Balkanlardaki Dram

        1789 Fransiz ihtilâli gerçeklesip de dünyâda milliyetçilik cereyanlari revaç buluncaya kadar Osmanlilar'in, idâresi altinda11.jpg (28989 bytes) bulundurduklari gayr-i müslim teb'ada en küçük bir huzursuzluk ve kipirdanis görülmemisti. Müteaddid haçli ordulariyla harbedilirken Osmanli teb'asi olan hiristiyanlarin, haçlilara herhangi bir suretle yardimci olduklarina dâir târihimizde en küçük bir kayit yoktur. Bilakis Lehistan'da:
        "Osmanli atlari Vistül Nehri'nden su içmedikçe, bu ülkenin hürriyet ve istiklâle kavusamayacagi..." sözü, bir darb-i mesel hâline gelmisti.
        Çünkü Osmanli'nin adâletli otoritesi, gerek hiristiyanlarin firsat buldukça birbirlerine karsi revâ gördükleri zulümler ve gerekse Ruslar'in her çesit tecâvüzlerine dâimî bir engel teskîl etmistir.
Bizans asillerinden olan hiristiyan Grandük Notaras'in, Fâtih'in askeri surlari zorlarken Ayasofya'daki bir müzâkerede Papa'dan yardim taleb edilmesi teklîfine karsi sarfettigi su ifâde de meshurdur:
        "Istanbul'da kardinal sapkasi görmektense, Türkler'in sarigini görmeyi tercîh ederim!.."
Çigirindan çikmis olan hiristiyanlikta akil ve mantik disi zulüm ve yanlisliklara isyân ederek protestan mezhebini kurmus olan Alman reformist Martin Luther bile:
        "Yâ Rabbî! Büyük Türkler'i bir an önce basimiza getir de, senin ilâhî adâletinden onlar sayesinde nasîblenelim!.." demistir.
Ayrica Martin Luther, halkini acimasizca sömüren kendi idârecilerini de su sözlerle îkâz etmistir:
“Sizin gibi gözü doymaz prenslerin, toprak agalarinin ve burjuvalarin idâresinde yasamaktansa, Osmanlilar’in idâresi fakîrlere daha iyidir.”
        Hattâ 16. yüzyilda Osmanli ile hayli mücâdele edip “Hiristiyan Sövalye” ünvanini alan, ancak Osmanli’nin essiz adâletinin de farkinda olan Bogdan beyi Stefan da, ölüm döseginde iken ogullarina söyle demistir:
        “Belki de yakinda himâyeye muhtaç kalacaksiniz! Böyle bir durumda aslâ Rus’a yanasmayin; hâindir, sizi yok eder!. Fakat kendinizi Osmanlilar’a emânet edin; âdil ve merhametlidirler!..”
        Bu ifâdeler, Osmanli'nin hiristiyan âleminde te'sîs ettigi sükûn ve huzûrun sayisiz delîllerinden sadece birkaçidir.
Anadolu'da ilk tertipçisi Celâl adinda bir alevî oldugu için celâlî isyanlari denilen sayisiz karisikliga ragmen Anadolu ve Rumeli'de bulunan hiristiyan ahâlînin böyle hiçbir rahatsiz edici isyân hareketi görülmemistir. Ancak Fransiz ihtilâlinden sonra basta Ruslar olmak üzere devletin hemen hemen bütün düsmanlari, içerideki hiristiyanlari tahrîke koyuldular ve bu tahrîkler, kisa zamanda meyvesini vermeye basladi.
