1- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Hakkında Gelen Hadîsler
Babı:
3- Şübheli Şeylerin Tefsîri Babı
4- Uzak Durulacak Şübheli Şeyler Babı
7- Malı Nereden Kazandığına Aldırmayan Kimse Babı
8- Karada Ticâret
(Yapmanın Mübâhlığı) Ve Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
9- Ticâret İçin Çıkmak Ve Yüce Allah'ın:
13- Rızkında Genişlik İsteyen Kimse Babı
14- Peygamber(S)'in Müddetle Satın Alınması Babı
15- Kişinin Kazanması ve Eliyle Çalışması Babı
16- Alışverişte Kolaylıklı ve Müsamahalı (Yani Mülayim ve
Cömert) Olmak Babı
17- (Borçlu Olan) Zengine Mühlet Veren Kimse(nin
Fazileti) Babı
18- (Borçlu Olan) Fakire Mühlet Veren Kimse(nin Fazileti)
Babı
20- Çeşitli Nevi'lerden Karışık Olan Hurmanın Alışverişi
Babı
21- Et Satıcı Ve Hayvan Kesici Hakkında Denilen Şeyler
Babı
22- Alışverişte Yalan Söylemenin Ve Ayıp Gizlemenin
Bereketi Giderip Mahvetmesi Babı
23- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
24- Ribânın Yiyicisi, Şahidi, Yazıcısı Ve Yüce Allah'ın
Şu Kavli Babı:
25- Yüce Allah'ın Şu Kavli Sebebiyle. Ribâ Yedirici
(Kimsenin Günâhını Beyân) Babı:
27- Alışveriş Esnasında Yemîn Etmenin Keraheti Babı
28- Kuyumcu, Dökümcü Hakkında Söylenen Hadîsler Babı
29- Kuyumcu, (Kılıççı) Ve Demircinin Zikri Babı
33- İmâmın (Veya Herhangibir Kimsenin) Bir Takım
İhtiyaçlarını Bizzat Satın Alması Babı
34- Herhangi Nevi'den Binek Hayvanları Ve Eşekler Satın
Alma Babı
36- Deli Yâhud Hasta Develerin Satın Alınması Babı
38- Aittâr Ve Güzel Koku Satmak Hakkında Bâb
39- Haccâm (Yânî Vücûddan Kan Alma Tedavisi Yapan)
Kimsenin Zikri Babı
40- Erkekler Ve Kadınlar İçin Giyilip Kullanması Mekruh
Olan Şeylerde Ticâriet (Yapmanın Hükmü) Babı
41- Bâb: Mal Ve Meta' Sahibi, Malın Fiâtını Ta'yîn Ve
Takdir Etmeye Daha Haklıdır
42- Bâb Sapışın Kesinleşmesi Veya Feshi İçin Ne Kadar
-Veya Kaç Tane- Muhayyerlik Caiz Olur?
44- Bâb: Satıcı İle Müşteri Birbirlerinden Ayrılmadıkları
Müddetçe Muhayyerliktedirler
46- Bâb: Satıcı Muhayyerlikte Olduğu Zaman Satış Caiz
Olur Mu?
48- Alışverişte Aldatmanın Mekruh Olması Babı
49- Çarşılar Ve Pazarlar Hakkında Zikredilen Hadîsler
Babı
50- Çarşıda Pazarda (Mala Sürüm Sağlamak İçin) Bağırıp
Çağırmanın Keraheti Babı
51- Bâb: Ölçmek Vazifesi Satıcı Ve Vericiye Âiddir
52- Ölçeklemenin Müstehâblığı Babı
53- Peygamberdin Sâ' Ve Müdd Ölçeklerinin Bereketi Babı
59- Müzayede (Karşılıklı Fiat Artırma) Satışı Bârı
60- Necş Ve Necşlı Satış Caiz Olmaz Diyen Kimse Babı
61- Bey'u'l-Garer, Yânî Aldatmaca Satışı Ve
Habelu'l-Habele Satışı Babı
62- Bey'ü'l-Mülâmese (El Dokundurmakla Satiş) Babı
63- Munâbeze (Yânı Atışma) Satışı Babı
66- Zinâ Edici Kölenin Satışı Babı
67- Kadınlarla Yapılan Alışveriş Babı
69- Şehirlinin Köylü Malını Köylü Adına Ücretle Satmasını
Kerîh Gören Kimse Babı
70- Bâb: Hiçbir Şehirli Köylüye Âid Malı Simsarlıkla
Satamaz
71- Mal Getirmekte Olan Binicileri Karşılamaktan Nehy
Babı
72-İmal Getiren Binicileri Karşılamanın (Caiz Olacağı
Yerin) Son Noktası Babı
74- Kuru Hurmayı
Kuru Hurma İle Satmak Babı
75-Kuru Üzümü Kuru Üzümle, Yiyecek Maddesini (Aynı Cins)
Yiyecek Maddesiyle Satmak Babı
76- Arpayı Arpa İle Satmak Babı
77- Altını Altınla Satmak Babı
78- Gümüşü Gümüş İle Satmak Babı
79-Dînârın Dînâr İle Müddete Bağlanmış Olarak Satılışı
Babı
80- Gümüşü Gümüş İle Müddete Bağlanmış Olarak Satmak Babı
81- Altını Gümüşle Elden Ele Peşin Olarak Satmak Babı
83- Hurma Ağaçlarının Başları Üzerindeki Yaş Hurmaların
Altın Ve Gümüş İle Satılması Babı
85-Yaş Meyvelerin, Salâhları Meydana Çıkmadan Önce
Satılmalarımın Hükmü) Babı
88- Bedeli Bir Müddet Sonra Ödenmek Üzere Yiyecek Maddesi
Satın Almak Babı
91- (Tarladaki Biçilmemiş) Ekinin Safî Hububatla Ölçekli
Surette Satılmasının Hükmü) Babı
92- Hurma Ağacının Mahsulünü, Ağacın Kökü İle Satma(Nın
Hükmü) Babı
94- Hurma Ağacı Göbeğinin Satılması Ve Yenilmesi Babı
96- Ortağın. Kendi Ortağından Satım Alım Yapması Babı
97- Arâzî, Evler Ve Metâ'ların Taksim Edilmemiş Şuf'ali
Mallar Olarak Satışı Babı
99- Müşriklerle Ve Harb Ehli Olanlarla Alışveriş Etmek
Babı
100- Müslimin Harbî Olan Kimseden Köle Satın Alması
Harbînin Hibesi Ve Âzâd Etmesi Babı
101- Tabaklanmalarından Önce Meyte Derilerini Satmak
Sahih Olur Mu Olmaz Mı?) Babı
102- Domuzu Öldürmek (Meşru" Mudur?) Babı
105- Şarâbda Ticâret Yapmanın Haram Kılınması Babı
106- Hürr Bir İnsanı (Bilerek Köle Diyk):Satan Kimsenin
Günâhı Babı
108- Köleyi Köle İle, Hayvani Hayvan İle Veresiye Olarak
Satmadın Hükmü) Babı
110- Müdebber (Yânı Hürriyete Kavuşması Efendisinin
Ölümüne Bağlanmış Olan) Kölenin Satılması Babı
111- Bâb: Şahıs, Satın Aldığı Câriye Rahimini
Temizlemeden Önce Câriye İle Yolculuk Eder Mi?
112- Meytenin Ve Putların Satılması(Nın Harâmlığ1nı
Beyân) Babı
113- Köpek Bedeli(Nin Hükmü) Babı
Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle
(Alışverişler
Kitabı) [1]
Azîz ve Celîl olan
Allah'ın şu sözleri: HâlbuRi Allah alışverişi halâl, ribâyı (faizi ise) haram
kllmiŞtir..." (el-Bakara: 275);
'... Meğer ki aranızda
(elden ele) devredeceğiniz ve peşin yaptığınız bir ticâret olsun.."
(ei-Bakara: 282)[2].
"Artık cumua
namazı kılınınca yeryüzüne dağılın. Allah’ın fadlından nasîb arayın. Allah'ı
çok zikredin.
Tâ9 ki umduğunuza
kavuşasımz. Onlar bir ticâret yâhud bir oyunt bir eğlence gördükleri zaman ona
yönelip
dağıldılar. Seni
ayakta bıraktılar. De ki:
Allah nezdindeki,
eğlenceden de, ticâretten de hayırlıdır. Allah, rızk verenlerin en
hayırlısıdır". (el-Cumua: 9-11)
“Ey îmân edenler,
birbirinizin mallarını aranızda haram sebeblerle yemeyin. Meğer ki o mallar
sizden karşılıklı bir rızâdan doğan bir ticâret malı olsun..." (en-Nîsâ:
29)[3]
1-.......Bize
Şuayb, ez-Zuhrî'den tahdîs etti. O şöyle demiştir:
Bana Saîd ibnu'l-Müseyyeb
ve Ebû Seleme ibnu Abdirrahmân tahdîs ettiler ki, Ebû Hureyre (R) şöyle
demiştir: Sizler; Ebû Hureyre, Rasûlullah'tan hadîs rivayetini çok yapıyor
diyorsunuz ve yine sizler: Muhâcirler'in ve Ensâr'ın hâlleri nedir ki bunlar
Rasûlullah'tan Ebû Hureyre'nin hadîs rivayet edişi gibi hadîs rivayet
etmiyorlar, diyorsunuz. Şu muhakkak ki Muhacir kardeşlerimiz çarşılarda
ahş-veriş etmek meşgul ediyordu. Ben ise karın tokluğuna karşılık
Rasûuıllah'-tan hiç ayrılmaz, dâima O'nunla beraber olurdum. Bunun için onların
bulunmadıkları zaman ben hâzır bulunur, onlar unuttuklarında ben hafızamda
tutar ezberlerdim. Ensâr'dan olan kardeşlerimi de mallarındaki çalışmaları
meşgul ediyordu. Ben ise Suffa fakirlerinden olan fakır bir kişi idim. Diğer
sahâbîler hadîsleri unuturlarken, ben ezberimde tutar bellerdim. Muhakkak
Rasûlullah (S) söylemekte bulunduğu bir hadîs hakkında: "Ben şu makaaiemi
bitirinceye kadar elbisesini yayacak; sonra da elbisesini kendine doğru
toplayacak her kişi elbette benim söyleyeceğim sözleri kesin olarak
ezberleyecektir*' buyurmuştu. Bunun için ben hemen üzerimdeki renkli bezi
Rasûlullah o makaalesini bitirinceye kadar yaydım, akabinde o bezi göğsüme
doğru topladım. Artık sonra Rasûlullah'ın bu konaşmalarından hiçbirşeyi
unutmadım [4].
2-.......
Abdurrahmân ibnu Avf (R) şöyle demiştir:
Medîne'ye geldiğimiz
zaman Rasûlullah (S) benimle Sa'd ibnu'r-Rabî' arasında kardeşlik kurmuştu.
Bunun üzerine Sa'd ibnu'r-Rabî' (ben Abdurrahmân'a):
— Beri" mal
cihetiyle Ensâr'ın en zenginiyim. Bunun için malımın yansım sana ayırıyorum.
Ve bak! îki kadınımın hangisini seversen senin için ondan vazgeçer, onu
boşarım.İddeti geçipjde evlenme halâl olduğu zaman onunla evlenirsin, dedi.
Râvî dedi ki: Bu
teklif üzerine Abdurrahmân, Sa'd'e:
— Benim bu hususta
ihtiyâcım yoktur. İçinde ticâret yapılan bir çarşı var mı? dedi.
Sa'd:
— Kaynukaa' kabilesinin çarşısı vardır, dedi.
Râvî dedi ki:
Abdurrahmân sonra Kaynukaa' çarşısına gitti. Satmak üzere keş ve yağ götürdü.
Sonra çarşıya gidişleri arka arkaya devam etti. Çok geçmedi, Abdurrahmân
Rasûlullah'ı ziyarete geldi. Üstünde (zifafa girenlere mahsûs olan) sarı
zağferân lekesi vardı. Rasûlullah (S) ona:
— "Evlendin mi?" diye sordu.
Abdurrahmân:
— Evet evlendim, dedi. Rasûlullah:
— "Kimle evlendin?" dedi.
O da:
— Ensâr'dan bir kadınla evlendim, dedi.
Rasûlullah:
— "Ne kadar mehr verdin?" dedi.
Abdurrahmân:
— Bir çekirdek (yânî
beş dirhem) ağırlığında altın yâhud altından bir çekirdek verdim, dedi.
Bunun üzerine
Peygamber (S) Abdurrahmân'a:
— "Bir koyun (kesmek sx\rQt\y)le olsun
düğün yemeği yap!" buyurdu [5].
3-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle dedi: Abdurrahmân ibn Avf Medine'ye geldi. Peygamber (S)
Abdurrahmân ibn Avf ile Ensâr'lı Sa'd ibnu'r-Rabf arasında kardeşlik akdi
kurdu. Sa'd zenginlik sahibi bir kimse olduğundan, Abdurrahmân'a hitaben:
— Malımı yan yarıya
seninle bölüşeyim, ve bir de seni evlendireyim, dedi.
Abdurrahmân da Sa'd'e:
— Allah sana ehlini ve
malım bereketli kıhp mübarek eylesin. (Benim bunlara ihtiyâcım yoktur.) Siz
bana çarşıya delâlet ediniz, dedi.
Akabinde çarşıya gidip
bir mikdâr keş ve yağ kazancıyla döndü ve bu kârı ev halkına getirdi. Az bir
zaman yâhud Allah'ın dilediği süre ikaamet ettik ki, Abdurrahmân, üzerinde
(evlenenlere mahsûs olan) san koku bulaşığı olduğu hâlde geldi. Peygamber (S):
— "Bu, hâlin nedir?" dedi [6].
Abdurrahmân:
— Yâ Rasûlallah, ben Ensâr'dan bir kadınla
evlendim, dedi. Rasûlullah:
— "O kadına ne
kadar mehr verdin?" diye sordu. Abdurrahmân:
— Altından bir
çekirdek yâhud bir çekirdek ağırlığı (yânî beş dirhem) altın, dedi.
Bunun üzerine
Peygamber:
— "Bir koyunla olsun düğün yemeği
yap" buyurdu [7].
4-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Ukâz, Mecenne ve Zu'l- Mecâz, Câhiliyet devrinde bir
takım büyük çarşılar (yânî panayırlar) idi. İslâm devri olunca müslümânlar bu
panayırlarda ticâret etmeyi günâh sayıp çekindiler.Bunun üzerine: (Hacc
mevsimlerinde ticâretle) Rabbinizden kazanç istemenizde üzerinize bir günâh
yoktur" (ei-Bakara: 198) âyeti indi. Bu âyetin sonundaki " Hacc
mevsimlerinde" ziyâdesini İbn Abbâs, Kur'ân'dan olmak üzere okumuştur [8].
"Halâl bellidir,
haram da bellidir; fakat bu ikisi arasında bir takım şübheli şeyler
vardır"
5-.......Nu'mân
ibnu Beşîr (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Halâl olan
şeyler bellidir. Haram olanlar da bellidir. Fakat halâl ile haram arasında bir
takım şübheli şeyler vardır. Her kim kendisince günâh olması sezilen bir şeyi
terk ederse o, ha~ râmlığı apaçık olan şeyi daha çok terkedici olmuştur. Her
kim günâh olması şübheli olan şeye cür'et ederse, bu da harâmlığı apaçık olan
şeylere dalmağa yaklaşmıştır. Ma'siyetler (haramlar) Allah'ın komşudur. Her kim
sürüsünü korunmuş arazî etrafında otlatırsa, o koruluğa düşmesi yakın
olur" [9].
Ve Hassan ibn Ebî
Sinan: "Ben takvadan kolay birşey görmedim:
Seni şübheye düşürecek
şeyi, sana şübhe vermeyecek şeye terk et" demiştir [10].
6-.......Ukbetu'bnu'l-Hâris(R)'ten
(şöyle demiştir): Siyah bir kadın geldi de, Ukbe'yi ve Ukbe'nin evlendiği
kadını emzirdiğini iddia etti. Akabinde Ukbe bu emzirilmeyi Peygamber'e
zikretti. Peygamber Ukbe'den yüz çevirip tebessüm ederek: "(Senin,
evlendiğin kadınla süt kardeşi bulunduğun) söylenmiş olduğu hâlde (onunla
temasın) nasıl olur?!" buyurdu. Ukbe'nin nikâhı altında Ebû îhâb ibn
Azîze't-Temîmî'nin kızı (Guneyye) vardı [11].
7-.......Âişe
(R) şöyle demiştir; Utbe ibnu Ebî Vakkaas, kardeşi Sa'd ibnu Ebî Vakkaas'a
vasiyet edip:
— Zem'a'nın
cariyesinin oğlu (Abdurrahmân), benim sulbüm-dendir, Bu çocuğu al, demiştir.
Âişe dedi ki:
Mekke'nin fethi yılı olup Mekke'ye varıldığında, Sa'd ibnu Ebî Vakkaas bu
çocuğu yakaladı ve:
— Bu, kardeşim
Utbe'nin oğludur. Bunun nesebinin kendisine katıiması hususunda bana vasiyet
etmiştir, dedi.
Bunun zerine Abd ibnu
Zem'a ayaklanıp:
— Bu, benim
kardeşimdir; babamın cariyesinin oğludur, babamın döşeği üstünde doğmuştur,
dedi.
Her iki taraf bu niza'
ve husûmetlerini Peygamber'e sevk ettiler Sa'd ibn Ebî Vakkaas:
— Yâ Rasûlailah! Bu
çocuk, kardeşim Utbe'nin oğludur. Nesebinin kendisine katılması hususunda bana
vasiyette bulunmuştu, dedi.
Abd ibnu Zem'a da:
— Bu, benim
kardeşimdir; babamın cariyesinin oğludur, babamın döşeği üstünde doğmuştur,
dedi.
Rasûlullah (S):
— "Yâ Abd ibne Zem'a! Bu (Abdurrahmân),
senin (karde-şin)cf/r" buyurdu.
Sonra da:
— "Çocuk döşek sahibinindir. Zina eden
erkeğe de mahrumiyet düşer" dedi.
Sonra Peygamber
husûmet sebebi olan bu çocuğun sîmâca Ut-be'ye benzediğini görerek eşi Şevde
bintu Zem'a'ya hitaben:
— "Ey Şevde! Bundan sonra sen de bu
Abdurrahmân'dan perdelen" buyurdu.
Artık bundan sonra bu
Abdurrahmân, Şevde Allah*a kavuşuncaya kadar, Sevde'yi açık olarak görmemiştir
[12].
8-.......Adiyy
ibn Hatim (R) şöyle demiştir: Ben Peygamberce mı'râd(avın)dan sordum. Peygamber
(S):
— "Mı'râd sivri tarafıyla isabet ettiği
zaman o avı ye. Enli tarafıyla isabet ettiği ve öldürdüğü zaman, artık o av
hayvanını yeme. Çünkü okun enli tarafıyle vurulan hayvan vaktzedir (sopa ile
vurulmuş olup, haramdır)" buyurdu.
Ben bu sefer:
—Yâ Rasûlallah! Ben av
köpeğimi Bismillah diyerek salıyorum. Akabinde avın üzerinde onun beraberinde
üstüne Besmele çekmediğim başka bir köpek buluyorum ve o avı bu iki köpekten
hangisinin yakaladığını bilemiyorum? dedim.
Rasûlullah:
— "Sen o avı yeme! Çünkü sen ancak kendi
köpeğin üzerine Bismillah dedin, diğer köpek üzerine Bismillah demedin!"
buyurdu [13].
9-.......
Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bir kerresînde yerde
düşürülmüş bir hurmaya tesadüf etti de: "Şu hurmanın sadaka malından
olmadığını hileydim, muhakkak onu yerdim" buyurdu [14].
Ve Hemmâm, Ebû
Hureyre'den; o da Peygamberden söyledi ki, Peygamber (S): "Bâzı defa gece
ailemin yanma yatmağa geldiğimde yatağımın üstüne düşmüş bir hurma bulurum,
yemek üzere ağzıma götürürüm de, sonra sadaka malt olmasından korkarak elimden
bırakırım. Onun sadaka hurması olmadığını yakînen bilseydim muhakkak
yerdim" buyurmuştur [15].
10-.......Abbâd
ibnu Temîm'in amucası Abdullah ibnu Zeyd el-Mâzinî şöyle demiştir: Bir kimsenin
namaz kılarken gönlünde ab-destinin bozulduğu hakkında bir vesvese hisseder
olduğu Peygamber'e şikâyet tarzında arz olundu da:
— O zât namazı kesip bozar mı? denildi.
Peygamber (S):
— "Hayır, bir ses işitmedikçe yâhud bir
koku duymadıkça namazı kesmez" diye cevâb verdi [16].
Ve Muhammed ibn Ebî
Hafsa, ez-Zuhrî'den söyledi ki, o: Abdest almak ancak koku duyduğun yâhud ses
işittiğin hâllerde olur, demiştir [17].
1l-.......
Âişe(R)'den (şöyle demiştir): Bir topluluk:
— Yâ Rasûlallah! Bir
kavim bize et getiriyor. Onların bu hayvanları keserken üzerlerine Allah
ismini söyleyip söylemediklerini bilemiyoruz? dediler. Rasûlullah (S):-
"Bu et üzerine sizler Bismillah deyin ve onu yiyin" buyurdu [18].
12-.......Câbir
ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Biz (bir defa) Peygamber (S) ile birlikte
cumua namazı kılarken Şam'dan yiyecek yüklü bir kervan geldi. Cemâat birer
birer kervan kaafilesine doğru yönelip oniki kişi kalıncaya kadar hep
dağıldılar. İşte bunun üzerine şu âyet indi:
"Onlar bir
ticâret yâhud bir oyun, bir eğlence gördükleri zaman ona yönelip dağıldılar,
seni ayakta bıraktılar. Deki: Allah nezdin-deki (sevâb mü'minler için)
eğlenceden de, ticâretten de hayırlıdır. Allah rızk verenlerin en
hayırlısıdır" (ei-cumua: ıi) [19].
13-.......Ebû
Hureyre(R)'den (şöyle demiştir): Peygamber (S):
"İnsanlar üzerine
öyle bir zaman gelecek ki, o devirde kişi ele geçirdiği malı halâldan mı,
yoksa haramdan mı kazandığına hiç aldırmaz" buyurmuştur [20].
"Öyle adamlar
vardır ki, onları ne bir ticâret, ne bir alışveriş Allah'ı zikretmekten,
dosdoğru namaz
kılmaktan, zekâtı
vermekten alıkoymaz. Onlar kalblerin ve gözlerin döneceği günden
korkarlar" (en-Nûr: 37) [22].
Katâde şöyle demiştir:
Sahâbîler alışveriş ve ticâret yaparlardı. Lâkin onlar Allah haklarından bir
hakk karşılarına geldiği zaman hiçbir ticâret ve hiçbir alışveriş onları, o
Allah hakkını Allah'a Ödeyinceye kadar, Allah'ın zikrinden alıkoymazdi [23].
14-.......Ebu'l-Minhâl
şöyle dedi: Ben sarraflıkta ticâret yapardım. Zeyd ibn Erkam'a sordum. O:
Peygamber (S) şöyle buyurdu... dedi.
H îbn Cureyc şöyle
dedi:Bana Amr ibnu Dînâr ile Âmir ibnu Mıs'ab haber verdiler. Bu ikisi
Ebu'l-Minhâl'den şöyle derken işit-mişlerdir: Ben el-Berâ ibn Âzib'e ve Zeyd
ibn Erkam'a sarraflıktan sordum. İkisi de şöyle dediler:Biz Rasûlullah
zamanında iki tacir idik. Rasûlullah'a sarraflıktan sorduk. Rasûlullah (S):
"(Bir mecliste) bir elden bir ele verilir alınırsa be's yoktur. Eğer va'de
ile olursa sahîh olmaz" buyurdu.
"Artık o namaz
kılınınca yeryüzüne dağdın, Allahhn /adlından (nasîb) arayın..,"
(ei-cumua: ıo> kavli babı [24]
15-.......Bize
İbnu Cureyc haber verip şöyle dedi: Bana Atâ ibn Ebî Rebâh Ubeyd ibnu Umeyr'den
şöyle haber verdi: Ebû Mûsâ el-Eş'ârî, Umer ibnu'l-Hattâb'ın yanına girmek için
izin istedi de ona izin verilmedi. Ve Umer o sırada meşgûliyetli olsa gerekti.
Bunun üzerine Ebû Mûsâ geri döndü. Umer meşguliyetten kurtulunca (Ebû Mû-sâ'yı
kasdederek):
— Ben Abdullah ibn
Kays'ın sesini işitmedim mi? Ona izin veriniz de gelsin, demiş.
Fakat:
— Ebû Mûsâ gitti, denilmiş.
Umer Ebû Musa'yı
çağırtıp dönüşünün sebebim sorunca, o:
— Biz bununla (yânı izin verilmeyen, kapıdan
dönmekle) emro-lunuyorduk, dedi.
Bunun üzerine Umer:
— Rasûlullah'ın böyle
emrettiğine dâir beyyine getireceksin! dedi. Bunun üzerine Ebû Mûsâ, Ensâr
meclisine gitti de, onlardan bu
emri bileni istedi.
Ensâr:
— Bu mes'ele üzerine
sana büyüklerimizin şâhidlİğine ihtiyâç yok; bunu en küçüğümüz (meselâ) Ebû
Saîd Hudrî (bile bilir) muhakkak şehâdet eder, dediler.
Akabinde Ebû Mûsâ, Ebû
Saîd Hudrî'yi Umer'e götürdü (o da Peygamber'in emrini anlattı). Umer:
— Rasûlullah'ın
emrinden bu geri dönme mes'elesi-bana kapalı mı kaldı? (Öyle ya) çarşılara,
pazarlara çıkıp alışveriş etmek beni alıkoymuş, rneşgûl etmiştir, dedi [25].
Ve Matar ibnu Tahmân:
Denizde gemilerle ticâret etmekte be's yoktur. Çünkü Allah'ın Kur'ân'da gemilere
binmeyi zikretmesi başka değil, ancak hakk iledir, dedi de: "... Ve
gemilerin denizde suları yararak gittiklerini görüyorsun ki, bu sırf Allah 'm
fazlından nasîb aramanız ve ona şükretmeniz içindir" (ei-Nahi: 14)
âyetini okudu [26].
Buhârî dedi ki: Ayetteki "Fı/Z/c", gemiler demektir. Bu lâfız,
vâhidde ve cemi'de müsavidir [27].
Ve Mücâhid: Gemiler
rüzgârı yarar ve gemilerden rüzgârı ancak çok büyük olanları yarabilir, dedi [28].
Ve Leys ibn Sa'd dedi
ki: Bana Ca'fer ibn Rabîa, Abdurrahmân ibn Hürmüz'den; o da Ebû Hureyre'den tahdîs
etti ki, Rasûlullah (S) İsrâîl oğulları'ndan çıkıp hacetini yerine getirmiş
olan bir kimseyi zikretti, dedi ve hadîsin tamâmını sevkeyledi [29].
Buhârî dedi ki: Bize
Leys'in kâtibi Abdullah ibn Salih tahdîs edip şöyle dedi: Bana Leys bu hadîsi
tahdîs etti [30]
'Onlar bir ticâret
yâhud bir eğlence gördükleri zaman ona yönetip dağıldılar... " (ei-cumua:
m. ve zikri ulu olan Allah'ın şu kavli: "Öyle adamlar vardır ki, onları ne
bir ticâret, ne bir alışveriş Allah'ı anmaktan alıkoymaz (en-Nûr. 37). Ve
Katâde şöyle demiştir: Sahâbîler ticâret yaparlardı.
Lâkin onlar, Allah
haklarından bir hakk karşılarına geldiği zaman, hiçbir ticâret ve hiçbir
alışveriş onları, o hakkı Allah'a ödeyinceye kadar Allah in zikrinden alıkoymazdı
[31].
16-.......Câbir
ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Bizler Peygamber(S)'in beraberinde cumua namazını
kılmakta iken bir ticâret kervanı geldi. Oniki kişi müstesna, insanlar
dağıldılar. Bunun üzerine şu âyet indi: "Onlar bir ticâret yâhud bir
eğlence gördükleri zaman ona yönelip dağıldılar ve seni ayakta
bıraktılar..." (ei-Cumua: in [32].
17-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu:
"Kadın, evinin
yiyeceğinden, evinin geçimini bozucu olmayarak ikram ve infâk yaptığında, bu
ikram ve infâkı sebebiyle kadın için bir ecr vardır. Bu malı kazanması
sebebiyle kocasına, (bunu muhafaza etmesi sebebiyle) bekçisine de bir o kadar
sevâb vardır. Bunların bâzısının sevabı, öbürlerinin sevabından hiçbirşey
eksiltmez" [34]
18-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S): "Kadın, kocasının kazancından,
kocasının emri olmaksızın infâk ettiği zaman, kocası için de yarı ücret
vardır" buyurdu [35].
19-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Beri Rasûlullah(S)'tan işittim, şöyle
buyuruyordu: "Kim rızkının kendisine genişletilmesi yâhud ömrünün
bakıyyesi kendisine uzatılması kendini sevindirirse, o kimse hısımlarıyle
ilgilensin (yânı onlara iyiliği, ihsanı ekleyip dur-sun)" [36].
20-.......Âişe
(R): Peygamber (S) bir Yahudi'den, bedelini bir müddet sonra ödemek üzere
zahire satın aldı ve ona demirden bir zırhı rehin bıraktı, dedi.
21-......
Enes ibn Mâlik(R)'ten: Enes (bir kerresinde) Peygamber'e bir arpa ekmeği ve bir
mikdâr bayat yağ götürdü. Yemîn olsun o sırada Peygamber (S) demirden bir
zırhını Medine'de bir Yahüdî’nin yanında rehin bırakmış ve ondan ailesi için
(va'de ile bir mikdâr) arpa almak üzere idi. Yine yemîn olsun bu hâlde iken,
ben Peygam-ber'den işittim ki, O: "Muhammed'in ev halkiyatımda ne birsâ'
buğday, ne bir sâdâne akşamladı" buyuruyordu. Ve hakîkaten o zaman
Peygamber'in yanında dokuz kadın vardı [37].
22-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Ebû Bekr es-Sıddîk halîfe yapıldığı zaman şöyle dedi:
Muhakkak ki benim kavmim, benim kazanç cihetimin kendi ailemi geçindirmekten
âciz olmadığım kat'îyetle bilmiştir. Şimdi ise ben müslümânlarm-işiyle meşgul
kılındım. Onun için bundan sonra Ebû Bekr ailesi şu Beytü'l-mâl'den yiyecek ve
Ebû Bekr de müslümânlarm Beytü'1-mâli hesabına kazanacaktır [38].
23-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah'm sahâbîleri kendi işlerinin işçileri idiler
(Bizzat çalışırlar, terlerler, namaza gelirlerdi). Bu sebeble vücûdlarında ağır
kokular olur idi. (Rasûlullah tarafından) kendilerine
"Keskiyıkansaydımz!" denilirdi [39].
Bu hadîsi Hemmâm,
Hişâm'dan; o da babası Urve'den; o da Âi-şe'den rivayet etmiştir [40].
24-.......
el-Mıkdâm(;R)'dan: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Hiçbir kimse kendi
elinin çalışmasını yemekten daha hayırlı bîr yiyecek asla yememiştir. Allah'ın
Peygamberi Dâvûd aheyhi's-selâm da kendi elinin emeğinden yer idi" [41].
25-.......Hemmâm
ibn Münebbih şöyle demiştir: Ebû Hureyre (R) bizlere RasûlulIah(S)'ın:
"Şübhesiz Dâvûd Peygamber (S), kendi elinin emeğinden başkasını yemez
idi" buyurduğunu tahdjs etti [42].
26-.......Ebû
Hureyre (R)şöyle der idi: Rasûlullah (S): "Yemîn ederim ki, sizden
herhangi birinizin (ipini alıp da dağdan) arkasına bir bağ odun yüklenmesi,
verecek yâhud vermeyecek olan herhangi bir kişiden istemesinden çok hayırlıdır"
buyurdu [43].
27-.......ez-Zubeyr
ibnu'l-Avvâm (R) şöyle demiştir: Peygamber (S): "Yemîn ederim ki, sizden
birinizin iplerim alması, insanlardan istemesinden elbette daha
hayırlıdır" buyurdu [44].
"Kim bir hakk
taleb ederse, onu çirkinlik ve haramlardan perhizkârlık ve geri durma haleti
içinde istesin" [45]
28-.......Câbir
ibn Abdillah(R)'tan: Rasûlullah (S): "Satarken, satın alırken, alacağını
taleb ve borcunu öderken cömertlik ve kolaylık gösteren kimseye Allah rahmet
eylesin" buyurmuştur [46].
29-.......Huzeyfe
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Sizden evvelki
milletlerden müsamahalı bir kişinin ruhunu melekler karşıladılar ve:
— (Dünyâda iken) hayır
nev'inden birşey işledin mi? diye sordular.
Bu kişi:
— Ben hizmetçilerime: (Borçlu olan) fakire
mühlet veriniz ve müsamaha ediniz, diye emreder idim, dedim.
Bunun üzerine melekler
de ona müsamaha eylediler" buyurdu [47].
Ve Ebû Mâlik,
Rıb'î'den rivayetinde: "Ben zengine karşı kolaylaştırır, fakire de mühlet
verirdim'* tarzında söylemiştir [48].
Bu hadîsi Abdulmelik'ten;
o da Rıb'î'den rivayet etmekte Ebû Mâlik'e Şu'be ibnu'l-Haccâc mutâbaat
etmiştir [49].
Ve Ebû Avâne,
Abdulmelik'ten; o da Rıb'î'den rivayetinde: "Ben (borçlu olan) zengine
mühlet verir, fakirden de vazgeçerdim" şeklinde söyledi [50].
Ve Nuaym ibnu Ebî Hind,
Rıb'î'den rivayetinde: "Ben zenginden kabul eder, fakirden de müsamaha ederdim"
şeklinde söylemiştir [51].
30-.......
Ebû Hureyre(R)'den; Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Bir tacir vardı.
İnsanlara borç verir dururdu. Borçluyu fakır gördüğü zaman hizmetçilerine
hitaben: Buna müsamaha gösteriniz; Allah 'in da bizlere müsamaha etmesi ümtd
edilir, derdi. îşte bu huyundan dolayı Allah o taciri müsamaha ve
afveylemistir" [52],
Ve el-Addâ* ibn
Hâlid(R)*den zikrolunuyor ki, o şöyle demiştir: Peygamber (S) benim için şu
vesikayı yazdı: , "Bu, Muhammed Rasûluilah'ın el-Addâ' ibn Hâlid'den
müslümânın müsiümâna alışverişi olarak yaptığı bir , alışveriştir. Satılan
şeyde hiçbir hastalık, kötülük ve gaile yoktur'' [54].
Katâde: "el-Gâile", zina, hırsızlık ve kaçma huyu demektir, demiştir.
İbrâhîm en-Nahaî'ye:
Bâzı hayvan dellâlları satış sırasında "Horasan ırkı"; "Sîcistân
soyu" diye isimliyor ve "Dün Horasan'dan geldi" ve "Bugün
Sîcistân'dan geldi" diyorlar (da hakîkat olmayan bu övgülerle hayvan satıyorlar;
ne dersin)? denildi. İbrâhîm, bu alışverişin şiddetle kerîhliğine hükmetti-[55]. Ve
Ukbe ibn Âmir (58): "Hiçbir kimseye hastalıklı veya ayıblı olduğunu
bildiği bir şeyi, ayıbını haber vermeden müşteriye satması halâl olmaz"
demiştir [56].
31-.......
Hakîm ibn Hızâm (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:
"Alışveriş eden iki kişi (yânî satıcı ile satın alıcı) birbirlerinden
ayrılmadıkları müddetçe -yâhud: Ayrılıncaya kadar, dedi-muhayyerliğe
sâhibdirler. Bunlardan herbiri dürüst ve doğru söyler ve (mala, semene âid
hususları) birbirlerine beyân ederlerse, bu alışverişlerinde kendilerine
bereket ihsan olunur. Eğer iki taraf (mal ve bedelin ayıbını) gizlerler ve
yalan söylerlerse, bu alışverişlerinin bereketi giderilir" [57].
32-.......Ebû
Saîd (R) şöyle demiştir: Bize çeşitli nevi'lerden karışık olan hurma
yığınından rızk verilirdi. Biz de onun iki sâ'ını bir sâ' hurmaya satardık.
Peygamber (S) bize- "İki sâ' hurmayı bir sâ'a; iki dirhemi de bir dirheme
satmayınız" buyurdu [58].
33-.......Ebû
Mes'ûd el-Ensârî (R) şöyle demiştir: Ensâr'dan Ebû Şuayb diye künyelenen bir
adam geldi ve kasâb olan bir kölesine: Bana beş kişiye yetecek bir yemek yap.
Çünkü ben Peygamber'i beş kişinin beşincisi olarak da'vet etmek istiyorum. Zira
ben Peygamber'in yüzünde açlığı tanıdım, dedi. Nihayet o zât onları da'vet
etti. Da'-vetli olan toplulukla beraber bir adam da geldi. Ebû Şuayb'ın evine
vardığında Peygamber (S): "Şu zât bize tâbi' olup gelmiştir. Ona izin
vermek istersen izin ver (girsin); gen dönmesini istersen geri dönsün!"
buyurdu. Ebû Şuayb: Hayır (geri dönmeyecek), fakat ben ona izin verdim, dedi [59].
34-.......Hakîrn
ibn Hızâm(R)'dan: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Satıcı ile satın alıcı
birbirlerinden ayrılmadıkları müddetçe - yâ-hud şöyle dedi: Ayrılıncaya kadar -
muhayyerliktedirler. Bunlardan herbiri doğru söyleyip (metâ'a ve bedele âid
hususları) birbirine beyân ederlerse, bu alışverişlerinde kendilerine bereket
ihsan olunur.
Eğer iki ?cra/(mal ve
semenin ayıbını) gizler de yalan söylerlerse, alışverişlerin bereketi
giderilir" [61].
"Ey îmân edenler,
ribâyı (faizi) kat kat artırılmış olarak yemeyin. Allah'tan korkun; tâ ki
muradınıza eresiniz" (Âlu İmrân: 130) [62].
35-.......Ebû
Hureyre(R)'den: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Muhakkak insanlara Öyle bir
zaman gelecek ki, o vakit kişi eline geçirdiği malı halâldan mı, yoksa haramdan
mı kazandığını düşünmeyecektir" [63].
"Ribâ yiyenler,
kendilerini şeytân çarpmıştan başka bir hâlde kalkmazlar. Böyle olması da
onların 'Alım satım da ancak ribâ gibidir' demelerindendir. Hâlbuki Allah alışverişi
halâl, ribâyı haram kılmıştır. Bundan böyle kim Rabb 'inden kendisine bir öğüt
gelip de (faizden) vazgeçerse geçmişi ona ve işi de Allah'a âiddir. Kim de tekrar
(faize) dönerse onlar o ateşin yaranıdırlar ki, orada onlar ebedî kalıcıdırlar"
(ei-Bakara: 275) [64].
36-.......
Âişe (R) şöyle demiştir: eLBakara Sûresi'nin sonundaki ribâ âyetleri indiği
zaman Peygamber (S) bu âyetleri mescidde sahâbîlere karşı okuyup tebliğ etti,
sonra da şarâb hususunda ticâreti haram kıldı [65].
37-.......Semure
ibnu Cundeb (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Ben bu gece
ru 'yâmda iki kişi gördüm; onlar bana geldiler, müteakiben onlar beni düz bir
yere çıkardılar. Birlikte yürüdük, nihayet kandan bir nehir üzerine geldik. O
nehir içinde dikel-miş bir adam vardı. Nehrin kıyısında da bir adam vardı.
Önünde bir takım taşlar vardı. Nehirdeki adam yüzerek sahile doğru gelip çıkmak
isteyince, sahildeki adam onun çenesine bir taş atıyor, nehirdekini eski yerine
döndürüyordu. Çıkmak için sahile doğru gelmeye her teşebbüs ettikçe, sahildeki
hemen onun çenesine bir taş fırlatıyor, o da eski yerine dönüyordu. Ben o iki
meleğe:
— Bu nedir? dedim.
Meleklerden biri:
.
— O nehirde gördüğün kimse
ribâ yiyendir, dedi" [66].
"Ey îmân edenler,
(gerçek) mü'minler iseniz Allah'tan korkun, faizden (henüz alınmamış olup da)
kalanı bırakın. İşte böyle yapmazsanız Allah'a ve Rasûlü'ne karşı harb(e girmiş
olduğunuzu) bilin. Eğer (tefeciliğe) tevbe ederseniz mallarınızın başları yine
sizindir. (Bu suretle) ne haksızlık yapmış, ne de haksızlığa uğratılmış olursunuz.
Eğer (borçlu) darlık içinde bulunuyorsa ona geniş bir zamana kadar mühlet
(verin). Sadaka olarak bağışlamanız ise sizin için daha hayırlıdır eğer
bilirseniz
Öyle bir günden
sakının ki, o gün Allah'a döndürüleceksiniz. Sonra herkese kazandığı tastamam verilecek,
onlara haksızlık edilmiyecektir" (ei-Bakara: 278-28I) [67].
İbn Abbâs: Peygamber
(S) üzerine inen son âyet budur (yânî ribâ âyetidir), demiştir [68].
38-.......Ebû
Cuhayfe'nin oğlu Avn şöyle demiştir: Babam Ebû Cuhayfe'yi gördüm ki, o kan
alıcı bir köle satın almıştı. Sonra Ebû Cuhayfe bu köleye emretti de, onun kan
alma âletleri kırıldı. Ben babamdan bu kırmayı sordum. O şöyle cevâb verdi:
Peygamber (S) köpek bedelinden, kan alma ücretinden nehyetti. Döğün
yapıcılıktan, döğünlenmekten, ribâ yiyiciliğinden ve ribâ yediricilikten de
nehyetti. Suret yapıcı musavvire de la'net eyledi [69].
"Allah ribânın
bereketini tamamen giderir, sadakaları ise artırır. Allah (haramı halâl
tanımakta ısrar eden) çok kâfir, çok günahkâr hiçbir kimseyi sevmez"
(ei-Bakara: 276).
39-.......İbnu
Şihâb ez-Zuhrî dedi ki: Saîd ibnu'l-Müseyyeb şöyle dedi: Ebû Hureyre (R) şöyle
dedi: Ben Rasûlullah(S)'tan kulağımla işittim; "Yemin, mal için sürüm ve
revâc sebebi (sanılır; hakikatte) bereketin mahv sebebidir" buyuruyordu [70].
40-.......
Abdullah ibn Ebî Evfâ(R)'dan (şöyle demiştir): Bir adam çarşıda satış esnasında
müslümânlardan bir kimseyi satılık mal hakkında satın almaya ikna etmek için
"Bu malın bedeline, müşterinin vermediği bir bedel verdiğini"
Allah'a yemîn ederek, malına revâc vermişti. Bu vak'a üzerine şu âyet indi:
"Hakikat Allah'a olan ahidlerine ve yeminlerine bedel az bir bahâyı satın
alanlar; işte onlar için âhirette hiçbir nasîb yoktur. Allah kıyamet günü
onlarla konuşmaz» onlara bakmaz» onları temize çıkarmaz. Onlar için pek
acıtıcı bir azâb vardır" (Âiu imrân: 77) [71].
Ve Tâvûs, İbn
Abbâs(R)'tan söyledi: Peygamber(S) "Mekke'nin
yaş otu kesilmez" buyurdu. Abbâs da: Izhır otu müstesna olsun; çünkü o
Mekkeliler'in demircileri ve kuyumcuları ile evleri için gereklidir, dedi.
Bunun üzerine Peygamber
"Izhır müstesna" buyurdu [72].
41-.......İbn
Şihâb dedi ki: Bana Hüseyin'in oğlu Alî haber verdi ki, kendisine Alî'nin oğlu
Hüseyin şöyle haber vermiştir: Alî aleyhi's-selâm şöyle demiştir: Bedir
gazasında ganîmetten payıma düşen bir devem vardı. Peygamber de ganimet malının
beşte birinden bana bir deve vermiş idi. Rasûlullah'ın kızı Fâtıma
aleyhi's-selâm ile evlenmek istediğim zaman Kaynukaa' Yahûdîleri'nden kuyumcu
bir adamla, benimle beraber gidip ızhır otu getirmek üzere va'dleştim.
Getirdiğimiz ızhır otunu kuyumculara satmayı ve bunun bedeliyle evlenme ziyafetinin
masrafı hususunda yardım istemeyi düşündüm.
