Prof. Dr. Ahmet Coşkun (Erciyes Ün. İlahiyat Fak.)

 

Mü’min nasıl olmalı?

 

Dünyanın her tarafındaki dostlarıyla mektuplaşmalı, tebrikleşmeli, fakat gerektiği zaman Allah için, vatan içir harp meydanlarında düşmanla savaşarak, bu yolda en büyük kahramanlarla, en ileri, en teknik harp aletleriyle yarışıp, bu suretle küfrün belini kırmalı.

 

Annesi, babası, bütün hısım-akrabası ve hatta komşusu ile koklaşmalı. Bütün iman ehli ile tanışmalı, bilişmeli; hususen Allah’ın dostlarıyla sevişmeli. Lüzumsuz münakaşaların ve kısır çekişmelerin, gıybetin, dedikodunun bulunduğu meclislerden hemen savuşmalı.

 

Kendisine verilen bir vazife için, köy, kent demeyecek, her tepeyi, her engeli aşıp, nihayet önünde sonunda hedefine erişmeli.

 

O, topyekün cemiyetin kurtuluşu ve mutluluğu için sahur vakitlerinde, eşref saatlerinde gönülden Allah’a yalvarmalı, yakarmalı, döktüğü gözyaşları ile günah kirlerimizi yıkayacak ve o yaşama sevincini, iman ve ibadet neşesini herkesle paylaşmalı. Bu yolda Allah için en ağır hizmetlere alışmalı. Devamlı olarak da gece düşünce, gündüz hayalinde manen Allah’ın Rasulü ile konuşmalı.

 

Bütün arkadaşları ve meslekdaşları ile sarmaş dolaş olmalı, dostlarını ikazından kırılmayarak hatalarını, kusurlarını söyleyenlere darılmayarak dostunun acı tenkitlerinden alınmamalı, düşmanın yaldızlı laflarına inanmayıp, dostunu dost bilmeli ve fakat eski düşmanlara dost olmak için biraz dikkatlice düşünmelidir. Dostu, düşmanı tanıma hususunda son derece hassas ve uyanık olup düşmana gafil avlanmamalı. Hele dostunun yüz karası, düşmanın maskarası olmaktan, yılandan, akrepten sakınır gibi sakınıp, din kardeşlerinin dert ve davalarına sahip çıkarak ve nemelazımcılıktan hoşlanmamalı.

 

Her taraftaki çaresizlerin imdadına koşup, kanayan bir yara gördü mü, canı yanarak, onu dindirmek için çıkışmalı, kakışmalı, yıkışmalı. O musibetlere uğramış herkesle dertleşip, bunların sıkıntılarını ve kederlerini gideremeli. Eğer, çevresinde açlar varsa bir ekmeğini bile onlarla bölüşmelidir.

 

Çevresindeki anlaşmazlıkları ortadan kaldırmak için görüşmesi gerekenlerle görüşmeli, onun müspet hareketleriyle neticede etrafı yatışmalı.

 

Onun iman yiğitliği, heybeti ve takvasından şeytan ve şeytanın dünyadaki askerleriyle, bedava avukatlığını yapan bütün şer kuvvetleri kaçışmalı. İlmine, malına, mülküne, mevkiine mağrur olup da ona tepeden bakanlarla, o, boy ölçüşmeli. O, öyle planlar kurmalı ki, düşmanları birbiriyle itişip kakışırken, kendisi de bütün müslümanlarla beraber sırf bu hadiseye mahsus olmak üzere onların hallerine kahkaha ile gülüşmeli.

 

Belki bazı kimseler ona ters düşer, onunla çatışır, fakat o, onlarla mutlaka hesaplaşmalı, ama gene de sonunda gerekli görürse onlarla uyuşmalı. O, Hak yolunda oldukça insanların kınamasından korkmamalı. Evet, hak bildiği yolda sebat etmekten caymayıp, “Sırat-ı Müstakim”den kaymamalı. Zulmü alkışlayamazken, caniyi, haini himaye etmeye kalkışmayacaktır. Hülasa, haktan, adaletten ayrılmamalı.

 

Küçük meseleler, asılsız şeyler peşinde koşmamalı, böyle şeyler yüzünden dostları, ahbabları, meslektaşları ve din kardeşleri ile çarpışmamalı. O, hep büyük hayaller kurup, mal-i hülya (boş kuruntu)lara dalmamalı.

 

İlmini, malını, canını Allah yolunda cömertçe harcayarak; fakat israfa sapmayıp, aynı zamanda yok yere canına kıymamalı, şahsiyetini, imani heybetini koruyup, zillete asla düşmemelidir.

 

Devletten, servetten, sıhhatten, şehvetten, şöhretten şımarmayarak, ihlastan, samimiyetten sıyrılmamalı, düşman tarafından kayrılmaya yanaşmalı.

 

Hakkı bırakıp, batıla tapmayıp, hidayetten sapmamalı, bir hakkın ortaya çıkması için şahitliğe erinmeyerek, çağrılmadığı yere yerinmeyerek, bir hakkı itiraf hususunda direnmemeli.

 

Haramdan sakınırken kılı kırk yarıp, dinde laubaliliğe kapılmamalı.

 

“Üzümünü ye, bağını sorma” diyenlerden olmayıp; nail olduğu her nimetin asıl sahibi olan Cenab-ı Mevla’yı düşünüp dururken ve O’na hamdetmeli, şükretmeli, kulluk yapmalıdır.

 

Yüzünden tatlı bir tebessümü eksik olmamalı. Konuşmalarında latif olan latifelere yer vermeye çalışırken, fakat hiçbir zaman cıvık şakalarla şakalaşmamalı. Heybetini, değerini yüzündeki iman nurunu sönükleştirmemeli. Onun kendisi ve bütün müslümanların iyiliği için çalışmaktan elleri nasırlaşırken, cemiyetin faydası için kurulan müesseselere ne yapıp yardımına koşmalı. Dini ve milleti için çalışan herkesle elele, gönül gönüle birleşip, bütünleşmeli. Yurdunu yabancılara muhtaç bırakmamalı.

 

Onun çalışmalarına, onun gayretlerine imansız ve gayesiz kimseler şaşmalı. O, ilimle takvayı eşit tutarak, feraset ve basiretini günden güne geliştirip, her kaybından, ihmalinden, her başarısızlığından bir ibret almalı. En sonunda doğru olanı tespit edip, bir daha yanılmamalı.

 

Onun hizmeti iradesi bütün kainatı kucaklamalı. Onun merhamet ve şefkati bütün dünyayı kuşatmalı. O, Mevla’sının rızası uğrunda bütün sıkıntılara göğüs gerip, en sonunda başarmalı. O’nu öldürmeye gelenler, onda dirilip, ona düşman olduklarına pişman olmalı.

 

O, dinimizin hükümlerinden bir edebi, bir müstehabı bile önemseyip ve benimseyip, bu yolla muradına ermeli.

 

Bütün bunların neticesinde o, Cenab-ı Mevla’mızın rızasına ulaşacaktır, cennette Allah’ın sevgili Resulüne kavuşacak ve bunun da üstünde Allah’ın cemali ile buluşacak. O ölünce Duhan suresinde de işaret buyrulduğu gibi yerler, gökler onun ardından ağlaşacaktır.

 

Cenab-ı Hakk cümlemizi işte bu vasıflara haiz mü’minlerden eylesin.

 

 

Kaynak: Ilkadim dergisi, 03-2004


.