        Ilk defa büyük ölçüde devletimizin Avrupa kit'asindaki topraklarimizda bu tahrikler, 93 harbi denilen 1877-78 Osmanli-Rus harbinde meyvesini vermis ve hiristiyan topluluklar bizden koparilmistir. Ancak Osmanli'nin bu topraklarda sagladigi sulh, sükûn ve otoritenin ortadan kalkmasinin fecî neticeleri, kisa zamanda zuhûr etmeye baslamistir. Çünkü bu topraklarda hiristiyan kadar çesitli müslüman kavimler de yasamaktaydi. Ruslar ve onun gölgesinde mel'anet icrâ eden Sirplar ve Bulgarlar, 1878'den beri safha safha her firsatta eski velînîmetlerine onlari imhâ planinda yapmadik zulüm birakmadilar. Bu zâlimler, fiilî bir harp hâlinde bulunulsun veya bulunulmasin Islâm olan her unsuru katlederek, mallarini yagmalayarak ve hicrete mecbur birakarak Avrupa'dan çikarmak gâyesini gütmüslerdir.
        Balkanlar'da sürüp giden zulümler, sirf dînî taassuba dayanmaktadir. Yoksa müslüman olmus slav demek olan Bosnaklar'a yapilan zulmü baska türlü îzâh mümkün degildir. Bugün Kosova'daki zulüm de, bunun bir nisânesidir. Sirplar, kâh öldürerek, kâh kaçirarak ve her ne sûretle olursa olsun Kosova'yi müslümansizlastirmak istemektedir.
        Bugün gelismis olan televizyonlar dolayisiyla Sirplar'in çogunu gizlemis olmalarina ragmen görebildigimiz katliam ve sefâletler karsisinda bir vicdânî muhâsebeye girisme mecbûriyetimiz âsikârdir. Sirp kini ve bunun neticesi olarak yaptiklari fecî katliam, tâ 1389 Kosova zaferimizden kaynaklanmakta ve asirlarca idâremiz altinda yasamis olmaktan dogan bir asagilik duygusuyla beslenmektedir.
        Dün tevâzün, yâni nüfûs dengesini saglama adi altinda gerçeklestirilen katliam, bugün aslî çehresini ortaya koymus bulunmakta ve mel'anetini daha açik bir sekilde icrâ etmektedir. Öyle ki cânî Sirplar, öldürüp ortadan kaldirdiklarina ilâveten vatan cüdâ ettikleri her müslümanin elindeki pasaport, kimlik vs. evrâki yok etmekte ve tekrar geri dönüse imkân birakmamak yolunda da büyük zulümler yapmaktadir.
        Cereyan eden hâdiseler gösteriyor ki, dünyâ, hassaten ortadogu ve balkanlar, Osmanli'nin sagladigi sulh ve sükûna muhtaç bir durumda bulunmaktan zamanimiza kadar kurtulamamistir.
Bunu cânî Sirplar’dan dahî idrâk edenler vardir. Nitekim 1997’de Yugoslavya’nin baskenti Belgrad’da yapilan muhâlefet protestolarinda kullanilan bazi pankartlarda:
        “Türk (Osmanli) idâresine hasret!”
        “Nerdesin ey Türk (Osmanli) Idâresi altindaki güzel günler?” seklindeki ifâdeler, büyük bir alâka ve ragbet görmüstür.
        Diger taraftan Sirp muhâlefet partisi lideri Vuk Draskoviç de, dün Osmanli idâresi altinda bulunan Sirplar’in bugünkünden daha iyi ve huzurlu bir sekilde yasamis olduklarini ifâde ettikten sonra:
“Miloseviç rejimi, Osmanli Türk’ünün adâletinden ders almalidir!” demistir.
        Zîrâ Balkanlar’da yillardir devâm eden zulümler, Osmanli’nin oralardan çekilmek zorunda kalisiyla, yâni emperyalist güçlerin, Osmanli’nin mîrâsini kirka yakin parçaya ayirip bugün bilinen devletçiklerin ortaya çikmasiyla baslamistir. Kisacasi batili, bir arslan postunu parçalayip kirk tilkiye kürk yapma yoluna gitmis, ancak bunlardan hiçbiri bir yavru arslan olamamistir.