42-.......îbn
Abbâs(R)'tan (şöyle demiştir): Rasûlullah (S) şöyle hitâb buyurdu:
"Şübhesiz Mekke'yi Allah haram kılmıştır. Mekke benden evvel hiçbir kimse
için halâl olmadı, benden sonra da hiçbir kimse için halâl olmayacaktır, O
ancak.bir günün bir saatinde benim için halâl olmuştur. Mekke'nin otu
koparılmaz, ağacı kesilmez, av hayvanı ürkütülmez, Mekke'nin yitiği yerden
alınmaz, ancak sahibini arayıcı alabilir".
Abdulmuttalib'in oğlu
Abbâs: Kuyumcularımız ve evlerimizin tavanları için ızhır müstesna olsun, dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah: "Izhır müstesna" buyurdu.
İkrime: Av hayvanı
ürkütülmez nedir bilir misin? O, hayvanı gölgeden uzaklaştırman ve yerine
konmandır, dedi.
Abdulvahhâb,
Hâlid'den: Kuyumcularımız ve kabirlerimiz için, diye söylemiştir [73].
43-.......
Habbâb ibn Erett (R) şöyle demiştir: Ben Câhiliyet devrinde bir kılıç yapıcı
kimse idim. Benim Âs ibn Vâil üzerinde bir alacağım vardı. Bir gün alacağımı
tahsil etmek üzere ona geldim. O bana:
— Sen Muhammed'e
küfretmedikçe sana borcumu vermem, dedi. Ben de:
— Allah senin canını
alıp sonra sen diriltilmedikçe ben Muhammed'e küfretmem, dedim.
Bu defa o:
— Öyle ise ben
ölünceye, sonra diriltilinceye, (âhiretle) bana mal ve oğul, kız verilinceye
kadar sen beni bırak da, sana borcumu orada vereyim, dedi.
Bunu müteâkib şu
âyetler indi: "(Şu) âyetlerimizi inkâr eden ve 'Bana elbette mal ve evlâd
verilecektir11 diyen adamı gördün mü? O gayba mı vâkıf, yoksa Rahman olan Allah
nezdinde bir ahid mi edinmiş? - Hayır, Öyle değil. Biz onun söyleyegeldiği
sözü yazar, azabını da uzattıkça uzatırız. Onun söyler olduğuna biz mîrâsçı
olacağız ve o bize tek başına gelecektir" (Meryem: 77-80) [74].
44-.......'Enes
ibn Mâlik (R) şöyle diyordu: Bir terzi yapmış olduğu bir yemeğe Rasûlullah'ı
da'vet etti. Enes ibn Mâlik dedi ki: Ben de Rasûlullah'ın beraberinde bu yemeğe
gittim. Terzi Rasûlullah'a bir mikdâr ekmek, bir mikdâr çorba yaklaştırdı.
Çorbanın içinde kabak ve kuru et parçaları vardı. Yemek yerken Peygamber'i
gördüm ki, yemek çanağının etrafından kabak araştırıyordu. Yine Enes: Artık o
günden i'tibâren ben kabağı sevmekten bir an ayrılmadım, dedi [75].
45-.......Ebû
Hazım dedi ki: Ben Sehl ibn Sa'd(R)'dan işittim, şöyle dedi: Bir kadın
Rasûlullah'a bir bürde getirdi. Sehl, yanındakilere hitaben:
— Bürde nedir bilir
misiniz? diye sordu.
Onlar tarafından:
— Şemle'dir,
ihrâm'dır, diye cevâb verildi.
Sehl dedi ki:
— Evet, o henüz dokunmuş (yeni tezgâhtan
çıkmış) ve kenarı
bile kesilmemiş bir
kumaştı. Kadın: Yâ Rasûlullah! Bu bürdeyi kendi elimle dokudum, onu sana
giydireceğim, dedi. Peygamber bürdeyi, ona bir ihtiyaclı olarak aldı. Sonra
Peygamber bu bürdeyi izâr yapıp giymiş olduğu hâlde bizim yanımıza çıktı.
Topluluktan bir kimse: Ya Rasûlallah, onu bana giydir, dedi. Rasûlullah: Peki,
diyerek mecliste oturdu. Sonra hücresine döndü ve o bürdeyi çıkarıp dürdükten
sonra' istemiş olan zâta yolladı. Bunun üzerine mecliste bulunan cemâat o
isteyen kimseye: Sen bu işi güzel yapmadın. Peygamber'in hiçbir isteyeni geri
çevirmeyeceğinikat'î bildiğinhâlde,O'ndan bu bürdeyi istedin, diye serzeniş
ettiler. O zât da: Vallahi ben onu başka sebebden değil, ancak öleceğim günde
benim kefenim olması için istedim, dedi.
Sehl ibn Sa'd:
— Hakîkaten bu bürde o zâtın kefeni oldu,
demiştir [76].
46-.......Ebû
Hazım şöyle dedi: Bir takım adamlar Sehl ibn Sa'd'e gelip ona Peygamber'in
minberini soruyorlardı. Sehl (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S) fulanca kadına -
Sehl o kadının ismini söylemiştir- şöyle haber gönderdi: "Marangoz olan
kölene emret de benim için insanlara hitâb ettiğim zaman üzerine
oturabileceğim tahtadan bir yer yapsın'* buyurdu. Bunun üzerine kadın, o
kölesine emretti. Köle de Gâbe ormanlığının ılgın ağacından onu yapıyordu.
Sonra bu tahtaları kadına getirdi. Kadın da bunları Rasûlullah'a yolladı.
Rasûlullah onların kurulmasını emretti de bunlar yerine konuldu. Müteakiben de
Rasûlullah (va'z ve hutbe için) minber üzerine oturdu [78].
47-.......Câbir
ibn Abdülah(R)'tan (şöyle demiştir): Ensâr'dan bir kadın Rasûlullah'a:
— Yâ Rasûlullah! Benim
marangoz bir kölem vardır; senin için üzerine oturacağın bir şey yaptırayım mı?
dedi.
Rasûlullah:
— "İstersen yaptır" buyurdu,
Râvî dedi ki: Bunun
akabinde kadın, Rasûlullah için o minberi yaptırdı. Nihayet cumua günü olunca Peygamber(
S) yerine konulan o minber üzerine oturdu. Akabinde daha önce yanında hutbe
yapar olduğu hurma kütüğü sayha çıkardı, hattâ kendi kendine yarılacak-tı.
Peygamber minberden indi, onu eliyle tuttu ve onu kucakladı. O sırada kütük
susturulmakta olan çocuk gibi hafîf hafîf inliyordu. Nihayet kararlaşıp
sustuktan sonra Rasûlullah:
— "O, yanında
edildiğini işitmekte olduğu Zikru'llah için ağladı" buyurdu [79],
İbn Umer (R):
Peygamber (S), Umer'den bir deve satın aldı, demiştir. Ebû Bekr'in oğlu
Abdurrahmân da: Bir
müşrik bir sürü koyun
getirdi.
Peygamber de ondan bir
koyun satın aldı, demiştir. Ve Peygamber, Câbir'den de bir deve satın almıştır [81].
48-.......Âişe
(R): Rasûlullah (S) bir Yahudi'den, bedeli bir zaman sonra verilmek üzere,
veresiye hububat satın aldı ve o Yahûdî'-ye kendi zırhını rehin bıraktı,
demiştir [82].
Bir kimse, sahibi
üstünde binicisi olduğu hâlde herhangi bir binek hayvanı yâhud deve satın
aldığı zaman, bu satın alış, sahibi binekten inmezden evvel kabz olur mu? [84]
Ve İbn Umer (R) dedi
ki: Peygamber (S) Umer'e: "Bu çetin ve sert deveyi bana sat" buyurdu [85].
Rasûlullah:
— "Kız mı, yoksa dut mu (aldın)?"
diye sordu.
Ben de:
— Dul, diye cevâb verdim.
Rasûlullah:
— "Senin onunla, onun da seninle
oynaşacağınız bakire bir kız
istemez miydin?"
dedi.
Ben de:
— Bakımları bana borç
olan bir takım kızkardeşlerim var. Onun için bir kadınla evlenmeyi, bunun da
çocukları toplamasını ve saçlarını, başlarını taramasını ve bunlar üzerinde
bir mürebbiye olmasını hayırlı buldum, dedim.
Rasûlullah:
— "Şimdi sen (Medîne'ye) varıyorsun.
Vardığında artık ailene karşı akıllı, olgun, bağlı ol. Allah'tan evlâd
isteyiniz"buyurdu. Sonra: "Deveni satar mısın?" diye sordu.
Ben de:
— Evet satarım, dedim.
Rasûlullah benden
devemi bir ûkıyye(kırk dirhem)ye satın aldı. Sonra Rasûlullah benden önce
Medîne'ye gitti. Ben de kuşluk vakti vardım. Mescide geldik. Rasûlullah'ı
mescidin kapısı önünde bulduk. Rasûlullah bana:
— "Şimdi mi geldin?" diye sordu.
Ben de:
— Evet, şimdi geldim, diye cevâb verdim.
Rasûlullah:
— "Artık deveni bırak da (mescide) gir ve
iki rek'at (geliş namazı) kıl" buyurdu.
Ben de girdim ve kıldım.
Sonra Rasûlullah, Bilâl'e bir ûkıyye (gümüş) tartıp bana vermesini emretti.
Bilâl de, terâzî ağır basarak tartıp verdi. Ben arkamı çevirip eve giderken
birden Rasûlullah:
— "Câbir'i bana çağır" buyurdu.
Ben Rasûlullah devemi
beğenmedi de şimdi geri verecek sandım. Hâlbuki bana bu deve kadar sevimsiz
birşey yoktu. Rasûlullah:
— "Deveni al, bedeli de senin olsun"
buyurdu [86].
49-.......Câbir
ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Ben bir gazada
Peygamber'in
beraberinde bulundum. (Dönüşte) devem beni geri bıraktı ve yürümekten âciz
oldu. Bu sırada Peygamber yanıma geldi ve:
— "Yâ Câbir" diye seslendi. Ben:
— Evet benim, dedim.
Rasûlullah:
— "Zorun nedir (ki geri kaldın)?"
diye sordu
Ben:
— Devem beni geri bıraktı ve yoruldu da ben
arkada kaldım,
dedim.
Rasûlullah hemen
(devesinden) indi ve çengelli deyneği ile devemi çekmeye koyuldu. Sonra bana:
— ' 'Haydi şimdi bin!' * dedi.
Ben de bindim. Bu defa
da devemi gördüm ki, onu ben Rasûlul-lah'ın devesini geçmekten men' ediyordum.
Rasûlullah (yol konuşması olmak üzere) bana:
— "Evlendin mi?" diye sordu. Ben de:
— Evet evlendim, dedim.
50-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Ukâz, Mecenne ve Zu'l-Mecâz, Câhiliyet devrinde
(meşhur) panayırlardı. İslâm devri olunca bu panayırlarda ticâret yapmayı günâh
saydılar. Bunun üzerine Allah: "Hacc mevsimlerinde ticâretleRabbHnizden
rızk istemenizde üzerinize bir günâh yoktur..." (ei-Bakara: 198) âyetini
indirdi. İbn Abbâs bu âyeti böyle "Fî-mevâsimi'1-hacc (= Hacc mevsimlerinde)"
kaydı ile okudu [88].
"Hâım",
herşeyde maksada aykırı harekette bulunandır [89].
51-.......
Amr ibn Dînâr şöyle dedi: Şurada (yânî Mekke şehrinde) Nevvâs isminde bir
(deve taciri) kimse vardı. Bunun yanında hastalıklı develer de vardı. İbn Umer
(R) gidip, Nevvâs'ın bir ortağından bu hastalıklı deveyi satın aldı.Sonra
ortağı Nevvâs'a geldi de:
— O hasta deveyi sattık, dedi. Nevvâs:
— Sen o deveyi kime sattın? dedi.
Ortağı:
— Şöyle şöyle sıfatta bir ihtiyara sattım,
dedi.
Nevvâs:
— Vay sana yazıklar
olsun! Vallahi bu ihtiyar zât İbnu Umer'-dir, dedi ve hemen İbn Umer'e gitti
ve: Ortağım sana kusurunu bildirmeden hastalıklı deve satmıştır, deyip
vaziyeti anlattı.
İbn Umer:
— Öyleyse deveni sür git, dedi.
Nevvâs deveyi alarak
sürüp gitmeye davrandığı zaman, İbn Umer:
— Haydi bırak şu deveyi! Artık biz
Rasûlullah'ın "Hastalığın bizatihi sirayeti yoktur" hükmüne razı olmuş
kimseleriz, dedi [90].
İmrân ibn Husayn (R)
fitne günlerinde silâh satmayı kerîh görmüştür [91].
52-.......Ebû
Katâde (R) şöyle demiştir: Bizler Huneyn yılında Rasûlullah'ın beraberinde
sefere çıktık. Nihayet Rasûlullah (S) ben Ebû Katâde'ye bir zırh verdi. Ben de
o zırhı sattım da, onun bedeliyle Benû Seleme yurdunda küçük bir bustân satın
aldım.İşte bu bus-tân, İslâm'da aslına sâhib olduğum ilk maldır [92].
53-.......Ebû
Mûsâ (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (R) şöyle buyurdu: "İyi arkadaş ile
kötü arkadaşın meseli, misk sahibi ile demirci körüğü gibidir. Misk sahibinden
sana şu iki ikiden biri yok olmaz: Ya sen ondan bir mikdâr satın alırsın, yâhud
onun güzel kokusunu hisseder koklarsın, Demirci körüğü ise bedenini yâhud
elbiseni yakar, yâhud da ondan pis bir koku hissedersin" [93].
54-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Ebû Taybe Nâfi', Rasûlullah'ın vücûdundan kan
aldı. Rasûlullah (S) da Ebû Taybe'ye bir sâ' (yânî 1040 dirhem) hurma
verilmesini emretti. Bundan başka Ebû Taybe'nin efendisi olan Harise
oğulları'na da, onun ödernesi gereken vergisini hafifletmelerini emreyledi.
55-.......İbn
Abbâs (R): Peygamber (S) vücûdundan kan aldırma tedavisi yaptırdı da
kendisinden kan alma tedâvîsi yapan haccâm kimseye (bir sâ' hurma) ücret verdi.
Eğer (kan alıcıya) ücret vermek haram olsaydı, Rasûlullah bu zâta ücret
vermezdi, dedi [95].
56-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Bir kerre Peygamber (S) Umer ibnu'l-Hattâb'a ipek
yâhud siyerâ (denilen sarı çubuklu) bir hülle (yânı takım elbise) gönderdi.
Sonra Peygamber bu elbiseyi Umer'in üzerinde gördü de: "Ben bu elbiseyi
sana giymen için göndermedim. Bu ipekli elbiseyi ancak âhirette nasibi olmayan
erkek giyer. Ben ancak bunu sana satıp da faydalanasın diye gönderdim"
buyurdu [96].
57-.......Mü'minlerin
anası Âişe (R) şöyle haber vermiştir: Kendisi, üstünde bir takım resimler
bulunan küçük bir yastık, bir şilte satın almıştı. Rasûlullah (S) bunu görünce
kapının önünde dikeldi de içeriye girmedi. (Âişe dedi ki:) Bu sırada ben O'nun
yüzündeki iste-mezliği sezip tanıdım. Ve:
— Yâ Rasûlallah! Ben Allah'a ve Rasûlü'ne tevbe
ederim. Ben ne günâhı işledim ki? dedim.
Rasûlullah:
— "Şu yastığın hâli nedir?" buyurdu.
Ben:
— Ben onu Sen üzerinde
oturasın ve yaslanasın diye, Senin için satın aldım, dedim.
Rasûlullah:
— "Bu suretlerin sahihleri kıyamet gününde
muhakkak azab edilirler. Ve bu kimselere: Sûref verdiğiniz bu mahlûkları
diriltiniz, denilir", Ve yine Rasûlullah: "İçinde suretler bulunan
eve melekler girmez" buyurdu [97].
58-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle dedi: Peygamber (S): "EyNeccâr oğullan, arsanızın
kıymetini bana söyleyiniz!" buyurdu. O çevrilmiş bahçenin içinde
bakılmamış harâb yerler ve hurma ağaçlan vardı [98].
59-.......Nâfi', İbn Umer'den; o da Peygamber'den işitti ki, Peygamber
(S): ''Satıcı ile satın alıcı birbirlerinden ayrılmadıkça -yâhud: Ayrılıncaya
kadar- alışverişleri hususunda muhayyerliğe mâliktirler, yâhud alışveriş
muhayyerli olur" buyurdu.
Nâfi' dedi ki: İbn
Umer, hoşuna gitmekte olan birşey satın aldığı zaman o malı satın almış olduğu
sahibinden ayrılırdı [100].
60-.......
Bize Hemmâm, Katâde ibn Diâme'den; o da Ebu'I-HalîTden; o da Abdullah
ibnu'l-Hâris'ten; o da Hakîm ibn Hızâm'-dan tahdîs etti ki, Peygamber (S):
"Satıcı ile satın alıcı birbirlerinden ayrılmadıkça muhayyerliktedirler"
buyurdu. Ahmed ibn Saîd ed-Dârimî ziyâde edip şöyle dedi: Bize Behz ibn Râşid
tahdîs edip şöyle dedi: Hemmâm ibn Yahya şöyle dedi: Ben bu hadîsi
Ebu't-Teyyâh'a zikrettim. Ebu't-Teyyâh: Kendisine bu hadîsi Abdullah
ibnu'l-Hâris tahdîs ettiği zaman ben Ebu'I-HahTin beraberinde idim dedi [101].
61-.......
İbn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber (S): "Satıcı ve müşteri
birbirlerinden ayrılmadıkları müddetçe muhayyirliktedir-ler. Yâhud ikisinden
biri diğerine: (Satışı yâhud feshini) tercih et, der" buyurdu. Belki de
şöyle demiştir: "Yâhud satış muhayyerli satış olur" [103].
İbn Umer de, Kaadı
Şurayh de, Şa'bî de, Tâvûs ibn Keysân da, Atâ ibn Ebî Rebâh da, İbnu Ebî
Muleyke de bu meclis muhayyerliğine kaail olmuşlardır [104].
62-.......Hakîm
ibn Hızâm (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Satıcı ile
müşteri (birbirlerinden) ayrılmadıkça muhayyerliğe sâhibdirler. Bunlardan
herbiri doğru söyleyip de (meta' ve bedele âid hususları birbirine) beyân
ederlerse, bu alışverişlerinde kendilerine bereket ihsan olunur. Eğer iki taraf
yalan söyler ve (mal ile semenin ayıbını) gizlerlerse, bu alışverişlerinin
bereketi giderilir" [105].
63-.......
Abdullah ibn Umer(R)'den: RasûTulleh <S) şöyle buyurmuştur: "Satıcı
ile müşteriden herbiri birbirlerinden ayrılmadıkları müddetçe, arkadaşına
karşı muhayyerliktedir. Ancak satışın muhayyerli satış olması müstesnadır"
[106].
"Satıcı ve
müşteriden biri satıştan sonra arkadaşını muhayyer kıldığı zaman -ayrılmamış
olsalar da- satış vâcib, yânt lâzım olmuştur".
64-.......İbnu
Umer(R)'den: Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "îki kişi alışveriş
yaptıkları zaman, beraber bulunarak birbirlerinden ayrılmadıkları müddetçe
bunlardan herbiri meclis muhayyerliğine mâliktirler. Ve eğer bunların biri
diğerini muhayyer kılar da bu muhayyerlik üzere alışveriş yaparlarsa,
alışverişten sonra ayrılsalar da bu satış vâcib olmuştur ve onların hiçbiri
satışı terk, yânı feshedemez, ayrılıştan sonra da satış vâcib olmuştur" [107].
65........
İbn Umer(R)'den: Peygamber (S): "Satıcı ve satın alıcı birbirlerinden
ayrılıncaya kadar aralarında kesinleşmiş bir satış akdi yoktur, ancak
muhayyerli satış olması müstesnadır" buyurdu.
66-.......Bize
Hemmâm ibn Yahya tahdîs edip şöyle dedi: Bize Katâde, Ebû'l-Halîl'den; o da
Abdullah ibnu'l-Hâris'ten; o da Ha-kîm ibn Hızâm(R)'dan tahdîs etti ki,
Peygamber (S): "Satıcı ve müşteri birbirlerinden ayrılmadıkları müddetçe
-yâhud: Ayrılıncaya kadar-muhayyerliktedirler" buyurmuştur. Râvî Hemmâm
dedi ki: Ben kendi kitabımda şöyle yazılı buldum: "O üç kerre ihtiyar
eder. Eğer satıcı ve müşteri doğru söylerler ve gerçeği beyân ederlerse,
alışverişlerinde onlar için bereket ihsan olunur. Eğer yalan söylerler ve
gerçeği gizlerlerse hayırsız bir kâr kazanmaları ve alışverişlerinin
bereketinden mahrum kılınmaları umulur". Habbân şöyle dedi:Bize Hemmâm
tahdîs edip şöyle dedi: Bize Ebu't-Teyyâh tahdîs etti ki, kendisi Abdullah
ibnu'l-Hâris'ten, o bu hadîsi Hakîm ibn Hızâm'dan; o da Peygamber'den olmak üzere
tahdîs ederken işitmiştir [109].
Bir şahıs herhangi
birşey satın alsa, satan ile alıcı satış meclisinden ayrılmalarından önce ve
satıcı da müşteriye karşı bir inkârda bulunmadığı hâlde, alan kişi aldığı bu
şeyi o saatte başka birine hibe etse; yâhud bir kimse bir köle satın alsa da
satış meclisinden ayrılmadan o köleyi âzâd eylese? [110].
Tâvûs ibn Keysân, rızâ
üzerine bir metâ'ı satın alan, sonra da o mctâ'ı satan kimse hakkında: Meta1
da, kazanç da onun lehine vâcib oldu, demiştir [111].
67- Ve
el-Humeydî şöyle dedi: Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs edip şöyle dedi: Bize Amr
ibn Dînâr tahdîs etti ki, İbn Umer (R) şöyle demiştir: Biz Peygamber(S)'in
beraberinde olarak bir seferde idik. Ben, babam Umer'in genç, çetin bir
devesine binmiştim. Deve bana galebe ediyor ve kaafilenin önüne geçiyordu. Umer
de onu men' edip geriye çeviriyordu. Sonra devem tekrar kaafileyi geçiyor, Umer
de onu men' edip çeviriyordu. Bu sırada Peygamber (S) Umer'e:
— "Şu hırçın deveni bana sat!"
buyurdu.
Umer:
— O Senindir yâ Rasûlallah, dedi.
Rasûlullah tekrar:
— "Şu deveyi bana sat!" buyurdu.
Umer de o deveyi
Rasûlullah'a sattı. Peygamber hemen:
— "Yâ Abdallah ibne Umer! Şimdi bu deve
senindir, ona istediğini yapabilirsin!" buyurdu [112].
Ebû Abdillah el-Buhârî
dedi ki: Ve el-Leys ibn Sa'd şöyle dedi: Bana Abdurrahmân ibnu Hâlid, İbnu
Şihâb'dan; o da Sâlim'den tah-dıs etti ki, babası Abdullah ibn Umer (R) şöyle
demiştir: Ben Mü'-minlerin Emîri Usmân'dan, onun Hayber'deki bir malı
mukaabilinde diğer bir vâdîde bir mal (bir arazî yâhud bir akar) satın aldım.
Alışverişi yaptığımız zaman ben topuğum üzerinde geri döndüm ve nihayet onun
evinden dışarı çıktım. Böyle çabuk dışarı çıkışım, satışı geri almak istemesi
korkumdan dolayıdır. O vakit satışta sünnet olan hukûk yolu, satıcı ile müşteri
birbirlerinden ayrılıncaya kadar meclis muhayyerliğinde olmaları idi. Abdullah
dedi ki: Evinden çıkmamla, benim ve onun bu satış muamelesi vâcib olunca (yânî
kesinleşip fesih hakkı kalmayınca) ben bu satış işinde onu aldattığımı gördüm.
Çünkü ben onu üç gecelik yol ile Senıûd kavmi arazîsine sevk ettim, o ise beni
üç gecelik yol ile Medine'ye şevketti [113].
68-.......Abdullah
ibn Umer(R)'den (şöyle demiştir): Bir kimse Peygamber'e alışverişlerde dâima
kendisinin aldatıldığını söyledi. Peygamber (S) ona: "Sen birşey satın
almak istediğinde (İslâm Dîni'nde) aldatmak yoktur de!" buyurdu [114].
Ve Abdurrahmân ibn Avf
şöyle dedi:
Biz Medine'ye (hicret
edip) geldiğimizde ben (ahdî kardeşim Sa'd ibnu'r-Rabî'a): içinde ticâret
yapılan bir çarşı var mı? dedim. Sa'd: Kaynukaa (kabilesinin) çarşısı vardır,
dedi [115].
Ve Enes şöyle dedi:
Abdurrahmân ibn Avf: Siz bana o çarşıya delâlet ediniz, dedi [116].
Umer de: Çarşılarda alışveriş
yapmak, beni (Rasûlullah'ın meclisine devamdan) alıkoydu, dedi [117].
69-.......Âişe
(R) tahdîs edip şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:
— "Bir ordu Ka'be'yi (harâb etmeye)
kasdedecek. Bunlar Beydâ mevkiine geldiklerinde evvelleri ve âhirleriyle (yânı
başbuğlarından son neferlerine kadar hepsi) yere batırılırlar" buyurdu.
Âişe dedi ki: Ben:
— Yâ Rasûlallah!
Bunlar, evvelleri ve âhirleriyle nasıl yere batırılırlar; hâlbuki bunların
arasında (alışverişle geçinen) çarşılar halkı ve o zâlimlerden olmayan kimseler
vardır, dedim.
Rasûlullah:
— "Bunlar evvelleri ve âhirleriyle
batırılırlar. Sonra bu batırılanlar (kıyamet gününde) kendi niyetlerine göre
diriltilirler" buyurdu [118].
70-.......
Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Herhangi
birinizin cemâatle namazı, (alışveriş ettiği) çarşısında ve evinde (yalnızca
kıldığı) namazı üzerine yirmi küsur derece ziyâde olur. Bu ziyâdeliğin sebebi
şudur: O kimse abdeste niyet edip abdestini güzel aldığı ve namazdan başka bir
kasdı olmaksızın mescide gittiği zaman (tâ mescide girinceye kadar) her adım
attıkça o adımdan dolayı muhakkak bir derece yükseltilir yâhud o adım sebebiyle
kendisinden muhakkak bir günâh indirilir. Melekler de sizin herbirinize namaz
kılacağı yerde abdestini bozmadan ve orada kimseye eziyet etmeden durduğu
müddetçe: 'Yâ Allah ona salât eyle, yâ Allah ona merhamet eyle!' diye duâ ve
istiğfar ederler".
Ve yinj: Rasûlullah
(S): "Sizden herhangi biriniz, namaz kendisini habsetrıekte olduğu
müddetçe bir namaz (sevabı) içindedir" buyurdu [119].
71-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle dedi: Peygamber (S) çarşıda idi. Bir kimse:
— Yâ Eba'l-Kaasım! diye seslendi.
Peygamber hemen o zâta
dönüp baktı. O zât (başka birine işaret ederek):
— Ben şunu çağırmıştım, dedi. ! Bunun üzerine Peygamber:
"Benim (öz)
adımla ad koyunuz, fakat künyemle künyelen-meyiÂiz!" buyurdu [120].
72-......
Enes (R) şöyle demiştir: Bir kimse Bakî'da (yânî oradaki çarşıda):
— Yâ Eba'l-Kaasım! diye çağırdı.
Peygamber de ona dönüp
baktı. Bu sefer o kimse:
— Ben seni kasdetmedim, dedi. Peygamber (S):
— "Benim adımla
ad koyunuz, fakat künyemle künyelenme-yiniz" buyurdu [121].
73-.......Ebû
Hureyre ed-Devsî (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) gündüzün bir parçasında
çıktı; O benimle, ben de O'nunla konuşmayarak Kaynukaa çarşısına gelinceye
"kadar (yürüdü). Sonra(ora-dan dönüp) Fâtıma'nın evinin önünde bir kenara
oturdu ve (Hasan'ı yâhud Hüseyin'i kasdederek):
— "Küçük orada mısın, küçük orada
mısın?" diye sordu. Fâtıma çocuğu evden çıkmaktan biraz alıkoydu.
Zannettim ki
bu az zaman içinde
annesi çocuğu ya giydirdi yâhud başını yıkayıp taramıştı. Sonra çocuk koşarak
geldi. Peygamber (S) çocuğu kucaklayıp sarmaştı ve onu öptü de:
— "Yâ Allah, sen bu çocuğu sev; onu seveni
de sev!" diye dua etti [122].
Sufyân ibn Uyeyne
(geçen isnâdla) şöyle dedi: Ubeydullah ibn Ebî Yezîd şöyle dedi: Bana haber
verdi ki, o, Nâfi' ibn Cubeyr'in bir rek'atle vitir kıldığını görmüştür. [123].
74-.......Nâfi'
şöyle dedi:Bize İbnu Umer tahdîs etti ki, onlar Peygamber zamanında deve sahibi
tacirlerden zahîre satın alırlardı. Sonra Peygamber (S) bu tacirlere me'mûr
gönderdi de bu me'mûrlar o tacirleri mallarım, malların satılacağı zahîre
pazarına nakledip getirinceye kadar malı aldıkları yerde satmaktan men'
ediyorlardı.
Nâfi' geçen senedle
dedi ki: Ve yine bize İbn Umer tahdîs edip şöyle dedi: Peygamber (S) tacir
hububatı satın aldığı zaman onu ta-mâmiyle (ölçüp) teslim alıncaya kadar o hububatın
satılmasını neh-yetti [124].
75-.......
Atâ ibnu Yesâr şöyle dedi: Ben, Abdullalı ibnu Amr ibni'l-Âs(R)'a kavuştum da
ona:
— Sen bana
RasûlulIah(S)'ın Tevrat'ta yazılı olan sıfatından haber ver, dedim.
Abdullah ibn Amr
te'kîdli olarak şöyle cevâb verdi:
— Evet, vallahi
Rasûlullah Kur'ân'daki sıfatlarının bâzısıyle muhakkak Tevrat'ta
vasıflandırılmıştır (ki şöyledir): "Ey Peygamber, biz seni hakîkaten bir
şâhid, bir müjdeci, bir korkutucu ve ümmîlere (âcizlere) bir koruyucu olarak
gönderdik [125]. Sen elbette benim kulum
ve rasûlümsün. Ben sana "MütevvekkÜ" adını verdim. Bu peygamber kötü
huylu, katı kalbli, çarşılarda çağırgan değildir [126]. O
kötülüğe kötülükle mukaabele etmez, fakat o kötülüğü afv ile, mağfiret ile
karşılar [127]. Allah eğrilmiş, sapmış
olan milleti bu peygamber ile onları tâ ilahe illeHlah demeleri suretiyle
doğrultmadıkça, o peygamberin ruhunu asla kabzetmeyecektir. Allah birçok kör
gözleri, birçok sağır kulakları, birçok kapalı kalbleri bu tevhîd kelimesiyle
açacaktır" [128].
Ve Abdulazîz ibn Ebî
Seleme, bu hadîsi seneddeki Hilâl ibn Alî'den rivayet etmekte diğer râvî
Fulayh'a mutâbaat etmiştir.
Saîd ibn Ebî Hilâl,
hadîsin senedindeki Hilâl'den; o da Atâ ibn Yesâr'dan; o da sahâbî olan Abdullah
ibn Selâm'dan olmak üzere söyledi:
"Gulfun",
gılâf içinde olan her şeydir: Kılıç gılâf içinde olduğu zaman "Seyfun
ağlefu( = Kılıflı kılıç)"; yay gılâf içinde olduğu zaman "Kavsun
ğalfau( = Kılıflı yay)"; erkek sünnetli olmadığı zaman "Raculun ağlefu(-
Kabuklu adam)" denilir. Bu tefsîri Ebû Abdil-lah el-Buhârî söyledi [129].
Çünkü Yüce Allah şöyle
buyurdu:
"Ölçekte ve
tartıda hileye sapanların vay hâline! Ki onlar insanlardan ölçekle aldıkları
zaman tastamam alanlar; onlara ölçekle yâhud tartı ile verdikleri zaman ise
eksiltenlerdir" (et-Tatm: 13). Bu "Çağırdığınız vakit onlar sizi
işitiyorlar mı?" (e 73) âyetindeki "FİT* lâfzının aslı "Yesmeune
lekum iken cerr harfinin kaldırılmasıyle "Yesmeûnekum olması gibidir [130].
Ve Peygamber (S):
"Devenizin bedelini tastamam alıncaya kadar hurma ölçtürünüz"
buyurmuştur [131]. Usmân(R)'dan
zikrolunuyor ki, Peygamber (S) ona:
"Birşey sattığın
zaman sen ölç; satın aldığın zaman da ölçtür" buyurmuştur [132].
76-.......Abdullah
ibn Umer(R)'den; Rasûlullah (S): "Herkim
bir zahire satın
alırsa, o zahireyi ölçtürüp tastamam teslim almadıkça (kabz etmedikçe)
satmaz" buyurmuştur [133].
77-.......
Câbir ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: (Babam) Abdullah ibn Amr ibn Haram,
üzerinde (ödenecek) bir borç olduğu hâlde Uhud harbinde vefat etti. Ben onun
alacaklılarının bu borçtan bir mikdârını barakmaları hususunda Peygamber'den
yardım istedim. Peygamber onlardan böyle bir sulh istedi, fakat alacaklılar
(Yahûdî olduklarından) birşey bırakmadılar. Bunun üzerine Peygamber (S) bana:
— "(Ey Câbir, sen
bahçene) git, hurmanı toplayıp sınıf sınıf ayır: Acve cinsini bir boy, Azku
Zeyd cinsini de bir boy yap. Sonra bana haber gönder!" buyurdu.
Ben bu işleri yaptım,
sonra Peygamber'e haber gönderdim. Peygamber geldi ve hurma yığınının üst
tarafına yâhud ortasına oturdu. Sonra (orada bekleşen alacaklılara işaret
ederek):
— "Haydi şu alacaklı kav/n için Ölç!"
buyurdu.
Ben de o alacaklılara,
hakları olan mikdârı tamamen verinceye kadar Ölçtüm; hurmam geri kaldı; sanki
ondan hiçbirşey eksilme-miş gibiydi [134].
Ve Firâs ibn Yahya,
Şa'bî'den söyledi ki, o şöyie demiştir: Bana Câbir, Peygamber'den tahdîs etti
de: Ben alacaklılar için ölçmeye devam ettim, nihayet borcu ödedim, dedi.
Ve Hişâm ibn Urve,
Vehb ibn Keysân'dan olmak üzere söyledi ki, Câbir şöyle demiştir: Peygamber
(S):
— "Hurma
salkımlarını alacaklı için kes, sonra da onun hakkını öde!" buyurdu [135]
78-.......
el-Mıkdâm ibnu Ma'dîkerib(R)'den: Peygamber (S):
"Azığınızı
ölçünüz ki, sizin için bereketlendirilsin!" buyurmuştur [137].
Peygamber'in sâ'^ye
müdd ölçeği hakkındaki bu duasını Aişe rivayet etmiştir [138].
79-.......
Abdullah ibn Zeyd(R)'den: Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Şübhesiz
İbrahim Peygamber Mekke'yi harem kıldı ve Mekke için (bereketle) dua etti.
îbrâhîm Peygamberin Mekke'yi harem kılışı gibi, ben de Medine'yi harem (yânî
ihtiram edilecek yer) kıldım ve Medine için müddü ve sâ'ı hakkında, İbrahim aleyhi's-selâmın
Mekke için yaptığı dua gibi, dua ettim" [139].
80-.......Enes
ibn Mâlik(R)'ten: Rasûiullah (S) Medîneliler'i kasdederek: "Yâ Allah,
bunlara kilelerinde bereket ihsan eyle, sâ'lann-da ve müddlerinde bereket ihsan
eyle!" djye duâ eylemiştir [140].
81-.......
İbn Umer (R) şöyle demiştir: Ben Rasûiullah (S) zamanında götürü.pazarlıkla
erzak satın alan (ve malı teslîm almadan başkasına satmak isteyen öyle
muhtekir) kimseler gördüm ki, bunlar o malları yükleyip kendi mekânlarına
nakledinceye kadar döğülürler (ve kabzdan önce) satmaktan men' olunurlardı [141].
82-.......İbn
Abbâs (R): Rasûlullah (S), kişiyi satın aldığı yiyecek maddesini tamamen
teslim alıncaya kadar başka bir müşteriye satmaktan nehyetti, demiştir. Ben
(Tâvûs ibn Keysân), İbn Abbâs'a:
— Böyle bir satıştan nehyin sebebi nedir? diye
sordum, îbn Abbâs:
— Müşterinin satın
aldığı herhangi bir gıda maddesini kabz ve nakletmeden başkasına satması,
parayı para ile satmak demektir. Hâlbuki ortada satın alınmış olan malın edası
geri bırakılmıştır, dedi [142].
83-.......Abdullah
ibnu Dînâr tahdîs edip şöyle dedi: Ben İbnu Umer(R)'den işittim, şöyle diyordu:
Peygamber (S): "Herhangi bir yiyecek maddesi satın alan kimse, o malı
kendi eline teslim alıncaya kadar onu satmaz" buyurdu [143].
84-.......Amr
ibnu Dînâr bu hadîsi ez-Zuhrî'den; o da Mâlik ibn Evs'ten tahdîs ediyordu. Bu
Mâlik ibn Evs bir sahâbî meclisine gelip:
— Yanında (dînârları
dirhemle) bozabilecek kimse var mı? Diye sordu.
Cennetle müjdelilerden
olan Talha (R):
— Ben varım. Bizim
hazinecimiz Gâbe ormanından gelince paranı bozayım, dedi.
Râvî Sufyân ibn
Uyeyne: Bu hadîs, bizim ez-Zuhrî'den ezberlediğimiz hadîstir ki, içinde hiçbir
kelime ziyâde yoktur, demiş (ve böylece hadîsin kuvvet ve kat'îliğini te'mîn
etmiş)tir. ez-Zuhrî şöyle dedi: Bana Mâlik ibn Evs haber verdi ki, kendisi Umer
ibnu'1-Hattâb'dan işitmiştir. Umer ibnu'l-Hattâb (R), Rasûlullah (S)'in şöyle
buyurduğunu haber veriyordu:
"Altını altın ile
satma ve değiştirme ribâdır. Ancak iki tarafın birbirine 'Ha al, ha ver'
diyerek, elden ele peşin verip almış olmaları hâli müstesnadır. Buğdayı
buğdayla tebdilde ribâdır. Ancak iki ta-raf birbirine 'Ha al, ha ver' diye peşin
alıp vermeleri müstesnadır. Hurmayı hurma ile satmak da ribâdır. Ancak 'Ha ah
ha ver' denilmesi hâli müstesnadır. Arpayı arpa ile satmak da ribâdır; ancak
'Ha al, ha ver'denilmesi müstesnadır" [144].
85-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne tahdîs edip şöyle dedi: Amr ibn Dinar'dan ezberlediğimiz
hadîs ki, Amr onu Tâvûs'tan şöyle derken işittiğini.söyledi: Ben İbn
Abbâs(R)'tan işittim; şöyle diyordu: Peygamber(S)'in nehyettiği şey, satın
alınıp da henüz kabz edilmeyerek yanında bulunmayan erzakın satılmasıdır. İbn
Abbâs: Peygamber'in nehyettiği erzakın gayrı eşyaya gelince; ben herhalde
bunların da onlar gibi kabz edilmeden satışının nehyedilmiş olduğunu zann etmiyorum,
dedi [145].
86-.......
İbnu Umer(R)'den (şöyle demiştir): Peygamber (S):
"Her kim bir
yiyecek maddesi satın alırsa, satın aldığı malı tamamen teslim alıncaya kadar
onu başkasına satmaz" buyurdu.
İsmâîl ibn Ebî Uveys,
Mâlik'ten yaptığı kendi rivayetinde "Bir yiyecek maddesi satın alan kimse,
onu kabzedinceye kadar başkasına satmaz"kelâmında "Yakbıdahu = Onu
kabzedinceye kadar"^ fıkrasını ziyâde etmiştir [146].
87-.......İbn
Şihâb şöyle dedi: Bana İbnu Umer'in oğlu Salim haber verdi ki, İbn Umer (R)
şöyle demiştir: Yemîn olsun ben Rasû-lullah (S) zamanında ölçüsüz, tartısız
olarak götürü pazarlıkla yiyecek maddesi satın alan (ve kabz etmeden başkasına
satmak isteyen ihtikâra) insanlar gördüm ki, bunlar o malları yükleyip kendi
menzillerine nakledinceye kadar, onları bulundukları yerlerinde satmamaları için
-veya: onları bulundukları yerlerinde satmalarının kerahetinden dolayı-
döğülürlerdi [147].
İbn Umer (R): Satış
akdinin diri ve toplu olarak eriştiği herşey (yânî satış akdi sırasında ölmemiş
ve değişmemiş bulunan herhangi şey, akidden sonra satıcının yanında helak
olsa), o mal müşterinin damânın)dendir, demiştir [149].
88-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'in üzerine hiçbir gün geçmezdi ki, o günün
iki tarafının, yânî sabah ve akşam vakitlerinin birinde Peygamber muhakkak Ebû
Bekr'in evine gelirdi. Nihayet Peygamber'e Medine'ye gitmek üzere yola çıkmak
hususunda Allah tarafından izin verilince, bize gelmesi hususunda mu'tâd olmayan
öğle vaktinde ansızın geldi. Ebû Bekr'e O'nun gelişi haber verildi. Ebû Bekr:
— Meydana gelmiş mühim
bir iş olmadıkça Peygamber bu saatte bize gelmezdi, dedi.
Peygamber Ebû Bekr'in
yanına girince ona:
— "Yanında kim varsa dışarı çıkar!"
buyurdu.
Ebû Bekr:
— Bu ikisi benim iki
kızımdır yâ Rasûlullah, dedi.
Ebû Bekr bu sözüyle
ben Âişe'yi ve Esmâ'yı kasdediyordu. Peygamber:
— "Şu mühim işi hissettin mi; Bana
Medine'ye çıkmak hususunda izin verildi" buyurdu.
Ebû Bekr:
— Yâ Rasûlallah!
Çıkışta senin sohbetinde ve maiyyetinde bulunmak isterim. Sohbetini isterim,
dedi ve şöyle ilâve etti: Yâ Rasûlallah! Yanımda iki binek devesi vardır. Ben
bunları Medine'ye hicret çıkışı için hazırladım. Binâenaleyh Sen bunların birini
al! dedi.
Rasûlullah (S):
— "'Ben onu bedeliyle aldım" buyurdu [150]
"însan (beşer)
kardeşinin alışverişi aleyhine alışveriş etmez; (beşer) kardeşi kendisine izin
verinceye yâhud pazarlığı terk edinceye kadar, onun pazarlığı aleyhine de pazarlığa
girişmez" [151]
89-.......îbn
Umer(R)'den: Rasûlulah (S): "Sizden biriniz (beşer) kardeşinin alışverişi
aleyhine alışveriş etmez" buyurmuştur [152].
90-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S), şehirliyi, (göçebenin malını) göçebe
adına satmaktan nehyetti. Ve: "Müşteri kandırıp kızıştırmayınız!"
buyurdu. Yine Rasûlullah: "Hiçbir kimse (beşer) kardeşinin alışverişi
aleyhine alışveriş etmez. Kardeşinin evlenme pazarlığı aleyhine evlenme
pazarlığına da girişmez. (İffetli) hiçbir kadın da (beşer) kardeşi bulunan bir
kadının çanağındaki ni'meti kendi kabına doldurmak için, onun talâkını
istemez" buyurdu [153].
Atâ ibn EbîRebâh:
Ben, artırma yapmakta
olan kimseler içinde ganimetleri satmakta hiçbir be's görmeyen insanlara eriştim,
demiştir [154].
91-.......Câbir
ibn Abdillah(R)'tan (şöyle demiştir):(Azre oğullan'ndan Ebû Mezkûr adında
sahâbî) bir kimse, kendine âid olan bir köleyi müdebber olarak (yânî ölümümden
sonra sen hürsün diyerek) âzâd etmişti. Sonra Ebû Mezkûr (fakır düşüp, bu
kölenin bedeline) muhtâc oldu. Peygamber (S) de köleyi aldı da:
— "Bunu benden
kim satın almak ister?" dedi (yânî müzayedeye arzetti).
(Müzayede neticesinde)
Nuaym ibnu Abdillah o köleyi şöyle şöyle dirhemle satın aldı. Rasûlullah da
kölenin bu bedelini Ebû Mezkûr'a verdi [155].
İbn Ebî Evfâ: Nâciş
(necş yapan), ribâ yiyicisidir; hâindir, demiştir [157].
Buhârî de: Necş,
aldatma yarışıdır; bâtıldır; bunun yapılması halâl olmaz, demiştir.
