Ahlâk, mesuliyet ve tv’lerimiz

Türkiye’de "müstehcen ve millet düsmani televizyonlari protesto mitingi" tertipleyen ilklerden biriyim. Fevkalâde ehemmiyet verdigim konulardan biridir televizyon. Çagimizin degilse bile Türkiye’nin pusulasi mesabesindir neredeyse. Televizyon ile sekiz yasinda tanismis ve bir türlü sevememis, muhalifi bir münevver olarak, bu çag aletinin menfî ve müsbet taraflarini yeteri kadar kavradigimi saniyorum. Ve müsahadelerimi, bildiklerimi Allah (c.c) rizasi için kaydetmek isterim.

Dünya, televizyonu bizden birkaç on yil önce tanidi. 1963 yilinda Amerika’da dört kanaldan yayin yapiliyordu. Bizim televizyonu yaygin olarak izledigimiz sunun surasinda yirmi küsur senelik bir mazi. Televizyonun devlet tekelinden çikip özel tv kanallari kurulmasi ise, hayli yeni sayilir. Ve belki de asil problem, bu "özel" kanallarin arz-i endam etmeleriyle basladi.

Özel tv’lerle baslayan menfî ve menfûr yayinlar tiksindiriciligin de ötesinde bir boyut kazanmistir. Artik hiçbir ahlâkî kayit, ölçü, mizân ve iz’ân kalmamistir. Son hadiseler de alenen göstermistir ki, ülkemiz tv’leri tüm menfîliklerinin yaninda konvansiyonel (kaniksanmis, klasik) birer silah haline de geliyorlar. Eline bir tv kamerasi geçiren milletin canina okuyor!..

Millet ve Devletini canindan aziz bilen, namus, hamiyyet ve îmân sahibi insanlara yapilan zulüm, ülkemizi felâket ve facialarin envayi çesidiyle burun buruna getirdi. Zalimlere "yeter artik zulüm yapma" denilmez. Onlar buna icbar edilmelidirler! Pekâla kim yahut kimler yapacak bu zorlamayi? Kurtarici mi beklenecektir? Hayir bu zorlamayi bizzat millet ve milletin devleti yapacaktir. Devlet, millet düsmanlarinin yahut gafillerin elinde, riyasetindeyse ikinci SIK iptal demektir.

Ikinci sual de söyle: Bu dîn, devlet, millet ve vatan düsmani hainlere nasil bir zorlama yapilacaktir? Eline silah alan, su sapik, bu sahtekârdir deyip katliama mi girisecek? Yine hayir.. Millî zorlamanin ifade tarzi akil ve hikmetin isiginda tebârüz etmelidir. Son derece basit bir misâl vererek izaha çalisayim:

Size ve deger yargilariniza kiymet vermeyen, tabiri caizse sizi takmayanlarin izleyicisi olmayiniz! Bunlara ait, gazeteleri de okumayiniz! Iste size onlarin anlayacagi dilden; kestirme, ucuz, zahmetsiz, mesru, legal (kanunî) iki müthis müeyyide örnegi. Bunlar milletçe yapilsin, ayni tv’ler çok geçmeden, yayinlarina Tekbir’le baslayacaklardir.

Adamlar bütün bir yil millet îmân ve mukaddesatina saldirir, mü'minleri mürteci, devleti batiran kisiler olarak takdim eder, jurnaller, mahkûm ettirirler. Bunlarin bir kismi ise, onbir ayin sultani Ramazan’la birlikte müslümanlarin agzina bir kasik bal misâli dînî görünümlü yayina baslar, dîn üzerinden de para kazanmaya devam ederler.

Türkiye, canimiz sIkilsa da, arabesk bir görünüm arzetmeye devam ediyor. 1998’in yilbasi gecesi Ramazan’in birinci gününü ikinci güne baglayan geceye tevâfuk etti. Diyanetten içki içebilmek için fetva talebinde bulunanlar oldu. Yilbasi gecesi içki içecekmis efendiler. Soru: Ertesi gün oruç tutabilirlermiymis?.. Bu soruyu yeryüzünün tüm lisanlarina çevirip, tüm insanliga sorunuz. "Kardesim siz manyak misiniz?"dan baska bir cevap gelmeyecektir. Ne günlere geldik. Allah (c.c) akil sahiplerine sabir ihsan eylesin.

Merhum Yahya Kemâl, henüz Cumhuriyet’in kurulusu bile gerçeklesmemis iken yazdigi bir makalesinde memleketimizin geçmis dönemleriyle halihazir halini mukayese ediyor ve hayiflaniyordu. Dîn adina, Türk kimligi adina.. XX. Asir Türk edebiyatinin büyük sairi ülkenin yakin istikbâlini çok daha fazla ilgilendirecek olan fevkalâde mühim tesbitlerde bulunmus, kimlik sorunu gibi ciddi bir konunun altini ve üstünü çizmistir:

"Kendi kendime diyorum ki: Sisli, Kadiköy, Moda gibi semtlerde dogan büyüyen oyniyan Türk çocuklari milletlerinden tam bir derecede nasîp alabiliyorlar mi? O semtlerdeki minâreler görülmez, ezânlar isitilmez, Ramazan ve kandil günleri hissedilmez. Çocuklar müslümanligin çocukluk rü’yâsini nasil görürler?

