara:
— "Ey Temîm oğulları, müjdeyi kabul edip
sevinin!"buyurdu.
Onlar iki kerre:
— Sen bizlere müjde
verdin. Bizlere dünyalık atıyye de ver, de-
iler.
Sonra huzuruna Yemen
ahâlîsinden birtakım insanlar girdi.
Peygamber:
— "Ey Yemenliler, müjdeyi sizler kabul
ediniz. Çünkü onu Te-nîm oğulları kabul etmediler" buyurdu.
Yemenliler:
— Kabul ettik yâ
Rasûlallah, dediler ve: Biz Sana bu işten (bu ilemin hâllerinden) soralım diye
geldik, sözlerini eklediler.
Rasûlullah şöyle
buyurdu:
— "(Ezelde) Allah vardı ve Allah'tan başka
birşey yoktu. Al-ah'ın Arş'ı su üzerinde bulunuyordu. Allah herşeyi (kâinatın
tama-
mini) zikrde (mahfuz
levh'te) takdir ve tesbıt edip yazdı. Gökleri ve Yer'i yarattı".
Rasûlullah bunları
söylediği sırada bir nida edici:
— Ey Husayn oğlu, dişi
deven gitti! diye nida etti.
Ben hemen arkasından
gittim. Bir de baktım ki, devemin beri-sindeki serâb onunla aramızı kesiyor
(onu görmeme engel oluyordu). Vallahi ben pek arzu ederdim ki, keşke deveyi
terketmiş olaydım (da Rasûlullah'ın sözlerini dinlemek fırsatını kaçırmasaydım)
[6].
Ve hadîsi» îsâ ibn
Mûsâ el-Buhârî (öl. 186), Rakabe ibn Maska-le'den; o da Kays ibn Müslim'den
rivayet etti ki, Târik ibn Şihâb şöyle demiştir: Ben Umer ibni'l-Hattâb(R)'dan
işittim, şöyle diyordu: Peygamber (S) bizim içimizde (yânı minber üzerinde)
ayağa kalktı da mah-lûkaatın başlamasından i'tibâren tâ cennetliklerin kendi
menzillerine, ateş ehlinin de kendi menzillerine girinceye kadar herşeyi
bizlere haber verdi. Bu haberi ezberleyen ezberledi, unutan da unuttu [7]
3........
Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber(S) şöyle buyurdu: "Yüce
Allah'ın şöyle buyurur olduğunu düşünüyorum: 'Âdem oğlu bana noksan sıfat isnâd
etti. Hâlbuki ona beni noksan sıfatla vasıflaması yakışmaz. Ve yine Âdem oğlu
beni tekzîb eder, hâlbuki beni yalanlaması ona yakışmaz. Âdem oğlunun beni
noksan sıfatla vasıflaması, benim çocuğum olduğunu söylemesidir. Âdem oğlunun
beni yalanlaması ise, Allah beni ilk yarattığı gibi tekrar yaratacak değildir,
demesidir" [8].
4-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S): "Allah halkı yarattığı zaman
kendi yanında Arş'ın üstünde olan kitabında 'Rahmetim öfkeme gâlib olmuştur'
diye yazdı" buyurdu [9].
Ve Yüce Allah'ın şu
kavilleri babı:
"Allah, yedi göğü
ve yerden de onların mislini yaratmış olandır. Emr, bütün bunların arasında
durmadan iner.
Allah'ın (bunları
yaratması, O'nun) hakîkaten herşeye kaadir olduğunu, ilmiyle hakîkaten herşeyi
kaplamış
bulunduğunu bilmeniz
içindir'3 (et-Taiâk:i2) [10].
"Ve's-$akfî'l-merfû"\
semâ'dır. "Semkehâ", "Binâehâ" demektir, orada hâyevân,
yânı canlı vardır.
"el-Hubuku",
düzgünlüğü ve güzelliğidir. "Ezinet", işitti ve itaat etti demektir.
"Attı", içindeki ölüleri dışarı çıkardı ve onlardan boşaldı demektir.
"Tahâhâ",
"Dehâhâ" yânî onu yaydı demektir, "es- Sâhire",
yeryüzü'dür; orada hayevân yânî canlı vardır, onların uykuları ve uyanıklıkları
yeryüzünde olur [11]
5-.......Ebû
Seleme ile kendi kavminden bâzı insanlar arasında bir arazî hakkında çekişme
meydana gelmişti. Ebû Seleme, Âişe'nin yanına girip bu çekişmeyi Âişe'ye
zikretti. Âişe de ona:
— Yâ Ebâ Seleme! Yer(gasbetmek)den
sakın! Çünkü Rasûlul-lah (S) "Kim (başkasının toprağına) bir karış mikdârı
tecâvüz ederse, o yere kıyamette yedi kat yerden (isabet eden toprak) bu
mütecaviz kişinin boynuna halka gibi geçirilir" buyurdu, demiştir [12].
6-.......Bize
Abdullah ibnu'l-Mubârek, Mûsâ ibn Ukbe'den; o da Sâlim'den; o da babası
Abdullah ibn Umer'den haber verdi. O şöyle demiştir: Peygamber (S):
"Herkim hakkı olmaksızın (başkasına âid) yerden birşey gasbedip alırsa, o
aldığı şeyle birlikte kıyamet gününde yedi kat yere batırılır" buyurdu [13].
7-.......Ebû
Bekre Nufey' ibnu'l-Hâris es-Sakafî(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle
buyurmuştur: "Zaman (mikyas olan yıl hesabı) A Hah 'in gökleri ve Yer'i
yarattığı gündeki (ilk) hey'etine dönmüştür. (Artık) sene oniki aydır.
Bunlardan dördü haram aylardır. Üçü arka arkayadır ki, Zu'l-ka'de, Zu'l-hicce
ve Muharrem'dir. Dördüncüsü de Cumada'l-âhire ile Şa'bân arasında olarak Mudar
kabilesinin ayı olan Receb'dir" [14]
8-.......Bize
Ebû Usâme, Hişâm'dan; o da babası Urve ibnu'z- Zubeyr'den; o da Saîd ibn Zeyd
ibn Amr ibn Nufeyl(R)'den tahdîs etti ki, Ervâ bintu Ebî Uveys, iddia ettiği
bir hakk hususunda, Saîd ibn Zeyd kendisinin hakkını eksiltti diye Medîne
Vâlîsi bulunan Mer-vân ibnu'l-Hakem'e şikâyet etti. Bu şikâyet üzerine Saîd:
Ben bu kadının hakkından birşey mi eksiltiyormuşum? Şehâdet ederim ki, ben
Rasûlullah(S)'tan şöyle buyururken işitmişimdir: "Her kim (başkasına âid)
arazîden zalimlikle bir karış yer alırsa, hiç şübhe yok, kıyamet gününde o
arazî parçası yedi kat yerden i'tibâren onun boynuna halka yapılır".
İbnu Ebi'z-Zinâd,
Hişâm'dan söyledi ki, babası Urve şöyle demiştir: Saîd ibn Zeyd bana: Ben
Peygamber'in huzuruna girdim... dedi [15].
Katâde şöyle demiştir:
"Andolsun ki biz Yer'e en yakın olan göğü kandillerle donattık. Bunları
şeytânlara atış taneleri yaptık,.. ** (ei-Mtıik: 5). Allah bu yıldızları üç şey
için yarattı: Allah bunları göğe zînet, şeytânlara atış taneleri ve
kendileriyle doğru yol bulunacak alâmetler yaptı. Kim yıldızlar hakkında bundan
başka bir ma'nâya dönerse hatâ etmiş, nasibini zayi' eylemiş ve bilgisine sâhib
olmadığı bir şeyin meşakkatini üzerine almıştır [16].
İbn Abbâs:
"Heşîmen" (d Kehf: 45), "Mutegayyırân" (yânî değişici);
"el-Ebbu" (Abese: 3i) hayvanların yiyeceği şey; "el-En'âm"
(er-Rahmân: 16), "halk" (yânî bütün mahlûklar), "Berzah"
(er-Rahmân: 20)
"Hâcib"(yânî
perde)dir, demiştir [17].
Mucâhid ibn Cebr:
"Elfafen" <en-Nebe': 16), "Multeffeten" (yânî birbirine
sarmaşmış), "Gulben" (Abese: 30) birbirine sarmaşmış bol ağaçlı;
"Firâşen", "Mihâden" (yânî döşek) demektir. Yüce Allah'ın
"Yeryüzünde sizin için bir vakte kadar durak ve fâidelenecek şey
vardır" (ei-36; ei Araf: 24) kavlinde olduğu gibi (ki, o karar yeri yâhud
beşik ma'nâsınadır). "Nekîden" (eiA'râf:58) "Kalîlen" (yânî
az) demektir [18].
Mucâhid: Değirmenin
hesabı gibi (yânî Güneş ve Ay değirmenin hareketi ve konumu gibi) cereyan
ederler, demiştir.
Diğerleri: Bunlar bir
hesâb ve geçemeyecekleri birtakım menziller üzere cereyan ederler, demişlerdir.
"Şihâb"ın cem'i "Şuhbân" olduğu gibi "Husbân", "Hisâb"ın
cemâatidir [20].
"Duhâha"
(eş-şems: i) "Davuhâ"(yânî aydınlığı) demektir [21].
"en-Tudrikel-kamera.. Ne Güneş'in Ay'a erişip çatması, ne de gecenin
gündüzü geçmiş olması gerekmez. Hepsi de birer felekte yüzerler" {Yâsîn:
40). Mucâhid: Bunlardan birinin aydınlığı, diğerinin aydınlığını örtmez ve bu
onlara gerekmez (yânî onlara sahîh olmaz), demiştir. "Velâ'lleylu sâbıku'n-nehârı":...
Ne gecenin gündüzü geçmiş olması gerekmez. Bunlar birbirlerini tekrar tekrar
arka arkaya sür'atle isterler (yânî gece âyeti gündüz âyetinin önüne geçmez).
Bunlar iki nûrlandırıcı âyettirler. "Neslehu", yâni biz onların
birini diğerinden sıyırıp çıkarırız ve onlardan herbirini bir felekte akıtıp yürütürüz.
"...Vâhiyetun:
Gök de yarılmış ve artık o, o gün zayıftır" (d-Hâkkaa: 16); onun zayıflığı
varılmasıdır. "Ve'l-meleku ala ercâihâ: Melekler ise onun
bucaklarındadır" : i7>; yânî gök yarılmadığı müddetçe melekler semânın
iki tarafindadırlar. Bu senin "Kuyunun etrafı üzerinde" sözün gibidir.
"Ve ağtaşa
leylehu: Onun gecesini kararttı, gündüzünü çıkardı"1 (en-Nâziflt: 29);
"Felemmâ cenne aleyhVl-leylu: İşte o üstünü gece bürüyüp örtünce... "
(ei-En'âm: 76); bu iki yerde de ma'nâ "karanlık basınca" demektir.
el-Hasen dedi ki:
"İzâ'ş-şemsu kuvvirat – Güneş toplanıp durulduğu zaman""
(et-Tekvîr: d, dürülüp toplanır, nihayet ışığı gider, demektir.
"Ve'l-leyli ve mâ veseka ve 'l-kameri izâ H-teseka = O geceye ve onun
derleyip
topladığı şeye, toplu
bir hâle geldiği (nuru tamamlandığı) zaman Ay'a yemîn ederim ki... "
(ei-inşikaak: 16-17). Burada "Veseka", debelenen nevVden herşeyi topladığı;
"Itteseka" da dümdüz olduğu zaman demektir.
"Tebârekellezî
ceale IVs-semâi burûcen = Gökte burçlar yaratan, onların içinde bir çerağ ve
nurlu bir ay barındıran Allah'ın sânı ne yücedir" (ei-Farkaan: 6i). Burada
burçlar, Güneş'in ve Ay'ın menzilleridir. "Velâ'z-Zillu vel-harûr = Gölge
ile sıcak bir olmaz" (Fâtır: 21)
Hasen bunu, Güneş'le
beraber gündüzleyin olacak sıcak ile tefsir etti. İbn Abbâs: "//arar"
geceleyin; "Semûm", samyeli azabı (et-Tûn 27), gündüzleyindir,dedi.
"Yûlicu'n-nehâra fVl-leyl" (ei-Hacc; 6i), yânı gündüzü geceye girdirir
ki, bu "Yukevviru" yânı "Gündüzü gecenin içine dürer"
demektir. "Velîceten", birşeyin içine girdirdiğin herbir şeydir [22].
9-.......Ebû
Zerr (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) güneş battığı zaman bana:
"Güneş nereye
gider, bilir misin?" diye sordu. Ben:
— Allah ve Rasûlü en bilendir, dedim.,
Rasûlullah şöyle buyurdu:
— "Güneş gider, tâ Arş'ın altında secde
eder (âdetince doğudan doğmak üzere) izin ister de ona izin verilir (ve doğu
taraftan doğar. Bununla beraber insanların günahlıları üzerine doğmayı fena
görür). Ve bu hâlde secde etmeye yaklaşır. Fakat secdesi kabul olunmaz.
(Doğacağı yerine gitmeye) izin ister; izin verilmez. Ona: Artık nereden
geldinse oraya dön! denilir. O da battığı taraftan doğar. İşte bu Yüce Allah'ın
şu kavii(nin ma'nâsı)^: Güneş de kendi karargâhında (yörüngesinde devam üzere)
cereyan etmektedir. (Güneşin en ince bir hesâb üzere) bu yürüyüşü mutlak gâlib,
herşeyi hakkıyle bilen Allah'ın takdiridir!" (Yâsîn: 38) [23].
10-.......Bize
Abdullah ed-Dânâc -Farsça'dır, ma'nâsı "âlim" demektir- tahdîs edip
şöyle dedi: Bana Ebû Seleme ibnu Abdirrah-mân, Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti
ki, Peygamber(S): "Güneş ve Ay kıyamet gününde (ziyaları sönüp birbiri
içine) dürülürler" buyurmuştur [24].
11-.......Bana
Amr ibnu'l-Hâris haber verdi ki, Abdurrahmân ibnu'l-Kaasım, babası el-Kaasım
ibn Muhammed ibn Ebî Bekr'den; o da Abdullah ibn Umer(R)'den söylemiştir.
Abdullah ibn Umer, Pey-gamber(S)'in şöyle buyurduğunu haber verir idi:
"Şübhesiz ki Güneş ile Ay, hiçbir kimsenin ne ölümünden, ne de hayâtından
dolayı tutulurlar. Lâkin bunlar Allah'ın âyetlerinden iki âyettir. Tutulduklarını
görünce hemen namaza durun" [25].
12-.......
Abdullah ibn Abbâs şöyle demiştir: Peygamber (S): "Şübhesiz ki, Güneş ile
Ay Allah'ın âyetlerinden iki âyettir. Bunlar bir kimsenin ölümü veya hayâtından
dolayı tutulmazlar. Siz bu tutulmayı gördüğünüz zaman Allah'ı zikrediniz"
buyurdu.
13-.......Âişe
(R) şöyle haber vermiştir: Rasûlullah (S) Güneş tutulduğu gün kıyama durup
tekbîr aldı ve uzun bir kıraat yaptı. Sonra uzun bir rükû' yaptı. Sonra başım rukû'dan
kaldırıp Semiallâhu li-men hamidehu dedi. Ve secdeye gitmeden olduğu gibi yine
kıyam yaptı ve burada uzun bir kıraat daha yaptı. Bu kıraat birincisinden daha
kısa idi. Sonra uzun bir rükû' daha yaptı, fakat bu rükû', birinci rukû'dan
kısa idi. Sonra uzun bir secde yaptı. Sonra ikinci rek'atin içinde de birinci
rek'atte yaptığı gibi yaptı. Sonra Güneş açılmış olduğu hâlde selâm verdi.
Bunun ardından insanlara karşı hutbe yaptı da Güneş'in ve Ay'ın tutulmaları
hususunda: "Bunlar Allah'ın âyetlerinden iki âyettir. Bunlar hiçbir
kimsenin ne ölümü, ne de hayâtı için tutulurlar. Sizler bu ikisini tutulmuş
gördüğünüz zaman hemen namaza iltica ediniz" buyurdu.
14-.......Bana
Kays ibn Ebî Hazım, Ebû Mes'ûd(R)'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Güneş ile Ay hiçbir kimsenin ne ölümünden, ne de hayâtından dolayı
tutulurlar. Lâkin bunlar Allah'ın âyetlerinden iki âyettir. Tutulduklarını
görünce hemen namaza durun" [26].
"0, rahmetinin Önünde
rüzgârları birmüjdeci olarak gönderendir... " (el-Furkaan: 48).
"Levâkıha"
(ei-Hıcr: 22), "Lahika" ve "Lâhık"ın cem'idir ki, aşılayıcı
demektir. "Melâhıka"nın müfredi
"Mulhıka'Mır. *I*sârun"
(d Bakara: 266), taş fırlatan bora ki, yerden göğe doğru eser, direk gibi olur,
içinde ateş vardır.
'Rîhun fihâ
sırrun" (Âiu imrân: in), şiddetli soğuk rüzgâr; "Nuşuren"
(ei-Furkaan: 48), yayılıcı, dağınık, demektir [27].
15-.......Mucâhid'den;
o da İbn Abbâs(R)'tan tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Ben sabâ rüzgârı ile
yardım olundum. Âd kavmi de de-bûr yeli ile helak edildi" buyurmuştur [28].
16-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) gökyüzünde yağışlı sanılan bir bulut görünce
ona karşı durur, geri döner (evimizin içine) girer, çıkardı. Ve (bu karanlık
buluttan ümmete bir âfet erişmesinden endîşe ederek) yüzü(nün rengi)
değişirdi.Gök yağmur yağdırınca da Peygamber'den bu endîşe açılır giderdi.
Âişe bunun sebebini Peygamber'den öğrenmek istedi. Bunun üzerine Peygamber
şöyle buyurdu: "Ne bileyim? Belki bu kara bulut bir kavmin dediği gibi
(bir azâb) olur (Kur'ân'da şöyle hikâye olunmuştur): Artık vaktâ ki onu,
vadilerine doğru gelen bir bulut hâlinde görmüşlerdi. Dediler ki: Bu, bize
yağmur verici buluttur. (Hûd:) Hayır, bu çarçabuk gelmesini istediğiniz şeydir;
bir rüzgârdır ki, onda elem verici bir azâb vardır. O, Rabb 'imin emriyle her
şeyi helak edecektir (dedi). İşte onlar o hâle geldiler ki, meskenlerinden
başka birşey görünmez oldu. İşte günahkârlar güruhunu biz böyle
cezalandırırız" (ei-Ahkaaf: 24-25) [29].
Ve Enes şöyle dedi:
Abdullah ibn Selâm, Peygamber'e: Şübhesiz meleklerden Cibril aleyhi's- selâm
Yahûdîler'in düşmanıdır, dedi [31].
İbn Abbâs da:
"Biziz o saff saff dizilenler mutlak bizi" (es sâffât: 165); bunlar
meleklerdir, demiştir [32].
17-Bize
Hudbe ibnu Hâlid tahdîs edip şöyle dedi: Bize Hemmâm ibn Yahya, Katâde'den
tahdîs etti. H ve bana Halîfe ibn Hayyât şöyle dedi: Bize Yezîd ibnu Zuray'
tahdîs edip şöyle dedi: Bize Saîd ibn Ebî Arûbe ile Hişâm ed-Destevâî şöyle
dediler: Bize Katâde tahdîs edip şöyle dedi: Bize Enes ibnu Mâlik tahdîs etti
ki, Mâlik ibn Sa'saa (R) şöyle demiştir: Peygamber(S) şöyle buyurdu:
"Bir kerresinde
ben Beyt'in (yânı Ka'be'nin) yanında uyurla uyanık arası bir hâlde
bulunuyordum". Peygamber burada iki kişi arasındaki adamı (kasdederek)
zikretti ve şöyle devam etti; "Derken bana içine hikmet ve imân
doldurulmuş altından bir tas getirildi. Göğüsten karnın alt tarafına kadar
yarıldı. Sonra karın Zemzem suyu ile yıkandı. Sonra hikmet ve îmân ile
dolduruldu. Ve bana katırdan küçük, eşekten büyük beyaz bir hayvan getirildi
ki, o Burak'tır. Akabinde ben Cibril'in beraberinde gittim. Nihayet alt semâya
vardık.\
— Kim o? denildi.
— Cibril'dir, dedi.
— Yanındaki kimdir? denildi. Cibril tarafından:
— Muhammed'dir, diye
cevap verildi.
— Ona buraya gelsin
diye (da'vet) gönderildi mi? diye soruldu. Cibril:
— Evet, dedi.
— Merhaba gelen Zât'af
Bu gelen kişinin gelişi ne güzeldir! denildi.
Müteakiben Âdem 'in
yanına geldim ve ona selâm verdim. O da:
— Merhaba sana, Oğul ve Peygamber! dedi.
Akabinde ikinci semâya vardık.
— Kimdir o? denildi.
— Cibril'dir, dedi.
— Yanındaki kimdir? denildi. Cibril:
— Muhammed(S)'dir,
dedi.
— Ona (gelsin diye) haber gönderildi mi?
denildi. Cibril:
— Evet gönderildi,
dedi.
— Merhaba O'na -hoş
geldi, safa geldi- ve bw gelenin gelişi ne güzeldir! denildi.
Akabinde ben îsâ ve
Yahya (Peygamberlerin) yanına vardım. Onlar:
— Merhaba sana, kardeş ve Peygamber! dediler.
-Sonra üçüncü semâya vardık.
— Kimdir o? denildi.
— Cibril'dir, dedi.
— Beraberindeki kimdir? denildi. Cibril:
— O Muhammed'dir, dedi.
— Ona (vahy ve mi'râc da'veti) gönderilmiş
midir? denildi. Cibril:
— Evet
(gönderilmiştir), dedi.
— Merhaba O'na ve bu
gelen kişinin gelişi ne güzeldir! denildi. Akabinde ben Yûsuf'un yanına vardım
ve ona selâm verdim. O
da:
— Merhaba sana bir
kardeşten ve peygamberden! dedi. Sonra dördüncü semâya vardık.
— Kimdir o? denildi.
— Cibril'dir, denildi.
— Beraberindeki kimdir? denildi. Cibril
tarafından:
— Muhammed'dir,
denildi.
— Ona (mi'râc da'veti) gönderilmiş midir?
denildi. Cibril:'
— Evet,
gönderilmiştir, dedi.
— Merhaba gelen Zât'a
ve bu gelenin gelişi ne güzeldir! denildi. Ben îdrîs Peygamber'in yanına vardım
ve ona selâm verdim. O
da:
— Bir kardeş ve bir peygamberden merhaba! dedi.
Sonra beşinci semâya vardık.
— Kimdir o? denildi.
— Cibril'dir, dedi.
— Beraberindeki kimdir? denildi.
— Muhammed'dir,
denildi.
— Ona da'vet gönderilmiş midir? denildi.
Cibril:
— Evet
(gönderilmiştir), dedi.
— Merhaba O'na ve bu gelen Zât ne güzel yolcu!
denildi. Akabinde biz Harun'un yanına geldik. Ben ona selâm verdim.
O da:
— Merhaba sana bir
kardeş ve bir peygamberden, dedi. Sonra altıncı semâya vardık.
— Kimdir o? denildi.
— Cibril'dir, dedi.
— Beraberindeki kimdir? denildi.
— Muhammed'dir,
denildi.
— O'na (da'vet)
gönderilmiş midir? Bu gelen kişiye merhaba ve O'nun bu gelişi ne güzeldir!
denildi.
Akabinde ben Musa'nın
yanına vardım ve ona selâm verdim. O da:
— Bir kardeşten ve bir peygamberden sana merhaba!
dedi. Ben Musa'yı bırakıp geçince Mûsâ ağladı. Musa'ya:
— Seni ağlatan nedir? denildi: Mûsâ:
— Yâ Rabb! Benden sonra peygamber gönderilen bu
genç ki, O'nun ümmetinden cennete girecekler benim ümmetimden gireceklerden
daha faziletlidir (de ona ağlıyorum)! dedi.
Sonra yedinci semâya
vardık.
— Kimdir o? denildi.
— Cibril'dir, dedi.
— Yanındaki kimdir? denildi.
— Muhammed'dir,
denildi.
— O'na da'vet
gönderilmiş midir? Bu gelen Zât'a merhaba, bu gelen kişi ne güzel yolcu!
denildi.
Akabinde ben İbrahim Peygamber'in
yanına vardım ve ona selâm verdim. O da:
— Bir oğul ve peygamber, merhaba sana! dedi.
Sonra bana
el-Beytu'l-Ma'mûr gösterildi. Ben Cibril'e bunu sordum. Cibril:
— Bu
el-Beytu'l-Ma'mûr'dur, her gün onun içinde yetmişbin melek namaz kılar, bundan
çıktıkları zaman artık bu onların son girişidir, bir daha oraya dönmezler,
dedi.
Bana Sidretu'l-Muntehâ
da gösterildi. Bir de gördüm ki, sidre ağacının yemişleri sanki Yemen 'in Hecer
şehri testileri gibi; yaprakları ise fillerin kulakları gibidir. Sidre 'nin
dibinde dört nehir vardır: İki bâtın nehir, iki zahir nehir. Ben Cibril'e
bunları sordum. Cibril;
— Bâtın olan iki nehir
cennettedir. Zahir olan iki nehir ise Nîl ile Furât nehirleridir, dedi.
Sonra benim üzerime
(her gün) elli namaz farz kılındı. Ben bunları kabul ettim ve Musa'ya geldim.
Mûsâ:
— Ne yaptın? dedi.
— Üzerime elli namaz farz olundu, dedim. Mûsâ:
— Ben insanları senden
daha iyi biliyorum; ben îsrâîl oğullarını sıkı bir denemeye tâbi' tuttum.
Senin ümmetin her gün elli namaza takat getirmez. Onun için Rabb'ine dön de
hafifletmesini iste, dedi.
Ben de döndüm ve
hafifletmeyi istedim. Rabb'im namazları kırk yaptı. Sonra evvelki gibi Mûsâ
'ya; akabinde Rabb 'ime gidip yine hafifletme istedim. Sonra Rabb'im namazları
otuz yaptı. Sonra yine bundan önceki gibi Musa'ya;akabinde Rabbi'me gidip
hafifletme istedim. Bu sefer Rabb'im namazları yirmi yaptı. Sonra yine Musa'ya
ve akabinde Rabb 'ime gidip hafifletme istedim. Bu sefer Rabb 'im namazları on
yaptı. Sonra Musa'ya geldim. O da yine hafifletme istememi söyledi. Bu sefer
Rabb'im namazları beşyaptı. Akabinde Musa'ya geldim. Mûsâ:
— Ne yaptın? dedi.
— Rabb'im namazları
beş yaptı, dedim.
Mûsâ önceki gibi yine
hafifletme istememi söyledi. Ben Musa'ya:
— Hayırla selâmette
kal (ben bu beşi kabul ediyorum), dedim. Akabinde Allah tarafından:
— Ben beş vakit
namazla farizamı imza ve infaz ettim ve kullarımdan fazlasını hafiflettim; ben
güzelliği on kat ile karşılarım! diye nida olundu'3.
Ve Hemmâm ibn Yahya,
Katâde'den; o da el-Hasen'den; o da Ebû Hureyre'den; o da Peygamber'den
el-Beytu'l-Ma'mûr hakkında ayrı hadîs söyledi [33].