Peygamber (S):
"Aldatmanın sahibi ateştedir" buyurdu [158].
Yine Peygamber (S):
"Her kim bizim emrimiz üzere olmayan bir iş yaparsa, o iş
reddedilmiştir" buyurdu [159].
92-.......İbn
Umer (R): Peygamber (S) necş yapmaktan (yânî satıcı ile müşteri arasına girip,
kendisini alıcı gibi göstererek müşteriyi kandırıp fiatı yükseltmeye çalışmaktan)
nehyetti, demiştir [160].
93-.......Abdullah
ibn Umer(R)'den (şöyle demiştir): Rasuluılah (S) habelu'l-habele satışından
(yânı gebe devenin dişi doğacak yavrusunun gebeliğini satmaktan) nehiy
buyurdu. Bu, Câhiliyet halkının kendi aralarında yapageldikleri (böyle akıbeti
mechûl) bir satış idi. Adam, meselâ bir deveyi (veya herhangi bir malı) gebe bir
devenin doğurmasına, sonra bu doğan dişi yavru da (gebe olup) karnındaki cenini
doğurmasına ta'lîkan mal alıp satardı [162].
Enes: Peygamber (S) el
dokundurmakla yapılan satıştan nehyetti, demiştir [163].
94-.......Ebû
Saîd Hudrî (R): Rasûlullah (S) munâbezeden (yânî karşılıklı atışma suretiyle
yapılan satıştan) nehyetti, diye haber verdi ve: Munâbeze, kişinin satacağı
kumaşını, almak isteyenin o kumaşı alt üst etmesine ve ona bakmasına, düşünmesine
fırsat vermeden önce alıcıya doğru atmasıdır (yânî atması suretiyle yapılan
bir satıştır), dedi. Ve yine Ebû Saîd: Peygamber, mülâmeseden (yânî el dokundurmak
suretiyle yapılan satıştan) de nehyetti. Mülâmese, alıcının kumaşa bakmayıp,
sâdece elle dokunması suretiyle yapılan satıştır, dedi [164].
95-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: İki nevi' giyinişten nehyolundu: Biri, kişinin bir
tek kumaş içinde sarınıp bürünmesi, sonra da büründüğü bu kumaşı (avret yeri
açılacak şekilde) omuzu üstüne kaldırıp yükseltmesidir. -İkincisi de bir kumaşı
sımsıkı sarınmaktır ki, buna iştimâlu's-sammâ denir.- İki nevi' satıştan; el
dokundurma satışı ile atma suretiyle yapılan satıştan da nehyolundu [165].
Enes: Peygamber (S),
atışma suretiyle yapılan satıştan nehyetti, demiştir [166].
96-.......
Ebû Hureyre(R)'den: Rasûlullah (S) el dokundurma ve atışma suretiyle yapılan
satışlardan nehyetti (demiştir) [167].
97-...,. Ebû
Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) iki nevi' giyinişten ve iki
nevi' alışverişten: el sürüp dokundurmak ve birbirine atmak suretiyle yapılan
alışverişlerden nehyetti [168].
"el-Musarrât",
birkaç günler sağıtmayıp sütü memesinde habsedilmiş ve orada yığılıp toplanmış olan
hayvandır. Tasriye masdannın asıl ma'nâsı suyu habsetmektir.
"Sarraytu*l-mâe( = Suyu habsettim)" ta'bîri, bu ma'nâdan dolayı
söylenir [169].
98-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle dedi: Peygamber (S): "Deve ve koyunları (sütlerini
memeleri içinde yığmak suretiyle) bol sütlü göstermeye çalışmayınız- Her kim
sütü memesinde habsedilmiş bir hayvanı, bu habsedişten sonra satın alırsa, onu
sağması sırasında iki re'y arasında muhayyerdir: Dilerse o hayvanı kendi
mülkiyetinde tutar, isterse onu bir sâ' hurma ile birlikte sahibine geri
verir" buyurdu [170].
Ve Ebû Salih'ten,
Mucâhid'den, Velîd ibn Rebâh'tan, Mûsâ ibn Yesâr'dan; onlar da Ebû Hureyre'den
olmak üzere zikrolunuyor ki, Peygamber (S) "Bir sâ' hurma ile
birlikte" demiştir.
İbn Sîrîn'deh; o da
Ebû Hureyre'den olmak üzere rivayet eden râvîlerin bâzısı da: "Herhangi
bir yiyecek maddesinden bir sâ' ile geri verir. Ve kendisi üç gün
muhayyerdir" buyurdu, demişlerdir. İbn Sîrîn'den; o da Ebû Hureyre'den
merfû' olarak rivayet edenlerin bâzısı da: Üç günü zikretmeyerek sâdece
"Bir sâ' hurma"y\ zikretmiştir. Hurma rivayetleri daha çoktur [171].
99-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R): Kim sütü memesinde biriktirilmiş bir davar satın almış ise (isterse)
o davan geri versin ve onunla beraber (sût bedeli olarak) bir sâ' da birşey
versin, demiştir. Ve yine yukanki senedle gelen bir rivayette İbn Mes'ûd:
Peygamber (S) mal satıcılarının yolda karşılanmasını nehyetti, demiştir [172].
100-.......Ebû
Hureyre(R)'den:Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Mal getirmekte olan
binicileri, pazar hâricinde karşılamayınız. Bâzınız, diğer bâzınızın alışverişi
üzerine alışverişe kalkışmasın. Sizler müşteri kandırıp kızıştırmayınız. Hiçbir
şehirli, bedevinin nâmına onun malını satmaz. Koyunları bol sütlü göstermeye
çalışmayınız. Her kim sütü memesinde biriktirilmiş bir hayvan satın alırsa, o,
bu hayvanı sağdıktan sonra iki görüş muhayyerliğindedir: Bu haliyle razı
olursa, onu mülkiyetinde tutar; razı olmazsa, o hayvanı bir sâ' hurma ile
birlikte geri verir" [173].
101-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle diyordu: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Her kim sütü
sağılmayıp göğsünde biriktirilmiş bir koyunu satın alır, akabinde onu sağarsa
(yânî hîleyi öğrenirse, bu müşteri muhayyerdir): Eğer h: haliyle razı olursa
koyunu mülkiyetinde alı-koyar; eğer öfkelenir, razı olmazsa (koyunu geri
verir). Ve koyunu sağması mukaabilinde de bir sâ' hurma (vergisi) vardır" [174].
Ve Kaadı Şurayh:
"(Erkek veya dişi) zinâkâr bir köleyi, müşteri dilerse bu ayıbından dolayı
sahibine geri verir" demiştir [175].
102-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle diyordu: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Bir câriye zina
ettiği ve zinası da (beyyine, gebelik veya ikrar ile) tebeyyün ettiği zaman,
efendisi onu kamçılasın, fakat onu (bu cezadan sonra) sözle ayıplamasın. Sonra
yine zina ederse efendisi onu yine kamçı ile dövsün, fakat ayıbını yüzüne
vurup sözle onurunu incitmesin. Sonra bu câriye üçüncü bir zina daha ederse,
efendisi onu (ayıbını beyân ederek) kıldan yapılmış bir ip pahası ile de olsa,
satsın" [176].
103-.......Zeyd
ibn Hâlid (R) ile Ebû Hureyre'den (ikisi şöyle demişlerdir): Rasûlullah'a
muhsane olmamış iken zina eden bir cariyenin hükmü soruldu. Rasûlullah (S)
cevaben: "Câriye zina ederse, onu kamçılayın. Sonra yine zina ederse, yine
kamçılayın. Sonra yine zina. ederse, artık bu sefer (kamçılama akabinde) bir
kıl örgüsü karşılığında olsa bile onu satınız" buyurdu [177].
İbn Şihâb: Onun
satışının üçüncü yâhud dördüncü zinadan sonra mı olmasını istedi, bilmiyorum,
demiştir [178].
104-.......Urvetu'bnu'z-Zubeyr
şöyle dedi: Âişe (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S) yanıma girdi. Ben ona
Berîre'yi satın alma kıssasını zikrettim. Rasûlullah: "Sen Berîre'yi
onlardan satın al ve hürriyete kavuştur. Şübhesiz velâ (denilip mîrâs hakkı sabit
olan hükmî hısımlık) köleyi hürriyete kavuşturana âiddir" buyurdu. Bundan
sonra Peygamber gündüzün sonuna doğru bir vakitte ayağa kalktı. Allah'a hamd
ve lâyık olduğu sıfatlarla övdükten sonra, şöyle hitâb buyurdu:
"Bir takım
insanların hâli nedir ki, onlar Allah 'm Kitabı 'nda bulunmayan bir takım
şartlar ileri sürüyorlar. Kim A ilah 'in Kitabı 'nda bulunmayan bir şartı şart
koşarsa, o böyle yüz tane şart koşmuş olsa da öyle şart bâtıldır. Allah'ın şartı
en haklı ve en güvenilendir" [180].
105-.......Bize
Hemm.âm ibn Yahya tahdîs edip şöyle dedi: Ben Nâfi'den işittim; Abdullah ibn
Umer'den tahdîs ediyordu (İbn Umer şöyle demiştir):
Âişe, Berîre'nin
sâhibleriyle pazarlığa girişti. Bu esnada Peygamber namaza çıktı. Namazdan
gelince Âişe: Onlar Berîre'yi ancak velâ hakkının kendilerinin olması şartıyle
satıyorlar, dedi. Peygamber: "Velâ, ancak hürriyete kavuşturanındır"
buyurdu. Hemmâm dedi ki: Ben Nâfi'e: Berîre'nin kocası hürr mü yâhud köle mi
idi? diye sordum. Nâfi': Bunu bana ne bildirir? Dedi [181].
Peygamber (S):
"Sizin biriniz mü'm in. kardeşinden öğüt istediği zaman ona nasihat
etsin" buyurmuştur [183].
Atâ ibn Ebî Rebâh da şehirlinin
köylü malını satmasına ruhsat vermiştir [184].
106-.......Kays
ibn Ebî Hazım şöyle demiştir: Ben Cerîr ibn Abdillah(R)'tan işittim, şöyle
diyordu: Ben Rasûlullah'la Lâ ilahe UW-llah ve MuhammedRasûlullah'm ma'nâsma
şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, (Allah ve Peygamber emirlerini)
işitip itaat eylemek ve her müslümâna nasihat etmek üzere bey'at ettim[185].
107-.......İbn
Abbâs (R); Rasûhillah (S): "Alıcılar mal getiren binicileri (pazar
dışında) karşılamazlar. Hiçbir şehirli de köylü hesabına onun malını
satamaz" buyurdu, demiştir.
Hadîsin râvîsi Tâvûs
dedi ki: Ben İbn Abbâs'a:
— Peygamber'in "Şehirli, köylünün malını
satamaz "sözünün ma'nâsı nedir? diye sordum.
İbn Abbâs:
— Şehirli, köylüye simsarlık edemez (demektir),
dedi [186].
108-.......İbn
Umer (R): RasÛlullah (S) şehirlinin, köylü malını köylü nâmına satmasını
nehyetti, demiştir [187].
İbn Abbâs da
şehirlinin köylü adına satışım kerîh gören kimsenin görüşüne kaail olmuştur [188].
İbn Şîrîn de,
simsarlıkta alışverişi kerîh görmüştür. İbrâhîm en-Nahaî de, hem satıcı hem
alıcı için simsarlığı kerîh görmüştür. îbrâhîm bu görüşüne (yânî şehirlinin
köylü için satması ile satın alması arasındaki kerahetin müsâvîliğine) delîl
getirici olarak: Arab "Bi* lî sevben" der; hâlbuki o, bu sözüyle
"Bana bir elbise satın al" demek ister, demiştir [189].
109-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle diyordu: RasÛlullah (S): "İnsan kardeşinin alışverişi
aleyhine alışveriş etmez. Müşteri kandırıp kızıştırmayımz. Hiçbir şehirli,
bedevi adına satış yapmaz" buyurdu.
110-.......Muhammed
ibn Şîrîn dedi ki: Enes ibn Mâlik: Bizler şehirlinin köylü nâmına malını satmasından
nehyolunduk, dedi [190].
Ve böyle binicileri
karşılayanın satışı reddedilmiştir; bâtıldır. Çünkü karşılama yapan, bunun
nehyedildiğini
bilmekte ise
(Peygamber'in yasağına isyan etmiş) birisidir; günahkârdır.
Binicileri yolda
karşılama, şübhesiz satışta bir aldatma girişimidir. Aldatma ise (haramdır) hiç caiz olmaz [192].
111-.......Ebû
Hureyre (R): Peygamber (S- meta' yükleyip gelen) binicileri karşılamaktan ve
şehirlinin, köylü malını satmasından nehyetti, demiştir.
112-.......Tâvûs
ibn Keysân: Ben îbn Abbâs'a:
— Peygamber'in
"Hiçbir şehirli, bir köylü hesabına asla satış yapmasın" sözünün
ma'nâsı nedir? dedim.
O:
— Hiçbir şehirli,
köylü için bir simsar (yânı ücretli bir aracı) olmasın, demektir, dedi.
113-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R): Her kim sütü memesinde biriktirilmiş bir hayvan satın almışsa
(o haliyle beğenmediği takdirde), o hayvanın beraberinde bir sâ' da süt ücreti
geri versin demiş ve: Peygamber (S), satıcıları karşılamaktan da nehyetti
hadîsini ilâve etmiştir [193].
114-.......Abdullah
ibn Umer(R)'den: Rasûlullah (S): "Birmetâ'ı bâzınızın alım satım etmesi
üzerine diğer bâzınız bunu alım satım edemez. Siz (binici kaafilelerinin pazara
getirdiği) satılık eşyayı da, o mallar pazara getirilip indirilinceye kadar
(yolda) karşılamayınız" buyurmuştur [194].
115-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Biz mal getiren binicileri (şehir içinde pazarın
üst tarafında) karşılar ve onlardan yiyecek maddesi satın alırdık. Peygamber
(S) satın aldığımız şeyleri, yiyecek maddesi satılan çarşıya ulaştırılmasından
önce (satın alış yerinde) satmamızı nehyetti.
Ebû Abdillah el-Buhârî
dedi ki: Bu hadîste zikredilen karşılama şehir içinde, pazarın üst tarafında
olmuştur. Bu karşılamanın şehir içinde pazarın üst tarafında olduğunu, bundan
sonra gelen Ubeydul-lah hadîsi beyân etmektedir [196].
116-.......Ubeydullah
ibn Umer şöyle demiştir: BanaNâfi', Abdullah ibn Umer'den tahdîs etti. O şöyle
demiştir: Sahâbîler çarşının üst tarafında yiyecek maddesi satın alırlar ve bu
malları satın aldıkları yerde satarlardı. Rasûlullah (S) onları, bu malları
yükleyip pazara nakledinceye kadar aldıkları yerde satmaktan nehyetti [197].
117-.......
Âişe (R) şöyle demiştir: Berîre bana geldi ve:
— Ben sâhiblerimle
dokuz ûkıyye (yânî 360 dirhem), her senede bir ûkıyye (yânî 40 dirhem ödemek)
üzere hürriyetimi onlardan satın alma akdine giriştim. Bunun için bana yardım
et! dedi.
Ben de Berîre'ye:
— Eğer sâhiblerin bu
bedeli onlar için hazır etmemi ve sen hürriyete kavuştuktan sonra hükmî
hısımlığının bana âid olmasını isterlerse, bu bedeli ben bir defada öderim,
dedi.
Bunun üzerine Berîre
sahihlerine gitti ve onlara benim teklîfimi söylemiş. Fakat onlar buna
yanaşmamışlar. Berîre onların yanından dönüp geldiğinde Rasûlullah Âişe'nin
yanında oturuyordu. Berîre
Âişe'ye:
— Senin sözlerini onlara
arzettim, kabul etmediler. Bu akid için hükmî hısımlığın kendilerine âid
olmasını şart kılıyorlar, dedi.
Peygamber, Berîre'nin
bu sözlerini işitti. Ben Âişe de mes'eleyi Peygamber'e haber verdim. Bu haber
verme üzerine Peygamber (S)
Âişe'ye:
— "Berîre'yi onlardan al, istedikleri
hükmî hısımlığı da onlar lehine şart kıl. Hükmî hısımlık (hukûkan) ancak
hürriyete kavuşturana âiddir" buyurdu.
Âişe de Berîre'yi bu
suretle satın aldı (hürriyete kavuşturdu). Sonra Rasûlullah insanlar içinde
ayağa kalktı. Allah'a hamd ve sena etti. Sonra "Amma ba'du = Sözün bundan
sonrasına gelince şudur" diyerek, şöyle hitabe yaptı:
— "Bir takım
adamlara ne oluyor ki, onlar Allah 'in Kitabı 'nda bulunmayan şartlar ileri
sürüyorlar, Allah'ın Kitâbı'nda bulunmayan herhangi bir şart, yüz kerre şart
kılınmış olsa da muhakkak surette bâtıldır, Allah'ın hükmü uyulmaya en haklı,
Allah'ın öğrettiği şart da en sağlam ve en güvenilecek şarttır. Hükmî hısımlık
ancak hürriyete kavuşturan kimseye âiddir" [199].
118-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Mü'minlerin anası Âişe bir câriye satın alıp, onu
hürriyete kavuşturmak istedi. Cariyenin sâhibleri: Biz bu cariyeyi sana, onun
velâ hakkı (yânî hükmî hısımlığı) bize âid olmak şartı üzere satarız, dediler.
Âişe onların bu şartını Rasûlullah'a zikretti. Rasûlullah (S): Âişe'ye:
"Onların bu (bâtıl) şartı, senin velâ (yânî hukukî hısımlık) hakkına
mâni' olmaz. Çünkü velâ hakkı ancak hürriyete kavuşturan.kimseye âiddir"
buyurdu [200].
119-.......Mâlik
ibn Evs, Umer ibnu'l-Hattâb(R)Jdan işitti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Buğdayı buğdayla satmak ribâdır, ancak (iki taraf birbirine) ha al, ha
ver diye peşin olması hâli müstesnadır. Arpayı arpa ile satmak ribâdır, ancak
ha al, ha ver diye peşin olması müstesnadır. Hurmayı hurmayla satmak ribâdır,
ancak ha al, ha ver diye peşin olması hâli müstesnadır* [201].
120-.......
Abdullah ibn Umer(R)'den (şöyle demiştir): Rasûlullah (S) muzâbene satışından
nehyetti. Muzâbene satışı,, yaş hurmayı (ağacında mikdârını tahmin ederek)
ölçekle kuru hurma mukaablü satmaktır. Kuru üzümü de (yine böyle tahminî)
ölçekle satmaktır [202].
121-.......İbn
Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) muzâbeneden nehyetti. Muzâbene, ağaç
üzerindeki yaş hurmayı tahmîn edip fazla gelirse benimdir, eksik gelirse
tamamlaması bana âiddir diyerek ölçekle kuru hurma mukaabilinde satmaktır [203].
İbn Umer dedi ki: Bana
Zeyd ibn Sabit tahdîs etti ki, Peygamber (S) ağaç üzerindeki yaş meyveyi,
kuruduğunda oluşturabileceği kuru hurma mikdârını takdir ile (o kadar kuru
hurma mukaabilinde) satma hususunda ruhsat vermiştir [204].
122-.......Mâlik
ibn Evs haber verip, yüz dinarını dirhemlerle değiştirmek istediğini söylemiş
ve şöyle devam etmiştir: Talha ibn Ubeydillah beni çağırdı. Birbirimizle bu
para değiştirme işini görüşüp kararlaştırdık. Hattâ benden altınları istedi. O
benden altınları aldı da elinin içinde onları alt üst çevirmeye başladı. Sonra:
Dirhemler (gümüş paralar) yanımda değildir, hazinecim olan zât Gâbe ormanından
gelince sana veririm, dedi.
Umer t>u konuşmayı
işitti de hemen bana şunları söyledi: — Vallahi sen gümüşleri Talha'dan
alıncaya kadar ondan ayrılmayacaksın. (Çünkü) Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:
"Altım altın ile değiştirmek ribâdır, ancak ha ah ha ver diye peşin alıp
vermek müstesnadır. Buğdayı buğdayla değiştirmek de ribâdır, ancak ha al, ha
ver diye peşin olmak müstesnadır. Arpayı arpa ile satıp değiştirmek de ribâdır,
ancak ha al, ha ver diye peşin olmak müstesnadır"[206].
123-.......Ebû
Bekre (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:
"Altını altınla
satmayınız, ancak ikisi müsavi mikdârda olarak satınız. Gümüşü de gümüşle
satmayın, ancak ikisi müsavi olarak satın Altını gümüş ile, gümüşü de altın ile
(fazlalıklı veya müsâvî) nasıl isterseniz (peşin olarak) öyle satınız" [207].
124-.......İbn
Şihâb ez-Zuhrî şöyle dedi:Bana Salim ibnu Abdillah, babası Abdullah ibn
Umer'den tahdîs etti ki, İbnu Umer'e de Rasûlullah'tan bir hadîs olarak bunun
benzeri bir hadîsi Ebû Saîd Hudrî tahdîs etmiştir. Diğer bir defasında Abdullah
ibn Umer, Ebû Saîd'e kavuştu da: Yâ Ebâ Saîd, senin Rasûluliah'tan tahdîs
etmekte olduğun o hadîs nedir? dedi. Bunun üzerine Ebû Saîd sarraflık (yânî iki
nakdin birini diğeriyle değiştirmek) hakkında şöyle dedi: Ben
Ra-sûlullah(S)'tan işittim, şöyle buyuruyordu: "Altın ile altın, misli misliyle
olarak;gümüş ile gümüş de misli misliyle o/<7rö£(değiştirnir)"[208].
125-.......
Ebû Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Rasülullah (S) şöyle buyurdu: "Altım
altınla satmayınız, ancak bunlardan bâzısını bâzısı üzerine artırmayarak misli
misline (yânî müsâvî surette) satınız. Gümüşü de gümüşle satmayınız, ancak
bunlardan bâzısını bâzısı üzerine artırmaksızın misli misline (müsâvî surette)
satınız. Bunlardan gâib (yânî müddetlendirilmiş) olanı da hâzır ve peşin olanla
satmayınız. [209]
126-.......İbnu
Cureyc şöyle dedi: Bana Amr ibnu Dînâr haber verdi; ona da Ebû Salih ez-Zeyyât,
Ebû Saîd Hudrî'den işitip haber vermiştir: Ebû Saîd:
— Dînâr dînâr ile, gümüş de gümüş ile (artıksız
değiştirilir), diyordu.
Ben Ebû Salih, Ebû
Saîd'e:
— İbnu Abbâs böyle
söylemiyor (yânî o fazlada ribâ vardır demiyor da, ribâyı yalnız veresiyeye
kasr ediyor), dedim.
Ebû Saîd de:
— Ben
İbn Abbâs'a kavuşup bunu sordum ve: Ribâ'mn veresiyeye münhasır olduğunu
Peygamber'den mi işittin, yoksa bu hükmü Allah'ın Kitâbı'nda mı buldun? dedim.
İbnu Abbâs cevaben: Ben bunların hiçbirini de (yânî Peygamber'den işitmeyi de,
Allah'ın Kitâbı'nda bulmayı da) söylemem. Sizler Allah'ın Rasûlü'nü benden daha
iyi bilirsiniz. (Allah'ın Kitâbı'nda da böyle bir hüküm bulmuş değilim). Şu
kadar ki, Usâme ibnu Zeyd bana, Peygamber(S)'in "Ribâ (fazlalıkta değil),
ancak veresiyede carîdir" buyurduğunu haber verdi, dedi [210].
127-.......
Habîb ibnu Ebî Sabit haber verip şöyle dedi: Ben Ebu'I-Miahâl Yesâr ibn
Selâme'den işittim, o şöyle dedi: Ben el-Berâ ibnu Âzib ile Zeyd ibn Erkam(R)'a
sarraflıktan sordum. Bu iki sa-hâbîden herbiri, diğeri hakkında: O benden daha
hayırlıdır (yânî daha iyi bilir), diyerek her ikisi de: Rasûlullah (S) va'deye
bağlanmış borç olarak altını gümüşle satmaktan nehyetti, diyorlardı [211].
128-.......Ebû
Bekre(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) gümüşü gümüş ile ve altını altın ile
satmaktan nehyetti, ancak değiştirilecek olan bu aynı cins mikdârların
birbirine müsâvî olması hâli müstesnadır. Peygamber bizlere altını gümüş ile
nasıl istersek; gümüşü de altın ile nasıl istersek (yânî müsâvî veya fazlalıklı
olarak) satın aU mamızı emir buyurdu [212].
Enes ibn Mâlik:
Peygamber (S) muzâbeneden ve münâkaleden nehyetti, demiştir [214].
129-.......İbn
Şihâb şöyle dedi: Bana Salim ibn Abdillah, babası Abdullah ibn Umer'den haber
verdi ki, Rasûlullah (S): "Yaş meyveyi (kızarmak, sararmak suretiyle)
yenilmeye elverişli olduğu meydana çıkıncaya kadar satmayınız. Yaş hurmayı da
kuru hurma mukaabi-linde satmayınız" buyurmuştur.
Aynı isnâd ile Salim
şöyle dedi: Yine bana Abdullah ibn Umer, Zeyd ibn Sâbit'ten haber verdi ki, o:
Rasûlullah (S) böyle yaş hurmanın, kurusu ile değiştirilmesini nehyettikten
sonra, ariyyenin (muayyen bir ağaçtaki yaş hurmanın, yerdeki) yaş veya kuru
hurma ile değiştirilmesine ruhsat verdi. Bundan başkasında ruhsat vermedi, demiştir
[215].
130-.......İmâm
Mâlik, Nâfî'den; o da Abdullah ibn Umer(R)'den, RasûlulIah(S)'ın muzâbene
satışından nehy buyurduğunu ve (İbn Umer'in:) Muzâbene, yaş hurmayı ölçekle
(tahmîn ederek) kuru hurma ile satın almak, yaş üzümü de kuru üzümle (yine
böyle tahminî) ölçekle satmaktır, dediğini haber vermiştir [216].
131-.......Ebû
Saîd el-Hudrî(R)'den (şöyle demiştir): Rasûlullah (S) muzâbeneden de
münâkaleden de nehyetti. Muzâbene, ağaçların başlarındaki yaş meyveyi (tahmîn
ederek) kuru hurma ile satın almaktır [217].
132-.......İbn
Abbâs (R): Peygamber (S) muhâkaleden ve mu zâbeneden nehyetti, demiştir.
133-.......Bize
İmâm Mâlik, Nâfi'den; o da İbn Umer'den; o da Zeyd ibn Sâbit(R)'den, Rasûlullah(S)'ın,
ariyye sahibine ariyyesi-ni (yânî ayırdığı ağaçlar üzerindeki yaş hurmayı) ne
kadar kuru hurma getireceğini tahmîn ve takdir etmek suretiyle satmasına
ruhsat verdiğini, tahdîs etmiştir [218].
134-.......Câbir
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S), tadı hoş ve güzel oluncaya kadar (ağaç
üstündeki) yaş meyveyi satmayı nehyetti ve: "Olgun yaş meyve ancak dînör
ile, dirhem ile (yânı altın ve gümüş para ile) satılır. Yalnız ariyyeler
müstesnadır (onlar yaş veya kuru hurma ile satılabilir)" buyurdu [219].
135- Bize
Abdullah ibnu Abdilvahhâb tahdîs edip şöyle dedi: Ben İmâm Mâlik'ten işittim.
Ubeydullah ibnu'r-Rabî', İmâm Mâlik'e sorup:
— Dâvûd ibnu Husayn, Ebû Sufyân(Kuzmân)'dan; o
da Ebû Hureyre(R)'den; Peygamber (S): "Ariyyeler satışında beş vesk yâ-hud
beş vesk'ten az mikdâra ruhsat verdi" hadîsini sana tahdîs etti mi?
dedi.
İmâm Mâlik de:
— Evet, diye cevâb verdi [220].
136- Bize
Alî ibnu Abdillah tahdîs edip şöyle dedi: Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs edip
şöyle dedi: Yahya fbnu Saîd şöyle dedi: Ben Buşeyr'den işittim; şöyle dedi: Ben
Sehl ibn Ebî Hasmete'den işittim: Rasûlullah (S) yaş meyveyi kuru hurma ile
satmayı nehyetmiş ve ariyyede (yânı satılmak üzere ayrılan ağaçlarda) satın
alanların onu yaş meyve olarak yemeleri için ne kadar kuru hurma tutacağını tahmîn
etmek suretiyle, o kadar hurmaya satılmasına müsâade eylemiştir. Sufyân ibn
Uyeyne diğer bir defasında: Ancak Peygamber ariyyede, sâhiblerinin onun
getireceği kuru hurma mikdârmı tahmîn etmek suretiyle, alıcıların onu yaş
hurma olarak yemeleri için o kadar kuru hurmaya satmalarına ruhsat verdi,
demiştir. Buhârî: Sufyân'ın bu iki sözü lâfzan biraz farklı iseler de, ma'nâca
bir ve müsavidirler, dedi.
Sufyân dedi ki: Ben
gencecik İ3İr oğlan çocuğu iken Yahya ibn
Saîd el-Ensârî'ye:
— Mekke ahâlîsi,
Peygamber(S)'in kendileri için ariyyelerin (yânî meyveleri yaş olarak satılmak
üzere ayrılmış olan ağaçların) satışına (kayıdsız olarak) ruhsat verdi
diyorlar, dedim.
Yahya:
— Bunu Mekke ehline bildiren nedir? dedi.
Ben:
— Çünkü onlar bu hadîsi Câbir'den rivayet
ediyorlar, dedim. Bunun üzerine Yahya sükût etti.
Yine bu isnadla
Sufyân: Ben Yahya'ya söylediğim bu sözümle ancak Câbir'in Medîneli olduğunu (ve
Mekkeliler'in bu hadîsi Câ-bir'den rivayet etmekte olduklarını) ifâde etmek
istedim, dedi.
İbnu'l-Medînî dedi ki:
Sufyân'a:
— Bu hadîste salâhı
meydana çıkıncaya kadar yaş meyveyi satmaktan nehy yoktur, denildi.
Sufyân:
— Hayır, yoktur, dedi [221].
Ve İmâm Mâlik şöyle
dedi:
Ariyye bir kişinin
diğer bir kişiye, bahçesinin hurmalarından bir ağacın o yılkı mahsûlünü
bağışlaması; sonra bağışlayan, bağışladığı kimsenin bu hurmaları toplamak için
onun bahçesine girmesinden eziyet duymasıdır ki, bu sebeple hibe ediciye, o
taze hurmaları o şahıstan kuru hurma karşılığında satın almasına ruhsat
verildi [223].
Muhammed ibn İdrîs
eş-Şâfiî de:
Ariyye, ancak beş
vesk'ın aşağısında ölçek ile kuru hurma mu-kaabilinde ve elden ele peşin alınıp
verilmekle olur, tahmîn ile olmaz demiştir.
Sehl ibn Ebî Hasme'nin
"Vesklendirilmiş veskler" sözü, Şafiî'nin bu "Tahmîn ile
olmaz" görüşünü kuvvetlendiren sözlerdendir [224].
Muhammed ibn îshâk,
Nâfi'den; o da İbn Umer(R)'den rivayet ettiği hadîsinde şu tefsîri söyledi:
Ariyyeler, kişinin
diğer kişiye kendi malından bir ve iki hurma ağacı bağişlamasıdır [225].
Yezîd ibn Hârûn
el-Vâsıtî, Sufyân ibn Huseyn'den olmak
üzere şöyle dedi:
Ariyyeler fakirlere
hibe edilmiş olan bir takım hurma ağaçlarıdır ki, bu fakirler kuru hurmaya
ihtiyâçlarından dolayı yaş hurmaların kuru hurma olmasını beklemeye muktedir
olamazlardı da kendilerine bu yaş hurmaları (ne kadar kuru hurma getireceğini
tahminden sonra), istedikleri kuru hurma mukaabilinde satmalarına ruhsat
verildi [226].
137- ....
Bize Mûsâ ibnu Ukbe, Nâfi'den; o da İbnu Umer'-den; o da Zeyd ibn Sâbit(R)'ten
haber verdi ki, Rasûlullah (S) ariy-yeler hususunda onların kaç ölçek kuru
hurma tutacağını tahmin ve takdir etmekle satılmalarına ruhsat vermiştir.
Râvî Musa ibnu.Ukbe:
Ariyyeler bir takım hurma ağaçlarıdır ki, sen onların yanına gelirsin de,
onların üstündeki yaş hurmaları kuru hurma karşılığında satarsın, demiştir [227].
138-.......Ve
îmâm Leys ibn Sa'd, Ebu'z-Zinâd Zekvân'dan söyledi ki, Urve ibnu'z-Zubeyr,
Harise oğuUarı'ndan olan Sehl ibnu Ebî Haşmete el-Ensârî'den tahdîs eder idi. o
da Zeyd ibn Sâbit'ten tahdîs etmiştir. Zeyd ibn Sabit (R) şöyle demiştir:
Rasûlullah (S) zamanında bâzı insanlar henüz olgunlaşmamış yaş hurmaları (ağaç
üstünde tahmin ederek) alırlar, satarlardı. Bu insanlar mahsûlü kesip de haklan
ödeşmeleri zarnânı gelince, müşteri: Mahsûle duman dokundü;. herhangi bir
hastalık isabet etti; korukları bozup dökülmelerine se-beb olan bir hastalık
geldi; meyvelere bir takım âfât ve ayıplar arız oldu diyerek, bu hastalıklar
sebebiyle da'vâya ve husûmete girişirlerdi. Rasûlullah'ın huzurunda bu
konudaki da'vâ ve husûmetler çoğalınca, Rasûlullah (S): "Madem ki siz
erişilmemiş mahsûlün alışverişini bırakmayarak da'vâlaşmaya düşüyorsunuz, bir
daha hurma meyve-sini ağaç üstünde salâhı meydana çıkıncaya kadar alıp
satmayınız" buyurdu.
Zeyd ibn Sabit
devamla: Rasûlullah'ın bu nehyi, meşveret mâhiyetinde idi. Bununla halk
arasında bu nevi' alın satım yüzünden meydana gelen husûmetin çokluğuna işaret
ediyordu, demiştir.
Hadîsin râvîlerinden
Ebu'z-Zinâd: Zeyd ibn Sâbit'in oğlu Hârice (ki Yedi Fakîh'ten biridir), bana:
Babam Zeyd ibn Sabit, Süreyya yıldızı doğuncaya ve böylece mahsûlün sarısı
kırmızısından seçilinceye kadar kendi arazîsinin meyvelerini satmazdı, diye
haber verdi, demiştir.
Ebû Abdillah el-Buhârî
dedi ki: Bu hadîsi Alî ibnu Bahr (234) rivayet edip, sened şöyle dedi: Bize
Hakkâm tahdîsıedip şöyle dedi: Bize Anbese, Zekeriyyâ'dan; o da
Ebu'z-Zinâd'dan; o da Urve'den; o da Sehî ibn Ebî Haşmete el-Ensârî'den; o da
Zeyd ibn Sâbit'ten [228].
139-.......
Bize İmâm Mâlik, Nâfi'den; o da Abdullah ibn Umer(R)Men haber verdi ki,
Rasûlullah (S) yaş meyveleri salâhları meydana çıkıncaya kadar satmaktan
nehyetmiş, bundan satıcıyı da, satın alıcıyı da nehyeylemiştir.
140-.......Enes(R)'ten
(şöyle demiştir): Rasûlullah (S), meyvesi alacalanıncaya (kızarıncaya) kadar hurma
ağacının meyvelerinin satılmasını nehyetti.
Ebû Abdillah
el-Buhârî: Hadîsteki "Hattâ tezhuve" lâfzıyle "Alacalanıncaya
(kızarıncaya) kadar" demek istiyor, dedi [229].
141-.......Câbir
ibn Abdilîah (R): Peygamber (S) meyve (koruğu) renklenmeye başlamadıkça
satılmasını nehyetti, demiştir. Hadîsin râvîlerinden biri tarafından: Meyve
nasıl "Tuşakkıhu" eder? diye soruldu. Râvî Saîd ibn Minâ yâhud Câbir:
Meyve, nev'ine göre kızarmağa yâhud sararmağa başlar da böylece ondan yenilmek
devri girer, demiştir [230].
142-.......Enes
ibn Mâlik (R), Peygamber(S)'in, salâhı meydana çıkıncaya kadar meyve
satışından; ve yine alacalanıncaya kadar meyveli hurma ağacını satmaktan
nehyettiğini tahdîs etmiştir. "Yezhu" lâfzının ma'nâsi nedir?
denildi. Kızarması yâhud sararma-sıdır, dedi [232]
143-.......Enesibn
Mâlik (R): Rasûluİlah (S) hurma koruğu alacalanmcaya kadar meyvelerin
satışından nehyetti, demiştir. Kendisine:
— Izhâ devrine girmesi (yânî alacalanması)
nasıldır? denildi. Enes yâhud. Rasûlullah:.
— Kızarınca, diye cevâb verdi.
Rasûlullah devamla:
-— "Re'y edip
düşündün mü! Allah (gelişmeden satılan) bu meyveyi (bir âfetle) men' ettiği
zaman, sizin biriniz bu kardeşinin malını ne hakla alacaktır?" buyurmuştur
[233].
Leys ibn Sa'd şöyle
dedi: Bana Yûnus ibn Yezîd tahdîs etti ki, îbn Şihâb ez-Zuhrî: Eğer bir kimse
salâhı belirmeden önce hurma koruğunu satın alsa, sonra o koruk hurmaya bir
âfet isabet etse, meydana gelen zarar, onu satan kimse üzerine olur, demiştir [234].
Yine ez-Zuhrî dedi ki:
Bana Salim ibnu Abdillah, babası İbnu Umer'den haber verdi ki, Rasûlullah (S):
"Yaş meyveyi salâhı beli-rinceye kadar alıp satmayınız. Yaş hurmayı da
kuru hurma ile satmayınız" buyurmuştur [235].
144-.......
el-A'meş tahdîs edip şöyle dedi: Biz İbrâhîm en Nahaî'nin yanında selefteki
(yânı mal peşin, parası veresiye olan alış verişteki) rehni zikrettik. İbrâhîm:
Selef (yânî mal peşin, parası veresiye olan alışveriş) hususundaki rehinde
be's_ yoktur, dedi. Sonra İbrâhîm bize, el-Esved ibn Yezîd'den; o da
Âişe(R)'den; Peyganv ber(S)Jin bir Yahûdî'den bir müddete kadar veresiye
yiyecek maddesi (hububat) satın alıp, buna karşılık Yahûdî'ye kendi zırhını rehin
bıraktığım tahdîs etti [236].
145-.......Ebû
Saîd Hudrî ve Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir:
Rasûlullah (S) bir
kimseyi Hayber üzerine vergi âmiri ta'yîn etti. Sonra bu zât Hayber'den Cenîb
(denilen en iyi) nevi' hurma ile geldi. Rasûlullah:
— "Hayber'in bütün hurmaları böyle
midir?" diye sordu.
O zât:
— Vallahi hepsi böyle
değildir yâ Rasûlallah! Biz bu iyi hurmadan bir sâ'ı (âdî hurmanın) iki sâ'ı
ile; yine iki sâ' iyi hurmayı üç sâ'-âdî hurma ile alıp değiştiririz, dedi.
Bunun üzerine
Rasûlullah:
— ' 'Böyle yapma! Cem' denilen âdî hurmayı para
ile sat, sonra bu paralarla Cenîb nev'i hurma satın al" buyurdu [237].
Ebû Abdillah Buharı
dedi ki:
Bana İbrahim söyledi:
Bize Hişâm haber verip şöyle idedir Bize İbnu Cureyc haber verip şöyle dedi:
Ben
ibnu Ebî Muleyke'den
işittim; o İbnu Umer'in âzâdlısı Nâfî'den şöyle haber veriyordu: Çiçeği telkih
yapılmış bir hurma ağacı, meyvesi zikrolunmayarak satılırsa, meyve o ağaca
telkih yapmış olan kimseye âiddir. Mallı köle de, ekilmiş tarla da böyledir.
Nâfi" bu üç şeyi (yânî meyveyi, köleyi ve ekini) İbn Cureyc'e
söylemiştir [239].
146-.......
Abdullah ibn Umer(R)'den (şöyle demiştir): Rasûlullah (S): "Kim çiçeğine
erkek hurma asılmış hurma ağacı satarsa, ağaç üstündeki meyve satana âiddir.
Ancak satın alan müşteri, mahsûlün satışa dâhil olduğunu şart kılması hâli
müstesnadır" buyurmuştur [240].
147-.......
İbn Umer (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S) muzâbene satışından nehyetti: Eğer
bahçesi hurmalık ise, bahçesinin yaş hurma mahsûlünü kuru hurma ile
ölçekleyerek satmaktan nehyetti. Eğer bahçe üzümlük ise, oranın yaş üzümünü
ölçekle takdir edip, o kadar kuru üzüm mukaabilinde satmaktan nehyetti. Yâhud
ekilmiş tarla olursa, onun biçilmemiş ekinini de belli bir ölçek mikdârına
mukaa-bil satmaktan nehyetti. İşte Rasûlullah bu satışların hepsinden nehyetti
[241].
148-.......Bize
Leys ibn Sa'd, Nâfi'den;o da İbn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S):
"Herhangi bir kimse bir hurma ağacını erkek hurma çiçeği ile telkih eder,
sonra da bu ağacın kökünü satarsa, o ağacın mahsûlü telkihi yapan kimseye
âiddir. Ancak satın alan kimse mahsûlün satışa dâhil olmasını şart etmesi hâli
müstesnadır" buyurmuştur [242].
149-.......Enes
ibn Mâlik (R): Rasûlullah (S) muhâkale, muhâdara, mülâbese, munâbeze ve
muzâbene satışlarından nehy buyurdu, demiştir [243].
150-.......Humeyd
et-Tavîl'den; o da Enes(R)'ten (şöyle demiştir): Peygamber (S), hurmanın taze
meyvesini alaca oluncaya kadar satmaktan nehyetti. Humeyd: Bizler, Enes'e:
Meyvenin alacalanması nedir? diye sorduk. Enes: Meyve (cinsine göre) kızarır,
sararır. Ne düşünürsün, bana haber ver! Allah o koruk meyveyi men' ederse, sen
kardeşin mesabesinde olan müşterinin malını (yânı parasını) neye mu-kaabil
halâl sayacaksın? dedi [244].
151-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber'in yanında bulunuyordum, kendisi
hurma ağacı göbeği yemekte idi. "Ağaç cinsinden bir ağaç nev'i vardır ki,
o mü'min kimse gibidir?" buyurdu. Ben, o hurma ağacıdır diye söylemek
istedim. Bir de baktım ki, ben oradaki insanların en genciyim. (Büyüklere saygı
olarak sükût edip söylemedim.) Rasûlullah (S): "O, hurma ağacıdır"
buyurdu [246].
Kaadi Şurayh de (bir
mes'eleden dolayı kendisine müracaat eden ve san'atlarının örfünden bahseden) iplîkçi
esnafına: Aranızda sabit olan âdetleriniz hukukî muamelelerinizde muteberdir,
caizdir, demiştir.
Ve Abdulvahhâb, Eyyûb
Sahtıyânî'den; o da Muhammed ibn Sîrîn'den söyledi ki; o: Bir şehirde on dirheme
satılan bir şeyin onbir dirheme satılmasında be's yoktur. Ve satıcı sattığı
mala yaptığı harcamalar için de ayrıca bir kâr alabilir, demiştir.
Peygamber (S) de,
Muâviye'nin anası Hind'e:
"Kocanın malından
örfe göre kendine ve çocuklarına yetecek mikdârı al" buyurdu.
Yüce Allah da:
"Yetîm
velîlerinden fakır olan kimse örfe göre yetîm malından bir mikdâr
yesin..." buyurdu (en-Nisa: 5). Hasen el-Basrî, Abdullah ibn Mirdâs'tan
bir eşek kiraladı da, pazarlıkta İbn Mirdâs'a: Kaça kiraya verirsin? dedi. O da
Hasen'e:
İki dânık'a veririm,
dedi. Hasen razı olup eşeği aldı ve bindi. Sonra Hasen diğer bir kerre daha îbn
Mirdâs'a geldi de: Eşeği istiyorum, eşeği istiyorum, dedi ve geçen âdete
güvenerek onunla yeniden ücret şartlanması yapmadan binip gitti. Akabinde ona
yarım dirhem gönderdi [248].
152-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Ebû Taybete, Rasûlullah'ı kan alma tedavisi yaptı
da, Rasûlullah, Ebû Taybete'ye bir sâ' (1040 dirhem) hurma verilmesini emretti.
Bundan başka Ebû Tay-bete'nin efendisi(Hârise oğulları)ne de Ebû Taybete'nin
(ödemeye mükellef olduğu) vergisinden hafifletmelerini emir buyurdu [249].
