Dogal Afet'in Belirginlik Kazandirdigi

Yapay Afet: Devlet

17 Agustos sabahi Marmara’yi vuran depremle birlikte Türkiye yeniden ve bu defa oldukça yaygin bir biçimde ‘devlet nerede?‘ sorularinin yankilanmasina sahne oldu. Aslinda bu soru pek de anlamli bir soru sayilmaz. Bu ülkede yasayan hemen herkes bir biçimde, devletin nerede oldugunu gayet iyi biliyor. Fakat kulaginin üstüne yatmayi aliskanlik edinmis halk bu sorunun cevabini bilmezden geliyor ya da öyle görünmeye çalisiyordu. Ama ne var ki gerçekler israrci oluyor ve sürgit örtülemiyor. Sonunda deprem acisi, yasanan onca tecrübe ve zulümkar acilardan sonra her nasilsa hala devletlerini taniyamamis ya da henüz ‘tanima firsatina’ sahip olamamis genis kitlelerin gündemine bu soruyu yakici bir sekilde soktu.

Binlerce canini yitirmis, binlercesi enkaz altinda kalmis, sefaletin, rezilligin, kaderiyle basbasa birakilmisligin pençesinde kivranan insanlar büyük bir nefret ve öfkeyle ‘devlet nerede?’ diye haykirmaktalar. Simdi insanlar jandarmasiyla-polisiyle; jopuyla, köpegiyle hep yanibaslarinda, daha dogrusu tepelerinde olan; okulda eli sopali ögretmeniyle, kislada ana avrat sövmeyi aliskanlik haline getirmis subayiyla, en siradan bir isi dahi rüsvetsiz halletmeyen memuruyla, bir yalan torbasindan farksiz siyasetçisiyle her gün her an karsilastiklari o büyük, kudretli ve de otoriter devletlerinin nerede oldugunu soruyorlar. Ve sorular adeta boslukta yankilanip sahiplerine geri geliyor.

Yasadiklari büyük aciyla birlikte devlete öfkeyle yüklenen insanlarin olayin ilk sicakligi geçtikten sonra ayni tavri sürdürmeleri ise pek beklenmememli. Zamanla acilar bir nebze de olsa hafifleyecek ve bugün devlete veryansin eden insanlarin büyük bir kismi acilarini gömüp saptirilmis tevekkül anlayisinin rehavetinde yüzlerce yillik uykularina devam edecekler muhtemelen. Halkin içine gömüldügü bu pasifist batakligin kolayca kuruyacagi sanilmamali. Burada karsilasilan engel sistemin güçlülügünden kaynaklanmiyor; bilakis tepeden tirnaga çürümüs bir sistem sözkonusu. Nevar ki bu topraklarda asirlardir yasatilan itaat gelenegi ve daha da önemlisi güçlü, inandirici ve gerçekten sisteme alternatif olabilecek cesamette bir muhalefet hareketinin henüz bulunmayisi sistemin çürümüslügünü gölgeliyor adeta. Bu yüzden bundan önceki çesitli vesilelerde oldugu gibi, sistemin olanca çirkefligiyle yakalandigi bu son deprem hadisesinin de asgari bir bilinç seviyesine sahip belli kesimleri yasadiklari gerçeklere iliskin daha net bir tavir sahibi kilmakla birlikte, toplumun bütününü muhalif bir tavra itmesi sözkonusu degil elbette.

Bununla birlikte felaketin büyüklügünün toplumun siyasal-sosyal gelismelere en ilgisiz katmanlarinda dahi sisteme iliskin belli sorular, duyarliliklar dogurmus oldugu da gözden kaçirilmamali. Kolaylikla bilince dönüsmesi mümkün olmasa da bu duyarliliklarin sistemi tanima ve tavir alma noktasinda ileri bir adim ve bir imkan oldugu açik. Bu itibarla depremin sadece jeolojik bir sarsintiya yol açmadigi, pek çok insanin zihnin de –muhtemelen bir çogu için gelip geçici de olsa- siyasi bir sarsinti meydana getirdigi muhakkak. Özellikle son yillarda düzenin baskici ve fasizan kimliginin belirginlik kazanmasinin getirdigi zayifligini örtmek için, dozu gittikçe artirilan devlet tapinmasinin nasil bir aldatmaca oldugunun anlasilmasina deprem katkida bulundu. Ilk günlerde yasanan kaos ve enkaz altindaki yakinlarini kurtarma çabasi içindeki insanlarin çaresizligi bir anda herkesi çiplak devlet gerçegiyle yüzyüze getirdi. Ve depremin yol açtigi enkazlarin çevresinde yükselen feryatlarla birlikte, bir kere daha halkin üzerindeki asil enkazin bu kokusmus, köhne ve taguti sistem oldugu ortaya çikti.