18-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Kendisi sâdık ve masdük (yânı: kendisi doğru
söyler ve kendisine de doğru bildirilir) olduğu hâlde, bize Rasûlullah (S)
tahdîs edip (insanın yaratılması tavırlarından) şunları söyledi:
"Sizin
herbirinizin yaratılması (yaratılma başlangıcında) ana baba maddeleri kırk gün
anasının karnında toplanır. Sonra o maddeler o kadar zaman içinde (yânî kırk
gün içinde) katı bir kan pıhtısı hâlini alır. Sonra yine o kadar zaman içinde
bir çiğnem et olur. Sonra (dördüncü tekâmül tavrında) Allah bir melek gönderir
de tekâmül eden o bir çiğnem ete şu dört kelime(y\ yazması) emrolunur: Onun
işini, rızkını, ecelim, şakiyâhud saıd olduğunu yaz! denilir. Sonra ona rûh üflenir
(cenîn canlanır). İmdi sizden bir kişi (bu fıtratı gereği dünyâda) iyi iş
yapar, nihayet kendisiyle cennet arasında yalnız bir kulaç mesafe kalır. Bu
sırada (meleğin ana karnında yazdığı) yazı gelir, yazısı o kişinin önüne geçer
(yânî onu önler). Bu defa o kişi cehennemliklerin işini yapmağa başlar (da
cehenneme girer). Sizden bir kişi de kötü iş yapar. Nihayet kendisiyle
cehennem arasında ancak bir kulaç mesafe kalır. Bu sırada (meleğin yazdığı) o
yazı önüne geçer (yânî onu önler). Bu defa o kişi cennet ehlinin (hayırlı)
emelini yapar (cennete girer)" [34].
19-.......Bana
Mûsâ ibnu Ukbe haber verdi ki, Nâfi' şöyle demiştir: Ebû Hureyre,
Peygamber'den söyledi.
Ve Ebû Âsim ed-Dahhâk
ibivMahled, Mahled ibn Yezîd'e mu-tâbaat etti ki, İbn Cureyc şöyle demiştir:
Bana Mûsâ ibn Ukbe, Nâfi'den; o da Ebû Hureyre'den; o da Peygamber'den haber
verdi. Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Allah bir kulu
sevdiği zaman Cibril'e:
— Allah fulânı
seviyor, onu sen de sev! diye nida eder. Cibril de o kulu sever. Akabinde
Cibril gök ahâlîsine;
— Allah fulân kulu
seviyor, onu siz de seviniz! diye nida eder.
Gök ahâlîsi de o
kimseyi sever. Sonra yerde(ki insanların gönlüne) o kimse lehine kabul ve
sevgi konulur (da onu tanıyan müslümânlar tarafından sevilir)" [35].
20-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah(S)'t şöyle derken işittim: "Melekler
Anan içine -ki o buluttur- inerler de gökte kaza ve hükmolunan emri (istikbâle
âid bâzı şeyleri kendi aralarında) zikrederler. Bu sırada şeytânlar (bu haberi)
kulak hırsızlığı yapar ve onu işitirler. İşittiklerini de kâhinlere gizlice
ulaştırırlar. Kâhinler, şeytânlardan işittikleri kelimelerle beraber yüz yalan
da kendi nefislerinden uydururlar" [36].
21-.......Bize
İbn Şihâb, Ebû Seleme ibn Abdirrahmân ibn Avftan ve el-Agarr Selmân
el-Cuhenî'den; onlar da Ebû Hureyre'den tah-dîs ettiler ki, o şöyle demiştir:
Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Cumua günü olunca mescidin kapılarından
herbir kapıda melekler bulunur. Onlar mescide ilk gelenleri (birinci, ikinci,
üçüncü diye) sırasıyte yazarlar. İmâm minbere oturunca sahîfeleri dürerler ve
safflar arasına gelip zikri (yânî hutbeyi) dinlerler" [37].
22-.......
Bize ez-Zuhrî tahdîs etti ki, Saîd ibnu'l-Müseyyeb şöyle demiştir: Bir kerre
Hassan ibn Sabit mescidde şiir okuduğu sırada Umer mescide uğradı. (Hassân'ın
mescidde şiir okumasını çirkin gördü.) Bunun üzerine Hassan:
— Ben vaktiyle bu
mescidde senden daha hayırlı olan Zât hâzır iken de şiir okur idim, dedi.
Sonra Hassan, Ebû
Hureyre'ye döndü ve:
— Allah aşkına sana
sorarım: Rasûlullah'ın Hassân'a: "Haydi sen de benim tarafımdan
(müşriklere) cevâb ver! Yâ Allah, onu Rûhu'l-Kudüs ile kuvvetlendir!"
derken işittin mi? diye sordu.. O da; — Evet (işittim), diye doğruladı [38].
23-.......Bize
Şu'be, Adiyy ibn Sabit'ten tahdîs etti ki, el Berâ ibn Âzib (R) şöyle demiştir:
Peygamber (S) Hassân'a hitaben: "Sen de müşrikleri hicvedip kötüle yâhud
onların hicivlerine karşılık ver, Cibril de seninle beraberdir" buyurdu [39].
24-.......Bize
Cerîr ibn Hazım tahdîs etti. H ve yine bize İshâk ibn Râhûye tahdîs edip şöyle
dedi: Bize Vehb ibn Cerîr haber verip şöyle dedi: Bize babam Cerîr ibn Hazım
tahdîs edip şöyle dedi: Ben Humeyd ibn Hilâl'den işittim ki, Enes ibn Mâlik (R)
şöyle demiştir: (Rasûlullah, Kurayza oğullan yurduna sefer ettiğinde melekler
de iştirak etti.) Ben Ensâr'dan Ganm oğullan sokağında yükselen bir tozu
bugün bile görür gibiyim.
Râvî Mûsâ ibn îsmâîl,
Mağâzî'deki kendi rivayetinde şunu ziyâde etmiştir: Enes: Ben Cibril'in
melâike cemâatinin Ganm oğullan sokağından geçtikleri sıra yükselen tozunu bugün
bile görür gibiyim, demiştir [40].
25-.......Urve
ibnu'z-Zubeyr'den; o da Âişe(R)'den tahdîs etti ki, el-Hâris ibnu Hişâm,
Peygamber'den:
— Sana vahy nasıl gelir? diye sormuştur.
Peygamber (S) şöyle cevâblamıştır:
— "Bunun hepsi (şöyledir): Bazen melek
bana çıngırak sesi gibi bir ses içinde gelir, akabinde meleğin bana söylediği
şeyleri ezberlemiş olduğum hâlde o benden ayrılır. Bana en ağır olanı budur.
Bazen de melek bana bir insan olarak temessül eder (yânî sûretlenir), benimle
konuşur, ben de söyleyeceklerini iyice bellerim" [41].
26-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle buyuruyordu:
— "Kim Allah yolunda çift sadaka verirse,
cennetin bekçileri, yânî melekler onu: Ey Fulân! Buraya gel! diye da'vet
ederler."
Peygamber'in bu sözü
üzerine Ebû Bekr:
— Artık kendisine hiç
helak olmayan kimse, işte budur, -dedi. Peygamber de:
— "Senin de o bahtiyarlardan olmanı
umarım" buyurdu [42].
27-.......Bize
Ma'mer, ez-Zuhrî'den; o da Ebû Seleme'den; o da Âişe(R)'den haber verdi ki,
Peygamber (S) Âişe'ye:
— "Yâ Âişe! Şu
(yanımdaki) Cibril'dir, sana selâm ediyor" buyurmuş.
Aişe de:
— Selâm; Allah'ın rahmeti ve bereketleri onun
üzerine olsun, demiş ve Peygamber'i kasdederek:
— Benim görmediğimi Sen görüyorsun, demiştir [43].
28- Bize Ebû
Nuaym tahdîs edip şöyle dedi: Bize Umer ibnu Zerr tahdîs etti.
H Ebû Nuaym dedi ki:
Bana Yahya ibn Ca'fer tahdîs edip şöyle dedi: Bize Vekî', Umer ibn Zerr'den; o
da babası Zerr ibn Abdillah el-Hamdânî'den; o da Saîd ibn Cubeyr'den tahdîs
etti ki, Abdullah ibn Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Cibril'e:
— "Sen bize şu
ziyaretinden daha çok ziyaret etmez misin?" demişti (yânî daha sık
gelmesini arzûlamıştı).
İbn Abbâs dedi ki:
Bunun üzerine "Biz (melekler) Senin Rab-binin emri olmadıkça inmeyiz.
Önümüzde, ardımızda ve ikisi arasında ne varsa hepsi O'nundur. Senin Rabbin
unutkan değildir" (Meryem: 64) âyeti indi [44].
29-....... O
da İbn Abbâs(R)'tan tahdîs etti ki, Rasûlullah(S) şöyle buyurmuştur:
"Cibril bana Kur'ân'ı bir okunuş üzerine okuttu. Ben de durmadan bunun
artmasını isterdim. Tâ yedi türlü okunuşa erişinceye kadar bu dileğimde ısrar
ettim" [45].
30-.......Bize
Abdullah ibnu'I-Mubârek haber verip şöyle dedi:
Bize Yûnus ibn Yezîd
haber verdi ki, ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibni Abdillah tahdîs
etti ki, İbnu Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) insanların en cömerdi
idi. En cömert olduğu zaman da ramazânda idi ki, bu ay Cibril aleyhi's-selâmın
kendisine en çok kavuştuğu zaman idi. Cibril, ramazânın her gecesinde
Rasûlul-lah'la buluşur ve kendisi ile Kur'ân-ı Kerîm'i mudârese ve müzâkere
ederdi. îşte bundan dolayı Rasûlullah Cibril kendisiyle buluştuğu bu zamanda
hayır dağıtmakta, esmesi maniaya uğramayan rüzgârdan daha cömert idi [46].
Ve Abdullah
ibnu'l-Mubârek'ten: (Kendisi:) Bize Ma'mer (ıbnu Râşid, yukarıda verilen) bu
isnâd ile o hadîsin ma'nâca benzerini tahdîs etti, demiştir.
Ve Ebû Hureyre ile
Fâtıma (R) da Peygamber(S)'den, Cibril'in (her sene ramazânda) Peygamberce
Kur'ân'ı karşılaştırma yapar olduğunu rivayet etmişlerdir [47].
31-.......Bize
Leys ibnu Sa'd, İbn Şihâb'dan şöyle tahdîs etti: Umer ibnu Abdilazîz bir gün
ikindi namazını biraz geri bıraktı. Bunun üzerine Urve ibnu'z-Zubeyr, Umer'e:
— Dikkat et! Muhakkak
ki Cibril inmiş ve Rasûlullah'm önünde namaz kıldırmıştır, dedi.
Umer de ona:
— Yâ Urve, söylediğini iyi bil! dedi.
Urve de hadîsi
senediyle nakledip şöyle demiştir:
— Ben Beşîr ibn Ebî
Mes'ûd'dan işittim, şöyle diyordu: Ben babam Ebû Mes'ûd'dan işittim, şöyle
diyordu: Ben Rasûlullah(S)'tan işittim, şöyle buyuruyordu: "Cibril indi ve
bana imâm oldu, ben de onunla birlikte namaz kıldım. Sonra onunla namaz kıldım.
Sonra onunla namaz kıldım. Sonra onun/a namaz kıldım. Sonra onunla namaz
kıldım". Rasûlullah bunu söylerken birer birer beş namazı par-maklarıyle
sayıyordu [48].
32-.......Ebû
Zerr (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu:
— "Cibril bana: 'Ümmetinden her kim
Allah'a hiçbirşeyi ortak koşmayarak (tevhîd inancıyle) ölürse cennete girer
-yâhud ateşe girmez' dedi".
Ebû Zerr:
— Eğer o kişi zina etse ve hırsızlık yapsa da
mı? dedi. Peygamber:
— "Eğer (bu günâhları işlese de)"
buyurdu [49].
33-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Melekler arka
arkaya gelirler: Hergün birtakım melâike geceleyin, diğer birtakım melâike de
gündüzleyin birbiri ardınca size gelirler. Bunlar sabah ve ikindi namazlarında
buluştuktan sonra evvelce içinizde kalmış olanlar göğe yükselirler. Rableri
(namaz kılmış kullarının) hâllerini en iyi bilirken yine o meleklere: Kullarımı
ne hâlde bıraktınız? diye sorar. Onlar da: Onları namaz kılarlarken bıraktık ve
onlara namaz kılarlarken varmıştık, derler" [50].
"Sizlerden biri
Âmin dediği zaman melekler de semâda {Âmîn deseler de) her ikisi birbirine denk
düşerse, o kimsenin geçmiş günâhları mağfiret edilir" [51]
34-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Ben Peygamber için bir yastık doldurdum. Onda birtakım
suretler vardı. Bu küçük bir yastık gibidir. Peygamber geldi ve iki kapının
arasında dikeldi, yüzü de değişmeye başladı. Ben hemen:
— Bizim için ne (kusur) var, yâ Rasûlallah?
dedim. Peygamber (S):
— "Bu yastığın hâli nedir?" diye
sordu. Âişe:
— Bir yastıktır; ben
onu üzerinde yatasm diye Sen'in için yaptım, dedi.
Peygamber:
— "Sen içinde suret bulunan bir eve
meleklerin girmeyeceğini; bu sureti yapan kimsenin kıyamet gününde azâb
edileceğini ve Yüce Allah 'in: Yarattıklarınıza (yânî sûretlendirdiğiniz bu
hayvanlara) can verin! buyuracağını bilmedin mi?" buyurdu [52].
35-.......Bize
Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den; o da Ubeydullah ibn Abdillah'tan haber verdi
ki, o da İbn Abbâs(R)'tan şöyle derken işitmiştir: Ben Ebû Talha'dan işittim,
şöyle diyordu: Ben Rasûlul-lah(S)'tan işittim: "İçinde köpek bulunan eve
melekler girmez, içinde temsillere âid suret bulunan eve de" buyuruyordu [53].
36-.......
Bize Amr ibnu'l-Hâris haber verdi. Ona da Bukeyr ibnu'l-Eşecc tahdîs etmiştir.
Ona da Busr ibn Saîd tahdîs etmiştir. Ona da Zeyd ibn Hâlid el-Cuhenî (R)
tahdîs etmiştir. Busr ibn Saîd'in beraberinde, Peygamber'in zevcesi
Meymûne'nin himayesinde bulunmuş olan Ubeydullah el-Havlânî bulunuyordu. Râvî
dedi ki: îşte bu ikisine Zeyd ibn Hâlid tahdîs etti. Ona da Ebû Talha şöyle
tahdîs etti: Peygamber (S): "Melekler, içinde suret bulunan herhangi bir
eve girmezler" buyurdu.
Sahâbî râvî Busr dedi
ki: (Bu hadîsi bana rivayet ettikten bir zaman sonra) Zeyd ibn Hâlid
hastalandı. Biz de ona hasta ziyaretine gittik. Eve girdiğimizde içeride,
üzerinde birtakım suretler bulunan bir perde ile karşılaştık. Ben orada bulunan
Ubeydullah el-Havlânî'ye:
— Bu Zeyd ibn Hâlid
bize Peygamber'den tasvirler hakkındaki hadîsi tahdîs etmedi mi? (Şimdi evinde
bu resimli perde ne oluyor?) dedim.
Ubeydullah bana;
— Zeyd ibn Hâlid bu
hadîsi Ebû Talha'dan bize naklederken, sonunda "İllâ rakmen fîsevbin (=
Elbisedeki nakış ve resim müstesnadır)" demiştir; sen onu işitmedin mi?
dedi.
— Hayır işitmedim, dedim. O da:
— Fakat sen o hadîsi
işittin, o bunu muhakkak zikretmiştir, dedi [54].
37-.......
Bana Amr ibnu'l-Hâris, Sâlim'den; o da babası Abdullah ibn Umer'den tahdîs
etti; o şöyle demiştir: Cibrîl aleyhi's-selâm, Peygamber'in yanına inmeyi va'd
etmişti (inmedi; Peygamber sebebini sordu.) Cibrîl: Biz melekler, içinde
(canlı hayvana âid) suret ve köpek bulunan eve girmeyiz, dedi.
38-.......Ebû
Salih'ten; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki,
Rasûlullah (S) şöyle
buyurmuştur: "İmâm Semiallâhu limen hami-deh dediği zaman siz Allâhumme
Rabbena leke 'l-hamdu deyiniz. Çünkü her kimin böyle demesi melâikenin böyle
demesine denk düşerse geçmiş günâhları mağfiret edilir" [55].
39-.......Ebû
Hureyre (R) tahdîs etti ki: Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Sizin
herhangi birinizi namaz kılmak habsedip alıkoyduğu müddetçe, bir namaz
içindedir. Namaz kıldığı yerden kalkmadığı yâhud abdestini bozmadığı müddetçe
de melekler onun için: Allâhumme 'ğfîr lehu ve 'r-hamhu( = Yâ Allah, ona
mağfiret et ve ona merhamet eyle)/ derler" [56].
40-.......Ya'lâ
ibn Umeyye (R): Ben Peygamber(S)'in minber üzerinde (cehennem ahâlîsinin
cehennem muhafızına): "Yâ Mâlik! (Rabb'in hakkımızdaki hükmünü versin!)
diye nida ettiler... (ez-Zuhrûf: 77) âyetim okuduğunu işittim" demiştir.
Râvî Sufyân ibn
Uyeyne, Abdullah ibn Mes'ûd'un bu âyeti "Ve nâdev yâ Mâli" şeklinde
kâfi düşürerek okuduğunu söylemiştir [57].
41-.......Peygamber'in
zevcesi Âişe (R) şöyle tahdîs etmiştir: Âişe, Peygamber(S)'e:
— Sana Uhud gününden
daha şiddetli olan bir gün erişti mi? dedi. O da:
—"Yemin olsun ki
kavmin Kureyş'ten gelen birçok zorluklarla karşılaştım. Fakat onlardan Akabe
günü karşılaştığım zorluk hepsinden şiddetli idi. Şöyle ki: Ben (Kureyş'ten
gördüğüm ezâ üzerine Taife gidip) hayâtımın korunmasını Abdu Kulâl'in oğlu İbnu
Abdu Yâlîl'e teklif etiğim zaman o benim dileğime cevâb vermemişti. Ben de
kederli ve hayretli bir hâlde yüzümün doğrusuna (Mekke'ye) dönmüştüm. Bu
hayretim Karnu's-Seâlib mevkiine kadar devam etti. Burada başımı kaldırıp
(semâya) baktığımda beni gölgelendirmekte olan bir bulut gördüm.
Buluta (dikkatle)
baktığımda bunun içinde Cibril bulunduğunu gördüm. Cibril bana nida etti de:
Allah, kavminin Sen'in
hakkında dediklerini ve Seni korumayı reddettiklerini muhakkak işitti. Ve A
ilah Sana şu Dağlar Meleği'ni gönderdi. Kavmin hakkında ne dilersen ona
emredebilirsin, dedi. Bunun üzerine Dağlar Meleği bana nida edip selâm verdi.
Sonra:
— Yâ Muhammedi Cibril'in bu söylediği bir
hakikattir. Sen ne istersen emrine hazırım. Eğer (Ebû Kubeys ile Kuaykân
denilen) şu iki yalçın dağı Mekkeliler üzerine kapaklamamı istersen (onu da
emret), dedi.
Buna karşı Peygamber:
— Hayır, ben Allah 'in
bu müşriklerinin sulblerinden yalnız Allah 'a ibâdet eder ve Allah 'a
hiçbirşeyi ortak kılmaz (tevhîdci) bir nesil meydana çıkarmasını arzu ederim,
dedi" [58].
42-.......Bize
Ebû İshâk eş-Şeybânî tahdîs edip şöyle dedi: Ben Zırr ibn Hubeyş'e Yüce
Allah'ın şu kavlinden sordum: "Sonra (Cib-rîl O'na) yaklaştı, sarktı. İki
yay kadar, yâhud daha yakın oldu da (Allah'ın) kuluna vahy ettiğini etti. O'nun
gördüğünü kalbi yalana
Çlkarmadl"
(en-Necm: 8-11).
Zırr ibn Hubeyş: Bize
İbnu Mes'ûd: Peygamber (S) Cibril'i (yaratılmış olduğu surette) altıyüz
kanatlı olarak gördü, diye tahdîs etti, dedi [59].
43- Bize
Hafs ibn Umer tahdîs edip şöyle dedi: Bize Şu'be, el-A'meş'ten; o da
İbrahim'den; o da Alkame'den tahdîs etti ki, Abdullah ibn Mes'ûd (R) "And
olsun ki O, RabbHnin en büyük âyetlerinden bir kısmım görmüştür"
(en-Necm: ıs) âyetinin tefsirinde: Rasûlullah (S) semânın etrafını yeşil bir
kumaş (hâlinde Cibril'in kanadı) kaplamış gördü, demiştir [60].
44-.......Bize
el-Kaasım haber verdi ki, Âişe (R) şöyle demiştir: Her kim Muhammed (uyanık
olarak baş gözüyle) Rabb'ini gördü sanırsa, en büyük yalanı irtikâb etmiş
olur. Lâkin muhakkak olan şudur ki, Rasûlullah Cibrîl'i ufkun arasını kaplamış
olduğu hâlde hakîkî suret ve hilkatinde görmüştür [61].
45-.......Mesrûk
şöyle demiştir: Ben (Peygamber'in Rabb'ini görmesini reddettiği zaman)
Âişe'ye:
— Öyleyse Yüce
Allah'ın şu kavli nerededir (yânî bunun vechi nedir)? dedim: "Sonra
yaklaştı, derken sarktı. (Bu suretle Peygamber'e) iki yay kadar, yâhud daha
yakın oldu da (Allah'ın) kuluna vahy ettiğini ettV (en-Necm: 8-11).
Âişe (R):
— Bu yanaşma ancak
Cibril'in yanaşmasıdır. Cibril Peygamber'e insan suretinde gelirdi. Şübhesiz
Cibril bu kerre Peygamber'e kendi hakîkî sureti olan sureti içinde gelmiş ve
ufku kapatmıştır, dedi [62].
46-.......Semure
ibn Cundeb (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Ben bu gece
fu'yâmda iki kimse gördüm. Onlar bana geldiler... şöyle dediler: O ateş yakan
adam, cehennemin bekçisi olan Mâlik'tir... Ben Cibril'im. Bu da
Mtkâîl'dir..." [63].
47-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Kişi kadınım
(cinsî yaklaşmak için) yatağına da'vet eder de kadın çekinir ve bu yüzden koca,
kadına öfkeli, sinirli bir hâlde gecelerse melekler o kadına sabah oluncaya
kadar la'net ederler".
Bu hadîsi el-A'meş'ten
rivayet etmekte Ebû Avâne'ye Şu'be, Ebû Hamza, İbnu Dâvûd ve Ebû Muâviye
mutâbaat etmişlerdir [64].
48-.......İbn
Şihâb şöyle demiştir: Ben Ebû Seleme'den işittim, şöyle dedi: Bana Câbir ibnu
Abdillah (R) haber verdi. O, Peygam-ber(S)'den şöyle buyururken işitmiştir:
"Sonra benden vahy bir süre habs olundu. Ben bir gün yürürken birdenbire
gökyüzü tarafından bir ses işittim. Başımı kaldırdım. Bir de baktım ki, Hıra
'da bana gelen melek (yânî Cibrîl) semâ ile Arz arasında bir kürsî üzerinde
oturmuş. Ondan pek ziyâde korktum, hattâ yere düştüm. Akabinde aileme geldim
ve: Beni örtünüz, beni örtünüz! dedim. Bunun üzerine Yüce Allah şu âyetleri
indirdi: Ey bürünüp sarınan! Kalk, artık korkut. Rabb'ini büyük tanı.
Elbiselerini temizle. Azâb{& götürecek şeyleri) terkeyle..."
(el-Müddessir: 1-5).
Ebû Seleme: Âyetteki "er-Rücz",
putlardır, demiştir [65].
49-.......Müfessir
Ebu'1-ÂHye şöyle demiştir: Bize Peygamerinizin amcası oğlu, yânî İbn Abbâs (R)
tahdîs etti. Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "(Mi'râc^da) bana gece sefer
ettirildiğinde ben Musa'yı esmer yüzlü, uzun boylu, kıvırcık saçlı bir tipte
gördüm. Müsâ (uzunluk ve esmerlikçe) Ezdu Şenûe adamlarından bir kişi gibidir.
îsâ'yı da gördüm: Ne uzun ne kısa, orta boyda, benzi kırmızı ile beyaza meyilli
olup başı, salıverilmiş düz saçlı bir kimse idi. Allah 'in bana gösterdiği
hayrete düşürücü daha birtakım garibeler arasında cehennem muhafızı Mâlik'i ve
Deccâl'i de gördüm. Ey mü'min, Peygamber'in Musa'ya kavuşmasından şübhede
olma".
Enes ve Ebû Bekre (R),
Peygamber'in "Melekler Medine'yi, Dec-câl'den bekçilik yapıp korurlar"
hadîsini söylemişlerdir [66].
Ve Ebu'I-Aliye dedi
ki; "Mutahharatun": Hayzdan, sidikten, tükürükten tertemiz kılınmış;
"Kullemâ ruzikû": Kendilerine birşey verildiği, sonra da bir başkası
verildiği zaman "Bu bize bundan önce de verilmişti derler", yânî bu
bize bundan önce de getirildi. "Ve utû bihi müteşâbihen": Bu
kendilerine bâzısı bâzısına (renk ve şekilde) benzer, fakat tadında ayri olarak
Sunulacak(el-Bakara: 25)''KutÛfuhâ" <el-Hâkkaa:l2>:
Cennetlikler
istedikleri gibi keserler; "Dâniyetun": "Karîbetun", yânî
yakındır. "el-Erâik" (ed-Dehn 13):
Tahtlar, şerirler. Ve
el-Hasen: "en-Nadra", yânî parlaklık yüzlerde; surûr, yânî sevinç de
kalblerde olur, dedi. Mucâhid:
"Selsebüen":
Akması keskin; "Gavl": Karın ağrısı; "Yunzefûne": Akılları
gitmez demektir, dedi.
İbnAbbâs: "Dıhâkan":
Dopdolu; "Kevâibe": Göğüsleri, memeleri belirip olgunlaşmış;
"er-Rahîk": Şarâb; "et-Tesmîmu": Cennet ehli içkilerinin
hepsine üstün olan içki; "Hitâmuhu": Çamuru misk; "Naddâhatân";
İki fışkıran; "Mevdûnetûn": Örülmüş, dokunmuşa denilir.
"Vadînu'n-Nâka" (yânî devenin sırtına hevdeci bağlamak için sırım
yâhud kıldan örülmüş yassı kolan) bu ma'nâdandır. "el-Kûbu": Kulağı,
yânî elle tutulacak yeri ve kulpu olmayan testiler; "VeH-Ebârîk": El
ile tutulacak kulakları ve kulpları olan testiler; "Uruben": Ağırlaştırılmış
demektir, tekili: "Arûbun"dur; "Sabûr" ve "Subur"
gibi. Mekke ahâlîsi ona "el-Aribetu"; Medîne ahâlîsi "el-Ganicetu";
Irak ahâlîsi ise "eş-Şekiletu" ismini verirler.