153-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Muâviye'nin anası Hind, Rasûlullah'a:
— Kocam Ebû Sufyân
cimri, hırslı bir adamdır. Onun malından gizlice almamda bana bir günâh var
mıdır? diye sordu.
Rasûlullah (S):
— "Örfe göre sen kendine ve oğullarına yetecek
mikdâr al!" buyurdu [250].
154-.......Urvetu'bnu'z-Zubeyr,
Âişe (R) şöyle derken işitmiştir: "(Velîlerden) kim zengin ise (yetimin
malından) kaçınsın. Kim de fakır ise, o hâlde örfe göre yesin... "
(en-Nisâ: 5) âyeti, yetimin işlerini yapan ve malım ıslâh eden yetîm velîsi hakkında
indirildi. Yetîm velîsi fakir olursa yetîm malından ma'rûf Ölçüde yer
(faydalanır) [251].
155-.......Câbir
(R): Rasûlullah (S) şuf'ayı taksîm olunmamış her malda kıldı. Sınırlar
konulduğu ve yollar ta'yîn edilip geçirildiği zaman şuf'a yoktur [252].
156-.......Câbir
(R), Peygamber (S) taksîm edilmemiş her malda şuf'a ile hükmetti. Sınırlar
konulduğu ve yollar ta'yîn edildiği zaman şuf'a yoktur, demiştir [253].
157- Bize
Müsedded tahdîs edip şöyle dedi: Bize Abdulvâhid bu geçen hadîsi tahdîs etti.
Müsedded bu rivayetinde ''Taksîm olunmayan her şeyde" diye söyledi. Hişâm
ibn Yûsuf, bu hadîsi Ma'mer ibn Râşid'den rivayet etmekte Abdulvâhid'e mutâbaat
eyledi.
Abdurrazzâk ibn Hemmâm
kendi rivayetinde "Taksîm olunmayan her malda" diye söyledi. Ve keza
bu hadîsi Abdurrahmân ibnu İshâk da ez-Zuhrî'den olmak üzere rivayet etmiştir [254].
158-.......Bize
İbnu Cureyc haber verip şöyle dedi: Bana Mûsâ ibnu Ukbe, Nâfi'den;o da
İbnUmer(R)'den haber verdi ki,Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Üç kişi sefere
çıktılar. Yürürlerken yağmura tutuldular ve dağda bir mağaraya girdiler. Bunlar
orada iken bir taş düşüp mağaranın kapısını üzerlerine kapadı. Bunlar
birbirlerine:
— Hayâtınızda
işlediğiniz en hayırlı işi söyleyerek Allah'a dua ediniz (belki Allah kapıyı
açar), dediler.
Bunlardan birisi:
— Yâ Allah! Bilirsin ki, benim yaşlı ihtiyar
annemle babam vardı. Ben her gün koyunlarımla mer'aya çıkar, onları otlatır,
sonra gelip sağardım. Sütü evvelâ ana babama getirirdim de onlar içerlerdi. Sonra
sırasıyle çocuklara, akrabalara ve kadınıma içirirdim. Yalnız gecelerden bir
gece bir mania sebebiyle geç kalmıştım. Geldiğimde ana babamı uyumuşlar buldum.
Onları uyandırmak istemedim. Ayak ucumda da çocuklar mütemadiyen ağlıyorlardı
(Fakat ben onlardan evvel çocuklara içirmeyi doğru bulmuyordum). İşte o gece
onlar uyuyarak, ben başlarında bekleyerek sabahladık. Yâ Allah, sen pek iyi
bilirsin ki ben ana babam üzerinde yalnız senin rızânı kazanmak için bu işi
yaptım. Bunun için şu kapıyı bize bir parça aralar da oradan gökyüzünü görelim!
diye duâ etti.
Bunun üzerine taş
onlardan birazcık açıldı. Bunlardan bir diğeri şöyle dedi:
— Yâ Allah! Sen yakînen bilirsin ki, ben
amucamın kızlarından birini, bir erkeğin kadınları sevmesinin en hararetlisiyle
severdim. Ben ona sevgi açıkladıkça, o bana: Sen bu kıza yüz dînâr vermedikçe
bu kızdan birşeye nail olamazsın, derdi. Ben bu parayı kazanmak için çalıştım,
nihayet parayı biriktirip amucam kızına getirdim. Emele nail olmak için hiçbir
mâni' kalmayıp, onun iki ayağı arasına oturduğumda kız bana: Allah 'tan kork!
Yaratıcı kudretin koyduğu mührü bozma;
o bekâret mührü yalnız
hakk yoluyla nikâhla açılır, dedi. Ben bu söz akabinde kalktım ve kızı
bıraktım. Ey Rabb'im, sen pek iyi bilirsin ki, ben kızdan bu çekilmemi senin
rızânı kazanmak için yaptım. Binâenaleyh bizden bu kayayı aç! dedi.
Kapı onlardan üçte iki
mikdânnda açıldı.
Üçüncü kişi de şöyle
dedi:
— Yâ Allah! Muhakkak
sen bilmektesin ki, ben bir ölçek darı ile bir işçi tutmuştum. Ben ona iş
sonunda ücretini verdim, fakat o bu ücretini almaktan çekindi (bırakıp gitti).
Ben mevsiminde bu darıyı ektim. Nihayet mahsûlü ile bir sığır, bir de çoban
satın aldım. Bir müddet sonra bu işçi geldi ve bana: Ey Allah'ın kulu, haydi
benim hakkımı bana ver, dedi. Ben de ona: Şu sığırlara ve çobanına git; çünkü
onların hepsi senindir (onları al), dedim. O zât: Benimle alay mı ediyorsun!
dedi. Ben: Hayır, seninle alay etmiyorum. Bunlar hakîkaten senindir, dedim.
(Gitti, bunları alıp götürdü.) Yâ Allah! Sen şübhesiz biliyorsun ki, ben bu
malı o işçiye senin rızânı kazanmak için verdim. Bizden bu kayayı aç! diye duâ
etti.
Akabinde mağaranın
kapısı onlara açıldı (Bu üç kişi de mağaradan çıktılar)."
159-.......Ebû
Bekr'in oğlu Abdurrahmân (R) şöyle demiştir:
Biz bir seferde
Peygamberdin maiyyetinde idik... Sonra başının saçları çok uzamış, uzun boylu
bir müşrik kişi, bir koyun sürüsü ile onları severek geldi. Peygamber (S) o
müşrike:
— "Koyunları
satıyor musun? Yoksa atıyye yâhud hediye olarak mı getirdin?" diye sordu.
O çoban:
— Hayır, atıyye yâhud
hediye değildir; fakat satılıktır, diye ceverdi.
Akabinde Peygamber o
müşrikten bir koyun satın aldı [256]...
Ve Peygamber (S)
Selmân'a:
"Mâlikin ile
hürriyetini satın alma mukaavelesi yap" buyurmuştur. Hâlbuki Selmân (bir
harb esîri değil) hürr bir kimse idi. Medine'ye gelirken yol arkadaşları Selmân'ı,
esîr diye zulm edip satmışlardı [258].
Ammâr, Suheyb ve Bilâl
de esîr yapılmışlardı [259].
Yüce Allah da şöyle
buyurdu: "Allah rızk hususunda kiminizi kiminizden üstün kıldı.
O üstün kılınanlar,
onda hepsi beraber olmak üzere, rızıklarım elleri altındakilere verici
değillerdir. O hâlde bunlar Allah'ın nVmetini bilerek inkâr mı ediyorlar?"
(en-Nahl: 71) [260]
160-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "îbrâhîm
Peygamber, Sâre ile sefere gitti de, onunla bir şehre girdi. Orada meliklerden
bir melik yâhud cebbarlardan bir cebbar hükümdar vardı. Bu iplim hükümdara:
— îbrâhîm kadınların
en güzelinden olan bir kadınla bu şehre girdi, denildi.
Hükümdar:
— Yâ îbrâhîm, beraberindeki kadın kimdir? diye
haber gönderdi.
îbrâhîm:
— (Dînde) kardeşimdir, diye cevâb verdi. Sonra
îbrâhîm dönüp, Sâre'nin yanına geldi ve:
— Sakın benim sözümü yalan çıkarma. Ben onlara,
senin benim kızkardeşim olduğunu haber verdim. Allah'a yemîn ederim ki,
yeryüzünde (bizim inandığımız esâslara) benden ve senden başka îmân eden hiçbir
kişi yoktur, dedi.
Ve akabinde İbrahim,
Sâre'yi hükümdara gönderdi. Sâre varınca, melik Sâre'ye doğru kalktı. Sâre de
hemen abdest aldı ve namaza durdu. (Namazı müteâkib:)
— Yâ Allah, ben Sana ve Senin Rasûlü'ne îmân
ettimse ve ben fercîmi zevcimden başkasına karşı ebedî muhafaza eyledimse, şu
kâfiri benim üzerime musallat etme! diye duâ etti.
Adamın nefesi derhal
boğuldu; horlamağa, hattâ ayağı ile yere vurup deprenmeğe başladı."
Hadîsin râvîsi
el-A'rac şöyle dedi: Ebû Seleme ibnu Abdirrah-mân, Ebû Hureyre'nin şöyle dediğini
söyledi:
"Sâre:
— Yâ Allah, eğer bu herîf ölürse, bunu bu kadın
öldürdü denilir, dedi.
Bunun üzerine o zâlim,
sarasından salıverildi. Sonra hükümdar, Sâre'ye (ikinci defa taarruza)
kalkıştı. O da derhâl kalkıp abdest alarak namaza durdu. Ve:
Yâ Allah, ben Sana ve
Senin Rasûlü'ne îmân ettimse ve nâ-
mûsumu zevcim müstesna
olmak üzere herkese karşı iyice korudum-sa, şu kâfiri benim üzerime musallat
etme! diye duâ ediyordu. Adamın derhâl nefesi tıkandı, horlamaya, hattâ ayağı
ile yere
vurup deprenmeye
başladı."
Abdurrahmân şöyle
dedi: Ebû Seleme şöyle dedi: Ebû Hureyre
şöyle dedi:
"Sâre:
— Yâ Allah, eğer bu adam Ölürse, bunu bu kadın
öldürdü denilir, dedi.
Bunun üzerine adam
sarasından ikinci defa, yâhud üçüncü defada da salıverildi.
Bunun üzerine o melik
kendi adamlarına:
— Vallahi siz bana (insan değil), muhakkak bir
şeytân göndermişsiniz. Siz bu kadını îbrâhîm 'e geri gönderiniz. Hâcer'i de
Sâre'ye
hediye veriniz! dedi.
Müteakiben Sâre,
îbrâhîm Peygamberi dönüp geldi. Ve ona
(vak'ayı anlatıp):
— Anladın mı, Allah
kâfiri zelîl etti ve bir cariyeyi de bana hizmetçi verdi, dedi" [261].
161-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Sa'd ibnu Ebî Vakkaas ile Abd ibnu Zem'a bir oğlan çocuğu
hakkında da'vâlaştılar. Sa'd:
— Yâ Rasûlallah! Bu
çocuk erkek kardeşim Utbe'nin oğludur. O, bu çocuğun kendi oğlu olduğunu bana
ahid verdi. Çocuğun Üt-be'ye benzeyişine bak, dedi.
Abd ibnu Zem'a da:
— Yâ Rasûlallah, bu
çocuk benim kardeşimdir. Babamın döşeği üzerinde, babamın cariyesinden
doğmuştur, dedi.
Rasûlullah (S) çocuğun
sîmâsındaki benzeyişe baktı ve çocuğun Utbe'ye aÇık bir surette benzeyişini
gördü. Akabinde:
— "Yâ Abd, bu çocuk senin(kardeş\n)dir.
Çocuk döşeğindir; zina ediciye de mahrumiyet vardır. Yâ Şevde binte Zem 'a, sen
de (nedb ve ihtiyat olarak) bundan sonra bu çocuktan (yânı Abdurrahmân'-dan)
perdelen" buyurdu.
Artık Şevde, bu
Abdurrahmân'a hiç bakmadı [262].
162-.......Abdurrahmân
ibn A-vf (R) Suheyb er-Rûmî'ye hitaben:
— Allah'tan kork,
kendi babandan başkasına neseb iddia etme! dedi.
Suheyb de ona:
— Benim şöyle şöyle
şeylerim olması ve benim babamdan başkasına neseb iddia etmekliğim beni
sevindirmez. Lâkin ben (babamı ve soyumu bilen) küçük bir çocuk iken (Romalılar
tarafından) çalındım, dedi [263].
163-.......
Hakîm ibn Hızâm (R) haber verip şöyle demiştir:
— Yâ Rasûlallah! Bir
takım işlere ne dersin? Ben Câhiliyet devrinde sadaka, köleyi hürriyete
kavuşturmak, hısımlarla ilgilenmek nev'inden bir takım işlerle ibâdet etmeğe
çalışırdım. O işlerde benim lehime bir ücret ve sevâb var mıdır? diye sordum.
Rasûlullah (S):
— "Sen mazide kazanmış olduğun
hayırlarınla -yâhud: hayırların üzerine yükselerek- müslümân oldun!"
buyurdu [264].
164-.......Abdullah
ibn Abbâs (R) şöyle haber vermiştir: Rasûlullah (S) ölmüş bir koyunun yanından
geçti de:
— "Bunun derisiyle faydalansaydiniz
ya!" buyurdu. Sahâbîler:
— Bu koyun kendiliğinden ölmüştür, dediler.
Rasûlullah:
— "Ölü hayvanın ancak etini yemek haram
oldu" buyurdu [265].
Ve Câbir ibn Abdülah
(R): Peygamber (S) domuzu fot satmayı
haram kıldı, demiştir [266]
165-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle diyordu: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Nefsim elinde
olan Allah'ayemîn ederim ki, muhakkak Meryem'in oğlu îsâ'nın sizin içinize âdil
bir hakem olarak inmesi, Hrıstiyanlar'in o haçını kırması, domuzu öldürmesi,
cizye vergisini indirmesi, malın hiçbir kişinin kabul etmiyeceği kadar çoğalıp
taşması vâki' olacaktır"[267]
"Murdar ölmüş
hayvanın iç yağı eritilmez; ondan çıkarılan yağ satılmaz". Bu hadîsi Câbir
(R), Peygamber(S)'den rivayet etmiştir [268].
166-.......İbn
Abbâs (R) şöyle diyordu: Umer ibn Hattâb'a fulan kimsenin şarâb sattığı haberi
ulaştı. Bunun üzerine Umer (R): Allah o fulan kimseyi öldürsün! O,
Rasûlullah(S)'ın "Allah Yahûdîler'in canlarını alsın; onlara iç yağları
haram kılındı da onlar bu yağları erittiler ve sattılar" buyurduğunu
bilmedi mi? dedi [269].
167-.......Ebû
Hureyre(R)'den (şöyle demiştir): Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Allah Yahûdîler'e
la'net etsin. Onlara iç yağlar haram kılındı da onlar bu yağlan sattılar ve
bedellerini yediler".
Ebû Abdillah el-Buhârî
dedi ki: "Kaatelehumullâhu", "Allah onlara la'net etsin"
demektir. Çünkü "Katıle'l-harrâsûn", "Kahrolsun o koyu
yalancılar" (ez-zâriyât: ıo) ma'nâsınadır [270].
168-.......Saîd
ibnu Ebi'l-Hasen şöyle dedi: Ben İbn Abbâs'ın yanında idim. Ona bir kimse geldi
ve:
— Yâ İbni Abbâs! Ben
öyle bir insanım ki, benim, maişetim ancak elimin san'atından ibarettir. Ben
şu resimleri yaparım (bunların gelirleriyle geçinirim), dedi.
İbn Abbâs:
— Ben sana başka
değil, yalnız Rasûlullah'tan işittiğim bir hadîsi söyleyeceğim: Rasûlullah (S)
şöyle buyuruyordu: "Her kim bir suret yaparsa, şübhesiz Allah o kimseyi
yaptığı surete can üfleyince-ye kadar azâb edecektir. Hâlbuki sureti resmeden o
kişi, yaptığı sû- • rete ebediyyen rûh üfleyip veremiyecektir".
ibn Abbâs'ın bu cevâbı
üzerine o ressam kişi şiddetli bir hışıltı ile har har soludu, benzi sarardı.
İbn Abbâs (ona acıyarak):
— Vayh sana yazıklar
oldu. San'atım muhakkak işlemek zaruretinde isen sana şu ağaç ve kendisinde
rûh olmayan her şeyi tasvir etmeni tavsiye ederim, dedi [271].
Ebû Abdillah el-Buhârî
dedi ki: Saîd ibnu Ebî Arûbe, bu tek hadîsi en-Nadr ibnu Enes'ten işitmiştir [272].
Câbir (R): Peygamber
(S) şarâb satmayı haram kıldı, demiştir [273].
169-.......Âişe
(R): el-Bakara Sûresi'nin son âyetleri -ki ribâ âyetlerinden sûrenin sonuna
kadar devam eden 275-286. âyetler- indiği zaman, Peygamber (S) mescide çıktı
da: "Şarâb hususunda ticâret yapmak haram kılındı" buyurdu [274].
170-.......Ebû
Hureyre(R)>den (şöyle demiştir): Peygamber (S) şöyle dedi: "Allah şöyle
buyurdu; Üç sınıf insan vardır ki, kıyamet gününde ben onların hasmıyımdır:
Biri şu kimse ki, benim adıma yemin edip (ahd eder de) sonra ahdini bozar.
İkincisi hürr bir insanı köle diye satar da onun parasını yer. Üçüncüsü şu
kimse ki, bir işçiyi ücretle tutar, onu çalıştırıp işi tam yaptırır da, onun
ücretini vermez" [275].
Yahûdîler'in bu
sürülüşü hakkında Saîd el-Makbûrî'nin Ebû Hureyre'den rivayet ettiği hadîs
vardır [276].
İbn Umer, sahibinin
muhafazasında bulunan ve sahibinin Rebeze'de müşteriye teslim edeceği bir binek
devesini dört baîr (yânî deve) karşılığında satın aldı. İbn Abbâs da: Bir deve
bazen iki deveden daha hayırlı olur, demiştir. Râfi' ibn Hadîc de iki deve
karşılığında bir deve satın aldı da, satan adama o iki devenin birini hemen
verdi ve: Diğerini sana inşâallah yarın geciktirmeden kolaylıkla getiririm,
dedi,
Saîd ibn Müseyyeb:
Hayvanlar hususunda ribâ yoktur.
Deve iki deve ile;
koyun iki koyunla veresiye olarak V- satılabilir, demiştir. İbn Şîrîn de: Bir
devenin iki deve ile veresiye olarak ve bir dirhemin bir dirhemle satılmasında
be's yoktur, demiştir [277].
171-.......Enes
ibn Mâlik(R)'Şöyledemiştir:Hayber esirleri içinde Safiyye bintu Huyey ibn
Ahtab vardı. Dıhye el-Kelbî'nin mülkiyetine geçti. Sonra Peygamber'e geçti,
demiştir [278].
172-.......
ez-Zuhrî şöyle dedi: Bana Abdullah ibnu Muhayrîz haber verdi. Ona da Ebû Saîd
el-Hudrî haber vermiştir: Ebû Saîd, Pey-gamber'in yanında otururken:
— Yâ Rasûlallah! Biz
bir takım kadın esirlere nail oluyoruz (ve onlara cinsî yaklaşma yapıyoruz).
Fakat biz bu esîr kadınları satıp paralara sâhib olmayı istiyoruz. Bunun için
azletmek hususunda nasıl düşünüyorsun? dedi.
Rasûlullah (S):
— ''Sizler hakîkaten
bunu yapıyor musunuz? Azli yapmamanız üzerinize vâcib değildir. Çünkü şu
muhakkak ki, Allah'ın dünyâya çıkmasını yazmış olduğu herbir hayât sahibi
insan, mutlak meydana çıkacaktır" buyurdu [279].
173-.......Câbir
ibn Abdillah (R), Peygamber (S) hürriyete kavuşturulması efendisinin ölümüne
bağlanmış olan müdebber köleyi sattı, demiştir.
174-.......Amr
ibnu Dînâr, Câbir ibn Abdillah'tan; Rasûlullah (S) hürriyeti efendisinin
ölümüne bağlanmış olan müdebber köleyi sattı, derken işitmiştir [280].
175-.......Zeyd
ibn Hâlid ve Ebû Hureyre (R) ikisi haber verdiler ki, kendileri Rasûlullah'tan
işitmişlerdir: Rasûlullah'a, muhsan kılınmış hâldeyken zina yapmayı âdet eden
bir cariyenin hükmünden sorulmuştu. Rasûlullah (S): "O cariyeye deynek
cezası uygulayın. Sonra yine zina ederse yine deynekleme cezası uygulayın.
Sonra üçüncü yâhud dördüncü kenesinde onu satınız" buyurdu [281].
176-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle dedi: Ben Peygamber (S)'den işittim, şöyle buyuruyordu:
"Sizden biriniz dişi kölesi zina ettiği, akabinde de zinası (beyyine,
gebelik veya ikrar ile) meydana çıktığında, efendisi onu (hürrenin cezasının
yarısı olan) hadd cezası olmak üzere, deynekle kamçılasın. Ve onu deyneklemeden
sonra zinayı başına kakmasın. Sonra üçüncü defa zina eder ve zinası delille
meydana çıkarsa, artık efendisi onu kıldan bir ip karşılığında bile olsa
satsın" [282].
Hasen el-Basrî: Şahsın
cariyeyi öpmesini yâhud (fercin berisinde olmak üzere) câriye île mübaşeret
etmesini
bir be's (yânî günâh
olarak) görmemiştir. İbn Umer (R): Cima' olunan câriye hibe edildiği yâhud satıldığı
yâhud hürriyete kavuştuğu zaman, hayızlanmak suretiyle rahimi tertemiz
kılınsın; bakire olan kıza rahim temizlendirilrnesi yaptırılmaz, demiştir.
Atâ ibn EbîRebâhda:
Erkeğin, başkasından hâmile bulunan cariyesinden fercin berisinde olmak üzere nasîb
almasında be's yoktur, demiştir. Yüce Allah da: "üf/ onlar ırzlarını
koruyanlardır. Şu var ki zevcelerine yâhud sağ ellerinin mâlik olduklarına
karşı (olan durumları) müstesnadır. Çünkü onlar (bu takdirde) kınanmış
değillerdir" (el-Mü'minûn: 5-6) buyurmuştur [284].
177-.......Enesibn
Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Hayber'e geldi. Nihayet Allah O'na
(Kamus denilen) kal'ayi açtığı zaman kendisine Huyey ibn Ahtâb'ın kızı
Safiyye'nin güzelliği zikr olundu. Safiyye yeni evlenmiş bir gelin iken,
Safiyye'nin kocası öldürülmüş idi. Rasûlullah ganimetten payı olarak Safiyye'yi
kendisi için seçip aldı ve Safiyye ile yola çıktı. Nihayet bizler Medine
yakınında Seddu'r-Ravhâ denilen yere ulaştık. Safiyye işte orada hayzından
temizlenip halâl oldu ve Peygamber, Safiyye ile evlendi. Sonra Peygamber tabaklanmış
ve yere yayılan küçük bir deri üzerinde hurma, yağ ve keş karışığı
"hays" denilen bir yemek yapıp hazırlattı. Sonra Rasülullah (nikâhı
şöhretlendirmek için) ben Enes'e: "Etrafındaki insanlara bildirip i'lân
et" buyurdu. İşte bu hurma, yağ ve yoğurt kurusu karışığı, Rasûlullah'ın
Safiyye üzerine yaptığı düğün aşı oldu. Sonra Medine'ye doğru yola çıktık.
Enes dedi ki: Ben
Rasûlullah'ı gördüm ki, bir abayı binek devesinin hörgücü üzerine, kendi arka
tarafına Safiyye için doluyor, sonra devesinin yanına oturuyor, akabinde
dizini koyuyor, bu sırada Safiyye de kendi ayağını Peygamber'in dizi üzerine
koyarak deveye biniyordu [285].
178-.......Bize
Leys ibn Sa'd, Yezîd ibn Ebî Habîb'den; o da Atâ ibn Ebî Rebâh'tan; o da Câbir
ibn Abdillah(R)'tan tahdîs etti. Câbir, Rasülullah (S), Mekke Fethi senesinde
Mekke'de iken, şöyle buyururken işitmiştir:
— "Şübhesiz Allah ve Rasûlü şarâbın,
meytenin, domuzun, sanemlerin satışım haram kıldı" buyurdu.
Rasûlullah'a:
— Yâ Rasûlallah!
Murdar ölen hayvanın iç yağları hakkında ne dersiniz? Murdar ölen hayvanların
iç yağları ile gemiler cilalanır, deriler yağlanır, onunla insanlar (mum
yapıp) ışıklanır? diye soruldu.
Rasülullah:
— "Hayır, murdar yağı satmayınız. Bu satış
haramdır"buyurdu. Bundan sonra Rasülullah "Bu satış haramdır"
sözünü söylediği zaman:
— "Allah Yahudiler'e la'net etsin! Allah
murdar ölen hayvanın iç yağlarını haram kıldığı zaman onlar bu yağı eritip
güzelleştir-diler, sonra onu sattılar da parasını yediler" buyurdu [286]
Ebû Âsim şöyle dedi:
Bize Abdulhamîd tahdîs edip şöyle dedi: Bize Yezîd ibn Ebî Habîb tahdîs edip
şöyle dedi: Bana Atâ ibn Ebî Rebâh, Câbir'in bu hadîsini yazıp Mekke'den
gönderdiği mektubunda: Ben Câbir'den işittim; o da Peygamber'den, dedi [287].
179-.......Ebû
Mes'ûd, Ukbe ibnu Amr(R)'den (şöyle demiştir): Rasûlullah (S) köpek
bahâsından, zina kazancından, kâhinlik ücretinden nehyetti [288].
180-.......Ebû
Cuhayfe'nin oğlu Avn haber verip şöyle demiştir: Ben babam Ebû Cuhayfe'nin kan
alma tedavisi yapan bir köle satın aldığını gördüm. (Ebû Cuhayfe emretti de
bunun âletleri kırıldı.) Ben babama bu kan alma âletlerinin kırılma sebebini
sordum. Babam: Rasûlullah (S) kan alma bedelinden, köpek bedelinden, kadın
kölenin (haram olan) kazancından nehyetti. Ve yine Rasûlullah döğme yaptırana,
ribâ yiyiciye, ribâ kazancı yedincisine la'net etti; suret yapan musavvir
kişiye de la'net etti, dedi [289].
[1] Buhârî buraya kadar kendilerinden âhiret tahsîli
kasdedilen İbâdetler bölümlerini yazmıştır. Bundan sonra kendilerinden dünyevî
hayırlar tahsîli kasd olunan muamelât bölümlerini yazmaya başlamıştır. Buhârî
ibâdetler bölümlerini ehemmiyetlerinden dolayı öne geçirmiş, sonra muamelât
bölümlerini ikinci olarak yazmıştır. Çünkü bunlar da yaşamak için zarurî olan
işlerdir. Buhârî Nikâh bahsini de geriye bırakmıştır. Bundan, Buhârî'nin medenî
muameleleri, aile münâsebetlerinden daha mühim gördüğü anlaşılır.
Buyu', Be/in cem'idir.
Bey' lügatte mutlak mübadele yânî malı mala değişmek demektir. Satmak ve satın
almak ma'nâsında kullanılır ki, mülkten çıkarma ve mülke girdirme ta'bîr
olunur. Bu cihetle bey' zıdd ma'nâlı kelimelerdendir. Şirâ lâfzı da böyle
satmak ve almak ma'nâlarına konmuş olarak zıdd ma'nâlardan olur.
Şeriat örfünde bey':
Bir malı öbür mal ile iki tarafın rızâları (yânî îcâb ve kabul) ile
değişmektir.
Muamelâtta bey'in bir
haylî nevi'leri vardır:
Bey'u mutlak: Aynı
semen ile bey';
Bey'u mukaayede: Aynı
ayn ile;
Bey'u selem: Borcu ayn
ile;
Bey'u sarf: Semeni, başka bir semen ile;
Bey'u murabaha: Semeni,
evvelki semene ziyâde ile;
Bey'u tevliye: Semeni
ziyâdesiz olarak;
Bey'u vazîa: Semeni
evvelden noksanı ile bey'dir.
Bunlardan başka olan
lâzım, tam, gayrı lâzım, hıyar, sahîh, fâsid, bâtıl.... gibi bâzı nevi'leri de
vardır. Bunların tafsili gelecektir.
İşte Buhârî, bey'in
böyle birçok nevi'leri olduğu için başlığı cem'İ sîgâsıyle getirmiştir (Aynî).
[2] Buhârî Buyu' Kitâbı'nun başında iki âyetten birer
cümle yazmıştır ki, bunlar alışveriş nevı'lerinin en mühim asıllarını ve
sınırlarını tesbît etmektedir. Bunlardan ikinci âyet, Kur'ân'daki en uzun âyet
olup "Mudâyene = Borçlanma" âyeti denmekle meşhurdur. Hukukî
muamelelerin, alışverişlerin, mukaavelelerin, borçlanmaların bir adalet
kâtibi, bugünün ta'bîriyle bir Noter huzurunda şâhidlerle tesbîti îcâb eden
bütün hukukî esasları toplamıştır. Onun için bu âyetin tamâmının tercemesini
yazalım:
"Ey îmân edenler, ta'yîn edilmiş bir vakte kadar birbirinize
borçlandığınız zaman onu yazın. A ranızda bir yazıcıda doğrulukla (onu) yazsın.
KâtibA ilah 'in kendisine Öğrettiği gibi yazmaktan çekinmesin, yazsın. Üzerinde
hakk olan (borçlu) da yazdırsın (borcunu ikrar etsin). Rabb'i olan Allah'tan
korksun, ondan (borcundan) hiçbir şeyi eksik bırakmasın. Eğer üstünde hakk
bulunan (borçlu) bir beyinsiz vcyâ bir zaîf olur, yâhud da bizzat yazdırmaya
(ve İkrara) gücü yetmezse velîsi dosdoğru yazdırsın (ikrar etsin).
Erkeklerinizden iki de şâhid yapın. Eğer iki erkek bulunmazsa o hâlde râzî (ve
doğruluğuna emîn) olacağınız şâhidlerden bir erkekle iki kadın (yeter. Bu
suretle) kadınlardan biri unutursa öbürünün hatırlatması (kolay) olur. Şâhidler
(şehâdeti edaya) çağrıldıkları vakit kaçınmasın. Az olsun, çok olsun, onu
va'desiyle beraber yazmaktan üşenmeyin. Bu, Allah yanında adalete daha uygun,
şâhidlik için daha sağlam, şübheye düşmemenize de daha yakındır. Meğer ki
aranızda (elden ele) devredeceğiniz ve peşin yaptığınız bir ticâret olsun. O
zaman bunu yazmamanızda size bir vebal yoktur. Alışveriş ettiğiniz vakit de
şâhid tutun. Yazana da, şâhidlik edene de asla zarar verilmesin. (Bunu)
yaparsanız o, kendinize (dokunacak) bir fısk {ve isyan olur). Allah 'tan
korkun. Allah size öğretiyor. Allah herşeyi hakkıyle bilendir" (el-Bakara:
282).
[3] Buhârî'nin burada zikrettiği bu âyetler, kazanç
yolları arasında ticâretin en meşru', mubah ve çok bereketli, rağbet edilecek
bir kazanç yolu olduğuna delâlet eder.
[4] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu "Çarşılarda el
çırpmak, yânî alışveriş etmek" sözündedir ki, o da .ticâretten ibarettir...
(Aynî).
Ebû Hureyre'nİn çok hadîs rivayet etmesinin sebeblerini açıklayan iki hadîs
İlim Kitâbı'nda geçmiş ve kendisi oradaki hadîste el-Bakara: 159, 174 ve ÂIu
lmrân:187. âyetlerini okuyarak savunmasını yapmıştı.
[5] Hadîsin başlığa delîlliği "İçinde ticâret yapılan
bir çarşı var mıdır?" sözündedir. Hadîs bâzı sahâbîlerin Peygamber
devrinde ticâretle uğraştıklarını ve bunun Peygamber tarafından takrir ve
teşvîk olunduğunu ortaya koyuyor. Sonra en mühim bir husus da ticâret ve
benzeri sanâyî ile uğraşarak kişinin zâtı kazanç elde etmesi, hibe ve saîr
yollarla başkasının kazancından faydalanmaktan çok hayırlı olduğudur. Sa'd
ibnu'r-Rabî' gibi Medine'nin en zengini, Abdur-rahmân'a servetinin yarısını
hibe ettiği hâlde, Abdurrahmân bunu kabul etmiyor, yağ ve yoğurtla başladığı
ticâreti sayesinde binlerle dirhem sadaka verecek bir servete mâlik oluyor.
[6] Metindeki = Mehyem", Meryem vezninde soru
kelimesidir. Mâhâluke ve şânuke ma'nâsınadır. Bâzıları "Sana birşey hadis
oldu mu?" ibâretiyle tefsîr eylediler. "Mehyem ey mâ hâluke ve
şânuke" denilir, yânî hâl ve şâmn nicedir, ne âlemde ve ne hâldesin; yâhud
hâne ve aşiretin ne hâldedir; iyiler hoşlar mıdır; yâhud dehrin hâdiselerinden
sana bir hâdise erişti mi, sağ ve esen misin? Hulâsası hâl ve keyfiyetten suâl
ve istifhamdır. Şârih der ki, İbn Mâlik Tavzih'-de dedi ki: Mehyem, ismi fiil
emirdir, "Ahbirnî = Bana haber ver" ma'nâsına-dır. Müberred
Aa/m/'de"lma'l-haberu = Haber nedir" unvâniyle tefsîr eyledi. Ve
Zemahşerî Mukaddime1 <Xe "Çe haber = Ne haber" ile beyân eyledi.
Ve Suheylî dedi kî: Mehyem lâfzı Yemen menşe'lidir. Aslı " yâhud idi,
ba'dehu îcâz ve tahfif edip Mehyem dediler. Nitekim "<.<£. Jî"
kelimesinde "AV derler ve " Z. " ismi fiil emirdir, boşla ve
feragat eyle ma'nâsınadır. Bâzıları aslı "^ L^u" idi dediler,müennes
zamiri hâl ve kıssaya râci'dir (Kaa-mûs Ter.),
[7] Başlığa delîlliği "Bana çarşıya delâlet ediniz" sözündedir. Çünkü Abdurrahmân çarşıyı ancak ticâret etmek için istemiştir (Aynî).
[8] Hadîsin başlığa delîlliği, ei-Bakara: 198. âyetinin
inmesinden sonra adı geçen Câ-hiliye panayırlarında sahâbîlerin ticâret etmekte
bulunduklarını şâmil olması yö-nündendir. Bu hadîs Hacc Kitabı, 'iHac mevsimi
günlerinde ticâretin, Câhiliyet panayırlarında alışveriş etmenin cevazı
bâbı"nda da geçmişti.
Câhiliyet devrinde
Hicaz'da Mekke civarında senenin belli zamanlarında dört yerde umûmî pazar,
yânî panayır kurulurdu. Arab yarımadasının her tarafından toplu toplu
kervanlar gelir, buralarda ticâretler, hutbe ve şiir yarışları yaparlardı.
Bunlar Ukâz, Mecenne, Zu'1-Mecâz ve Hubâşe panayırlarıdır. Ukâz, zu'1-ka'de
başında kurulur ve yirmi gün devam ederdi. Yeri Arafat'a yakındı; Şâirlerin
yarışmaları en çok Ukâz'da cereyan ederdi. Peygamber, Kuss ibn Sâi-de'yi
Ukâz'da görmüş ve cihan edebiyat târihine geçen meşhur hitabesini burada
dinleyip ezberlemişti.
Mecenne, Mekke'ye
birkaç mil mesafede idi; yakınında bahçe ve bostanlar bulunduğu için böyle
İsimlendirilmiştir.
Zu'1-Mecâz'ın,
Arafat'ın bir tarafında yâhud sağ tarafında kurulduğu bildirilmiştir.
Hubâşe, Mekke'nin sağ
tarafında ve altı mil mesafede idi.
İbn Abbâs'ın buradaki hadîsinde bunlardan ilk üçü zikredilmiştir. Metin
deki âyetin inmesiyle hacc mevsimlerinde ve bu panayırlarda müslümânlann alışveriş
yaparak Rabblerİnin fazlından
faydalanmalarında günâh olmadığı
bildirilmiştir
[9] Hadîsin başlığa uygunluğu, başlığın kendisinden bir
parça olmasındandır.
Buhârî hadîsi burada dört tarîkten getirmiştir: Buhârî'nin
Kitâbu'l-lmân'da getirdiği tarîki biraz daha tafstilidir. Bu hadîs İslâm
Dîni'nin medarı sayılan dört hadîsten biridir. Diğer üçü de "Bütün
amellerin değeri niyetlere göredir"; "Kişinin islâmlığının
güzelliği, kendisini İlgilendirmeyen şeyleri terketmesidir"; "Sizden
hiçbiriniz kendisi için arzu ettiği hayrı mü 'min kardeşi için de arzu
etmedikçe hakîkî mü'min olmaz" hadîsleridir.
Bu hadîse göre hükümler
üç kısma ayrılır: Biri, hakkında nass olup işlenmesi Şârî' tarafından emir ve
taleb olunan ve terkine de azâb terettüb edendir. Bu kısım belli olan halâldır.
Beyâna muhtâc plmayarak herkesin bildiği dînî be-dîhîyâttır. Yemek, içmek, söz
söylemek, gezmek gibi.
İkinci bir kısım:
Nassan terki taleb olunan ve İşlenmesine vaîd terettüb eden şeydir. Bu kısım da
apaçık haramdır. Bu da beyâna muhtâc olmayarak herkesin bildiği şer'i
haramlardır. Bu da ya zatî, görünür bir sıfattan dolayı men' edilmiş olur:
Sarhoş edici ve zehirli maddeler kullanmak gibi; yâhud da gizli bir sıfattan
dolayı men'edilmiş olur, zina gibi. Yâhûd da tahsîl ve kazanılmasındaki
fenalıktan dolayı men' edilmiş bulunur: Faiz, gasb, hırsızlık gibi.
Üçüncü bir kısım:
Halâllığı ve harâmlığı açık olmayan ve herkesçe bilinmeyen şeylerdir..'
(Fethu'l-Bârî).
[10] Hassan ibn Ebî Sinan tâbi'lerin Basra'daki
âbidlerindendir. Onun bu sözünü Ahmed ile Ebû Nuaym mevsûlen rivayet
etmişlerdir. Bunun lâfzı şöyledir: Yûnus ibn Ubeyd ile Hassan ibn Ebî- Sinan
buluştular .Yûnus: Bana takvadan daha çetin olan bir şeye dürüşüp çalışmadım,
dedi. Hassan da: Ben takvadan daha kolay bir şeye çalışmadım, dedi. Yûnus: Bu
nasıl oldu? dedi. Hassan da: Bana şübhe verecek şeyi, beni şübheye vermeyecek
şeye terkettim ve istirahata kavuştum, dedi. Başlıktaki lâfız Peygamber'e
yükseltilmiş olarak da rivayet edilmiştir. Oriu Ahmed, Tirmizî, Nesâî, İbn
Hıbbân ve Hâkim; Hasen ibn Alî hadîsinden olmak üzere merfû'an tahrîc etmişdir.
[11] Başlığa uygunluğu "Denilmişken nasıl olur"
sözündedir. Çünkü bu söz, Pey-gamber'in, o kadının takva ve ihtiyat olarak
terkedilmesine işaretini bildiricidir. Nitekim İlim Kitâbı'nda geçen rivayette
Utbe'nin ihtiyaten o kadını bıraktığı ve kadının da başkasıyle evlendiği
geçmişti.
[12] Hadîsin başlığa uygunluğu, içinde şübhenin açıklanması
ve şübheden çekinme bulunması yönündendir. Bu şübheden dolayı Peygamber
ihtiyaten Sevde'ye: "Abdurrahmân'dan perdelen" buyurmuştur (Aynî).
Bu hadîs, nesebe katma
ve neseb ta'yîni dâvasına dâirdir. Bu da'vâda yedi şahsın ismi geçiyor. Rivayet
edilen bu da'vânın iyi anlaşılması için her iki tarafın şahıslarını
hatırlatmak faydalıdır: Bir tarafta Sa'd ibn Ebî Vakkaas ile ölü-kardeşi Utbe
ibn Ebî Vakkaas; öbür tarafta ölü Zem'a, oğlu Abd ibn Zem'a ve kızı mü'minlerin
annesi Şevde.
Da'vâ edilen şey:
Zem'a'mn cariyesinin doğurduğu Abdurrahmân'ın neseb ta'yîni.
Peygamber Abd ibn Zem'a'ya "Bu senin kardeşindir" diye
hükmettiğine göre, Abdurrahmân Sevde'nin de kardeşi oluyor. Böyle iken
Peygamber'in Sevde'ye Abdurrahmân'dan perdelenme emretmesi, çocuğun sîmâsmda
Utbe'ye bir benzeyiş görmesinden ileri gelmiştir. Hükme ve kaanûnun zahirine
göre Abdurrahmân'ın nesebi ve Sevde'ye kardeşliği sabit olmakla beraber,
Peygamber benzeme şübhesinden dolayı neseben ve ihtiyaten Sevde'ye perdelenme
ile emretmiştir.
[13] Başlığa uygunluğu, bu avın halâl ve harâmlığını
bilememesi cihetindendir. İki hâdisede de şübhe bulunduğu için ihtiyaten en
güzel olan uzak durmak tavsiye edilmiştir.
el-Mt'râd, iki tarafı ince, sivri, orta yeri kalın ve enli olan ok
kalemidir.
[14] Başlığa misâlliği, Peygamber'in şübheden dolayı
hurmadan uzak durması cihetindendir. Peygamber (S) bu düşük hurmanın sadakadan
olması ihtimâlinden ibaret olan şübheden ötürü ondan geri durmuş oluyor ki,
halâllığı ve harâmhğı şübhelİ şeylerden çekinmeye en güzel ve en açık misâldir.
[15] Buhârî, Hemmâm'dan gelen bu Ebû Hureyre hadîsini
Kitâbu'l-Lukata'da tam senedi ve metniyle getirecektir. Burada ta'lîk şeklinde
getirmiş ve başlığa delîl olacak diğer kuvvetli bir misâlin varlığına işaret
eylemiştir.
[16] el-Vesvese ve Visvâs: Nefs ve şeytân kalbe fayda ve
hayrı olmayan hâtıra at-, makla dağdadağa vermek ma'nâsınadır (Kaamûs Ter,).
Buna göre vesvese kalbe gelen gizli hareket ve daha doğrusu şeytanî
hisler ve hayâllerdir. Bunlar bir delîle dayanmayan zayıf şeyler olduğundan,
sakınılması gereken şübheli işlerden değillerdir. Fıkıhtaki "Yakın şekk
ile zail olmaz" düstûru bu hadîsten
alınmıştır. Şübhesiz şeytanî vesvese, îmân ve ibâdet yolunun yol kesicisidir.
Mü'mine hakk suretinde görünerek yolunu keser: Abdestin bozuldu diye bir
musallîyi namazdan alıkor. Her abdest alıp namaza durdukça bu şeytanî
karıştırma tekerrür ederek zavallı vesveseli kişi bir türlü namaz kılmağa
muvaffak olamaz; bu bazen cinnet derecesine varır! Bu konuda asi olan
vesveselerin, sakınılmalan emredilen şübheli İşler hükmüne girmiyecekleridir.
Çünkü Rasûlullah (S): "Kişi fiilen bir fenalığı yapmadıkça yâhud diliyle
bir söz, söylemedikçe ümmetin ferdlerinin nefsinin konuşmalarından Allah
vazgeçmiştir" buyurmuştur. Vesvese boşa atılmıştır; hükmü yoktur
(Umdetu'l-Kaarî).
[17] ez-Zuhrî'den bu sözünü Ahmed ile Ebu'l-Abbâs es-Sirâc
mevsûlen rivayet etmişlerdir. Ebu'l-Abbâs es-Sirâc bunu Peygamber'e
yükseltmiştir. Bâzı sarihler bunu Zuhrî'nin sözü zannetmişler, hakikatte o
Peygamber'den rivayet etmektedir. Fakat Buhârî âdeti üzere hadîsi burada pek
kısaltmıştır {İbn Hacer).
[18] Medine etrafındaki sürü sahibi çöl halkı bulundukları
yerlerde koyun, sığır kesip Medine'ye et satmağa giderlermiş. Bâzı kimselerin
Peygamber'den hükmünü sordukları etler bu çöl halkının sattığı etlermiş.