Hangisi daha büyük musibet:

Deprem mi, Devlet mi?

Felaketin kabarik hesabini, devletin en yetkili kisisi sifatiyla ilk sirada ödemesi gerekirken ‘altimiz çürük , ne yapalim’ kurnazligiyla cografyaya fatura eden ‘baba’siyla; insanlari canli kurtarmak bir yana ölü ve yaralilari dahi saymaktan aciz kriz –üretim- merkeziyle; ciddi bir ‘sindirim’ bozuklugundan muzdarip oldugunu her vesileyle yinelemekten tuhaf bir haz alan basbakaniyla; bir yandan uluslararasi kuruluslara yardim çagrilari yapip, disisleri bakanini baska ülkelere dilenmeye gönderip, bir taraftan da sagliksiz saglik bakani araciligiyla iç kamuoyuna yönelik olarak kuyrugu dik tutma propagandalarini elden birakmayan hükümetiyle; Kizilay’iyla, Afet Isleri’yle, Sivil savunmasi’yla, Tüpras’iyla, telefon sirketleriyle velhasil asker sivil, resmi-özel tüm kurum ve kuruluslariyla bir bütün olarak devlet aygiti bu ülke insaninin tepesinde depremden de büyük bir felaket kaynagi oldugunu bir kez daha ispatlamistir.

Depremin gümbürtüsü ile birlikte onyillardir söylenegelen yalanlar paldir küldür ortaliga dökülmüstür. Söyle güçlüyüz, böyle muktediriz türünden övünmelerin koflugu görülmüs, tüm kurumlariyla devletin nasil hantal ve köhne bir aygit olusturdugu ortaya çikmistir. Bu noktada devletin resmi ya da gayri resmi tüm kurum ve kuruluslarinin ayni mayadan geldiklerini de görmek gerekir. Deprem sonrasinda kesilen elektrikler ve kilitlenen telefonlar nedeniyle sabaha kadar haraketsiz beklediklerini ‘itiraf’ eden Cumhurbaskani ve Basbakan’in yerlerinin, kedbirsizlik sonucu ölüme sebebiyet vermekten yargilanmalari beklenen müteahhitlerin yani olmasi adaletin bir geregi degil midir? Yillardir Bakü-Ceyhan boru hatti kampanyasini dillerinden düsürmeyen, bu konuyu bir ulusal varlik-yokluk meselesi haline sokanlar Tüpras’taki yanginin günlerce söndürülememesi karsisinda hiç utanç duymuslar midir? Ayni sekilde her firsatta disiplinliligine, etkililigine, bilimselligine destanlar yazilan ordunun hali de ortadadir. Fay hattinin merkezine ve tüpras tesislerinin yanibasina donanmayi konuslandirmak acaba ne tür bir bilimselligin sonucudur?

Kokusmusluk hükümet icraatlarinda kendini açiga vurmaktadir. Halk afetin soku ile bogusur, kayiplariyla, enkaz altindaki cesetleriyle ugrasirken hükümet mecliste ‘ne sihirdir ne keramet el çabuklugu marifet’ düzenbazligiyla islerini yürütmektedir. Ülke tarihinin en kitlesel protestolarina neden olan mezarda emeklilik tasarisi bu hengamede yasalastirilmis; hirsizlara, katillere, soygunculara af çikartilmis; basörtülü ögrencilere af görüntüsü altinda açikça bir ‘pismanlik’ dayatmasi meclisten geçirilmistir. Deprem vergisi adi altinda getirilmesi planlanan ‘salma’ ise yardimlari engelleyebilir hesabiyla simdilik ertelenmistir. Kisacasi devlet hiç de öyle atil olmadigini, bilakis gayet faal oldugunu kanitlamistir!