Mucâhid şöyle dedi:
"Ravhun": Cennet ve rahatlık; "er-Reyhânu": Rızk;
"el-Mendûdu": Muz; (teİ-Mahdûdu": Yükçe ağırlaştırılmış
demektir. Ve yine dikeni olmayan şeye de denilir. **Ve9l-Urubu":
Kocalarına çok bağlı ve çok sevgili dişilerdir. Ve denildi ki:
"Meskûb": Akıcı; "Furuşın merfûatın": Birbiri üzerine
konulup yükseltilmiş yataklar; "Lagven": Bâtılen;
"Te'sîmen": Yalan; "Efnânun": Dallar. "Ve
cenal-cenneteyni dânin": Toplanıp devşirilmesi yakından;
"Mudhâmmetâni": Suya kanmaktan dolayı iki siyah (yânı iki koyu yeşil)
demektir [68].
50-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Sizden biriniz
öldüğünde sabah akşam âhiretîeki oturak yeri kendisine gösterilir: Eğer o ölü
cennet ehlinden ise, kendisine cennet ehli makaamlarından yeri gösterilir. Eğer
ateş ehlinden ise, ceh-nenemliklerden (yânı onların yerinden) gösterilir" [69].
51-.......Bize
Ebû Recâ\ İmrân ibn Husayn'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Ben (mi'râc
gecesi) cennette baktım da, cennet ahâlîsinin çoğunun fakirler olduğunu
gördüm. Cehenneme de baktım. Cehennemdekilerin çoğunu da kadınlar gördüm"
buyurmuştur [70]
52-.......İbnu
Şihâb şöyle demiştir: Bana Saîd ibnu'l-Müseyyeb haber verdi ki, Ebû Hureyre (R)
şöyle demiştir: Bizler Rasûmllah'ın yanında bulunduğumuz sırada O bize şöyle
buyurdu: "Ben bir kene uyurken kendimi cennette gördüm. O sırada bir kadın
(Ümmü Su-leym) bir köşkün yanında abdest almakta idi. Ben (yanımdaki meleklere):
Bu köşk kimin içindir? diye sordum. Onlar: Bu köşk Umer ibnu'l-Hattâb için,
dediler. Umer'in kıskançlığını hatırladım da hemen yüzümü arkama
çevirdim".
(Rasûlullah'in bu
latîfeli müjdesi üzerine) Umer -sevincinden- ağladı da:
— Yâ Rasûlallah, Sana
karşı mı kıskançlık edeceğim? Dedi [71].
53-.......Abdullah
ibn Kays el-Eş'arî(R)'den: Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "(Cennetteki)
çadır, içi boşaltılmış bir incidir. Bunun semâya doğru uzunluğu otuz mildir.
Bu çadırın herbir köşesinde mü'min bir aile topluluğu bulunur ki, onları
başkaları göremezler".
Ebû Abdissamed ile
Haris ibnu Ubeyd yukarıdaki hadîsin râvîsi olan Ebû îmrân el-Cevnî'den, altmış
mil diye söylemişlerdir [72].
54-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Yüce Allah: Ben
iyi kullarım için cennette hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve
hiçbir insan gönlüne gelmeyen birtakım ni'metler hazırladım, buyurdu. İsterseniz
şu âyeti okuyunuz: "Artık onlar için yapmakta olduklarına bir mükâfat
olarak gözlerin aydın olacağı (ni'metlerden) neler gizlenmiş bulunduğunu kimse
bilmez" (es-Secde: 17) [73].
55-.......Bize
Ma'mer, Hemmâm ibn Münebbih'ten haber verdi ki, Ebû Hureyre (R) şöyle
demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Cennete ilk giren zümrenin
yüzleri ayın ondördüncü gecesindeki nurlu sureti üzeredir. Cennetlikler
cennette tükürmezler, sümkürmezler, dışkı çıkarmazlar. Onların cennetteki
kabları altın, taraklan ditin ve gümüştendir. (Buhurdanlıklarının) ûdlan Hind
ududur. Onların teri misktir. Cennet ehlinden herbir erkeğin iki kadını vardır
ki, vücûdunun güzelliğinden iki baldır kemiğinin iliği etinin arkasından görünür.
Cennetlikler arasında ihtilâf da yoktur, düşmanlık da yoktur. Kalbleri bir
kalbdir. Onlar sabah akşam Allah'ı teşbih ederler" [74].
56-.......Bize
Ebu'z-Zinâd, el-A'rac'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah
(S) şöyle buyurmuştur: "Cennete ilk girecek zümre, ayın ondördüncü
gecesindeki nurlu sureti üzeredirler. Bunların ardından cennete girecek olanlar
ise en keskin ışık yayan yıldızlar gibidirler. Cennet ahâlîsinin gönülleri,
birtek kişinin gön-/#(ndeki tek irâdeye benzer bir fıtrat) üzerinedir. Onların
aralarında ihtilâf ve kinleşme yoktur. Cennet erkeklerinden herbiri için iki
zevce vardır. Bu iki zevceden herbirinin baldırının iliği, güzellik ve
latîf-liğinden dolayı etinin Ötesinden görülür. Cennetlikler sabah akşam
Allah'ı tesbîh ederler. Hasta olmazlar, sümkürmezler, tükürmezler. Onların
kabları altın ve gümüştür. Tarakları da altındır. Buhurdanlıklarının yakacağı
ûd ağacıdır -Ebu'l-Yemân: el-Ulve ile ûd ağacını kasdediyor, demiştir-. Onların
teri misktir".
Mucâhid:
"el-îbkâr", fecrin (sabahın) evvelidir "el-Aşıyy" ise
güneşin meylidir; batıyor diye düşünmen zamanındaki meylidir, demiştir.
57-.......Bize
Fudayl ibn Süleyman, Ebû Hâzım'dan; o da Sehl ibn Sa'd(R)'dan tahdîs etti ki,
Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Muhakkak ki,
ümmetimden yetmişbin yâhudyediyüzbin (kişi veya zümre cennete) girecektir. Bu
ilk zümrenin sonundakiler cennete girinceye kadar öndekileri girmeyecektir
(yânı hepsi bir saff hâlinde birden gireceklerdir). Bunların yüzleri,
ondördüncü gecesindeki ayın nurlu sureti üzeredir".
58-.......Enes
(R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'e -Ukeydir tarafından- ince atlas bir cübbe
hediye olundu. Peygamber (erkekleri) ipekli kullanmaktan nehyeder olduğundan,
insanlar Peygamber'in bunu kabul etmesine hayret ettiler. (Libâs'ta şu ziyâde
olmuştur: Peygamber: "Buna şaşıyor musunuz?" buyurdu. Sahâbîler:
Evet, dediler.) Peygamber: "Muhammed'in nefsi yedinde olan Allah'a yemîn
olsun ki Sa'd ibn Muâz'ın cennetteki mendilleri şaştığınız şu cübbeden muhakkak
daha güzeldir" buyurdu [75].
59-.......Ben
el-Berâ ibn Azib(R)'den işittim, şöyle dedi: Rasûlullah'a ipekten bir elbise
getirildi. Sahâbîler bunun güzelliği ve yumuşaklığından hayret edip
beğendiler. Bunun üzerine Rasûlullah (S): "Elbette Sa'd ibn Muâz'ın
cenneteki mendilleri bundan daha faziletlidir" buyurdu.
60-.......Sehl
ibnu Sa'd es-Sâidî (R): Rasûlullah (S): "Cennette
bir kamçının yeri,
dünyâdan ve dünyâdaki herşeyden hayırhdtr" buyurdu, demiştir [76].
61.......Bize
Enes ibn Mâlik (R) tahdîs etti ki, Peygamber (S):
"Cennette bir
ağaç vardır ki, bir süvari onun gölgesinde yüz sene yü-rüse onun gölgesini
kesip bitiremez" buyurmuştur [77].
62-.......Bize
Hilâl ibn Alî, Abdurrahmân ibn Ebî Hamza'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs
etti ki, Peygamber (S): "Şübhesiz cennette öyle bir ağaç vardır ki, bir
süvârt onun gölgesinde yüz sene yürür. İsterseniz, -Uzatılmış gölge- (ei-vâkıa:
30) âyetini okuyunuz. Ye-mîn olsun cennette sîzin birinizin yayının mikdârı,
üzerine güneşin doğduğu yâhud battığı herşeyden hayırlıdır" buyurmuştur.
63-.......Bize
babam Fuleyh ibn Süleyman, Abdurrahmân ibn Ebî Hamza'dan; o da Ebû
Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Cennete
girecek ilk zümre, ondördüncü bedir gecesindeki ayın sureti üzeredirler.
Bunların izleri üzerinde cennete girecekler ise, gökteki incimsi parlak yıldızın
güzelliği gibidirler. Cennet ahâlîsinin kalbleri bir kişinin £ûtf?/(ndeki tek
irâdeye benzer bir fıtrat) üzeredir. Aralarında kinleşme ve hasedleşme yoktur.
Her kişi için el-Hûru'l-Ayn dilberlerinden iki zevce vardır. Bu dilberlerin
baldırlarının iliği kemiklerinin ve etlerinin arkasından görülür".
64-.......Adiyy
ibn Sabit bana haber verip şöyle dedi: Ben el-Berâ(R)'dan işittim. Peygamber
(S) oğlu İbrâhîm öldüğü zaman: "Şübhesiz cennette İbrâhîm için bir süt
annesi vardır" buyurmuştur.
65-.......Atâ
ibn Yesâr'dan; o da Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S):
— "Cennet ahâlîsi
cennette kendilerinden yüksekteki gurfeler ehli denilen birtakım köşklerin
sahihlerini (aralarındaki uzaklık farkından dolayı) güçlükle görebilirler.
Nitekim gündüz doğu veya batı ufkunda ışıklı kalan parlak yıldızı, aradaki
mesafe uzaklığından dolayı dikkatle bakanlar seçebilir" buyurdu.
Sahâbîler:
— Yâ Rasûlallah, o yüksek köşkler
peygamberlerin menzilleri midir? Başkaları oralara erişemez mi? diye sordular. Rasûlullah
(S):
— "Evet o köşkler peygamberlerin
köşkleridir. Fakat (Allah başkalarına da ihsan edebilir) nefsim elinde olan
Allah'ayemîn ederim, (o başkaları) öyle erlerdir ki, onlar Allah'a îmân ve
rasûlleri (hak-kıyle) tasdik etmişlerdir" buyurdu [78].
Ve Peygamber (S):
"Her kim (Allah yolunda) çift sadaka verirse, cennet kapısından da'vet
olunur" buyurdu [79].
Bu konuda Ubâde
ibnu's-Sâmit'in de Peygamber'den hadîsi vardır [80].
66-.......Bana
Ebû Hazım, Sehl ibn Sa'd(R)'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Cennette
sekiz kapı vardır. Bunların içinde bir kapı Reyyân( = Suya kanmış kişi) diye
isimlendirilir. Buradan cennete yalnız oruç tutanlar girer" buyurmuştur [81].
"Gassâkan":
Gözü soğuk su akıttı; yara sarı su akıtıyor denilir. Sanki "Gasâk" ve
"Gasak" bir şeydir.
"Gisliyn";
Yıkadığım herbir şeyden çıkan şeydir ki, işte o "Gısliyn"dir. Bu
kelime "GasI", yânî yıkamak
masdarından alınmış
"Fi'liyn" vezninde bir isimdir, yaradan ve deve sırtında meydana
gelen yağırdan
akan sarı sudur.
Ve İkrime:
"Hasabu cehenneme": Habeşçe'de odun demektir, dedi. Ikrimeden
başkaları şöyle dediler:
"Hâsıben":
Şiddetli esen rüzgârdır. "el-Hâsıb"; Rüzgârın attığı şeydir (Çünkü
"Hasb", atmaktır);
"Hasabu
cehenneme" bu ma'nâdandır ki, cehennemin içine atılandır.
Onlar (yânî cehennem
ehli) cehennemin hasabıdır. Ve "Hasaba fi'1-ardı" denilir ki, yerin
içine gitti demektir.
"Vel-hasabu":
Küçük taşlar demek olan "el-Hasbâ"'dan türemiş bir lâfızdır.
"Sadîd": Kusmuk ve kan; "Habet": Söndü; "Tûrûn":
Çıkarmak istediğiniz ateş; "Evreytu": "Evkatdu" yânî ateş
tutuşturdum demektir. "LVl-Mukviyn": "Li'l-Musâfiriyn" yânî
yolcular için demektir. "el-Kıyyu": Bitki ve su olmayan çöl demektir.
Ve İbn Abbâs şöyle dedi: "Sırâtul-Cahıym"; "Sevâu'l-Cahıym"
ve "Vasatu'l-Cahıym" yânî yolun düzü ve ortasıdır. "Le-şevben
min hamimin": Cehennemliklerin yiyecekleri karıştırılır ve çok sıcak olan
hamîmle karıştırılır. "Zefiyr ve şahıyk": Şiddetli ses ve zayıf ses;
"Virden": Susuzlar olarak;
"Gayyen":
"Husrânen". Ve Mucâhid de şöyle dedi: "Yuscerûn": Onlar
için ateş tutuşturulur; "Ve nuhâsun": Cehennemliklerin başları
üzerine dökülecek erimiş bakır; "Zûkû" denilir; başlayın ve tecrübe
edin demektir. Bu tatma, ağzın tatması nev'inden değildir (mecazdır).
"Mâricun": Ateşin hâlisi. Emîr raiyyesini salıverdiği, onlar da
birbiri üzerine koştukları zaman "Merace'l- emîru raiyyetehu"
denilir. "Merîc": Mültebis yânî birbirine karışmış; "Merice
emru'n-nâsi" İnsanların işi karıştı; "Merace'l-bahreyn": İki
denizin karıştığı yer; "Meracte dâbbeteke": Sen hayvanım terkettin, demektir
[83].
67-.......Ben
Ebû Zerr(R)'den işittim, şöyle diyordu: Peygamber (S) bir seferde idi.
(Müezzin Bilâl'e öğle namazını) "Serinlik vakte bırak" buyurdu. (Bir
müddet)-sonra yine: "Serinliği bekle, tâ tepelerin gölgeleri arkalarına
dönünceye kadar" buyurdu. Bundan sonra Peygamber: "Namazı serinliğe
bırakmış. Şübhesiz sıcağın şiddeti cehennemin kaynamasındandır" buyurdu.
68-.......Ebû
Saîd (R); Peygamber (S): "Namazı serinliğe bırakın. Çünkü sıcağın şiddeti
cehennemin kaynamasındandır" buyurdu, demiştir [84].
69-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Ebû Seleme ibnu Abdirrahmân tahdîs etti ki, kendisi Ebû
Hureyre(R)'den şöyle derken işit-miştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:
"Cehennem ateşi Rabb'ine şikâyet arzetti: Yâ Rabbi, bir kısmım bir kısmımı
yiyor (yânî ben kendimi yiyorum, izin ver) dedi. Allah da onun iki defa nefes
almasına izin verdi. Nefesin biri kışın, diğeri yazın. En şiddetli hissettiğiniz
sıcak ile sizi en çok üşüten zemherîr (işte budur)" [85].
70-.......Bize
Hemmâm tahdîs etti ki, Ebû Cemre el-Dubbaî şöyle demiştir: Ben Mekke'de İbn
Abbâs'ın meclisinde oturuyordum. Derken beni ateşli hastalık yakaladı. İbn
Abbâs: Sen kendinden bu hastalığı Zemzem suyu ile serinlet. Çünkü Rasûlullah
(S): "Humma hastalığı cehennemin kaynamasından bir parçadır. Siz onu su
ile serinletiniz" buyurdu, dedi.
Râvî Hemmâm ibn Yahya:
Yâhud "Zemzem suyu ile serinletiniz" buyurdu, diye şekk ile rivayet
etmiştir [86].
71-.......BanaRâfi'
ibnu Hadîc haber verip şöyle dedi: Ben Peygamber(S)'den işittim: "Humma,
cehennemin sıcaklığının şiddetindendir. Siz onu kendinizde su ile
serinletiniz" buyuruyordu.
72-.......Bize
Hişâm, Urve'den; o da Âişe(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Humma,
cehennemin kaynamasındandır. Sız onu su ile serinletiniz" buyurmuştur.
73-.......Bana
Nâfi', İbnu Umer(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Humma, cehennemin kaynamasındandır.
Sizler onu su ile serinletiniz" buyurmuştur.
74-.......el-Arac'dan;
o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki Rasûlııllah (S):
— "Sizin (şu dünya) ateşiniz cehennem
ateşinin yetmiş parçasından bir parçadır" buyurmuş.
Sahâbîler tarafından:
— Yâ Rasûlallah!
Şübhesiz dünyâ ateşi (azâb için) elbette kâfî idi, denildi.
Rasûlullah:
— "Cehennem ateşi dünyâ ateşleri üzerine
altmış dokuz derece daha fazla kılındı. Bunlardan herbirinin sıcaklığı bütün
dünyâ ateşinin sıcaklığı gibidir" buyurdu.
75.......Amr
ibn Dînâr, Atâ ibn Ebî Rebâh'tan işiterek söylemiştir O da Safvân ibn Ya'Iâ'dan;
o da babası Ya'lâ ibn Umeyye'-den haber veriyordu. O, Peygamber(S)'in minber
üzerinde "Fa Mâlik, Rabb'ın bizim üzerimize hükmünü versin diye nida
ettiler..." (ez-Zuhruf: 77) âyetini okurken işitmiştir [87].
76-.......
Bize Sufyân ibn Uyeyne, el-A'meş'ten tahdîs etti ki, Ebû Vâil şöyle demiştir:
Usâme ibn Zeyd'e:
— Fulân'a (yânı Usmân
ibn Affân'a) gitsen de halk arasındaki fitneyi onunla konuşsan (ve fitneyi
gidermeye çalışsan), denildi.
Usâme cevaben:
— Şübhesiz siz beni
Usmân'a söylemiyorum sanırsınız. Ona gizlice verdiğim öğütleri size duyuracak
mıyım? Ben onunla açık söyleyip de bir fitne kapısı açmaksızın gizlice
konuşurum ve ben o kapıyı açan ilk kişi olmam. Hem ben Rasûluliah(S)'tan
işittiğim bir sözden sonra bir kişi hakkında o üzerimde emîr olduğundan dolayı:
"Bu adam insanların hayırhsıdır!" demem, dedi.
Orada bulunan
sahâbîler:
— Sen Rasûluliah'tan ne söylerken işittin? diye
sordular. Usâme şöyle dedi:»
— Ben Rasûluliah'tan
şöyle buyururken işittim: "Kıyamet gününde bir kişi getirilir, cehennemin
içine atılır da cehennemde onun barsakları derhâl karnından dışarı çıkar. Sonra
o kişi (barsakları etrafında) değirmen eşeğinin değirmende dönüşü gibi döner.
Bunun üzerine cehennem ahâlîsi o kişinin başına toplanırlar da:
— Ey Fulân! Senin
hâlin nedir? Sen bize (dünyâda) iyilikle emreder ve bizleri kötülükten
nehyeder değil miydin? derler.
Oda: ' .
.
— (Evet) ben size
iyilikle emrederdim, fakat onu kendim yapmazdım. Yine ben sizleri kötülükten
nehyederdim de onu kendim işlerdim, diye cevâb verir" [88].
Bu hadîsi Gunder -ki
o, Muhammed ibn Ca'fer'dir-, Şu'be ibnu'l-Haccâc'dan; o da el-A'meş ibn
Süleyman'dan olmak üzere rivayet etmiştir.
Mucâhid şöyle
demiştir: "Ve yukzefûne": Atılırlar; "Duhûran":
Tardedümişler olarak; "Vâsıbun"; "Dâimun" (yânî devamlı)
demektir. İbn Abbâs da şöyle demiştir: 'Medhûran": Tardedilmiş olarak
demektir. "Merîden"
denilir ki, bu,
"Mütemerriden" demektir. "Bettekehû": "Kataahu",
yânî onu kesti; "Ve'stefziz": Hafif saydı; "Bi-haylike":
"Fursânu", yânî süvariler; "Ve'r-Racilu":
"er-Raccâletu", yânî ayaklarıyle yürüyenler- piyadeler demektir. Bu sonuncunun
tekili "Râcilun"dur, sâhib ve sahb, tacir ve tecr gibi;
"Le-ahtenikenne", "Le-esta'sılenne", yânî elbette kökünü
kazıyacağım; "Karın": Şeytân demektir [90].
77-.......Bizeîsâibn
Yûnus, Hişâm'dan; o da babası Urve'den haber verdi ki, Âişe (R):
— Peygamber(S)'e sihir yapıldı, demiştir.
el-Leys ibn Sa'd da
şöyle demiştir: Hişâm bana babasından işitip muhafaza ettiği şu hadîsi yazdı:
Âişe şöyle dedi:
Peygamber'e sihir yapılmıştı. Hattâ Peygamber bâzı işi işlemediği hâlde, onu
işliyor hayâli verilirdi (yânı öyle sanırdı). Nihayet günün birinde tekrar
tekrar duâ etti. Sonra bana:
— "Bildin mi? Allah bana kendisinde şifâm
olan şeyi bildirdi: Bana iki kişi (yânî Cibril ve Mîkâîl) geldi. Bunlardan biri
başucumda, öbürüsü ayak ucumda oturdu. Ve biri öbürüsüne: Bu zâtın hastalığı
nedir? diye sordu. O da: Sihir yapılmıştır, diye cevâb verdi. Bu sefer: Kim
sihir yapmıştır? diye sordu. Öbür melek: Lebîd ibnu'l-A 'sam, diye cevâb verdi.
Bu sihir ne ile yapılmıştır? diye sordu. O da: Bir tarak, saç ve sakal
tarantısı, erkek hurmanın kurumuş çiçek kapçığı ile, diye cevâb verdi. Nerede
yapılmıştır? sorusuna da: Zer-vân Kuyusu'nda, diye cevâb verdi".
Sonra Peygamber (S)
-bâzı sahâbılerle- çıkıp bu kuyuya gitti. Sonra dönüp geldi. Geldiğinde (ben)
Âişe'ye:
— "Kuyunun etrafındaki hurma ağacının
uçları, şeytânların başları gibidir" buyurdu.
Bunun üzerine ben:
— Sen o sihri çıkardın mı? diye sordum.
Rasûlullah:
— "Hayır çıkarmadım. Çünkü Allah bana şifâ
vermiştir. Birde
i\nuou oeu ı ı-
o sihri çıkarıp
çözmekle halk arasında sihir şerrinin yayılmasından endîşe ettim. Sonra (emrimle)
o kuyu kapatılıp gömüldü" [91].
78-.......Saîd
ibnu'I-Müseyyeb'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S)
şöyle buyurmuştur: "Sizin biriniz (gece) uyuyunca şeytân onun başının
arkasına (yânî boyun köküne) üç düğüm bağlar. Her düğümü: Senin için uzun bir
gece vardır-(Tah&t uyu diyerek) vurur. O kimse uyanıp Allah'ı anarsa bir
düğüm çözülür. Abdest alırsa bir düğüm daha çözülür. Namaz da kılarsa şeytânın
düğümlerinin hepsi çözülür. Artık o (farz ve nafile sahibi) kişi düğümü çözük
ve gönlü hoş ve neş'eli bir hâlde sabaha dâhil olur. Fakat zikretmez, abdest
alıp namaz kılmazsa gönlü kirli ve uyuşuk bir hâlde sabaha girer" [92].
79-.......Bize
Cerîr, Mansûr'dan; o da Ebû VâiTden tahdîs etti ki, Abdullah ibn Mes'ûd (R)
şöyle demiştir: Peygamber'in yanında, tâ sabaha kadar uyuyan bir kimse anıldı.
Peygamber (S): "Bu, iki kulağına şeytân işemiş bir adamdır" buyurdu.
Râvî: Yâhud "Kulağına" buyurdu diye şekk ile söylemiştir [93].
80-.......Kurayb'den;
o da Ibnu Abbâs(R)'tan tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Dikkat, şübhesiz sizden biriniz eşine (cinsî ilişki için) geldiği zaman:
Bismillâhi, Allâhumme cennibna'ş-şeytâne ve cennibVş-şeytâne mâ razaktenâ{ =
Allah'ın adiyle, Yâ Allah bizi şeytândan uzaklaştır, şeytânı da bize ihsan
ettiğin çocuktan uzak kıl)/ derse, sonra kankoca bu yaklaşmadan bir çocukla
rızıklandırılırsa, o çocuğa şeytân zarar vermez" [94].
81-.......İbn
Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Güneşin hâcibi
(yânı ışığı) göründüğü vakit, güneş iyice meydana çıkıncaya kadar namazı
bırakınız. Güneşin hâcibi battığı zaman da tâ kayboluncaya kadar namazı yine
bırakınız. Kılacağınız namazınız için güneşin ne doğma zamanı, ne de batma
zamanını tercih ediniz. Çünkü o bir şeytânın -yâhud şeytânın- iki boynuzu
arasından çıkar". Râvî Abdetu'bnu Süleyman: Ben Hişâm'ın bunlardan hangisini
(yânı tenvinli ve eliflâmlıdan hangisini) söylediğini bilmiyorum, demiştir [95].
82-.......Bize
Yûnus, Humeyd ibn HilâPden; o da Ebû Salih'ten tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R)
şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Sîzin biriniz namaz kılarken
önünden birşey geçeceği zaman onu men'etsin. O dinlemezse yine onu men'etsin.
Oyinedaya-tırsa onunla doğuşsun. Çünkü o ancak bir şeytândır" [96].
Ve Usmân ibnu'l-Heysem
şöyle dedi: Bize Avf el-A'râbî, Mu-hammed ibn Sîrîn'den tahdîs etti ki, Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) beni ramazân zekâtını korumaya
tevkil etmişti. (Bir gece) bana birisi geldi ve sadaka hurmasından avuçlamaya
başladı. Ben onu yakaladım ve: Seni elbette Rasûluüah'a götüreceğim, dedim. Ebû
Hureyre hadîsin tamâmını zikretti. Sonunda o zât bana: Yatağına girdiğinde
Âyete'1-Kursî'yi (ei-Bakara: 256) oku. (Sabaha kadar) üze-" rinde Allah
tarafından vazîfeli bir muhafız bulunmakta devam eder; hiç ayrılmaz ve sana
sabaha kadar hiçbir şeytân da yaklaşamaz, dedi. Bunun üzerine Peygamber (S):
"O çok yalancı olduğu hâlde, sana doğru söylemiştir. İşte o (insan suretinde)
bir şeytândır" buyurdu [97].
83-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Sizden herhangi
birinize şeytân gelir de: Şunu böyle kim yarattı? (Şunu) böyle kim yarattı? En
sonu: Rabb'ini kim yarattı? deyinceye kadar sorup vesvese verir. İmdi şeytânın
vesvesesi Rabb'i-nize kadar erişince, o vesveseli kişi hemen Eûzu billahi mine
'ş-şeytâni V-racîm desin ve vesveseye son versin"' [98].
84-.......Mâlik
ibn Âmir, Ebû Hureyre(R)'den şöyle derken işittiğini tahdîs etmiştir:
Rasûlullah (S): "Ramazân girdiğinde cennet kapıları açılır, cehennem
kapıları da kapanır, bütün şeytânlar da zincire vurulur" buyurdu " [99].