Bedevi olsun, şehirli olsun bir müslümânın kestiği hayvandan şübhe etmek uygun
olmadığından Peygamber onlara metindeki çok güzel cevâbı vermiştir.
ibn Hacer şöyle dedi: Buhârî'nin bu hadîsi getirmekten maksadı,
vesveseli kimselerin gönüllerindeki gizli hareketin kendilerini mübâh işlerden
men'e kadar götürdüğünü bildirmektedir... (Fethu'l-Bârî).
[19] Hadîsin başlığa uygunluğu "Bir ticâret gördükleri
zaman... âyeti indi" sözün-dedir. Bu âyetin bu kitâbda zikredilme sebebi,
içinde alışveriş nevi'lerinden biri olan ticâret'in zİkredilmesidir. Hadîs
Cumua Kitâbı'nda da geçmiş ve açıklamalar orada verilmişti (Aynî).
Buhârî buradaki başlıkla ticâret hernekadar halâl kazanma yollarından olması
i'tİbâriyle medhedilmiş bir çalışma ise de, ticâretten önce yapılması gereken
işlerin önüne geçirildiği zaman bazen kötülendiğine işaret etmiştir (ibn Hacer)
[20] Buhârî bu başlıkla mâlî kazançlarının halâllık ve
harâmlığını araştırmayı terke-denin kötülenmesini işaret etmiştir. Şârih ibn
Battal: Kişinin servetinin menbâ'-ını araştırmaması, dâima murakabe üzere
bulunmaması dîn zaîflığından ve îmân gevşekliğindendir. Bir de bu aldırmamazlık
fitne ve fesadın.umûmîleşmesi, ahlâksızlığın halk arasında genişleyip
yayılmasından olur demiştir.
İbnu't-Tîn: Bu hadîste amellerin muhasebesini terketmekten sakındırma
vardır. Çünkü malın insanlar arasında uyandırdığı fitne çok şiddetlidir, demiş
ve Enes'in şu hadîsini rivayet etmiştir: Enes: Yâ Rasûlallah! Beni duası kabul
edilmiş kıl (yânî, bunun yolunu bana göster), dedi. Rasûlullah (S): "Ey
Enes! Halâl kazan, duan kabul olur. Ztrâ kişi ağzına haram bir lokma götürürse
kırk gün duası kabul olunmaz" buyurdu (Umdetu'l-Kaarî).
[21] Bu başlık bâzı Buhârî nüshalarında bâ'nın fethi ve
râ'nın şeddesiyle el-Berr şeklinde, diğer bâzı nüshalarda ise bâ'nın fethi ve
noktalı zâ'ın şeddesiyle el-Bezz şeklinde gelmiştir. Bu iki lâfzın lügat
ma'nâları şöyledir:
el-Berr:... ve deniz
mukaabilidir ki, sahra ma'nâsınadır; kara ta'bîr olunur...
el-Bezz: Mutlak sıyâba
yânî libâs-maddesine denir ki, lisânımızda da bez ta'bîr olunur. Bir kavle göre
sıyâb olan ve sıyâb makûlesinden olan ev metâma denir... ve Bezzaz bez satan
adama denir ki, bezci ta'bîr olunur (Kaamûs Ter.).
Sarihlerin bâzısı bir bâb sonra gelecek olan deniz ticâreti babına
uyması ba-' kımından bunu kara ticâreti ma'nâsına el-Berr nüshasını; diğer
bâzıları da bütün ev eşyası ticâreti ma'nâsmı ifâde etmesi bakımından el-Bezz
rivayetini tercih etmek istemişlerdir. Bâzısı da
bâböa ticâret nevi'leri içinden bu lâfızların birinin ta'yînini gerektirecek
bir sebeb yoktur demişlerdir.
[22] Buhârî'nin âyeti burada zikretmesi, ticâretin
mübâhhğını isbât etmek İçindir. Ayette ticâretten sonra bey'in zikredilmesi,
ticâretin tacirin san'atı olup kazanç için alışverişten ibaret bulunduğu;
bey'in ise hâss olduğu; binâenaleyh hâss olan bey'in âmm olan ticâret, üzerine
atfedildiği; yâhud ticâret seferle yapılanı, bey' de hazarda yapılan olduğu...
gibi tevcihler yapılmıştır.
Ibn Abbâs: âyetteki "Allah'ın zikrinden" maksad farz
namazlardır; "Süddî" ise cemâatle namazdır; Mukaatİl ibn Hayyân da:
Bu ticâret işleri onları namazda haar bulunmaktan, onu Allah'ın emrettiği gibi
ikaame ve vakîtleriyle muhafaza etmekten alıkoymadı, demişlerdir.
[23] İbn Hacer, Feîhu'l-BârVdt: Ben bu ta'lîkin Katâde'den
mevsûlen rivayet edildiğini görmedim, dedi. Evet, İbn Kesîr kendi tefsirinde
zikrettiğine göre îbn Ebî Hatim ve İbn Cerîr, tbn Umer'den şunu rivayet
etmişlerdir: İbn Umer çarşıda İdi. Namaza İkaame edildi.Onlar dükkânlarını
kilitleyip mescide girdiler. İbn Umer: İşte âyet bunların, yânî sahâbîlerin bu
hâlini tesbît için indi demiştir (Aynî, Kastallânî).
es-Sarf: Bir nesneyi
çevirmek ve döndürmek ma'nâsınadır ki, bir nesneyi bir haletten diğer bir
hâlete reddeylemekten ibarettir... Ve sarf, çevirmek ve döndürmek ma'nâsmadır
ki, bir nesneyi bir haletten diğer bir hâlete döndürmek yâhud bir başka şeye
ibdâl eylemekten ibarettir.. (Kaamûs Ter.).
Fakîhlere göre Sarf,
bey'İn bir nev'idir, parayı para ile satmaktır. Bu teb-dîl muâmelecisine Sarraf
denir. Buna göre Sarf, altını altın, gümüşü gümüş veya bunlann birini diğeri
ile satmaktan ibaret bir alışveriş muâmelesidir. Hadîsteki iki sahâbînin
Rasûlullah'tan sordukları da semeni semen ile tebdilin meşru' olup
olmadığıdır.
Bu hadîsten bütün
âlimler sarrâfî muamelede iki tarafın parayı kabzetme-leri şart olduğunda
ittifak etmişlerdir. Yalnız sarf ve tebdîl mukaabili olarak birşey almak caiz
midir, değil midir konusunda, görüş ayrılıkları vardır.
[24] Buhârî bu başlığı ticâret için çıkıp çarşıda pazarda
kazanç yolu aramanın mübâh olduğunu isbât için koymuştur.1 Nehiylerden sonraki
emirler ibâha ifâde eder: "İhramdan çıktığınız vakit (isterseniz)
avlanın... "(el-Mâide:2) âyetindeki avlanma emri, avlanmanın mübâhhğım
ifâde ettiği gibi, başlıktaki âyette bulunan "îbteğu = Arayın" emri
de, ticâretle maîşet aramanın mübâhlığına delâlet eder.
[25] Müslim'in Ebû Musa'dan gelen bir hadîsinde
Rasûlullah'ın: "Bir eve girmek için izin istemek üçdefadtr. îzin verilirse
ne a'lâ, yoksa geri dönersin'* buyurduğunu işittim, demiştir. Eve üç izinle
girme usûlü en-Nûr:27. âyetinde de sarahatle bildirilmiştir,
Böyle iken Umer'in,
Peygamber'in bu emri hakkında Ebû Musa'dan şâhid istemesi, Ebû Musa'ya
inanmadığından değil, haberlerin ve hadîslerin muhakkak şâhidli ve delîllı
rivayet edilmeleri usûlünü yerleştirmek istemesindendir. Nitekim o sırada
Halîfe'nin yanında Irak ve Şâm halkından yeni müslümân olmuş bâzı kimseler
bulunduğu, bunların ulu orta, yalan yanlış hadîs rivayetine kalkışmalarından
endîşe ettiği için Ebû Musa'dan rivayetine delîl istediği söylenmiştir.
Hakîkaten İmâm Mâlik'in el-Muvatta'mdaki: "Umer, Ebû Musa'ya: Dikkat et,
ben seni ittihâm etmedim; lâkin ben insanların Rasûlullah üzerine yalan söz
söylemelerinden endîşe ettim" ziyâdesi, bunu te'yîd etmektedir. Ebû Dâvûd
da kendi Soner'inde hadîsi bu ziyâde ile rivayet etmiştir.
Hadîsin bâb başlığına delîlliği, son fıkrasında Umer'in söylediği
sözdedir (Aynî ve Kastallânî).
[26] Matar'ın bu haberini İbn Ebî Hatim senediyle rivayet
etmiştir. Matar'm bura da en-Nahl:14. âyetini okuduğu bildirilmiştir. Ebû Zerr
nüshasında ise "Fîhî" zamirinin takdîmiyle olan şu âyeti okuduğu
gelmiştir: "... Gemilerin denizde yara yara gittiklerini görürsün. Bu Allah
Un /adlından nasîb aramanız ve O'na şükretmeniz İç İndir "(el-Fâtir: 12)
[27] "Fi'l-futku'l-meşhûn" (eş-Şuarâ: 119; Yâsîn:
41 ;es-Sâffât: 160), (Yûnus: 22) âyetleri, bu kelimenin müfred ve cemi'inin
müsâvîliğine delildir.
[28] Mücâhid'in bu sözünü Faryâbî ile Abd ibn Humeyd mevsûlen
rivayet etmişlerdir
[29] Bu hadîs Zekât Kitâbi'nda, "Denizden çıkarılan
şey" babında geçmişti. İnşâai-lah Kefalet Kitâbi'nda gelecektir. Buhârî
bununla deniz ticâretinin kadîm zamanlardan beri bilinen ve alışılan birşey
olduğunu işaret etmiştir.
[30] Bu da aynı hadîsin başka bir tarîkten şevkidir. Bu
tarîkle muallak şeklindeki rivayetin mevsüllüğünü açıklamış oluyor. Bu, borcunu
gönderecek gemi bulamayıp paralan bir odun içine koyup denize salmak suretiyle
yerine ulaştıran kimsenin kıssasını anlatan sahîh bir hadîstir. Buradaki
rivayetlerin ve âyetlerin hepsi deniz ticâretinin mübâhlığına delîl olarak
zikredilmiştir.
[31] Bu başlığın hepsi el~Câmi'u 's-Sahîfı 'İn yalnız
el-Müstemlî rivayetinde böyle terrar edilmiş olarak gelmiş, diğer rivayetlerde
-Nesefî müstesna- düşmüştür. Neseîî ise bu başlığı burada zikretmiş, bundan
Önce geçtiği yerden hazf eylemistir.
Ve yine el-Müstemlî'nin
Ebü Zerr rivayetinde "Bir takım adamlar vardır ki., "{en-Nûr:37)
lâfzı düşmüştür.
Hulâsa bu başlık ve Katâde'nin sözü "S- Karada Ticâret...
bâbı"nda geçmisti (Kastallânî). Bu tekrarın fâidesi hakkında sarihler
değişik görüşler İleri sürmüşlerdir. Kimisi bu tekrarın fâidesi bilinemedi;
kimisi, bunu râvîler istinsah esnasında tekrar etti demiş; kimisi de, bunu
burada kötülemeden ibaret olan mantûku için zikretti, önceki yerde ise,
kötülemenin namaz ve hutbeden meşgul ettiği hâle tahsisi olan mefhûmu İçin
zikretti demiştir (Aynî).
[32] Bu hadîs "Karada Ticâret... babı" nda
geçmişti. Onu burada eİ-Müstemlî rivayetinde tekrar etmiştir.
[33] Yânî kazandıklarınızın halâlinden yâhud iyilerinden.
Mücâhid, buradaki kazanmaktan murâd ticârettir, demiştir.
[34] Bu Âişe hadîsinin başlığa uygunluğu "Kazanması
sebebiyle" sözündedir. Bu hadîs Zekât Kitâbı'nda "Sadaka verdiği
zaman kadının ücreti bâbf'nda geçmiş ve hadîsle ilgili açıklamalar orada
verilmişti.
[35] Hadîsin başlığa delîl olan yeri "Kocasının
kazancından".sözüdür. Çünkü kocasının kazancı ticâretten ve daha başka
yollardan olur. Ve erkek de kazancının güzellerinden infâk etmekle
emredilmişti.
Buhârî bu hadîsi Nafakalar Kitâbı'nda da getirmiştir.
[36] Hadîsin başlığa cevâblığı, onu isteyenin ne yapması
gerektiğini açıklayıp beyân etmekte bulunmasıdır.
Hısımlara sılanın mertebeleri ve dereceleri vardır. Bunların ednâ
derecesi tatlı sözle, selâm ile hâl hatır sormakla olan sıladır. Buradan
başlayarak ziyaretle, hizmetle, mâlî yardımla yapılan derecelere kadar
yükselir. Bu dereceler de kudretin ve ihtiyâcın değişiklikleriyle değişik
olur..
[37] Âişe ve Enes hadîslerinin başlığa delîllikleri
meydândadır. Bu hadîsler va'de ile alışverişin caiz olduğunu isbât eder. Bunu
"Ey îmân edenler, ta'yîn edilmiş bir vakte kadar birbirinize
borçlandığınız zaman onu yazın..." şeklinde devam eden borçlanma
(mudâyene) âyeti de nâsslaştırmıştır(el-Bakara:282). Bu hadîsler o sırada
Medine'nin ticâret hayâtını Yahûdîler'in hâkim bulunduğunu, belki Peygamber'in
ailesine yedireceği bu erzakı başka bir yerden tedârik edemediğini düşündürür.
[38] Hadîs kişinin eliyle çalışıp kazanmasının daha
faziletli olduğuna delâlet etmektedir. Çünkü Ebû Bekr de eliyle çalışıp,
kazancıyla ailesini geçindirirken, halîfe seçilmesiyle san'atını icra etmeye
zaman kalmadığından, istemeyerek bundan sonra Beytü'l-mal'den yemek zorunda
olacağını bildirmiştir.
Ebû Bekr halîfe seçildiğinde ticâretle meşgul bulunduğu elbiseleri
sabahleyin âdeti üzere başının üstüne koyarak çarşıya çıkmış. Çarşıda Umer ile
Ebû Ubeyde'ye râstgelmiş. Bunlar Halîfe'ye: Bu ne hâl; çarşıda pazarda işin ne?
Sen müslümânlarm işini yüklendin! demişler. Ebü Bekr; Ya ben ailemi nasıl geçindireyim?
diye sormuş. Onlar da: Biz sana nafaka takdir ederiz, diyerek günlük yarım
koyun nafaka takdîr etmişlerdir. O zamanın orta piyasasına göre, yarım koyun,
ikibuçuk dirhem gümüş kıymetindedir (İbn Sa'd, et-Tabakaaf).
[39] Bu hadîs dahî kişinin kendi eli ve alınteriyle
kazancının faziletine ve Peygamberin sahâbüerinin bizzat çalışarak geçimlerini
kazandıklarına delâlet etmektedir.
[40] Bu, aynı hadîsin başka bir tarîkini göstermektedir.
Bunu Ebû Nuaym el-Mustahrâc'da senediyle rivayet etmiştir.
[41] Dâvüd Peygamber, aynı zamanda devlet başkanı olduğu
hâlde, zırh yapıp satmak suretiyle geçimini te'mîn ve ondan yemesi, kendi
kazancıyla yaşamanın faziletine en güzel delildir. el-Enbiyâ:80; Sebe':U.
âyetlerinde Davud'un bu san'atina işaret vardır.
[42] Bu, Mıkdâm'ın rivayet ettiği hadîsin Ebû Hureyre
tarafından da rivayet edilişidir ki, hadîsin sağlamlıkça kuvvetini göstermektedir.
[43] Bu Ebû Hureyre
hadîsi, bu konunun en canlıdelîllerindendir. Çünkü geçimini kazanmaktaki izzeti
başkalarına minnet ve sâdık yâre külfet yüklemekteki zilleti bunun kadar beliğ
ve veciz bir tasvîr olamaz. Bu hadîs Zekât Kitâbı'nda da geçmişti
[44] Zubeyr ibnu'l-Avvâm da Peygamber'den, Ebû Hureyre'nin
bundan evvel geçen hadîsini rivayet etmiştir.
[45] Buhârî bu başlığı alışverişte ve diğer beşerî
muamelelerde dâima kolaylıklı ve müsamahalı davranmanın faziletini ve
bereketini isbât için getirmiştir.
Başlıkta ayrıca
Tirmİzî, İbn Mâce ve İbn Hıbbân'ın İbn Umer ve Aişe'den merfû olarak rivayet
ettikleri hadîsin senedini ve râvîlerinî terkedip, sâdece metnini
sevkeylemiştir ve bunu başlıktan bir parça yapmıştır.
[46] Hadîs, başlığa tamamen uygun bir delîı teşkîl
etmiştir. Bunda, alışverişte ve bütün medenî muamelelerde nİzâ' ve husûmeti
terke, müsamahaya, güzel hareket etmeye, ahlâkî değer ve güzelliklerin gereğini
yerine getirmeye teşvik ve rağbet-lendirme vardır.
Nesâî'nİn rivayetinde:
"Alıcı olsun, satıcı olsun; borcunu veren olsun, alacak sahibi olsun; her
kim kolaylık gösterirse Allah onu cennete girdirir" lâf-zıyledir.
Bütün medenî muamelelerde Peygamber'İn teşvîk eylediği şekilde kolaylaştırıcı
ve müsamahalı davranmanın bereket ve saadete vesîle olacağı muhakkaktır. Böyle
hareket etmekte ümmet ferdleri için dünyevî, uhrevî; maddî ve manevî pekçok
hayırlar, bereketler ve saadetler vardır.. (Aynî).
[47] Ebû Zerr ve Nesefî nüshalarında böyle gelmiştir; bu,
başlığa uygun düşmektedir. Diğer nüshalarda ise: "Ben, fakire mühlet
vermelerini ve zengine müsamaha eylemelerini emreder idim " şeklinde
gelmiştir. Müslim de hadîsi böyle getirmiştir.
Zenginliğin sınırında
ayrı görüşler ileri sürmüşlerdir. "Yanında kendisinin ve nafakası kendine
lâzım gelenlerin geçimi bulunandır"; "Yanında elli dirhem altın yâhud
onun kıymeti bulunandır"; "Zekât nisâbına mâlik olandır"; "Zekât
alması halâl olmayandır.." (Aynî).
Üstün olan görüş, zenginlik ve fakîrlik Örfe göredir. Binâenaleyh hâli,
zengin sayılan bir benzerine nisbet edilen zengindir, aksi de böyledir
(Kastallânî).
[48] Ebû Mâlik'in bu hadîsini Müslim, Sahîh'indz mevsûlen
getirmiştir.
[49] Bu mutâbaatı İbn Mâce de bu lâfızla mevsûlen
getirmiştir. Buhârî "Kitâbu'l-İstikrâz Borç İsteme Kitâbı"nda "Zengine müsamaha eder, fakirden
hafifletirdim" lâfzıyle rivayet etmiştir.
[50] Ebû Avâne'nin bu rivayeti, buradaki başlığa uygundur.
[51] Ebû Nuaym'in hadîsini Müslim rivayet etmiştir.
el-înzâr; mühlet vermek
ma'nâsmadır. Burada fakîr borçlulara va'de veriniz, demektir.
et-Tecâvüz de, burada
müsamaha ma'nâsmadır. Hâli vakti yerinde olanlara da kolaylık gösteriniz,
cömert olunuz demektir.
el-I'sâr : Fakîr olmak
ve borçluya takaza eylemek, bir adama çetinlik eylemek ma'nâsmadır.
el-Iysâr; ve zengin
olmak ma'nâsmadır.
et-Teysîr; ve bir
nesneyi kolay kılmak... (Kaamûs Ter.).
[52] Buhârî bu hadîsi "Zikru Benî İsrâîl
Kitâbı"nda başka bir tarikten getirmiştir.
Nesâî'nin rivayeti
şöyledir: "Hiç hayır yapmamış bir kimse vardı; o sadece insanlara borç
verirdi. Borçluyu fakîr görünce hizmetçilerine: Buna müsamaha ediniz, der idi.
O zât ölünce Allah ona:
—- Sen hiç hayır
işledin mi? dedi.
O:
— Hayır, lâkin benim
bir hizmetçim vardı ve ben insanlara borç verirdim. O hizmetçimi alacaklarımı
tahsil etmesi için gönderdiğimde ona: Kolay ödeyenden al, zorlukta olanı bırak
ve ona müsamaha et; belki Allah bize de müsamaha eder der idim, dedi.
Allah Taâlâ:
— Ben de senden
vazgeçtim buyurdu".
Ebu'l-Yeser'in
hadîsinde "Fakire mühlet veren yâhud ondaki alacağından vazgeçeni Allah
kendi Arş'ının gölgesinde gölgelendirir" şeklindedir.
Allah fakire sabr ile emredip şöyle buyurdu: "Eğer (borçlu) darlık
içinde bulunuyorsa ona geniş bir zamana kadar mühlet (verin). Sadaka olarak
bağışlamanız ise sizin için daha hayırlıdır eğer bilirseniz" (el-Bakara:
280; Kastallânî).
[53] Buhârî hadisin bir kısmını başlık yapmakla
yetinmiştir. Parantez içindeki kısım hadîsin tamamındandır. .
en-Nush, en-Nasâha: Öğüt vermek ma'nâsınadır; üçüncü bâbdandır. Müellifin
el-Basâir'deki beyânına göre, bu madde iki ma'nâya konulmuştur: Biri hulûs ve
nakaa, biri iltiyâm ve refâ' ma'nâsmadır. Nâsıh, mensûhun leh olana kavlini
ihlâs eylemek münâsebetiyle öğüt ve va'z da kullanıldı. Yâhud terzi yırtık
elbiseyi düzeltip ıslâh eylediği gibi, nâsıh, mensûhun lehin hâlini ıslâh eylemekle
öğüt ve nasihat da kullanıldı. Ve Nasihat öğüde denir isimdir. Nasihat edilenin
dünyevî ve uhrevî bilcümle hayrım irâdeden ibarettir. Vecîz isimlerdendir...
(Kaamûs Ter.).
[54] el-Addâ' ibn Hâlid, Huneyn harbinden sonra müslümân
olmuş bir sahâbîdir. Çöl ahâlîsinden olduğu için kendisinden pek az hadîs
rivayet edilmiştir.
Rasûluilah'ın
yazdırdığı bu alışveriş akdi Buhârî'de böyle çok kısadır. Tir-mizî'de hadîsin
hem sevk sureti var, hem de daha geniştir: Abdülmecid İbn Vehb şöyle dedi: Bir
kerre Adda' ibn Hâlid (R): Rasûlullah<S)'m bana yazdığı bir kİtâb var, onu
sana okuyayım mı? dedi. Ben de: Evet, oku, dedim. Adda' bir mektûb çıkardı.
Şöyle ki: "Bu vesika Adda' ibn Hâlid ibn Hevde'nin Muhammed Rasûlullah
'tan bir köle veya câriye satın alması üzerine yazılmıştır. O köle veya
cariyede hastalık, ayıp, kaçmak ve hilekârlık, zina ve hırsızlık yoktur. Binâenaleyh
bu akd bir müslümânın'öbür müsiümâna alışverişidir".
Bu hadîsi Nesâî, îbn Mâce ve İbnu Mende de buna yakın bir lâfızla
mevsû-len rivayet etmişlerdir. Hadîsin başlığa uygunluğu "Hiçbir hastalık,
kötülük ve gaile yoktur" sözünden alınır. Çünkü bunları nefyetme, satılan
şeyin bunlardan salim bulunduğunu beyândır; bunlardan birşeyin gizlenmesi
yoktur.
[55] Kerâhatin sebebi hakîkat olmayan bu sözlerde müşteriyi
aldatma, hilekârlık ve karıştırma bulunmasıdır. Bu hüküm, tedlîsin; aldatmanın
nefyine delâlet etmektedir.
[56] Ukbe ibn Amr (R)'ın bu sözünü ibn Mâce, Ahmed ibn
Hanbel, Hâkim mevsû-len rivayet etmişlerdir.
İbn Mâce'nin metni
şöyledir: "Ukbe dedi ki: Ben Rasûluilah'ın şöyle buyurduğunu işittim:
'Müslüman müslümânın kardeşidir. Hiçbir müsiümâna ayıblı bir malı mü'min
kardeşine satması halâl olmaz, meğer ki ayıbım bildirsin'" (Aynî).
Hadîste müslümânın zikredilmesi, umde olması cihetiyledir, yoksa müslümân
gayrı müslime de, herhangi bir insana da ayıblı mal satamaz ve aldatmaz.
[57] Hadîsin başlığa delîlliği "İkisi doğru söyler ve
beyân ederlerse" kavimdedir.
Bu hadîsteki
muhayyerlik'in tefsirinde ayrı görüşler ileri sürülmüştür: Bâzı müctehidler iki
tarafın birbirinden ayrılması, kavlen ayrılmaktır-Bayi' ben sattım; müşteri de
aldım deyince, nâssda bildirilen ayrılma meydana gelmiştir. Bundan sonra iki
tarafın muhayyerliği kalmaz, alış veriş tamam olmuştur. Artık müşterinin
satılanı geri vermeğe hakkı kalmaz. Bundan sonra yalnız görme muhayyerliği,
ayıp muhayyerliği, şart muhayyerliği ile mal reddedilebilir, dediler.
Bâzıları: Alışverişte muhayyerliği kesen ayrılma söz ile değil, belki
alışverişe dâir görüşülüp müşterinin kabulünden evvel vuku bulan bedenler ile
ayrılmadır. Binâenaleyh bayi' sattım dedikten sonra müşterinin satıcıdan
ayrılıncaya kadar kabul etmek hakkı vardır. İki taraf birbirinden ayrılınca bu
muhayyerlik hakkı kalmaz, dediler.
Diğer bâzıları da:
Hadîsteki ayrılmadan maksad, bedenen ayrılmadır. Satıcı ile alıcı
birbirlerinden ayrılıncaya kadar alışveriş tamam olmaz, demişler ve bir meclis
muhayyerliği kabul etmişlerdir.
Hanefîler'e göre akd, îcâb
ve kabul İle tamam olur. Satılan şey, müşterinin mülkiyetine geçer. Âkİdlerden
biri için meclis muhayyerliği kabul etmek, Öbür tarafın hakkını ibtâle
varabilir... (Umdetu'l-Kaari).
[58] Beytü'l-mâl'in sadakadan toplanmış bulunan hurması
karışık olutdu. İçinde çeşitli nevi'ler, yânı iyisi, engini; olmuşu olmamışı
bulunurdu. Sahâbîler kendilerine tayın olarak verilen bu hurmanın iki sâ'ını
bir sâ' hurmaya satış ve mübadele ederlerdi. Sonra Peygamber,, böyle fazlasına
yapılan satış ve mübadeleyi men' etmiştir. Hurma bîr cins olduğundan, fazlası
ribâ oluyordu. Hurma böyle olduğu gibi, diğer erzak ve hububat da böyledir.
Cinsler ayrı olursa fazlalık caiz olur.
[59] Bu hadîs Mezâlim ve Et'ıme Kitâbları'nda da
gelecektir. Da'vet yerine da'vet-siz, tûfeylî olarak gitmek haramdır. Da'vetsiz
gelen kimse için ev sahibinden Peygamber'in yaptığı ve sahâbîlerine öğrettiği
gibi, ayrıca İzin istenir ve gelen kişi ona göre hareket eder. Ancak da'vet
sahibi ile tûfeylî gelen arasında dostluk olup, gelmesinden razı olacağı bilinirse
buna cevaz verilmiştir.
[60] el-Mahku, bir nesneyi mahv ve ibtâl eylemek
ma'nâsınadir ki, ondan eser ve nişan komayıp belirsiz eylemekten ibarettir. Ve
bir nesnenin bereketini gidermek ma'nâsmadır... üçüncü bâbdandır.
[61] Hadîs iki bâb önce de geçmişti. Hadîsin buradaki
başlığa uygunluğu ise gayet açıktır.
[62] Câhiliyet devrinde faizli bir borcun ödeme vakti
geldiğinde borçlu borcunu vermezse müddetçe bir misli artırma yaptıkları gibi,
malı da bir misli artırırlardı. İkinci va'denin gelişinde de bir misli
artırırlardı. Böylece ufak bir borç, birkaç zaman sonra korkunç yekûna
ulaşırdı. İşte Allah mü'min kullarım bu âyette, ocakları söndüren bu çirkin
muameleden men' ediyor.
[63] Hadîs ayniyle "Malı nereden kazandığına
aldırmayan kimse bâbı"nda da geçmişti. Bu Ebû Hureyre hadîsi, kendisinde
faiz yemlen zamanın bozukluğunu haber vermektedir.
[64] Buharı, ribânın yiyicisine, şahidine -diğer nüshada
iki şahidine- ve yazıcısmada günâh terettüb ettiğini anlatmak üzere bu babı
açmış ve âyeti de getirmiştir.
[65] Hadîs "Kitâbu's-Salât",
"Ebvâbu'l-Mesâcid"de de geçmişti.
[66] Hadîsin bâb başlığına deiîl olan kısmı son cümlesidir.
Bu hadîs Cenazeler Kitâ-bı'nda "Müşrik çocukları hakkında denilen şeyler
bâbı"nda uzun bir metinle geçmişti. Buhârî burada o hadîsin sâdece başlığa
delîl olacak kısmını getirmiştir (Aynî).
Bu başlık altındaki hadîslerde ribâ yazıcısı ve ribâ şahidinin zikri yok
ise de, yazıcı ile şahidin ribâ yiyicisine iki yardım edici olmaları sebebiyle
Buhârî bunları ribâ yiyicisi menzilesine tenzil ederek ona İlhak yoluyla
zikretmiştir denilmiştir. Yâhud-da yazıcı ile şahidin ribâya razı-olmaları
sebebiyledir. Çünkü bir şeye razı olan kişi, onun faili gibidir. Yâhud da
Buhâri, yazıcı ve şâhid hakkında sarih olarak gelmiş olan Müslim'deki Câbir
hadîsini işaret etmek istemiştir (İbn Hacer, Kastallânî).
[67] Bu âyetlerde en büyük sakındırma, faizcilere Allah İle
RasûlÜ tarafından harb ilân edileceğine dâir olan cümledir. Hakîkaten kul
haklarını sömüren bu ribâ sâhibleri harb açılacak şerrliler zümresidir.
[68] Buhârî, İbn Abbâs'ın bu sözünü Tefsîr Kitâbı'nda
senedli olarak getirmiştir.
[69] Hadîsin başlığa hüccetliği "Fâİz yiyiciliğinden
ve fâİz yediricilikten de nehyetti" cümlesidir.
Hadîsteki kan alıcılığı ücretinin nehyi tenzihe hamledilmiştir. Çünkü
Peygamber bizzat kan aldırmış ve ücret vermiştir.
[70] Başlıktaki âyet, ribâ muâmelesiyle zahiren çoğalıyor
sanılan malın hakikatte azala azala mahva mahkûm olduğu, yine zahirde verilen
sadakalarla maddeten azalıyor farz edilen malın da hakikatte çoğaldığı
bildiriliyor.Hadis, bu âyetin en ve-cîz ve en belîğ bir tefsiridir.
[71] Abdullah ibn Ebî Evfâ hadîsi âyetin, alışveriş
esnasında ticâret malının revacını, sürümünü te'mîn için satıcı tarafından
yapılan yemîn hakkında indiğini bildiriyor.
Bâzı âlimler bu âyetin
Eş'as ibn Kays hakkında indiğini söylemişlerdir. İbn Kays bir arazînin mülkiyet
hakkı hususunda hasmı ile niza' ederken hemen sür'-atîe yemîne davranması
üzerine indi denilmiştir.
Taberi; Ebû Râfi',
Kinâne ibn Ebî Hakîk, Huyey ibn Ahtab haklarında indiğini bildirmiştir. Zemahşerî
ise, Tevrat'ı tahrif eden Yahûdîler hakkında ol duğunu Mukaatil'den
nakletmiştir. Bir nassın inme ve gelme sebebi birkaç tane olabilir. Ve bu
çokluk nassın ifâde ettiği şer'î hükme olan içtimaî ilgiyi gösterir.
Âyetin ifâde ettiği
sakındırma, satış esnasında yemîn ile sürüm te'mîn etmeye çalışanların âhiret
ni'metlerinden pay almamaları, Allah'ın kelâm etmesinden, rahmet nazarından ve
temize çıkarmasından mahrumiyetleri gibi birkaç vecih ile te'kîdli
bulunduğundan, yeminden sakınmanın sâri' nazarında çok mat-lûb ve mültezem
olduğuna delâlet eder.
Yemîn, kuvvet ifâde
eden bir lâfızdır. Sağ ele yemîn denilmesi de bundandır. Allah'ın ismini
mahsûs surette zikrederek kelâmı kuvvetlendirmeye de bu sebeble yemîn
denilmiştir ki, söylenen sözün doğruluğuna Allah'ı şâhid yapmak demektir. Buna
hasîs işlerde değil, muazzam işlerde müracaat edilir.
[72] Bu iki ta'lîki Buhârî Hacc Kitâbı'nda, "Harem'in
av hayvanı ürkütülmez bâ-bı"nda senedieriyle getirmiş ve ilgili
açıklamalar orada geçmişti.
İmâm Buhârî, buraya kadar maîşet kazanma hususunda ribânın günahlı bir
kazanç yolu olduğuna, ticârette yemin ile mala sürüm ve revâc vermeye çalışmanın
çirkinliğine dâir âyetleri ve hadîsleri birer birer sevkedip getirmişti. Buradan
î'tibâren namuslu ve günahsız maîşet kazancı için tutulacak san'atlara dâir
hadîsleri de sirasıyle getirecektir. Bunlar demircilik, kuyumculuk-dökümcülük,
terzilik, dokumacılık, marangozluk gibi sanayi çeşitleridir. Buhârî bu
konularda kendi şartına uygun olan sahîh hadîsleri kendisine hass bulunan
büyük ustalık ve hünerlilikle tertîb edip sıralamıştır. Gaye bütün bu sanayi
kollarında müstümânlarm en yüksek teknik seviyelere ulaşmaları ve bu hususlarda
da bütün insanlığa önder olmaları yolunda her türlü ilmî ve teknik çalışmaları
yapmalarıdır.
[73] Buhârî, Abdulvahhâb îbn Abdulmecid es-Sakafî'nin bu
hadîsini Hacc Kitabı' nda senediyle getirmişti.
Bu bâb İle buradaki
hadîslerden maksad, sanayi sahihlerinin san'atlarım icra etmelerinin
meşrû'luğunu delîllendirmektir. Bu delillerden alınan hükümler, ot gibi mubah
olan şeylerin toplanması ve satılmasının caiz olduğu; zengin, fakir; şerefli ve
inik herkesin hatalından maişetini kazanması gerektiği; gayrı müsIİm bir
san'atkârla muamelenin cevazı; düğün yemeği için kazanmakta külfet ve
meşakkatin göğüslenmesi; düğün ziyafetinin erkeğe âid olduğu gibi hükümlerdir.
[74] Hadîsin başlığa delîlliği meydandadır. Buhârî bu
hadîsi Tefsir, Mezâlim, İcâre Kitâblarf nda da getirmiştir.
el-Kayn kelimesi,
haddad = demirci ise de, sonra kuyumcu ma'nâsmda kull anılması yayılmıştır.
Mukaatil'den gelen rivayette Habbâb'ın, Âs ibn Vâil'e, cadına âıd bâzı zînet
eşyaları yaptığı bildirilmiştir. Bunun İçin Habbâb'ın âdî )ir demirci değil,
san'atkâr bir kılıççı, kuyumcu olduğu anlaşılıyor. İşte Buhârî bu babı ve
hadîsi, demircilik, kuyumculuk gibi san'atlarla uğraşmanın ve maî-şet
kazanmanın meşrû'luğunu ve rağbet edileceğini delîllendirmek için getirmiştir.
[75] Hadîsin başlığa delîlliği açıktır. Bu hadîsten şu
hükümler alınmıştır:
a. Da'vete icabet: Bâzı âlimler bu İcabetin
vâcibliğine, bâzıları sünnetliği-ıe, bâzıları da mendûbluğuna kaail
olmuşlardır.
b. Peygamber'in alçakgönüllülüğünün kemâli. Bir
terzinin ve herhangi nütevâzi' bir san'atkârın da'vetine icabet ve onun
tiridden ibaret olan yemeği-li yemek suretiyle onu taltif etmeleri, tevâzu'un
en melekî bir örneğidir.
c. Enes'in fazileti.
ç. Kabak ve tirid yemeğinin üstünlüğü.
[76] Hadîsin başlığa delîlliği apaçıktır. Bu hadîs küçük
bâzı iafız farklılıklarıyle Cenazeler Kitâbı'nda da geçmişti.
Peygamber'in bu bürdeyi dokumacı kadının elinden kabul edip alması, dokuma
san'atının, yapışılması meşru' bir kazanç yolu olduğuna delâlet eder. Buhârî
de bu başlığı ve hadîsi, bu delâleti göstermek için getirmiştir.
[77] Bâzı nüshalarda "Bâbu'n-Neccâr = Marangoz
Babı"; bâzılarında "Bâbu'n Nicâre = Marangozluk Babı" şeklinde
gelmiştir. Diğer başlıkların siyakına uygun olanı birinci şekildir (İbn
Hacer).
[78] Bu hadîs bâzı lâfız farklarıyle Salât ve Cumua
Kitâblan'nda da geçmişti.
[79] Câbir ibn Abdillah'tan gelen ikinci hadîste
Rasûhıllah'm haber göndermeyip doğrudan doğruya Ensârlı kadının Rasûlullah'a
metindeki şekilde müracaat ettiği sabit oluyor. Her ikisi de doğrudur,
aralarında hakîkî bir tenakuz yoktur
[80] Ebû Zerr'in Kuşmeyhenî'den başkalarından gelen
rivayeti böyledir. Diğerlerinde bu başlık düşmüştür. Bâzısında ise
"Kişinin ihtiyâçları bizzat satın alması babı" şeklindedir, ki bu
daha umûmîdir. Bu başlığın fâidesi, bu gibi işlere girişip alışveriş yapmanın
İnsanlık şerefine noksanlık vereceğini vehmedenlerin bu vehmini def eylemektir.
[81] Buradaki ta'lîklerden İbn Umer'in hadîsini Buhârî,
Hibe Kitâbı'nda senediyle getirmiştir. Bundan sonraki bâbda da gelecektir.
EbûBekr'in oğlunun
hadîsini Buyu' Kitâbı'mn sonlarında "Müşriklerle alışveriş etmek
bâbı"nda senediyle getirmiştir. En son ta'lîk İse bundan sonra gelecek
olan bâbdaki senedli hadîsin bîr parçasıdır.
Bu ta'lîklerin hepsi İhtilafsız başlığa uygun düşmektedirler. Bu
hadîslerde büyüğün, şerefli kimsenin, işlerini görecek adamları olsa da tevazu'
göstermek ve Peygamber'e uymak için bazen kendi ihtiyâçlarını bizzat doğrudan
doğruya satın almalarının cevazı hükmü vardır. Çünkü Peygamber, ümmetine bir
teşrî' ve ta'lîm olmak üzere bunları yapar idi (İbn Hacer ve diğerleri).
[82] Rasûlullah'ın bu Yahudi'ye, kendine âid demirden
yapılmış bir harb zırhı rehin bırakıp, ona karşılık bedeli veresiye, ailesinin
İaşesi İçin buğday veya arpa satın aldığı hadîsi, Enes İbn Mâlik tarafından da
Buyu' Kitâbı'nın başlarında rivayet edilmişti. Hadîsin başlığa delîlliği
apaçıktır
[83] Bu başlıkta hâss lâfız âmm üzerine atfedilmiştir.
Çünkü DSbbe asılda yer üzerinde yürüyen herşey için konulmuştur. Sonra Örfen
dört ayak üzerinde yürüyenlerde kullanılmıştır. Böyle olunca eşeği de,
diğerlerini de şâmil olur.
[84] Buhârî bu suâli getiriyor, fakat cevâbını vermiyor.
Çünkü bu mes'ele imamlar arasında ayrı ayrı çözülmüştür: Ahmed ibn Hanbel,
belli ve muayyen bir yere kadar binme hakkı kendisine âid olmak şartıyle satış
akdinin cevazına kaail olmuştur. Mâlik de, mesafe yakın olursa şartlı satış
caizdir, demiştir. Hanefi ve Şafiî imamları ise; mesafe İster yakın, ister uzak
olsun şart İle satış nâssan neh-yedilmiştir, demişlerdir. Peygamber'in bu
hadîste Câbir'e Medîne'ye kadar binmesine izin vermesi ise, bunlara göre, bir
takım ihtimâl cihetleri bulunan müstesna bir mâhiyette sayılmıştır.
[85] Buhârî, ibn Umer'in bu hadîsini Hibe Kitâbı'nda
senediyle ve tam olarak getirmiştir.
[86] Bu hadîs âlimler arasında "Hadîsu'1-Baîr = Deve
Hadîsi" diye meşhurdur. Bu-hârî bunu Sahîh'inin yirmi kadar yerinde
getirmiştir. Şartlar Kitâbı'ndaki rivayeti daha uzundur.
Câbir hadîsinin
rivayetinde en çok ihtilâf edilen nokta Câbir'in devesinin kıymetine âiddir.
Buhârî'nin kırk dirhem vezninde bir ûkıyye rivayetinden başka beş ûkıyye, iki
ûkıyyç ile bîr veya iki dirhem rivayet edenler de vardır. Bunun altın ve gümüş
olduğunu rivayet edenler de vardır.
Hadîsteki eUKeys
lâfzının ma'nâsında.ihtilâf edilmiştir. Akıl, cima, çocuk ma'nâlarmı tutanlar
da vardır. Bu ihtilâftan dolayı olsa gerek ki, Buhârî bu hadîsi rivayet
ettikten sonra nihâyetinde "Keys ile mak-sûd olan çocuktur, akıldan
kinayedir" demiş ve kendince üstün olan ma'nâya işaret etmiştir. Şu hâlde
Buhârî'ye göre "'J&'jgk" lâfzının ma'nâsı, "Aklını kullan,
olgunluk ve fetânet sahibi ol da Allah'tan çocuk iste" demek oluyor. Bu
kelime elzim gibi gizli bir fiil ile mensûbdur (Aynî).
[87] Buhârî bu başlığı Câhiliyet devrinde mevcûd ve meşhur
olan bu panayırlarda İslâm devrinde de ticâret yapmanın caiz olduğunu isbât
için getirmiştir. Başlığa delîl olarak getirdiği İbn Abbâs hadîsi, küçük bir
sened ve lâfız farkıyle Hacc Kitâbı'nın "Hacc günlerinde ticâret ve
Câhiliyet panayırlarında alışveriş etmek bâbı"nda da geçmişti. Bu
panayırlarla ilgili açıklama da orada verilmişti.
[88] Âyetin sonundaki "FÎ-mevâsİmiM-hacc(Hacc
mevsimlerinde)" kaydı, îbn Ab-bâs'ın kıraatidir, Mushaf'ta tesbît
edilmemiştir. Hafız ibn Kesîr: Bu kelâmı Mü-câhid, Saîd ibn Cubeyr, İkrime,
Mansûr ibnu'l-Mu'temir, Katâde, İbrâhîm en-Nahaî, Rabî' ibnu Enes ve diğerleri
böyle tefsir etmişlerdir, der (Kastallânî).
[89] Yânî satıcı ayıbli bir malın ayıbını müşteriye
bildirir, müşteri de kusuru İle beraber satın almaya razı olursa, bu
alışverişin caiz ve sahîh olacağı babı.
Hadîsteki
"Hım" lâfzı "Ehyem"'m cem'idir ve deveye arız olan susuzluk
hastalığıdır. Sirayet edici ve helak eyleyicidir. Bu hastalığa tutulan hayvan
mütemadiyen su içer, bir türlü kanmaz. Günden güne zayıflar ve nihayet ölür
(Kaa-mûs Ter.)..
"Hâmet
devâbbunâ" denilir ki, hayvanlarımız susadi demektir. İbn Umer hadîsindeki
"el-İbili'1-hîm" de hasta deve demektir. Hiyâm, bir hastalıktır ki
yakalanan hayvan içer içer de bir türlü suya kanmaz (İbnu'1-Esîr, en-Nihâye).
Lugatçiler bu kelimenin
medlulünü böyle ta'yîn ettikleri hâlde Buhârî, Sa-hîh'inin bu babında
"Hım" kelimesinin "Hâim"in müfredi olduğunu; bunun
medlulünün de deveye ânz olan bir cinnet olup, hayvanın herşeyde maksada
muhalif harekette bulunduğunu bildiriyor.