II. Abdülhamîd Han'in hal'inden beri yetîm kalan nice Türk ve müslüman unsurlar, kendilerine bir baba veya vefâkâr bir agabeyi arayisi içindedir. Bilhassa balkanlar, o günden bugüne zaman zaman fecî bir vahset timsâli hâlinde daralan bir zulüm kiskacinda bogulmaktadir. Çil çil kubbeler, minâreler yikilmakta, ezân sesleri susturulmakta ve yemyesil topraklar nice mâsûm ve mazlûmlarin kanlariyla kizila boyanmaktadir.
        Zîrâ Osmanli-Rus harbinden beri vagon vagon gelen mazlûm kitlelerin hazîn drami, hâlâ devam etmektedir. Geçen sene Istanbul'a gelen Kosova müftüsü Recep Boya:
        "– Osmanli Avrupa'dan çekildikten sonra biz sahipsiz kaldik. Gücü yetenlerin samar oglanina döndük!.." demisti.
Bugün bu samar, bir insanlik ayibi olarak en vahsîce ve dünyânin gözü önünde cereyan etmektedir. Dün sâire:
O Pâdisâh-i Sehîd'in huzûr-i heybetini,
Sonunda çigneyecek miydi Sirb'in ordulari,
dedirten gerçekler, ayniyla, belki daha aci bir sekilde tekerrür hâlindedir.
        Fakat bu ahvâl karsisinda bizim hissiyat ve îmân kardesligimiz ne haldedir? Acaba Afganistan, Filistin, Bosna, Çeçenistan ve bugün de Kosova'dan pespese gelen acilara karsi bagisiklik mi kazandik? Yoksa acilardan katilasarak hissiz bir hâle mi geldik? Duydugumuz, gördügümüz fecî katliamlar, bize siradan haberler ve hâdiseler gibi mi gelmektedir?
Sefil düsmanin kirli ayaklari altinda çignenen, ezilen, bütün hayat hakki elinden alinan, evinden ve vatanindan kovulan o evlâd-i fâtihân, bize Sultan Murâd Han'in emâneti degil midir?
        Bilhassa su zor günlerinde kundaktaki çocugundan beli bükülmüs ihtiyarlarina ve vatan cüdâ edilip çocugunu çamurlu yollarda doguran hâmile gelinlere kadar boynu bükük sümbüller gibi hüzünlü kitleler karsisinda bizler ne yapiyoruz? Onlara gönlümüzde ne kadar yer ayirdigimizi ve elimizdeki imkânlari ne kadar paylasabildigimizi Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in su beyâni karsisinda mîzân etmeliyiz:
        "Mü'minlerin, birbirlerine acimakta, birbirlerini sevmekte ve birbirlerine sefkat göstermekte bir vücûd gibi olduklarini görürsün!. (Bu vücûdun herhangi) bir uzvu muzdarip oldugu takdîrde diger kisimlari da uykuyu kaybedip atesler içinde onun izdirabini duyarlar."
        Fedâkârlik ve muâvenette kâ'bina varilmaz bir Islâm kardesliginin temelini atan Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in bu buyrugu önünde onu memnûn edecek bir îmân hassasiyetiyle yogrulmus bir kardeslik tezâhürünü iste bugünlerde sergilemek durumunda degil miyiz?
        Bilmelidir ki beserî hayata hâkim olan yokus ve inis, sürûr ve elemler, zâlimler ve mazlûmlarin hazîn durumlari ve dünyâdaki çalkantili manzara karsisinda îmân ve irfân ehlinin gönlü, derin duyus ve tefekkür ile rikkate gelmeli ve bu hâdiseler, bizleri daha kâmil müslüman olma yolunda ilerletmelidir. Aksi halde seyirci kaldigimiz her fâciadan dolayi rûz-i mahserde o fâcialari irtikâb eden zâlimlerin hissedari olarak muhâkeme olunacagimiz muhakkaktir!..
        Bugün husûsiyle Rabbin "Rahmân ve Rahîm" tecellîlerinden nasîb alarak Hâlik'dan ötürü mahlûka merhameti kâmil bir tarzda yasayabilme mecbûriyetindeyiz. Bu hâl ise, Hakk'a yakin olabilmenin en büyük müessirlerinden biridir.