85-.......Bana
Saîd ibnu Cubeyr haber verip şöyle dedi: Ben İbn Abbâs'a: (Nûn el-Bekâlî: Bu
Mûsâ, İsrâîl oğulları'nın Musa'sı değildir; o başka bir Musa'dır, diyor)
dedim. İbn Abbâs şöyle dedi: Allah düşmanı yalan söylemiştir: Bize Ubeyy ibn
Ka'b tahdîs etti ki, kendisi Rasûlullah(S)'tan işitmiştir. Rasûlullah şöyle
buyuruyordu: "Mûsâ genç hizmetçisine: 'Kuşluk yemeğimizi getir', dedi.
Hizmetçisi: 'Ne dersin, taşın dibinde barındığımız zaman balığı unutmuşum. Onu
hatırlayıp zikretmemi şeytândan başkası unutturmadı', dedi. Mûsâ, Allah'ın
emrettiği o yerin ötesine geçmedikçe yorgunluk duymamıştı... " [100].
86-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah(S)'ı şu hâlde gördüm: Doğu tarafına
işaret ederek: "İyi biliniz ki, fitne buradadır, fitne buradadır. Şeytânın
boynuzunun doğacağı yerdedir" buyurdu [101].
87-.......Bana
Atâ ibn Rebâh, Câbir(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"(Güneş batıp) gece karanlığı geldiği yâhud gecenin bir kısmı hâsıl olduğu
zaman çocuklarınızı (dışarı çıkmaktan) men' ediniz. Çünkü şeytânlar o sırada
dağılırlar (faaliyete geçerler). Yatsıdan bir saat geçince de (dışarıdaki)
çocuklarınızı (evinize) koyunuz. Ey mü'min, o zaman Allah'ın ismini an.
BismVîlâhVr-rahmânVr-rahîm diyerek kapını kapat. Besmele ile kandilini söndür.
Su kırbanın ağzını Besmele ile bağla. Yine Besmele ile kap kaçağım kapat, ört;
velev ki o kap üzerine enine (tahta parçası gibi) birşey korsun!" [102].
88-.......Bize
Ma'mer, ez-Zuhrf den; o da Alî ibn Hüseyin'den haber verdi ki, Safiyye ibnetu
Huyeyy (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) mescidde i'tikâf yapıyordu. Ben
geceleyin O'na ziyaret etmek üzere geldim. Bir süre O'nunla konuştuktan sonra
kalktım ve geri döndüm. Rasûlullah da beni geçirmek için benimle beraber
kalktı. Safiyye'-nin meskeni Usâme ibn Zeyd'in yurdunda idi. Bu sırada
Ensâr'dan iki kimse oradan geçti. Bunlar Peygamber'i (bir kadınla) görünce çabuk
davrandılar. Peygamber:
— "Acele etmeyiniz, durunuz! Yanımdaki
kadın Safiyye bintu Huyeyy'dir" buyurdu.
O iki Ensârî de:
— Subhânallahi yâ
Rasûlallah! Biz Allah'ı tesbîh ve tenzih ederiz, dediler.
Rasûlullah:
— "Şübhesiz ki,
şeytân insan bedeninde kanın akışı gibi akar. Ben sizin temiz gönüllerinize
şeytânın bir kötülük - yâhud: şübheye düşürecek birşey- atmasından endîşe
ettim" buyurdu [103].
89-.......
Süleyman ibn Surad şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'in beraberinde oturmakta
idim. O sırada iki kişi sövüştüler. Bunlardan birinin yüzü (öfkeden) kızarmış
ve şah damarları şişmişti1. Bunun üzerine Peygamber: "Ben bir kelime
bilirim ki, eğer şu kişi o kelimeyi söylese, kendisinde bulunan öfke hâli
muhakkak gider. O kimse Eüzu billahi mine'ş-şeytânVr-racîm(Ben taşlanmış olan
şeytândan Allah'a sığınırım) dese, kendisinde bulunan bu öfkeli hâl gider"
buyurdu. Orada bulunan sahâbîler o kişiye: Peygamber (S) "Şeytândan
Allah'a sığın! "buyurdu, dediler. O da: Bende delilik mi var? diye i'tirâz
etti [104].
90-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Eğer sizden
biriniz eşine (cinsî münâsebet için) geldiğinde A llâhumme cennibnVş-şeyîâne ve
cennıbi 'ş-şeytâne mâ razaktenî{ = Yâ Allah, beni şeytândan uzaklaştır, şeytânı
da bize ihsan ettiğin çocuktan uzak kıl)! derse, şayet bu karı-koca arasında
bir çocuk olursa o çocuğa şeytân zarar veremez ve şeytân ona musallat
kılınmaz".
Râvî Şu'be ibnu'l-Haccâc
dedi ki: Ve bize el-A'meş Süleyman, Salim ibn Ebfl-Ca'd'den; o da Kurayb'den; o
da İbn Abbâs'tan olmak üzere bu hadîsin benzerini tahdîs etti [105].
91-.......Bize
Şu'be, Muhammed ibn Ziyâd'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki,
Peygamber (S) bir namaz kıldı da, sonra şöyle buyurmuştur: "Şübhesiz
şeytân bana göründü de namazı bozdurmak için üzerime hücum etti. Allah beni
gâlib getirip ona istediğimi yapmaya fırsat verdi..,"
Râvî böylece hadîsin
tamâmını zikretti [106].
92-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Namaza nida
edildiği vakit şeytân yüzgeri edip yellene yeliene kaçar. Nida bitirilince yine
gelir. Namaz için tasvîb (yânî ikaa-met) edilince yine evvelki gibi yüzgeri
edip kaçar. îkaamet de bitirilince yine gelip insan ile kalbi arasına sokulur
ve: Fulân şeyi hatırla, fulân şeyi hatırla! der. Nihayet insan üç rek'at mı,
yâhud dört rek'at mı kıldığını bilemez. İnsan üç mü yâhud dört rek'at mı
kıldığını bilemezse iki yanılma secdesi yapar" [107].
93-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Şeytân, her Âdem
çocuğunu, doğurulurken parmağı ile yan tarafından dürter, bundan Meryem oğlu
fsâ müstesnadır. Şeytân onu dürtmeye gitti ve hicâbda (yânî ceninin içinde
bulunduğu döl yatağında) dürttü" [108].
94-.......Alkame
şöyle demiştir: Ben Şam'a geldim. (Burada kim var? dedim.) Ebu'd-Derdâ var,
dediler. (Yanına geldikten sonra) Ebu'd-Derdâ: Peygamber'inin dili yânî duası
üzerine Allah'ın şeytândan kurtardığı kimse, yânî Ammâr (Irak'ta) içinizde mi?
Dedi [109].
95-.......BizeŞu'be,
Mugîre'den şöyle tahdîs etti:... Ve Ammâr'ı kasdederek "Peygamber'inin
dilî ile Allah'ın kurtardığı kimse" dedi [110].
Râvî dedi ki: Ve
el-Leys ibn Sa'd da şöyle dedi: Bana Hâlid ibn Yezîd, Saîd ibn Ebî Hilâl'den
tahdîs etti ki, ona da Urve, Âişe(R)'den şöyle haber vermiştir: Peygamber (S)
şöyle buyurdu: "Melekler el-Anân içinde Arz'da olacak işi konuşur/ar
-el-Anân, buluttur-. Meleklerin konuştuğu o kelimeyi şeytânlar işitir de
akabinde onu, sürahinin boşaltılacak kabın ağzına tatbik edildiği gibi kâhin
kulağının içine boşaltırlar. Onlar da o bir kelimenin beraberinde yüz tane yalan
arttırırlar" [111].
96-.......Keysân'dan;
o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Esnemek şeytândandır. Sizden biriniz esneyeceği zaman gücü yettiği kadar
onu karşılayıp reddetsin. Çünkü sizin biriniz (esnerken aşırı giderek) hâaa
deyince, şeytân güler" [112].
97-.......Bize
Hişâm, babası Urve'den haber verdi ki, Âişe (R) şöyle demiştir: Uhud harbi günü
olunca müşriklerin cebhesi) bozuldu. Bu sırada İblîs:
— Ey Allah'ın kullan!
Sizden geri kalmış olup arkanızda bulunan kimselerden sakının (yâhud onları
Öldürün)! diye haykırdı.
Bu bağırma üzerine
müslümânların önde bulunanları arkalarına döndüler (de onları müşrikler
sanarak) ön taife ile arka taife birbirleriyle vuruştular. Bu vuruşma
sırasında Huzeyfe ilerisine doğru baktı ve birden babası el-Yemân'ı gördü.
Hemen:
— Ey Allah'ın kullan!
(Âmân ne yapıyorsunuz?) Babamdır, babamdır! diye bağırdı.
Fakat Allah'a yemîn
olsun onlar Yemân'dan7vazgeçmediler ve nihayet onu öldürdüler. Huzeyfe bu
hatâen öldürmeye karşı:
— Sizi Allah mağfiret etsin. O, merhamet
edenlerin en merhametlisidir" (Yûsuf: 92) demekle yetindi.
Urvetu'bnu'z-Zubeyr:
Artık Huzeyfe'de tâ Allah'a kavuşuncaya kadar babasının ölümünden dolayı bir
hayır bakıyyesi var olmakta devam etti (yâhud o, babasının kaatili için duâ ve
istiğfara devam edip durdu), demiştir [113].
98-.......Mesrûk
şöyle demiştir: Âişe (R) şöyle dedi: Ben Peygamber(S)'e namazda kişinin
iltifatından (yânî başını sağa sola çevirmesinin hükmünden) sordum. Peygamber:
"O herhangi birinizin namazından şeytânın kapıp kaçmakta olduğu
birşeydir" buyurdu [114].
99- Bize
Ebu'l-Mugîre tahdîs etti: Bize el-Evzâî tahdîs edip şöyle dedi: Bana Yahya ibnu
Ebî Kesîr, Abdullah ibn Ebî Katâde'den; o da babası Ebû Katâde Haris ibn Rıb'î
el-Ensârî'den; o da Peygam-ber(S)'den tahdîs etti.
100-.......Ebû
Katâde şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Güzel ru'yâ
Allah'tandır. Fena ru 'yâ da şeytândandır. Biriniz korkacağı (yânî karışık)
bir ru'yâ gördüğünde hemen sol tarafına tükürüp üfleşin ve o ru'yânın şerrinden
Allah'a sığınsın (yânı Eûzu billahi mine'ş-şeytânVr-racîm desin). Bu suretle o,
ru'yâ gören kimseye zarar vermez" [115].
101-.......Ebû
Salih'ten; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi ki Rasûlullah (S) şöyle
buyurmuştur: "Her kim bir günde yüz kerre Lâ ilahe illellahu vahdehû lâ
şerike lehu, LehuH-mülkü ve lehu'l-hamdu ve huve alâ kullîşeyin kadîr derse, o
kimseye on köle âzâdla-manın sevabı verilir. Ve ona yüz hasene yazılır, yüz
günâh ondan silinir. Ve bu dua o mü'mine dua ettiği gününde, o günün akşamına
kadar şeytân şerrinden bir emînlik ve koruma olur. Bundan daha çok yapan kişi
müstesna, hiçbir kimse onun söylediğinden daha faziletlisini
getirmemiştir" [116].
102-.......Sa'd
ibnu Ebî Vakkaas (R) haber verip şöyle demiştir: Bir kerre Umer (R)
Rasûlullah'ın huzuruna girmek için izin istedi. O sırada Rasûlullah'ın yanında
Kureyş'ten birtakım kadınlar vardı, bir kısmı yüksek sesle konuşuyor ve
Rasûlullah'tan çokça dünyalık istiyorlardı. Umer izin isteyince kadınlar hemen
kalktılar ve perde arkasına koştular. Rasûlullah, Umer'e izin verdi. Umer
huzuruna girdiğinde Rasûlullah gülüyordu. Umer:
— Yâ Rasûlallah! Allah
senin dişini güldürsün (yânı seni devamlı mesrur eylesin), dedi.
Rasûlullah:
— "Yanımda görüşen şu kadınlar senin
sesini işitince hemen örtünmeye davrandılar da ona hayret ettim" buyurdu.
Umer:
— Yâ Rasûlallah,
onların hürmetlerine ve saygılarına Sen daha haklısın, dedi.
Bundan sonra da
kadınlara hitâb ederek:
— Ey nefislerinin
düşmanları olan kadınlar! Sizler Rasûlullah'-tan korkmaz da benden mi
kaçınırsınız? dedi.
Kadınlar da:
— Evet, sen tab'an
Rasûlullah'tan şiddetli ve katısın, dediler. Rasûlullah:
— "Nefsim elinde olan Allah'ayemîn ederim
ki, şeytân sana hiç kavuşmaz: Sen bir sokağa girersen muhakkak o, senin
bulunduğun sokaktan başka bir sokağa girer (kaçar)" buyurdu.
103-.......îsâ
ibn Talha'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Sizin
biriniz uykusundan uyanıp da abdest aldığında burnundaki nesneyi nefesiyle üç
defa dışarı çıkarsın. Çünkü şeytân, uyuyanın genzinde geceler"
buyurmuştur [117].
Çünkü Yüce Allah'ın şu
kavli vardır:
"Ey cinn ve ins
cemâati, içinizden size âyetlerimi nakleder, bu gününüzün çatacağını inzâr ile
haber verir peygamberler gelmedi mi size? Ey Rabb'imiz, nefislerimize karşı
(kendi aleyhimizde) şâhidlik ederiz, diyecekler.
Dünyâ hayâtı onları
aldattı da gerçek kâfir kimseler olduklarına, kendileri de kendi aleyhlerinde
şâhid oldular. Bu (peygamber gönderip haber verdirmesi) memleketleri, halkı
gafil bulunurlarken zulûmfleri) yüzünden Rabb 'inin helak edici
olmadığındandır. Herkesin yaptıkları şeylere göre dereceleri vardır.
Onlar ne yaparlarsa
Rabb'in onlardan gafil değildir*' (el-En'âm: 130-133) [119]
"Bahsen"
(ei-cinn: i3), "Naksan" demektir.
Mucâhid dedi ki:
"Bir de onunla
cinnler arasında bir hısımlık uydurdular" (es-sâffât: ıss) kavlindeki
neseb iddiası, Mekke müşriklerinin "Melekler Allah'ın kızlarıdır.
Meleklerin anaları da cinnlerin ulularının kızlarıdır" sözleridir. Allah
(bu çirkin iddiayı reddederek, âyetin devamında) "And olsun ki, cinnler
dahî onların behemahal (cehenneme) zorla getirileceklerini pek iyi
bilmişlerdir'1'' buyurdu. Yânî hesaba çekilmek için hazır edilecekler.
"Cundun
muhdarûri" (Yâsîn: 75); yânî kendileri hesabın yanında bunlar
içiokhazırlanmış askerlerdir.
104-.......Ebû
Saîd el-Hudrî (R) haber vermiştir: Ebû Saîd, Abdullah Ebû Sa'saa'ya şöyle
demiştir: Ben seni görüyorum ki, sen koyunu ve bâdiyede yaşamayı seviyorsun.
Sen her zaman koyununun yanında ve bâdiyende bulunup da namaz vakti ezan okumak
istediğinde sesini yükselt! Çünkü müezzin sesinin yetiştiği yere kadar cinn, ins
ve (işitme kaabiliyeti olan) hiçbir mahlûk yoktur ki, ezanı duymuş olsun da
kıyamet gününde müezzin için güzel şâhidlikte bulunmasın!
Akabinde Ebû Saîd: Ben
bu hadîsi Rasûlullah'tan işittim, demiştir [120].
"Hatırla o zamanı
ki, cinnlerden bir taifeyi Kur'ân dinlemeleri için sana doğru çevirmiştik. İşte
bunlar onun huzuruna gelince birbirine:
Susun, dinleyin, demişler; okunması
bitirilince de (kendilerini azâb ile) korkutmaya
me'mûr olarak
kavimlerine dönmüşlerdi: Ey kavmimiz, dediler; hakikat biz Mûsâ 'dan sonra
indirilmiş olan, kendinden öncekileri tasdik eden, hakka ve doğru yola ileten
bir kitâb dinledik. Ey kavmimiz, Allah'ın da'vetçisine icabet edin, ona îmân
edin ki, Allah sizin günâhlarınızdan bir kısmını mağfiret etsin, ve sizi acıklı
bir azâbdan kurtarsın. Kim Allah'ın da'vetine icabet etmezse o, yeryüzünde
(Allah'ı) âciz bırakacak değildir. Onun Allah'tan başka hiçbir yardımcıları da
yoktur. Onlar apaçık bir sapıklık içindedirler" (ei-Ahkaaf: 29-32) [121]
"Masrifen" (ei-Kehf: 53) sapacak
yer; "Sarafnâ", yönelttik demektir.
"Orada herbir
canlıdan yaydı" (ei-Bakara: 164; Lukmân: ıo).
İbn Abbâs:
"es-Su'bân" (ei-Arâf: 107; eş-şuarâ: 32), erkek yılandır,
demiştir,/Denilir ki yılanlar birçok cinslerdir:
"el-Cinnânu"
yânı beyaz yılanlar; "el-Efâ'î", yânî en zehirli engerek yılanları;
"el-Esâvidu", yânî büyük siyah yılanlar.
Allah, mülkünde ve
saltanatında "Yürür hiçbir mahlûk hâriç olmamak üzere hepsinin alnından
tutandır" (Hûd: 56) [122].
"Sâffâtin"
(ei-Müik: 19), kanatlarını yayarak; "Yakbidne", kanatlarını vurarak
demektir, denilir [123].
105-.......Bize
Ma'mer, ez-Zuhrî'den; o da Sâlim'den tahdîs etti ki, babası İbnu Umer (R),
Peygamber(S)'in minber üzerinde hutbe yaparken şöyle buyurduğunu işitmiştir:
— "Sizyılanları
öldürünüz- Ve bilhassa arkasında iki beyaz çizgili cinsi ile kuyruksuz engerek
yılanını öldürünüz! Çünkü yılanların bu iki (habîs ve zehirli) cinsi gözün
nurunu giderir, yüklü kadının da çocuğunu düşürür".
Abdullah ibn Umer
(diğer bir rivayette) şöyle demiştir: Bir ker-re ben bir yılanı öldürmek İçin
arkasından kovalıyordum. Ebû Lu-bâbe bana:
— Onu öldürme! diye nida etti. Ben de ona:
— Rasûlullah (S) yılanları öldürmeyi
emretmiştir, dedim. Ebû Lubâbe:
— Râsulullah
yılanların umumiyetle öldürülmesini emrettikten sonra, ev yılanlarını
öldürmekten nehyetti. (Beyaz ve zehirsiz) olan bu ev yılanları avâmirdir, uzun
ömürlüdürler (yânî uzun müddet evde yaşarlar), dedi [124].
Abdurrazzâk, Ma'mer
ibn Râşid'den; o da ez-Zuhrî'den söyledi ki, İbn Umer: Bu sırada beni Ebû
Lubâbe -yâhud Zeyd ibnu'l-Hattâb- gördü, demiştir.
Bu hadîsi rivayet
etmekte Ma'mer'e Yûnus ibn Yezîd, Sufyân ibn Uyeyne, İshâk ibn Yahya el-Kelbî
ve ez-Zubeydî mutâbaat etmişlerdir.
Salih ibn Keysân, İbnu
Ebî Hafsa, İbn Mucemmi', ez-Zuhrî'den; o da Sâlim'den söylediler ki, İbn Umer:
Beni Ebû Lubâbe ile Zeyd ibnu'l-Hattâb gördü, demiştir [125].
106-.......Ebû
Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Koyunun,
kişinin hayırlı malı olması (devri) yakla* şır: Müslüman, dinine sâhib olmak
üzere fitnelerden kaçarak koyun sürüsünü dağların başına ve yağmur mevkilerine
(yânî vadilerin engin yerlerine) götürür".
107-.......
Bize Mâlik, Ebu'z-Zinâd'dan; o da el-A'rac'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den haber
verdi ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Küfrün başı doğu
tarafındadır. Kendini beğenmek ve kibirlenmek de at ve deve sahihleri ile
hayvan sürülerine bağırıp çağıran bedevilerdedir. Sekînet, yânî vakaar ve
tevazu' ise koyun sâhiblerinde-dir" [127].
108-.......Bana
Kays ibn Ebî Hazım, Ukbe ibn Amr Ebû Mes'ûd'dan tahdîs etti; o şöyle demiştir:
Rasûlullah (S) eliyle Yemen tarafına işaret etti de şöyle buyurdu: "îmân
Yemenli'dir, işte şurada. İyi biliniz ki, katı ve kaba yürekliler de develerin
kuyrukları dibinde, onlara haykıran bedeviler içinde bulunur ki, bunlar
şeytânın iki boynuzunun doğar olduğu doğu taraftaki Rabîa ve Mudarr halkıdır"
[128].
109-.......el-A'rac'dan;
o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Horozların öttüğünü işittiğinizde (dileklerinizi) Allah 'm/adlından
isteyiniz! Çünkü horozlar melek görmüşlerdir. Eşeğin anırmasını işittiğinizde
de şeytândan Allah 'a sığınınız (yâmEûzu billahi mine'ş-şeytâni'r-racîm
deyiniz). Çünkü eşek şeytân görmüştür (de öyle amrmıştır)" [129].
110-.......Bize
İbn Cureyc haber verip şöyle dedi: Bana Atâ ibn Ebî Rebâh haber verdi. O, Câbir
ibn AbdiIlah(R)'tan şöyle dediğini işitmiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:
"Gecenin bir kısmı hâsıl olduğu yâhud akşama girdiğiniz zaman
çocuklarınızı (dışarı çıkmaktan) men' ediniz! Çünkü şeytânlar o zaman
dağılırlar (faaliyete geçerler). Geceden bir saat geçince de (dışarıdaki)
çocuklarınızı evlerinize koyunuz ve Allah'ın ismini zikrediniz de bütün
kapıları kapatınız. Çünkü şeytân kapanmış hiçbir kapıyı açamaz".
İbn Cureyc şöyle dedi:
Ve bana Amr ibn Dînâr haber verdi ki, kendisi Câbir ibn Abdillah'tan işittiği
hadîsi Atâ'nın bana haber verdiği tarzda rivayet ediyordu. Lâkin o,
"Allah'ın ismini zikrediniz" cümlesini söylememiştir [130].
111-.......Muhammed
ibn Sîrîn'den: o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle
buyurmuştur: "îsrâîl oğullan'ndan bir kavim (beşer târihinden silinip) yok
oldu. O kavmin ne (kötülük) işlediği bilinmez. Ben zannetmem ki o ümmet fareden
başka birşeye mesh ve tahvil edilmiş olsun. Çünkü fare, kendisi için bir yere
deve sütü konulduğunda onu içmez de, koyun sütü konulduğunda onu içer".
Ebû Hureyre dedi ki:
Ben bu hadîsi Ka'bu'I-Ahbâr'a tahdîs ettim. O da bana:
— Sen Peygamber'den bunu söylerken işittin mi?
diye sordu. Ben de:
— Evet, işittim, dedim. Sonra Ka'b tekrar
tekrar bana:
— Sen Peygamber'den bunu söylerken işittin mi?
diye sordu. Ben de: Nihayet (onu reddederek):
— Ben sana Tevrat mı
okuyorum (ben sana ancak Peygamber'den işittiğimi tahdîs ediyorum), diye
karşıladım [131].
112-.......Urve,
Âişe(R)'den, Peygamber (S)'in şu hadîsini tahdîs ediyordu: Âişe: Peygamber
(S), keler cinsinden olan alaca keler için "Fâsıkcıktır (yânî zarar
vericidir)" buyurdu, fakat ben Peygam-ber'in bunun öldürülmesini
emrettiğini işitmedim, demiştir, dedi.
Râvîlerden biri (İbn
Şihâb yâhud Urve yâhud Âişe): Sa'd ibnu Ebî Vakkaas; Peygamber (S) onu
öldürmeyi emretti demiştir, dedi.
113-.......Bize
Abdulhamîd ibnu Cubeyr ibn Şeybe, Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den tahdîs etti ki, ona
da Ümmü Şerîk.Guzeyye (R), Pey-gamber(S)'in kendisine kelerleri öldürmesini
emrettiğini haber vermiştir [132].
114-.......Bize
Ebû Usâme, Hişâm'dan; o da babası Urve'den tahdîs etti ki, Âişe (R) şöyle
demiştir: Peygamber (S): "Arkasında iki beyaz çizgisi olan yılanı
öldürünüz. Çünkü o cins yılan gözün nurunu giderir ve gebe kadına (çocuğunu
düşürtüp) musibet getirir"^ buyurmuştur.
115-.......Bana
babam Urve tahdîs etti ki, Âişe (R): Peygamber (S) kuyruksuz engerek yılanının
öldürülmesini emretti ve: "Çünkü o göze musibet getirir (yânî kör eder)
ve gebeliği giderir" buyurdu, demiştir,
116-.......Abdullah
ibn Umer yılanları öldürür idi. Sonra bâzılarını öldürmekten nehyetti ve şöyle
dedi: Bir gün Peygamber (S) kendisine âid bir duvarı yıktı da duvarın içinde
bir yılan derisi buldu ve: "Bakın yılan nerededir?" buyurdu.
Sahâbîler yılanı gördüler. Peygamber: "Onu öldürün!" buyurdu. (İbn
Umer dedi ki:) İşte ben, Pey-gamber'in bu umûmî emrinden dolayı yılanları
öldürüyordum. Ebû Lubâbe'ye kavuştum; o bana Peygamber'in "(İnce yâhud
hafif, küçük yâhud beyaz) yılanları öldürmeyin. Fakat (kuyruksuz) iki çizgili
her engerek yılanını öldürün. Çünkü yılanın bu cinsi (bakması ile annedeki)
çocuğu düşürür ve gözü giderip kör eyler. Onun için bu cinsi öldürün"
buyurduğunu haber verdi [133].
117-.......Bize
Cerîr ibnu Hazım, Nâfi'den tahdîs etti ki, İbn Umer umumiyetle yılanları
öldürürdü. Sonra Ebû Lubâbe ona, Peygamber'in ev yılanlarını öldürmeyi
nehyettiğini tahdîs etti. O da bunları öldürmekten kendini tutmuştur.
Yeryüzünde gezen
hayvanlardan beş nevi' fasıklardır ki, bunlar Harem içinde öldürülürler"
118-.......Bize
Mâ'mer, ez-Zuhrî'den; o daUrve'den; o da Âişe(R)'den: Peygamber (S):
"Beşfâsık (hayvan nev'i) vardır ki, bunlar Harem içinde öldürülürler:
Fare, akreb, çaylak, karga ve her yırtıcı yaralayıcı köpek" buyurmuştur.
119-.......Bize
Mâlik, Abdillah ibn Dinar'dan; o da Abdullah ibn Umer(R)'den haber verdi ki,
Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Yeryüzünde gezen hayvanlardan beş nevi'
vardır ki, her kim bunları ihrâmlı olduğu hâlde öldürürse üzerine günâh olmaz:
Akreb, fare, yaralayıcı köpek, karga ve çaylak".