İbnu't-Tîn ve İbnu
Munîr Buhârî'ye: Hîm, Hâim'in müfredi değildir diye i'tirâz etmiş ve Buhârî'nin
bu baba koyduğu bu lisânı bilgiye, bunda nazar vardır, demişlerdir. Bu i'tirâza
Mesâbîh'de Buhârî hesabına şöyle cevâb verilmiştir:
Arada bir fark varsa, "Hîm"de hâ'nm
dammesi yâ'ya tabâiyetle kesre yapılmıştır.
cem'inde de böyledir.
Sonra şârih Aynî de Buhârî'yi müdâfaa ederek: Nadr ibnu Şumeyl'in Kitâbu
'l-tbi!'de bunun deveye ânz olan bir cinnet olduğunu haber verdiğini bildiriyor,
ve Buhârî'ninbu hastalıklı deveyi aşk harâretiyle içi yanan ve şaşkın olan
"Raculun hâim"e benzettiğini söylüyor (İbn Hacer ye Aynî).
[90] başka bir hadîsin ilk kelimesidir. Bununla bir
hastalığın sahibinden başkasına bizatihi geçmesi nefyedilmiştir. Sahîhayn'da ve
diğer hadîs kitâbla-rında Ebû Hureyre, İbn Abbâs, Sâib ibn Yezîd'den ayrı ayrı
tarîkler ve metinlerle rivayet edilen bu hadîsin tamâmı: Hastalığın kendi
kendine başkasına sirayeti yoktur, kuş uçmasıyle uğursuzluk yoktur. Baykuşta
uğursuzluk yoktur. Saf er ayında uğursuzluk yoktur. Gûl-yabânî denilen bir
mahlûk da yoktur".
Sağlık kaaidelerine
uymayı, çeşitli hastalıklara karşı çeşitli tedâvî yollarına tevessül etmeyi
ehemmiyetle tavsiye eden ve bilhassa bulaşıcı hastalıklardan sakınma,
çârelerini zamanımızın karantina şekline kadar öğreten Peygamber'in bulaşıcı
bir hastalığın sahibinden başkasına geçmesini inkâr etmesi elbette mutlak bir
inkâr değildir. Bu hastalığın ilâhî izinsiz geçmesini inkârdır. İnşalara her
hayır ve şerrin, her nevi' ni'met ve musibetin Allah'ın izni iradesiyle
erişmesi, İslâm'ın te'sîs ettiği îmân asıllarından birisidir. Bu esâsa göre
sâri' hastalık da bizatihi sirayeti nefyedilip Allah'ın izni ile sirayet
edeceği öğretilmiştir. Hadîsin diğer fıkralarında da İslâm Dînî'nin te'sîs
ettiği yüksek medeniyet kanâatlerine muhalif olan Câhiliyet devri hurafelerinin
men' edilmekte olması da'bu hususu te'yîd etmektedir.
"Hastalığın kendi kendine başkasına sirayeti yoktur" demek,
dokunma, karışma veya geçmeye yardım edecek herhangi bir sebeb olmadan
hastalığın başkasına geçmesi yoktur demek de olabilir.
[91] Buhârî bâb başlığında âdeti Üzere hükmü bildirmeyip,
sâdece İmrân haberini vermekle yetinmiştir, tmrân'ın bu sözünü tbn Adiyy,
el-Kâmil'de; Taberânîe/-Kebîr'de senediyle rivayet etmişlerdir. Müslümanlar
arasında çıkan harb fitnelerinde silâh satışı zâlimce öldürmelere âlet olacağı
için bazılarınca iyi görülmemiştir.
[92] 92 Ebû
Katâde'nin hadîste haber verdiği zırh da harb âletlerinden; fakat Ebû
Ka-tâde'nin bunu satışı harb günlerinden sonradır. Böyle olunca bu hadîs
başlığın ikinci kısmına delîl olmuştur. Buhârî bu hadîsi Hums, Magâzî, Ahkâm
Kitâb-lan'nda; Müslim ise Cihâd ve Siyer Kitabı, 13. babında getirmiştir. Hadîs
bura-dakinden daha uzundur. Buhârî, âdeti üzere kısaltarak başlığa delîl olacak
kısmını getirmiştir.
[93] Hadîsin "Ya ondan bir mikdâr misk satın
alırsın" fıkrası, bâb başlığına delîl yapılmıştır. Attâr da ıtır, yânî
güzel kokulu şeyler satıcısı demektir
[94] Buhârî, aynı kitabın 25. Bâbı'mn 38 rakamıyle geçen
Ebû Cuhayfe hadîsindeki kan alma bedeli hakkındaki şübheyi gidermek için bu
babı açmış ve mes'eleyi aydınlatmıştır: Orada Ebû Cuhayfe, Peygamber'in ribâ
gibi bir takım kazançları yasak ettiğini sayarken, haccâmı da kan alma
ücretinden men' ettiğini rivayet etmişti. Bu men'in zahiri haram kılmak idi.
İşte Buhârî burada yeni bir bâb açarak kan alma tedâvîsi yapan kimsenin ücret
almasının cevazını ifâde eden iki hadîs getirmiştir
[95] Başlığa delîl olmak üzeîe getirilen Enes ibn Mâlik ile
İbn Abbâs hadîslerinin her ikisi de Peygamber'in kan aldırma tedâvîsi olduğunu
ve kan alan haccâm kimseye de hacâmet ücreti verdiğini açıkça
delîllendirmiştir. Onun İçin bu yolda buna ehil olan mütehassıs kişilerin,
yânî tabîblerin san'at icra etmelerinin ve bundan ücret almalarının cevazı
apaçıktır. İşte bu sebeble İbn Abbâs da hadîsinin sonunda "Kan aldırma
ücreti haram olsaydı, Rasûlullah kan alıcıya Ücret vermezdi" demek suretiyle
bu hükmü açıkça belirtmiş oluyor.
[96] Bu hadîs Cumua Kitâbı'nda da uzunca bir metin ile
geçmişti. Buhârî burada hadîsi, babın unvanı veçhile erkekler veya kadınlar
tarafından kullanılması mekruh olan eşyanın satışının caiz olup olmamasını
belirtmek için getirmiştir. Hadîs, giyilmeden; başka türlü faydalanmak için
satışın cevâzım.ifâde etmektedir.
[97] Üstünde suretler bulunan eşyanın alınıp satılması, bu
Âİşe hadîsinin zahirine göre caiz değildir. Fakat yere yayılan ve horlukla
kullanılan eşyanın sûretli olmakla beraber alışverişinin cevazı hakkında da
sahîh hadîsler vardır. Men' ile cevaza delâlet eden haberler taâruz ettiğinde
aslolan, sakındırma delili gelene ve zahir olana kadar mübâh olmaktır. Sonra bu
Âişe hadîsinde, Âişe tarafından akdedilen alışverişi Peygamber feshetmemiştir.
Bu feshetmemenin delaletiyle, bu resimli yastık hakkındaki Peygamber'in
beyanâtı, harâmlığa değil, belki ke-râhate hamlolunabilir, denilmiştir. Böylece
hadîsin başlığa bir dereceye kadar, delîlliği gösterilmiştir.
Âişe hadîsinden hayvan tasvirinin harâmlığıda sabit olur. Fakîhler ve
ha-dîsçiler cumhuru taş, ağaç, manzara ve hayat sahibi olmayan eşyanın
resimlerinin yapılmasında ve kullanılmasında be's görmemişlerdir.
[98] Hadîs, Salât Kitâbı'nda daha geniş bir metinle
geçmişti. Peygamber'in mescidinin bina edildiği arsanın Peygamber tarafından
satın alınması ve sahihlerine arsalarının fiatını bildirmelerini istediği
görülüyo'r. İşte hadîsin başlığa delîl olan kısmı bu "Arsanızın fiatını
bana söyleyiniz" emridir. Bu hadîs Hicret Kitâbı'-nın evvelinde de
gelecektir.
[99] Alışverişin kesinleştirilmesi yâhud feshedilmesi
şıklarındaki muhayyerliğin ne kadar veya kaç tane olması caiz olur? Bâzıları
bunların biri meclis muhayyerliği, biri de şart muhayyerliği olmak üzere iki
muhayyerliktir, dediler. lbnu'1-Esîr ise: Muhayyerlik üç nevi'dir: Meclis
muhayyerliği, şart muhayyerliği, nakısa muhayyerliği, demiş ve bunları beyân
eylemiştir (Aynî).
[100] Bu hadîste bundan sonraki hadîste muhayyerlik
müddetinin mikdârını beyân yoktur. Bu iki hadîste ancak muhayyerliğin sabütunun
beyânı vardır. Bâzıları: Buhârî'nin başlıktaki sözü ile muradı "Satıcı
alıcıdan birini diğerine kaç defa muhayyer kılar?" demek olması ve bununla
üç bâb sonra gelecek olan tarikteki Hemmâm'in "Üç kerre muhtar olur"
ziyâdesine işaret etmiş olması muhtemil-dir, demişlerdir (Aynî).
Hadîsin sonundaki İbn Umer'in fiilini Müslim de rivayet etmiştir
(Kastallânî).
[101] Ahmed ibn Saîd'İn bu rivayetini Ebû Avâne, kendi Sahih
'inde senediyle rivayet etmiştir.
[102] Yânî satışta muhayyerlik zamanı bir müddetle ta'yîn
edilmediği takdirde bu satış, bu hâlde lâzım mı, yoksa caiz mi olur? Bu
lüzumun ma'nâsı feshetmeyi kabul etmemesi; cevazın ma'nâsı ise bunun zıddıdır
(Kirmânî).
Buhârî, bu mes'elede müctehidler arasında görüş ayrılığı bulunduğu için
cevâbı zikretmemiştir
[103] Hadîsin başlığa delîlliği sâdece muhayyerliğin
zikredilmesindedir. Fakat hadîs, vakit ta'yîninde suskundur.
[104] Meclis muhayyerliğine kaail olan buradaki zevatın bu
görüşleri, hep diğer hadîs kitâblarmda senedleriyle tesbît ve rivayet
edilmiştir. Meclis muhayyerliğini başka türlü anlayanlar da vardır:
Bu ihtilâf hadîsteki
"Satıcı ile müşteri birbirinden ayrılmadıkça muhayyerdirler"
cümlesinin te'vîline yöneliktir. Bâzıları: iki tarafın|birbirinden ayrılması
kavlen ayrılmaktır. Satıcı sattım, müşteri de aldım deyince, nâssta bildirilen
ayrılma hâsıl olmuştur. Bundan sonra iki tarafın muhayyerliği kalmaz. Satış
tamâm olur, artık müşterinin malı geri vermeye hakkı kalmaz. Bundan* sonra
yalnız ru'yet, ayıb, şart muhayyerliğiyle reddedebilir, demişlerdir.Diğer-leri
de: Satışta muhayyerliği kesen ayrılma, sözlerle değil, alışverişe dâir görüşülüp
müşterinin kabulünden evvel vuku' bulan bedenlerle ayrılmadır. Binâenaleyh
bayi', sattım dedikten sonra müşterinin, bâyi'den ayrılıncaya kadar kabul
etmek hakkı vardır. Birbirlerinden ayrılınca bu muhayyerlik hakkı kalmaz,
demişlerdir.
Hanefîler'e göre: Akid, îcâb ve kabul ile tamam olur, satılan şey
müşterinin mülküne geçer.Âkidlerden birisi için meclis muhayyerliği kabul
etmek, öbür tarafın hakkını ibtâli gerektirir. Hâlbuki Peygamber
"Müslümanlıkta zarar vermek ve zararlanmak yoktur" buyurmuştur.
[105] Hadîs, daha önce de gemişti, buradaki başlığa
delîlliği meydandadır.
[106] "(Satışın muhayyerli olması
müstesna)"istisnasında üç görüş vardır: En sahîhi, bunun hükmün aslından
istisna olmasıdır. Yânî satıcı ile müşteri muhayyerdirler, ancak kendisinde
muhayyerleşme cereyan eden satış müstesnadır. O da akdin geçerliliğini tercih
etmektir. Çünkü onlar henüz ayrılmamış olsalar da, akid bu şartla lâzım olur.
ikinci görüş, gayenin
mefhûmundan müstesna olmaktır. Yânî onlar ayrılmadıkları müddetçe
muhayyerliktedirler, ancak içinde meselâ bir gün muhayyerlik şart kılınan
.satış, olması müstesnadır. Çünkü muhayyerlik, şart kılınan müddetin geçişine
kadar, ayrılıştan sonra da devam eder.
Üçüncüsü, bunun ma'nâsı, satıcı ile müşteri için mecliste muhayyerlik olmamak
şart edilen satış müstesnadır demektir (Kirmanı).
[107] Hadîsin başlığa delîlliği "Ve eğer bunların biri
diğerini muhayyer kılar da bu muhayyerlik üzerine alışveriş yaparlarsa bu
alışveriş vâcib olmuştur" kavlinde-dir. Bu hadîsi Müslim de Buyû'da tahrîc
etmiştir.
[108] Yânî akd caiz mi, yoksa lâzım mı olur? Buhârî bu
başlıkla muhayyerliği yalnız müşteriye kasredenin görüşünü reddetmeyi
kasdetmiştir. Çünkü hadîste bu hususta satıcı ile müşteri arasında bir
düzgünleştirme vardır. Buhârî, hadîsteki ile yetinerek cevâbı zikretmemiştir.
[109] Bu hadîs şimdiye kadar birkaç defalar geçti. Burada
bâzı lâftz farkları ile ve ayrı tarîklerden de getirilmektedir
[110] Buhârî, mes'ele ihtilâf yeri olduğu için, izâ'lann
cevâbını zikretmemiştir. Çünkü Mâlikîler ve Hanefiler bütün eşyada kabzı
tahliye ile yapmışlardır. Şâfiîler ve Hanbelîler ise tahliye, menkûl mallarda
değil, evlerde ve akarda kâfî gelir demişlerdir
[111] Tavusun bu fetvasını Saîd ibn Mansûr İle Abdurrazzâk
senediyle rivayet etmişlerdir.
[112] Bu hadîsin sevk sebebi ve ictihâd noktası, Peygamberin
satışı müteâkib deveyi îbn Umer'e hibe etmesidir. Peygamber'in bu fiili, sattım
- aldım demekle satış tamam olup, mal müşterinin malı olacağına ve satış akdi
bu suretle tamam olduktan sonra redd, iade, muhayyerlik câri olmayıp, müşteri
satın aldığı malını derhâl satmak, hibe etmek gibi hukukî tasarruflara mâlik
bulunacağına delâlet eder. Bu Ebû Hanîfe'nin mezhebidir. Eğer deve o saatte
Peygamber'in malı olmasaydı, tbn Umer'e hibe edemezdi de akd meclisi sonuna ve
satıcı ile müşterinin bedenen ayrılmalarına ta'lîk ederdi. Binâenaleyh akdin
tamam olması için satıcının sattım, müşterinin de aldım demeleri ve sözle
birbirlerinden ayrılmış olmaları kâfidir. İmâm Şafiî akd meclisinin sonuna
kadar bir muhayyerlik kabul etmiştir ki, bu had'sin zahirine aykırıdır. Şafiî
fakîhleri Peygamber deveyi İbn Umer'e hibe etmeden evvel Umer'in Peygamber'den
biraz öne geçmiş veya geri kalmış olması muhtemildir diye te'vîl ederler.
Bu hadîsten, satıcının
satmak için metâ'ını müşteriye arz etmesine luzûm olmadığı, müşterinin: malını
bana satar mısın? diye bir pazarlık kapısı açmasının meşrû'luğu, bir de
akidden sonra satıcıya, sattığı malın bedelini vermezden evvel müşterinin
tasarrufunun caiz olduğu hükümleri alınmıştır.
[113] İbn Umer, Medîne'ye yakınlığı gıbta edilecek bir
vaziyet olarak görmüş, onun için ben Usmân'ı aldatmışım, demiştir. Bundan,
aldatma ile satışın reddedile-miyeceği; arazînin arazîye mukaabil
satılabileceği; gâib olan aynm, sıfat üzere satışının yapılabileceği hükümleri
alınmıştır.
Bu hadîsin başlığa delîlliği, her iki satıcının ayrılmadan önce kendi
irâdelerine göre icazet ve fesh olarak tasarruf hakklan olması cihetidir
(Kirmânî).
[114] Hadîsin başlığa delîlliği şu cihettendir: Eğer aldatma
mekruh olmasaydı, Peygamber aldatılana "Sen birşey satın almak
istediğinde aldatmak yoktur de" buyurmazdı.
Bâzı Mâliki fakîhleri bu hadîsle aldatılma muhayyerliğinin lüzumuna
kaail olmuşlardır.
Hanefîler de bundan
zaîf akıllı olan kimsenin hacr olunmamasına istidlal etmişlerdir. Peygamber,
Habbân'a alışverişe izin vermiştir. Bu izin hacr olunmayacağının açık
delilidir. Ufak tefek his ve şuur za'fı ile şahsî hürriyet ve ferdî tasarrufun
hudûdlandınlması doğru değildir demişlerdir. Ebû Hanîfe ve Şafiî bayi'
muhayyerliğinin üç gün olduğuna ve üç günden ziyâde muhayyerlik caiz
olmayacağına da bu hadîsle istidlal etmişlerdir.
[115] Bu, Buyu' Kitâbı'nın baş tarafında senediyle geçen
Enes hadîsinin bir parçasıdır.Başlığa uygunluğu "Benû Kaynukaa
Çarşısı" sözündedir. İbn Battal: Bu-hârî çarşıların zikriyle, ticâret
yerlerinin ve çarşılara girmenin şerefli kimseler ve faziletli insanlar için
mübâhhğını belirtmek istemiştir, demiştir
[116] Bu da aynı hadîsin bir parçasıdır
[117] Umer'in bu sözü de Kitâbu'l-Buyû'da "Ticâret için
çarşıya çıkma bâbi"ndaki Ebû Mûsâ hadîsi içinde geçmiştir.
[118] Âişe hadîsinin burada getirilme sebebi, içinde
alışveriş yapılan çarşılar halkının kendi kazançlanyle geçinir faziletli
kimseler olduğuna Âişe'nin şehâdeti ve bu kimselerin yere batırılmaya müstehakk
olmadıklarına işaret etmesidir.
Bu hadîste zâlimlerle beraber bulunmak ve onların meclislerinde oturmaktan
sakındırma hükmü vardır.
[119] Bu Ebû Hureyre hadîsinin bu başlık altında getirilme
sebebi, içinde "Sûk = Çarşı" lâfzının zikredilmesi ve çarşıda namaz
kılmanın cevazının geçmesidir.
Bu hadîs Cemâat Bâblarında "Cemâatin fazileti bâbı"nda da
geçmişti.
[120] Hadîsin burada getirilmesinden maksad, bu hâdisede
Peygamber'in çarşıda bulunmasıdır. Buhârî bunu Peygamber'in Sıfatı ile
Isti'zân Kitâblan'nda da getirmiştir. Peygamberlerin diğer insanlar gibi
çarşılarda bulunmaları öteden beri gelen beşerî bir iş ve ihtiyâcdır: "Biz
senden evvel hiçbir peygamber göndermedik ki, muhakkak hepsi de yemek yerlerdi
ve çarşılarda yürürlerdi..." (el-Furkaan-20).
[121] Bu, aynı hadîsin diğer bir tarîkidir.
Bu hadîsierdeki emir ve nehiyler, vucûb ve tahrîm için değildir. Bir de
bu nehyin Peygamber'in hayâtında karışıklığa sebeb olmamak gayesine ma'tûf olması
da hâtıra gelir. Âlimler cumhuruna göre bu İsmi ve künyeyi bir şahısta
birleştirmede be's yoklur.
[122] Hadîsin başlığa delîlliği "Nihayet Benû Kaynukaa
çarşısına kadar geldi" sözün-dedir. Buhârî bu hadîsi Libâs Kİtâbı'nda;
Müslim ise Fadâil'de tahrîc etmiştir. Müslim de: "Yâ Allah, ben bu çocuğu
seviyorum, onun için sen de sev; onu seveni de sev" şeklinde bir cümle
ziyâdeli gelmiştir
[123] Buhârî bu ikinci rivayet ile Ubeydullah'ın, Nafi' ibn
Cubeyr'e kavuşmasını beyân etmek istemiştir. Binâenaleyh yukarıdaki mevsûle
tarîkteki an'ane zarar ver mez. Çünkü müdellis olmayan kimsenin, kendisinden
tahdîs ettiği kimseye kavuştuğu sabit olursa, onun an'anesİ ittifâkan işitmeye
hamlolunur. İhtilâf ancak müdellis yâhud kavuşması sabit olmayan kimse
hakkındadır.
[124] Bu hadîsin başlığa uygunluğu "Hububatın
satılacağı zahîre pazarına nakledilmesi..." İfâdesİndedîr.
Bir tacirin satmak üzere satın aldığı bir malı kabz etmeden evvel
-Müslim'in rivayetinde: Kile üe ölçüp teslîm almadan evvel- o malı başka birine
satmak neh-yedilmiştir. Bu mes'elede, yânî kabzdan evvel malı satmakta
müctehidler arasında farklı görüşler vardır. Hadîste bildirildiği veçhile
zahîre pazarına getirmeden evvel zahîre tacirinin malını satmasının nehiy
sebebi, fiatlarm yükselmesine neden ve bu suretle halkın zararını mûcib
olmasından dolayıdır.
[125] Abdullah ibn Amr'ın bildirdiği Tevrat âyetinin
Kur'ân'da aynen zikredilmiş olan kısmı, devâmıyle beraber şöyledir:
"Ey Peygamber, biz
seni hakîkaten bir şâhid, bir müjdeci, bir korkutucu ve Allah 'a, O 'nun
emriyle bir da 'vetçi ve nûr saçan bir kandil olarak gönderdik" (el-Ahzâb:
45-46).
O Tevrat âyetinde Allah tarafından Peygamber'e "MütevvekkÜ"
İsminin bahsedilmesi, her hususta Allah'a dayanıp güvenmesi ve işleri hep
Allah'a tevdî' eylemesinden dolayıdır
[126] Tevrat âyetindeki bu sıfatlar da Kur'ân'da şöyledir:
"Sen Allah 'tan bir merhamet sayesindedir ki onlara yumuşak
davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar etrafından herhalde dağılıp
gitmişlerdi. Artık onları bağışla, günâhların mağfiretini iste. îş hususunda
onlarla müşavere et. Bir kerre de azmettin mi, artık Allah 'o güvenip dayan.
Çünkü Allah kendine güvenip dayananları sever" (Âlu İmrân: 159)
[127] Yine Tevrat âyetindeki bu sıfatlar da Kur'ân'daki şu
âyetin bir parçasıdır:
"Ne iyilik, ne de kötülük bir olur. Sen (kötülüğü) en güzel
hasletle önle. O zaman görürsün ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse
bile sanki yakın dostun olmuştur" (Fussilei: 34).
[128] Hadîsin başlığa delîl olan yeri, "O Peygamber
çarşılarda bir çağırgan değildir" fıkrasıdir. Hadîsin burada getirilme
sebebi, insanların toplu bulundukları yerlerde bağırma çağırma ve yaygaranın
mekrühluğunu isbât etmektir. Eğer topluluklarda yaygara mekruh olmasaydı,
Allah, Peygamberi'ni Tevrat'ta "Çarşılarda çağırtgan değildir" diye
medh etmezdi.
[129] Hadîsin sonunda Buhârî, hadîsin iki mutâbaat .tarîkini
ve bîr de Ebû Ubeyde'-den naklettiği "Gulfun" lâfzına âid tefsîri
getirmiştir. Bu tefsir, bâzı nüshalarda yoktur.
[130] Buhârî bu başlıkta ölçme ve tartma vazifesi ve
ücretinin satıcıya ve (borç öde mek veya satmak üzere) vericiye âid olduğunu
bildirdikten sonra el-Mutaffîfîn: 3. âyetini buna delîl olarak getirmiştir.
Ta'lîlin vechi şöyledir: Başlıkta ölçme ve tartma satıcıya veyâhud borçta
borçluya âid olduğu zikredilince, bu âyet İle, satıcıyle borçlunun üzerlerindeki
ku! haklarını, ölçü ve tartıları noksan olmaksızın edâ etmeleri vâcib olduğuna
tenbîh^etmiş oluyor.
[131] Bu, Nesâîve ibn Hıbbân'ın senedli olarak Târik ibn
Abdillah el-Muhâribî'den rivayet ettikleri hadîsin bir parçasıdır. O: Ben
Rasûlullah'ı iki kerre gördüm, diyerek hadîsi zikretmiştir ki, İçinde şunlar
vardır: Allah İslâm'ı üstün kılınca Medîne'ye Çıkıp vardık. Bizler bir yerde
oturduğumuz sırada, üzerinde iki kumaş elbise olan bir zât geldi. Bizim
yanımızda da kırmızı bir deve vardı. O zât:
— Bu deveyi satar mısınız? dedi. Biz:
— Evet, dedik.
— Kaça? dedi.
— Şu kadar Ölçek hurmaya, dedik.
— Aldım, dedi ve devenin ipini tutup gitti ve
gözden kayboldu. Akşam olunca bize birisi geldi de:
— Ben Allah Elçisi'nin
size gönderdiği elçisiyim. O size bu hurmadan doyuncaya kadar yemenizi ve
devenizin bedelini tastamam alıncaya kadar hurma ölçtürmenizi emrediyor, dedi.
Biz de bunları yaptık,
sonra (mescide) geldik; baktık ki Rasûlullah dikel-miş hutbe yapıyordu...
(Fethu'l-Bâri).
Hadîsin başlığa uygunluğu, ıktiyât masdarının kişinin kendi nefsi İçin
alacağı şeylerde kullanılır olması cihetindendir, kesb hâsıl olduğu zaman
ıktesebe denildiği gibi (Kastallânî).
[132] Usmân'dan gelen bu hadîsi Ahmed ibn Hanbel, İbn Mâce,
Bezzâr, Dârakutnî senediyle rivayet etmişlerdir
[133] İbn Umer'in bu hadîsi yakında geçmişti
[134] Hadîsin başlığa delİIliği "Alacaklılar için
ölç!" emrindedir. Ebû Hanîfe, Mâlik, Şafiî, Ebû Sevr, Sufyân es-Sevrî bu
hadîse dayanmışlardır. Bunlara göre hububat satışında ölçek ve ölçmek masrafı
satıcıya âiddir. Satıcı gibi, borç ödeyici de hububat ile borç öderken
Ölçmekle mükelleftir. Tartılacak şeylerde tartma ücreti de böyledir.
Bu Câbir hadîsinde
Peygamber'in bir mucizesi de sabit oluyor: Câbir'in babasından devrolunan
borçlarını karşılamaya yetmeyecek bir mikdâr hurması alacaklılara dağıtıldıktan
sonra, aslından birşey eksilmemiş gibi Câbir'e kalmasıdır.
Bu hadîsten, vârislerin bâzısının, diğer bâzıları yerine onların
rızâsıyle işleri görebileceği hükmü de alınmıştır.
[135] Buhârî bu ta'lîklerden Firâs'ın hadîsini, Vasıyyetler
Bâblan'nm sonlarında; Hi-şâm'ın hadîsini ise İstikraz Kitâbt'nda senedleriyle
getirmiştir.
[136] Kişinin ailesini nafakalamak için satın aldığı erzakı
ölçüp tartmasının, yânı hesabım bilmesinin müstehâblığı babı.
[137] Aile erzakım Ölçmenin ve tartmanın berekete sebeb
olmasının sırrı, aile azığının mikdârı ailece bilinirse buna göre davranmaları
ve hazırlıklı bulunmaları noktasındadır ki, bu takdîrde ailenin işi
kolaylaşır. Aile erzakının mikdârmı bilmek, ne kadar zaman aileye yetişebileceğini
göz önünde tutmak, elbette hayır ve berekete vesîle olur. Peygamber'in
ailesine âid bir senelik gıda maddesini anbarla-dığı sabittir. Bunun ta'yîni
şübhesiz ölçmekle mümkindir.
[138] Peygamber'in Medine hakkında, Medine'nin sâ' ve müdd
ölçeklerinin bereket-lendirilmesi hakkındaki bu duası, Hacc Kitâbı'nın sonunda
Âişe tarafından rivayet edilen uzunca bir hadîs içinde geçti. Hadîsin bu duâ
fıkrası şöyle idi: "Yâ Allah, Mekke'yi bize sevdirdiğin gibi Medine'yi de
sevdir; yâhud onu daha ziyâde sevdir. Yâ Allah, sâ' ve müdd ölçeklerimizde
bizlere bereket ihsan eyle! Yâ Allah, Medine'nin havasını bizler için sağlığa
elverişli kıl!.. ".
[139] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır.
Mâlik ibn Enes'e: Yâ
Ebâ Abdiîlah! Peygamber sâ'ının vezni ne kadardır? denildi. İmâm Mâlik de: Beş
Irak rıth ile bir ntlın üçte biridir, dedi(Dârakutnî).
Hasen ibn Salih'in:
Umer(R)'in sâ'ı, sekiz rıtl hububat alabilen bir ölçekti, dediği işitilmiştir
(İbn Ebî Şeybe).
İmâm Ebû Yûsuf:
Medine'ye bir seferimde sözüne İ'timâd ettiğim bir zât (ki İmâm Mâlik
olacaktır) bana bir ölçek gösterdi ve: Bu, Peygamber'in sâ'ı-dır, dedi. Ben o
kabı beş rıtl ve üçte bir rıtl hacminde takdir ettim, demiştir (Tahâvî).
Hadîste zikredilen sâ'
ve müdd hububat ölçekleridir. Bir sâ' binkırk (1040) dirhem ayarında ölçeğe
denir. Şu kadar ki, Peygamber zamanındaki sâ'ın mik-dârını hesâb ederken
Iraklılar'la Hicâzlılar arasında; diğer deyişle Ebû Hanîfe ile öteki üç mezheb
imâmı arasında görüş ayrılığı olmuştur. Bu da sâ'ın kesri olan müdd ve rıtl
hesâblarındakİ farktan ileri gelmiştir. Iraklılar'a göre bir sâ', sekiz Bağdâd
rıth: Hİcâzlılar'a göre 51/3 Medîne ntlıdır. Şu kadar ki, ntlın kesri
Iraklılar'a göre 20 ıstar; Hİcâzlılar'a göre de 30 ıstar olduğundan, hesabın
neticesi bir oluyor, yânî 1040 dirhem oluyor.
Iraklılar'a göre: 1 sâ'
= 8 Bağdâd rıth x 20 ıstar = 160 ıstar x 6,5 dirhem = 1040
Hİcâzlılar'a göre:
1 sâ' = 51/3 Medîne
ntlı X 30 ıstar = 160 ıstar x 6,5 dirhem =
1040
Bu ölçekler hakkında Zekât Kitâbı'nda da açıklama geçmişti.
[140] Hadîslerdeki sâ' ve müdd Ölçeklerinin bereketi ile
murâd, bu ölçeklerle ölçülen erzakın feyizli ve bereketli olmasıdır. Mahallin
zikri ve hâilin irâdesi kabilinden mecazdır.
[141] Cizâfve Mücâzefe; ölçmeden, tartmadan götürü pazar
satmaktır. Meselâ harman yerinde bir yığın zahirenin veya anbar dolusu
hububatın toptan satışı caizdir. Akid tamâm olur, satışın esâsında kabz şart
değildir. Mikdârı, satıcı ve alıcıca bilinmeyen bir malın "Subre"
ta'bîr olunan ölçüsüz, tartısız bir hâlde cizâferi satışının mübâh olduğunda
imamlar arasında ihtilâf yoktur.
Mücâzefe suretiyle
satışın şer'i vaziyeti böylece tesbît edildikten sonra mes'-elenin ehemmiyetli
olan ciheti bundan sonradır' O da bu suretle satın alman malı kabz ve
nakletmeden başka bir müşteriye satmak cihetidir. Lugaten ve şeklen olsun
ihtikâra kapı açan, budur. Satın alınmış malı kabz ve tesellüm etmeden satış
yolu açık bırakılırsa, bir anbarda depo edilmiş bir mal yerinden oynamadan,
elden ele, dilden dile dolaşa dolaşa sebebsiz olarak fiatların artmasını mû-cİb
olur.-Buna mâni' olmak için hadîste satın alman hububatın kabzı lâzım olduğu.
İbn Umer tarafından işaretle bildirilmiştir ki, bu, malın bulunduğu yerden kaldırılıp
nakledilmesi şer'in fiatların yükselmesine mâni' olmak üzere hedef aldığı kabz
ve tesellümdür. Ve burada hadîsin şevkinden kasdedilen gaye budur.
İhtikâr, lügatte
fiatların pahalılaşmasını gözeterek halkın muhtâc olduğu malı satmayıp,
habsetmektir.
thtikâr'm kötülenmesi hakkında diğer hadîs kitâblarında pekçok hadîsler
gelmiştir.
[142] Bu hadîsteki "Mürceen" kelimesi, Ebû Zerr
el-Herevî'nin el-Müstemlî'den olan rivayetinde İmâm Buhâri tarafından (muahhar,
yânî geri bırakılmış) şeklinde tefsîr edilmiştir.
Hadîsteki istîfâ, kabz
ve tesellüm ma'nâsınadır.
İbn Abbâs'a bu çok
kıymetli ve hakîkaten bu konuda gelen hadîslerdeki kabz ve tesellümün geri
bırakılmasındaki ihtikâr gayesinin aydınlatılmasına medar olan suâli soran zât,
senedde görüldüğü üzere Yemen'in en büyük müctehidi, büyük tabiî Tâvûs ibn
Keysân'dır.
İbn Abbâs'ın cevâbı sarihler tarafından şöyle misâllendirilmiştir:
Birisinin muayyen bir va'deye ta'lîkan başkasından bir dînâra erzak satın
alması, sonra bu müşterinin, satın aldığı malı tesellüm ve kabz etmeden ya mal
elinde bulunan satıcıya veyâhud başka bir ikinci müşteriye iki dînâra satması,
hadîsteki "Malsız, dirhemi dirheme satmaktır" sözünün ma'nâsıdır
deniliyor. Bunun ri-bâ kısımlarından va'deye muallak nesîe olduğu ma'lûmdur.
Hattâ bizzat ribâ-dan, tefecilikten daha çirkin bir muameledir. Çünkü ribânın
zararı yalnız borç alanın nefsine münhasırdır. Fakat gıda maddelerini böyle
tesellüm edilmeyerek elden ele geçmesi fiatların pahalılaşmasına sebeb
olduğundan, zararı sârî ve bütün cemiyeti şâmildir. Bu şümulünden dolayıdır ki
ihtikârcılar, cemiyet aleyhine çalışan şerirler sayılarak her yerde ve her devirde
cemiyetin la'netine ve tahkirine uğramışlardır.
[143] Bu hadîs "Ölçmek vazîfesi satıcıya ve vericiye
âiddir bâbı"nda başka bir sejıedle geçmiş ve ilgili açıklama orada
verilmişti
[144] Hadîsin başlığa uygunluğu ribâ eşyasından olan şeyler
için kabzın şart kılınmış olması cihetindendir. Başlıkta da yiyecek
maddelerinde kabz şartını bildiren bir işaret vardır.
Hadîste "Bey'u
sarf" muamelesi anlatılmıştır. Bu, semeni semen ile değiştirmekten ibaret
bir muameledir; sarraflık muâmelesidir. Va'desiz, bir mecliste elden ele
ziyâdesiz para değiştirmekten ibarettir. Bu Umer hadîsinde "İllâ hâe ve
hâe = Ha al, ha sen de ver" diye ribâdan müstesna kılınan, para bozma ve
değiştirme muâmelesidir. "Hâe" lâfzı elden de alıp vermede kullanılan
ve bir şeyi el ile uzatıp sunarken söylenen bir harftir. İki tarafın karşılıklı
peşin alıp vermeleri ma'nâsınadır. Bey'u sarfı te'sîs eden kişilerden birinin
diğerine "Hâ = Al" dediği zaman öbürünün de ona "Hâti =
Getir" demesi ve bu suretle karşılıklı ele alma ve tesellümün kavlen vukû'udur.
Bu Umer hadîsinde
zİkrolunan 4 madde ile gümüş ve tuzdan ibaret olan altı şeyde ribânın haram
olduğunda müslümânların ittifakı vardır. Bunlar dışında mahsûs olmayan eşya
hakkında âlimler ihtilâf etmişlerdir. Gerektiğinde tafsilât için Umdetu'l-Kaari,
V, 489-491, sahîfelerine başvurulsun.
[145] Hadîsin başlığa delîlliği açıktır. İbn Abbâs'm bu
hadîsi gibi, sonunda bildirdiği fetvası da çok mühimdir.
Tirmizî şöyle demiştir: "Ümmet arasında bu hadîsin gereğiyle amel
oluna-gelmiştir. İlim ehlinden çoğu, kişinin yanında bulunmayan metâ'ı satmağa
kalkışmasını kerîh görmüşlerdir".
[146] Bu ibn Umer hadîsi, küçük lâfız farkıyle "ölçmek
külfeti satıcı ve vericiye âid-dir bâbı"nda da geçmişti.
[147] Hadîsîn başlığa uygunluğu açıktır. Hadîs "Yiyecek
maddesi satışı hakkında zik-rolunan şeyler bâbı"nda da geçmişti. Bu
hadîste bozuk alışveriş akdi yapmaya kalkışan kimseleri te'dîb etmenin
meşrû'luğu vardır (Kastallânî).
[148] Buhârî, bu başlıktaki "izâ" lâfzının
cevâbını, mes'elede görüş ayrılıkları olduğu İçin zikretmemiştir.
[149] İbn Umer'in bu sözünü, Tahâvî üe Dârakutnî, Evzâî'den;
o da Zuhrî tarîkinden olmak üzere senediyle rivayet etmişlerdir
[150] Hadîsin, başlığın birinci cüz'üne uygunluğu açıktır.
Çünkü Peygamber deveyi Ebû Bekr'den "Ben onu bedeliyle aldım" sözüyle
aldığı zaman -ki bu satış akdinden kinayedir-, onu Ebû Bekr'in yanında
bırakmıştı. İşte bu satıcının yanında bırakmaya uygundur. Hadîsin başlığın
ikinci cüz'üne delâleti, yânî "Kabz olunmadan evvel ölürse" kavline
delâleti, kabzdan evvel ölmenin hükmü daha evvelkine kıyâsen satıcının yanında
bırakma hükmü olduğunu bildirme yoluyladır. Fakat Buhârî mes'ele ihtilaflı
olduğu İçin hükmü kesin söylemedi. Fakat başlıkta İbn Umer'in sözünü getirmesi,
tercihinin, İbn Umer'in görüşü olduğuna delâlet eder ki, zikr olunan surette
helak olan mal, satın alıcının malındandır (Vmdetu'l'Kaarî).
Buhârî bu hadîsi Hicret babının evvelinde uzun bir metin hâlinde
getirmiş, burada ise sâde başlığa lâzım olacak kısmını getirmiştir.
[151] Bu başlık, ayrı ayrı hadîs metinlerinden meydana gelmiş
olup, haber cümlesi uslûbuyle en belîğ şekilde nehiy ifâde etmektedir.
[152] Hadîste nehyedilen, kardeşinin alışverişine zarar
verici müdâhele iki suretle tas-vîr edilmiştir:
a. Muhayyerlik hakkı
olan bir müşteriye: "Alışverişi fesh et, ben sana aynı malı daha ucuz
fiatla alırım";
b. Yahut, bir satıcıya:
"Alışverişi fesh et, ben malını daha yüksek fiatla satarım" diye
hâriçten bir şahsın müdâhele etmesi ve satışı bozmağa çalışmasıdır. Bunlar
ticâret ahlâkına aykırı, çirkin faaliyetlerdir. Onun için Peygamber tarafından
nehyedilmiştir.
[153] Bu hadîste Peygamuer yalnız müslümânların değil, bütün
beşeriyetin mübtelâ olduğu en müzmin İçtimaî hastalıklara dokunup, tedâvî
yollarını öğretmiştir:
Şehir tacir ve
simsarlarının, çadır halkı ve köylülerin mallarını onlar adına satmaları ve
böylece bir aracı zümrenin halk aleyhine kazanç sağlaması men' edilmektedir.
Satıcı ile müşteri arasına girerek, kendisini alıcı gibi gösterip müşteriyi
kandırmak ve fiatı yükseltmeye çalışmak da nehyedilmiştir.
Bir kadınla söz kesilip
mehirde ittifak edilerek evlenme akdi etmek üzere bulunan bir kardeşin bu
hıtbesi aleyhine bir insan kalkıp mehri artırarak evlenme talibi olmamalıdır.
Hadîsteki bu ta'bîr, haber suretinde gelmiş en beliğ bir nehiydir. Böylç bir
hareket, maddî ve ma'nevî zarar ve ezayı mûcib olmak cihetiyle, haramdır.
Hiçbir namuslu kadın
müslim veya gayrı müslim hiçbir kadının refah ve saadetine, güzel geçimine göz
dikerek, onun kocasına: Karını boşa da beni al, diyemez. Bu da belîğ bir
suretle nehye delâlet eden ve harâmhk ifâde eden bir haber cümlesidir.
Bu hadîs, birkaç
hadîsin bir araya toplanmış rivayetidir. Bu hadîsleri yalnız Buhârî ile Nesâî
bir rivayette toplamıştır.
Nevevî: Hadîsteki
" ^-.ı=Kızkardeş" ta'bîri ile murâd neseb, dîn, toprak ve vatan
kardeşliğini şâmil umûmî bir ma'nâdır; kendisinden başka kadın demektir,
demiştir. Hadîsteki "£' = Kardeş" ta'bîri de âlimler cumhuruna göre
müslimi de, kâfiri de şâmil, umûmî bir ma'nâdır. Bunun için tercemede parantez
içinde bu umumîliğe İşaret edilmiştir.
[154] Atâ ibn Ebî Rebâh'ın bu sözünü İbn Ebî Şeybe senediyle
rivayet etmiştir.
[155] Başlığa delîlliği "Bunu benden kim satın
alır?" diyerek onu artırmaya arz etmesindedir.
Bu hadîsi Müslim ile
dört Sünen sâhibleri de rivayet etmişlerdir, onların
rivayetlerinde şu
ziyâdelikler vardır:
Köle azâd eden zât, Azre oğullarından Ebû Mezkûr olduğu; Azâd edilen
kölenin ismi Ya'kûb olduğu;
Bu kölenin müzayede
neticesinde kaç dirheme satıldığı;
Ebû Mezkûr'e kölesinin
bedeli Peygamber tarafından verilirken "Bupara senin hakkındır, Allah
bundan müstağnidir"buyurduğu.
Bu Câbir hadîsinin
burada sevk sebebi, müzayede suretiyle satışın meşrû'-luğunu beyân etmektir.
Müdebber, hürriyete
kavuşması sahibinin ölümüne bırakılmış köledir. Tirmizî bu hadîsi rivayet
ettikten sonra: "Bu hadîste müdebber kölenin Peygamber tarafından
satılmış olmasıyle istidlal ederek, sahâbîler ve daha sonraki âlimlerden bir
kısmı müdebber'in satışında be's görmemişlerdir. Bu ictihâd, Şafiî, Ahmed,
İshâk'ın kavlidir. Peygamber'in sahâbîler inden bir kısmı da müdebber'in
satışını kerih görmüşlerdir. Sufyân es-Sevrî, Mâlik, Evzâî'nin kavli de
böyledir" diyor.
Târihe karışmış olan
müdebber hukuku ile ilgili fazla bilgiler için büyük şerhlere ve fıkıh
kitâblarına bakılmalıdır.
[156] en-Necş, nûn'un fethi ve cîm'in sükûnu ile meta'
sahibi müşteriye metâ'ını medh ve vasf ederken, tervîc için bir kimse de
sahibine muvafakat eylemek, yânı beraberce medh ve vasf eylemek. Bir kavle
göre satın alması matlûbu değil iken, ziyâde bahâ ile sc*.ılmak için musanna'
olmak üzere, metâ'a ziyâde bahâ ile müşteri olmak ma'nâsınadır. Tâ ki o metâ'a
bakan kimse, o bahâya giriftar ola. Ve bir görüş de, insanları bir metâ'dan
zeram ve kötüleme ile nefret ettirip, diğer metâ'a döndürüp meylettirmek
ma'nâsınadır.
Ve Necş, avlanacak
canavarı ürkütüp yerinden kaldırmak ma'nâsınadır ve bu lâfzın konulmuş olduğu
ma'nâsıdır. Ve bir nesneyi araştırıp yerinden dep-retmek ma'nâsmadır (Kaamûs
Tercemesi).
[157] Buhârî, Abdullah ibn Ebî Evfâ'nm hadîsini Şahadetler
Kitâbı'nda "Yüce Allah'ın "Hakikat, Allah 'a olan ahidlerine ve
yeminlerine bedel az bir bahâyı satın olanlar, işte onlar; onlar için âhirette
hiçbir nasîb yoktur. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz, onlara bakmaz, onları
temize çıkarmaz, onlar için pek acıklı bir azâb vardır" (Âlu İmrân: 77)
kavli bâbi"nda getirmiştir.