Bir mü'minin gönül ufkunu gösteren su misâl ne ibretlidir:
        Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri, bir yolculugu esnasinda mola verdigi bir agaç altinda yemek yemis, sonra yoluna devam etmisti. Epey bir müddet sonra da torbasinin üzerinde dolasan bir karinca gördü ve üzülerek:
"– Bu hayvani vatan cüdâ ettim!" dedi.
        Derhal geri döndü ve yemek yedigi mekâna varip o karincayi yerine birakti. Zîrâ o, "sefkat li-halkillâh" (yaratandan ötürü yaratilana merhamet) suûruyla bir karincanin dahî hakkina riâyetin ehemmiyetini idrâk hâlindeydi.
Nitekim bir karincaya dahî bu itinâ ve alâkayi celbeden bu rûh, Islâm ve îmânin bir olgunluk tezâhürüdür ki, simdi bizleri Balkanlar'da yasanan drama karsi alâkaya dâvet etmektedir. Yillar önce baslayan ve devam eden su haykirisa kulak vermeliyiz:

        Ne reng-i muzlime girmis o yemyesil Kosova!13.jpg (24964 bytes)
        Simâle dogru bütün Pirzerin, Ipek, Yakova,
        .......
        Ne bir yasindaki mâsûm için besikte hayat;
        Ne seksenindeki mazlûm için esikte necât:

        O günden beri, bu topraklarin evvelki hâkim ve efendi unsuru olan müslümanlarin, daha önce dillere destan bir sekilde icrâ ettikleri adâletin bir bedeli olarak eski teb'alarindan gördükleri zulümler, cildlerle yazilsa bitmez.
Birgün muhaddis, Hakk dostu Sirr-i Sakatî Hazretleri, talebelerine:
        "Mü'minlerin dertleri ile dertlenmeyen bizden degildir!" hadîs-i serîfini okuturken bir talebesi geldi ve:
        "– Üstâdim! Mahalle yandi, yalniz sizin ev kurtuldu!" dedi.
O da, Cenâb-i Hakk'in bu lutfu karsisinda:
        "– Elhamdülillâh!" dedi.
        Ancak hemen ardindan talebelerine okuttugu hadîs-i serîfin sirrinda derinleserek büyük bir nedâmetle tevbe eyledi. Zîrâ bir anlik gafletle evi yanan mü'min kardeslerinin üzüntülerini düsünememis ve onlarin kederleriyle kederlenme husûsundaki emr-i Nebevîyi o an için yerine getirememisti. Buna o derecede üzüldü ve mahzûn oldu ki, hâdiseyi yillarca unutmadi. Otuz sene sonra dahî bir gönül dostuna:
        "– Bir lahza dîn kardeslerimin izdirabindan gâfil kaldigim için otuz senedir o ânin tevbesi içindeyim..." diyerek gönlündeki engin nedâmeti izhâr etmekteydi.
        Ya bizler?
        Bugün Kosova'da Sultan Murâd'in evlâdlari agir bir zulümle imhâ edilirlerken, onlarin dertleri ile ne kadar dertlenebiliyoruz? Yoksa aksam duyup sabah unuttugumuz siradan ve gündelik haberlere gösterdigimiz alâkadan öteye geçemiyor muyuz? Gelisen hâdiseler ve yasanan cinâyetler, bizleri ne kadar îkâz edebiliyor? Sâirin mâzîden yükselen ve hâlâ cârî olan:
........
        Artik ey millet-i merhûme sabâh oldu uyan!
        sesini, ne kadar duyabiliyoruz?
        Bugün Kosova'nin, Bosna'nin vâris-i tabiîsi olan bizler, bir nefis ve târih muhâsebesine mecbûruz!..