120-.......Atâ
ibn Ebî Rebâh'tan; o da Câbir ibn Abdillah(R)'tan tahdîs etti. O bu hadîsi
Peygamber'e yükseltmiştir. Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Yiyecek
içecek kaplarının üzerlerini örtünüz, su kırbalarının ağız iplerini bağlayınız,
bütün kapıları arkalarından kapayınız, yatsı vakti sırasında çocuklarınızı
dışarıda hareketten men' edip eve toplayınız. Çünkü o zaman cinnlerin yayılması
ve birşeyisür'-atle alıp kapmaları vardır. Uyku sırasında kandilleri
söndürünüz. Çünkü fâsıkçık yânı fare bazen yanan fitili çeker de ev halkını
yakar" [134].
İbn Cureyc ile Hubeyb,
Atâ'dan rivayetlerinde: "Çünkü o zaman şeytânların bir yayılması ve çabuk
alıp kapmaları vardır" şeklinde söylemişlerdir.
121-.......
Bize Yahya ibnu Âdem, İsrâîl ibn Yûnus'tan; o da Mansûr'dan; o da İbrahim'den;
o da Alkame'den tahdîs.etti ki, Abdullah ibn Mes'ûd şöyle demiştir: Biz
Rasûlullah (S) ile beraber Mi-nâ'daki bir mağarada bulunuyorduk. O sırada*'Ve'l-mürselâtiurjen"
Sûresi indi. Bizler o sûreyi Rasûlullah'ın ağzından almaya çalışıyorduk.
Ansızın bir yılan kendi yuvasından çıkıverdi. Biz hemen onu öldürmeye
davrandık. Fakat yılan bizim önümüze geçti ve yuvasına girdi. Bunun üzerine
Rasûlullah: "Siz nasıl yılanın şerrinden ko-rundunuzsa, o da sizin şerrinizden
korundu" buyurdu [135].
Ve yine Yahya ibn
Âdem, İsrail'den; o da el-A'meş'ten; o da İbrahim'den; o da Alkame'den; o da
Abdullah'tan olmak üzere yukarıdaki hadîsin benzerini rivayet etti. Bunda
Abdullah ibn Mes'ûd: Biz de bu sûreyi Rasûlullah'ın ağzından taze taze almaya
çalışıyorduk, demiştir.
Bu hadîsi Mugîre ibn
Mıksem'den rivayet etmekte İsrail'e, Ebû Avâne mutâbaat etmiştir: Hafs ibn
Gıyâs, Ebû Avâne, Süleyman ibnu Karm, el-A'meş'ten; o da İbrahim'den; o da
el-Esved'den; o da Abdullah ibn Mes'ûd'dan söylediler.
Bu bâb ve hadîsleri
Hacc Kitabı, "Harem'de öldürülecek hayvanlar bâbı"n-da da geçmiş ve
bâzı açıklamalar orada verilmişti.
122-.......Nâfi'den;
o da İbn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Bir kadın, dünyâda bir kediyi bağlayıp habsetmiş, onu yedirmemiş ve onu
yerin haşerelerinden yemesi için de salıvermemiş olduğundan ötürü ateşe
girmiştir".
Abdu'1-A'lâ dedi ki:
Ve bize Ubeydullah, Saîd el-Makburî'den; o da Ebû Hureyre'den; o da
Peygamber'den olmak üzere bunun benzerini tahdîs etti [136].
123-.......Bana
Mâlik, Ebu'z-Zinâd'dan; o da el-A'rac'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti
ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Peygamberlerden biri bir ağaç altına
indi. Akabinde onu bir karınca ısırdı. Peygamber eşyalarının hazırlanmasını
emretti. Eşyalar ağacın altından çıkarıldı. Sonra karınca evinin yakılmasını
emretti ve ateşle yakıldı. Bunun üzerine Allah o peygambere: O ısıran tek karıncayı
yaksaydın ya! diye vahyetti" [137].
"Sizden birinizin
içeceği içine sinek düştüğü zaman, o kişi, sineği içecek şeyin içine hatırsın.
Çünkü sineğin iki kanadının birinde hastalık, diğerinde de şifâ vardır" [138].
124-.......Ben
Ebû Hureyre(R)'den işittim, şöyle diyordu: Peygamber (S): "Sizden
birinizin içeceği içine sinek düştüğü zaman, o kişi sineğin her tarafını
hatırsın, sonra onu çıkarsın (atsın). Çünkü sineğin iki kanadının birisinde
hastalık, diğerinde de şifâ vardır" buyurdu [139].
125-.......
Bize Avf el-A'râbî, el-Hasen'den ve İbn Sîrîn'den; onlar da Ebû Hureyre(R)'den
tahdîs ettiler ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Fahişe bir kadın
(Allah tarafından) mağfiret olunmuştur; şöyle ki: Günün birinde o fahişe kadın
suya yakın ve duvarı örülmedik bir kuyu başında bir köpeğe rastgelmiş, köpek
susuzluktan dilini sarkıtıyordu." "-Rasûlullah devam etti:
"Susuzluk onu öldürmeye yaklaştırmış bulunuyordu. Kadın hemen ayağından
ediğini çıkarmış ve onu başının yaşmağı ile sıkıca bağlayarak (kuyuya sarkıtmış)
ve kuyudan o köpek için su çıkarmıştır. Bu yaptığı sulama sebebiyle o fahişe
kadın mağfiret olunmuştur" [140].
126-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne tahdîs edip: Ben bunu senin şurada bulunduğun gibi
ez-Zuhri'den ezberledim, o şöyle dedi: Bana Ubeydullah ibn Abdillah, İbnu
Abbâs'tan; o da Ebû Talha Zeyd ibn Sehl'den (Allah onlardan razı olsun) haber
verdi ki, Peygamber (S): "Melekler, içinde köpek ve suret bulunan bir eve
girmezler" buyurmuştur [141].
127-.......
Bize İmâm Mâlik, Nâfi'den; o da Abdullah ibn Umer(R)'den haber verdi ki,
Rasûlullah (S) köpeklerin öldürülmesini emretmiştir [142].
128-.......Ebû
Hureyre (R) tahdîs edip şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Her
kim (yanında) köpek tutarsa, her gün o kimsenin amelinden bir kırat eksilir.
Ancak o köpek zirâat köpeği yâhud koyun köpeği ise eksilmez" [143]
129-.......Bana
es-Sâib ibn Yezîd haber verdi ki, o Sufyân ibn Ebî Zuheyr eş-Şeneîy'den
işitmiştir. O da RasûlulIah(S)'tan şöyle buyururken işitmiştir: "Her kim
kendisine ekincilik ve hayvan bekçiliği yönünden bir fayda vermeyen bir köpek
edinirse, her gün o kimsenin ameliinm sevabından) bir kırat eksilir".
Sâib, Sufyân ibn Ebî
Zuheyr'e:
— Sen hakîkaten bu hadîsi'Rasûlullah'tan
işittin mi? dedi. O da: '
— Evet, şu kıblenin sahibine yemîn ederim,
diyerek rivayetini yemîn ile kuvvetlendirdi [144].
[1] Buhârî nüshalarının çoğunda kitâb başlığı böyle
gelmiştir. Besmele ve Kitâb lâfızlarında farklı olan nüshalar da vardır.
Buhârî bu başlık
altında kâinatın başlangıcı ve sonundan yânı şu âlemin ilim ve irâde sahibi
mutlak bir kudretin eseri olduğundan ve ölüm. denilen dağılma hâlinden sonra
tekrar yaratılması keyfiyetinden; başka bir deyişle bu kâinatın ve insanların
nereden geldiklerinden ve nereye gideceklerinden bahisle, Allah'ın kudreti
eserlerini ibret nazarlarında tecellî ettirmek istemiştir. Burada tabîat
ilimlerinin tekvine âid kaanûnları görülecek değildir. Çünkü dîn ile tabîat
ilimlerinin hilkat bahislerinde ta'kîb ettikleri yön konularına göre
farklıdır. Tabîat ilimlerinin hilkate âid konuları fizikî ve sabit hâdiseler olduğu
hâlde, dînin ko nusu ve bahisleri tamâmiyle tabîat-üstüdür. Gayesi de beşerin
yalnız dünyevî menfaati değil, hem dünyevî hem uhrevî saadetidir. Hilkat
bahsinde tabîat ilimlerinin dayandığı nazariyelerden farklı görülecek bâzı
haberler her iki sahanın ayrılığı neticesidir. Bu farkı Buhâri 1. bâbda
zikrettiği âyetlerde açıkça göstermektedir.
[2] Muhâtabların nazarında birşeyin iadesi ihtidasından
daha kolaydır. Allah'a göre ise ikisi de kolaylıkta müsavidir (Celöleyn).
Bu âyetteki "Ve
huve ehvenu aleyhi" cümlesinde "//«ve" zamirinin mercii. yalnız
ikinci hilkat değil, her iki hilkatin herbiri olduğunu er-Rabî' ibn Huseym ile
el-Hasen beyân etmişlerdir. Bunların beyânlarını Taberî senedli olarak ayrı
ayrı tarîklerden rivayet etmiştir. Bunlarca "Ehven" kelimesi tafdü
değil, sıfatı müşebbehe ma'nâsmadır.
[3] Evvelâ unsurlar, sonra insanların gıdalanacağı
terkîbler, sonra ahlat, sonra nutfe, sonra kan, sonra bir çiğnem et, sonra
kemik ve et, sonra diğer bir inşâ İle tam bir insan olarak yarattık...
{el-Hacc; 5; d-Mü'minûn: 12-14). Bu yaratışı, tekrar dirilteceğine bir
delildir. îmân ederseniz size dünyâda da âhirette de vakaarh, şerefli mevkiler
bahşeder O. Bu "enfusî" delildir, sonra "âfâkî" delile
geçiyor (Beydâvî, Nesefî, Celâleyn).
[4] Buhârî yukarıda mealleri verilen âyetlere işaret etmiş
ve onlardaki bâzı kelimelerin tefsirlerini vermiştir. Fakat Buhârî'nin er-Rûm:
27. âyetinden sonraki âyetlere işareti ve onlardaki bâzı kelimelere âid
açıklamaları adetâ bilmece gibi dar bir ifâde içinde vâki' olmuştur.
[5] Başlığa uygunluğu "Peygamber, mahlûkların ve
Arş'ın yaratılış başlangıcını tahdîs edip anlatmaya başladı" sözündedir.
[6] Bu da İmrân hadîsinin ziyâdeli olarak gelen başka bir
tarîkidir.
Bu hadîsteki "Ve
kâne arşuhu ale'l-mâi( = O'nun Arş'ı su üzerinde idi" fıkrası âyetten bir
cümledir. Tamamı şöyledir: "O hanginizin ameli daha güzel olduğu
(hususunda) sizi imtihan etmek için gökleri ve Yer 7 altı günde yaratandır,
(Bundan evvel ise) Arş'ı su üstünde idi. And olsun ki 'Ölümden sonra muhakkak
yine diriltileceksiniz * desen kâfir olanlar mutlakaa 'Bu apaçık bir aldatmadan
başka (birşey) değildir' derler" (Hûd: 7). Bu, "O'nun Arş'ı su
üzerinde idi" fıkrasının "Sonra Arş üzerine istiva etti" fıkrası
ile birlikte güzel bir tefsîri Hakk Dîni, III, 2171-2186, el-A'râf: 53.
âyetinin îzâhmda; keza Hakk Dîni, IV, 2756-2763, Hûd: 7. âyetinin îzâhında
verilmiştir.
[7] Bu îsâ ibn Mûsâ el-Buhârî hadîsini et-Taberânî de
senediyle rivayet etti. Ah-med ibn Hanbel ile Müslim'deki Ebû Zeyd Amr ibn
Ahtab el-Ensârî hadîsi bu ma'nâyı daha geniş vermektedir: "Rasûlullah (S)
bizlere sabah namazını kıldırdı ve minbere çıkıp öğle vakti gelinceye kadar
hitâb etti... İşte bu hitabelerinde bizlere, olacak olan herşeyi haber verdi.
Onları en çok bilenimiz, en iyi ezberleyenimizdir" Müslim, Fiten..,
"Peygamber'in kıyamete kadar olacak şeyler hakkında haber vermesi
babı", Müslim Ter., VIII, 421 (25-2892).
[8] Hadîsin başlığa uygunluğu "Allah beni ilk
yarattığı gibi tekrar yaratacak değildir" sözündedir. Bu, putlara tapan ve
Öldükten sonra diriltilmeyİ inkâr eden müşriklerin sözüdür.
Bu hadîs, kudsî, ilâhî,
Rabbânî hadîs denilen nevi'dendir. Bunlar Kur'ân'-dan sonra ikinci derecede
bulunan Allah kelâmıdır. Allah bunun ma'nâsım İlham yoluyla Peygamberİ'ne
haber vermiş, O da bu ma'nâyı kendi ibaresiyle ümmetine tebliğ etmiştir. Bu
hadîs müteşâbih hadîslerdendir. Onun için üzerinde çeşitli fikirler ileri
sürülmüştür.
[9] Başlığa uygunluğu "Allah halkı yarattığı
zaman..." sözündedir.
Bu hadîsi Müslim Tevbe
Kitâbı'nda; en-Nesâî en-Nuût'ta rivayet etmiştir.
Bâzıları hadîsteki
"Fevka", yânî "Üstünde" sözünü "Baûdeten femâ
fevkahâ" (el-Bakara: 26)'da olduğu gibi "Düne ~ Aşağısında"
ma'na%mad\x demişlerdir. Bâzıları da bu "Fevk" lâfzı zâiddir,
demiştir. "Yanında" sözü de mekânı değil, fakat mahlûklardan
gizlenmişliğin kemâline ve idrâk yerinden yüksek oluşunun kemâline işarettir.
Tayyîbî dedi ki: Bu hadîs "O rahmeti kendi üstüne yazmıştır..."
(el-En'âm: 12>mukaabili üzeredir, yânî gazab ve ikaabm gerektirmesi olarak
üzerine terettüb edecek şeyin hilâfına Allah kesin surette kullarına merhamet
etme va'dini vâcib kılmıştır.
[10] Arz tabakalarının yedi kat olduğu hakkında Kur'ân'da
bu âyetten başka âyet yoktur denilmiştir. Fakat hadîslerde Arz'ın yedi kat
olduğuna dâir haberler çoktur, bâzıları burada getirilmiştir.
[11] Buhârî başlığın bu kısmında şu âyetlere İşaret etmiş
ve onlardaki bâzı kelimelerin tefsirlerini vermiştir. Burada verdiği tefsirler
hep senedli olarak İbn Abbâs'a dayanmaktadır. Bu âyetler sirasıyle şunlardır:
"And olsun Tür'a,
neşredilmiş kâğıdlar içinde yazılı Kitâb% Ma'mûr Ev'e, yükseltilmiş tavana,
dolan denize ki, Rabb 'inin azabı hiç şübhesiz vâki 'dir, onu def edecek
yoktur" (et-Tûr: 1-8);
' 'Sizi tekrar yaratmak
mı (sizce) daha güç, yoksa göğü yaratmak mı, ki onu Allah bina etmiştir. Onun
boyunu O yükseltti. Derken ona bir nizâm verdi. Onun gecesini kararttı,
gündüzünü çıkardı. Bundan sonra da yeri (İkaamete elverişli bir hâlde) yayıp
döşedi. Ondan suyunu, otlağını çıkardı. Dağlan dikti. (Bunları) hep size ve
davarlarınıza birer fâide olmak üzere..." (en-Nâziât: 27-33);
"O hareli yollara
-veya denge ve güzelliğe- sâhib olan göğe yemîn ederim ki, hakikat siz kat'î
ihtilâfa düşen bir söz içindesiniz (bir kelime, bir akîde etrafında toplu
değilsiniz)" (ez-Zâriyât: 7-8);
"(And olsun...)
göğe ve onu bina edene, Yer'eve onu yayıp döşeyene, her-bir nefse ve onu
düzenleyene, sonra da ona hem kötülüğü, hem (ondan) sakınmayı ilham edene ki,
onu tertemiz yapan muhakkak umduğuna ermiş, onu alabildiğine örten ise elbette
ziyana uğramıştır" (eş-Şems: 5-10);
"Gök yanldıği, Rabb
'ini dinleyip boyun eğdiği zaman, ki gök zâten bu dinlemeye ve itaate lâyık
olarak yaratılmıştır. Yer uzatıldığı, içinde ne varsa atıp bomboş kaldığı (bu
hususta da) Rabb 'ini dinleyip boyun eğdiği zaman, ki Yer zâten buna lâyık
olarak yaratılmıştır, (herkes yaptığına kavuşacaktır)" (el-İnşikaak: 1-5).
"Fakat o bir tek
haykırıştır. Ki o zaman onlar hemen toprağın yüzündedir-ler" (en-Nâziât:
13-14).
[12] Bu hadîste Arz'ın yedi kat olduğunu nâsslaştırma
vardır; başlıktan kasdedilen de budur. Bu hadîs Mezâlim Kitâbı'nda da geçmişti.
[13] Hadîsin başlığa delîlliği meydandadır. Bu da değişik
sened ile Mezâlim'de geçmişti.
[14] Hafız İbn Kesîr şöyle dedi: Buhârî'nin bu hadîsi
burada zikr ile maksadı, başlıktaki et-Talâk: 12. âyetinin ma'nâsını takrir
etmektir, yânı yedi semâ ve yedi kat Arz olduğunu delilleridirmektir. Nitekim
şimdi ayların sayısı da Allah İn-dindeki ilk kitâbdaki ayların sayısına uygun
olarak onikidir. İşte bu, zamandaki uygunluktur. Nitekim bu mekân hususunda da
bir uygunluktur (Kastallânî).
Hadîsteki dört aya
Kur'ân'da "el-Eşhuru 'l-Hurum = Haram aylar" adı verilmiştir ki, bu
aylarda harb ve saldırı yasaktır. Arablar Câhiliyet devrinde bu aylardan
bâzılarının harâmlığının geri bırakıldığını i'lân ederek kabilelere ve kervanlara
baskın edip çapulculuk yaparlardı. Böyle bâzı ayları geri bırakıp tak-vîm
oynamaları yapmaya Kur'ân dilinde "en-Nesi"' denilmiştir. Zemahşerî
buna bir ayın harâmlığını öbür aya geri bırakmaktır demiş ve şöyle tefsir
etmiştir: Bu suretle Arablar, haram aylan halâl sayarlar ve onun yerine halâl
ayları haram kılarlardı. Çok defa oniki aya bir, iki ay ziyâde ederek seneyi
onüç, ondört ay yaparlardı. Veda Haccı'ndan bir sene önceki Ebû Bekr'in
emirliğinde yapılan hacc, Zu'l-ka'de ayında idi. Rasûlullah'ın Veda Haccı ise
Zu'1-hicce'ye tesadüf ve tevâfuk etmişti. Bunu Peygamber, Veda Haccı'nda
Arafat Dağı'nda deve üzerinde îrâd ettiği hitabesinin bir fıkrasında ifâde
etmiş ve nesi' âdetini kaldırmıştır: "Yıl ve ay hesabi,, Allah'ın gökleri
ve Yer'i yarattığı zamanki ilk vaziyetine dönüp yerini bulmuştur. Sene de oniki
aydır..." Bundan önce "Haram ayları geciktirmek ancak küfürde bir
artıştır" (et-Tevbe: 37) âyetiyle de neh-yedilmiş bulunduğundan, bu bâtıl
Câhiliyet âdeti tamamen kaldırılmıştır.
Hadîsin sonunda Receb'in
Mudar'a nisbet edilmesi, Mudar kabilesinin bu aya diğer aylardan daha fazla
hürmet etmesindendir. Müşriklerin kendi ayarlarına göre kamerî aylar üzerinde
ne gibi cahilane tasarruflarda bulunduklarını incelemek isteyenlere rahmetli
Muhammed Hamdi Yazır'ın Hakk Dîni Kur'ân Dili Tefstrİ'nden okumalarını tavsiye
ederim: III, 2521-2541.
[15] Hadîsin sonundaki ta'lîkte Urve'nin Saîd'le
buluşmasının beyânı ve bu hadîsi, kendisinden işitmesinin açıkça belirtilmesi
vardır. Bu hadîslerde yedi kat Arz'ın isbâtı vardır. Bunlardan herbiri
diğerinin üzerinde olduğu kasdedilmiştir. Ah-med ibn Hanbel'deki Ebû Hureyre
hadîsinde merfû' olarak: "Herbir arz ile onu ta'kîb eden arz arasında
beşyüz yıllık mesafe vardır" şeklindedir.
Râvî Saîd ibn Zeyd,
cennetle müjdelenen on sahâbîden biridir. Hz. Umer'-
in amcası oğlu ve aynı
zamanda kızkardeşi Fâtıma bintu'1-Hattâb1 in kocasıdır.
İlk Muhacir
kaafilesiyle Medine'ye hicret etmiştir. 51 hicret yılında vefat etmiştir.
Bu hadîs Mağâzî'nin
sonunda Veda Haccı'nda, bundan daha bütün olarak gelecektir inşâallah.
[16] Katâde'nin bu sözünü Abd İbn Humeyd kendi Tefstr'inde
senediyle rivayet et mistir. Bu âyetin tefsiri hakkında mükemmel ve geniş bilgi
edinmek isteyenlere Hakk Dîni Tefsirini tavsiye ederim: VII. 5188-5212.
[17] Buhârî âdeti üzere fâide için istitrâden birtakım
âyetlerin tefsirini zikretme yolunda yürümüştür. İbn Abbâs'm bu tefsirleri,
daha sonraki müfessirler tarafından senedli olarak rivayet edilmiştir;
[18] Mucâhid'in bu tefsirleri de senedleriyle rivayet
edilmiştir
[19] Yânî Güneş'le Ay'ın en ince bir hesâb ile mahrek ve
medarlarında hareket ve deveran ettiklerinin sıfatını beyân ve tefsir babı.
Buhârî bu başlığı
er-Rahmân Sûresi'nin aynı mealdeki beşinci âyetinden almıştır.
[20] Mucâhid'in ve diğerlerinin bu tefsirlerini sırasıyle
Feryâbî ile Abd ibn Humeyd kendi tefsirlerinde rivayet etmişlerdir. Müfessir
Mucâhid ile diğer bir kısım âlimler bu âyette Güneş'le Ay'ın şâir seyyarelerle
beraber deveranlarının bir değirmene ve daha doğrusu zamânımızdaki makina
gelişmelerine göre, hareket tarzı mükemmel bir hesâb ile ayarlanarak kurulmuş
bir makina ve çarklarının birbirine dokunmaksızın ve birbirine karşı bir saniye
olsun artık, eksik kaydetmeyerek hareket etmesine benzetildiğini
bildirmişlerdir
[21] Buradan i'tibâren Buhârî, devamlı âdeti olduğu üzere,
bâzı âyetlerde geçen kelime ve ta'bîrlerin tefsirlerini vermektedir. Bu
tefsirler senedli olarak ilk kaynaklarına dayandırılmak suretiyle tefsir
kitâblannda rivayet edilmişlerdir. Bunları geniş şerhlerde görmek her zaman
mümkin ve kolaydır.
[22] Bu son tefsir ile et-Tevbe: 16. âyetteki
"Velîce" lafzını kasdediyor ki, ma'nâsı şudur: "Yoksasiz (kendi
hâlinize) bıraküıv•ereceğinizi, içinizden cihâdedenleri; Allah 'tan, Rasûlü
'nden ve mü 'mirilerden başkasını sır dostu edinmeyenleri Allah Un bilmediğini
(O'nun uğrundaki fedâkârlıklarınızın mükâfâtsiz kalacağını) mı sandınız? Allah,
ne yaparsanız hepsinden haberdârdır". Ma'nâ, müslümân-lardan olmayan
hiçbir velî edinmeyin, demektir (Kastallânî).
[23] Başlığa uygunluk yönü, Güneş'e arız olup duran
sıfatlar nev'inden zikrolunan şeylerdir. Güneş'in Arş'ın altında secde etmesi
keyfiyetini sarihler, secde, kasd ve irâdeye bitişik bir fiil olduğundan
inkıyâddan kinaye olmak üzere tercih etmişlerdir. Nitekim Kur'ân'da herşeyin,
hattâ gölgelerinin bile secde ettiği haber verilmektedir: er-Ra'd: 15, en-Nahl:
48. Şâh Vdiyyullah da şöyle demiştir: Her nevi* mevcudun kendi yaratılışına
göre bir secdesi ve Allah'a karşı bir ubudiyet arzetmesi vardır. Gölgenin
secdesi yere düşmesidir. Güneşin secdesi de istivadan guruba meylidir..
(Feyzu'l-Bârî).
"Güneşin
cereyanını, yalnız onun mekânda hareketi diye anlamamalı, mekânda ve zamanda
bi'1-cümle eserleri ve vaziyetleriyle vucûdda tevalisi ma'nâ-sına anlamalıdır.
Meselâ ziya ve hararet neşri de onun bir cereyanıdır. "Mustakarr"
mimli masdar, zaman ve mekân ismi olabildiği, "lâm" ile de birkaç
ma'nâya gelebildiği cihetle, bu İfâde birçok ma'nâya sâdıktır: Evvelâ, Güneş,
kendisi için takdîr ve tahsis edilmiş bir istikrar sebebiyle, yânî sabit bir
karar, muntazam bir kaanûn ile cereyan eder. Hesâbsız, serserî, kör bir
tesadüfle değil. Saniyen bir istikrar için, yânî kendi âleminde bir karar ve
denge husule getirmek hikmet ve gayesiyle; yâhud nihayet bir sükûna erip
durmak için cereyan eder. Üçüncü olarak, mekân ismi olduğuna göre, kendine has
bir istikrar mahalline mahsûs, yânî yerinde sabit olarak cereyan eder.
Mihverinde döner, yâhud kendisinin karargâhı olan âlemin menfâatleri için
cereyan eder..." (Hakk Dîni, V, 4029-4031).
[24] Başlığa uygunluğu meydandadır. Çünkü Güneş ve Ay'ın
dürülmesi, bunların sıfatlanndandır.
[25] Başlığa uygunluğu, Güneş'e ânz olan kusûf ve Ay'a ânz
olan husufun, bunların sıfatları olması yönündendir.
[26] 10 rakamlı Ebû Hureyre hadîsinden sonra, Buhârî,
meşhur Güneş ve Ay tutul ması hadîsini ayrı ayrı dört sahâbîden getirmiştir. Bu
hadîs Güneş ve Ay Tutulması Namazı Kitâbı'nda da geçmiş idi. Buradaki başlık
ile ilgileri açık bulunduğu için bâzı iâfiz ve sened farklarıyle tekrar
getirilmişlerdir.
[27] Buhârî bu başlıkta rüzgârların yaratılışlarını ve
nevi'Ierinİ işaret ediyor. Ve bu vesile ile bâzı âyetlerde geçen lâfızların
tefsirlerini veriyor. Burada işaret edilen âyetlerin meallerini verelim:
"Biz aşılayıcı
rüzgârlar gönderdik. Gökten de su indirip onunla sizleri suvardık. Bunların
hazinedarları da siz değilsiniz" (el-Hıcr: 22): Muvafık rüzgârların dişi
nebatları erkek nebatlarla aşıladığı hakikati ilmin son keşiflerinden1 olduğu
hâlde, bunu Allah ondört asır evvel Peygamberi'ne haber vermiştir. Bu da
Kur'ân'ın mu'cizelerindendir (H.B. Çantay).