[158] Bu ta'lîkı İbn Adiyy el-Kâmil adlı eserinde rivayet
etmiştir..
[159] Buhârî bu hadîsi, Aİşe hadîsinden olmak üzere Sulh
Kitâbı'nda senediyle getirmiştir.
[160] Buhârî bu hadîsi Hileleri Terk bölümünde de
getirmiştir. Müslim ile Nesâî de Buyu' Kitâbı'nda getirdiler. Burada başlığa
delîlliği açıktır.
[161] el-Gurûr ve'l-Gırre: Bir adamı bâtıl ve beyhude nesne
tamâ'ına düşürmekle aldatmak ma'nâsınadır; birinci bâbdandır.
et-Tağrîr ve't-Teğırre:
Bir adam kendi nefsini hatar ve tehlikeye sevk ve ilkaa eylemek...
el-Garer: Tağrîrve
Teğirre'den isimdir; hatar ve tehlükeye denir (Kaamûs Ter.).
Bey'u 'l-Garer de
aslında hatar ve tehlikeye denir ki, tahakkuk edip etmeyeceği bilinmeyen,
akıbeti mechûl şey demektir. Bâzı âlimlere göre Garer, zâhiri parlak, fakat
bâtını mechûl olan şeydir. Ezherî de: Bey'u'l-Garer, satıcı ile müşterinin
künhünü idrâk etmediği satıştır, diye ta'rîf etmiştir.
Meşârık sahibi de: Bey
'u 'l-Garer; ya semeni yâhud müsemmeni yâhud validesi mechûl olup muhataralı
olan satıştır, diyor.
Bu ta'rîflerin hepsi
muhataranın varlığını ifâde ediyor.
Habelu'l-Habele satışı:
Gebe develerin gebeliğinin satışı demektir ki, gebe devenin dişi doğacak
cenininin gebeliğinin veya buna ta'lîk ederek başka bir şeyin satışı diye ifâde
edilebilir.
"Habelu'l-Habele, amdu'l-amele vezninde ki, işbu (....} hadîsinde
gelmiştir; murâd, dişi devenin karnında olan yavrudur. Pes Habele, Hâbile'nin
cem'İ olur ki, nâkalar demektir. Yâhud asmanın olgunlaşma öncesi üzümüdür. Yâhud
batında olan yavrunun melhuz olan veledidir ki,,Câhiliyet'te yavrunun yavrusunu
satarlar idi. Pes buna göre Habele müfred müennes olur" (Kaamûs Ter.).
[162] Bu hadîsteki "Kâne'r-ruculu..." cümlesi,
râvîîbnUmer tarafından "Habelu'l-Habele"yi tefsir sadedinde
getirilmiştir. Tıybî: "Bu tefsirin zahirine nazaran ma'-nâsı: Bir satışta
semenin, nâkanın karnındaki ceninin doğmasına te'cîl ve ta'lîk
edilmesidir" demiştir ki, hakîkaten " İİâ en tuntece" lâfzından
anlaşılan bir ta'lîktir.
îmânı Şafiî'nin tercihi
de budur. Biz de tercemede bunu aldık. Lügat imamlarından Ebû Ubeyde'den
rivayet edilen bir ma'nâ daha vardır ki, o da: "Gebe bir hayvanın
karnındaki yavrusunun dişi doğması, sonra büyüyüp gebe olması ve bunun
satılması" suretinde tasvîr edilmiştir. Bu da lugatci-lerin tercih ettiği
ma'nâdır. Birinci ma'nâya göre semeni bey'i mechûl bir zamana ta'lîktir. ikinci
ma'nâya göre de ma'dûmun satışıdır. Her ikisi de tehlikeli satıştan sayılmış
olup nthyedilmiştir.
Hâsılı Habelu'l-Habele satışı, bir bey'u'l-garer cümlesindendir; meçhulü
satmaktır; nehyedilmiştir. Çünkü yukarıda îzâh edildiği gibi, Habelu'l-Habele,
gebe hayvanın karnındaki cenîni doğurup, dişi olursa bu yavru büyüdükten sonra
gebe olacak da yavrunun yavrusu şimdiden satılmış olacaktır. Bu mutlak bir mechûl
içinde ve baştanbaşa hatarlı bir satıştır. Bundan dolayı nehyedilmiştir.
[163] Buhârî Enes'in bu hadîsini, bu kitabın 93. babında
getirmiştir.
el-Mülâmese, mufâale vezninde, bir nesneyi el ile yapışıp yoklamak
ma'-nâsmadır... Satışta mülâmese şu muameleye denir: Satıcı ve müşteriden her
biri diğerine: Ne zaman senin metâ'ına el vurup yapışırsam yâhud metâ'ıma el vurup
yapışır isen, aramızda şu bahâya satış ve alış gerçekleşmiş olsun, diye söylerler.
Bir kavle göre metâ'ın içini açmayıp örtüsü üstünden el İle yoklamakla
gerçekleşen muameleden ibarettir. Şârih der ki, bunlar aldatma kısımlarından
olduğu için nehyolundu (Kaamûs Ter.).
[164] Hadîste zikredilen Bey'u limâs yâhud Mülâmese ile
Bey'u nibâz yâhud Munâbeze, Câhiliyet günlerindeki satış nevİ'lerinden
ikisinin adıdır. İslâm kaanûnuyla nehyolunduklan için tabîatiyle her ikisi
amelden düşmüş ve bu yüzden geçmişteki icra keyfiyetleri hakkında çeşit çeşit
tefsîrlere yol açılmıştır, Mülâmese satışının keyfiyyeti hakkında şu tefsirler
gelmiştir:
a. Satıcı - alıcı "Ben senin kumaşına, sen
de benim kumaşıma elinle dokundun mu, satış mün'akid, yânî muhayyerlik
hakkımız düşmüş olsun" diye pazarlık etmek;
b. Satıcı: "Bu
metâ'ı sana şu kadara sattım. Sana el İle dokundum mu satış vâcib olsun"
demek. Yâhud müşteri böyle söylemek.
c. Müşteri durulmuş bir kumaşı açıp bakmaksızın,
yalnız eliyle dışından yoklayıp, -açıp baktığında muhayyerlik hakkı olmamak
şartıyle- satın almak. Yâhud, satıcı: "Kumaşa dokundun mu sana satmış
olayım" demek.
d. Müşterinin satılacak
kumaşa eliyle dokunması ve açıp çevirmesiyle satışın tamam olmasıdır ki, bunda
ne bakma, düşünme, ne de rızâlaşma vardır.
e. Müşteri mala bakmaksızın, satan da haber ve
ta'rîf etmeksizin yapılan alışverişin adıdır...
Munâbeze satışında da
çeşitli ta'rîfler vardır:
a. Satıcı - alıcıdan
herbiri diğerine kendi kumaşını atar ve hiç biri diğerinin malına ve razı olup
olmadığına bakmaz. Bu atışma ile satış tamam ve muhayyerlik hakkı düşmüş olur.
b. Malın atılmasını satış saymak.
c. "Sana sattım, fakat malı
üzerine atınca muhayyerlik kesilmiş ve satış lâzım olsun" demek...
[165] Hadîste ismi söylenmeyen ikinci nevi' giyiniş,
"tştimâlu's-Samma" denilen ve bir tek kumaşa hareket edilmeyecek
surette sımsıkı sarınmak şeklindeki giyiniştir. Buna tercemede çizgi arasında
işaret ettik.
Limâs ve Nibâz'm her ikisi de Bey'u'l-Garer ve kumar nev'ine dâhil oldukları
için şer'an nehyolunmuşlardır. Müşteri alacağı malı ve vasıflarını bilmelidir.
Aldatmaca alışveriş sahîh değildir.
[166] Biraz evvel de söylediğimiz gibi, Enes'in bu hadîsi
93. bâbda gelecektir.
[167] Bu Ebû Hureyre hadîsi, bundan önce geçenin başka bir
rivayetidir
[168] Bu Ebû Saîd hadîsi de küçük fark ile bundan önceki
bâbda geçmiş ve her iki hadîste nehyedildiği bildirilen satış nevi'leri
hakkında da açıklamalar verilmişti.
[169] el-Hafl, el-Hufûl; birikmek ve biriktirmek
ma'nâsınadır; ikinci bâbdandır.
et-Tahfîl; biriktirmek
ma'nâsınadır; tezyîn ma'nâsınadir. Ve tasriye ma'nâsınadır ki, satılık koyunu
memesinde süt toplanıp, pek sütlü görünmek için birkaç gün sağmayıp, hâli üzere
koymaktan ibarettir.
et-Hakn; alıkoymak,
habsetmek... biriktirmek ma'nâlarınadır.
es-Sarâ, cerâ vezninde;
kesmek, def etmek, men' etmek, muhafaza etmek ma'nâlarınadır.
el-Musarrât: Memesinde sütü yığılmış koyuna denir.. (Kaamûs Ter.).
[170] Hadîsin başlığa demliği açıktır. Bu hadîsi Altı Kitâb
Sahihlerinin hepsi de rivayet etmişlerdir
[171] Burada verilen rivayetleri Müslim ve diğer hadîs
imamları senedleriyle getirmişlerdir.
Ganem, koyunun erkeğini de, dişini de şâmildir. Diğer eti yenen hayvanlar
da böyledir. Hayvan sağılıp da sahibine geri verildiği takdirde, sağılan süt
mukaabilinde bir sâ' hurma veya diğer bir yiyecek maddesi verilmesi emredilmiştir.
[172] Bu İbn Mes'ûd hadîsinin de başlığa demliği gayet
açıktır. Bu hükümler daha önce geçmiş, biraz sonra da gelecektir.
[173] Bu hadîs dahî yukarıdakiler gibi eskimez medeniyet
kaaideleri ve yüksek ticâret ahlâkı yasaları takrir etmektedir.
[174] Başlık ve hadîsin başlığa delîlliği gayet açıktır.
Hayvan sağılıp da sahibine geri verildiği- takdirde, sağılan süt mukaabilinde
bir sâ' hurma verilmesi yalnız mu-sarrât olan boyuna hâss değildir. Şârih
Kirmânî'nin beyânına göre deve, sığır gibi eti yenen her hayvanı şâmildir. Eti
yenilecek her sağım hayvanı, böyle sütü birkaç gün sağılmayıp memesinde
biriktirilerek hîle ile satılır da müşteri onu sağdıktan sonra beğenmez, geri
verirse, bunlarda da birlikte bir sâ' hurma vermesi vâcib olur.
Bu hadîs bilhassa beğenilmeyip geri verilen hayvandan sağılıp alınmış
olan sütün bedelinin ödenmesi hükmünü takrir ve tesbît etmektedir.
[175] Buhârî bu babı, zinâkârlığı İ'tiyâd edinen bir kölenin
bu ayıbı müşteriye beyân edilerek satılmasının cevazını göstermek İçin
açmıştır.
Kaadı Şurayh'in bu
hükmünü Saîd ibn Mansûr, sahîh bir senedle İbn Şîrîn tarîkinden rivayet
etmiştir.
Kaadı Şurayh, saadet
asrma yetişmiş, Peygamber'e kavuşamamamış olan muhadramlardandır. Umer
tarafından Kûfe'ye kaadı ta'yîn edilmiş, Usmân, Alî, ve Emevîler'in
halifelikleri zamanında vazifesinde bırakılarak, fasılasız altmış yıl Kûfe'de
kaadılık yapmıştır. Daha sonra Haccâc'm Küfe Valiliği zamanında kendi arzusu ile
çekilmiştir. Aynî'ye göre 98 târihinde; Hulâsa'da Muhammed ibn Numeyr'den gelen
rivayette 80 târihinde vefat etmiştir. Vefatında 110; diğer bir rivayete göre
120 yaşında idi. Kaadı Şurayh, hukuk sahasının en büyük sî-mâlanndan biridir.
(Hulâsa, 40; Umdeîu'l-Kaarî, II, 137).
Hanefîler'e göre zina, câriye hakkında bir ayıptır. Fakat erkek köle
hak-kmda ayıp değildir. Çünkü cariyeye mâlik olmaktan gaye istifraş ve çocuk doğurtmaktır.
Zina ise bu gayeyi bozucudur. Köleden gaye ise yalnız hizmet ettirmektir...
[176] Şârih Hattâbî, bu Ebû Hureyre hadîsini "Bir
câriye zina eder de zina ettiği tebeyyün ederse, efendisi onu ayıplama ve
tevbîh ile yetinmesin; ona kamçı İle celde cezası uygulasın..." şeklinde
ma'nâ vermiştir. Buhârî sarihlerinin çoğu İse, tercemede yazılan birinci
ma'nâyı bildirdiklerinden, o tercîh edildi.
Kadın, İslâm'a girmekle
iffetlilikle, hürriyetle ve evlenmekle muhsane olur.
Bu hadîsin zahirine göre cariyeye efendisinin celde cezası
uygulayabileceği anlaşılır ki, Mâlik, Şafiî ve Ahmed ibn HanbePin mezhebi
budur. Ebû Hanîfe'-ye göre celde ve haddi ikaame etmek, yalnız devletin
hakkıdır; ferdin ancak ta'-zîr hakkı vardır.
[177] Bu hadîs.de yukarıdakinin aynıdır. Ancak bu iki
sahâbî1 tarafından rivayet edildiği için kuvveti artırmıştır.
[178] Ebû Zerr'in el-Kuşmeyhenî'den gelen
nüshada, İbn Şİhâb'ın
bu sözü " ulun jü\ = Üçten
sonra mı?" şeklinde soru hemzesiyle gelmiştir. Terceme de buna göre
yapıldı.
[179] Buhârî bu başlığı kadınlarla alışverişin cevazı ve
kadınların da erkekler gibi her türlü akde izinli olduklarını beyân için
açmıştır.
[180] Hadîsin başlığa delîlliği, Âişe'nin Berire'yi satın
alması; Peygamber'in bu akdi tasdik etmesi cihetidir.
Bu hadîs Salât ve Zekât'ta geçti; Buyu', Itk, Mükâtebe, Hibe, Talâk,
Fa-râiz, Şurût, Et'ime ve Yemîn Keffâreti bölümlerinde de gelecektir.
[181] İbn Umer'den gelen bu hadîsin başlığa delîlliği,
"Âişe, Berîre'nin sâhiblerile pa-.
zarlığa girişti..." sözündedir. Çünkü bu pazarlık, Âişe'nin,
Berîre'nin sâhible-
ri olan erkeklerle
yaptığı bir alışveriş akdidir.
İslâm hukukunda
kadınlar, erkeklerin sâhib oldukları her nevi' medenî haklara sâhibdirler.
Nikâh, hibe, şuf'a, ıydâ, icâre, iare, vekâlet, şirket, kısmet, da'vâ, ikrar,
s.ulh, vasiyet gibi bütün hukukî tasarruflarda kadınlar erkeklerin hâiz
oldukları haklara tamamen mâliktirler. Yalnız ekseriyetle kadınların bâzı
kadınlık hâllerinden dolayı zabt kaabiliyetleri kısıtlı olduğundan, şâhidlikte
bir fark gözetilmiştir. Bununla beraber doğum, emzirme, hayz gibi kadınlara âid
hususlarda şâhidlikleri de münferiden kabul edilmiştir. Mîrâş hükümlerindeki
fark ise, aile reîsi bulunan erkeğin, ailenin maîşetini yüklenmesi dolayısıyle
olan ihtiyâcına karşılıktır.
[182] Buhârîbubâbı, daha yukarıda şehirlinin köylü malım
satmasının nehyedildı-ğini bildiren Ebû Hureyre hadîsine mukaabil getirmiştir
ki, ücretsiz yardım etmenin, irşâd ve nasihat etmenin cevazını göstermek
istemiştir
[183] Peygamber'in bu hadîsini Ahmed ibn Hanbel ile Beyhakî
senediyle rivayet etmişlerdir
[184] Atâ ibn Ebî Rebâh "in bu ruhsatını Abdurrazzâk
senediyle rivayet etti.
[185] Cerîr hadîsinin başlığa delîlliği, nasîhat isteyen her
müslümâna samimî nasihat etmenin ve hayırhah olmanın luzûm ve vücûbunu
göstermesidir.
[186] İbn Abbâs'ın rivayet ettiği hadîsteki Peygamber'in
"Şehirli köylünün malını onun adına satamaz" sözündeki nehyi, İbn
Abbâs'ın tefsirine göre, şehirlinin köylüye ücretle dellâllık, simsarlık
suretiyle yaptığı faaliyete âid oluyor. Ücretsiz olursa böyle satmasının caiz
olduğu anlaşılıyor. Böylece bâb başlığındaki suâllere olumlu cevâb verilmiş
oluyor.
Hadîsteki simsar,
bugünkü ta'bîri ile komisyonca demektir. Bu kelime lügatte şöyle
açıklanmıştır:
es-Simsâr, -sîn'İn
kesriyle- satıcı ile müşteri arasında mutavassıt olan adama denir ki, meyâncı
ta'bîr olunur, dellâldan başkadır; bu pezevenk menzile-sindedİr. Ve
Simsâru'ş-Şey, bir nesnenin mâliki olup hıfz ve riâyet ve nezâretinde gereği
gibi kaaim olan adama denir, ve kayyıma ve iki dost aralığında olan me-yâncıya
denir ki, aralarını bağlayıp ıslâha medar olur.
es-Semsere, dahraca
vezninde masdardır; simsarlık eylemek ma'nâsınadır, (Kaamûs Tercemesi).
Aslında simsar, kayyım
ve hafız ma'nâsma olup, sonra alışverişte ücretle başkasına delâlet ve aracılık
ma'nâsına kullanılmıştır.
Ebû Hanîfe, alıcı ve
satıcıdan biri zarar görmezse, simsar delaletiyle satışı caiz görmüştür. Bu
hadîsler, üretici ile tüketici halk arasında kabzımal, komisyoncu isimleriyle,
faaliyet gösteren ve fahiş kazançlar sağlayan aracıları önleyen eskimez ticâret
kaanûnlarmdandır.
Bu İbn Abbâs hadîsi,
hadîsciler arasında "Telakkî-İ Rukbân hadîsi" denmekle meşhurdur.
[187] İbn Umer hadîsinin başlığa delîlliği, nehyin en
azından kerâhiyeti gerektirir olması yönündendİr.
[188] Çünkü İbnAbbâs.bu nehyi simsar ile tefsir etmiştir.
Nitekim bundan önce geçen hadîsinde de böyle idi. O hâlde İbn Abbâs'ın hadîsi,buradaki
îbn Umer hadîsinin mutlaklığını kayıdlayıcıdır (Kastallânî).
[189] es-Semsere'mn dahrace vezninde, simsarlık eylemek
ma'nâsına bir masdar olduğu bundan iki bâb evvelki hadîsin haşiyesinde
bidirilmişti.
İbn Sîrîn'in bu kerahet hükmünü Ebû Avâne senediyle rivayet etmiştir,
tb-râhîm en-Nahaî'nin görüşünü de Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
[190] Ebû Hureyre'nin ve Enes'in bu hadîslerinin başlığa
delîllikleri açıktır. Bunlar daha evvelki bâbîarda da geçmiş ve ilgili
açıklamalar verilmişti.
Buhârî arka arkaya olan bu üç bâbda "Hiçbir şehirli köylü nâmına
satmaz" hadîsini, bundan çeşitli hükümler çıkarıcı olarak şevketti. Fakat
birincide soru edâtıyle, ikincide ücretle olduğunda kerahetine nass ile;
üçüncüde nefiy suretinde nehiy ve simsarlıkla kayıdlanmış olarak getirdi. Bu,
cidden güzel bir ter-tîblemedir. Buhârî aynı zamanda her bir baba bir isnâd
tahsis etti ki, bunu da tarîklerin çokluğunu belirtmek, dolayısiyle takviye ve
te'kîd İçin yapmıştır (Kas-tallânî).
[191] Böyle erzak ve ticarî eşya getiren binicileri pazar
yerine gelmeden evvel yolda karşılamak, onların pazara gelip bu malları
halka-uctiz fiatla arzetmelerini önleme maksadı güder. Bundan hem malların
sâhibleri, hem de âmmenin hukuku zarara uğradığından, Peygamber tarafından
nehyedilmiştir.
[192] Binicileri karşılama hakkındaki bu ağır İctihâd
Buhârî'nindir. Buhârî bu ictihâ-diyle Zahirî mezhebine meyletmiş bulunuyor. İbn
Hazm Zahirî, mutlak surette mal getiren binicileri karşılamanın harâmlığma
kaail olmuştur.
İbn Hacer, Fethu'l-Bârî'de: "Buhârî'nin bu yolda bir alışverişe
merdüd-dur, bâtıldır demesi, bu nehyin fesadı gerektirir olması görüşüne
dayanır. Fakat muhakkak hukukçulara göre, alışverişin fesâd ve bâtıllığı
yalnız nehyin, akdin kendisine yönelmesi halindedir. Yoksa akdin kendisi
hâricinde bir sebebe yönelmesi, alışveriş rükünlerinden hiçbir şeyi ihlâl
etmez. Binâenaleyh alışveriş de sahîh olur'' diyor.
Şârih Aynî de Umdetu
'l-Kaarî'de bunu ta'kîben: "Bu muhakkikler hiç şübhesiz Hanefî hukuk
imamlarıdır. Alışverişe dâir nehiylerde Haneffler tarafından kabul edilen ilmî
usûl, nasslarda gelen nehiy, akdin kendisine yönelmedikçe kerahetle beraber
alışverişin sahîhüğidir..." demiştir. Bu hususta geniş tafsilât ile diğer
müctehidlerin ictihâd ve görüşleri için geniş şerhlere ve fıkıh kitâblan-na bakılmalıdır.
[193] Başlıktan sonra sıralanmış olan bu Ebû Hureyre, tbn
Abbâs ve Abdullah ibn Mes'ûd hadîslerinin başlığa delîllikleri açıktır. Bu
hadîsler daha önceki bâblar-da da oralardaki hükümlerin delilleri olmak üzere
bâzı sened ve lâfız farldılık-larıyle gelecektir.
[194] Abdullah ibn Umer'in bu hadîsi, pazara getirilmekte
olan gıda maddeleri ve ticarî eşyanın pazar yerine ulaşması ve fıatlanyle
halka arz edilmesinden önce yolda karşılamanın, bunları getiren binicileri
karşılamak gibi olduğunu tesbît ediyor. Bundan da yine hem mal sâhibleri, hem
de halk zarar göreceği için nehyedilmiştir.
Bütün bu nehiyler hem üretici olan köylülerin, hem de tüketici olan
şehirli halkın haklarını korumak gayesine dönüktür. Üretici ve tüketici
sınıfları üzerinden haksız ve fahiş kazançlar sağlayan, bu suretle malların
pahalılaşmasına sebep olan aracıları kaldırmak, hiç olmazsa azaltmak
istenmiştir.
[195] Buhârî bu babı, mal getiren binicileri karşılamanın
caiz olacağı sınırı bildirmek için açmıştır ki, cevaz sının şehir pazarının üst
tarafıdır. Haram olan karşılama ise, şehir mahallelerine kadar ve daha ötelere
kadar uzayan mesafedir. Şüb-hesiz karşılamanın bir başlangıcı, bir de sonu
vardır. Karşılamanın başlangıcı, satıcının pazara gitmek üzere evinden
çıkmasıyle başlar. Sonu da pazarın en üst tarafından, yânî pazarbaşmdan ileri
gitmektir. Pazarın üst tarafında fiatlar ve piyasa hakkında bilgiler elde
edileceği İçin, karşılama caizdir.
[196] İbn Umer hadîsinde, pazar yerinin üst tarafında mal
getiren binicilerle alışveriş ettikleri bildirilmiştir. Böylece başlığa
delîlliği sabit oluyor. Buhârî karşılamanın sınırını bildirmiş, bundan sonra
gelecek hadîsin bu sınırı daha açık göstereceğini işaret etmiştir
[197] Bu Übeyduîlah hadîsi, Buhârî'nin işaret ettiği gibi,
karşılamanın şehir içinde ve pazarın üst tarafında cereyan ettiğini beyân
ediyor.
Şehrin pazardan hâriç ve pazara yakın veya uzak yerlerinde, şehirdeki
fiat-lan ve piyasa durumunu haber alıp anlamak (öğrenmek) mümkündür. Buralarda
binicileri ve satılacak malları karşılamak mekruhtur. İmâm eş-Şâfiî: Pazar
yerinin hâricinde, fakat şehrin İçindeki karşılama nehiyde dâhil değildir,
demiştir. Bu konudaki fıkhî görüş ayrılıklarını ve tafsilâtı burada beyâna
hacet görmüyoruz.
[198] Buhârî, alışveriş sırasında dînen halâl olmayan
şartlar koşmanın alışverişi bozup bozmayacağı suâlini cevâblamak için, bu babı
açmıştır. Alışverişin bu se-beble bozulmayacağına dâir müsbet cevâbı başlıkta
zikretmeyip, gelecek iki hadîs içindeki Peygamber'in cevabiyle yetinmiştir.
[199] Peygamber'in dînen halâl olmayan şartların aslî
hakları değiştirmeyeceğini beyân eden fıkrası, başlıktaki suâlin cevâbıdır.
Buhârî bu hadîsi
kısaltılmış olarak "Kadınlarla alışveriş etmek bâbı"nda; uzun bir
metin hâlinde de Namaz Kitâbı'nın "Mescidde minber üzerinde alışverişin
zikri" babında getirmişti.
Velâ'nın, yânî hürriyete kavuşturmaya bağlı olan hukukî hısımlığın hürriyet
verene âid olduğu şer'î îcâblardan iken, satıcının bu velânın kendisine âid
olduğunu halâl olmayarak şart kılması, bu satış akdini bozmaz. Âişe Berîre'yi
satın almış, hürriyet vermiş. Cariyenin eski sahibine nisbeti tamamen kesilmiştir.
Âişe'ye bir nisbet ve hısımlık te'sîs edilmiştir. Velâ'nın ehemmiyeti böyle
âzâdlı köle ile âzâd eden kişi arasında mîrâsçılık meydana gelmesindedir.
[200] Bu İbn Umer hadîsi de haiâl olmayan şartların bâtıl
olup akdi bozmayacağı hükmünü en sağlam şekilde takrir edip
kuvvetlendirmektedir.
[201] Bu Umer hadîsi "Yiyecek maddesi satmak ve ihtikâr
hakkında zikredilen hadîsler bâbı"nda geçmiş ve bâzı açıklamalar orada
verilmişti.
ez-Zebn, gabn vezninde,
öte kakmak, def etmek ma'nâsınadır ve yemişi henüz ağacında iken, meselâ bir
Ölçek yâhud iki ve ziyâde ölçek yemiş mukaa-bili satmak ma'nâsınadır.
el-Muzâbene, mufâale vezninde, müdâfaa yânî def edişmek; ve ağacında
olan taze hurmayı bir adama bir mıkdâr hurmaya mukaabil satmak ma'nâsınadır...
Bundan nehyedildi. Zira aldatma ve cehaleti ihtiva ettiğinden tarafları
mu-hâşama ve müdâfaaya götürür. îmâm Mâlik'e göre, muzâbene satışı mutlaka
kîlesi yâhud sayısı yâhud ağırlığı bilinmeyen nesneyi urunlamadan, şu kadar ölçek
yâhud şu kadar ceded yâhud şu kadar ağırlık ölçeği nesneye satmaktan ibarettir.
Meselâ kîlesiz bir küme buğdayı on küme buğdaya satmak gibi. Yâhud bilinen
nesneyi, yine cinsinden bilinmeyen nesneye satmaktan ibarettir... ki, aldatma caiz
olmayan cinste birbirini aldatmak veçhile olan pazarlıktır. Hepsi de def
ma'nâsmdan alınmıştır (Kaamûs Ter.).
[202] Muzâbene, iki kişi arasında müdâfaa ma'nâsınadır.
Satıcılardan herbiri bu alışverişteki hakkını diğerine karşı müdâfaa ettiği
için muzâbene(= def edişme) denilmiştir. Muzâbene, ağacı üzerindeki taze
hurmayı tahmîn ve takdir ederek kuru hurma ile satmaktır. Bu tahmîn ve takdir
hatâdan salim olmadığı için âkid-lerden biri diğerine karşı dâima aldatılma
iddia ederek alışverişi feshetmek, Öbürüsü satışın devamını isteyerek, satıcı
ile müşteri birbirine.karşı muâraza vemüdâfaadan
boş kalmazlar. Satışta müsavat şart kılındığı, hâlbuki ağaç üstündeki mahsûlün mikdârını tahmîn hatâdan salim
olmadığından, iki taraf arasında dâima nizâ'ı mücib olur. Esas î'tibâriyle
nehyin sebebi budur
[203] Yânî iki taraftan biri "Şu bir ağaç hurmanın
üstündeki mahsûlünü meselâ elli kilo tahmîn ediyorum. Sana bunu elli kilo kuru
hurmaya satıyorum. Mahsûl kesilip toplandıktan sonra eğer elli kilodan fazla
gelirse, bu ziyâde benimdir; eksik gelirse elli kiloya tamamlarım" diyerek
yapılan satış da yine muzâbene-dir; nehyedilmiştir.
Muzâbene suretiyle satış da, diğer satış nevi'leri gibi iki tarafın
ihtiyâcı üzerine arz ve taleble doğar. Birisinin mahsûle erişmeden azığı tükenir.
Öbürüsünün taze hurma ve üzüm yemeye ihtiyâcı bulunur. İki taraftan birisinin
arzı, öbürüsünün talebi üzerine muzâbene satışı vücûd bulurdu. Nehiy sebebi: Yukarıda
bildirildiği üzere, muzâbene, ağaç üstünde mahsûl ne ölçeği, ne tartısı, ne de
sayısı bilinmeyerek tahmîn ile yapılıyordu. Bu satışlarda sık sık niza' ve
şikâyetler oluyordu. Bu, nizâ'lara sebeb olduğu için nehyolundu. Fakat halkın
ihtiyâcı durmuyordu, bu İhtiyâcın giderilmesi gerekiyordu. Bu ihtiyâcın giderilmesi
çârçsi olmak üzere ariyye satışına müsâade edilmiştir.
[204] Ariyye satışına ruhsatı bildiren bu Zeyd ibn Sabit
hadîsi biraz sonra gelecektir.
Ariyye, bahçe sahibinin muayyen bir ağacın hurmasını kuruduğunda şu kadar
kilo tahmîn ederek satış meclisinde bu tahmîn edilen kuru hurma mikdârı-na
satmasıdır. Satıcı kuru hurmayı alır, müşteriye bir ağaç taze hurmayı teslim
ederdi.
[205] Yânî her ikisi müsâvî oldukları ve peşin alınıp
verildiğinde arpayı arpa ile satmak caizdir. Başlığa hadîsin son fıkrası delîl
olmaktadır. Hadîs "Yiyecek mad desi satışı hakkında zikredilen şeyler
bâbı"nda geçmişti. Hadîsteki ikil lâfzın ma'nâsı:
" ti>yJJİ\ =
el-Murâvada"; mufâale vezninde, bir işe girdirmek için bir kimseye müdâra
eylemek ma'nâsmadır. Ve şu mekruh murâvadadu ki, hadîste gelmiştir: Satıcı satılık
metâ'mı huzurda yok İken müşteriye vasf ve medh ederek satış yapmaktan
ibarettir; ona "Bey'u'l-muvâsafa =- Vasiflaşma ile satış" dahî
denilir... Bâzı fakîhler vasıf, metâ'ın zâtına uygun olursa caiz olur dediler
(Kaamûs Ter,).
Bey'u's-Sarf, semeni
semen ile değiştirmektir, sarrâfî muameledir. Va'de-siz, bir mecliste elden efe
peşin, ziyâdesîz para değiştirmekten ibarettir.
[206] Bu hadîste Umer, Mâlik ibn Evs'e, Talha'dan gümüş
paralan almadan ayrılmamasını söylemiştir ki, maksad veresiyeye yol bırakmamaktır.
Çünkü peşin olmazsa ribâ olacaktır. Cennetle müjdelilerden olan Talha, hiç
şübhesiz diğer satışlarda olduğu gibi, bu sarraflık satışında da semenin geri
bırakılması caizdir zannetmiş olmalıdır. Umer îkaaz edince, bu veresiye para
bozma işini bırakmıştır
[207] Altın İle altını satmakta esas, satacak olanla satın
alınacak olanın ağırlıkça birbirine müsâvî olmalarıdır. Bir de ribâya yol
açılmamak için akd meclisinde iki tarafın yeden be-yeden peşin alınıp
verilmesidir. Gümüş İle gümüşün satışı da bu şartlarla caizdir. Bu şartlar
gözetilmezse fazlası ve müddetlisi ribâ olur; haramdır. Cinsleri ayrı iki
kıymetli mâdeni birbiriyle değiştirmekte ise, müsâvî-lik şartı yoktur, fakat
peşinlik şartı bakîdir.
[208] ibnu Umer'ın Ebû Saîd'den tahkîkli olarak getirdiği bu
hadîste, aynı cinsten olan nakidlerin birbiriyle değiştirilmesinde hiçbir
fazlalık yapılmayacağı apaçık belirtilmektedir.
[209] Ebû Saîd'in hadîsinin bu rivayet tarîkinde de altının
altın İle, gümüşün gümüş ile satış ve değiştirilmesinde fazlalık ve ziyâdelik en
açık bir surette men' edilmekle beraber, bu sarraflık, alışverişinin peşin
para ile yapılması lâzım olup, veresiye muamele de men' edilmektedir. Bundan da
akid yapılan mecliste satılıp alınan şeylerin taraflarca karşılıklı teslim
alınıp verilmesi şartı anlaşılıyor.
[210] Bu Saîd hadîsini Hâkim, Ebû Hayyân el-Adevî'den daha
geniş bir metin ile rivayet etmiştir: Ebû Hayyân dedi ki: Bir kerre Ebû
Miclez'e sarraflık satışının hükmünden sordum, rsana cevaben şöyle dedi: Bir
zamanlar İbn Abbâs aynen ve elden ele sarf ve tebdildeki ribâ ve ziyâdede be's
görmezdi. Ribâ ancak veresiyede nehyedilmiştir, der idi. Sonra kendisine Ebû
Saîd Hudrî kavuştu. Aralarında yukarıdaki metinde gördüğümüz konuşma cereyan
etti. Ve Ebû Saîd: "Altın altın ile; gümüş gümüş ile; hurma hurma ile;
buğday buğday ile; arpa arpa ile elden ele ve misli misline müsâvî olarak
satılır. Kim misline bir şey ziyâde ederse, o ziyâde ribâdır" hadîsini
rivayet etti. İbn Abbâs bu hadîsi işitince "Allah'a tevbe ve istiğfar
ederim" dedi. Bundan sonra İbn Abbâs elden ele olan ribâdan da veresiye
gibi şiddetle nehyeder oldu.
Usâme hadîsinin
sahîhliğinde âlimlerin ittifakı vardır. Yalnız Usâme hadîsi ile Ebû Saîd
hadîsinin arasını birleştirme hususunda ayrı ayrı görüşler ileri sürmüşlerdir.
Bu görüşlerden birincisi, Usâme hadîsinin mensûh olmasıdır. Ri-bâ'nın târihî
seyrinde evvelâ veresiyecilikte ribâdan nehyedilmiş; Ribe'l-Fadl'm men'i geri
bırakılmıştır.
İkinci görüş, "Ribâ yalnız veresiyede nehyedilmiştir" kavliyle
altının altın ile veya gümüşün gümüşle satış ve değiştirilmesindeki fazlanın
cevazı kasdedil-miyor; belki çeşitli cinslerin sarf ve tebdîlindeki ziyâde,
ribâ mâhiyetinde değildir denilmiş oluyor. Hakîkaten altın gümüş ile, gümüş
altın ile tebdil edilir de sarf ücreti olarak bir mikdâr ziyâde verilirse, bu
ziyâde ribâ değildir (İbn Ha-cer, Aynî, Kastallânî)
[211] Bey'u's-Sarf, sarraflık muâmelesidir ki, iki nakidden
birisini öbürü ile satma ve değiştirmedir. Bu satış ve değiştirme, bir mecliste
elden ele vermek - almak suretiyle meşrû'dur. Fakat va'deye bağlanmış veresiye
olursa nehyedilmiştİr; caiz değildir.
Bu hadîslerde görüldüğü
üzere altını altın ile, gümüşü de gümüş ile satıp değiştirmekte harâmhk yoktur.
Fakat bu haram olmamak:
a. Her ikisi de ağırlıkça müsâvî olmak, yânî
birisi diğerinden ziyâde olmamak.
b. Bu sarraflık muamelesinin bir mecliste hâlen
ve peşinen verilip teslîm alınması şartıyledir. Bu ikinci şart, bu Berâ
hadîsinin sarîhliği gereğince, iki muh-
mâdenin satış ve değİştİrihnesu.J ~ de şarttır. Altının gümüş ile,
gümüşün de altın ile tebdîlinde ziyâde bulunması ribâ değildir. Fakat bunlardan
birisi va'deye bağlanırsa, ribâ harâmlığı tahakkuk eder.
[212] Bu Ebû Bekre hadîsi üç bâb önce de geçmişti. Altım
altın ile, gümüşü de gümüş ile satmaya " 3Ü.1Jİ" = Murâtala"
denilir. Bütün bu rivayetler birbirlerini ya tamamlayıcı, veya te'yîd
edicidirler.
[213] Muzâhene satışı, daha önce geçen ibn Umer'İn bir
hadîsinde anlatılmıştı.
el-Ariyye; ganiyye
vezninde, yapraktan ve meyveden soyulmuş çıplak hurma ağacına; ve meyvesi
yenilmekle boş kalmış ağaca; ve bir kimse hurmalığını satış ve îcâr ederken akd
ve pazarlıktan dışarıda koyup, ifraz ve istisna eylediği ağaca da denir (Kaamûs
Ter.).
Ariyye, bahçe sahibinin
muayyen bir ağacını diğerlerinden ayırıp, kurutulduğunda ne kadar geleceğini
tahmîn ederek, bunu bir akd meclisinde bu tahmîn edilen mİkdârda kuru hurmaya
satmasıdır. Satıcı kuru hurmayı alır,
müşteriye bir ağaç hurmayı teslîm ederdi. Bu nevi' satış ve değiştirme
fakır ziraatçıların kuru hurmaya, öbür tarafın da yaş meyveye ihtiyâcı üzerine
beş vesk'a kadar istisnaî olarak müsâade edilmiştir.
[214] Bu Enes hadîsi 93. "Olgunlaşmamış yeşil
meyvelerin satılması bâbı"nda senediyle gelecektir
[215] Buhârî, bir isnâd ile gelen İki sahâbînin hadîsini,
birbirinden ayırarak rivayet etmiştir. Birisi tbn Umer'in, öbürüsü Zeyd ibn
Sâbit'in hadîsidir, ikisinin senetli birdir.
Bâzı müctehidler Abdullah ibn Ümer hadîsinden ağaç üstündeki taze hurmanın
kızarmak veya sararmak gibi salâh eserleri göstermedikçe satışı caiz olmadığı
hükmünü istidlal etmişlerdir. Bâzıları da, başka bir hadîse dayanarak, mahsûl ağacı üzerinde göründükten sonra
satışı caizdir, demişlerdir. i Zeyd ibn Sâbit'in hadîsi, Peygamber'in yaş
hurmanın kurusuyla değiştiril-inesini nehyettikten sonra halkın ihtiyâcı
üzerine ariyyenin yaş ve kuru hurma ile değiştirilmesine müsâade verdiğine
açıkça delâlet etmektedir. Ariyyenin lügat ve örfî ma'nâsı, bundan evvelki
haşiyede verilmişti.
[216] Buradaki ibn Umer hadîsi ile Ebû Saîd hadîsi ve
içlerindeki ta'bîrlerin açıklaması daha önce de geçmişti. Buradaki başlığa
delâletleri açıjctır.
[217] el-Muhâkale, tarlada olan ekini henüz salâhı meydana
çıkmadan satmak, bir tefsîre göre henüz başağında olan ekini anbâr olan buğdaya
satmaktır. (Kaamûs Ter.).
el-Muhâkale, başağında
olan buğdayı, ne kadar geleceğini tahmîn edip o kadar safî buğdaya satmaktır
(Seyyid Şerif, et-Ta'rîfât).
Bu satışta da semen ile satılan nesne arasında denklik bilinmediği için
nehyedilmiştir.
[218] Bu hadîs de küçük lâfız farkıyle geçmişti. Başlığa
delîUiği açıktır.
[219] Hadîs, ağaç üstündeki olmamış henüz koruk hâldeki
meyvelerin satışının neh-yedildiğini, ağaç üstündeki tadlaşıp olgunlaşan yaş
meyvelerin ise altın, gümüş ve diğer herhangi bir şey ve ticâret metâ'ı ile de
satılabileceğinin cevazını göstermektedir. Şu hâlde ağaç başlarındaki hurma ve
meyvenin nehyedilmiş olan satışı, yalnız yerdeki yaş ve kuru hurma ve
meyvelere münhasır oluyor.
Ariyye satışı -ki bahçe sahibinin hurma ağaçları arasından mahsûlünü satmak
üzere ayırdığı ağaçtır; sahibi geçimini sağlamak için üstündeki mahsûlü kuruduktan
sonra kaç ölçek geleceğini tahmîn ederek, bunu satıp değiştirmedir-; azıklık
satışı diyebileceğimiz bu satış, bu hadîse göre, hiçbir kayda tâbi' olmayarak
yaş, kuru hurma ile; altın ve gümüş ile; her nevi' eşya ve ticâret metâ'ı ile
caiz oluyor.
[220] Hadîsin sevk şekli ve imâm Mâlik'in evet lâfzıyle olan
tasdîk cevâbı, hadîsi râ-vîsinden öğrenip alma yollarından arz yolunu
göstermektedir. Arz yolu, hadîs öğrencisinin hadîsi üstadına okuması ve onun
tasdîk edîp kendisinden bu suretle rivayet etmesine izin vermesidir.
Bu hadîste ariyye, yânî
azıklık satışının beş vesk'ı geçmemesi bildirilmiştir. Bu mikdân geçmemek
hususunda âlimlerin İttifakı vardır. Bu mikdâr, bir fakî-rin ihtiyâcını
karşılamaya kâfîdir, denilmiştir.
Evsuk, Vesk'm cem'idir.
Hicâzlılar'a göre 320 rıtl'dır; Irak fakîhlerine göre 480 rıtl'dır. Bu
ihtilâfın menşei, bu iki hukuk mektebi mensûblarının sâ' ve müdd mikdârındaki
ihtilâflarıdır. Bunu Zekât Kitâbı'nda açıklamıştık.
[221] Hadîsin burada iki yoldan gelişi, birinin kayıdlı,
birinin mutlak oluşu gösterilmiştir.
Yahya ibn Saîd'in
rivayeti ile Mekkeliler'in rivayeti arasındaki İhtilâf yeri, Yahya'nın,
ariyyelerin satılmasında getireceği kuru hurmanın tahmini yapılması ve
alanların onu yaş olarak yemeleri kaydını getirmesidir. İbn Uyeyne'nin
Mek-keliler'den yaptığı rivayetinde ise, ariyye satışında hiçbir kayıd
koymayarak mutlak ruhsatı bildirilmiştir. Yahya'nın Sufyân'a: Medîneliler o
hadîste takyîd rivayet ettiler; mutlak mukayyede hami olunur, demesi lâyık
olurdu (Kastallânî).
Buharı bu hadîsi Şirb Kitâbı'nda da; Müslim,Buyu' Kitâbı'nda getirmiştir
[222] Ariyye'nin lügat ve ıstılah ma'nâlarından bâzıları
daha önce geçen bâblarda verilmişti. Burada bâzı büyük müctehİdlerin bunun
tefsîri ve çeşitli tatbiki şekillerini bildiren beyânları getirilmiştir. Bu
tefsirler ariyye nevi'lerinin çokluğunu açıkça göstermektedir.
[223] Buradaki ariyye nevi'lerinden İmâm Mâlik'in tefsirini
İbnu Abdi'1-Berr senediyle rivayet etmiştir.
[224] İmâm Şafiî'nin tefsîri, kendi Kitâbu'l-Ümm adlı
eserindedir. Bunu Beyhakî, el-Ma'rife kitabında er-Rabî' tarikinden
nakletmiştir. Şehrin "Vesklendirilmiş veskler" sözünü Taberî, Leys
tarîkinden rivayet etmiştir.
[225] ibn İshâk'ın bu hadîsini Tirmizî; tefsirini ise Ebû
Dâvûd "Bir takım hurma ağaçları" lâfzıyle rivayet etmiştir.
[226] Yezîd ibn Harun'un tefsirini de tmâm Ahmed,
ez-Zuhrî'den rivayet etmiştir.