Osmanli'nin kurulusunun 700. yildönümü olan su hazîn günlerde silkinip târihimize ve kendimize dönmeye mecbûruz. Bosna ve Kosova fâcialari gibi ibretli hâdiseler, bizi, Osmanli'nin emânetine sahip çikmaya dogru zorlamakta degil midir!
Hâsili bilmelidir ki, âhiretin tarlasi olan su dünyâdaki fânî günleri seâdet yapan sir, îmân ve onun heyecanini yasayabilme, muktezâsi ile amel edebilme duygusudur. Ictimâî yardimlasmalar, hâssaten mazlûmlara sefkat ve merhamet tezâhürleri ile süslenebilen her an, ölüm ötesi günlere bir rahmet mes'alesidir.
        Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyururlar:
        "Yeryüzündekilere merhamet edin ki, gökyüzündekiler de size merhamet etsin!"
Merhametin en olgun tezâhürleri de, birer kulluk vazîfesi olan Allâh yolunda infâkdadir.
        Kardeslik duygularinin zayifladigi, ictimâî huzûr ve sükûnun kayboldugu, kin ve husûmetin çogaldigi toplumumuzda ciddî bir infâk seferberligine ihtiyaç vardir. Idrâk etmelidir ki, bu bir kader programidir; biz Kosova'daki aci zulmün altinda olabilir, onlar da burada bizim yerimizde olabilirdi. Bunun için onlara infâkimiz, Rabbimize karsi bir sükür ve kulluk borcu oldugu kadar onlarin dertleriyle dertlenebilme vazîfesidir.
        Unutmamalidir ki insan, yaratilisi itibariyla dünyâya meyyâldir. Dünyâ mali ise nefse câzib gelir. Ona aldananlar doymak bilmezler. Mal yigildikça insanin hirsi artar, muhteris olur. Gözünü madde ve mal hirsi bürümüs olan insanda merhamet ve sefkat hissi azalir. Infâk etmek ona zor gelir. Nefsi ona: "Daha zengin ol; ilerde daha çok yaparsin!" diye telkînde bulunur. Böyle insan, rûhen hasta, bedenen muzdariptir. Çünkü Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:
        "Yarin yaparim diyenler helâk oldu!.." buyururlar.
        O halde sâirin dedigi gibi:
       14.jpg (27144 bytes) Dem bu demdir, an bu andir. Allâh yolunda hizmet seferberliginde, infâkda, husûsiyle balkanlarda yasanan dramin hazîn neticeleriyle inleyen müslüman kardeslerimize yardimda dem bu demdir.
        Infâklar, elbette ki her zaman ihtiyaç sahiplerine yapilir. Ancak ihtiyaçlarin da bir derecesi vardir. Herhalde Kosova müslümanlarinin bugünkü mazlumlari, infâk için ihtiyacin hayâl edilmez derecede siddetli oldugu bir hâl içindedir. Öyleyse onlara yapilacak yardim, Allâh indinde baska zamanlarda baska ihtiyaç sahiplerine yapilacak yardimla kiyaslanamayacak derecede ehemmiyetli ve degerli olacaktir, insâallâh! Aksi halde yarin her sey bitmis olabilir ve mazlum Kosova, haritadan silinebilir; bizler de hayat boyu bir vicdan azâbi içinde kalir ve kiyâmet vebalini yükleniriz...
        Bu zor günlerde:
        "Sevdiklerinizden infâk etmedikçe aslâ e (hayrin kemâl noktasina) eremezsiniz! Her ne infâk ederseniz, Allâh onu hakkiyla bilir" (Âli-imrân, 92) sirrini yasabilenlere ne mutlu!

        Ey Allâhim! Bizim ve dînimizin düsmanlari olan zâlimleri kahreyle! Allâhim! Islâm'i ve müslümanlari da izzetli kil; nusret ve inâyetinle muâmele buyur! Âmîn!

Gönül Bahçesinden: Osman Nuri TOPBAS, Altinoluk dergisi - Sayi:159 - Mayis 1999

Hazirlayan: Ekrem Yolcu

backward.gif (3615 Byte)