"... Derken o
bahçeye, içinde ateş bulunan bir bora isabet etsin de o yanı-versin? (Bunu arzu
eder mi?) İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildirir. Olur ki iyi
düşünürsünüz'' (el-Bakara: 266).
"Onların bu dünyâ
hayâtında hare edegeldiklerinin misâli, kendilerine zulmeden bir kavmin
ekinlerini vurup da mahveden kavurucu ve soğuk bir rüzgârın hâli gibidir.
Onlara Allah zulmetmedi. Fakat kendileri kendilerine zulmediyorlar"
(Âluîmrân: 117). Sondaki "Nuşuren" kelimesi, baş taraftaki
el-Furkaan: 48. âyetinde bir kıraat farkını göstermektedir. "Nuşûr"un
cem'idir.
[28] Başlığa uygunluğu meydandadır. Çünkü hadîs, rahmet
rüzgârını içine almaktadır.
[29] Başlığa uygunluğu rüzgâr ve rüzgârın getireceği
yağmurun zikrini şâmil olması yönündendir. Buradakilerden önceki birkaç âyet
şöyledir:
"Âd*m biraderini
-ki ondan evvel de, ondan sonra da birçok paygamber-ler gelip geçmişti-
hatırla. Hani o, Ahkaaf'daki kavmim 'Allah'tan başkasına kulluk etmeyin.
Hakikat ben üzerinize (gelecek) büyük bir günün azabından korkuyorum' diye
tehdîd etmişti. Dediler ki: 'Sen bize, bizi tanrılarımızdan döndürmen için mi
geldin? Öyleyse bizi tehdîd etmekte olduğun şeyi, eğer doğru söyleyenlerden
isen getir bize!. (Hûd) dedi: Bunun ilmi ancak Allah nezdinde-dir. Ben size
gönderildiğim şeyi tebliğ ediyorum. Bununla beraber ben sizi bilmezler güruhu
olarak görmekteyim" (el-Ahkaaf: 21-23).
Diğer sûrede de Âd
kavmi hakkında şöyle buyurulmuştur: ' 'Âd 'a gelince: Onlar yeryüzünde haksız
yere büyüklük tasladılar ve: 'Kuvvetçe bizden daha güçlü kimmiş?' dediler.
Onlar kendilerini yaratıp durmakta olan Atlah'i -ki O, bunlardan pekçok
kuvvetlidir- hiç düşünmediler mi? Onlar bizim mu 'cizelerimizi bilerek inkâr
ediyorlardı. Bundan dolayı biz de dünyâ hayâtında zillet azabını kendilerine
taddırmamız için, uğursuz uğursuz günlerde üzerlerine çok gürültülü bir bora
gönderdik. Ahiret azabı elbet daha horlayıcı-dır. Onlara yardım da
olunmaz" (Fussikt: 15-16).
[30] Buhârî bu bâbda meleklerin me'mûr oldukları hilkat
vazifelerine ve nevi'lerine âid hadîsleri getirmiştir.
Sünnet ehli âlimlerinin
cumhuru melekleri latîf ve muhtelif şekillere girebilir kaabiliyette nûrânî
cisimlerdir; meskenleri de göklerdedir diye ta'rîf etmişlerdir. Muhakkak
âlimler de meleklerin cisim değil, en latîf bir cevher olduğunu; aklı, nutku
hâiz olup şehvet ve gadab gibi beşerî ihtirasları doğuran sıfatlardan uzak
bulunduklarını; yemeleri, içmeleri Allah'ı tesbîh, takdîs ve zikrden ibaret
olduğunu kaydetmişlerdir.
Melekler me'mûr
oldukları vazifelere göre birtakım nevi'Iere ayrılmışlardır. Sayılarını ise
Allah bilir. En büyükleri dörttür: Cebrâîl, Mîkâîl, Azrâîl, İsrafil'dir. ..
"...O ateşin üzerinde iri gövdeli, sert tabiatlı (me'mûr) melekler vardır
ki, onlar Allah 'in kendilerine emrettiği şeylere asla isyan etmezler. Neye Be
me'-mür edilirlerse yaparlar" (et-Tahrîm: 6).
[31] Buhârî, Enes'in bu hadîsini Peygamber'in Hicreti
bölümünde senediyle getirdi. Yahûdîler'in de Cibril'e düşmanlıkları el-Bakara:
97-98. âyetlerde haber verilmiştir: ''De ki: Kim Cebrail'e düşman olursa
(kahrından gebersin). Çünkü kendilerinden evvelki kitâbları tasdik edici ve mü
'minler için hidâyet ve müjde olan Kur'ân U Allah 'tn izni ile senin kalbinin
üstüne o indirmiştir. Kim Allah 'a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail'e,
Mîkâîl'e düşman olursa şübhesiz Allah da o (gibi) kâfirlerin düşmanıdır".
[32] İbn Abbâs'm bu sözünü et-Taberânî senedli olarak
rivayet etmiştir. Yânî: Saff-lar hâlinde namaz kılanlar (Celâleyn).
[33] Bu Mi'râc hadîsinin başlığa uygunluğu, Mi'râc'ın
Cibril'in beraberinde vâki' olmasıdır. Buhârî bu hadîsi farklı senedler ve bâzı
lafız farklarıyle dört yerde getirmiştir: Namaz Kitâbı'nm başında; Allah'ın
Mahlûkları İlk Yaratışı'nda; el-Enbiyâ'da: Mi'râc'da.
Müslim, îmân Kitâbı'nda
farklı senedleri ve lafızlarıyle getirmiştir: Müslim Tercemesi., I, 219-230.
Buhârî hadîsin
sonundaki isnâdla Saîd ibn Ebî Arûbe ve Hişâm ed-Destevâî'nin el-Beytu'1-Ma'mûr
kıssasını, el-İsrâ kıssası içine girdirdiklerini; doğru olan ise Hemmâm ibn
Yahya'nın bir rivayeti olduğunu, çünkü Hemmâm'ın bu kıssayı el-İsrâ kıssasından
ayrı rivayet ettiğini bildirmek istemektedir... (Kas-tallânî).
Peygamber'in Mi'râcı'na
Kur'ân'da şu âyetlerde işaret edilmiştir: el-İsrâ: 1; en-Necm: 5-18.
[34] Hadîsin başlığa uygunluk noktası, bir kısım meleklerin
beşerin mukadderatını, saadet ve şakaavetini yazmaya me'mûr olduklarının bildir
ilmesidir.
Beşerin yaratılma
safhaları Kur'ân'da da bildirilmiştir: "Andolsun biz insanı çamurdan
(süzülmüş) bir hulâsadan yarattık. Sonra onu sarp ve metîn bir karargâhta bir
nutfe yaptık. Sonra o nutfeyi bir kan pıhtısı hâline getirdik, derken o kan
pıhtısını bir çiğnem et yaptık, o bir çiğnem eti de kemiklere kalbettik de o
kemiklere de et giydirdik. Bilâhare onu başka yaratılışla inşâ ettik. Suret
yapanların en güzeli olan Allah 'in sânı (bak) ne yücedir. Sonra siz bunun arkasından
hiç şübhesiz ki ölüler (olacaksınız). Sonra siz kıyamet gününde muhakkak
diriltilip kaldırılacaksınız" (el-Mü'minûn: 12-16).
Bu âyetlerin tefsîri
Hakk Dîni Kur'ân Dili'ndtn okumağa değer: IV, 3430-3437; VII, 5702-5728.
[35] Hadîsin başlığa uygunluk noktası Yüce Allah'ın
Cibril'e nida edip gök ve yer ahâlîsine emr ve tebliğ ulaştırmakta vâsıta
olarak kullanmasıdır.
Buhârî hadîsi burada
biri ulaştırılmış, biri ta'lîk edümiş olarak iki senedle getirmiştir. Hadîsi
burada muallak senedin lafzı üzere sevketmiştir. Bu da Ebû Âsim'm
nıutâbaasıdır. Buhârî bu ta'lîki Edeb'de, Amr ibn Alî'den; o da Ebû Âsım'dan
senediyle mevsûl olarak getirmiştir. İşte bu, Buhârî'nin şeyhlerinin bir
kısmından kendi yanında tek vâsıta ile olan hadîsi bazen ta'lîk etmekte olduğuna
istidlal edilen yerlerden biridir. Çünkü Ebû Âsim, Buhârî'nin şeyhle-rindendir.
el-lsmâîlî nüshasında
İbn Cureyc'den olmak üzere Ravh ibn Ubâde şu ziyâdeyi, yânî hadîsin devamını
getirmiştir:
"Allah bir kişiye
buğz edince Cibril'e:
— Ben fulân kişiyi
sevmiyorum, onu sen de sevme! diye emreder. Cibril de onu sevmez. Sonra Cibril
de gök ahâlîsine:
— Allah fulân kişiyi
sevmiyor, siz de onu sevmeyiniz! der.
Göktekiler de o kimseyi
sevmezler. Sonra yerdeki insanların gönlüne (Allah tarafından) o kimse
hakkında bir nefret konulur (da müslümânlar arasında sevilmez)".
Hadîsin birinci fıkrası
"Müslümânlar arasında sevimli olan her kişi Allah yanında da
sevimlidir" umûmî hükmünü; ikinci fıkra ise bunun zıddı olan
"Müslümânlarca sevilmeyen, nefret edilen her kişi Allah yanında da
sevilmez" umûmî hükmünü ifâde etmektedir (ibn Hacer, Aynî, Kastallânî).
[36] Başlığa uygunluğu, meleklerin ilâhî işlerde
kullanılmaları hususudur.
Kâhin, falcıya ve
bakıcıya denir. Bu zamanlarda olduğu gibi, İslâm'dan
evvel kâhinler
istikbâle âid bâzı şeyler haber verirler ve kâinatın sırlarına vâkıf
olduklarını iddia
ederlerdi. Peygamber'in gelmesi üzerine gökyüzü meleklerin koruması altına alınmış, şeytânların haber
alma kapıları kapanmıştır. Kur'ân'da şeytânların semâdan kovulup
uzaklaştırılmaları şöyle bildirilmiştir:
"Hakikat biz en
yakın göğü bir zînetle, yıldızlarla süsledik. {Onu itâattan çıkan) her
mütemerrid şeytândan koruduk. Ki onlar mele-i A 'lâ 'ya kulak verip
dinleyemezler, her yandan kovularak atılırlar. Onlar için (âhirette de) ardı
arası kesilmez bir azâb vardır. Meğer ki içlerinden bir çalıp çarpan olsun.
Fakat onu da delip geçen bir alev ta'ktb etmiştir" (es-Sâffât: 6-10).
[37] Başlığa uygunluğu yine birtakım yazıcı meleklere
cumuaya gelenleri, geliş sırasına göre yazma vazifesi verilmiş olmasıdır.
Bu hadîs daha geniş
olarak Cumua Kitâbı'nda değişik bir senedle geçmişti.
[38] Hadîsin başlığa uygunluğu Rûhu'l-Kudüs sözündedir,
çünkü o Cibril'dir.
Peygamber'in Hassân'a bu
emri vermeleri, müşriklerin Peygamber'i ve sa-hâbîlerini hicvetmeye başlamaları
üzerinedir. Bu hicivler o devirde zamanımızın propagandaları kadar siyâsî
ehemmiyeti hâizdir.
[39] Başlığa uygunluğu "Cibril de seninle
beraberdir" sözündedir.
[40] Uygunluk ikinci tarîkteki "Cibril'in melâike
cemâatini..." sözlerindedir.
Mevkıb, bir yürüyüş
nev'i, süvariler cemâati yâhud mülâyemetle yürüyen binekler cemâati ma'nâlarına
gelir.
Bu hadîs Mağâzî
Kitâbı'nda Kurayza seferi babında da gelecektir.
[41] Hadîsin başlığa
uygunluğu "Melek bana gelir... " sözlerindedir. Bu hadîs,
el-Câmi'u's-Sahth'in ilk kitabında geçmişti.
[42] Başlığa uygunluğu "Cennetin bekçileri "
sözündedir, çünkü onlar meleklerdir. Bu hadîs Cihâd Kitabı, Nafakanın fazileti
bâbı'nda da geçmişti.
[43] Başlığa uygunluk ve delîlliği "Şu
Cibril'dir..." sözündedir.
Buhârî bunu el-İstİ'zân,
er-Rıkaak ve Fadâil Kitâbları'nda da getirmiştir.
[44] Başlığa uygunluğu Rasûlullah'ın Cibril'e hitâb edip,
onun daha sık gelmesini istemesidir. Hadîs içindeki Meryem: 64. âyeti Cibril'in
sözünü hikâye eder... "Önümüzde" âhirette; "Ardımızda"
dünyâda, "İkisinin arasında" nüzul zamanından kıyamet gününe kadar
olacak herşeyin ilmi Allah'a mahsûstur (Ce-lâleyn).
[45] Her dilde türlü lehçeler bulunduğu gibi, Arabça'da da
çeşitli kabilelerin kendilerine has lehçeleri ve ifâde tarzları vardır.
Kur'ân'ın kelimeleri çoğunlukla Kureyş kabilesinin lehçesi üzerine indiği gibi,
bâzısı da Huzeyl, Havâzin, Yemen., lehçeleriyle inmiş ve o suretle okunmuştur.
Rasûlullah bütün Arab kabilelerinin gönüllerinin Kur'ân'm tevhîd ve medeniyet
nuru üzerinde toplanmasını istiyordu. Bunun için Kur'ân'ın tamamen Kureyş
lehçesi üzerine, bâzı kelimelerinin diğer Arab lehçeleriyle gönderilmesini
istemiş ve bu dileğinde ısrar ederek Arablar arasında belirmiş yedi kabilenin
lehçesi üzerine gönderilmiştir. Aynı zamanda bu bir genişletme ve
kolaylaştırma idi. Bu suretle Kur'ân'm yayılması kolaylaştıktan sonra
Peygamber'in vefat ettiği yılın ramazanında "el-Arzatu'l-Âhire"
denilen ve Rasûlullah'ın Cibril ile Kur'ân'ı son müzâkere ve mukaabe-lesinde
Kureyş lehçesi kararlaştı..."
[46] Başlığa uygunluğu Cibril'in Rasûluîlah'la en çok
ramazân ayında buluşmasıdır.' Bu hadîs Vahy Kitâbı'nda da geçmişti.
[47] Hadîsin
Abdullah ibnu'l-Mubârek'ten gelen
rivayetini Butıârî, Fadâilu'l-Kur'ân'da getirmiştir. Ebû
Hureyre'nin hadîsini Fadâilu'l-Kur'ân'da; Fâtıma' Nübüvvet Alâmetleri'nde getirmiştir.
[48] Hadîsin başlığa uygunluğu "Cibril indi..."
sözündedir. Bunu Buhârî, Namaz Vakitleri Kitâbı'nda daha geniş bir metinle
getirmişti.
[49] Ebû Zerr'in bu meşhur hadîsi şimdiye kadar birçok
yerde geçmişti. Bilhassa Cenaze ve İstikraz Kitâblan'nda geçtiğini ve oralarda
bâzı bilgiler verildiğini zikredelim.
Buradaki rivayette şart
fiilinin hazfedilmesinin ve şart edâtıyle yetinmenin cevazına bir delîl vardır.
[50] Bu hadîs Namaz Kitabı; "İkindi namazının fazileti
bâbı"nda da geçmişti.
Burada arka arkaya
getirilen bu hadîsler Cibril'in vahy ile ilgili olan vazî-fesİne ve umumiyetle
meleklerin vazifelerine delîl olmak üzere sevkedilmişlerdir.
[51] Buhârî bu başlığı Ezan Kitâbı'nda Ebû Hureyre'den rivayet
ettiği hadîsten almıştır. O hadîs de bundan önceki hadîsin senediyle Ebû
Salih'ten rivayet edilmektedir.
Bu bâbdaki hadîsler dahî
bundan Önceki bâb hadîsleri gibi yine meleklerle ilgilidir. Bunun için bâzı
Buhârî nüshalarında bu bâb başlığı konmamıştır.
[52] Hadîsin başlığa uygunluğu, içinde meleklerin
zikredilmesidir. Bu hadîs Buyu' Kitâbı'nda "Erkekler ve kadınlar için
giyilmesi mekruh olan şeyler hakkında ticâret bâbı"nda da geçmişti.
[53] Hadîsin başlığa uygunluğu bundan önce zikrettiğimiz
yöndedir.
[54] Buhârî bu hadîsi Libâs Kitâbı'nda da getirmiştir.
Müslim de Libâs'ta getirmiştir. Bununla, bundan sonraki hadîsin buradaki bâb
başlıklarına uygunlukları bellidir.
[55] Bu hadîs Namaz Kitabı; "Allâhumme Rabbena
leke'l-hamd'm fazileti bâbı"n-da da geçmiştir.
[56] Bu da Namaz Kitabı; "Mescidde namaz bekleyerek
oturan kimse bâbı"nda ve "Mescidde hades bâbı"nda da geçmiş ve
açıklamalar verilmişti.
[57] Bu Ya'lâ hadîsinin başlığa uygunluğu, meleklerden bir
kısmının cehennem muhafızlığı vazifesi ile vazifelendirilmiş olmalarıdır.
Âyetin alt ve üst tarafı ile mealleri şöyledir: "Şübhe yok ki günahkârlar
cehennem azabında ebedî kalıcıdırlar. (Bu azâb) onlardan hafifletilmeyecek.
Onlar bunun içinde ümitsizlikle susacak olanlardır. Biz onlara zulmetmedik.
Fakat onlar kendileri zâlimdiler. Onlar: Yâ Mâlik, Rabb'in bizi öldürsün! diye
çağmşırlar. O da: Siz behemahal (azâbda) kalıcılarsınız! der... "
(ez-Zuhruf: 74-77).
[58] Hadîsin başlığa uygunluğu Yüce Allah'ın meleklerin bir
nev'ini dağlara âid işlerle vazifelendirmiş olduğudur. Bunu "Dağlar
Meleği" ta'bîri belirtmektedir.
Peygamber'in Uhud
harbinden daha güç bir vakıanın cereyan ettiği yer olarak haber verdiği Akabe
mevkii, ya Minâ'daki taş atma sünnetinin yapıldığı yerdir, yâhud Tâif'te
husûsî bir yerin adıdır. Peygamber'in Taife gitmesi, Peygamberliğinin onuncu
yılı şevval ayındadır. O târihte Hadîce İle Ebû Tâlib arka arkaya vefat etmiş,
Peygamtfer her müşkil zamanda kendisini himaye ve tesellî eden iki mühim
kuvvetli dayanaktan mahrum kalmıştı. Müşriklerin tecâvüzleri de günden güne
artmakta ve sahâbîlere işkenceler yapılmakta idi. Artık Mekke'de kendi hayâtını
koruyacak ve sahâbîleri himaye edecek kimse kalmamıştı. Bu sebeble
Peygamber'in ve İslâm Dînİ'nin hayâtında geçen en ızdırablı yıl bu yıl olduğu
ve bundan dolayı "Âmu'l-Huzun (= Keder yılı)" denildiği bildirilmiştir
(Mevâhibu Ledunniye).
Peygamber Hadfce ve Ebû
Tâlİb'in vefatından sonra Tâif halkını irşâd etmeyi düşündü. Tâif şehri ve
Sakîf kabilesi eşrafından Abdu Yâlîl ile kardeşleri Habîb ve Mes'ûd'a gitti. Bunlara
İslâm Dîninin esâslarını bildirdi. Kureyş'in kendisi ve sahâbîleri hakkındaki
zulümlerinden bahsederek himaye istedi. Rasû-lullah bu üç kardeşten yalnız Abd
Yâlîl İle görüşmüştür. Bu sebeble hadîste yalnız onun adı anılmıştır. Sakîf
oğulları'nm en büyüğü ve mu'teberi o idi. Mu-câhid'egöre: "Ne olurdu şu
Kur'ân iki şehirden (Mekke ve Tâif'ten) büyük bir kişiye gönderitseydi"
(ez-Zuhruf: 31) âyeti Utbe ibn Rabîa ile İbnu Abdi Yâlîl hakkında ve bunların
halk arasındaki mevkilerini beyân sadedinde inmiştir. Peygamber, Tâif'te on
gün ikaamet etmiştir. Yarımadanın en nüfuzlu adamı diye müracaat ettiği İbnu
Abdi Yâlîl sığınma isteğini reddettiğinden, daha fazla ka-lamamıştır. Tâif'in
ayak takımı Peygamber'e ve yanında bulunan Zeyd ibn Hâ-rise'ye saldırmışlar,
attıkları taşlarla yaralanmışlar, nihayet Utbe ibn Rabîa'nın bağına iltica
etmişler; o da kendilerini koruyup üzüm İkram edilmelerini Hristi-yan kölesine
emretmiştir. Tâif'ten dönüşte Mut'ım ibn Adiyy'in himayesiyle Mekke'ye
girebilmişlerdir... Hadîste Peygamber'in Cibril'i gördüğü yer olarak zikrettiği
Karnu's-Seâlib, Nevevî'ye göre Necdliler'in mîkaatı olan Karnu'l-Menâzil'dir ve
Mekke'ye iki konak uzaklıktadır. Kam lügatte büyük dağdan ayrılmış küçük
dağdır... (Aynî).
Bu: hâdisede
Hâtemu'l-Enbiyâ'nın ümmeti hakkındaki yüksek merhamet ve şefkati apaçıktır. Bu
kadar sıkıntılı zamanda bile nesillerinden müslümân bir zürriyet gelmesi umulan
müşriklerin helakim İstemeyip, bunların sulbünden mü'-min muvahhid bir neslin
gelmesini istemiştir.
[59] Başlığa uygunluğu açıktır. Bâzılarına göre Peygamber'e
yaklaşıp sarkan Allah'tır. Bu takdirde ma'nâ mecazî olur (Hâzin).
[60] Bu âyetlerin tefsirleri Tefsir Kitâbı'nda
verilecektir.
[61] Cibrîl Peygamber'e sahâbîlerden Dıhye veya başkası
suretinde gelirdi. Bazen de bir A'râbî suretinde gelmiştir. Peygamber Cibrîl'i
kendi yaratılış şekli ve suretinde yalnız iki defa görmüştür: Birincisi'
'Hemen doğruldu. O en yüksek ufukta idi (en-Necm: 6-7) ve devamı âyetlerin
delâleti üzere, en yüksek ufukta görmesidir. Yukarıdaki İbn Mes'ûd hadîsleri bu
görüşü tefsir ve tasvîr etmektedir. İkincisi "And olsun ki Onu diğer bir
defada Sidretu'l-Müntehâ'mn yanında gördü" (en-Necm: 13-14) âyetleri
gereğince, Mi'râc'dan dönerken Sidre'de görmesidir.
[62] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Hz. Âişe'nin
tefsiri de gayet açıktır; bundan önceki haşiyelerde daha fazla açıklama
verilmişti.
[63] Buhârî bu Senıure ibn Cundeb hadîsini burada delîl
olmak üzere çok kısaltılmış olarak getirdi. Cenazeler Kitâbı'nın sonlarında
ise bunu aynı senedle İki sa-hîfe tutan uzun bir metinle getirmişti.
[64] Başlığa uygunluğu, meleklerden bir nev'inin bu işle
vazifeli kılınmasıdır. Buhârî bu hadîsi Nikâh Kilâbı'nda da getirmiştir.
[65] Bu hadîs Vahy Kitâbı'nda da geçmişti
[66] Hadîsin son cümlesi şu âyetin lâfzına uygun düşmüş ve
ondan alınmıştır: "And olsun ki, biz Mûsâ 'ya o kitabı verdik. Şimdi sen
ona kavuşmaktan şübhede olma. Biz onu İsrâîl oğullarına hidâyet rehberi
yapmıştık''' (es-Secde: 23).
Hadîsin sonundaki
Enes'in hadîsini Buhârî Hacc Kitâbı'nın sonlarında; Ebû Bekre hadîsini de bu
bâbda senediyle getirmiştir (Aynî).
[67] Cennet, birşeyi örtmek ve gizlemek ma'nâsma olan
el-Cennu lafzından alınmıştır. Bol ve sık ağaçların yeri örtüp gizlemesi, o
ağaçlığa cennet denilmesine se-beb olmuştur. Bu bakımdan şeriat lisânında gelen
cennet, şu fânî hayâtta gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, akılların
tahmin ve tahayyül edemediği ni'met-leri ihtiva eden mü'minlerin saadet durağı
demektir. Biz bu ebediyet yurdu hakkında yalnız Allah'ın ve Rasûlü'nün
bildirdiği derecede bilgilere sâhib bulunuyoruz. Bunların bir kısmını burada
göreceğiz. Buhârî bu konuya dâir olan bu babında onbeş hadîs getirmiştir ki,
bunları sirasiyle göreceğiz.
Buhârî âdeti üzere bu
başlıkta cennetin sıfatlan ve şimdi mevcûd bulunduğunu bildiren bâzı âyetlere
ve bunların tefsirlerine işaret etmiştir. Buhârî'nin bu konuya ehemmiyet
vermesi sebeblerinden biri Mu'tezile'yi reddetmektir. Çünkü Mu'tezİle, cennet
ve cehennemin şimdi mevcûd olduklarını kabul etmeyip, ileride yaratılacaklarına
kaani' ve müttefiktirler.
Buhârî'nin âyetlerin
bâzı kelimelerine dâir burada getirdiği tefsiri bilgilerin hepsi kadîm tefsir
kitâblarında senedli olarak rivayet edilmişlerdir. Bunlar geniş şerhlerde
aynen yazılmıştır; incelenmesi her zaman kaabildir.
[68] Buhârî'nin burada işaret ettiği âyetlerin bâzılarını,
konuya delîlliklerinin iyice belirmesi için tercemeler hâlinde verelim:
"imân eden, bir de
güzel güzel amellerde bulunan kimselere muştula ki, altlarından ırmaklar akan
cennetler onların. Kendilerine ne zaman onlardan bir meyve rızk olarak
yedirilme her defasında: Hâ, bu evvelce de (dünyâda) rızıklandtğı-mız şeydi,
diyecekler ve o rızk (renkte, şekilde) birbirinin benzeri olmak üzere
kendilerine sunulacak. Orada çok temiz zevceler de onların. Hem orada onlar
dâim de kalıcıdırlar'1'' (el-Bakara: 25).
"Artık kitabı sağ
eline verilmiş olana gelince, der ki; Alın, okuyun kitabımı. Çünkü ben
hakîkaten hesabıma kavuşacağımı (kuvvetle) zannetmiştim. îş-te o, hoşnûd bir
hayât içindedir. Yüksek bir cennette. Çabucak devşirilecek meyveleri
yakındır" (el-Hâkkaa: 19-23).
"Artık kitabı sağ
eline verilmiş olana gelince, der ki: Alın, okuyun kitabımı. Çünkü ben
hakîkaten hesabıma kavuşacağımı (kuvvetle) zannetmiştim. İşte o, hoşnûd bir
hayât içindedir. Yüksek bir cennette. Çabucak devşirilecek meyveleri
yakındır" (el-Hâkkaa: 19-23).