[227] Bu da Mûsâ ibn Ukbe'nin ariyye tefsiridir. İbnu Ukbe,
ariyye lâfzının, soyunup çıplak olmak ma'nâsına olan U'râ ve I'râ
masdanndan;değil de, atâ ve ihsân umuduylu bir adama gidip gelmek ma'nâsına
cerâ vezninde Arâ masdanndan olduğunu ifâde etmiştir. Bu da olabilir
(Kastallânî).
el-I'râ: Bir adamı soymak, meydan gibi sütresiz sahra ve arsada gitmek;
kçzâ onda ikaamet eylemek ma'nâsınadır. Ve ağacın bir senelik hurmasını muhtaca
bağışlamak ma'nâsınadır ki, o sene ağaç onda ariyet olur (Kaamûs Ter.).
[228] Buhârî bu başlığında, olgunlaşmadan önce meyve
satışının caiz olup olmaması hususunda müctehidler arasında görüş ayrılıkları
bulunduğu için, hiçbir hüküm bildirmemiş, sâdece bu konuda gelen hadîsleri
vermekle yetinmiştir.
Ebû Davud'un Atâ ibn
Ebî Rebâh tarikiyle Ebû Hureyre'den merfûan gelen bir hadîsinde "Süreyya
yıldızı sabah vakti doğduğu zaman, Hicaz beldelerinde hurma mahsûlünden bir
nevi' illetler ve afatlar zail olur" buyurulmuştur. Ebû Hanîfe'nin Atâ ibn
Ebî Rebâh'tan rivayetine göre Süreyya yıldızının fecr vakti doğması, yaz
mevsiminin evvelinde vâki' olur. Bu mevsim, Hİcâz beldelerinde güneşin harareti
şiddetlendiği ve hurma mahsûlünün kemâle başladığı bir zamandır. Hakikatte mu'teber
olan, hurmanın kemâle ermesidir. Süreyya yıldızının şafakla doğması, meyvenin
kemâle ermesine alâmet kılınmıştır.
Zeyd ibn Sâbit'in "Meşveret gibi" sözü, hadîsteki nehyin kesin
bir nehiy olmayıp, müşavere mâhiyetinde olduğunu ve bundan dolayı cevaza
delâlet edeceğini gösterir. Şu kadar var ki, hadîsin râvîsi Zeyd ibn Sâbit'in
kendi mahsûlünü erişmeden satmaması, nehyi takviye eder.
[229] Bu Abdullah ibn Umer ve Enes hadîslerinin başlığa
delâletleri açıktır. Peygamber, satıcıyı, kardeşinin malını bâtıl yotla
yememesi için; müşteriyi de kendi malını zayi' etmemesi için bu nevi'
alışverişten nehyetmiştir.
[230] Teşakkuh, meyvenin rengi cinsine göre sarılığa veyâhud
kırmızılığa dönmektir. Şukha da kırmızılıkta hâlis renktir (Kirmanı).
fhmirâr ve Isfirâr, kırmızılığın
ve sarılığın koyulaşmadan meyvede ilk göründüğü bir devirdir. Bu devirde
meyvenin rengi kararsız bir hâlde değişmeye ma'rûzdur (Hattâbî).
Hattâbî'nin bu ta'rîfi, hadîsteki "Teşakkuh"un lügat ma'nâsma
ve hadîsin ikinci râvîsi Saîd ibn Mînâ'nın bu kelimeyi ta'rîfine uygundur.
Hattâ her yerde, her devirde, her nevi' meyvenin ağacı üstünde iken alım
satımı, ekseriyetle meyvelerin koruk hâlinden kurtulup olgunlaşma devrine
girdiği bir sırada vâki' olur.
[231] Bu, bundan önceki babın mukaabilidir. Û bâb da
hurmadan başka, bütün meyveli ağaç meyvelerinin salâhları zamanında
satılmasına dâir idi; bu İse yalnız hurma ağacı ve meyvesiyle ilgilidir.
Alimler cumhuru
hadîslerdeki nehyi, tahrîme; Ebû Hanîfe de kerahete ham-letmiştir.
Meyvelerin salâhı Ebû
Hanîfe'ye göre meyvenin ağacında tamâmiyle belir-mesidir; ister yemeğe
elverişli olsun, ister olmasın. Şafiî'ye göre yenilmeye elverişli olmasıdır.
Bu satış üç kısma
ayrılır:
a. Hurmasız, yalnız ağacın satışı;
b. Ağaçsız, yalnız hurma meyvesinin satışı;
c. Meyvesiyle beraber hurma ağacının satışıdır.
Bunlardan birincisi -ki sırf ağacın satışıdır-, meyvesinin salâhıyle
kayıdlı değildir. Fakat İkinci ve üçüncü satışlar, meyvenin salâhı meydana
çıkmakla ka-yidianmıştır (Kastallânî).
[232] Hadîsin başlığa delâleti açıktır. Hadîste
"Yezhu" lâfzının ma'nâsını soranın ve sorulanın kim olduğu
bildirilmemiştir. Bundan beş bâb sonra gelecek olan Enes hadîsinde Humeyd: Biz
Enes'e onun Zehv'i nedir? dedik. Enes: Kızarır, dedi şeklinde bir beyân vardır.
Müslim'in bu vecihden rivayetinde de: Enes'e bunu sordum, şeklindedir
(Kastallânî).
[233] Hadîste hurma koruğunun alacalanma devrinden evvel
satılmasından nehyin sebebi de Peygamber tarafından en belîğ bir uslûb ile
ifâde buyurulmuştur. Soru şeklinde getirilip emir kasdedilmesi en beliğ bir
kinaye yoludur.
Bu nehy, yalnız hurmaya âid değildir. Üzüm, İncir, vişne, kayısı gibi
ağacı üstünde satım ve alımı olan her meyveyi şâmildir. Hepsinin rengi ve
kendisine hâss olan diğer vasıfları İ'tibâriyle olgunluk devrine yaklaşmadan
alınıp satılmaları nehyedilmiştir.
[234] Zuhrî'nin bu sözünü ez-Zuhlî, ez-ZuhriyyâtAnda
senediyle rivayet etmiştir. Zuhrî'nin görüşü, imâm Buhârî'nin başlıkta ortaya
koyduğu görüşüne tam uymaktadır. İmâm Buhârî bu ictihâdıyle, Ebû Hanîfe gibi
olgunluk devrine erişmeyen meyve satışının sahîhliğine kaail olmuş bulunuyor.
Fakat mahsûl bir âfete uğrarsa, zararı satana bağlıyor.
[235] Bu umûmî nehiyden ariyyelerin müstesna kılındığı, daha
önceki hadîslerde geçmiş idi.
[236] Selef suretiyle alışverişte, Selem'm aksine, mal peşin,
parası veresiye olur. Selem'de ise para peşin, mal veresiyedir. Bunun çeşitleri
vardır.
Hadîs "Peygamber'in veresiye satın alması bâbı"nda da
geçmişti, Rehin bâbı'nda da gelecektir. Hadîsin başlığa delâleti açıktır.
[237] Hadîs, başlıktaki sorunun cevâbını ihtiva etmektedir
ki, bu kişinin ribâdan kur tulma yolu âdî hurmayı para ile satması ve o para
ile iyi nevi' hurma satın almasıdır. Bu yolda muamele, bir safhada aynı mal
ile ve ziyâdeyi hâiz olarak yapılan ribâlı bir satış değildir. Hadîsteki bu
satış ve değiştirme şekli, iki safhalı muâ-niele olduğundan dolayı ribâ
harâmlığından salimdir.
Hayber Medine'nin 170
km kuzeyinde güzel bir vaha beldesi olduğundan, Arabistan'ın "Cenîb"
denilen en iyi nevî' hurmaları orada yetişirdi.
[238] Yânî bu şekilde satılan ağacın üstündeki meyve ve
ekili tarlanın ekini, satın alan müşteriye âid değil, satıcıya âiddir.
el-îbâre ve et-Te'bîr:
Hurma ağacını ve ekini ıslâh eylemek ma'nâsınadır. Ve dişi hurma ağacını erkek
hurma çiçek tomurcuğu ile aşılamak ma'nâsına kullanıldı, gûyâ ki erkekten bir
ibre alıp dişiye girdirin, bu veçhile dişi hurmayı ıslâh eylemekle meyveye
kalır... (Kaamûs Ter.).
Bu bizim incir ağaçlarına telkîh için baba İncir astığımız gibi, hurma
ağaçlarına çiçekler doğduktan sonra erkek hurma çiçeği konulmasıdır. Bu erkek
çiçek, dişi çiçekli ağaca asılmazsa döllenme olmayacağı İçin ağaç meyve
tutmaz. Meyvenin bu telkihi zamanı, meyvenin müşteriye yâhud satıcıya âid
olduğunu ta'yln için iyi bir ayırıcı sınır olur.
[239] Bu hadîsi İbn Cureyc, Nâfi'den mevkuf olarak rivayet
etmiş görünüyorsa da, Beyhakî bunu îbn Umer'den rivayet etmiştir. İbn Umer'in
buradaki rivayetinde Rasûlullah (S): "Kim telkîh ettikten sonra meyveli
hurma ağacını satarsa, üstündeki mahsûlü satıcıya âiddir. Ancak mahsûlün satışa
dâhil olduğu müşterice şart kılınması hâii müstesnadır" buyurmuştur.
Müslim rivayetinde: "Kim birkole satar ve kölenin malı bulunursa, kölenin
malı satıcı olan efendisiıdir; ancak müşteri kendisine âid olacağını şart
kılması müstesnadır" fıkrasını ziyâde ediyor.
[240] Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi bu îbn Umer hadîsi,
başlıktaki mukadder hükme açıkça delâlet etmektedir.
Bu hadîs ile aynı zamanda salâha erişmeden ağaç üzerinde meyve satışının
mübâh olduğuna istidlâ! edilmiştir. Çünkü Peygamber "Ağacın mahsûlü satıcısına
âiddir.."buyurmuştur. Bu surette, ağaç ve üstündeki meyvesi olgunlaşmadan
satılmış oluyor.
[241] Çünkü bu satışların hepsi meçhul olan bir şeyin
bilinen bir mikdârla satılması dır. iki taraf arasında eşitlik yoktur. Bir
tarafın ziyan etmesine; adaleti bulmak için alıcı ile satıcının da'vâlaşmalarma
ve husûmete sebeb olacaklardır.
[242] Hadîsin başlıkta verilmek istenen hükme delâleti
açıktır. Bu hadîsi Müslim,. Nesâî ve İbn Mâce de getirmişlerdir.
[243] Bu hadîste beş nevi' satıştan nehyedilmiştir:
a. Muhâkale satışı: Dövülüp savrulmuş, samandan ayrılmış safî buğdayla
başaktaki ekinin tahmîn edilerek satışı ve değiştirilmesidir. Semen ile mebî'
arasında denklik bilinmediği için, nehyedilmiştir.
b. Muhâdara satışı:
Başak tutmamış gök mahsûlün, yine aynı şekilde satışıdır. Bunun birkaç çeşidi
ve tafsilleri vardır.
c. Mülâmese satışı: Bu da birkaç türlü ta'rîf
edilmiştir; Birisi, dürülü bir kumaşı veya elbiseyi açıp görmeden; sâdece
dokunmakla yapılan satıştır. Diğeri: İki kişi arasında geceleyin birbirinin
elbiselerini elle yoklayarak, görmeden ve muhayyerlik tanımadan değişmeleridir.
Bunun da Câhİliyet devrinde çeşitleri vardı.
d. Munâbeze satışı: Bu da iki kişi arasında
görmeyerek, meselâ bohçalan-mış elbiselerini birbirine muhayyerlik tanımadan
değiştirmeleridir..,
e. Muzâbene satışı:
Ağacı üstündeki yaş hurmayı kuru hurma ile ve tahmîn üzerine satıp
değiştirmektir. Yukarılarda açıklanmıştı. Bunlar hep aldatmacalı ve cahilane
satışlar olduğundan, İslâm tarafından yasaklanmış ve kaldırılmışlardır.
[244] Bu Enes hadîsinin biraz farklı bir rivayeti, daha önce
87. bâbda geçmişti. Bu hadîsin zahirine göre bundaki tefsîr, Enes'e âid mevkuf
bir hadîs oluyor. Bu hadîsi Mu'temİr ibn Süleyman ile Bişr ibnu Fadl da
Humeyd'den yoluyla rivayet etmiş, "Ne düşünürsün... Kardeşinin malını ne
ile halâl kılacaksın" sözünü Enes mi söyledi, yoksa bunu Peygamber'den mi
tahdîs etti bilmiyorum, demiştir (Kastallânî).
[245] el-Cummâr, rummân vezninde ve el-Câmûr, hurma göbeği
ve hurma beynisi dedikleri nesnedir ki, hurma ağaçlarının tepelerinde olur; ak
ve lezzetli ve tadı süte yakındır. "Şahmun'n-Nahl (= Hurma yağı)" de
derler (Kaamûs Ter.).
[246] Hadîsin biraz farklıca bir metni,"fİim Kitâbı'nda
da geçmişti. Hadîste buradaki başlığın "Hurma ağacı göbeğinin
satılması" fıkrasını zikri yoktur. Fakat ondan yenilmesi fıkrası, bu
maddenin alınıp satılmasının cevazını gerektirir (İbnu'l-Munîr).
Hurma ağacının mü'min kimseye benzeme ciheti, hurma ağacmın her parçası
bir iş için faydalı ve onunla faydalanmanın devâmh olmasıdır.
[247] Hakkında Allah tarafından bir nass gelmeyen hususlarda
insanlar arasındaki muameleler, aralarında meşhur olan ve umûmî nasslara aykırı
olmayan örf ve âdetleri üzere icra edilir. Buhârî bu esâsı kuvvetlendirmek
için, bu başlıktan sonra arka arkaya birkaç haber sıralamıştır: Bunlardan Kaadı
Şurayh'm sözünü Saîd ibn Mansûr; Abdulvahhâb'in rivayetini İbn Ebî Şeybe
senedli olarak rivayet etmişlerdir.
Peygamber'in, Hind'e
söylediği sözünü, Buhârî bu bâb içinde getirdi.
Buhârî bundan sonra örf
ve âdetin şer'î vaziyetini ta'yîn ve kuvvetlendirmek için en-Nisâ: 5. âyetinin
ilgili fıkrasını getirdi ki, bunda yetimlerin işlerini görüp mallarını ıslâh ve
İdareye me'mûr olan velîlerden fakîr olanların yetîm mallarından örfen ma'rûf
olan mikdârda yiyip faydalanmaları halâ! kılınmıştır.
[248] Hasen el-Basrî'nin eşek kiralaması kıssasını Saîd ibn
Mansûr senedli olarak rivayet etmiştir. Bu kiralamada ücret olan
"Dânık" hakkında.şu bilgiler verilmiştir:
ed-Dânık:... ve bir
dirhemin südüsüne denir ki, altı hissede bir hissedir. Bunda nûn'un fethiyle de
söylenir.. Lisânımızda tahrif ile "denk" ta'bîr olunur... (Kaamûs
Ter.).
Hasen bu ikinci sefer yeniden pazarlık yapmamış, aralarında geçen Örfe
da: yanmıştır. Bu defa iki dânık üzerine fazl ve cömertlik olarak diğer bir
dânık ziyâde edip, yarım dirhem vermiş oldu
[249] Enes hadîsinin başlığa hüccetliği, Peygamber'in örfe
dayanarak bu haccâm kişiyle ücret şartlanması yapmamasıdır. Bu hadîs Buyu'
Kitâbı'nin baş taraflarında da geçmişti.
[250] Bunun başlığa delîlliği, Peygamber'in, hakkında şer'î
bir sınırlandırma olmayan hususlarda Hind'i örfe havale edip döndürmesidir.
Peygamber'in bu sözü bir fetvadır; hüküm değildir. Çünkü Ebû Sufyân Mekke'de
idi, yâni meclisten gâib idi... (Kastallânî
[251] Bu Âişe hadîsi ve içindeki en-Nisâ: 5. âyeti halk
arasındaki birçok muamelelerde örf ve âdetin esaslı bir ölçü olduğunun açık ve
kuvvetli delillerinden biridir. Hadîs, Tefsir Kitâbı'nda da gelecektir.
Buhârî'nin Buyu' Kitâbı'nda gerek ta'Iîkan, gerek mevsûien rivayet
ettiği bir takım hadîsler ve âyetlerle örf ve âdetten bu kadar uzun söz etmesi,
kendisinde nass olarak şer'î bir hudûdlandırma bulunmayan buyu', icâre, ölçü,
tartı gibi hususlarda, aralarında müstemirren carî olan örf ve âdetin
hâkimiyetini beyân ve İsbâttan ibarettir. Buhârî alışveriş konusu ile hakîkaten
pek yakından alâkalı bulunan örf ve âdet ve teamülün mu'teberliği hakkındaki
delilleri arka arkaya sıralamakla, mes'eleye açıklık ve kuvvet kazandırmıştır.
[252] Şuf'a, lügatte: Bir matlûbu kendi yanında olan şeye
zamra ve ziyâde etmeye denir ki, bir İken iki; tek İken çift eylemekten ibaret
olur (Kaamûs Ter.).
Fakîhler örfünde Şuf'a:
Müşteri üzerinde takarrür eden şartlar ile ortaklık ve komşuluk sebebiyle
cebren bir buk'aya temellüktür (Ta'rîfât)
Bâzı büyük fakîhler
Câbir'in bu hadîsini hüccet edinerek, şuf'a ancak taksim edilmeyen akarda carî
olur demişlerdir. Diğer bâzı fakîhler ortaklardan bİ-risi öbürüsüne akarın
satışını arz eder de, o almazsa, şuf'a hakkı düşer demişlerdir. Bunlar da
Tahâvî'nin Câbir'den rivayet ettiği şu hadîsi hüccet yapmışlardır: Peygamber (S):
"Şuf'a, ortaklardan birisinin öbürüsüne arzetmeden salmak hakkını hâiz
olmadığı bir farla ve arsada yâhud bir evde yâhud bir bahçede ortaklık
hakkıdır. Arz olunan ortak ya alır ya almaz, bırakır" buyurmuştur.
(Müslim ve Tahâvî).
Bunlar, Müslim'in de rivayet ettiği bu hadîsin zahirine göre, şuf'anın
üçüncü şahıs bir müşteriye satmakla değil, yalnız ortağına satış teklîfİ ile
zail olacağına kail olmuşlardır...
[253] Burada da Câbir'in Buhâri'deki rivayeti getirilmiştir.
Bunda başlıktaki tafsile delâlet vardır. Fakat bundan Önceki haşiyede işaret
ettiğimiz Müslim ile Tahâ-vî'nin yine Câbir'den rivayet ettikleri hadîste,
şuf'a hakkının tarlada, arsada, evde, bahçede sabit olduğu beyân edilmiştir.
Şuf'a sebebleri üçtür:
a. Satılan şeyin kendisinde ortaklık; iki
kişinin bir akarda şayian ortaklıkları gibi.
b. Maldaki hakta karışıcı ve ortak olmak, husûsî
şirb hakkında ve husûsî yolda ortaklık gibi.
c. Mala bitişik komşu olmak.
Şuf'a, bu sebeblerden birine dayandığı gibi, bu yolda da üç mertebe
üzerine rütbelendirilmiştir. Şuf'a hakkı evvelâ malın kendisinde ortak olan
kimsenin; ikinci olarak malın kullanma hakkında ortak olanın; üçüncü olarak
bitişik komşunundur. Birinci tâlib iken diğerinin; ikinci tâlib iken üçüncünün
şuf'a hakkı yoktur.
[254] Burada Buhâri, Sahih 'in başka yerlerinde senedli
olarak getirmiş olduğu rivâyetSerin sened ve lâfız farklarını belirtmiştir.
Bu rivayetlerin birinde
" j^J» p d jr = Her taksîm olunmayan" ta'bîri umûmî bir lâfız ise de,
bu tahsîs olunmuştur; maksûd olan hâss ma'nâdır ki, o da akardır.
[255] Hadîsin başlığa delîllik yönü, işçinin malında, onun
izni olmaksızın işverenin tasarrufunun cevazıdır. Buhâri bununla mal sahibinin
kabulüne bağlı olarak fu-zûlînin alışverişinin cevazına istidlal etmiştir.
Şârih İbn Hacer: Bu
hadîsle istidlal yolu "Bizden evvelkilerin şerîati bizim için de
şerîattir" esâsı üzerine bina kılınır, fakat cumhur buna muhaliftir, demiştir.
Şârih Aynî de:
"Şâri'in inkârı hikâye edilmedikçe, eski şerîatler bizim için de uyulacak
bir delildir. Bir de Rasûlullah bu kıssayı, failini medh ve sena mak-sadıyle
zikretmiş ve böylece takrir buyurmuştur. Şayet caiz olmasaydı, beyân
buyururdu" diyor.
Buhâri bu hadîsi İcâre, Muzâraa, Ehâdisu Enbiyâ Kitâblan'nda değişik
is-nâd ve küçük lâfız farklarıyle getirmiştir. Müslim Tevbe'de, Nesâî de Rikaak
Kİtâbı'nda tahrîc etmiştir.
[256] Hadîsin burada getirilmesi, müşriklerle alışveriş ve
hibe gibi muameleler yapmanın cevazını beyân etmektir. Hadîsin başlığa
delîlliği "Peygamber o müşrikten bir koyun satın aldı"
fıkrasındadır. Hadîste, kâfirden alışverişin cevazı, elindeki malın kâfirin
mülkü olduğunun isbâtı ve kâfirin hediyesinin kabul edilmesinin cevazı
hükümleri vardır. Malının çoğu haram olan kimseden alışveriş etmek hususunda
imamlar ihtilâf etmişlerdir. Buna cevaz verenler, Peygamber'İn o müşrike
söylediği sözü hüccet edinmişlerdir (Kastallânî).
Buharı bu hadîsi daha uzun bîr metin ile Hibe ve Et'ıme Kitâbları'nda da
getirmiştir. Müslim ise Et'ıme'de getirdi.
[257] İbn Battal şöyle dedi: Buhârî'nin bu başlık İle
maksadı, harbînin mâlikliğini ve onun kendi mülkünde satış, hibe, âzâd etme
gibi tasarruflarının cevazını isbât etmektir. Çünkü Peygamber Seİmân'ı,
kâfirlerden olan mâlikinin yanında ikrar edip ona kendi hürriyetini satın alma
akdi yapmasını emretmiştir. İbrâhîm de Cebbâr'ın hediyesini kabul etmiştir (İbn
Hacer).
[258] Fakat bu satış sırasında Selmân henüz müslümân olmuş
değildi. Peygamber harb diyârındaki müşriklerin kölelerinden:
a. Müslüman olup da efendisine isyan ederek
kaçmayanlar;
b. Efendisi
müslümânlarla sulh hâlinde olanlar üzerinde, efendisinin mülkiyet hakkını
kabul ediyordu. Bu cihetle Selmân'a hürriyetini satın alma yazışması yapmasını
emretmiştir.
Selmân'ın bu köleliği
bir mâlike inhisar etmeyip, elden ele geçerek tam on-bir kadar seyyid ve efendi
değiştirmiş olduğu, bizzat Selmân'ın kendisinden rivayet edilmiştir. Onun bu
uzun macerası birçok tarîklerle rivayet edilmiştir. Bunların en sahihi Ahmed
ibn Hanbel'in Müsned'indedir. Hİç şübhesiz bu uzun macerayı Buhârî de
işitmiştir. Fakat kendi sıhhat şartına göre bunlardan yalnız hürr iken köle
diye satıldığını, bir de bu köleliğin elden ele geçtiğini özetleyerek ifâde
etmekle yetinmiştir.
[259] Ammâr, Suheyb, Bilâl'ın esirliklerinin sureti, kendi
hâl tercem elerin de ifâde edilmiştir. Buhârî bunların müşriklerden satın alınıp
hürriyete kavuşturulmuş olmalarından dolayı baba uygunluğunu işaret etmiştir.
[260] Bu en-Nahl; 71. âyetinin başlığa delîlliği
"Ellerialtındakilere...'1'' fıkrasıdır ki, müşrikler elleri altındaki esîr
ve kölelere ekseriya kaanûnsuzca mâlik oldukları hâlde, Allah bu kelâm ile
onlar için mülkü yemîn ile isbât etmiş olmasıdır. Kâfirlerin elleri altındaki
bîçâreler de esirdirler; bunların satın alınması, hürriyet kavuşturulmaları
gerekir.
İbn Abbâs (R) şöyle
dedi: Bu âyet, îsâ ibn Meryem Allah'ın oğludur diyen Necrân Hnstiyanları
hakkında nazil olmuştur ki, ma'nâsı şudur: Sîz kendi kullarınızı, kölelerinizi
bile rızıkta müsâvî tutmazken, nasıl oluyor da benim bir kulumu bana evlâd ve
ulûhiyette ortak tanıyorsunuz? (Râzî).
Müşrikler Allah'ın yarattığı cansız şeyleri, putları O'na ortak
koştukları hâlde, kendi kölelerinin rızıkta beraberliğini tanımıyorlar. Hâlbuki
o rızkı verenler de onlar değil, Ben'im ve her şey Benim mülk ve saltanatım
altındadır (Beyzâvî, Hâzin, Medârik, Râzî).
[261] Hadîsin burada getirilme sebebi, müşrikin hediyesini
kabul etmenin cevazını beyân ve isbât etmektir. Hadîsin başlığa delîl olan
yeri, hükümdarın Hâcer'i Sâre'ye vermesi, onun da bunu kabul etmesidir. Bu,
kâfirin mü'mine bir hibesi-dir. İbrâhîm de bunu geçerli kılmıştır. Hadîste
kâfirin hibesinin sahîhliği; zâlim sultanın hediyesinin kabulü; derecelerinin
yükseltilmesi için sâlih kimselerin ib-tilâlara uğratılması hükümleri vardır.
Yine bu hadîste yalandan kurtulmak için ta'rîzler kullanma mübâhhğı vardır.
Buhârî bu hadîsi Hibe, İkrah, Ehâdîsu'l-Enbiyâ Kitâblannda da getirmiştir
(Kastallânî).
[262] Hadîsin başlığa delîlliği, Peygamber'in Zem'a'ya
cariyenin mülkiyetini takrîr etmesi ve üzerine kölelik hükümlerini icra
etmesidir. Bu da müşrik ahdinin ten-fîzine ve o ahid İle hükmetmeye delâlet
etmiştir. Bu aynı zamanla müşrikin kendi mülkündeki tasarrufunun, o nasıl
isterse öyle caiz olacağına da delâlet etmiştir. Bu hadîs, Buyu' Kİtâbı'nın
evvellerinde daha geniş bir metin ile geçmişti {Kas-tallânî).
[263] Suheyb'İn Romalılar'a esîr iken İbn Cud'ân tarafından
satın alınıp Mekke'ye getirilmesi ve hürriyete kavuşturulması, başlığa delîl
olan yeridir.
Esîr oluşu: Suheyb,
Musul havâlisinde Arab soyundan Nemr ibn Kaasıt ailesine meiısûb idi. Babası
Sinan da orada Kisrâ'nm âmili idi. Rûmlar'la İranlılar arasında yapılan bir
muhaberede Suheyb'i Romalılar esîr almışlardı. Suheyb babasını ve Arab soyundan
olduğunu akıl edebiliyordu. Romalılar arasında ye tiştiğinden, Arabca'yi
unutmuş, Rumca'yı iyi konuşuyordu. Bir haylî zaman sonra Abdullah ibn Cud'ân
tarafından satın alınıp âzâd edilerek Mekke'ye gelmiş ve Ammâr ile bir günde
müslümân olmuştu (İbnîshâk; Kastallânî).
[264] Hakîm hadîsinin başlığa delîlliği, müşrikin sadakasını
ve köle âzâd etmesini ihtiva etmesindedir. Bu da müşrik müşterinin mülkiyet
hakkının sahîhliğine dela let eder. Çünkü köleyi hürriyete kavuşturmanın
şahinliği, mülkiyetin sahîhliğine bağlıdır. Bu sebeble hadîs, başlıktaki
"Müşrikin hibesi ve köleye hürriyet vermesi" kavline uygun olur. Bu
hadîs, Zekât Kitabı; "Müşrik iken sadaka verip, sonra müslümân olan kimse
bâbı"nda da geçmişti. Edeb ve diğer kitâblar-da da gelecektir
{Kastallânî).
[265] Hadîsin başlıktaki suâle cevâb olacak yeri "Bunun
derisiyle faydaiansaydımz ya!" sözüdür. Faydalanma, satışın cevazına
delâlet eder. Bu hadîs de Zekât Ki-tâbi'nda geçmişti (Kastallânî)
[266] Buhârî bu babı getirmekle, Öldürülmesi emredilenin
satışının caiz olmayacağına işaret etmiştir. Başlıktaki Câbir hadîsini Buhârî
"Meytenin ve putların satılması bâbı"nda senediyle getirmiştir.
Câbir hadîsinin başlığa uygunluğu, domuzun öldürülmesinin meşrû'luğu,
yenilmesinin haram kılınmış olması üzerine kurulmasıdır. Bu kadarcık
münâsebet, uygunluğun varlığına yeter.
[267] Ebû Hureyre hadîsinin başlığa delîlliği "Domuzu
öldürecek... " fıkrasıdır. Buhârî bunu Ehâdîsü'l-Enbiyâ Kitâbı'nda da
getirecektir. Buhârî'nin bunu burada sevketmesi, öldürülmesi emredilen bu hayvanın satışı da
caiz değildir diyebilmek içindir.
[268] Buhârî bu başlıkta senedsiz olarak işaret ettiği Câbir
hadîsini, "Meytenin ve putların satılması bâbı"nda senediyle
getirmiştir.
[269] Yânî fulan kişinin şarâb satması, Yahûdîler'in
eritilmiş leş yağını satmaları gibidir. Alınması haram kılınan herşeyin
satılması da haram olur. Evet, eritilmiş yağı kandilde aydınlanmak için
kullanmak haram değildir. Yahudiler aleyhindeki duâ, ancak mecmu' üzere tertîb
edilmiştir. Bu hadîste, birbirine benzer mes'-elelerde kıyâs kullanılması ve
şarâb satmanın' haram kılınması hükümleri vardır {Kastallânî).
[270] Buhârî, Yahudiler hakkındaki Kaalele bedduasının
"La'net olsun" ma'nâsına olduğunu ez-Zâriyât Sûresi'nin 10. âyetini
delîl göstermek suretiyle isbât etmiştir. O âyetteki "Katile"nin
"La'net (la'net olsun)" ma'nâsına olduğu ibn Abbâs'ın tefsiridir. Bu
tefsiri Taberî, İbn Abbâs'tan senediyle
rivayet etmiştir.
[271] Bu hadîsi İbn Abbâs'tan rivayet eden Saîd ibnu
Ebî'l-Hasen, Hasen el-Basrî'nin büyük kardeşidir. Hasen el-Basrî'den evvel
vefat etmiştir. Buhârî, kendisinden yalnız bu hadîsi rivayet etmiştir.
Bu fetva cumhurun
mezhebidir. İbn Abbâs bu fetvasını Peygamber'in "Allah ona, yaptığına can
üfleyinceye kadar azâb edecektir" sözünden İstinbât etmiştir. Bu söz
ressamın ancak yaratması Allah'a mahsûs olan ruhlu varlık resimlerini yapmaya
girişmiş olduğu için bu azabı hakk ettiğine delâlet etmiştir. Bu ma'nâda olmayan
ruhsuz varlıkların resimlerini yapmakta ise be's yoktur (Kastallânî).
Buhârî, İbn Abbâs'ın "San'atını işlemek zaruretinde isen ağaç resmi
yap" sözünden ve İbn Abbâs'ın bu suretle ağaç ve benzeri şeylerin resmini
yapmayı mübâh kılmasından, bunların satışının da cevazı hükmünü anlamış gibidir
ki, başlığı bunun üzerine yazmıştır (Aynî).
[272] Buhârî bu isnâdla Libâs Kitâbı'nda Abdu'1-A'lâ
tarîkinden bu ma'nâda biraz farklıca lâfızla rivayet ettiği hadîse işaret
etmiştir. Bu iki tarîk arasındaki fark inşâallah orada gelecektir (Kastallânî).
[273] Bu başhk "Mescidde" kaydıyle, Mescidler
bâblarmda geçmişti. Burada böyle bir kayıd olmadığı için, bu daha umûmî
olmuştur. İşaret edilen Câbir hadîsi "Meyte ve putlar satma bâbı"nda
senediyle gelecektir.
[274] Bu Âişe hadîsi de "Mescidde şarâb ticâretinin
haram kılınması bâbı"nda geçmiştİ. Hadîsler birbirini tefsîr eder.
Ribâ âyetlerinin Mekke
Fethi esnasında indiğine dâir rivayetlere göre, başlıktaki Câbir hadîsîyle
Âişe'nin bu hadîsi arasında bir târih ayrılığı bulunmaz
[275] Bu, Peygamber'in Allah'tan rivayet ettiği bir kudsî
hadîstir. Allah'ın bunda "Ben kıyamet günü üç sınıf insanın hasmıyım"
buyurması, bu üç sınıfın göreceği azabın şiddetini ifâde eder. Bu ilâhî
husûmetin bütün zâlimleri şâmil olduğu muhakkak ve kat'î olduğu hâide, burada
bu üç sınıfın hâsseten zikredilmesi, bunlara yapılacak azabın şiddetinde daha
bir hususiyet bulunduğuna delâlet eder.
Allah İsmi anılarak
verilen ahdi bozmak, Allah adına yapılması vâcib olan ihtiramı parçalamak ki,
en büyük cinayettir. Hiç şübhesiz bu cinayeti işleyen şahıs Allah'ın husûmetine
uğramağa, en ağır cezayı çekmeğe hakk kazanmıştır.
Cebren ve zorla hürr
bir adamı yakalayıp esîr pazarında satmak, İslâm hukukunun korumaya çalıştığı
şahsî hürriyete tecâvüzdür. Bu da en ağır bir cinayettir. İslâm Dîni, dünyâ
kurulalıdan kendi zamanına kadar devam edip gelen köleliği kaldırmağa;hiç
olmazsa köleleri hürrlerin faydalandıkları müsâvî hayâta kavuşturmağa
uğraşırken hürriyette birbirine eşit olan kişilerin birbirlerinin şahsî
hürriyetine saldırmalarına ve netice i'tibâriyle içtimaî huzursuzluğun meydân
almasına kayıdsız kalamazdı. Bu sebeble bu tecâvüze, ilâhî husûmetle ifâde
bu-yurulan en şiddetli ceza ta'yîn edilmiştir. • Hadîsin başlığa delîlliği de bu ikinci
fıkrasıdır.
Hadîsin üçüncü fıkrası ise, zamanımızda çok ehemmiyet kazanan işçi haklan
konusunda dünyâ durdukça hiç eskimeyecek bir düstûrdur. İşçilerin hakk
ettikleri ücretlerinde kısıntı yapmak, işçi-işveren arasında düşmanlıklar doğuracağı
ve dolayısıyle içtimaî nizâmı tahrîb edeceği için, ilâhî husûmeti lahrîk eden
en büyük cinayet ve günâhlardan sayılmıştır.
[276] Ebû Hureyre'nin bu Yahûdîler'in Medine'den
çıkarılmalarıyle ilgili hadîsini Bu-hârî, Cihâd Kitâbı'nda rivayet etmiştir.
[277] Buhâri başlıktaki hükmün cevazını göstermek için
birkaç haber getirmiştir. Bunlardan İbn Umer'in haberini İmâm Mâlik,
el-Muvatta'da senediyle rivayet etmiştir. Rebeze, Mekke ile Medine arasında
Ebû Zerr Gıfârî'nin gömülü olduğu bir yerdir.
ibn Abbâs'ın sözünü
İmâm eş-Şâfiî, Tâvûs tarîkinden senediyle rivayet etmiştir.
Râfi' ibn Hadîc'in
haberini Abdurrazzâk, senediyle rivayet etmiştir. Saîd ibn Müseyyeb'in sözünü
yine İmâm Mâlik, el-Muvatta'da senediyle rivayet etmiştir. İbn Sîrîn'in sözünü
ise yine Abdurrazzâk senediyle rivayet etmiştir.
Bütün haberlerin
başlığa delâletleri açıktır.
[278] Enes ibn Mâlik'in Safiyye'nin esir oluşu, evvelâ
Dıhye'ye verilişi, sonra yüksek mevki'li bir reîs kızı olduğu için Peygamber
tarafından satın alınıp hürriyete kavuşturularak nikâh edilmesini kısaca ifâde
eden bu hadîsi de başlığa uygun bir delîldir. Buhârî bu hadîsi bu kitâbda 177
rakamıyle getireceği gibi, Nikâh'ta ve Hayber Gazvesi'nde de getirecektir.
[279] Hadîsin başlıktaki köle satışının cevazına delâleti
şöyledir: Sahâbîler, biz esîrle-re nail oluyoruz ve onların bedelleri olan
paraları arzu ediyoruz dediklerinde, Peygamber onları köleleri satmaktan men'
etmemiştir. Paralar ise ancak satışla gelecektir (Aynî).
Azl, bir şeyi yerinden
ayırmaktır. Fıkıhta azl, cinsî yaklaşmada kadın gebe kalmasın diye erkeğin
erkeklik âletini kadının fercinden çekip, menisini dışarıya akıtmasıdır.
Sahâbîlerin esîr
kadınlara cinsî yaklaşmada böyle azl yapmak istemeleri, yüklü veya çocuk anası
kadınların satılmaz olmasıdır. Hâlbuki gazilerin paraya ihtiyâçları
bulunduğundan, onları satmak istiyorlardı.
Buhârî bu hadîsi bâzı sened ve lâfız farklılıklanyle Nikâh, Kader,
Mağâzî, Itk, Tevhîd Kitâbları'nda da getirmiştir.
[280] Bu Câbir hadîsleri sened ve lâfız farkı ile müzayede
satışı babında da geçmişti. Başlığa delîllikleri açıktır.
[281] Bu Ebû Hureyre hadîsi de sened ve lâfız farkiyle
"Zİnâ edici kölenin satışı bâ-bı"nda geçmişti.
[282] Bu da aynı hadîsin diğer bir tarîkidir. Hadd denilen
şer'î ceza kölelere, hürrlere ta'yîn edilmiş olan cezanın yansı olarak tatbîk
edilir. Yüce Allah şöyle buyurdu: "... O kadınlar evlendikten sonra bir
fuhuş işlediler mi o vakit üzerlerine hiirr kadınlar üzerindeki cezanın yarısı
verilir.." (en-Nisâ: 25).
[283] Buhârî, müctehidler arasında bu mes'elede görüş
ayrılığı olduğu için cevâbı zik-retnıemiştir. Cevâbı başlıktan sonra arka
arkaya getirdiği haberlere verdirmek istemiştir. Bunlardan Hasen el-Basrî'nin
sözünü İbnu Ebî Şeybe; İbn Umer'İn sözünü yine İbn Ebî Şeybe ve Abdurrazzâk
senedleriyie rivayet etmişlerdir.
[284] Atâ'nın yüklü sözünden murâd, efendisinden başkasından
yüklü olandır. Câriye efendisinden yüklü olmuşsa, ona halâllığında şübhe
edilmez. Sonra el-Vlü'minûn: 6. âyetiyle istidlal vechine gelince, Allah,
zevceleri yâhud sağ ellerinin malik olduğu cariyelere karşı olmak müstesna,
ferclerini muhafaza eden erkekleri medh eylemiştir. Çünkü âyet bütün
vecihleriyle faydalanmanın cevazına delâlet ■etmiştir. Lâkin cima',
başka bir delil ile dışarıda kalmış ve geri kalanı asjı üzere bakî olmuştur
(Aynî).
[285] Hadîsin başlığa delîllik yönü şu bakımdandır:
Peygamber, Safiyye'yi kendi payı olarak seçtiği zaman, onun rahiminî bir
hayızla temizlemesini istedi. Sonra onunla evlendi. Bu, Enes'in "Nihayet
biz Seddu'r-Ravhâ'ya ulaştığımızda Safiyye halâl oldu" sözünden
anlaşılıyor. Çünkü "Halâl oldu" sözüyle murâd, hayz.ından temizlendi
demektir. Beyhakî de Peygamber'in "Safiyye hayizlı ra-himini
temizledi..." diye rivayet etmiştir (Aynî)
Safiyye, Huyey ibn
Ahtab'ın kızıdır. Benû Nadîr ve Benû Kurayza'nın en şerefli ailesine mensûbdur.
Hayber Yahûdîleri'nin başkanı Kinâne İbn Rabî' ile yeni evlenmişti. Kocası ve
babası bu muharebede ölmüştü. İbn Hacer'in Kitâbu'l-Mevâlî'de dediği gibi,
Safiyye hem Peygamber, hem melik hanedanında doğmuştu. Sonra Allah onu
Rasûllerin Seyyidi'ne bir câriye yaptı; Hârûn Peygam-btlr'in soyundan idi.
Buhârî bu hadîsi Enes'ten ve fakat ayrı ayrı tarikler ve uzun, kısa
metinler 1 nde Mağâ/u.Cihâd, Et'ime, Daavât Kitâblan'nda da getirmiştir.
[286] Hadîs, murdar ölen hayvanın ve putların satışının
harâmhğına açıkça delâlet etmektedir. Murdar ölen hayvanın iç yağlarıyle
vapurların cilâlandığmı, derilerin yağlandığını, mum yapılıp yakıldığını sayıp
dökerek, bu faydalarından dolayı bu yağların istisna edileceğini sanan sözcüye
Peygamber, bu yağların da kan gibi, hem yenilmesi ve hem de satılmasının haram
olduğunu bildirmiştir.
Meyte, dînin gerektirdiği şekilde kesilmeyerek murdar ölen hayvandır.
Murdar ölen hayvanın satışının harâmhğmda âlimlerin ittifakı vardır.
Sanem, Allah'tan başka
ilâh edinilen şeydir; yâni müşriklerin taptıkları put demektir.
Vesen: İnsan sureti
gibi taştan, ağaçtan yontulmuş yâhud arz cevherlerinden herhangi bir mâdenden
yapılan cüsseli nesnedir ki, bir yere dikilir, müşrikler tarafından ibâdet
edilir. Sanem de cüssesiz suretten ibarettir.
Bâzı lugatçılar sanem
ile vesen arasında fark gözetmeyerek, her iki kelimeyi her iki ma'nâda
kullanırlar (İbn Esîr, en-Nihâye).
Câbir'in
"Rasûlullah bu hadîsi Fetih senesi Mekke'de iken söyledi" demesi,
geliş târihini tesbît içindir ki, hicretin sekizinci senesi ramazân ayında idi.
Bundan birkaç bâb evvelki
bir hadîsinde Âİşe: el-Bakara Sûresİ'nin son âyetleri indiğinde Peygamber
mescide çıktı ve sahâbîlere şarâb ticâretinin haram olduğunu bildirdi,
demişti. Rİbâ âyetlerinin Mekke fethi sırasından nazil olduğuna dâir
rivayetlere göre, Câbir hadîsi ile Âişe'nin bu rivayeti arasında bir târih ihtilâfı
bulunmaz.
[287] Hadîsin bu tarikini imâm Ahmed rivayet etmiştir. Bu
hadîsin sevk ve isnâdın-daki özellik, hadîsin mükâtebe usulüyle, yânî yazışma
yoluyla alınıp rivayet edilmiş bulunmasıdır. Mükâtebe İle İhtİcâc ve rivayette
İhtilâf edilmiş. Buhârî ile Müslim bu hadîsle İhtİcâc edip, bu yolun
sahîhliğine kaaîl olmuşlardır. İbn Salâh da kitabetle alıp rivayet etmenin
sahîhliğine kaail olup "Sahîh ve meşhur olan budur" demiştir. Ebû
Bekr ibn Sem'ânî de: Bu, İcazetle almaktan daha kuvvetlidir, demiştir. Bunu
men' etmeye kaail olan, bu görüşünü yazıların birbirine benzer olmasıyle
illetlemiştir (Kastallânî).
[288] Hadîsteki "Mehru'l-Bağy" zina kazancı diye
terceme edildi. Mehr, lügat yönünden, evlendirme sırasında kadına ta'yîn
olunan nikâh bedelidir. Buna fıkıhta Sadak da denir. Burada bu lügat ma'nâsı
değil, zina edici kadının zina bedeli olarak aldığı ücret kasdedilmektedir.
Şeklen Mehr'e benzediği için mecaz ola Bu hadîs, sened ve lâfız farkıyle
"Ribâ yediricisi bâbi"nda da geçmiş ve bâzı açıklamalar orada
verilmişti.
[289] Bu hadîs, sened ve lâfız farkıyle "Ribâ
yediricisi bâbi"nda da geçmiş ve bâzı açıklamalar orada verilmişti.