Tabii ki ayni canlilik depremzedelere yalnizca kuru mesajlar, bos vaatler ve ‘yaralar sarilacak’ demogojisi seklinde yansimaktadir. Kim, neyin yarasini sariyor? Devlet bugüne kadar halkin hangi yarasini sarmis? Devletin icraati yara sarmak bir yana dursun, bilakis yara açmak seklinde tezahür ediyor. Güneydogu’da yasananlar bunun canli bir kaniti degil mi? yakilan, bosaltilan binlerce köyün yarasi hala kanamiyor mu? Bugün Izmit’te, Adapazari’nda, Bolu’da onbinlerce insanin yasadigi evsiz barksiz kalma, malini mülkünü yitirme acisinin bir benzeri Güneydogu’da senelerdir yasaniyor. Bir anda binlerce cana mal olan bir deprem felaketiyle degil ama bizzat devlet eliyle uygulanan bir politika neticesinde yüzbinlerce kürt köylüsü göç etmek zorunda kaldiklari sehirlerin dis mahallerinde yillardir çadirkent benzeri rezilliklerle bogusmakta; yoksullukla, sefaletle bogusarak hayata tutunmaya çalismakta. Ve tüm bu acilarin kaynagi olan devlet, halktan yaralarin sarilacagina dair inancini kaybetmemesini istiyor. Aman kusku duymayalim, yoksa sair basbakanimiz yine fena halde gücenir!

Kirli Medyadan Yeni Bir

Sahte Temizlik Kampanyasi

Bu arada depremle birlikte kendisine ‘kamuoyunun vicdani’ rolünü biçmis gözüken medyanin da ikiyüzlülügü gözardi edilemez. O medya ki asil fonksiyonu itibariyle düzenin kirli sesi olmaktan baska bir sey degildir. Aynen Susurluk hadisesinde oldugu gibi düzenin üzerine gidiyor görüntüsüyle aslinda düzenin altini saglamlastirma çabasi içindedir. Bir kaç günlük sert ve hasin yayinlarin ardindan günah çikarttiran papaz rolünü üstlenecek olmasi kaçinilmazdir. Yetkili zevati ve kurumlari biraz hirpalar gibi yapip ardindan sorumlulugu ”Çinarcik’in Apo’su” Veli Göçer’e ya da Kizilay çiftliginin kahyasi Kemal Demir’e yikip kendisinin de organik bir parçasini olusturdugu düzeni temize çikartmasi medyanin asli vazifesi olarak görülmelidir.

Kizilay rezilligini ancak deprem gibi bir musibetle görmek zorunda kalan medya, dün halkin kestigi kurbanlarin derileri zorla gasbedilirken devletin diger arpaliklari ile birlikte kizilay edebiyati yapmaktan geri durmuyordu. Daha düne kadar her firsatta devlet kurumlarini yüceltme yarisina girisen, ABD eliyle gerçeklesen teslimatlari ‘büyük operasyon’, ‘Türkiye büyük devlet oldugunu ispatladi’ seklinde mansetlerine tasiyan medya bugün asker-sivil devlet kurumlarinin koflugunu, hantalligini, enkaz altinda kalan binlerce cana karsi vahsi duyarsizligini tartisiyor. Inandirici olabilir mi? medya, bugün ‘niçin enkaz altindaki vatandaslarimizi kurtarmak için devletin elinde egitilmis tek bir adet köpek yok?’diye söyleniyor. Ayni medya neredeyse haftalik periyodlarla haber bültenlerine gösterici topluluklarin dagitilmasina dair polis tatbikatlarini tasidi. Her seferinde bu tatbikatlarda polis köpeklerinin nasil da becerikli olduklarina dair bir sürü görüntü gururla ve keyifle sunuldu. Ve simdi sormak zorunda kaldiklari soruyu bu ‘haber’leri hazirlarken sormak medyadaki çok bilmislerin aklina hiç gelmedi. Tabii o sirada böyle bir soru sormak ‘polisimizin moralini bozar, devlet karsitlarinin propagandasi olurdu’ degil mi?