"İşte bundan
dolayı Allah bu günün şerrinden onları korumuş, (yüzlerine) bir güzellik
(yüreklerine) bir sevinç vermiş, sabrettiklerine mukaabil onların mükâfatı
cennettir, ipektir. (Oraya giren) hepiniz, içinde tahtlar üzerine yaslanıcı-lar
olarak, orada ne bir güneş, ne de bir zemherîr görmeyerek, ve gölgeleri onlara
yakın, meyveleri de emirlerine boyun eğdirilmiş olarak. Onlara gümüşten yapılmış
billur kaplar, kupalar dolaştırılır. Gümüşten billurlar ki, mîkdârını
(sâ-kîler) ta 'yîn etmişlerdir. Orada onlara katkısı zencefil olan dolu kadeh
de içirilir. (Zencefil) orada bir pınardır. Selsebîl adı verilir ona"
(ed-Dehr: 11-18).
"Onlar böyle.
Onlar için ma'lûm bir rızk vardır. Türlü meyveler. Onlar ikram edilmiş
kimselerdir. Naîm cennetlerinde. Birbiriyle karşılıklı tahtlar üzerinde.
Onların herbiri mam şarâbından türlü kadehlerle tavaf edilirler. Bembeyaz,
içenlere bir lezzet. Orada bir humar (baş ağrısı) da yok, onların bundan bîhuş
olacakları da yok. Yanlarında nazarlarını yalnız zevçlerine atfetmiş iri gözlü
kadınlar vardır ki, bunlar örtülüp saklanmış yumurtalar gibidirler"
(es-Sâffât: 41-49).
"Şübhesiz takva
sahihleri için (her korkudan) selâmet (ve her arzuya) ulaşmak vardır.
Bahçeler, üzüm bağları, memeleri tomurcuklanmış bir yaşıt kızlar, dolu
kadehler! Orada ne boş bir lâkırdı, ne de birbirine yalan söyleme işitmezler''
(en-Nebe': 31-35).
"Sağcılar ne
mutludurlar. Solcular ne bedbahttırlar! Hayır yarışlarında tâ öne geçip
kazananlar, onlar öncüdürler. İşte onlar (Allah'a) en çok yaklaştırılmış
olanlardır. Naîm cennet/erindedirler. Birçoğu evvelki ümmetlerden, birazı da
sonrakilerdendir. Onlar cevherlerle örülmüş tahtlar üzerindedirler, üstlerinde
karşı karşıya yaslanıcılar olarak. Ebedî{tkze)liğe mazhar edilmiş evlâdlar etraflarında
dolanırlar. Maîn kaynağından dolu büyük kablarla, ibriklerle ve kadehlerle. Ki
bundan baş ağrısına uğratılmayacakları gibi, akılları da giderilmez''
(el-Vâkıa: 8-19).
"Onlar orada ne
boş bir lâf, ne de günâha sokacak birşey işitmezler. Yalnız bir söz: Selâm
selâmdır. Sağcılar: Onlar ne mutlu sağcılardır! Dikensiz kiraz meyveleri
tıklım tıklım muz ağaçlan, yayılmış gölge, dâima akan su, kesilmeyen, yasak da
edilmeyen birçok meyve arasında ve yükseltilmiş döşeklerdedirler. Hakikat biz
onları yepyeni bir yaratışla yarattık da, kızoğlan kızlar, zevcelerine sevgi
ile düşkün, hep bir yaşıt yaptık, sağcılar için" (el-Vâkıa: 27-38).
"Çadırlar içinde
perde ehli huriler vardır... Bunlara onlardan evvel ne bir İnsan, ne bir cinn
dokunmuştur..." (er-Rahmân: 72-74).
"Şübhesiz o iyiler
ni'met içinde, süslü tahtlar üzerinde temâşâ edeceklerdir. Öyle ki sen o ni
'metin güzelliğini yüzlerinde tanırsın. Onlara mühürlü hâlis bir şarâbdan
içirilecek ki, onun sonu bir misktir. O hâlde nefaset isteyenler bunu arzu
etmelidir. O şarâbın katkısı Tesnîm 'dendir. O bir pınardır ki, mukar-rebler
ondan içerler. " (et-Tatfîf: 22-28).
[69] Buhârî buradan i'tibâren gelecek onbeş hadîsi
sıralamağa başladı. Bu hadîslerin hepsinin başlıkla mutâbakaatları cennetin
zikrinde; bâzısında da cennetin vasıflarının zikrindedir. Onun için bundan
sonra her hadîste başlığa uygunluğun zikredilmesine ihtiyâç yoktur.
Bu hadîs Cenazeler
Kitabı; "Sabah akşam ölüye oturacağı yer gösterilir bâ-bi"nda da
geçmiş, açıklamalar orada verilmişti (Aynî).
[70] Bu çoğunlukların sebebi şöyle tevcih edilmiştir:
Birçok ma'siyetleri işlemeye sev-keden maldır, malın verdiği azınlıktır. Dünyâ
hayâtında şerre vesîle olan maldan mahrum fakirler ise çoğunluğu teşkil
ettiğinden, dünyâda dînî vecîbelerine bağlı bir hayât geçiren fakirlerin
cennette çoğunluğu oluşturmaları tabiîdir.
Cehennemliklerin
çoğunluğunu kadınların oluşturması konusunda İbnu Ebî Sufre: Ekseriyetle
kadınların kocalarına karşı isyankâr ve küfürbaz olmalarıdır, dedi. Kurtubî de;
kadınların tab'an erkeklerden asabı olmalarını, zînete ve dünyâ alâyîşine
düşkün bulunmalarını sebeb göstermiştir.
[71] Bu hadîs, cennet ve cehennemin yaratılmış ve şimdi
mevcûd bulunduğuna apaçık delâlet etmektedir.
Buhârî bu hadîsi
Menkabeler Kitabı; Umer'in fazileti bâbı'nda da getirmiştir.
[72] Bu hadîsin diğer bir tarîkinde çadırın boyu değil,
eninin altmış mil olduğu bildirilmiştir.
[73] Dâvûdî bu hadîsteki "İsterseniz şu âyeti
okuyunuz" sözü için Ebû Hureyre'nin sözündendir, demiştir. İbnu't-Tîn ise:
Zahir olan bunun hilafıdır; bu söz Rasûlullah'ın sözündendir, demiştir (Aynî).
Burada Yüce Allah'ın
"Ben hazırladım" sözünde cennetin yaratılmış olduğuna delîl vardır
(Kastallânî).
[74] Bundan sonraki tarîkten gelen hadîs daha tafsîllidir.
[75] Ebû Ya'iâ'nm rivayetinde bu kumaşın dokumasında altın
da varmış. Bir rivayette Peygamber bunu evvelâ kabul etmemiş, fakat Ukeydir'in
üzüldüğünü görünce almış, sonra Umer'e yâhud Alî'ye hediye etmiştir.
[76] Çünkü cennet ni'meti daimîdir, şâmil olduğu güzellikle
beraber, onun için kesilip bitmek de yoktur.
[77] Ahmed ibn Hanbel, Taberânî ve İbn Hıbbân, Utbe ibn Abd
hadîsinde bunun Tûbâ ağacı olduğunu rivayet etmişlerdir (Kastallânî).
[78] Cennet ahâlîsinin hepsi mü'minler ve tasdik
edenlerdir. Lâkin bunlar anılan sıfatlarla seçilmişlerdir. Bu hadîsi Müslim,
Cennetin Sıfatı bölümünde getirmiştir.
[79] Buhârî bu ta'lîki Oruç Kitâbi'nda, Oruçlular için olan
Reyyân Kapısı bâbı'nda ( Ebû Hureyre'den; Cİhâd'da da yine Ebû Hureyre'den
senedli ve Peygamber'e ulanmış olarak getirdi.
[80] Buhârî bununla Enbiyâ Kitâbi'nda isa'nın zikri
sırasında Ubâde ibnu's-Sâmit'in Peygamber'den rivayet ettiği şu hadîse işaret
etmiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Her kim Allah'tan başka ibâdet
olunacak hiçbir ma'bûdyoktur, yalnız bir Allah vardır, ortağı yoktur. Muhammed
de muhakkak Allah'ın kulu ve rasûlüdur. îsâ da A ilah 'in kulu ve rasûlüdür, ve
Meryem 'e bıraktığı bir kelimesidir. Ve Allah tarafından bir ruhtur. Cennet
haktır, cehennem de haktır diye şehâdet ederse, Allah o kimseyi cennetin sekiz
kapısından hangisini isterse oradan cennete kor. O kul hangi amelde olursa
olsun".
[81] Hadîsin başlığa uygunluğu "Cennette sekiz kapı
vardır" sözündedir.
[82] Buhârî bu başlıkta evvelâ cehennemin sıfatı ve onun
yaratılmış olup şimdi mev-cûd bulunduğunu İsbât edecek birçok âyetlere ve
onlardaki bâzı lâfızların tefsirlerine işaret etmiştir. Bundan maksadının
Mu'tezile'nin bu konudaki inkârını reddetmek olduğunu bundan önceki bâbda
zikretmiştik. Şimdi biz Buhârî'nin burada işaret ettiği âyetlerden bâzılarının
meallerini, delîlliklerinin iyice belirmesi için yazmağa çalışalım:
"Şübhesiz ki
cehennem bir pusudur. Azgınların dönüp dolaşıp girecekleri bir yerdir. Sonsuz
devirler boyunca içinde kalacaklar, orada ne bir serinlik, ne de içilecek
birşey tadacaklardır. Sâde bir kaynar su, bir de irin (içecekler, amellerine)
uygun bir ceza olarak. Çünkü onlar hiçbir hesâb ummuyorlardı" (en-Nebe':
21-27).
"Kitabı sol eline
verilmiş olana gelince, o da der ki: Âh keski benim kitabım verilmeseydi.
Hesabımın da ne olduğunu bilmeseydim. Âh keski o (ölüm hayâtıma) kat t bir son
verici olsaydı. Malım bana bir fayda vermedi. Saltanatım benden ayrılıp
mahvoldu. (Allah buyurur:) Tutun da onu bağlayın. Sonra onu o alevli ateşe
atın. Sonra da onu yetmiş arşın uzunluğunda bir zincir içinde oraya sokun.
Çünkü o, o büyük Allah 'a inanmazdı. Yoksula yemek vermeye teşvik etmezdi. Onun
için bugün burada kendisine hiçbir yakın yoktur. Gıslin den başka yiyecek de
yoktur ki, onu hatâ edenlerden başkası yemez" ,(el-Hâkkaa: 25-37).
"Siz de; Allah 'ı
bırakıp tapmakta olduklarınız da hiç şübhesiz ki cehennemin odunusunuz. Siz
oraya gireceksiniz. Onlar eğer ma 'bûdlar olsalardı oraya girmiyeceklerdi.
Hepsi orada ebedî kalıcıdırlar. Orada hakları inim inim inlemektir onların.
Bunlar orada da duymayacaklardır" (el-Enbiyâ: 98-100).
"Şimdi bana
çakmakta olduğunuz ateşi söyleyin, onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa
yaratanlar biz miyiz? Biz onu hem bir ibret, hem çöl yolcularına bir faide
kıldık. O hâlde Rabb'ini o büyük adiyle tesbîh et" (el-Vâkıa: 71-74).
' '(Meleklere şöyle
denilir.) O zulmedenleri, onlara eş olanları, Allah 't bırakıp tapmakta ısrar
ettikleri şeyleri hep birarayı toplayın da cehennem yoluna götürün. Onları
habsedin. Çünkü onlar mes'üldürler" (es-Sâffât: 22-24).
"Böyle (bir
ni'mete) konmak mı hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı? Hakikat biz onu zâlimler
için bir fitne yaptık. Şübhesiz ki o, çılgın ateşin dibinde çıkacaktır. Ki,
tomurcukları şeytânların başları gibidir. İşte hakikat onlar bundan yiyecekler,
bu suretle karınlarını bundan dolduracaklar. Sonra üzerine de onlar için çok
sıcak bir su ile karıştırılmış şarâb vardır. Sonra dönüp gidecekleri yer,
şübhesiz yine cehennemdir. Çünkü onlar atalarını sapkın kimseler bulmuşlardı
da, kendileri de onları izleri üzerinde koşturuyorlardı" (cs-Sâffât:
62-70).
"Gelecek olan o
günde Allah 'tan izinsiz hiçbir kimse konuşmaz. Artık onlardan kimi şakı
(bedbaht), kimi de saîd(bahüyâr)dtr. Şakı olanlara gelince onlar ateştedirler
ki, orada çok fecî' bir nefes alıp vermeleri vardır onların. Gökler ve yer durdukça
orada ebedî kalıcıdırlar. Rabblerinin dilediği başka. Çünkü ftabb 'in ne
dilerse hakkıyle onu yapandır. Mes 'üd olanlara gelince: Onlar da
cennettedirler, Rabblerinin dilediği (müddet) müstesna olmak üzere, onlar orada
ebedî kalıcıdırlar. Bu bir lütuf ve ihsandır ki, kesilmesi yoktur" (Hûd:
105-108).
"Sonra
arkalarından öyle kötü bir nesil geldi ki, namazı bıraktılar, şehvetlerine
uydular. İşte bunlar da azgınlıklarının cezasına uğrayacaklardır";
"...Mut-tekîleri o çok merhametli Allah 'in huzuruna suvâri elçiler gibi
toplayacağımız, günahkârları ise susuz olarak cehenneme süreceğimiz
gün..." (Meryem: 55, 85-86).
"Allah 'in
âyetleri hakkında çekişmelere bir bakmadın mı, nasıl döndürülüyorlar? Onlar,
Kitabı ve peygamberlerimizle gönderdiğimiz şeyleri yalanlayanlardır. Artık
bilecekler, boyunlarında lâleler, zincirler bulunduğu zaman ki, onlar sıcak
suyun içinde sürüklenecekler, sonra ateşte yakılacaklar" (el-Mü'min:
69-72).
,
"O, insanı bardak
gibi kupkuru bir balçıktan yarattı. Canını da yalın bir ateşten yarattı"
(er-Rahmân: 14-15).
"Üzerinize ateşten
(dumansız) bir yalınla, bir duman salıverilecek. Öyle ki birbirinizi kurtaramayacak,
yardımlaşamayacaksınız" (er-Rahmân: 35).
"Ne zaman oradan
ızdıraptan dolayı çıkmak isterlerse yine içerisine iade olunurlar ve: Tadın
yangın azabını! (denilir)" (el-Hacc: 22).
"Fâsık olanların
barınacağı yer ise ateştir. Ne zaman oradan çıkmak isterlerse içerisine
döndürülürler ve onlara: Tekzîb edegeldiğiniz o ateşin
azabını tadın! denilir. Biz o en büyük
azâbdan önce de onlara mutlakaa yakın azâbdan tattıracağız. Tâ ki ric'at
etsinler" (es-Secde: 20-21).
[83] Buhârî'nin burada naklettiği tefsirlerin hepsi
senedleriyle yerlerinde rivayet edilmiş ve kadîm müfessirler tarafından
zabtolunmuşlardır.
[84] Hadîsin başlığa uygunluğu -Cehennemin
kaynamasındandir" sözündedir
Buharı bu hadisleri
Namaz Kitabı; "Öğle namazının serinliğe bırakılması babı nda da getirmişti.
[85] Başlığa uygunluğu "Ateş" sözündedir. Çünkü
bundan maksad cehennemdir. Maksad ateşin bizzat kendisi değildir. Zira
cehennemde hem ateş vardır, hem de zemherîr yânî şiddetli soğuk vardır. İki
zıdd bir yere gelmezler. Cehennem lâfzı bunların İkisini de ve bunlardan başka
azâb nevi'lerini de şâmil olur.
[86] Rasûlullah'ın humma hastalığını soğuk su ile tedâvîyi
emretmesi, Peygamber'-in tıbbı cümlesindendir. Zamanımız tıbbının da umumiyetle
kabul ve tatbîk ettiği bir tedâvî tarzıdır. Bu hastanın başına ve vücûdunun
bâzı yerlerine buz torbası ve serin şeyler koymak şeklinde oluyor.
Rasûlullah'ın kendi vefatı hastalığı olan hummaya karşı da soğuk su
kullanılmıştır.
[87] Buhârî bu hadîsi daha önce geçen Melekler'le ilgili 7.
bâbda da (40 rakamlı ha dîs) getirmişti. Burada da değişik bir senedle başlîğa
uygunluğundan dolayı getirmiştir. Çünkü Mâlik'ten maksad, cehennemin hâzini
yânî orada vazifeli olan melektir.
[88] Hadîsin başlığa uygunluğu, içinde ateş yânî cehennem
zikredilmesi yönünden-dir. Hadîste râvî Ebû Vâil târihî bir vakıaya işaret
etmiştir. Şöyle ki: Hz. Us-mân aleyhinde meydana gelen fitne esnasında, Usmân'm
sıkı dostu olan Usâme'ye, bu fitnenin Usmân'la konuşması suretiyle
giderilmesine çalışması teklîf edildiğinde Usâme, bu konuda hiç çekinmeden
gereken konuşmayı gizli gizli yapmakta olduğunu, böyle konuşmaların zaruret
olmadıkça gizli olmasının daha hayırlı olduğunu belirtmiştir.
Bu hadîsten eğer
gizlilik dâiresinde devlet adamlarına nasîhat mümkin olmazsa hakkının zayi'
edilmemesi için, hakk ve adalet gereği açıkça bildirilmesi hükmü alınır. Çünkü
sahîh bir hadîste: "Cihâdın efdal i, zâlim bir sultana karşı hakk söz
söylemektir" buyurulmuştur.
Buhârî, hadîsin sonunda
haber verdiği Gunder rivayetini Fitneler Kitabı'-' nda senediyle getirmiştir.
[89] İblîs, gözle görülmeyen varlıklardan olduğu için,
âlimler onun mâhiyetini çeşitli yönlerden; adı, soyadı, Arabça veya gayrı
Arabça bir isim olduğu; yaratılışının aslı, sınıfı... gibi yönlerden
incelemişlerdir. Şârih Aynî bu yönleri birer birer İnceleyip özetlemiştir. Bu
arada Mâverdî'nin kendi Tefsîr'inde verdiği İblîs ta'-rîfini de kaydetmiştir:
îblîs, rûhânî bir şahıstır; "Nuru's-Semûm"dan (isabet ettiği şeyi
zehirleyen ateşten) yaratılmıştır. O şeytânların babasıdır. Onlarda şehvetler
terkîb edilmiş, yânî hilkat mayası şehvetlerle yoğrulmuştur. Bu isim, hayırdan
mahrûmluk ma'nâsına olan "iblâs" masdanndan türemiştir
(Umdetu'l-Kaari, VII, 270).
[90] Buhârî bu başlığın devamında istidrâd olarak bâzı
âyetlere İşaret etmiş, ve onlardaki bâzı kelimelerin tefsîrlerini vermiştir.
Bunlar rivayet tefsirlerinde ve hadîs şerhlerinde senedli ve sahihlerine
ulaştırılmış olarak zabtedilmiştir.
Buhâri'nin işaret
ettiği bıı âyetlerin meallerini buradaki sırasıyle yazalım:
' 'Hakikat biz en yakın
göğü bir zînetle; yıldızlarla süsledik. Onu her müte-merrid şeytândan koruduk.
Ki onlar Mele-i A 'lâ 'ya kulak verip dinleyemezler, her yandan kovularak
atılırlar. Onlar için (âhirette de) ardı arası kesilmez bir azâb vardır"
(es-Saffât: 6-9).
"Bunlar Rabbi'nin
sana vahyettiği hikmetlerdendir. Allah ile beraber diğer bir tanrı edinme ki,
sonra yerinmiş, kovulmuş olarak cehenneme atılırsın" {el-İsrâ: 39).
"Onlar O'nu
(Allah'ı) bırakırlar da yalnız dişilere taparlar. (Böylece) o çok inatçı bir
şeytândan başkasına tapmış olmazlar. Allah onu rahmetinden kovdu. O da (şöyle)
dedi: Celâlin hakkı için kullarından bir nastb edineceğim, onları herhalde
saptıracağım, onları mutlaka olmayacak kuruntulara boğacağım, onlara kat 'îyyen
emredeceğim de davarların kulaklarını yaracaklar, onlara muhakkak emredeceğim
de Allah 'in yarattığını değiştirecekler. Kim Allah 'ı bırakarak şeytânı bir
yâr edinirse, şübhesiz açıktan açığa büyük bir ziyana düşmüştür o'' (en-Nisâ:
117-119).
"Hatırla ki biz
meleklere: Âdem için secde edin! demiştik ve onlar da secde etmişlerdi de
İblîs etmemiş: Ben bir çamur hâlinde yarattığın kişiye secde eder miyim?
demişti. (Yine) dedi ki: Benden şerefli kıldığın bu (adam da) kim oluyormuş,
bana haber ver! Eğer beni kıyamet gününe kadar geciktirirsen, and olsun ki onun
zürriyetini, birazı müstesna olmak üzere muhakkak kendime bend ederim. (Allah
da:) Defol git! dedi, artık onlardan kim sana uyarsa şübhesiz ki cehennem
hepinizin cezasıdır, tastamam bir ceza. Onların içinden gücünün yettiğini
sesinle yerinden oynat, onlara karşı süvarilerinle, piyadelerinle yaygara
çıkar, mallarına, evlâdlanna ortak ol. Onlara va 'd et. Şeytân onlara bir aldatıştan
başka ne va 'd eder? Benim gerçek kullarım! Senin onlar üzerinde hiçbir
hâkimiyetin yoktur. Onlara vekil olarak Rabb'in yeter"119 (el-İsrâ:
61-65).
Rahman'in zikrinden göz
yumarsa, biz ona şeytânı musallat ederiz. Artık bu onun (ayrılmaz) bir
arkadaşıdır" (ez-Zuhruf: 36).
[91] Hadîsin başlığa uygunluğu, sihrin ancak şeytânın buna
yardımı ile tamam olması yönündendir. Bu da şeytânın çirkin sıfatlan
cümlesindendir. Peygamber bir hadîsinde sihrin insanlık fazîletinİ öldüren yedi
büyük günâhtan birisi olduğunu bildirmiştir. Hayber'deki zehirlenmesi
sırasında zehirleyenler: Eğer sen yalancı isen koyunu yer, ölürsün; biz de
kurtuluruz. Eğer hakîkî peygamber isen sana bir zarar erişmez, demişlerdi. Bu
ve benzeri teşebbüsler gibi Peygamber'e sihir çeşitlerinin de hiçbir zarar
veremeyeceği isbât edilmiş oluyor.
"Beşer Târihinde
Sihir ve Sihirbaz"; Tecrîd Ter. VIII, 260-272'den okunabilir.
[92] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Bu hadîs
Teheccüd'de de geçmişti. Bunda şeytânın insan ruhu ve bedeni üzerindeki kötü
etkileri en sâde bir şekilde anlatılmıştır
[93] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Buhârî bunu
/Teheccüd Kitâbı'nda da getirmişti
[94] Başlığa delîHiği açıktır. Buhârî bunu Nikâh'ta da
getirecektir.
[95] Başlığa uygunluğu "O şeytânın iki boynuzu
arasından çıkar" sözündedir.
Buhârî bunu Namaz
Vakitleri'nde, Sabah namazından sonra güneş yükselinceye kadar namaz bâbı'nda
getirmişti.
Güneşin hâcibi, doğma
ve batma zamanında kursun ilk ve son gözüken kenarlarına denildiği gibi,
güneşin henüz ufkun altında iken cirminden evvel sabahleyin gözüken ışıklarına
da denilir.
[96] Başlığa uygunluğu "Çünkü o ancak bir
şeytândır" sözündedir. Namazı kesmeye çalışan böyle bir kimseye şeytân
denilmesi mecazdır. însân taifesinden İblîs ahlâkı ile sıfatlanan kimselere
mecazen şeytân denilmesi çok vâki'dir. Kur'ânda ^İnsân vecinn şeytânları"
(el-En'âm: 112) ta'bîri vardır. Bir ma'nâya görede onu bu kötü fiile sevkeden
ancak şeytândır demektir. Nitekim Müslim'de: “Şübhesiz karini, yânı kendinden
ayrılmayan şeytânı onunla beraberdir", şeklinde gelmiştir.
[97] Başlığa uygunluğu "İşte o, şeytândır"
sözündedir. Buhârî bunu Vekâlet Kitâ-bı'nda tam olarak getirmişti.
[98] Başlığa uygunluğu açıktır. Bu hadîsi Müslim, îmân'da
getirmiştir. Oradaki rivayetlerin birinde "Âmentü billahi desin"
şeklindedir
[99] Hadisin başlığa uygunluğu "Şeytânlar zincire
vurulur" sözündedir.
Hadîs, Oruç Kitabı,
"Ramazân yâhud Ramazân ayı denilir mi bâbı"nda geçmişti
[100] Başlığa uygunluğu "Onu hatırlayıp söylememi
şeytândan başkası unutturmadı" sözündedir. Hadîs burada kısaltılmış olarak
verilmiştir. Bu meşhur Mûsâ-Hızır hadîsi İlim Kitâbı'nda üç yerde ve daha başka
yerlerde geçmişti. Bu kıssanın büyük bir kısmı, hattâ bazen hadîstekini
tamamlar şekilde el-Kehf: 59-82. âyetlerinde de geçmektedir.
[101] Başlığa uygunluğu "Fitne buradadır, şeytânın
boynuzunun doğacağı yerdedir" sözündedir.
Peygamber, İslâm
devrinde meydana gelecek fitnelerin, musibetlerin men-şe'ini haber vermiş ve
doğu tarafına işaret ederek "Şeytânın boynuzunun doğduğu taraf"
buyurmuştur. Peygambpr'in vefatından sonra meydana gelen fitnelerin hepsi doğu
tarafından çıkmış bulunduğundan, bu haber Peygamber'-in mucizelerinden sayılır.
Bu haber belki bütün insanlığın başına gelecek büyük fitnelerin istikbâldeki
çıkış yerini de bildirmektedir... Şeytânın boynuzu ta'bîri Je temsildir.
[102] Başlığa uygunluğu "Çünkü şeytânlar o zaman
dağılırlar" sözündedir. Buradaki emirlerin hükmü nedir? dersen, derim ki:
Bunların hepsi dünyevî yararlan öğreten, irşâd eden mendûb emirlerdir. îcâb
yânî vâcib kılma emirleri değildir. Mü'minleriırbu emirleri yerine getirmeleri
yakışır. Bunları yerine getirenler, zararlardan selâmette olurlar.. (Aynî).
[103] Başlığa uygunluğu son cümlelerindedir. Bu hadîs daha
geniş bîr metinle İ'tikâf ta da geçmişti.
[104] Başlığa uygunluğu açıktır. Nevevî şöyle demiştir:
"Bu, Allah'ın dînini anlamayan ve pâk şerîatin nurları ile temizlenip
aydınlanmayan kimsenin sözüdür. Belki bu münafıklardan yâhud câhil
bedevilerdendir" (Kastallânî).
Yânî bu istiâzenin
delillere mahsûs olduğunu sanan ve gazabın şeytân tarafından atılan fitne ve
fesâddan ileri geldiğini anlamayacak derecede câhil olan bir kimsenin
sözüdür...
[105] Bu hadîs, aynı bâbda bundan önce biraz değişik sened
ve metinle geçmişti.
Hadîsin sonunda verilen
senedi bildirmenin fâidesi, Şu'bc'nin bu hadîs hakkında iki üstadı olduğudur
(Kastallânî).