Iste bu rü’yâ, çocukluk dedigimiz bu müslüman rü’yâsidirki, bizi henüz bir millet hâlinde tutuyor. Bu günkü Türk babalari havasi ve topragi müslümanlik rü’yâsi ile dolu semtlerde dogdular, dogarken kulaklarina ezân okundu, evlerinin odalarinda namaza durmus ihtiyar nineler gördüler, mübârek günlerin aksamlari bir minderin kösesinden okunan Kur’ân’in sesini isittiler; bir raf üzerinde duran Kitâbullâh’i indirdiler, küçücük elleriyle açtilar, gülyagi gibi bir rûh olan sari sahîfelerini kokladilar. Ilk ders olarak besmeleyi ögrendiler; kandil günlerinin kandilleri yanarken, Ramazanlarin, bayramlarin toplari atilirken sevindiler. Bayram namazlarina babalarinin yaninda gittiler, câmîler içinde safak sökerken Tekbîr’leri dinlediler, dînin böyle bir merhalesinden geçtiler hayata girdiler. Türk oldular.

..Ah! Büyük cedlerimiz! Onlar da Galata, Beyoglu gibi frenk semtlerinde yerlesirlerdi, fakat yerlestikleri mahallede müslümanligin nûru belirir, bes vakitte ezan isitilir, asmali minâre, gölgeli mescid peydâ olur; sokak kösesinde bir türbenin kandili uyanir, hâsili o topragin o kösesi îmâna gelirdi; Beyoglu’nu ve Galata’yi saran yeni yapilarin yigini arasinda o mescidlerden, o türbelerden bir ikisi kaldi da gördük ki cedlerimiz o kefere frenk mahallelerinin topragina böyle nüfûz ederlerdi. Biz bugünün Türkleri bilâkis Sisli, Nisantasi, Kadiköy, Moda gibi küçük bir sehri andiran yerlere yerlestik, fakat o yerler müslüman rûhundan ârî, çorak ve kurudur. Bir Üsküdar’a bakiniz bir de Kadiköyü’ne..

Eski Türklerin rûhlari ile yeni Türklerin rûhlari arasindaki farki anlamak isterseniz bu son asirda peydâ olan semtlerle Istanbul içlerini mukayese ediniz. Medenîlestikçe müslümanliktan çiktigimizi tabiî ve hos gören eblehler uzaga degil Balkan Devletleri’nin sehirlerine kadar gitsinler. Görürler ki bastan basa yenilesen o sehirlerin her tarafinda çan kuleleri yükselir, pazar ve yortu günleri çan sesleri isitilir. Manzara halkin dînini ve milliyetini hatirlatir. O sehirler bizim yeni semtlerimiz gibi millî rûhtan ârî degildirler. Artik Türk milletinin rûhu bir râyiha gibi uçtu mu? Hayir büyük kütlede yine o rûh var fakat biz son nesil bir sürü gibi büyük kaafileden uzaklastik, kaybolduk, fakat daha uzaga gitmiyecegiz, dönecegiz, tekrar büyük kaafileye iltihâk edecegiz, yeni tarzda yasayisla cedlerimizin diyânetini mezcedip, bizi bu çorakliktan, bu karanliktan, bu ufûnetten kurtaracak mürsidler, sâirler, edibler, hatîbler yetismedi fakat gaayet tabiî bir revisle büyük kaafileye; kendi kendimize dönecegiz.

Dînsizligin kayitsizligin aksülâmeli basladi bile. Çocukluktan beri diyânet yolundan ayrilmamis olan kardeslerimiz bizim gibi rücû hislerini itiraf edenlere henüz inanmiyorlar. Onlara tamâmiyle ilticâ edecegimiz zaman da bizi birden taniyamiyacaklar. Çünkü onlardan çok ayri çok uzak düstük.

..Biz ki minâreler ve agaçlar arasinda ezân seslerini isiterek büyüdük. O mübârek muhitden çok sonra ayrildik, biz böyle bir sabah namazinda anne millete tekrar dönebiliriz. Fakat minâresiz ve ezânsiz semtlerde dogan, frenk terbiyesiyle yetisen Türk çocuklari dönecekleri yeri hatirlayamayacaklar!

Merhum sanki bugün kaleme almis makaleyi.. Yahut bu günü tasvir etmis. Ezânsiz semtlerin çocuklari bugün ülke ve insanini hor görmekte, dîninden îmânindan bir tehlikeden kaçarcasina uzaklasmaktadir. Oysa asil büyük felâkete de bu suretle sürüklenilmektedir. Dîn insan ve cemiyyetin huzurunu sigorta etmekteydi. Ceddimizin büyüklügü ve asaleti de bu dîn sayesinde idi. Ezânsiz semtlerin çocuklari ülke yönetimini ellerine geçirdiklerinden beri, ne büyüklük kaldi, ne asalet. Simdilerde tahsil, cüceligin, cehaletin ve karanligin ilmidir.

"Cehaletin de ilmi olur muymus?" demeyiniz. Yilbasinda içki içip, ertesi güne oruçlu baslamak.. "Bu kadar cehalet ancak tahsil ile mümkün"dememis miydi üstad Necip Fâzil.

Yazi, Ramazan Ercan 'nin "Düzgün Yazilar" isimli kitabindan alinmistir. Kitap henüz yayinlanmadi. Seha Nesriyat tarafindan yayinlanmasi için girisimler sürmektedir.