Medyanin saptirici fonksiyonu yalnizca dündoen bugüne devreden yayinlarindaki tutarsizliklarla sinirli degil. Medya varligiyla bir yandan sahte vicdan rolünü üstlenerek devlete yönelebilecek elestiri ve muhalefetin de düzen içi alanla sinirlandirilmasi islevini yüklenmis oluyor. Sorumluluk oraya buraya, ya da sahislara yikiliyor. Yaralar sarilacak edebiyatiyla ‘kalan saglar bizimdir’ mantigi öne çikartilip, düzenle hesaplasma bilinmez bir gelecege erteleniyor. Ayrica ölçünün elden kaçirilmasi neticesinde islenen bir takim hatalar da tamir edilmeye çalisiliyor. Nitekim ilk günlerde gündeme gelen orduya yönelik elestirilerin yerini ilerleyen günlerde o bildigimiz vicik vicik asker meddahligi aldi bile. ‘Mehmetçik söyle çalisiyor, böyle kurtariyor’ türünden ‘haberler’, ‘komutanlarin hasta ziyaret ederken, ya da çocuklarin basini oksarken çekilmis fotograflari hep imaj düzeltme çabasinin ürünleri olarak gazete sayfalarini ya da ekranlari süslüyor.

Ümmet Bilincine Düsmanlik ve

Canileri Sevdirme Kampanyasi

Dikkat çekici bir propaganda da dis yardimlar baglaminda ABD ve Israil yanlisi haberlerin yogunlugu ile ilgili olarak boy verdi. Bu konuda tam bir seçicilik hüküm sürdü. Aynen içeride Islami kuruluslardan ve yine FP’li ve HADEP’li belediyelerden gelen yardimlara iliskin yapildigi gibi, Islam dünyasindan gelen yardimlar adeta gizlenirken, özellikle ABD ve Israil kaynakli yardimlar sürekli gündemde tutuldu. Bu yolla Filistin halkina kesintisiz deprem yasatan isgalci siyonistlerin ve yine Irak halkinin tepesine hergün bomba yagdiran, yetmezmis gibi bir de ambargo uygulamasiyla milyonlarca insani açliga, ilaçsizliga, doktorsuzluga mahkum eden emperyalist Amerika’nin insanseverliklerine sükran duymamiz beklenmekte. Elleri sayisiz müslüman kardesimizin, masum ve müstezaflarin kanlarina girmis profesyonel caniler böylelikle halkin zihnine enkaz altindan çikardiklari bir kaç çocugu sefkatle kucaklamis bir imajla kazinmaya çalisilmakta.

Deprem hadisesi üzerine devletin umursamaz, aciz ve ilkel görüntüsünün toplumun genelinde bir saskinlik meydana getirdigi görülüyor. Aslinda bu halk devletin kurumlari ve temsilcileriyle her temasinda sistemdeki çürüme ve yozlasmaya yakindan sahitlik etmistir. Buna ragmen bu ölçüde bir çürüme karsisinda yine de pek çok insan hayretini gizleyememistir. Nitekim ilk günlerde deprem bölgelerinde devletin görünmemesini bazilari ‘devletin yoklugu’ seklinde algilamistir. Fakat bu dogru degildir. Devletin yoklugundan degil, ancak halkin beklediginden ya da ihtiyaç duydugundan farkli bir fonksiyon temelinde örgütlenmesinden söz etmek dogru olacaktir. TC devletinin tipik bir ‘milli güvenlik’ devleti olarak varligi tartismasizdir. Ortada bütün gücünü ve araçlarini bürokratik ve otoriter devlet aygitini koruma ve kollamaya teksif etmis bir sistem mevcut. Bu sistem resmi ideolojisinden kaynaklanan bir refleksle kendini sürekli bir yok olma tehdidi içinde hissetmekte. Üstelik de öncelikli tehdit içeriden, halktan kaynaklanmakta ki, bu hastaligin tedavisi kesinlikle yok!

Yani devlet depremi halkin içinden bekliyor ve bu tür sarsintilara karsi gayet hazirlikli ve atak. Ama yer altindan ya da farkli kaynaklardan meydana gelen ve dogrudan kendisine yönelmeyen sarsintilara karsi ise son derece vurdumduymaz. Iste bu yüzdendir ki, birkaç yüz kisinin biraraya gelip gerçeklestirdigi bir protesto eylemini bastirmak için aninda yüzlerce elemanini, aracini devreye sokabilen devlet enkaz altindan kurtarma çalismalarina iki gün gecikmeyle baslayabilmistir.