[106] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Bu, Namaz Kitabı;
"Esîr yâhud borçluyu mescidde bağlama bâbı"nda bâzı farklarla
geçmişti. Hadîsin devamı şöyledir: "Sabah olunca hepiniz onu göresiniz
diye mescidin direklerinden birine bağlamak istedim. Fakat kardeşim Süleyman
ibn Davud'un: Ey Rabb Um, beni mağfiret et. Bana öyle bir mülk ver ki, o,
benden başka hiçbir kimseye lâyık olmasın. Şübhesiz bütün murâdlan ihsan eden
Sen 'sin Sen (Sâd-35) duasını hatırladım da, onu köpek gibi kovdum".
[107] Bu da Namaz Kitâbı'nın sonlarında geçmişti.
[108] Allah onu ve annesi Meryem'i şu duâ bereketiyle
korudu: "... Rabb'İm, hakikat ben onu kız olarak doğurdum. Erkek, kız
gibi değildir. Gerçek ben adını Meryem koydum. Ben onu da, zürriyetini de o
taşlanmış şeytândan Sana sığındırırım, dedi" (Âlu İmrân: 35-36).
Bu ve bundan sonraki
hadîslerle başlık arasındaki uygunluk açıktır, ayrıca belirtmeğe hacet yoktur.
[109] Buhârî bu hadîsi burada çok kısa getirdi. Huzeyfe ile
Ammâr'ın fazlı bâbı'nda, bundan daha bütün olarak getirmiştir
[110] Buhârî bu hadîsle, bundan önceki rivayette
Ebu'd-Derdâ'nın sözünden kasde-dİIenin Ammâr ibn Yâsir olduğunu beyân etmiştir.
Bu Ammâr, İslâm olmakta öne geçenlerden ve hakkında "Kalbi îmân üzere
sabit ve mutma'in olduğu hâlde zorlamaya uğratılanlar müstesna..."
(en-Nahl: 106) âyeti inmiş olan sahâbîdir.
[111] Buhârî bu ta'lîki, "Meleklerin zikri
bâbi"nda, yine Âİşe'den senedli olarak getirmişti.
[112] Buhârî bu esneme hadîsini Sahih 'inin birkaç kitabında
değişik senedlerle getirmiştir. Peygamber esnemeyi sevmediği için, onu
şeytândandır buyurdu. Çünkü esneme ancak beden ağırlığı, doluluğu, tenbelliğe
ve uykuya meyli ile birlikte meydana gelir... (Aynî).
[113] İbn İshâk'in yanında şu ziyâde vardır: Huzeyfe: Babamı
öldürdünüz, dedi. Onlar: Vallahi biz onu tanımadık, dediler ve doğru
söylediler. Bunun üzerine Huzeyfe: Allah sizlere mağfiret eylesin, dedi.
Rasûlullah Yemân'ın diyetini ona vermek istedi. Huzeyfe babasının kan bedelini
müslümânlara sadaka yaptı. Hu-zeyfe'nin bu fiili Rasûlullah katında Huzeyfe'nin
hayrım artırdı. Buhârî bu hadîsi Mağâzî'de ve Diyetler'de de getirmiştir. Baba
oğul bu iki sahâbînin hal tercemeleri kısaca şöyledir: Huzeyfe (R) Yemân
lakabiyle şöhret bulan Hısl veya Huseyl İbn Câbir el-Absî'nin oğludur. Her
ikisi de büyük sahâbîlerdendir. Hısl ibn Câbir nasılsa bir aralık birini
öldürmüş olduğundan memleketinden kaçıp Medine'ye sığınmış ve Evsîler'den
Abdu'i-Eşhel oğullan himayesine girmiş ve onlara yemînli dost olmuştur. Evs ile
Hazrec, aslında Yemen'den gelme olduklarından Yemâ-nî'dirler. İşte Hısl bu
Yemânîlere katıldığı için kavmi tarafından kendisine "Yemân" lakabı
verilmiştir. Baba oğul kıdemli müslümânlardan oldukları hâlde Bedir gazasına
katılamamışlardır. Oraya giderlerken yolda Kureyş müşriklerinin eline
düşmüşlerdir. Müşrikler: Siz Muhammed'in yanına gidiyorsunuz, diye kendilerine
ilişmek istemişlerse de onlar inkâr ettiklerinden, Medîne'ye gidecek lerine ve
Rasûİullah ile birlikte harbe girmeyeceklerine Allah adına yemîn ederek ahd ve
peymân vermedikçe yakayı kurtaranı amışiardır. Kurtulduktan sonra Peygamber'in
yanına gelerek keyfiyeti arzetmişler. Peygamber onlara: "Burada durmayın,
Medine'ye gidin" emrini verdiği için, o muharebede bulunamamışlardır.
Uhud gazasında
Rasûİullah Hısl ile Abdu'l-Eşhel oğullan'ndan Sabit ibn Vakş'ı -yaşlan
İlerlemiş olduğu için- Medine'nin kârgir ve metîn binalarına kadınlar ve
çocuklarla birlikte saklamıştı. Orada iken müslümânların bozgun haberi gelmesi
üzerine biri diğerine: "Biz bugün değilse yarın çukura gireceğiz. Burada
öleceğimize harb meydanında şehâdet kazansak" demiş. Bu söz üzerine de
her iki İhtiyar kılıçlarını sıyırarak müslümân mücâhidlere katılmışlar. Sabit
ibn Vakş -kardeşi Rifâa ibn Vakş gibi- müşriklerin kılıçlarıyla şehîd olmuşlar.
Hısl ibn Câbir'e gelince: Müslümanlar kendisini müşriklerden biri zannıyle
-hatıra öyle geliyor ki, başlangıçta muhâriblerden olmadığı için o günkü şiân
yânî parolayı bellemeden harbe girmiş olması hatâya sebeb olmuştur- yalın
kılıç başına üşüşmüşler ve babasının uğradığı tehlikeyi görüp yanma koşan
Huzeyfe, hadîste de belirtildiği gibi: "Aman! Ne yapıyorsunuz?" O
babamdır, o babamdır!" deyinceye kadar işini bitirmişler, Huzeyfe bu hatâ
katline karşı yalnız: "Yağfi-rullâhu lekum ve huve erhamu'r-rahimin"
(Yûsuf: 92) demekle yetinmiş ve Peygamber tarafından ödenen diyeti bile
müslümânlara sadaka etmek cömertliğini göstermiştir.
Huzeyfe
Emîru'l-Mü'minîn Umer ibnu'l-Hattâb tarafından Selmân Fârisî'den sonra Medâini
Kisrâ valiliğine ta'yîn olunup, ömrünün sonuna kadar o hizmette kalmıştır.
Ölümü Hz. Usmân'ın katlinden ve Emîru'l-Mü'minîn Alî'ye bey'attan kırk gün
sonradır. Huzeyfetu'bnu'l-Yemân, Rasülullah'ın sırlarının mahremi olup,
münafıkların hâllerini ve ileride meydana gelecek fitnelerin tafsillerini en
çok bilen zât idi. "Kıyamet gününe kadar olmuş, olacak şeyleri Rasûİullah
bana söyledi" der imiş. Umer, Medine'de cenaze olsa Huzeyfe'yi gözetler, onu
cemâat arasında görmezse ölünün münafık olmasından şübhe ederek namazını
kılmazmış. Tirmizî'de Huzeyfe'den gelen rivayete göre, Rasûlul-lah'a: "Yâ
Rasûlallah, birini halîfe etsen!" denilmiş. "Eğer ben bir halîfe nasb
edersem, siz de ona itaat etmezseniz azaba uğrarsınız- Lâkin size Huzeyfe ne
söylerse, sözüne inanız. Abdullah ibn Mes'ûd da Kur'ân'ı nasıl okutursa öylece
okuyunuz" buyurmuştur (Tecrîd Ter., II, 383-384).
[114] Şu ma'nâca ki, musallîsağa sola dönerse, dönme ânında
kendisine şeytân zafer bulup ibâdetten meşgul eder. Fiillerinde kâh (unutma)
sehv, kâh yanılma vâki' olur. Çünkü kasdedilen şeyin gayrı ile meşgul olmuştur
ve kalbi hâzır değildir. Bu fiil, razı olunmamış olduğu için şeytâna nisbet
edilmiştir. Tayyîbî dedi ki: Bu kelâmın ma'nâsı şudur: Musallî sağa sola
bakınca huşû'u gider. Huşû'un gitmesine istiare yoluyla şeytânın ihtilası {yânî
kapıp alması) denilip, o fiilin çirkinlik derecesi tasvir buyurulmuştur.
Bu hadîs Namaz
Kitâbı'nda, "Namazda sağa sola bakmak bâbı"nda da geçmişti.
[115] Buhârî bu hadîsi burada iki yoldan getirmiştir: Biri
Ebu'l-Mugîre yolu, ikincisi Süleyman ibn Abdirrahmân... yolu. Buhârî bunu keza
Ta'bîr'de, en-Nesâî, el-Yevm ve'1-Leyle'de getirmiştir.
[116] Buhârî bunu böyle Duâlar'da; Müslim de Dualar
Kitâbı'nda getirmiştir.
[117] Bu hadîste ve kardeşlerinde büyük birşey (bir ilim)
vardır: Çünkü Yüce Allah, Rasülü'ne ma'nâların garîblerini tahsîs etmiş ve O'na
eşyanın hakikatlerinden öyle şeyler açmıştır ki, onları beyân etmeye aklın
kudreti kısa kalır ve onları idrâkten aklın gözü yorulur.
Bu hadîsin zahiri,
şeytânın genizde gecelemesinin her uyuyan için hâsıl olmasını gerektirir. Bir
de bunun Kursî Âyeti hadîsinde olduğu gibi zikirden herhangi bir duâ ile
şeytânın şerrinden korunmayan kimselere mahsûs olması muhtemel olur (Kastallânî).
[118] Yânî cinnlerin varlığını beyân ve cinnlerin hayır ile
sevaba nail ve şerr ile de ikaa-ba uğrayacaklarının zikri babı. îslâm âlimleri
cirmi birçok yönlerden: cinnin varlığı; cinnin yaratılış başlangıcı; neden
yaratıldığı; cinnler cisim midir, mü-cerred cevher midir; cinnin nevİ'leri,
niçin cinn denildiği; yerler içerler mi ve aralarında nikâhlaşma ve doğurma var
mıdır; mükellef midirler ve haklarında teklife dayanan sevâb ve ikaab, mükâfat
ve mücâzât var mıdır; sâlih ve fâsıkla-rı var mıdır; muhtelif suretlere
girmeleri var mıdır; yönlerinden incelemişlerdir.
İns mukaabili olarak
zikrolunan cinn, lâtîf cisim makûlesinden olduğundan, ona âid olan bahis böyle
birçok şu'belere ayrılarak gayet şümullü bir surette incelenmiş ve cinnin
varlığı hususu müstesna olmak üzere, bu konuların hepsi âlimler arasında birer
ihtilâf yeri olmuştur. Buhârî sarihleri ve bilhassa şârih Aynî, bu ihtilâfları
delilleri ile beraber nakletmiştir: Umdetu'l-Kaarî, VII, 285-290.
Ebû'l-Abbâs ibn Teymiyye
şöyle demiştir: "Bütün İslâm fırkalanyle şâir milletlere ve kâfirlere
mensûb zümreler cinnin varlığında ihtilâf etmemişlerdir. Vakıa İslâm-zümreleri
arasında Cehmiyye ve Mu'tezile gibi cinnİ inkâr edenîer bulunduğu gibi, diğer
ümmetler ve kâfirler arasında da İnkâr edenler vardır. Fakat milletlerin
cumhuru bunu kabul ve i'tirâf etmişlerdir. Çünkü peygamberlerin cinnin
varlığına dâir haberleri insana zarurî ilim ifâde edecek derecede
mütevâtirdir" {Umdetu'l-Kaarî, VII, 285).
[119] Bu âyet, peygamberlerin hem "cinnleri, hem de
insanları inzâr edip, ikaabdan sakındırdıklarına ve onların işledikleri hayır
işlerinin çeşitli dereceleri bulunması da sevaba delâlet etmektedir.
Buhârî bu başlıkta şu
âyetlere ve tefsirlerine de işaret etmiştir: "Doğrusu biz o hidâyetti
(Kur'ân'ı) dinleyince ona îmân ettik. Kim de Rabb 7-ne îmân ederse, o ne bir
ücret eksikliğinden, ne de bir haksızlığa uğrayacağm dan korkar. Gerçek kimimiz
müslümânlar, kimimiz ise zulmedenlerdir..." (el-Cinn: 13-14).
"Bir de O'nunla
cinnler arasında bir hısımlık uydurdular. And olsun ki biz-zât cinnler dahî
onların behemahal (cehenneme) zorla getirileceklerini pek iyi bilmişlerdir''1
(es-Sâffât: 158).
"Onlar Allah'ı
bırakıp, kendileri yardım edilecekler ümidiyle ma'bûdlar edindiler. Ki bunlar
onlara asla yardım edemezler. (Bil'akis) kendileri bunlar için hazırlanmış bir
sürü avenedir" (Yâsîn: 74-75).
Elmahlı Muhammed Hamdı
Yazır, Hakk Dîni Kur'ân Dili tefsirinde Cinn Sûresi'nin başında doğu, batı ilim
âleminde bu mes'ele hakkında gelen nasslar-la ileri sürülen fikirleri ve görüşleri
naklederek çok kıymetli bilgiler toplamıştır: (VII, 5382-5395).
[120] Bu hadîs cinnin müezzin hakkında şehâdetleri sabit
olduktan sonra, meleklerin de şehâdeti evleviyet yoluyla sabit demektir. Zîrâ
"Cinn" lugât yönünden göze görünmeyen mevcûd olduğuna göre, medlulüne
melâike de girer...
Bu hadîs Ezan Kitabı,
"Ezân'da sesi yükseltmek bâbı"nda da geçti.
[121] Yemen'deki Nusaybîn cinnleri yedi yâhud dokuz kişi
idi. Rasûlullah bir Tâif seferinde en-Nahl vadisinde sabân namazı kıldırıyordu.
İşte o sırada bu cinnler Kur'ân'i işitmiş, kavimlerine gitmiş ve âyetteki
sözleri söylemişlerdir. İmâm Ebû Hanîfe: Bu âyete göre mü'min cinnler için
sâdece cehennemden selâmet vardır, sevâb yoktur, demiştir. İmâm Mâlik, İbn Ebî
Leylâ, Ebû Yûsuf, Muhammed ise onlara da sevâb ve ikaabm terettüb edeceğini;
Dahhâk da er-Rahmân: 56 âyeti gereğince cennete gireceklerini söylemişlerdir
(Beydâvî, Medârik)
[122] Hepsinin hükmü, tasarrufu, idaresi O'ndadır (Beydâvî).
[123] Âyetin tamâmı şöyledir: "Onlar üstlerinde
kanatlarım açarak kapayarak uçan kuşları da görmediler mi? Bunları o rahmeti
herşeyi kaplayan Allah 'tan başkası tutmuyor. Şübhesiz ki O herşeyi hakkıyle
görendir".
[124] Buhârî'nin bu hadîsi cinn bahsinde getirmesi, çok
zehirli ve arkası iki çizgili olan azılı yılanla engerek yılanı suretine cinnin
temessül etmemesi, ev yılanları suretine temessül etmesi i'tibâriyledir. Ve bu
i'tibârla öldürülmesi nehyedilmiştir. Fakat Müslim'in, yine Ebû Saîd Hudrî'den
bir rivayetinde: "Evlerinizde uzun ömürlü ev yılanları gördüğünüzde üç
defa kovunuz.' Kaybolursa ne a'lâ; yoksa öldürünüz" buyrulmuştur. Bâzı
âlimler de evde görülen yılanların öldürülme-mesi şehir evlerine mahsûstur; köy
evlerinde öldürülür, demişlerdir
[125] Hadîsin burada verilen tarîklerini İmâm Müslim, Ahmed
ibn Hanbel ve Bagâ-vî, Peygamber'e ulaştırılmış olarak rivayet etmişlerdir.
[126] Bu başlık, gelecek hadîsin bir parçasıdır. Böyle
olunca hadîsin başlığa uygunluğu ve münâsebeti açıktır.
[127] İbn Mâce'nin rivayetinde Peygamber (S), Ümmü Hâni'ye:
"Koyun edin! Çünkü o hayvanda bereket vardır" buyurmuştur.
Hadîsteki "Küfrün
başı doğudadır" buyurulması hakkında ibn Hacer şöyle demiştir: Bu,
Mecûsîler'in küfr ve şirkinin şiddetine işarettir. Çünkü İran diyarı ve
Iraklılar'a tâbi' olan Arablar, hep Medîne'nin doğusunda bulunuyorlardı. O
târîhte Farslılar dünyânın en kudretli, en mütekebbir bir milleti idiler; o derecede
ki, onların şehinşâhlan Rasûlullah'm mektubunu yırtmak küstahlığında bulunmuş
ve o târîhte İslâm'ın siyâsî hayâtına karşı fitne kapısı doğuda açılarak,
İslâm eliyle söndürülünceye kadar devam edip durmuştur {Feîhu'l-Bârî, VI, 160).
[128] "îmân Yemenli'dir" cümlesi, îmân Yemen
müslümânlarmın vicdanlarında yaşayan bir kanâattir, demektir. îmânın husûsî
surette Yemenliler'e nisbet edilmesi,
Yemen ahâlîsinin Rasûlullah'm
da'vetine tereddüdsüz icabet
etmiş olmalarındandır.
Bâzı âlimler de
"îmân Yemenli'dir" cümlesini zahiri üzere almayarak, Ye-men'le murâd
Mekke'dir; çünkü Mekke, Tihâme'dendir; Tihâme de Yemen kıt'-asmdan sayılmıştır,
demişlerdir. Bâzıları da Mekke ile Medîne'dir. Çünkü îslâm nuru Mekke'de doğdu,
Medîne'de yayıldı, demişlerdir. Bunlara göre Rasûlullah bu sözünü Tebûk'te
söylemiştir. Ve Mekke ile Medîne'ye işaret etmiştir. Mekke ile Medîne, Tebûk
ile Yemen arasında bulunduğu için, Tebûk'ten Yemen'e işaret edilerek mecazen
Yemen nahiyelerinden sayılan Mekke, Medîne murâd olabilir (Umdetu'l-KaarV den
özetlenmiştir).
[129] Kaadı Iyâd: Dualarımızı horoz öterken yapmamızın
emredilmiş olması, meleklerin yapılan duaya âmin demelerini ve duacı mü'min
hakkında şehâdet ve is-tigfâr etmelerini ve bu suretle dualarımızın kabul
edilmelerini te'mîn içindir. Sa'lebî'nin rivayetinde Peygamber (S): "Üç
sese Allah mahabbet eder: Horoz sesi, Kur'ân okuyan kişinin sesi, bir de seher
vakti Allah 'a istiğfar edenlerin sesi" buyurmuştur.
Horozun diğer
hayvanlarda bulunmayan bir özelliği vardır ki, o da gecelerde muntazam
aralıklarla ötmesi, kronometre gibi hiç şaşmamasidır. Dâvûdî şöyle demiştir:
Horozda, bu hayvandan öğrenilmeğe değer beş şey vardır: Güzel ses, seher vakti
erken kalkmak, cömertlik, cinsî kıskançlık, aile bereketi.
Horozun sesinin
güzelliği yanında eşek sesi de o derece çirkindir; Allah'a sığınmaya
lâyıktır...
[130] Bu hadîs küçük farkla 11. bâbda 87 rakamı ile
geçmişti.
[131] Mesh, günahkâr bir kavmin Allah tarafından toptan
maymun, domuz gibi bir hayvan cinsine çevrilmesidir ki, eski ümmetlerde vâki'
olmuştur. Hadîste haber verilen de onlardan birisidir. "Fare deve sütü
içmez de koyun sütü içer" fıkrası, İsrâîl oğulları'ndan olan o kavmin
fareye çevrildiğinin delilidir. Şöyle ki: Devenin eti, sütü İsrâîl oğullan'na
Allah tarafından haram kılınmıştı. Onlar deve sütü içmezlerdi. Farenin de
içmemesi, onları bir yerde toplayan nokta oluyor. Ve bundan dolayı Peygamber
bir ihtimâl olarak; "Sanmam ki o ümmet fareden başka bir hayvana çevrilsin...!"
demiştir. Ka'bu'İ-Ahbâr aslında Yahûdî âlimlerinden idi. Bu cihetle Ebû Hureyre
ona: Ben Tevrat okumuyorum; Peygamber'den işittiğimi söylüyorum, diye ta'rîz
etmiştir.
Müslim'in Ebû Saîd
Hudrî'den rivayet ettiği bir hadîste Rasûlullah'm yanında geçmiş ümmetlerden
maymun ve domuz suretine çevrilenler zikrolunmuş, Peygamber: "Allah
meshedilen ümmet için çoluk, çocuk, soy sop bırakmamıştır" buyurmuştur. Bu
rivayetle Ebû Hureyre hadîsi arasında zıdhk vardır. Ebû Hureyre hadîsi mesh
olunanların aynen devam ve tenasülünü ifâde ettiği hâlde, Ebû Saîd hadîsi
nesillerinin devam etmediğini bildiriyor. Bu yüzden âlimler arasında görüş
ayrılıkları vardır. Zeccâc Ebû İshâk ile İbnu'l-Arabî, bugün mevcûd olan
maymunların, meshedilen ümmetin neslinden olduklarını iddia etmişlerdir. Cumhur
ise Ebû Saîd hadîsiyle amel ederek, inkırazını kabul ve iki rivayeti şöyle
cem' etmişlerdir: Rasûlullah evvelâ mesh olunan ümmetleri aynen devam eder
sanarak, farenin meshedilen ümmetin aynen devam eden nesli olduğunu haber -vermiştir.
Hadîsin metni bu zanm açıkça ifâde etmektedir. Sonra Rasülullah'a, meshedilenin
neslinin devam etmediği vahyedilmiştir...
[132] Bu iki hadîs Hacc Kitabı, "Harem'de öldürülecek
hayvanlar bâbi"nda da geçmişti
[133] Aynî şöyle dedi: Eğer bu hadîs yakında (105 rakamiyle)
bunların iki ayrı sınıf olduklarına işaret ederek vâv harfi ile "İki
çizgiliyi ve kuyruksuz engerek yılanım Öldürünüz" diye geçti; bu hadîs
ise vâv'siz olup bunun bir tek sınıf olduğuna delâlet etti dersen, ben de
derim ki: el-Kirmânî şöyle dedi: Vâv, iki zât arasını değil, iki vasf arasını
cem' İçindir. Buna göre onun ma'nâsı: "Ebterlik vasi ile iki çizgili olma
arasını toplayıcı olan yılan öldürün" demektir. "Ben kerîm adama ve
mübarek hanesine uğradım" sözlerinde olduğu gibi. Keza iki sıfattan
biriyle sıfatlananm öldürülrhe emri ile bunların her İkisiyle beraberce
sıfatlananm öldürülme emri arasında zıdlık yoktur. Çünkü bu iki sıfat onda
bazen birleşir, bazen ayrılırlar (Umdetu't-Kaarî, VII, 298).
[134] Bu bâb başlığı gelecek hadîsin bir parçasıdır, böyle
olunca başlık ile hadîs arasında uygunluk vardır. Fakat bu bâb ile
hadîslerinin bu kitâb ile uygunluğunda müşkillik vardır.
[135] Buhârîbu hadîsi Hacc Kitâbı'nda, "Harem'de
öldürülecek hayvanlar bâbı"nda bâzı küçük farklarla getirmişti. Buhârî burada
hadîsin birkaç geliş yolunu da alt alta sıralayarak göstermiştir.
[136] Buradaki Abdullah ibn Umer ve Ebû Hureyre hadîsleri de
Şirb Kitâbı'nda geçmişti. Ebû Hureyre'ninkini Müslim de getirmiştir
[137] Bu karınca yuvasını yakan peygamberin kıssası da küçük
bir farkla Cihâd Kİtâ-bı, "Müşrik, müslümâm yaktığı zaman bâbı"nda
geçmişti.
[138] Başlık, gelecek hadîsin hemen hemen aynı olduğu İçin,
uygunluk tamdır.
[139] Mısırlı Mahmûd Kemâl ve Muhammed Abdülmü'min Hüseyin
adlarındaki iki doktorun bu Sinek Hadîsi hakkında bir araştırma yazılan vardır.
Bu araştırma yazısını da içine alan bir tedkîk yazısının sonuç kısmını özetle
nakledelim: "Hulâsa: Bütün bu izahlardan anlaşılır ki:
1. Sinek pisliklere konar, ayaklanyle hastalık
yapan mikroplar taşır.
2. Ondan sonra gelir yiyecek ve içeceklere
konar, ayağındaki mikroplar bu yiyeceklere ve içeceklere bulaşır.
3. Yiyecek ve içeceklere konan sinek, bunların
içine iyice daldırılmadan atılırsa, sineğin konduğu yerde mikroplar kalır.
Bunları yiyen veya içen kimse, bilmeyerek kendi vücûduna bu mikropları
geçirmiş olur.
4. Fakat sinek
daldırılırsa ne olur? Sinek daldırılırsa bu daldırma harekeli, sineğin
vücûdunda bulunan mantar hücresine basınç yapar. İçindeki tohumları ve sıvıyı
sıkıştırır. Bu sıkışma neticesinde.hücre patlar, hücre içinden mikropları
öldüren enzimler çıkar. Bunlar sineğin taşıdığı mikroplara saldırır, onları
öldürür. Bu suretle yiyecek veya içecekler, hastalık yapan mikroplardan temizlenmiş
olur.
5. Bilginler yiyecek ve
içeceklere konan sineğin karnından, taşıdığı hastalığın devasının çıkması için
daldırılmasını emreden Peygamber hadîsini bu suretle tefsir, etmiş oluyorlar.
Bundan anlaşılıyor ki, modern ilim, Peygamber (S)'in haber verdiğini
doğrulamıştır. (Sa'deddîn Raslan; Çev. Süleyman Ateş; "Allah'ın Rasûlü'nün
Sözlerinde Tıbbî İ'câz", Hakses Mecmuası, Mayıs 1966, sayı: 17, s. 4-6).
[140] Bu hadîste Yüce Allah'ın kendinSen-bir ihsan olarak
küçük bir amel karşılığında büyük günâhtan geçip affeylemesi vardır. Buhârî
bunun bir benzerini Tahâ-ret'te ve Şirb'de de getirmişti
[141] Bu hadîs aynı kitabın 7. babında da geçmişti.
[142] Bu hadîsi Müslim, Buyu' Kitâbı'nda getirmiştir
[143] Bu hadîsle ondan sonraki, Ekincilik Kitabı, "Ekin
için köpek edinme bâbi"nda geçmişti.
[144] Bu rivayette hadîs usûlü noktasından şu özellikler vardır:
a. Bu rivayetin, râvîlerin işitmesine dayanması,
b. İlk râvînin rivayetini yemîn ile te'yîd etmiş
bulunması,
c. Sahâbînin sahâbîden rivayet etmiş olmasıdır
ki, Sâib ibn Yezîd'in Şenûe Kabîlesi'nden olan Sufyân ibn Ebî Zuheyr'den
rivayetidir. Bunların ikisi de sa-hâbîdir. Sâib küçük sahâbîlerdendir, onun
babası da sahâbîdir. .