Magdur insanlarayardim ulastirma konusunda gayet aciz ve beceriksiz devletin kendisine yönelik elestirilere karsi son derece atak ve yardim seferberligine girisen sivil kuruluslari engelleme hususunda oldukça tedbirli oldugu da gözden kaçirilmamalidir. Zamanin meshur Ankara valilerinden Tandogan’in polisçe yakalanan solcu gençlere hitaben söyledigi rivayet edilen ‘memlekete komünizm lazimsa biz getiririz, siz kim oluyorsunuz?’ seklindeki sözlerine yansiyan mantigin devletin hakim mantigi oldugu burada da görülebilmektedir. Sivil kuruluslarin yardim girisimleri devleti bariz ofsayta düsürmektedir. Ayrica bugün yardim etme adina devletin disinda is yapmaya kalkan insanlarin süreç içinde devletin fonksiyonlarina alternatif olusturma tehlikelerenini de önüne geçme telasi kendini hissettirmektedir. Kisacasi politika bellidir: Hiç bir güç ya da insiyatifin devletin disinda, devletten bagimsiz gelismesine izin verilmemelidir! Yoksa süreç içinde ‘tebasi’ devletin etkinligini ve otoritesini sorgular hale gelebilir!

Magdurlara Yardim Sadece

Maddi Destekle Sinirli Kalmamali!

Deprem felaketiyle sarsilan insanlar ilk andan itibaren yanlarinda devleti degil, uzaktan yakindan hiç tanimadiklari yardimsever elleri ve gönüllü kuruluslari bulmustur. Felaketzedelere öncelikle ulasan eller devletin öncelikli tehdit olarak ilan ettigi ve kendilerine karsi topyekün mücadele baslattigi ‘ irticai unsurlar’ olmustur. Islami kuruluslarin yardimlari ve destegi devletin tüm hazimsizligina ve engelleme çabalarina ragmen magdurlarin acilarinin paylasilmasi ve magduriyetlerinin giderilmesine katki saglamistir. Bu noktada magdur ve müstezaf insanlara elimizdeki imkanlarla yardimlarimizi sürdürmeye ve bir yandan da maddi kayip ve yoksunluklari yaninda bu insanlarin bilinçlerindeki yoksunlugun giderilmesine çabalamak zorundayiz.

Gaybe iman eden insanlar olarak, benzeri eher hadisenin oldugu gibidepremin de ilahi bir ikaz içerdigini; zulümle birlikte zulme sessiz kalmanin, karsi çikmamanin da ilahi bir ceza ve musibet kaynagi oldugunu ve ilahi kanunler geregi musibet geldiginde ise yalnizca zalimlerle sinirli kalmadigini; yine yeryüzünde ilahlik taslayan otoritelereni gücünün Rabbimiz’in sonsuz kudreti yaninda bir hiç oldugunu hep biliyoruz.

Zaman zaman unutur gözüktügümüz bu gerçekleri simdi yasanilan deprem felaketi vesilesiyle yeniden tefekkür edelim ve anlatalim, ögretelim, islami degerlerin ayaklar altina alinmasina ve müslümanlara karsi islenen zulümlere karsi ses vermeye, tepki göstermeye çagdildiklarinda hep ‘bizim sokakta isimiz yok!’ cevabini veren insanlara yasanilanlardan dersler çikartmalari hususunda yardimci olalim. O insanlar ki, kimisi evleri enkaza dönüstügünden, kimisi ise yeni bir deprem korkusundan günlerce, gecelerce sokaklarda yatip kalkmak zorunda kaldilar. Allah için sokaga çikmaktan imtina eden, türlü mazeretlerin ardina siginan insanlarin, çaresizlik veya korku nedeniyle sokaklara dökülmek zorunda kalmalarinda acaba bir ibret yok mudur?

 

Kaynak: Haksöz Dergisi, Eylül 1999 Sayi:102

Hazirlayan: Musa Dogan

 

backswir.gif (6166 Byte)